Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 145,988
Tesekkür: 45
92 Mesajinıza toplam 143 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| ögrenme bozukluklari ,disleksi ögrenme bozukluklari ,disleksi öGRENME BOZUKLUGU
DISLEKSI
Haftanin günlerini ögrenebilecek mi?, Marsta yasam üzerine konusabiliyor, ama 2 ile 2yi neden toplayamiyor?, Niye okulda iyi degil?, dedeyi neden bebe diye okuyor?, b ve d harfleri arasindaki farki göremiyor mu?, Anlamini bildigi bu kelimeleri neden okuyamiyor? Neden akli kadar basaramiyor?, Dört farkli aritmetik probleminin hepsine birden neden ayni cevabi veriyor?, çok iyi bir çocuk, çok çalisiyor ama neden yapamiyor?, Her yil ayni noktada, sanki yalnizca yasi büyüyor. Anne babalarda bu sorulari uyandiran çocuk kimdir? Onlar okulda basarisiz, ama zeki çocuklardir. Bu çocuklar çiniyi için diye okurlar. 41i 14 yazarlar, pyi d, dyi b yazarlar ve bir kelimeyi olusturan harflerin sirasini hatirlayamazlar. ödevlerini tahtadan alamazlar, kaybederler, kitaplarinin yerini unuturlar, esyalarini kaybederler, içinde bulunduklari yili, günü ve mevsimi ayirt edemezler. Kahvaltiya ögle yemegi diyebilirler; dün, bugün ve yarini karistirabilirler. Gördüklerini hatirlayamazlar ya da zihinlerinde canlandiramazlar. Bu çocuklar sinifta ögrenemezler. Bu çocuklar, bir cümle ya da fikrin ortasindan baslayabilirler ya da bir cümlenin ortasinda durabilirler. Bazi durumlarda toplama, çarpma yapabilirler; ama çikartma ya da bölme yapamazlar. Kimi zamanda matematigi yalnizca zihinden yapabilirler, ama yazamazlar. Kelimeleri yüksek sesle okurken harfleri ve heceleri atlayabilirler ya da ekleyebilirler.
ALTI YASINA GELEN tüm normal çocuklar artik bir egitim alabilecek zihinsel gelisim düzeyine gelirler. Okula giderler ve ilk ögrendikleri sey okumaktir. ögrenme bozuklugu adi verilen sorunu yasayan çocuklarda ise bu hazirlik henüz tamamlanmamistir. ögrenmeye yardim eden zihinsel organizasyon bazi bakimlardan yeterli degildir. Okuyamazlar, yazamazlar, matematikte zorluklar yasayabilirler; ancak zekâ düzeylerinde bir sorun yoktur. Bu çocuklar, özellikle ögrenme bozuklugunun taninmadigi toplumlarda okulda ve ailelerinde anlasilamama sorunu yasarlar. Okuyamadiklari ya da yazamadiklari için zekâ düzeylerinden kusku duyulur. Aileler panige kapilir, ögretmen ögretememenin sikintisini duyar ve giderek büyüyen bir sorunlar yumagiyla çogunlukla herkes çocuga yüklenir durur. Tabii bu yüklenme biraz bosadir, çünkü çocugun bu farkli durumuna iliskin pek bir sey bilinmiyordur. Yalnizca ögretmek vardir. Bu tablonun sergilendigi bir çocuk için bir doktor nörolojik bir olgunlasmamislik ya da minimal beyin disfonksiyonu; bir egitimci ögrenme bozuklugu adlandirmalarini kullanir.
