Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Hayat Soruları

Uyarılar

Hayat Soruları Yaşamla ilgili sorular merak ettikleriniz cevapları nedir ne değildir

15.000 yıl önce Anadolu da Türkler

Serbest Kürsü ve Hayat Soruları 15.000 yıl önce Anadolu da Türkler Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Arkadaşlar daha geçen günler de Kanaltürkte Ceviz Kabuğı programında bir dil bilimci(yanlış hatırlamıyorsam) bir bilimadamını dinledim. Ona göre ki elinde de belgeli ve canlı kanıtlar mevcut bir ksımını gösterdi ve açıklamalar yaptı, Türkler 15 bin yıl önce Anadoluda yaşamışlar ve ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hayat Soruları telkin cd indir izle İstanbul Hayat Soruları nerededir kimdir Hayat Soruları çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hayat Soruları hipnoz Hayat Soruları olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hayat Soruları hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hayat Soruları kuantum düşünce kitap haberi

15.000 yıl önce Anadolu da Türkler

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 05:12 AM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart 15.000 yıl önce Anadolu da Türkler

Arkadaşlar daha geçen günler de Kanaltürkte Ceviz Kabuğı programında bir dil bilimci(yanlış hatırlamıyorsam) bir bilimadamını dinledim. Ona göre ki elinde de belgeli ve canlı kanıtlar mevcut bir ksımını gösterdi ve açıklamalar yaptı, Türkler 15 bin yıl önce Anadoluda yaşamışlar ve tarihimiz en az 30-35 bin yıllık. Şu anda kullanılan Hint-Avrupa dilinin kökeni, Roma nın demokrasi hukunun temeli,Mısır dili...vs hepsinin kökeninde Türk yazıtları var. Bir site derlenen yazıyı size alıntı yaparak göstermek istiyorum, linkide veriyorum bilimle alakalı sayılır site.



Halkbilimci Haluk Tarcan ve Öntürk araştırmacısı Kâzım Mirşan… Geçen yaz, Hulki Cevizoğlunun sunduğu Ceviz Kabuğu isimli programda, önemli savlarını ve iddialarını kamuoyu ile paylaştılar.



İki hafta aynı konuların tartışıldığı programın, birinci bölümünde Haluk Tarcan, Mirşana ve onun çalışmalarına dayandırdığı çeşitli savlarıyla katılmıştı. Haluk Tarcanın anlattıklarının önemini sezer sezmez, kendimi televizyon ekranı ile öpüşür durumda bulmuştum.



Ortaya atılan savları iki ana başlık altında toplayalım:





1) Dünya uygarlıklarının kökeninde Türkler vardır





2) Avrupa dillerinin kökeni Ön Türkçedir.



Öncelikle, şu rahatsızlığımı önemle vurgulamak isterim: Dünya uygarlıklarının kökeninde Türkler vardır gibi, mevcut tarih bilgimizi temelden sarsan bir iddianın sahiplenilmemesi ve büyük bir ilgisizlikle karşılanması beni bir hayli üzdü.



Cevizoğlu, Haluk Tarcana soruyor: Peki bu tez niçin şimdiye kadar insanlara duyurulmadı, gerekli kurumlara bildirilmedi? Bu konu hakkında ne gibi çalışmalar yapıldı? Tarcan ise çok ilginç bir cevapla yanıtlıyor: Çalmadık kapı bırakmadım. Gittiğim her yerde, ki bunlar Genel Kurmay Başkanlığı, Türk Dil Kurumu gibi devletin temel kurumlarıdır, tezimle ve benle alay ettiler. Bunlar saçmalıktır deyip, güldüler ve inceleme girişiminde dahi bulunmadılar.



Şaşkınlık içindeydim. Olmamak mümkün mü? Nasıl olur da devletin kurumları, bilim adamları bu iddialara saçmalık diyebilirdi? Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi kurumların asıl görevi, bu tür iddiaları araştırmak, bu tür savların doğruluğunu ya da yanlışını kanıtlamak değil mi?



