Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri

Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri (http://www.hayatimdegisti.com/forum/index.php)
-   Çocuk Psikolojisi (http://www.hayatimdegisti.com/forum/cocuk-psikolojisi/)
-   -   SEVGİNİN MUCİZESİ (http://www.hayatimdegisti.com/forum/cocuk-psikolojisi/621666-sevginin-mucizesi.html)

sweeet 31-08-2012 11:54 PM

SEVGİNİN MUCİZESİ
 

Mirzakarim Norbekov

Bir gün gazetede çalışan bir arkadaşım telefon etti ve,

“Hadi denize gidelim. Zamanın var mı?” diye sordu.

“Var” dedim.

“Bir grup psikolog gidiyor, gazeteci olarak onlara katılacağım. İstersen seni de listeye dahil edeyim, nasılsa psikologsun. Düşünebiliyor musun? Devletin parasıyla Kırım’da otuz beş gün. Deniz, şarap, kebaplar, tatil terapisi…”

Kabul ettim. Beleş kimin hoşuna gitmez, söyler misiniz lütfen?

Gittim ve kendimi okul öncesi dönemdeki özürlü, öksüz ve seker hastasi çocukların dinlenme ve bakımevinde buldum.

İlk gün öyle bir sok geçirdim ki... Deniz nerdeee? Tatil terapisi nerdeee?

Niçin buraya geldiğimizi kendime sormaya başladım. Psikologların burada ne işi vardı?

Meğer kıyıda, birbirinin eşi üç adet dinlenme ve bakımevi varmış.

Hepsi ilaçlari aynı eczaneden, erzakları da aynı depodan alıyormuş. Hava, deniz hepsi için aynıymış!

Niçin yalnizca bir dinlenme ve bakımevindeki çocukların şeker hastalığı iyileşiyor da, diğer ikisinde iyileşmiyordu?

Nedeni ortaya çıkarmak üzere komisyon ardına komisyon gönderilmiş, ama her şeyi kontrol edip hiçbir şey bulamamışlar. Sonunda, “Sadece psikologlar bu dinlenme ve bakımevindeki çocuklarin iyilesme nedenlerini ortaya çikarabilir’ denilmis. “Beleş” olarak bu psikologlar grubuna katıldığım için başımı derde sokmuştum.

Moskovalı psikologlar iki hafta çalıştılar, bir şeyler yazdılar, dinlendiler ve gittiler. Ben ise orada üç ay saplanıp kaldım, çünkü gerçeği, kazarak bile olsa bulmam gerekiyordu.

Ayrıca, dört bes yaşındaki çocuklar beni babalari sanarak kulaklarıma ve boynuma atılıyordu. Belki de bunun için onlardan üçünü evlat edindim.

Çocuklarin iyileşmesinin gerçek nedenlerini bulmam gerekiyordu. Buldum.

Yaklaşık bir, bir buçuk ay süren gözlemlerim sonucunda bu çocukların oyunlarının diğerlerine göre farklı olduğunu gördüm.

Çocukların algılayışında, samimiyetinde ve hayal gücünde bir SIR gizlidir.

Onlar nasil iyileşiyor? Çocukların hayal gücü nasıl çalışıyor? Çocuklar hastalığı nasıl karşılıyor?

Hiç!

Kısa bir sürede, aşaği yukarı on gün içinde hastalığa kısa pantalonları gibi alışıyor ve her ıeye uyum sağlıyorlar.

Yaradılıştan itibaren değişmeyen bir çekim gücü ile çocukların ana baba sevgisine ve korumasina duydukları içgüdüsel ihtiyaç, yokluğuna alışamadıkları yegane şeydir. Doğa Ana öyle düzenlemiş ki, çocuklar daima yetişkinlerin yanında olmalı.

Çocukların nasil bir özelliği vardır? Onlar, özellikle küçük çocuklar, daima ilgiye, sevgiye, okşanmaya açtır. Ne kadar severseniz sevin, çocuğa az gelir. İki dakika sonra yine sevilmeye gereksinim duyar.

Farz edin baba eve dönmüş, TV’yi açmış, çocuk babasına yaklaşıyor. Baba:

“Ee, nasılsın bakalım? İşler nasıl gidiyor? Günün nasıl geçti? Gel buraya babana bir öpücük ver. Mucuk! Hadi şimdi annenin yanına git, babacığını rahatsız etme. Anneannene git!” diyor.

Bitti! Çocuk büyük bir gereksinim duyduğu şeyi alamadi. Annesi ense köküne bir ŞAPLAK indiriyor: “Sıcak firına sokulma, yanarsın”.

Anneanne ise sevmek, okşamak yerine oturduğu yerden terbiye ediyor:

“İyi kızlar şöyle olmalı. İyi oğlan çocukları böyle davranmaz.”

sweeet 01-09-2012 12:08 AM

SEVGİNİN MUCİZESİ ... devamı =>
 
Çocuk hastalanınca birdenbire bir mucize gerçekleşiyor. Babası TV’yi unuttu bile, çocuğun istediğini yapmaya hazir.