ögrenme bozuklugunun son yillarda en çok kabul gören tanimi 1988 yilinda ABD Ulusal ögrenme Bozuklugu Birlesik Komitesi (NJCLD) tarafindan yapilmistir. Bu tanima göre, ögrenme bozuklugu genel bir terimdir ve dinleme, konusma, okuma, yazma, akil yürütme ile matematik yeteneklerin kazanilmasinda ve kullanilmasinda önemli güçlüklerle kendini gösteren heterojen bir bozukluk grubudur. Bu bozukluklarin bireyin yapisiyla ilgili oldugu ve merkezi sinir sistemindeki isleyis bozukluguna bagli oldugu varsayiliyor. Ayrica kendini idare etme, sosyal algilama ve sosyal etkilesim sorunlari da birlikte görülebilir. Bu tanim, sorunun yasla birlikte düzelmedigini ve ögrenme bozukluklari ile ögrenme sorunlarinin farkli oldugunu vurgulamaktadir. ögrenme bozuklugu, genel kapsamli bir terim; çünkü, çok sayida sorunu içeriyor. örnegin, okuma sorunlari için disleksi (dyslexia), yazi sorunlari için disgrafi (disgraphia), matematik sorunlari için diskalkuli (dyscalculia) terimleri kullaniliyor ve ögrenme bozuklugu bu sorunlarin tümünü içeriyor. ögrenme sorunlarindan diger bir grup da hiperaktivite ve dikkat eksikligi bozuklugu gibi terimlerle adlandiriliyorlar.
ögrenme bozuklugunun ortaya çikmasinin tek bir nedeni yok. Dogum öncesi (yetersiz beslenme, annenin geçirdigi enfeksiyonlar, ilaç kullanma...), dogum sirasinda (uzun ve zor dogum, plasenta ve göbek kordonu anomalileri...), dogum sonrasi (dogumdan sonra nefes alana kadar geçen sürenin uzunlugu, erken yasta atesli hastalik, basa hizli darbe...) ve kalitsal (ailelerde ögrenme bozuklugu olan baska kisilerin de olmasi) etmenlere bagli olarak ortaya çikabilir. ögrenme bozuklugunun ortaya çikma nedeni ne olursa olsun, önemli olan ailelerin ve egitimcilerin sorunun varligini kabul edip çözüme yönelmesidir. Bu çocuklarin aileleri dogal olarak diger anne babalara göre farkli duygular yasarlar. Kimisi sorunun nedenini disarida görür ve çözümü, okul-ögretmen gibi dis etmenleri degistirmekte arar. Kimisi suçluluk duyar, kizginlik hisseder. Endise veren bu durum, anne babalari depresyona kadar sürükler. Tüm bunlar, aslinda sorunun varligini kabul edememeyle ilgili tepkilerdir. çocuk ve anne baba açisindan en olumlu yaklasim, anne babanin sorunun varligini kabul ederek, çocuga yardim yoluna geçebilmesidir. En uygun ve yeterli yardimin verilebilmesi sansi Evet, benim çocugumda ögrenme bozuklugu var. diyebilmeyi yürekten basarmayla artar.
ögrenme bozuklugu olan çocuk neler hisseder, neler yasar? Hiçbir seyi dogru yapamiyorum., Ben yeterince iyi degilim., Ben aptalim., Ben geri zekâliyim., Kimse beni sevmiyor. gibi duygu ve düsünceler ögrenme bozuklugu olan ve psikolojik destek almayan çocuklarin hissettiklerinden yalnizca bir kismi. Bu cümlelerden de anlasilacagi gibi ögrenme bozuklugu nedeniyle yasantisinin ona sundugu deneyimler, onun kendine iliskin olumsuz düsünceler gelistirmesine yol açar. çünkü, ailesi ya da ögretmeni çogunlukla yalnizca olumsuz yönleriyle ilgilenir; olumlu yönleriyle ilgilenen pek olmadigindan kendini sevmemesine ve kabul etmemesine yol açan duygu ve düsüncelere sahip olur. Kendi dünyasini hep yanlislardan (yanlis yazan, yanlis okuyan, yanlis hesaplayan) olusan bir dünya olarak algilar ve sonuçta kendini yanlis bulur hale gelir.