Bu derece bir cahillik (ya da ismi her neyse) ancak, Atatürkün kurduğu Türk Dil Kurumunun 12 Eylül yönetimi tarafından kapatılıp, yerine sadece aynı adı taşıyan bir kurumun, bilim dışı ve çağdaşlık dışı yaklaşımı ile ortaya çıkabilirdi. Çıktı da…



Gelin, savları saçmalık olarak tanımlanan Mirşan ve Tarcanın çalışmalarına bir göz atalım.



Bana göre, ortaya atılan tezlerin en önemlisi, birinci programda Haluk Tarcan tarafından Mirşanın çalışmalarına dayanarak öne sürdüğü Çin Seddinin niçin inşa edildiğine ilişkin savdı. Bu teoriye göre;



M.Ö. 10 bin yıllarında, Orta Asyada bugün yer alan geniş çöller ve kurak topraklar, o dönemlerde geniş iç denizlerdi. Öyle ki, her yıl büyük bir bölümü kuruyan Aral Gölü, o tarihlerde büyük bir iç deniz olarak uzanıyordu. Birkaç denizin çevrelediği Orta Asyada tropik iklim hüküm sürüyordu. Güçlü bir medeniyetin varolabilmesi için gerekli tüm şartlar hazırdı. Bunu, elde ettiği verilere dayanarak hazırladığı haritalarla kanıtlıyordu Tarcan. O tarihlerde, Türkler Orta Asyada federasyon bir devlet olarak yaşıyorlarmış. Bu devletin ismini, başkentini ve hatta büyük şehirlerini de (ki ben not alamadım) aynı haritada görmek mümkündü. Bir başkenti, büyük şehirleri olan ve tropik bir iklimin ortasında yer alan bu devletin tarımla uğraşması olasıydı. Dolayısıyla, tarım için gerekli alet ve makinelerinin de olması gerekiyordu. Dahası, tarımla uğraşan bir devletin yazısının olmaması düşünülemezdi. Buradan yola çıkarak, M.Ö. 10 bin yıllarında Orta Asyada yaşamış güçlü bir medeniyetin varlığı ortaya çıkmaktadır. Çin Seddinin niçin inşa edildiği sorusuna da bu teori açık bir şekilde cevap veriyor. Yine, mevcut tarih bilgilerimizi temelden sarsan bir iddia ile karşı karşıya kalıyoruz. Tarcanın öne sürdüğü sav, Çin Seddinin barbar Türklerden ve diğer kavimlerden korunmak amacıyla yapıldığı gerçeğini temelden yıkıyor. Tarcan, şöyle devam ediyor:



Bilindiği gibi Çin Seddi, barbar Türklerden korunmak için değil, aksine gümrük güvenliğini sağlamak ve ülkenin sınırlarını belirlemek amaçlı yapılmıştı. Çünkü Türkler, Çin pazarını tehdit edecek ölçüde tarımla uğraşıyorlardı ve mal üretiyorlardı.



Bunlar, tüm dünya tarihini çok derinden yaralayacak, önemli iddialardı. Başka bir önemli sav ile karşı karşıya kalıyorum: Türklerin, Çinde 300 m yüksekliğinde taş piramitler inşa ettiği savı…



Tarcan diyor ki, Türkler, Çinde 300 m yüksekliğinde taş piramitler inşa etmişlerdir. Bilindiği üzere, Mısır Piramitlerinin yaşı M.Ö. 8000 civarında. Oysa, Türkler tarafından yapılan piramitler bunlardan tam 2000 yıl önce, yani M.Ö. 10 bin yılında yapılmışlar. İnsan önceleri şaşkınlığını gizleyemiyor ancak, Tarcan, bu piramitlerin fotoğraflarını da ekrandan gösteriyor. Bunlar gerçekten taştan yapılmış piramitler… Bu fotoğraflar hakkında çok önemli bir gerçek daha var: Türkler tarafından inşa edilen bu piramitlerin bulunduğu bölgenin yasak bölge olması. Çin Hükümeti, piramitlerin yer aldığı bölgeye kesinlikle turist sokmuyor; bırakın turisti insan bile giremiyor. Tarcan, gösterdiği fotoğrafların, II. Dünya Savaşı sırasında Amerikalı bir asker tarafından yanlışlıkla çekildiğini, yapılar ortaya çıktığında, durumun bazı güçlerce gizlendiğini ve belgelerinin ortadan kaldırıldığını da ekliyor.



