![]() |
İçinizdeki çocuk yaşıyorsa Bir süre yoğun bakımda kaldıktan sonra serviste özel hasta odasına almıştık. Servise alındıktan sonra hasta olduğunu unutup yine klinik şefi gibi davranması rahatsızlık uyandırmıştı. Hemşirelere, hasta bakıcılara söyleniyor, arada sırada sesini yükselttiğini de duyuyorduk. Hasta olup yatmak iyi gelmemişti yılların klinik şefine. Huzursuzdu yakınlarını ve klinik çalışanlarını da huzursuz ediyordu. Birkaç gün sonra eşini ve kızlarını da refakatçilikten aforoz ettiğini gördük. Odasında yalnız kalmak istiyordu. Hemşire ve hastabakıcı hizmetini sıklaştırarak şefimizi yalnız bırakmamaya çalışıyorduk. Yine de klinik şefimizin hastalığı ile başlayan olumsuz hava hepimizi etkilemiş, gerilmiştik. O gün, kliniğin koşuşturması sırasında iyi giyimli fötr şapkalı yaşlıca beyefendi servis girişinde kibarca durdurup kendini tanıttı, klinik şefimizi ziyaret etmek istediğini söyledi. - Nesi oluyorsunuz? Ziyaret etmek istediğinizden emin misiniz? Hayli sinirli ve gergin de. - Arkadaşıyım. Hasta olduğunu yeni duydum. Her şeye rağmen görüşmek isterim. Paltosunu ve şapkasını almak istedim vermedi. Birlikte odaya yöneldik. Yeni bir azar işitmemek için, beyefendiyi odaya bırakıp çıkmayı planlıyordum. Karşı karşıya geldiklerinde bir süre sessizce bakıştılar. Sonra sarılıp kucaklaştılar. Klinik şefimiz yatağından doğrulmak istedi, diğeri engel oldu. Paltosunu ve şapkasını yatağın ayakucuna bırakıp yanına oturdu. Sıcak bir sohbete başladılar. Odadan çıktıktan sonra kliniğin günlük koşuşturmasına daldım. O akşam nöbetçiydim. Nöbet sırasında şefimizin odasına uğradığımda beyefendinin hastamızın yanında olduğunu ve refakat etmek istediğini öğrendim. Biraz şaşırmıştım. Eşini ve kızlarını refakatçi kabul etmeyen hocamız arkadaşının kalmasına çok sevinmişti. Odaya girdiğimi görünce refakatçisi ile ilgilenmemi rica etti. Yemek ve çay servisinden sonra refakatçi yatağını hazırlattım. Şefimizin gözlerinin içi gülüyordu. Gece yarısına doğru uğradığımda bile sohbet aynı sıcaklığını sürdürüyordu. Ne konuştuklarını giderek daha çok merak etmeye başlamıştım. Taze çay yaptırttığımı söyleyip çaydanlığı kapıp gittim, yanlarına. Şefimiz elini arkadaşının omzuna koyup bana döndü; -Bu adam var ya, bu adam. Benim hem çocukluk ham da yatılı okuldan arkadaşımdır. İçtiğimiz su ayrı gitmezdi bir zamanlar. Üniversitede ayrıldı, yollarımız. Ben tıbbiyeye o teknik üniversiteye gitti. Uzun süre haber alamadık biri birimizden. Yıllar sonra bir tiyatroda karşılaştık yine. Suskunluk anında şefimizin çocukluk arkadaşına dönüp Arkadaşlığınız çok değerli olmalı. Eşini ve kızlarını bile refakatçi olarak istememişti. Ama sizin kalmanızdan çok mutlu oldu hocamız dedim. Sözlerim üzerine , ikisi biri birilerine bakıp kahkahayı bastılar. Gülmelerine anlam verememiş, şaşırmıştım. Şaşkınlığımı gören şefim gözlerini bana dikti; -Bak evladım, eşim ve kızlarım hastalandığımdan beri yanımdan ayrılmıyor ve üzerime titriyorlar, görüyorum. Ancak hastalanıp yatağa düştüğüm için kendilerini suçluyor, sürekli olarak kendilerinde kabahat arıyorlar. Birileri başında durup Bu günleri de mi görecektik, nereden geldi bu durum şimdi başımıza, ne yaptıkta böyle oldu diye söylenirse sabrın taşıyor. O yüzden istemedim onları refakatçi olarak. -Açıkçası söylediklerinizi tam olarak anlamadım. -Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. İnsan hastalanabilir varlıktır. Gün gelir hastalanır. İyi ve sağlıklı olduğun günlerde yanında olanların hastalandığında da seni olduğun gibi kabul edip metanetle yanında durup hayatı paylaşmasını bekliyor insan. Dövünüp üzülen, kendinde kabahat arayan birilerini görmek istemiyor. İşte böylesi günlerde insan en çok çocukluk arkadaşlarını özlüyor, arıyor. -Çocukluk arkadaşlarının diğerlerinden farkı nedir? -Hatırlamaya çalış, çocukken hayat bu kadar büyük ve parçalı mıydı? Çocukluğumuzda hayat bir taneydi, küçük ufacık sığ göl gibiydi. Her yanına her şeyine yetişir, arkadaşlarınla tümünü paylaşırdın. İyi, kötü, doğru, yanlış her şey o hayatın içindeydi. Arkadaşların senin tüm hayatını bilirdi. Sen de onlarınkini. -Sonra ne oldu? -Sonra büyüdük, hayat da büyüdü, derinleşti. Büyük bir deniz oldu. Her yanına yetişemez olunca böldük, parçaladık. Ev hayatı, iş hayatı, spor hayatı, kültür hayatı benzeri bir sürü hayatımız oldu. Yeni arkadaşlar çevreler edindik. Ama edindiğimiz yeni arkadaşlar insanlar ile hayatımızın sadece bir bölümünü paylaştık. Hayatı bütün olarak paylaştığımız o eski çocukluk arkadaşlıkları geride kaldı. Seni her şeyinle olduğu gibi kabul eden o eski arkadaşlıkları edinemez olduk. Bu, hayatın kanunu sanırım. Bir yaştan sonra, bu yüzden kurulamıyor kalıcı dostluklar. Bir süre sustu. Bizimkiler biri birilerine baktılar. Sonra kahkahayı bastılar. Yine neden güldüklerini sorduğumda ise refakatçi olan bey dönüp; -İkimizin de aklına aynı şey geldi sanırım. -Sakıncası yoksa, ne olduğunu öğrenebilir miyim? -Liseyi kırıp açık saçık filmlerin oynadığı sinemaya gidişlerimiz, ilk kez geneleve gittiğimiz gün başımıza gelenleri hatırladık sanırım. Detaylarını anlatmamı isteme. Bir süre daha güldüler. Refakatçi olan bey arkadaşına sevgi ile bakarak; -Eski bir çocukluk arkadaşının hasta olduğunu duyduğunda onun yalnızlığını ve hüznünü hissediyorsan içindeki çocuk hala yaşıyor demektir, delikanlı. Beni buraya getiren ve burada tutan da o çocuk işte. Bir kez daha sarıldılar biri birilerine. Konuşmaları bitecek gibi görünmüyordu. Çay bardaklarını toplayıp odadan çıktım. Gece boyu sohbet ve kahkaha sesleri eksilmedi şefimizin hasta odasından. Gecenin sessizliğine bürünmüş servis koridorunda yürürken çocukluğumdan kalmış bir şarkıyı ıslıkla çaldığımı fark ettim. Hani çocukken hep birlikte söylerdik ya arkadaşlarla, o türden bir şarkı işte… Dr. Mehmet Uhri mehmetuhri Kaynak: Ekolay |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 06:16 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.