Benim neyim var? sorusunu çok sik sorar. Bu noktada özellikle anne baba ve ögretmenin çocukla etkili bir iletisim içinde olmasi çok önemlidir. Duyulmaya ve anlasilmaya çok gereksinimi vardir. Gerçekte zeki oldugunu, ama ögrenmek için digerlerine göre daha çok zaman harcamasi gerektigini ve yavas da olsa bir gün mutlaka yapacagini bilmeye çok gereksinimi vardir. Benlik algisinin güçlenmesi için kendiyle ilgili olumlu mesajlara da çok gereksinim duyar. çogunlukla digerlerinin beklentilerini karsilayamadigi için kizgindir. Kendine kizgindir. Geç olgunlastigi için bagimsiz bir birey olmak adina kazanacagi becerileri daha geç kazanir. Toplu tasim araçlarini kullanmak, para hesabi yapmak, basit yemekler pisirmek, saati anlamak, masa hazirlamak, yatak toplamak, telefon kullanmak gibi isleri kendi basina basarmayi ögrenmek ona iyi gelir. çünkü, bagimsizliga geçiste bu becerileri kazanmis olmak oldukça önemlidir. Akilliyim, Yaraticiyim, Disleksiliyim
En sik rastlanan ögrenme bozukluklarindan olan disleksi ile ilgili ilk bulgular, 1896 yilinda bir Ingiliz doktor olan W. Pringle Morgan tarafindan elde edildi ve British Medical Journalda yayinlandi. Morgan makalesinde 14 yasinda olan Percy adindaki erkek çocugunun her zaman akilli ve zeki bir tutum içinde oldugunu, yasitlariyla kiyaslandiginda oyunlarda hizli oldugunu ve arkadaslarindan geride kalan hiçbir yönü olmadigini, ancak okuyamadigini belirtiyordu. Bu dönemlerde disleksinin görme sistemiyle ilgili oldugu düsünülüyordu. çünkü, disleksinin en belirgin özelliklerinden biri harflerin ve kelimelerin karistirilmasi ve tersten algilanmasiydi. Bu bakis açisindan yola çikan bir düsünceyle disleksiyle bas etmek için göz egitimleri yaptiriliyordu. Daha sonra yapilan çalismalar ise disleksinin görmeyle ilgili bir bozukluk olmayip dil sistemiyle ilgili bir bozukluk oldugunu ortaya koydu. Bugün göz egitiminin disleksiyle yasamayi kolaylastirmadigi da artik kesinlikle kabul gören bir gerçek. Bugünkü bilgilerin isiginda, disleksi, fonem adi verilen dil birimlerinin birbirinden farkliliklarinin ayirt edilmesi sirasinda ortaya çikan bir bozukluk.
Disleksi, genellikle çocukluk döneminde, okumaya baslama asamasinda fark ediliyor. Bir hastalik degil, ama okumayla ilgili zihinsel süreçlere iliskin bir farklilik. Bozuklugun bilim adamlarina en çok zorluk çikaran yönlerinden biri de bu özelligi tasiyan çocuklarin hiçbirinin birbiriyle tam bir benzerlik içinde olmamasi. Bu bozuklugu tasiyanlarin en belirgin özelligi ayni yas ve zekâ düzeyindeki diger çocuklara kiyasla okuma düzeylerinin daha düsük olmasi. Okuma düzeyinin düsüklügü örnegin, ilkokul dördüncü siniftaki bir çocugun okuma düzeyinin ikinci siniftaki bir çocugunki gibi olmasi anlamina geliyor. Bu durumdaki bir çocuk okumada iki yil geride olarak adlandiriliyor. Böyle bir çocugun okuma düzeyinin düsük olmasinin nedeni her durumda disleksi olmayabiliyor. Disleksi olmayip okuma sorunlari yasayan çocuklarin oldugu da unutulmamasi gereken bir konu. Okumayi sinif düzeylerine göre degerlendirmek bazi yönlerden yeterli olabilir; ancak yaniltici da olabilir. Ilkokul dördüncü siniftayken iki yil geride olan bir çocuk, lise ikinci sinifta olup, iki yil geride olan bir çocuga göre büyük zorluklar içindedir. Ilkokul dördüncü siniftaki çocuk ilk siniflarda ögretilen okuma becerilerinin az bir kismini ögrenebilmistir; ancak bu ölçüye göre lise ikinci siniftaki ögrenci aradaki 3 yillik zaman içinde iyi bir okuyucu olmak için gereken becerilerin % 80ini kazanmis olur.