Başından beri üzerinde özellikle durulan tarihin M.Ö. 10 bin yılı olduğuna dikkat ediniz. Bu tarihle ilgili olarak, izlediğim bir belgeselden yola çıkalım ve bir tespit yapalım:



Haluk Tarcan ve Kazım Mirşanı henüz duymamıştım. Bu tartışma programını izlemeden birkaç ay önce; Discovery Channel isimli kanalda bir belgesel yayınlanmıştı. Böyle bir tartışma programını izleyeceğimi tahmin etseydim eğer, belgeselin yapımcısının adını ve programın ismini, tarih ve saatiyle birlikte not alırdım. Ancak, aynı programların sürekli döndüğü kanalda, aynı belgesele rastlamak olası. Dikkatimi çeken nokta ise, adı geçen belgeselde ve Tarcanın ortaya attığı savlarda geçen M.Ö. 10 bin yılıydı. Bu tarihin, bu derece önemi nereden kaynaklanıyordu? İnsanlık tarihi boyunca, bizlerden saklanan birtakım gerçeklerin olduğu yavaş yavaş kesinlik kazanmaya başlamıştı… Belgesel ile devam edelim:



Bu programda, M.Ö. 10 bin yılında yaşamış çok gelişmiş bir medeniyetten söz ediyordu. İlginç olan ise, böyle bir medeniyetin varlığının kanıtlarıyla tespit edilmesi ancak isminin konulmamasıydı (verilmemesiydi). Belgeselde özellikle vurgulanan ana tema, bu medeniyetin tüm dünyayı dolaştığı, kendi kültürünü dünyaya yaydığı ve bunu sadece bir noktadan yayılarak yaptığıydı. O tarihlerde, dünyada gelişmiş ve büyük bir medeniyetin varlığını kanıtlayan delillerden birisi, Japon Denizinde bulunan ve yaşı karbon testiyle M.Ö. 10 bin yıl olarak hesaplanan taş bir tapınaktı. Bugün bile, sular altında tüm ihtişamıyla ayakta duran bu tapınakta, Mısır Piramitlerinde kullanılan bazı sembollere rastlanmıştı. Aynı semboller, Latin Amerikada yaşamış Mayalar tarafından yapılan piramitlerde de bulunuyordu. Dahası, aynı sembolleri Hindistandaki Luksor Tapınaklarında da görmek mümkündü. Hemen hepsinin yapım tarihlerinin birbirlerine çok yakın olması, M.Ö. 10 bin yılının önemini arttırıyordu. Pasifik Okyanusunda yer alan Paskalya Adalarında inşa edilen tanrı heykellerinin de yaşı M.Ö. 10 bin yılını gösteriyordu. Yani, o tarihlerde yaşamış bir medeniyetin varlığı apaçık ortadaydı. Bu yapılar, ya aynı medeniyetin farklı coğrafyalarda ortaya koyduğu yapılardı; ya da bu coğrafyalardaki medeniyetlerin adı geçen isimsiz uygarlıktan etkilendikleriydi. Her iki şekilde de bu uygarlığın dünyayı dolaşmış bir uygarlık olması olasıydı. O tarihlerde, dünyayı dolaşmanın en kolay yolu deniz ulaşımı olabilirdi. Yani, bu isimsiz medeniyetin denizci bir toplum olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu noktada, M.Ö. 10 bin yılında Orta Asyanın denizlerle çevrili olduğunu hatırlayabiliriz.