Kafasını sıcak firına sokmasına izin vermeyen, her firsatta poposuna tokadı basan anneciği çocuğunun etrafinda dört dönüyor, ona bakıyor, meraklanıyor.

Anneanne ise masallar anlatıyor, şarkılar söylüyor. Dede de bir yerlerden oflayıp puflayıp gelmiş ve herkes çocuğun başucunda.

Çocuk kaydediyor: Sevgiye açlığı ve susuzluğu hastalık vasıtasıyla doyuruluyor!

Bakımevindeki yavrulara sormuştum:

“Lütfen söyler misin sevgili yavrum, sen başın okşanmak istediğinde ve iyi bir şey duymak istediğinde ne yapiyorsun?”

Üç çocuktan ikisi söyle cevap veriyordu:

“Başım ya da karnım ağrıyor diyorum.”

Öyle oluyor ki çocuk kendini yalanla ifade ediyor. Ayni kanıda mısınız? Ama…

Çocuk kendini yalanla gösteremez, bu yüzden de düsünceleri aniden vücudunda somutlasıyor ve gerçekten agrılar duymaya başlıyor.

Anne babasıyla yaşayan çocuklar hastalığı okşama, merak, ilgi ve sevgi kaynağı olarak algılıyormuş meğer. Öksuz çocukların da sevgiye, koruma altinda olmaya, doguştan gelen devasa genetik bir ihtiyacı vardır.

Bu yavrular, dinlenme ve bakımevinin çalışanlarına soruyormuş:

“Niçin onun ana babası var da benim yok?”

Bakıcılar, “Senin anne baban zaten yok” diyemiyor ve şöyle cevap veriyorlarmis:

“Senin de var”

“Benimkiler nerede? Neden gelmiyor, beni almıyorlar o zaman?”

“Anneannem ne zaman gelecek? Ya dedem?”

“Sen şimdi hastasın, iyileştiğin zaman gelir, seni alırlar.” diye karşılık veriyorlarmış.

Bu yalanın çocukların iyileşmesine yardım edeceğini orada çalısanlar bile bilmiyormuş!

Onlarin bildiği, hastalığın tedavisi olmadığıydı.

Ve çocuklar sevgiye kavuşabilmek için içgüdüsel olarak yol aramaya baslamışlar.

Bu büyük içsel çagri her türlü korkunç hastalığı yok etmeye muktedirmiş.

İki üç yaşındaki bebek sormaya baslar:

“Hastalık nedir? İyileşmek ne demek?”

Ona, “Senin kanında fazla şeker var, anlıyor musun? Sen şeker yeme!” derler.

Çocuklar, hemen kendilerini sevgi, şefkat, koruma ve huzur kaynağından ayıran hastalık adındaki “Öcü”nün ne olduğunu anlamaya çalışır.

Orada üç yaşındaki, civciv gibi bir kizla ahbap olmuştum.

“Hastalığının ne olduğunu anlatır mısın, lütfen?” dedim.

Anlattı: “İçimde pek çok küp şeker birbiri ardından yürüyor. Bunun için de annemle babam bana gelmiyor.”

“Anneni ve babani çok özlediğin zaman onlarin çabuk gelmesi için ne yapıyorsun?”

Serçe parmağımı avucuna alarak beni avluya götürdü.

Orda yaklaşik yetmis tane rengarenk plastik küvet vardi. Sabahleyin bu dinlenme ve bakımevinin çalışani küvetlere hortumla deniz suyu dolduruyor, güneş suyu ısıtıyor, öğle vakti çocuklar kurbağa gibi suda debeleniyordu.

Kız, küvetlerden birine girip bir seyler söylenerek sallanmaya basladı. Güçlükle anladım. Meger durmadan “Ben şekerim, ben şekerim, ben şekerim…” dermiş.

Sordum: “Niçin ‘ben şekerim’ diyorsun?”

O kocaman açılmış gözlerini hatırlıyorum, bir aptala bakar gibi bakıyordu. Nasıl oluyor da bu yetiskin insan en anlamlı seyi anlamazdı! Şeker, suyun içinde erir(aslında çözünür:) ), kaybolur!

Çocukların hayal gücü sonuna kadar çalışıyor, hepsi kendine has bir şekilde oynuyor, oyun da onlari iyileştiriyordu.

Bunu bakıcılara anlattığımda hep bir ağızdan bağırdılar:

“Demek bu yüzden pek çok çocuğumuz aynı suya ikinci bir kez girmek istemezmiş!”

Onlar “düşmanlarının” orada eridiğini görüyor ve bu suyun yok olmasını umut ediyordu. Anlıyor musunuz?

Konuşa konuşa çabucak iyileşme deneyimini, yani kendi “ebeveyn edinme” yollarini birbirlerine aktarıyorlardı.


Hayal gücünüzü serbest birakmaya özen gösterin, bu fantezi içinde kendinizi uyumlu ve mükemmel bir insan olarak görmeye, duyumsamaya ve hissetmeye çalısın.


“Aptalın Deneyimi; Aklını Başına Toplama Rehberi” – Sistem Yayıncılık


WEZ Format +3. Şuan Saat: 07:55 AM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.