Samuel T. Orton, disleksi üzerinde ilk çalisan nörologlardan biri olup, 1920lerde disleksinin sik karsilasilan özelliklerini söyle belirlemisti:
* Yazili kelimeleri ögrenme ve hatirlamada zorluk.
* b ve d, p ve q harflerini, 6 ve 9 gibi sayilari ters algilama; kelimelerdeki harfleri ya da sayilari karisik algilama, neyi en; 3ü E; 12yi 21 olarak algilamak gibi.
* Okurken kelime atlamak.
* Hecelerin seslerini karistirmak ya da sessiz harflerin yerini degistirmek, siklikla yazim hatasi yapmak.
* Yazi yazmada zorluk.
* Gecikmis ya da yetersiz konusma.
* Konusurken anlama en uygun kelimeyi seçmede zorluk.
* Yön (yukari, asagi gibi) ve zaman (önce, sonra, dün, yarin gibi) kavramlari konusunda sorunlar.
* Elleri kullanmada hantallik ve beceriksizlik; okunamayan el yazisi.
Disleksili çocuklarin çogunda bu sorunlarin birkaç tanesi var; ancak bunlardan yalnizca bir tanesinin var olmasi bile çocugun özel egitim gereksinimi duymasina yeterli. Bir de disleksiyle ilgili yanlis kanilar var. Ayna yazisi adi verilen yaziyi tersten yazma,
<br style="mso-ignore: vglayout" clear="all"/>harf ya da kelimelerin yerini degistirme durumunun yalnizca disleksililerde görüldügü görüsü bunlardan biri. Oysa, yazmayi yeni ögrenen her çocukta ayna yazisi yazma durumu ortaya çikabiliyor. Ayna yazisi, yazmayla ilgili acemilik döneminin olagan görüntülerinden biri; ancak acemilik döneminden sonra da sürerse, disleksiden süphelenilmesi gerekiyor. Disleksililer kelimeleri kopyalarken degil, adlandirirken zorluk çekiyorlar. Disleksinin yas ilerledikçe geçtigi düsüncesi de artik kabul görmüyor. Bozukluk yetiskinlikte de sürüyor. Disleksililerin çogu yetiskinliklerine kadar okumayi ögrenmis oluyorlar, ancak yavas okuyorlar. Disleksiyle ilgili yanlis kanilarin en önemlilerinden biri de bu bozuklugun zekâ düzeyi yüksek olanlarda görülemeyecegine iliskin olani. Oysa, disleksililer zekâ düzeyleri düsük olmadigi gibi özel yetenekli de olabiliyorlar. Buna en önemli kanit, disleksili oldugu bilinen bilim adamlari ve sanatçilar: Albert Einstein, William Butler Yeats, George Patton, Harry Belafonte, Leonardo da Vinci, Auguste Rodin ve Cher gibi.
Yukaridaki bulgularin da ortaya koydugu gibi disleksi bir hastalik degil. Disleksililer de toplumlarin ilgilenip destek vermesi gereken farklilardan. Onlari kelime dünyalarinda zorluklari olan bireyler olarak görmek gerekiyor. Günlük yasamda dile ve kelimelere dayali bir kültür söz konusu. Böyle bir kültür içinde yasam disleksililere birçok güçlük sunuyor. Adres yazmak ya da tren tarifesi okumak onlar için çok zor oluyor. Günümüzde toplumlardaki bilgi paylasimi giderek daha dile dayali hale geldigi için disleksililere destek vermenin önemi de artiyor.