Daha ilginç bir nokta ise, yukarıda sözünü ettiğimiz yapıların, yerküre üzerindeki dağılımı ve inşa ediliş yönleriydi. Bu yapılar, şimdiki bilim adamlarını bile uğraştıran çeşitli hesaplamalarla, yıldız ve yıldız kümelerinin hareketlerine ve şekillerine göre inşa edilmişlerdi. Yani bu antik medeniyet; tarımı, denizciliği, mimariyi biliyor, astronomi ve matematiği çok iyi bir şekilde kullanabiliyordu. Buradan yola çıkarak, Nuh Tufanında inşa edilen gemiyi ele alalım. Hayvanların erkek ve dişilerinin büyük bir kısmı ile inanlı insanları içine alabilecek büyüklükte bir geminin o dönemde inşa edilmesi büyük bir medeniyetin varlığını kanıtlamıyor mu? Bu geminin inşası için mimari bilgisinin yanında matematik ve fizik bilgisi gerekmiyor mu?



Şimdi önümüzde, gelişmiş bir uygarlık ya da birbirlerinden etkilenmeyi başarabilen, birbirleri ile iletişim içinde olan birkaç uygarlık var. Ortak semboller ve mimari özellikler mevcut. Ortaya konan savlarda, Mısır Piramitlerinde Türk Tamgalarına dayanılarak yazılmış hiyeroglifler olduğu vurgulanıyor. Hatta, bu tamgalardan yola çıkılarak bazı okunamayan Mısır hiyerogliflerinin çözüldüğü anlatılıyor. Kesinlikle araştırılmaya değer bir konu: Mısır Piramitlerinin inşasında Türklerin payı nedir?



Tezlere ve dudaklarımızı uçuklatan iddialara devam edelim:



Tarcan; tarihte Göktürk diye bir kavmin olmadığını, bu kelimenin tamamıyla yanlış okuma ve anlamlandırmadan ortaya çıktığını savunuyor. Aslında bu kelimenin öküktürk yani Rabli Türk anlamına geldiğini özellikle vurguluyor. Yunanlıların adının bile, Üst Asyadan gelmiş Ökerik adlı kavmin isminin sıkışıp Greke dönüşmesiyle oluştuğunu savunuyor. Tarcan bu tezlerini, Ön Türklerin tarihiyle ilgili çalışmalarına ve yazıtlardan elde ettiği belgelere dayanarak öne sürüyor. Mirşan; haklı olarak, yazı olmadan uygarlık olmaz deyip, dünyada resimden alfabeye ilk geçişin Orta Asyada Türkler tarafından başlatıldığını kanıtlarıyla ortaya koyuyor.



İlk yazının Sümerler tarafından kullanıldığını biliyoruz. Oysa Mirşan, yazının ilk Türkler tarafından bulunduğunu ve ilk yazılı Türk belgesinin bilindiği gibi M.S. 8. yüzyıl değil, M.Ö. 10 bin yıl önceye gittiğini söylüyor. Hiyeroglif, Etrüsk ve Sanskrit alfabesiyle yazılan yazıtların bugüne dek yanlış okunduğunu, bunların Orta Asyanın antik dönemlerinde kullanılan tamgalar kullanılmak suretiyle arkaik Türkçe mantığına göre yazıldığını ve böyle okunması gerektiğini savunuyor. Türklerin başlıca beş bölgede (Issık Göl ve çevresinde, Ural Dağlarının güneyinde, Sölengetaş Mağarasının dolaylarında, Doğu Anadoluda Erzurum bölgesinde, ve son olarak Güneybatı Fransada) yaşadıklarını, kanıtlarıyla ve tarihte ilk kez kendisi tarafından okunan metinlerden elde ettiği belgelerle ortaya koyuyor. Anadoludan İtalyaya göçen Etrüsklerin, alfabeyi Yunanlılardan aldığı savını yıkıyor ve aksine, Yunanlıların alfabeyi Etrüsklerden aldığını örnekleriyle kanıtlıyor. Avrupada ortaya çıkarılan birçok kitabe olduğunu vurgulayan Mirşan; bu kitabelerin Yunan veya Latin dillerine göre okunduklarını, bunun sonucunda da ortaya anlamsız ve saçma metinlerin çıktığını söylüyor. Oysa aynı kitabeler, Ön Türkçe kullanılarak ve Türk Tamgalarına dayanılarak okunduğunda düğüm çözülüyor. Fakat bu Batının işine gelmiyor. İşte, Mirşanın ortaya koyduğu önemli bir gerçek daha!



Mirşan; Türkçe yazının, Sölengetaş Mağarasında yer alan kaynaklara dayanarak, 16 bin yıl öncesine dayandığını; Erzurumun Cunni Mağarasında bulunan ve kendisinin okuduğu yazıtlara göre, Mısır Çizi Yazısının dahi, tam 7000 yıl önce Anadoludan gittiğini savunuyor.



Kuşkusuz, Mirşan ve Tarcan gibi iki bilim adamlarının ortaya koyduğu bu çalışmalar, araştırmaya değer, incelemeye değer kaynaklar olarak karşımızda duruyor. Eğer ki, bu savların doğruluğu kanıtlanır ve ispatlanırsa, Batı temelli dünya tarihinin baştan aşağı yenileneceği kesin gibi görünüyor.



Avrupa dillerinin kökeni Ön Türkçedir savının bugün karşılaştığı sahiplenilmeme olgusu, Tek Parti döneminde de yaşanmış. Öz Türkçe hareketi içinden çıkılamaz bir hal alınca, Güneş-Dil Teorisine dönüştürülmüş. Bu teori 1935te H. F. Kvergicin kitabından yola çıkılarak hazırlanmış. Türk dilinin taş ve maden devrinde, kültür kelimelerini göç yoluyla dünya üzerindeki bütün dillere yayan eski ve büyük bir kültür dili olduğunu savunan bu teori, dönemin aydınları tarafından desteklenmiş ancak modern teorilere yenilerek, terk edilmiştir.



Bugün, Türkçenin içler acısı hali, belirli dönemlerde hortlayan ancak gerekli ilgiyi göremeyen çalışmaların aniden sonlandırılması veya kapatılması ile giderek büyümektedir. Türkçe, özellikle Amerikan İngilizcesinin, tabir yerindeyse, tecavüzüne uğramakta; Türk Dil Kurumu gibi bir organizasyonun bu alanda çalışma yapmaması ise, vahim bir duruma işaret etmektedir. Şunu unutmamak gerekir ki, yabancı bir kelimenin Türkçeye girmesi, yabancı bir dilin gramerinin (dilbilgisinin) Türkçeye girmesinden çok daha az tehlikelidir. Yazık ki, dilimizin bugün karşılaştığı en büyük sorunlardan biri de, yabancı gramerlerin (özellikle de İngilizce) Türkçede kendine yer bulması ve yaygın olarak kullanılmasıdır. Köklü bir kültürün yozlaştırılmasındaki en büyük etken dildir. Onu da başka bir sefere görüşürüz.



Ceviz Kabuğu programında, Haluk Tarcan ve Kâzım Mirşan tarafından ortaya atılan savları incelemeye devam edelim.



Programı izleyen haftalarda, konu bir hayli ilgimi çektiğinden, internette Mirşan ve savları hakkında ufak bir araştırma yaptım. Mirşanın, bir dergide yaptığı söyleşisinde, bilimsel özelliği taşıyan tezlerinin nasıl ilgisizlik ve aşağılanma ile karşılaştığına, kendi ağzından anlattıklarıyla tanık oldum:



Mirşan, önemli bir tezini – fizik kitabını – Almanyada bir profesöre gönderiyor. Yanlış hatırlamıyorsam, Mirşanın kitabı, Türklerin fizik alanında yaptığı çalışmaları ve buluşları içeriyor. Alman profesör, kitaba büyük ilgi gösteriyor ve âdeta Mirşanı soru yağmuruna tutarak, kitapta bahsedilen bilgileri tartışıyor, analiz ediyor. Uzun bir uğraştan sonra profesör ikna oluyor. Gelelim Türkiyeye… Mirşan, aynı kitabını incelenmesi üzerine TÜBİTAKa gönderiyor. TÜBİTAK ise kitabı Ankara Üniversitesine yolluyor. Üniversitedeki dekan, Ben astrofizikçiyim ama dekan olduğum için idari işlerim var, gelin biz bunu bilim kuruluna gönderelim deyip, Mirşanı ikna ediyor. Kitap, bilim kuruluna gönderiliyor ve oradan da bir doçente naklediliyor. Doçentin verdiği cevabı aynen, söyleşiden aktarıyorum: Mümkün değil. Yani Türklerin böyle bir kanunu bulması imkânsız. Olmaz böyle bir şey. Nasıl bulsun? Biz zor buluyoruz. Bu öngörü, bilimin şüpheci ve araştırmacı değerlerine karşı gelen bir tutum değil midir? Bir bilim adamı nasıl olur da böyle bir tutumla tezi reddedebilir? Bu tutum, bir toplumun ve devletin, kültür ve bilime verdiği değer açısından ne derece uygar ve çağdaş olduğunu göstermez mi? O hâlde, Türkiye bir kez daha sınıfta kalıyor…



Tıpkı Mirşan gibi Tarcan da, Türkiyede aynı sorunlarla karşı karşıya kalmış. Uzun yıllar Fransada yaşayan Tarcan, Mirşana dayanarak elde ettiği verileri oradaki ilgili kurum ve kuruluşlara göndermiş, seminerler ve toplantılar düzenlemiş, sonuç olarak yoğun bir ilgiyle karşılaşmış. Oysa Türkiyede aynı savlara gülünüp geçilmiş, hatta saçmalık denmiştir.



Varsayalım ki Mirşanın tezi doğru; ne değişir?



Elbette ki, tabuları yıkmak kolay değildir. Bu savlar kanıtlandığında, günlük yaşantımızda pek bir değişme olmayacağı kesin. Ancak bu savlar işlendikçe ve tartışıldıkça değer kazanacaktır. İlk adımda, bilinen 6 bin yıllık siyasi ve kültürel tarihimizin çok daha eskiye, M.Ö. 10 bin yılın uzandığını bilmek, ulusumuza güven sağlayacaktır. Bununla birlikte, günümüze dek süregelen tarih bilimi, baştan aşağı yenilenecek, Batı kaynaklı tarih senaryoları ortadan kalkacaktır. Kuşkusuz, böyle bir araştırmanın yapılması ve dünyaya kabul ettirilmesiyle birlikte Ermeni, Yunan ve Kürt sorununun da ortadan kalkacağı kesindir.



Varsayalım ki tez yanlış; ne değişir?



İnsanlığa yazı, hukuk, şehirleşme ve tarım gibi uygarlık temeli sayılan değerleri kazandıramamanın yani Batı tarafından belirlenen tarih senaryomuzun devam edeceği bir gerçek. Batı tarafından hazırlanıp, tarih bilimine sunulan göçebe ve barbar bir toplum teorisine mahkum olarak tarih literatüründe yerimizi koruyacağız.



Konu ile ilgili olarak, Bertan Onaranın Cumhuriyet Gazetesinde yazdığı makalesinden bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum:



…Ammaa! Türk halkının vergileriyle Amerikada, Avrupada ya da buradaki yüksekokullarda okutulmuş profesörler, doçentler, yardımcı doçentler, hani şu kendimizi bildik bileli yinelenen ekinsel buyuruculuk (kültür emperyalizmi) altında yamyassı olduklarından, eğitim sandıkları bütün koşullanmalarını ırkçı, kıskanç, yasakçı Batıya borçlu olduklarından; ve daha da önemlisi, Mirşanla Tarcanın haklı olarak sayısız kez yineledikleri gibi, yarım yamalak öğrendikleri, küçümsedikleri, utandıkları Anadolu Türkçesinin dışındaki öbür Türk dillerini, yazılarını bilmedikleri için, asıl kaynakları, belgeleri okuyamadıkları; yalancı Batı kaynaklarına tutsak kaldıkları için, söylenenlere sürekli karşı çıkıyor; bu iki sabırlı araştırmacı ile dalga geçiyor, inanacakları engellemeye çalışıyorlar.



Kâzım Mirşan; Türkistanın Kulca kentinde dünyaya gelmiş, ilköğrenimini Çinde bitirmiş, orta öğrenimine ise Türkiyede başlamış, Almanyada tamamlamıştır. Teknik Üniversitede mühendislik eğitimi alan Mirşanın 30un üzerinde yayınlanmış kitabı bulunuyor. Ayrıca Almanca, Rusça, Çince, İngilizce bilgisinin yanı sıra, Latince, Yunanca, İtalyanca ve bütün Türkçe dillerini biliyor.



Mirşan, yaşamının 50 yılından fazlasını bu araştırmalara harcamış ve elde ettiği bilgiler sayesinde, bugün tartışmasını yaptığımız savları ortaya koymuştur.



Atatürkün, yaklaşık 100 yıl önce başlattığı Türkçe ve Türk Tarihi çalışmalarını devam ettiren Mirşan, çalışmaları ile Türk Tarihinin 10 bin yıllık varlığını kanıtlamış oluyor. Kendisinin tenkit ve tetkik edilmesini bağıra bağıra dile getirmesine karşın, savlarının incelenmeye değmez hükmüyle karşılanması, toplumumuzun ne derece yozlaştırıldığının açık bir kanıtı değil mi? Yazık ki, Atatürk diye inleyen bir ulus, şimdi onun bir zamanlar başlattığı çalışmaları dahi unutmuş görünüyor. Yakın bir gelecekte, bu kutsal varlığın isminin hepten silineceği endişesini taşıyorum.



Atatürkün şu sözünü hatırlayalım: Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır (1930).



Son olarak, yazımı yine Bertan Onaranın Cumhuriyet Gazetesinde, konuya ilişkin yazdığı yazısının son paragrafları ile bitirmek istiyorum:



Mirşan, Tarcan gibi sabırlı araştırmacılar aslında, Atatürkün ünlü Türk, öğün, çalış, güven öğüdüne sağlam bir temel kazandırmaya uğraşıyorlar; hem de somut belgelerle.



Irak Savaşı, gözümüzü yeterince açmaya yetecek mi, hep birlikte göreceğiz, yaşayacağız.

Kaynağından okumak isterseniz, Buyrun



Bu kesinlikle ilgi çekici bir keşif kaldı ki tüm tabuları gerçekten yıkacak birşey. Umarım gerekli kuruluşlar gereken ilgi ve alakayı göstermeye başlarlar. Bir bilgi daha;



Türk'ün anlamı: Tanrı dan sonra 2. kutsal bir cisim,varlıkmış. Yani arapların söylediği gibi güzel adam ya da başka yerlerde söylenildiği gibi güçlü-kuvetli adam değil.





Aynı zaman da Gök Türk diye bir kavim yokmuş yanlış anlamadıysam Ön Türk anlamındaymış yanlış çevrilmiş.

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


15.000 yıl önce Anadolu da Türkler

Serbest Kürsü ve Hayat Soruları 15.000 yıl önce Anadolu da Türkler Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Arkadaşlar daha geçen günler de Kanaltürkte Ceviz Kabuğı programında bir dil bilimci(yanlış hatırlamıyorsam) bir bilimadamını dinledim. Ona göre ki elinde de belgeli ve canlı kanıtlar mevcut bir ksımını gösterdi ve açıklamalar yaptı, Türkler 15 bin yıl önce Anadoluda yaşamışlar ve ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hayat Soruları telkin cd indir izle İstanbul Hayat Soruları nerededir kimdir Hayat Soruları çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hayat Soruları hipnoz Hayat Soruları olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hayat Soruları hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hayat Soruları kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:06 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.