Beyin üzerinde yapilan çalismalar normal bireylerde sag beyin yarimküresinin sol beyin yarimküresine göre daha küçük, disleksililerde ise esit büyüklükte ya da sol beyin yarimküresinin daha küçük oldugunu ortaya koyuyor. Disleksililerin sol beyin yarimküresindeki farkliliklarin bu bozuklugun nedeni oldugu düsünülüyor. 1978 ve öncesine kadar bu alanda birbirine çok ters düsen düsünceler vardi. Disleksililere sanat egitimi vermemek gerektigi, çünkü sag beyin yarimküresinin daha da gelisecegi ve sol beyin yarim küresinin daha zayif kalacagi gibi. Bu düsünce de artik terk edildi. Davranis bozukluklariyla disleksililere özgü dil bozukluklari arasinda da özel bir iliski olmadigi belirlenmis. Davranis bozukluklarinin olma sikligi normal insanlarda ne kadarsa, disleksililerde de o kadar. Bu çocuklarda yaraticiligin oldukça yüksek oldugu da belirlenmis.
Disleksililerde, dikkat eksikligi ve hiperaktivite gibi diger sorunlar da olabiliyor, ancak kosul degil. Disleksi bir lanet (!) degil de, bir takdir gibi yasandiginda, diger insanlarin okuma düzeyini yakalamak ve yetenek sahibi oldugu diger özelliklerini de ortaya koyabilmek sansi doguyor. Disleksinin taninmadigi aile ve okul ortamlarinda yetisen çocuklarda okuyamamak ve varsa diger ögrenme bozukluklarini da yasamak yüzünden güven kaybi oluyor ve bu temel güvensizlik duygusu yasamin her alanina yansiyor. Basarili olduklari kabul edilen disleksililerin özgüven sahibi olduklari, benlik algilarinin olumlu oldugu, kim olduklarinin ve nasil düsündüklerinin farkinda olduklari da belirlenmis. Fikirlerinin ve yaklasimlarinin genelden degisik oldugunu fark ettiklerinde zihinsel becerilerinin yetersiz oldugu düsüncesinden vazgeçip, yaraticiliklarini yasamlarinda kullanma yönünde güdülendikleri de ortaya konmus. Okuma Nasil Gerçeklesiyor?
Disleksinin fonemleri birbirinden ayirt etmeyle ilgili bir bozukluk oldugunun kabul edilmesi ve bunu açiklayan modeller, zekâ düzeyi yüksek bazi insanlarin okumayi ögrenmede ve dille iliskili bazi isleri yapmada neden zorluk çektiklerini de açiklayabiliyor. Son 20 yil içinde, disleksinin fonolojik (sese iliskin) süreçlerle ilgili oldugu model kabul görüyor. Fonolojik model, disleksinin klinik belirtileriyle ve nörologlarin beynin fonksiyonu ve organizasyonuna iliskin bulgulariyla da tutarli görünüyor. Fonolojik modelin nasil oldugunu anlamak için önce dilin beyinde nasil bir süreçten geçtigini bilmek gerekiyor. Arastirmacilar, dil sistemini her biri dilin belirli bir yönüyle ilgili olan bilesenlerin asamali dizilisi olarak kavramsallastiriyor. Bu asamali dizilisin en alt basamaginda bir dilin içerdigi ayirt edici ses parçaciklarini (fonemleri) süreçten geçiren fonolojik modüller var. Linguistik sistemin temel ögesi de fonemler. Kelimelerin taninmasi, anlasilmasi ve hafizada depolanmasi ya da gramer açisindan incelenmesi için beynin fonolojik modülü tarafindan fonetik birimlerine ayrilmasi gerekiyor. Bu süreç konusma dilinde otomatik olarak gerçeklesiyor. <br style="mso-ignore: vglayout" clear="all"/>Okuma, konusma dilini yansitiyor, ancak dil psikologu Alvin M. Libermanin belirttigi gibi okuma kazanilmasi daha zor olan bir beceri. Liberman, konusma ve okumanin her ikisinin de fonolojik süreçlerle ilgili oldugunu, ama aralarinda önemli bir fark oldugunu belirtiyor. Bunu Konusma dogal, okuma degil. Okuma bir bulus oldugundan, bilinç düzeyinde ögrenilmesi gerekiyor. diye ifade ediyor. Okuyan kisinin görsel alfabetik yaziyi dille ilgili kavramlara çevirmesi gerekiyor. Bu da harfleri (grafemleri) ilgili fonemlere çevirmek anlamina geliyor. Bunun için, okumaya yeni baslayan birinin konusma sirasinda kullanilan kelimelerin fonolojik yapisinin farkinda olmasi gerekiyor. Bundan sonra ise, bu fonolojiyi temsil eden harflerin kâgittaki dizilisini (ortografi) anlamasi gerekiyor. Bir çocuk okumaya baslarken olan sey bu; ancak disleksili bir çocukta, dil sisteminde fonolojik modül düzeyindeki bir eksiklik, yazili bir kelimenin fonolojik bilesenlerine parçalanmasina engel oluyor ve yazi bütününün anlasilmasini önlüyor. Kavrama ve anlamlandirma ile ilgili süreçler bu ise dahil degil, çünkü bunlar ancak kelime tanindiktan sonra devreye giriyor. Fonolojik modül eksikliginin etkisi en açik okuma sirasinda ortaya çikiyor, ancak bazi durumlarda konusmayi da engelliyor. Disleksililerin çogu için okumak son derecede zor ve çok büyük enerji gerektiren bir islem.
fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) ile beyin üzerinde yapilan çalismalar, harflerin taninmasinin (occipital lobdaki extrastriate cortexte), fonolojik süreçlerin (inferior frontal gyruste), anlama geçisin (orta ve superior temporal gyride) beynin farkli bölümlerinde gerçeklestigini ortaya koyuyor. Okumak için gereken fonolojik süreçlerin gerçeklestigi yerler kadinlar ve erkekler arasinda da farklilik gösteriyor. Fonolojik model ve deneyler ezberlemenin ve ezberlenenlerin geri çagrilmasinin disleksililer için çok güç oldugunu ortaya koyuyor. Umut Veren çalisma
Disleksiyle bas edebilmek için özel egitim destegi gerekiyor. Bugüne kadar disleksililerin egitiminde kullanilan klasik yöntemlerin yetersiz kaldigini düsünen San Franciscodaki California üniversitesinden Michael M. Merzenich ve William M. Jenkins ile New Yorktaki Rutgers üniversitesinden Paula Tallal, dil ögrenme bozukluklarini tedavi etmek amaciyla bilgisayar oyunlari gelistirdiler ve Ocak ayinin Science dergisinde gelecege dönük umut veren bu çalismalarini yayimladilar. Bazi arastirmacilar bu yeni tedavi yönteminin çocuklarda oldugu kadar yetiskinlerde de disleksiyle bas edebilmeye yardim edecegini düsünüyorlar. Bu arastirmacilar, fonemleri bazi süreçlerden geçiren bilgisayara dayali bir teknik olusturarak bilgisayar oyunlari gelistirdiler. Bu çalismada kelimeleri olusturan hecelerin % 50 oraninda uzatilarak söylendigi ve sessiz harflerin düzeyinin yükseltildigi bilgisayar oyunlari ürettiler. Bilgisayar oyunlarinda düssel yaratiklar, çan ve islik sesleri ile ödül niteliginde uygulamalar da var. Bir monitörün karsisina kulakliklarla oturan çocuk da, ba, ta, ka gibi birbirine benzeyen hecelerin seslerini duyuyor. çocugun oyunu kazanabilmesi için zevkli, dikkat çekici görüntülere eslik eden seslerin sasirtici parçalarini birbirinden ayirmasi gerekiyor. Dogru cevap verdiginde ise ödül aliyor. Duydugu sesleri dogru ayirt edince uçan inekleri yakalayabiliyor, sirk akrobatlarinin ipe tirmanmasini sagliyor ve palyaçolari su kovalarina düsürebiliyor. Basinda kolay olan oyun, giderek zorlasiyor. Arastirmacilar hazirladiklari bu oyunlari zekâlari en az ortalama düzeyde olan, isitme sorunu olmayan, ancak fonemleri birbirinden ayirt etmede siklikla güçlük çeken çocuklar üzerinde denediler. Dört haftalik bir süre içinde, çocuklarin neredeyse tümünün kayip yillarini tamamlayabildigini belirten arastirmacilar, bu tedavi yönteminin bütün disleksililere hitap edip edemeyecegi konusunda henüz bir çalisma yapmadiklarini söylüyor. Oyunlarin amaci heceleri anlasilabilir hale getirmek. Gelelim Yapabileceklerimize
ögrenme bozukluguyla ilgili sorunlarin görülme sikligi % 8-10 arasindadir. 40-50 kisilik bir sinifta 3-4 çocukta ögrenme bozuklugu sorunlarinin oldugu düsünülebilir. Bu oran oldukça düsündürücüdür, çünkü bu kadar çocuk, bugünkü egitim sistemine göre, gözden çikarilmis görülmektedir. Bu çocuklar bazen yok olup gitmekte, bazen de okulda basarisiz, yaramaz, asiri hareketli ve dikkatsiz olarak adlandirilan özellikleri nedeniyle uzmanlara götürülmektedir. Uzmanlara götürülenler biraz daha sansli, ama onlara gereken özel egitim merkezleri henüz Türkiyede bulunmuyor. Gelismis ülkelerde ögrenme bozuklugunun daha okulöncesi dönemde belirlenebilmesine yönelik çalismalar yürütülürken, Türkiyede pek çok kimsenin ögrenme bozuklugunun bir sorun oldugunu anlamaya yetecek ölçüde bile bilgisi yoktur. Sorun genellikle okula baslandiginda fark edilmektedir. Ancak, sorunun egitimciler ve anne babalar tarafindan yeterince taninmamasi nedeniyle çocuklar bazen okuma yazma becerisini ilkokul birinci sinif düzeyinde bile kazanamadan ilkokul besinci sinifa kadar ilerleyebilmektedir. Fark edildigi durumlarda da çocugun okuldan alinmasi ya da alt özel sinifa verilmesi gibi yaklasimlar da olabilmektedir. Ayrica, bu çocuklara % 6,6 kadar düsük oranda dogru tani konuldugu gereksiz ilaç kullanimi ve yanlis yönlendirmelerin de yapildigi belirlenmistir. Konuyla ilgili tani-terminoloji karmasasi nedeniyle tani konmadan önce oldukça uzun ve incelikli uygulamalar yapmak gerekmektedir. Konunun en önemli yönü ise ögrenme bozuklugu tanisi konmus çocuklara yasadiklari sorunlar dogrultusunda egitim programlarinin hazirlanmasidir.
Sonuç olarak, önemli olan insan kalitesidir. Bireylerin kendileri hakkinda olumlu düsüncelere sahip olmasi gereklidir. Herkes birbirinden farklidir. Kimisi trigonometriyi iyi bilir, kimisi bilmez. Kimisi atletiktir, kimi degildir. Kimisinin yazisi iyidir, kimisinin kötüdür. Toplum içinde iliski kurdugumuz insanlarin yazisinin iyi ya da kötü olmasi iliskilerde pek bir seyleri degistirmemelidir. önemli olan güzel anlarda yüregiyle gülebilen, çevresine sevgi ve dostluk verebilen, güvenilir olan ve insanlarla olumlu etkilesimler kurabilen bireyler olabilmektedir. Iyi arkadas, iyi es, iyi anne baba olmak için gereken bu özellikleri ögrenme bozuklugu olan çocuklar da tasiyabilirler ve topluma üretken bir biçimde katkida bulunabililer. ögrenme bozuklugu olan çocuklarin anne babalarindan, egitimcilerden ve yetkililerden daha çok destek görmesi dilegiyle. Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |