İçindeki Devi Uyandır Kitabından AlıntılarHedef Ön Hazırlık ve Hedefler Makaleler İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Teşekkürler ellerine ,yüreğine sağlık Zerynthia... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hedefler Makaleler telkin cd indir izle İstanbul Hedefler Makaleler nerededir kimdir Hedefler Makaleler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hedefler Makaleler hipnoz Hedefler Makaleler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hedefler Makaleler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hedefler Makaleler kuantum düşünce kitap haberi | |
|
21-01-2011, 10:22 AM
|
#31 (permalink)
| Teğmen
Üyelik tarihi: Jun 2008 Bulunduğu yer: İzmir
Mesajlar: 81
Tesekkür: 188
81 Mesajinıza toplam 444 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Teşekkürler ellerine ,yüreğine sağlık Zerynthia Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. | Offline
| |
21-01-2011, 01:59 PM
|
#32 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Teşekkür ederim ecemre.
Sevgiler. | Offline
| |
21-01-2011, 03:34 PM
|
#33 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
"İlaçlar her zaman şart değildir, ama inanç her zaman şarttır."
NORMAN COUSINS
Norman Cousin'ı yedi yıl boyunca tanıma imtiyazına sahip oldum. Ayrıca vefatından bir ay önce banda kaydedilmiş; son görüşmeyi de benimle yapmıştı. O görüşmede, inançlarımızın fiziksel vücutlarımızı ne kadar güçlü biçimde etkilediği konusunda bir olay anlattı.
Los Angeles yakınlarındaki Monterey Park'da yer alan bir futbol maçında, birkaç kişi yiyecek zehirlenmesi belirtileri göstermiş. Onları muayene eden doktor, olayın makineden alınan bir meşrubattan kaynaklandığı kanısına varmış, çünkü hastaların çoğu kendisine gelmeden önce o meşrubattan almışlar. Hoparlörde duyuru yapılmış, kimsenin makineyi kullanmaması istenmiş, bazı kimselerin hastalandığı söylenerek belirtiler tarif edilmiş. Stadda bir anda pandomina kopmuş, insanlar öğürmeye düşüp bayılmaya başlamışlar. Makinenin yanına bile gitmemiş insanlar da hastalanıyormuş! Yerel hastanelerin cankurtaranları o gün çok para kazanmış, habire stada gidip gelmişler, sayısız futbol meraklılarını taşıyıp durmuşlar. Suçun makinede olmadığı anlaşılınca da, bütün herkes "mucize" kabilinden iyileşivermiş.
İnançlarımızın bir anda bizi hasta da iyi de edebileceğini anlamamız gerekmektedir. İnançların bağışıklık sistemimizi de etkilediği kayıtlara geçmiştir. En önemlisi de, inançlar bizi ya eyleme geçme kararına iterler ya da dürtülerimizi zayıflatır, öldürürler. Şu anda bile inançlarınız, şu okuduklarınıza nasıl tepki gösterdiğinizi, bu kitaptaki öğretiler konusunda ne yapacağınızı biçimlendiriyor. Bazen belli bir konuda sınırlamalar ya da güçlülükler yaratan inançlar geliştiririz. Örneğin şarkı söyleyip dans etme yeteneğimiz konusunda, bir arabayı onarma konusunda, yüksek matematik problemlerini çözebilme konusunda... Daha başka inançlar da öyle genel alanlara yayılmışlardır ki, hayatımızın hemen hemen her yönünü, olumlu ya da olumsuz olarak etkiler, kapsarlar. Bunlara ben global inançlar diyorum.
Global inançlar, hayatlarımızdaki her şey hakkında sahip olduğumuz dev inançlardır. Bunlar kendi kimliğimizle, türlü insanlarla, iş kavramıyla, zaman kavramıyla, para kavramıyla ve hayatın kendisiyle bile ilgili olabilirler. Bu dev genellemelerin sonu çoğu zaman, "...'yun', "...dır" gibi seslerle bitmektedir.
Tahmin edebileceğiniz gibi, bu büyüklükteki ve bu çaptaki inançlar, hayatlarımızın her yönünü içlerine alabilirler. Bu konudaki iyi haber, şu anda sahip olduğunuz bir sınırlayıcı inançta bir tek değişiklik yapmakla hayatınızın her yönünü bir anda değiştirebilmenizdir! Unutmayın: İnançlarımızı bir kere kabul ettiğimiz zaman, bunlar sinir sistemimize tartışılmaz emirler biçiminde iletilir, bugünkü ve gelecekteki olanaklarımızı genişletme ya da yok etme gücüne sahip olurlar.
Eğer hayatlarımızı kendimiz yönetmek istiyorsak, inançlarımızın bilinçli komutasını elimize almamız gerekir. Bunu yapabilmek için de, önce bu inançların ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu anlamamız gerekir. | Offline
| |
21-01-2011, 03:53 PM
|
#34 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
İNANÇ NEDİR?
Nedir aslında inanç? Hayatta genellikle bir şeylerden söz eder dururuz ama onların tam ne olduğunu pek bilmeyiz. Çoğu insanlar inançların kendisini bir şey sanırlar, oysa inançlar, bir şey konusunda emin olma durumudur. Eğer, "zeki olduğuma inanıyorum" derseniz, aslında bu, "zeki olduğumdan kendimi emin hissediyorum" demektir. Bu emin olma duygusu, zekice sonuçlar verecek kaynakları kullanabilmenize izin verir. Hepimizin içinde hemen hemen her şeyin cevabı vardır. Ya da en azından, başkaları kanalıyla elde edebileceğimiz cevaplara ulaşma olanağımız vardır. Ama genellikle inançsız oluşumuz, emin olmayışımız, içimizdeki bu kapasiteyi kullanamamamıza yol açar.
Bir inancı anlamanın kolay yollarından biri, onun temel yapı taşını, fikri düşünmektir. Yalnızca düşündüğünüz ama aslında pek inanmadığınız pek çok fikir vardır. Örneğin, kendinizin seksi bir insan olduğu fikrini alalım. Bir an durun ve kendi kendinize, "Ben seksi bir insanım" deyin. Bunun fikir mi, yoksa inanç mı oluşu, bunu söylerken ne derece emin olduğunuza bağlıdır. Eğer; "Eh, pek de seksi değilim" diyorsanız, aslında demek istediğiniz, "Seksi olduğumdan pek de o kadar emin değilim"den başka bir şey değildir.
Biz bir fikri bir inanca nasıl çeviririz? Bu süreci tarif etmek için size bir benzetme modeli sunayım. Fikri ayakları olmayan bir masanın yüzü gibi düşünürseniz, neden fikrin inanç kadar emin olma duygusu yaratmadığını kolaylıkla anlarsınız. Ayakları olmayan masa, kendi kendine duramaz bile. Beri yandan inanç dediğimiz şeyin ayakları vardır. Eğer seksi bir insan olduğunuza gerçekten inanıyorsanız, bunu nereden biliyorsunuz? Bu fikri destekleyecek birtakım referanslarınız var, öyle değil mi? Hayattaki bazı tecrübeler destekliyor onu. İşte bunlar, masanın üstünü sağlamlaştıracak ayaklardır ve inancınızdan emin olmanızı da bunlar sağlar.
Bu referans tecrübeleriniz nasıl şeyler olabilir? Belki insanlar size seksi olduğunuzu söylemiştir. Belki aynaya baktığınızda kendi görüntünüzü, seksi saydığınız insanlarla karşılaştırmış "Hey, ben de onlara benziyorum!" demişsinizdir. Ya da belki sokakta yabancılar size ilgi göstermekte, el sallamaktadır. Bütün bu tecrübelerin tek başına bir anlamı yoktur ama onları kendinizin seksi olduğu fikrinin altına sıraladığınız zaman, anlam kazanırlar. Bunu yaparken ayaklar; o fikri sizin için sağlamlaştırır, ona inanmaya başlamanıza yol açar. O zaman o fikir konusunda emin olursunuz, o da artık fikir değil, inanç olur.
Bu benzetmeyi bir kere anladığınızda, inançlarınızın nasıl oluştuğunu görebilmeye başlar, onları nasıl değiştirebileceğiniz konusunda da biraz fikir sahibi olma yoluna koyulursunuz. Ama daha önce, yeterince ayak bulursak, yani yeterince referans tecrübesi bulursak, hemen her konuda inançlar geliştirebileceğimizi bilmeniz çok önemlidir. Bir düşünün. Yeterince tecrübe yaşamış olduğunuz ya da zorluklardan geçen birilerini tanıdığınız için, insanların kötü olduğuna, fırsat bulurlarsa size kazık atacaklarına inanabilmenizi sağlayacak kadar referans yok mu elinizde? Belki buna inanmak istemiyorsunuzdur. Zaten bunun güçsüzleştirici bir inanç olduğunu da daha önce konuşmuştuk. Ama eğer isterseniz, bunu bir inanç haline getirip altına destekler dayayacak kadar tecrübeniz yok mu? Beri yandan, insanları sever, onlara iyi davranırsanız, onların da aslında iyi olduklarını, size yardım etmek isteyeceklerini gösteren tecrübeleriniz, referanslarınız da yok mu?
Esas mesele, bu inançların hangisinin doğru inanç olduğudur. Ama bunun cevabı belli: Hangisinin doğru olduğunun önemi yoktur. Önemli olan, hangisinin daha güçlendirici inanç olduğudur. İnancımızı destekleyecek, onu daha da güçlü hale getirecek kişileri hepimiz bulabiliriz. İnsan denilen yaratığın akıl yürütme süreci böyle çalışır. Kilit soru yine, o inanç günlük hayatta bizi güçlendiriyor mu, yoksa zayıflatıyor mu, noktasında düğümlenir. O halde hayatımızda mümkün olan referans kaynakları nelerdir? Tabii ki kendi tecrübelerimizden bir şeyler alabiliriz. Bazen başkalarından edindiğimiz enformasyondan, kitaplardan, bantlardan, filmlerden de alırız. Bazen de referanslarımızı yalnızca hayal gücümüze dayandırarak oluştururuz. Bu referansların herhangi biri hakkında hissettiğimiz duygusal yoğunluk, o ayağın gücünü ve kalınlığını etkileyecektir. En sağlam ve en kalın ayaklar, çok duygu içeren kişisel tecrübelerdir, çünkü bunlar acılı ya da zevkli tecrübeler olmuştur. Bir başka faktör de, elimizdeki referansların sayısıdır. Elbette ki bir fikri destekleyecek ne kadar çok referans varsa, o konudaki inancınız da o kadar güçlü olacaktır.
Referanslarınızı kullanmak istemeniz için, doğru olmaları gerekli midir? Hayır, gerçek ya da hayalî olabilirler, doğru ya da yanlış olabilirler. Çok doğru saydığımız kendi tecrübelerimizi bile, yine de bizim kişisel bakış açımız çarpıtmış olabilir. İnsanlar bu tür çarpıtmalara ve uydurmalara yönelebildikleri için, inançlarımızı oluşturmakta kullanabileceğimiz referans ayakları hemen hemen sınırsızdır. Bunun kötü yanı, referanslarımız nereden gelirse gelsin, onları gerçekmiş gibi kabul etmemiz ve bir daha sorgulamamamızdır! Benimsediğimiz inançlara göre, bunun çok olumsuz etkileri olabilir. Aynı şekilde, bizi rüyalarımızın yönünde ilerletecek hayalî referansları görebilme gücümüz de vardır. İnsanlar bir şeyi yeterince canlı biçimde hayal ettiklerinde, gerçek tecrübeden algılamış kadar başarılı olabilmektedirler. Bunun nedeni, beynimizin gerçekten olmuş bir şeyle, bizim canlı biçimde hayalimizde yarattığımız bir şey arasındaki farkı ayırt edememesidir. Yeterli duygusal yoğunluk ve tekrarlarla, sinir sistemimiz bir şeyi gerçek olarak algılar - o şey henüz olmamışsa bile-.
Büyük başarılara ulaşanların hangisiyle görüşsem, kendilerini başaracaklarından emin duruma getirme yeteneğine sahip olduklarını bulguladım. Başarmak istedikleri şeyi kendilerinden önce hiç kimse başaramamış olsa bile. Hiç referans yokken referanslar yaratabilmiş, imkânsız gibi gözüken şeyi başarmışlardır.
Bilgisayar kullanan herkes herhalde "Microsoft" adını tanır. Birçok kimsenin bilmediği şey ise, o şirketin iki kurucusundan biri olan Bill Gates'in, şansı yaver gitmiş bir dahî olmadığı, yalnızca inancını destekleyecek referansları olmaksızın adım atma cesaretini gösteren biri olduğudur. Albuquerque şirketinin "kişisel bilgisayar" diye bir şey geliştirmekte olduğunu, BASIC yazılıma ihtiyaç duyduğunu işittiğinde, hemen onları aramış, istediklerini verebileceğini söylemiştir, oysa o anda elinde öyle bir şey hazır değildir. Bir kere taahhüde girince de bir yolunu bulmak zorunda kalmıştır. Onun asıl dehası, bir emin olma duygusu yaratabilmektir. Onun kadar zeki başkaları da vardır ama o bu emin olma duygusunu kullanarak kendi kaynaklarına uzanabilmiş, birkaç hafta içinde de ortağıyla ikisi, "personal computer"i gerçekleştirebilecek yeni bir dili yazmayı başarmışlardır. Kendini ortaya atıp bir yolunu bulmakla Bill Gates o gün, insanların işlerini yapış biçimini farklılaştıran bir değişiklik yaratmış, otuz yaşındayken milyarder olabilmiştir. Emin olmak, insana güç getirir!
"Dört dakikalık mil"in hikâyesini biliyor musunuz? Binlerce yıldan beri insanlar, bir milin dört dakikadan kısa zamanda koşulamayacağına inanmışlardır. Ama 1954 yılında Roger Bannister bu önemli inancı da yıkmıştır. İmkânsız olanı kendine yaptırmayı başarmış, bunu yalnız fiziksel egzersizle değil, olayı sürekli olarak aklında prova etmekle, dört dakika engelini hayalinde defalarca, büyük duygu yoğunluklarıyla aşmakla, kafasında çok canlı referanslar yaratıp kendi sinir sistemine sonuç alacak emirleri verdirmeyi sağlamakla başarmıştır. Ama birçok insan, onun bu başarısının asıl başkalarına olan etkisini anlayamamışlardır. Başlangıçta, dört dakika duvarını hiç kimsenin aşamayacağı sanılmıştır. Ama Roger'in o rekoru kırmasının üzerinden bir yıl geçmeden, 37 koşucu daha aynı işi başarmıştır. Onun örneği, diğerlerine öyle güçlü referanslar sunmuştur, öyle bir emin olma duygusu getirmiştir ki, artık "imkânsız"ı onlar da başarabilmişlerdir. Daha sonra 300 koşucu daha aynı şeyi yapmıştır! | Offline
| |
21-01-2011, 04:10 PM
|
#35 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
"Benim için gerçek inanç, gücümü en iyi kullandıran, değerlerimi en iyi eyleme geçiren inançtır."
ANDRE GİDE
İnsanlar kendilerinin kim olduğu ve neler yapabilecekleri konusunda sınırlayıcı inançları pek sık geliştirirler. Geçmişte başarılı olmadıkları için, gelecekte de başarılı olamayacaklarına inanırlar. Sonuç olarak, duyacakları acının korkusuyla, sürekli olarak "gerçekçi" davranmaya odaklanırlar. İkide bir "gerçekçi olalım" diyen insanların çoğu, aslında korku içinde yaşamaktadırlar, yeniden hayal kırıklığına uğramaktan çok korkmaktadırlar. O korkudan ötürü, kendilerini kararsızlığa iten inançlar geliştirirler, tüm güçlerini kullanmaz, tüm ellerinden geleni yapmazlar, sonunda da sınırlı sonuçlar alırlar.
Büyük liderlerin "gerçekçi" olduğuna pek seyrek rastlanır. Zekidirler, söyledikleri hep doğru çıkar ama başka insanların standartlarına göre hiç de gerçekçi sayılmazlar. Ne var ki, bir insan için gerçekçi olan şey, bir başka insan için gerçekçi olan şeyden çok farklıdır, çünkü bu insanların referansları değişiktir.
Gaadhi, İngiltere'ye şiddetsiz karşı çıkmakla Hindistan'ın özerkliğini sağlayabileceğine inanıyordu. Bu daha önce hiç yapılmamış bir şeydi. Buna inanırken, gerçekçi davranıyor değildi ama sonunda doğru çıktığı da kesindir. Yine buna benzeyen bir olayı alalım. Birinin çıkıp, insanlara mutluluk vermek için bir portakal bahçesinin ortasına lunapark kurması, gelenlerden yalnız oyuncaklara binmek için değil, içeriye girmek için bile bilet parası alması da gerçekçi değildir! O sıralar dünyada böyle bir park yoktu. Ama Walt Disney öyle emindi ki dünyada yaşamış kimseler arasında bu derece emin olanı az bulunurdu. Onun bu iyimserliği, olayları da değiştirdi.
Hayatta bir hatâ yapacaksanız, bari kapasitenizi fazla yüksek sandığınız için yapın (yeter ki hayatınızı çıkmaza sokacak bir şey olmasın). Bu arada söyleyeyim, bunu yapmak da kolay değildir, çünkü insan kapasitesi çoğumuzun hayal edemeyeceği kadar büyüktür. Pek çok araştırmalar, karamsar kişilerle aşırı iyimser kişilerin farklarına eğilmiştir. Yeni bir beceriyi öğrenmeye kalkıştıktan sonra, karamsarlar her zaman için o işi yapabilme düzeylerini çok daha sağlıklı değerlendirmişler, iyimserler ise kendilerini gerçekte olduğundan daha etkin sanmışlardır. Ama gelecekteki başarılarının sırrı da bu gerçekçilikten uzak tahminleri olmuştur, iyimserler sonunda o işin ustası olurken, karamsarlar başarısızlığa uğramaktadır. Neden mi? Çünkü iyimserler ellerinde bu konudaki başarıya ait bir referans bulunmamasına, hattâ belki başarısızlığa ait referanslar bulunmasına rağmen, bunları görmezden gelebilmekte, üzerinde "beceremedim" ya da "yapamayacağım" yazılı masa üstlerini hiç monte etmeden bırakabilmektedirler. Buna karşılık, bu iyimserler, bazı iman referansları geliştirmekte, hayallerini zorlayarak gelecek sefer işi farklı yapıp başarılı olduklarını canlandırabilmektedirler. İşte bu benzersiz yetenek, bu benzersiz odaklanma, gerekli farklılıkları ve üstünlükleri edinip en yukarılara yükselecek kadar sebat etmelerini mümkün kılmaktadır. Birçok kişinin başarıya ulaşamaması, geçmişteki başarı referanslarının az sayıda olmasındandır. Ama iyimser insan, "Geçmiş, geleceğin tıpkısı değildir" biçiminde inançlarla iş görmektedir. Bütün büyük liderler, hayatın herhangi bir alanında başarı göstermiş bütün insanlar, kafalarındaki vizyonu sürekli olarak izlemenin değerini bilirler. Hem de henüz o işin nasıl başarılacağı konusunda en küçük bir ayrıntı bile ortada yokken. Eğer güçlü inançların getirdiği o sarsılmaz emin olma duygusunu geliştirebilirseniz, o zaman kendinize hemen her şeyi yaptırabilir, hattâ başka insanların imkânsız dediği şeyleri bile gerçekleştirebilirsiniz. | Offline
| |
21-01-2011, 04:29 PM
|
#36 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
"Her gerçeğin etkin ve inkâr edilmez bir varlığa kavuştuğu yer, ancak insanın hayalidir. Sanatın da hayatın da esas ustası, icat değil, hayaldir."
JOSEPHCONRAD
Bir insanın hayatında, üstesinden gelinmesi şart olan en büyük zorluklardan biri de, "başarısızlıkları" nasıl yorumlayacağını bilmektir. Yenilgileri nasıl ele aldığımız ve neleri saptadığımız, kaderimizi biçimlendirecek sebeptir. Unutmamamız gerekir ki, hayatımızın biçimlenmesine her şeyden çok etki yapacak olan, karşımıza çıkan muhalefetle ve zorluklarla başa çıkma biçimimizdir. Bazen acıyla ve başarısızlıkla ilgili öyle çok referansımız vardır ki, bunları toplayarak, yapacağımız hiçbir şeyin durumu daha iyiye götüremeyeceği inancını geliştiririz.
Bazı kimseler her şeyin amaçsız olduğunu, insanoğlunun çaresiz ve değersiz bir yaratık olduğunu, neyi denerlerse denesinler, nasılsa başarısız olacaklarını hissetmeye başlarlar. Eğer hayatımızda başarılara ulaşmak istiyorsak, bu tür inançlara asla yüz vermememiz gerekir. Bu inançlar bizim kişisel gücümüzü elimizden alır, eyleme geçme yeteneğimizi yok eder. Psikolojide bu tür yıkıcı zihinsel durumun bir adı bile vardır: Öğrenilmiş çaresizlik.
İnsanlar bir alanda yeterince başarısızlık biriktirdikleri zaman (ki bazıları için ne kadar azının yeterli olduğuna şaşarsınız), çabalarını yararsız görmeye başlarlar, öğrenilmiş çaresizliğin getirdiği kalkıcı bir cesaret kaybına sürüklenirler.
Kendi değerini çok küçük görmeye başlayan Bob, sonunda caddelerde kasis görevi yapmak üzere işe girdi.
Pennsylvania Üniversitesinden Dr. Martin Seligman, insanlarda öğrenilmiş çaresizliği nelerin yarattığı konusunda kapsamlı araştırmalar yapmıştır. Öğrenilmiş İyimserlik adlı kitabında, bizi hayatımızı mahvedecek karamsarlıklara ve çaresizliklere sürükleyecek üç belirli inanç motifinden söz etmektedir. Kendisi bu üç kategoriyi, kalıcılık, kapsamlılık ve kişisel diye isimlendirmiş bulunmaktadır.
Ülkemizin en başarılı insanlarından pek çoğu, çok büyük sorunlarla ve engellerle karşılaştıkları halde başarıya ulaşmışlardır. Bu sebat eden insanlarla vazgeçenler arasındaki fark, esas olarak, bu sorunları kalıcı olarak görüp görmemeleriyle ilgilidir. Başarılı insanlar sorunları ya pek seyrek olarak kalıcı görürler ya da hiçbir zaman kalıcı görmezler. Ne yaparsanız yapın bir durumu değiştiremeyeceğinize inanırsanız, bunu da şimdiye kadar değiştirememiş olmanıza dayandırırsanız, bünyenize zehir akıtmaya başlarsınız.
Sekiz yıl önce ben kayacağım kadar aşağıya kaymış, hiçbir şeyin durumu tersine çeviremeyeceğine inanmış durumdayken, sorunlarımın kalıcı olduğuna inanıyordum. Duygusal ölüm diyebileceğim duruma hiç bu kadar yakın olmamıştım. Bu inanca öyle çok acı bağladım ki, sonunda inancı yok etmeyi başardım. Bir daha da öyle bir inanca yönelmedim. Siz de öyle yapmalısınız.
Eğer kendinizin ya da sevdiğiniz birinin, bir sorun hakkında kalıcı dediğini duyarsanız o kişiyi hemen sarsıp kendine getirmenin zamanıdır. Hayatınızda ne olursa olsun "Bu da geçer" sözüne inanmanız, sebat edince bir yolunun bulunabileceğine inanmanız şarttır. Kazananlarla kaybedenler, yani iyimserlerle karamsarlar arasındaki ikinci fark da sorunlarının kapsamlılığıyla ilgili görüşleridir.
İyimser biri hiçbir zaman sorunu kapsamlı görmez, yani bir tek sorunun tüm hayatını kontrol ettiğine inanmaz. Daha çok; "Eh, bu benim yemek yeme biçimimle ilgili küçük bir sorun" der. Yoksa asla; "Sorun benim kendimde. Çok yediğim için hayatım mahvoluyor" demez. Buna karşılık karamsar olanlar, öğrenilmiş çaresizliği seçenler, bir tek alanda isi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar diye, kendilerini berbat biri, başarısız biri olarak görürler! Mâlî zorluklarla dolu bir dönem yaşıyorlar diye, bütün hayatlarının mahvolduğuna inanırlar, artık çocuklarına da bakamayacaklardır, eşleri de onları terk edecektir, falan filan. Çok geçmeden her şeyi genelleştirip kontrolden çıkarır, büsbütün çaresizlik hissederler. Lütfen şimdi de hem kalıcılık hem de kapsamlılık faktörlerinin birarada işlediğini düşünün! Kalıcılığın da kapsamcılığın da çaresi, hayatınızda kontrolünü ele alacak bir şey bulmak, o yönde eyleme geçmeye başlamaktır. Bunu yaparken, diğer sınırlayıcı inançların bazıları da kaybolmaya başlar.
Son inanç kategorisi de Seligman'ın kişisel dediği türdür. Burada sorunu kişisel olarak görmekten söz ediyorum. Eğer bir başarısızlığı, yaklaşımımızı değiştirmek için bir dürtü olarak görmüyor da, kendimizle ilgili bir problem olarak görüyorsak, onu kendi kişisel kusurumuz sayıyorsak, bu baskının altında çabucak eziliriz. İnsan tüm hayatını nasıl değiştirebilir ki? deriz. Bu iş, belli bir alandaki eylemlerinizi değiştirmekten çok daha zor değil mi? Sorunları kişisel kusur saymaktan uzak durun. Durmadan dövünmekle ne kadar ilham bulabilirsiniz ki? Bu sınırlayıcı inançları sürdürmek, vücudunuza habire ufacık dozlarda arsenik sokmak gibidir. Zaman içinde bu birikim öldürücü doza ulaşır. Gerçi hemen ölmeyiz, ama o doza ulaştığımız anda, duygusal olarak ölmeye başlarız. Demek ki bunlardan ne pahasına olursa olsun uzak durmamız gerekmektedir. Unutmayın ki bir şeye inandığınız sürece, beyniniz otomatik pilotta çalışır, çevreden gelen girdileri süzer, o inancı destekleyecek referansları arar. | Offline
| |
21-01-2011, 05:09 PM
|
#37 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
"Kişi zengin olsun, yoksul olsun, hastalığı iyileştiren de mutsuzluğu mutlu kılan da zihindir."
EDMUND SPENSER
BİR İNANÇ NASIL DEĞİŞTİRİLİR?
Bütün kişisel hamleler, inançlarda bir değişiklikle başlar. O halde nasıl değişeceğiz? Bunun en etkili yolu, beyninizi harekete geçirip eski inanca çok büyük acılar bağlamaktır. Bu inancın geçmişte size acı verdiğini tâ yüreğinizde hissetmeniz, ayrıca şimdi de size acı getirdiğine, gelecekte getireceklerinin de ancak acı olabileceğine derinden derine inanmanız gerekir.
Ondan sonra da yeni, güçlendirici bir inanç benimseme fikrine çok büyük zevkler bağlamanız gerekir. İşte hayatımızda değişiklik yaratmanın bu temel modelini tekrar tekrar gözden geçireceğiz. Unutmayın, ne yaparsak, ya acıdan kaçmak ya da zevke kavuşmak için yaparız. Eğer bir şeye yeterince acı bağlarsak, mutlaka değişiriz. Bir konuda bir inanca sahip olmamızın tek nedeni, ona inanmamaya büyük acılar bağlamış oluşumuz ya da o inancı ayakta tutmaya büyük zevkler bağlamış oluşumuzdur.
İkincisi, zihninizde kuşkular yaratın. Kendinize karşı gerçekten dürüstseniz, yıllar önce canla başla savunduğunuz bazı inançların bugün sizi utandırdığını belki kabullenebilirsiniz.
Ne olmuştur o geçen zamanda? Bazı şeyler sizin kuşku duymanıza yol açmıştır. Belki yeni bir tecrübe, belki eski inancınızın tersi bir örnek. Belki birkaç Rusla karşılaşmış, onların da sizin gibi insanlar olduğunu, "hain imparatorluk" gibi bir kavramın parçası olmadıklarını görmüşsünüzdür. Bence bugün çoğu Amerikalılar, Sovyet vatandaşlarına yüreklerinde büyük merhametle bakıyorlar, çünkü onları, ailelerine bakma savaşı veren insanlar olarak görüyorlar. Bizim bakış açımızı değiştiren şeylerden biri de, değiş tokuş programları sayesinde Rusları görmüş, ne kadar ortak yönümüz olduğunu keşfetmiş oluşumuzdur. Edindiğimiz yeni tecrübeler, kendimize sorular sormamızı sağlamış, emin olma durumumuzu bozmuş, referans ayaklarımızı sallamaya başlamıştır.
Ama yeni tecrübe tek başına bir inanç değişikliğini garantiye alamaz. İnsanlar inançlarının taban tabana zıttı bir tecrübe yaşayıp, onu bile aynı inancı destekleyecek biçimde yorumlamayı becerirler. Saddam Hüseyin bunu Körfez Savaşı sırasında hepimize göstermiş, çevresindeki onca yıkıma rağmen savaşı kazanıyor olduğunu söyleyip durmuştur. Kişisel düzeyde bakarsak, benim seminerlerimden birine katılan bir kadın bir dizi benzersiz zihinsel ve duygusal durumlara girmeye başlamış, benim Nazi olduğumu, salondaki insanları, havalandırmadan gelen görünmez gazlarla zehirlemeye çalıştığımı söylemişti. Konuşmamın temposunu yavaşlatarak onu sakinleştirmeye çalıştım. Bu benim standart sakinleştirme yaklaşımımdı. Kadın hemen "Bakın işte, konuşmanızı etkilemeye başladı, diliniz dolaşıyor!" dedi. O salonda ne olursa olsun, her şeyi kesinlikle, hepimizin zehirlenmekte olduğu inancını destekleyecek biçimde kullandı. Sonunda onun motifini yıkmayı başardım. Bu nasıl mı yapılır? Onu da bir sonraki bölümde konuşacağız.
Yeni tecrübelerin değişiklik yaratması, ancak inançlarımızı sorgulamamıza yol açarlarsa mümkündür.
Unutmayın ki ne zaman bir şeye inansak, artık o inandığımız şeyi bir daha sorgulamayız. İnançlarımızı dürüstçe sorgulamaya başladığımız anda, artık o konuda o kadar emin olamayız. Bilişsel masaların referans ayaklarını sallamaya başlamışız demektir. Bunun sonucunda da, kesin emin olma durumundan çıkarız. Siz bir şeyi yapabilme yeteneğinizden hiç kuşku duydunuz mu? Nasıl oldu bu? Herhalde kendinize birtakım zayıf sorular sormuşsunuzdur: "Neden beceremedim?", "Neden olmuyor?", "Ya benden hoşlanmazlarsa?"... Ama sorular, eğer körü körüne kabul ettiğimiz bir inancın geçerliliğini sorgulamaya yönelikse, son derece güçlendirici de olabilirler. Aslında inançlarımızın çoğu, başkalarından duyup o sıra sorgulamadığımız enformasyona dayalı şeylerdir. Onları bir incelersek, yıllardır bilinçaltımızda inandığımız bir şeyin bir dizi yanlış varsayıma dayalı olduğunu görebiliriz.
Eğer daktilo ya da bilgisayar kullanıyorsanız, şu örnekten hoşlanacağınızdan eminim. Sizce harflerin, rakamların ve işaretlerin, satılan tüm makinelerin %99'unda belli bir biçimde dizilişi, neden dünyanın her yerinde kabul görüyor? (Bu arada söyleyeyim, ben QWERTY klavyeden söz ediyorum. Eğer hiç klavye kullanıyorsanız, bu harflerin en üst sırada, soldan sağa doğru böyle dizildiğini görürsünüz.) Besbelli bu sıralama, yazarken en büyük hıza ulaşabilmek için böyle yapılmıştır, değil mi? Çoğu insan da bu konuda hiç soru sormaz. Çünkü QWERTY 120 yıldan beri var olan bir şeydir. Ama aslında QWERTY, düşünebileceğiniz en verimsiz sıralamadır! Başka pek çok diziliş, bu arada da Dvorak Basitleştirilmiş Klavye, hem hatâları azaltmakta hem de hızı artırmakta kendini defalarca kanıtlamıştır. İşin aslı nedir, biliyor musunuz? Başlangıçta QWERTY, insanların yazma hızını yavaşlatsın diye böyle tasarımlanmıştır, çünkü makineler henüz çok yavaş çalıştığı için, aşırı hız bazı takılmalara ve tıkanmalara yol açar diye korkulmuştur. Peki, biz 120 yıldan beri QWERTY klavyeye neden takılıp kaldık? 1882 yılında, herkes daha harfi arayarak tek parmakla daktilo yazdığı günlerde, sekiz parmakla hızlı yazma yolunu keşfeden bir kadın, bir başka daktilo öğretmeniyle yarışmaya davet edilmiş. Kâşif kadın kendisini temsil etmek üzere profesyonel bir erkek daktilo tutmuş. Bu adam QWERTY klavyeyi ezbere biliyormuş. Bu ezberin ve sekiz parmak yönteminin yardımıyla, farklı bir klavye kullanan rakibini yenmeyi başarmış. O günden sonra QWERTY artık "hız" sözüyle eş anlama gelmeye başlamış, hiç kimse de bu referansı sorgulamadığı için, geçerli olup olmadığı ortaya çıkarılamamış. Acaba günlük hayatınızda, kendinizin kim olduğunuz, neyi yapabilip neyi yapamayacağınız, insanların nasıl davranması gerektiği, çocuklarınızın ne gibi yetenekleri olduğuyla ilgili inançlarınızdan kaç tanesini hiç sorgulanmıyorsunuz? Bunlar güç kesen inançlar olabilirler, bunları kabul etmek hayatınızı sınırlıyor olabilir ve siz hiç farkında bile olmayabilirsiniz!
Herhangi bir şeyle ilgili yeterince sorgulama yaparsanız, sonunda o şeyden kuşkulanmaya başlarsınız. Bunlara hiç kuşkusuz, kesinlikle inandığınız şeyler de dahildir.
Yıllar önce, ABD ordusuyla çalışmak gibi benzersiz bir tecrübe yaşadım. Bazı belirli ihtisas dallarındaki eğitimi kısaltabilme amacına dönük olarak onlarla bir anlaşma imzalamıştım. Çalışmalarım öyle başarılı oldu ki, "çok gizli" soruşturmasından geçtim, CIA'in en üst yöneticilerinden birini modelleme olanağı buldum. Bu kişi teşkilâtın en dibinden başlamış, kendi çalışmalarıyla bu mevkiye yükselmişti. İnanın bana, onun ve onun gibilerin, insanlarda inançları sarsmak ve değiştirmek konusunda öğrendikleri, akıl durdurucu düzeyde. Öyle bir ortam yaratıyorlar ki, insan her zaman inanageldiği şeyden kuşku duymaya başlıyor. Sonra ona yeni fikirler ve tecrübeler sunup, yeni inançları desteklemesini sağlıyorlar. Bir insanın inançlarını ne kadar hızlı değiştirebildiklerini seyretmek insana korku veriyor, bir yandan da içinde hayranlık uyandırıyor. Ben de bu teknikleri, kendi güçsüzleştirici inançlarımdan kurtulup yerine güçlendirici inançlar yerleştirebilmek için kullanmayı öğrendim.
İnançlarımız farklı düzeylerde duygusal yoğunluk ve farklı düzeylerde emin olma durumu getirirler. Her birinin ne kadar yoğun olduğunu bilmek önemlidir. Ben inançları üç sınıfa ayırıyorum: Görüşler, inançlar ve iman. Görüş, oldukça emin olduğumuz bir şeydir ama geçici olarak eminizdir, çünkü bu durum kolay değişebilir. Bilişsel masa üstümüz, kontrolü yapılmamış, sallantılı referanslar tarafından desteklenmektedir. Bunlar belki izlenimlere bile dayalı olabilir. Örneğin, çoğu insan başlangıçta George Bush'un mızmızın biri olduğuna inanırdı, nedeni de yalnızca sesinin tonuydu. Ama Saddam Hüseyin Kuveyt'i işgal ettiğinde, dünya liderlerinin desteğini nasıl sağlam biçimde kazandığını görünce, kamuoyunun görüşü büyük ölçüde değişti. Bush o zaman, yakın tarihin her başkanından daha yüksek bir popülerlik mevkiine yerleşti. Siz bu paragrafı okuyuncaya kadar, bu kültürel görüş belki yine değişmiş olacaktır. Görüşler böyledir işte. Kolayca değişirler. Genellikle de kişilerin o an için kullandığı bir avuç referansa dayanarak değişirler. İnanç ise, çok daha geniş alana yayılmış referans ayakları topladığımız zaman oluşur, özellikle de o referans ayakları, güçlü duygular beslediğimiz konularla ilgiliyse ortaya çıkar. Bu referanslar bize o konuda tam bir emin olma duygusu verirler.
Daha önce de söylediğim gibi, bu referanslar çok çeşitli biçimlerde gelebilir: Kişisel tecrübelerimiz de, başka kaynaklardan aldığımız enformasyon da canlı biçimde hayal ettiğimiz şeyler de referans olabilir. İnançları olan insanların emin olma duygusu öyle güçlüdür ki, yeni girdilere kapalı durumlara geldiklerine çok sık rastlanır. Ama onlarla iletişimde bir uyum sağlamışsanız, bu kapanmayı açabilmeniz, referanslarını sorgulamalarını sağlamanız, bunun sayesinde de yeni girdilere kapı açmalarını gerçekleştirmeniz mümkündür. Böylece eski referanslara karşı kuşku başlar, yeni inanca yer açılır. Ama iman, inancı da aşar, bunun da nedeni, kişinin o fikre bağladığı yoğun duygu yüküdür. Bir konuya iman getirmiş olan kişi, yalnız emin olmakla kalmaz, imanı sorgulandığında kızıp öfkeye kapılır.
İman getirmiş kişi, sorgulama işine tümüyle dirençlidir. Bir an için bile sorgulatmaz. Yeni girdiye de son derece dirençlidir. Bunu hemen hemen bir tutku düzeyine getirmiştir. Örneğin yobazlar, yüzyıllar boyunca kendi kafalarındaki Tanrı fikrinin doğru olduğuna iman getirmiş, bunu sürdürebilmek için öldürmeyi bile göze almışlardır. Böyleleri nice kere kutsal görünümlere bürünerek, gerçek inananların imanını da sorgulamaya kalkmıştır. Guyana'da yaşayan bir grup insanın, peygamber bozuntusu Jim Jones'un yönlendirmesiyle kendi çocuklarına siyanitli Kool-Aid içirerek onları öldürmesine de yol açan budur.
Elbette ki tutkulu iman yalnız fanatiklerin tekelinde de değildir. Bir fikre, ilkeye ya da amaca yeterince yüksek düzeyde adanan herkes için söz konusu olabilir. Örneğin yeraltı nükleer deneylerine çok karşı olan birininki inançtır. Ama eyleme geçen, hattâ başkalarının hoşlanmadığı, onaylamadığı tür eyleme geçen biri, örneğin nükleer tesisin önünde protesto yürüyüşüne katılan biri, iman getirmiştir. Eğitim sistemimizi beğenmeyen birininki inançtır ama bu konuda bir fark yaratmak için okuma-yazma kampanyasına gönüllü katılan birininki, imandır.
Kendine ait bir buz hokeyi takımı olmasını isteyen kişininki, görüştür, ama böyle bir takımı satın alabilmek için her türlü yola başvurmaya kalkarsa, imandır. Farkı nedir diye mi soruyorsunuz? Fark elbette ki insanın bu uğurda göze almaya hazır olduğu eylemlerde. Aslında imanı olan kişiler kendi inançları konusunda öyle ihtiraslıdır ki, bu uğurda reddedilmeyi de, kendilerini gülünç duruma düşürmeyi de göze alabilirler.
Herhalde inançla imanı birbirinden ayıran en büyük faktör, imanın tetiğini genellikle çok önemli duygusal olayların çekmesi ve bu olaylar sırasında beyinde bağlantılar kurulmasıdır. Kişi kendine, "Buna inanmazsam, büyük acılar çekeceğim," der. "Eğer bu inancı değiştirirsem gerçek kimliğimi feda etmiş olurum. Yıllardır hayatım neleri temsil etmişse, hepsini feda etmiş olurum." Bu durumda o imana bağlı kalmak, kişinin varlığını sürdürmesi için şart olmaktadır. Bu çok tehlikeli olabilir, çünkü inançlarımızın doğru olmama ihtimalini düşünmek bile istemeyecek hale geldiğimizde, kendimizi bir katı kalıba mahkûm edebiliriz, o da uzun vadede bizi başarısızlığa mahkûm edebilir. Bazen belli bir konuda inanç sahibi olmak, iman sahibi olmaktan daha uygundur.
Bir de iyi yanına bakarsak, iman bizim içimizde uyandırdığı ilham sayesinde bizi çok güçlü kılabilir, çünkü bizi eyleme geçmeye mecbur eder. Yale Üniversitesi, psikoloji ve siyasal bilimler profesörü Robert P. Abelson'a göre, "İnançlar sahip olduğumuz bir mal gibidir. İman ise daha değerli mallarımızdır, kişi onlara sahip olmak için ihtirasla çalışır, daha büyük çaplı ya da bireysel çabalarla o amacı, projeyi, dileği ve arzuyu gerçekleştirme peşine düşer."
Genellikle hayatınızın herhangi bir alanında beceri yaratmak için yapabileceğiniz en iyi şey, bir inancı iman düzeyine çıkarmaktır. Unutmayın ki imanda sizi eyleme itecek güç vardır, her türlü engeli aşmaya hazır kılar sizi. Bunu inançlar da yapabilir ama hayatınızın bazı alanları belki imanın o aşırı duygusal yoğunluğuna ihtiyaç gösterebilir.
Örneğin, hiçbir zaman şişman bir insan olmama konusunu iman haline getirmişseniz, sürekli olarak sağlıklı yaşam biçimlerini seçersiniz, hayattan daha çok zevk almanızı sağlayan, belki sizi kalp krizinden de koruyacak olan yollara yönelirsiniz. Zeki bir insan olduğunuza iman getirmişseniz, hayatınızın en zor zamanlarında olayları tersine çevirebilmenizi sağlayacak yolları bulabilirsiniz. | Offline
| |
21-01-2011, 05:11 PM
|
#38 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
O halde bir iman yaratmanın yolu nedir?
1) Önce bir temel inançla başlayın.
2) Yeni ve güçlü referanslar ekleyerek inancınızı güçlendirin.
Diyelim ki bir daha et yememeye karar verdiniz. Bu kararınızı güçlendirmek için, vejateryen hayat biçimini seçmiş kimselerle konuşun. Onların bu tür yemeyi seçmesine neler sebep olmuştur?, Bu yeme biçiminin sağlıklarına ve hayatlarının diğer alanlarına etkileri ne olmuştur? Buna ek olarak, hayvansal proteinin yarattığı psikolojik etkileri de incelemeye, öğrenmeye başlayın. Ne kadar çok referans geliştirirseniz, referanslarınız ne kadar duygu yüklü olursa, imanınız da o kadar güçlü olacaktır.
3) Bundan sonra, tetiği çekecek bir olay bulun ya da kendiniz yaratın.
Kendinizi bağlayabilmek için, "Yapmazsam bana maliyeti ne olur?" diye sorun. Sizin için duygusal yoğunluk yaratacak sorular sorun. Örneğin eğer geliştirmek istediğiniz iman, hiçbir zaman uyuşturuculara el sürmemekle ilgiliyse, uyuşturucu bağımlılığının acı sonuçlarını kendiniz için gerçek hale getirmek amacıyla filmler seyredin, daha da iyisi, uyuşturucu bağımlılarının barındığı bir yere gidip bakın. Sigarayı bırakmaya ahdetmişseniz, hastanenin yoğun bakım bölümüne gidin, oksijen çadırında yatan emfisma hastalarını görün ya da sigara içen birinin kararmış ciğerlerinin röntgenlerine bakın. Bu tür tecrübelerde, size adımı attıracak, olayı gerçek bir iman haline dönüştürecek güç vardır. İman sınıfına giren inançların bir zorluğu, çoğu zaman, başka insanların sizin inançlarınıza gösterdiği hevese dayalı durumda bulunmasıdır. Yani insanlar çoğunlukla bir şeye, başka herkes de inandığı için inanırlar. Buna psikolojide sosyal kanıt denmektedir. Ama sosyal kanıt da her zaman doğru değildir. İnsanlar ne yapacaklarından pek emin olamadıkları zaman, başkalarına bakıp rehberlik ararlar. Dr. Robert Cal Dini'nin Etki adlı kitabında, klasik bir deney anlatılmaktadır.
Birisi, "Tecavüz!" diye çığlık atarken, rol almış iki kişi bu çağrıya hiç aldırmadan oradan geçmektedir. Üzerinde deney yapılan kişi ise, esasen çağrıya cevap vermesi gerekip gerekmediğini bilememekte ama iki kişinin aldırmadan geçtiğini görünce, imdat çağrılarının önemsiz olduğunu düşünüp o da aldırmamaktadır.
Sosyal kanıt'ı kullanmak, hayatınızı büyük ölçüde sınırlayacak bir şeydir. O zaman hayatınız biraz daha "herkese ait" duruma gelir. İnsanların kullandığı en güçlü sosyal kanıtlardan biri, enformasyonu "uzmanlardan" almaktır. Ama uzmanlar her zaman haklı mıdır? Tıp alanını bir düşünün. Son zamanlara kadar doktorlar, sülüklerin tedavi edici özelliklerine kesinlikle inanırlardı! Bizim kuşağımızda bile, doktorlar hamile kadınlara sabah bulantılarını önleyecek ilaçlar verirlerdi. Sonra Bendectin adlı o ilacın doğum kusurlarına yol açabileceği saptandı. Tabii doktorların bu ilacı reçetelerine yazmaları, ilaç şirketlerinin, yani ecza uzmanlarının, onlara bunun var olan ilaçlar arasında en iyisi olduğunu söylemelerinden ötürüydü. Bundan alınacak ders nedir? Uzmanlara körü körüne güvenmek akıl kârı değildir. Benim söylediğim her şeyi de körü körüne kabullenmeyin! Siz her şeyi kendi hayatınız açısından düşünün, sizin için anlam ifade ediyor mu, ona bakın.
Bazen beş duyunuzun kanıtlarına bile güvenilemez. Copernicus'un hikâyesi bunu çok güzel ortaya koymaktadır. Bu Polonyalı gökbilimcinin yaşadığı günlerde, herkes güneşin dünya çevresinde döndüğünü bilirdi. Neden? Çünkü herkes evinden çıkıp başını gökyüzüne kaldırabilir, "Bak, güneş kıpırdadı işte" diyebilirdi. "Besbelli dünya, evrenin merkezi" diyebilirdi. Ama Copernicus 1543 tarihinde ilk doğru güneş sistemi modunu geliştirdi. Daha önceki çağların nice devi gibi, o da uzmanların dediğine meydan okuma cesaretini göstermiş, zamanla onun kuramlarının doğruluğu kabul görmüştü ama kendisi ölmeden değil. | Offline
| |
21-01-2011, 05:20 PM
|
#39 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
ACI, BİR İNANCI DEĞİŞTİRMENİN NİHAİ ARACIDIR.
Evet, bir inancı değiştirmenin en güçlü yolu, acılardır. Değişen inançların büyük gücünü bize gösteren bir olay, Sally Jessy Raphael'in televizyon programında yer almış, cesur bir kadın, stüdyo konuklarının ve dünya izleyicilerinin karşısına çıkıp Ku Klux Klanla ilişkilerini kestiğini ilân etmiştir. Ne gariptir ki aynı kadın daha bir ay önce bir KKK Kadınlar Paneline konuk olarak katılmış, orada diğer kadınlarla birlikte, ırksal karışmanın bu ülkeyi mahvedeceğine, eğitim, ekonomi ve sosyal açıdan onu yıkacağına dair öfkeli çığlıklar atmıştı. Peki, bu kadının inançlarını böylesine çarpıcı biçimde değiştiren neydi?
Üç şey... Birincisi, ilk programda, izleyiciler arasından bir genç kadın ayağa kalkmış, ağlayarak anlayış dilenmişti. Kocası ve çocuğu Güney Amerika kökenliydi. Bir grup insanın içinin bu kadar nefret dolu olabileceğine inanamadığını söyleyerek hıçkırmıştı.
İkincisi, evine dönmek üzere uçağa bindiğinde, programa kendisiyle birlikte çıkan (ama annesinin görüşlerini paylaşmayan) oğluna bağırıp çağırmış, ulusal televizyonda kendisini utandırdığını söylemişti. Yanındaki diğer kadınlar da çocuğa, saygısızlık ettiği için çatmış, ona Kitab-ı Mukaddes'ten bir cümle söylemiş, "Anneye babaya saygı gösterilir" demişlerdi. On altı yaşındaki çocuk, Tanrı'nın kendisinden annesinin desteklediği kötülüklere saygı göstermesini bekleyemeyeceğini söylemiş, Dallas'a iniş yaptıklarında uçaktan inmiş, bir daha evine dönmemeye de ahdetmişti. Kadın eve doğru yolculuğuna devam ederken zihninde günün olaylarını tarıyordu. Bir ara, ülkesinin Orta Doğu'da sürdürmekte olduğu savaşı düşündü. Program izleyicilerinden birinin o gün söylediği bir söz geldi aklına: "Değişik renkte kadın ve erkekler orada yalnız kendileri için değil, sizin için de savaşıyor." Sonra oğlunu hatırladı, onu ne kadar sevdiğini düşündü, demin ki davranışının aşırı sert olduğuna karar verdi. Aralarında geçen o sözlerin, son konuştukları sözler olmasına izin mi verecekti? Bunu düşünmek bile ona dayanamayacağı kadar acı veriyordu. Bir değişiklik yapmalıydı. Hem de hemen.
İkinci programda izleyicilere, bu tecrübenin sonucu olarak kendisine Tanrı'dan bir mesaj geldiğini, Klan'dan ayrılmasının, tüm insanları eşit sevmesinin, onları kardeş saymasının emredildiğini söyledi. Eski arkadaşlarını elbette özleyecekti, grup onu dışarıya itecekti ama şimdi artık ruhunun temizlenmiş olduğunu hissediyordu. Hayata yeni baştan, temiz bir vicdanla başlayacaktı.
İnançlarımızı ve yarattıkları sonuçları inceleyip, bunların bizi güçlendiren şeyler olduğundan emin olmalıyız. Hangi inançları benimseyeceğinizi nereden biliyorsunuz? Cevabı belli: Hayatında sizin istediğiniz sonuçları üretmekte olan birilerini buluyorsunuz. O insanlar sizin için rol modelleri oluyor, aradığınız cevaplardan bazılarını size sağlıyorlar. Başarılı insanların hepsinin arkasında, belirli bir dizi güçlendirici inanç yatmaktadır.
Hayatlarımızı genişletmenin, zenginleştirmenin yolu, şimdiden başarılı olmuş insanların hayatlarını model olarak almaktır. Hem eğlenceli olur, hem de bu tür insanlar çevrenizde zaten bol bol vardır. Bütün mesele, soruları sorabilmektedir: "Sizce sizi farklı kılan nedir? Sizi başkalarından ayıran inançlarınız nelerdir?" Yıllar önce ben, "İlginç Kimselerle Konuşmalar" adlı bir kitap okumuştum. O kitabı, hayatımı biçimlendirmede bir tema olarak kullandım. O günden bu yana hep mükemmelliği aradım, kültürümüz içinde birtakım kadın ve erkekleri bulup onları başarıya götüren inançlarını, değerlerini ve stratejilerini öğrenmeye çalıştım. İki yıl önce POWERTALK!'u geliştirdim. Bu benim aylık röportaj programımdı. Orada bu devlerle röportajlar yapıyordum. Aslında sizlerle bu kitapta paylaştığım kilit farklılıkların çoğu, kendi alanlarının en başarılıları olan bu kişilerle yaptığım röportajlarda keşfettiğim şeylerdir. Sonra gerek bu röportajları, gerek benim en yeni fikirlerimi, gerekse her ayın en çok satılan kitabını sizlerle paylaşabilmek istedim. Bunu yapabilmek için de, yalnız başka insanların hayatını güçlendirmekle kalmayıp kendimi de her an daha iyileştirmek gereğini hissettim. Programım kanalıyla, başarılı kimseleri model olarak alabilmenize yardımcı olmak beni mutlu eder, ama unutmayın, bir tek benimle de sınırlı değilsiniz. İhtiyaç duyduğunuz modeller her gün zaten çevrenizde. | Offline
| |
21-01-2011, 08:33 PM
|
#40 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
"Ne düşünürsek oyuz. Biz her neysek düşüncelerimizden doğar. Düşüncelerimizle biz, Dünyamızı yaparız."
BUDA
Yaklaşık on yıldan beri, Yaşayan Sağlık seminerlerimde insanlarla konuşuyor, tipik beslenmemizdeki hayvansal protein oranıyla, ülkenin iki baş katili, kalp hastalığı ve kanser arasındaki doğrudan ilişkilere parmak basmaya çalışıyorum. Bunu yaparken, son otuz beş yıldır fiziksel kaderimizi belirlemiş olan inanç sistemlerinden birine de ters düşmüş bulunuyorum. "Dört Temel Besin Grubu" planı, bize bol bol et, tavuk ve balık yememizi öğütlüyor. Oysa bugün bilimadamları, hayvansal protein yemekle kalp ve kanser riskinin doğrudan ilişkisini hiçbir kuşkuya yer kalmayacak biçimde saptamış bulunuyorlar. Hattâ 3000 üyeli Sorumlu Tıp Doktorları Komitesi, Tarım Bakanlığı'na başvurarak et, balık, yumurta ve süt ürünlerini gündelik tavsiye listesinden çıkarmasını bile istedi. Hükümet de zaten dört temel besin grubunu altıya çıkarmayı, et, tavuk ve balığa çok küçük bir oran ayırmayı düşünüyor.
İnançlardaki bu büyük kayma, pek çok çevrelerde büyük öfke yaratmaya başladı. Sanırım bu da tarih boyunca kültürümüzde sık sık gördüğümüz bir motifin tekrarlanmasından başka bir şey değildir, o da şöyle açıklanabilir:
Alman düşünür Arthur Schopenhauer'in dediği gibi, tüm gerçekler üç adımda gelirler.
- Önce alay edilir.
- İkinci olarak, şiddetle karşı çıkılır.
- Son olarak, zaten belli olan bir şey, denir ve kabul edilir.
Hayvansal proteinle ilgili bu fikirlerle de çok alay edildi. Şu sıra, şiddetli karşı çıkışlar başladı. Sonunda kabul edilecektir ama o zamana kadar daha pek çok kişi, hayvansal proteinin çok önemli olduğuna ilişkin bu sınırlayıcı inançlar yüzünden hastalanacak ve ölecektir.
İç hayatında da bizi ekonomik çaresizliklere doğru, bazılarına göre potansiyel felâketlere doğru götüren birtakım sahte inançlarımız var. Ekonomimiz hemen hemen her sektörde zorluklarla karşı karşıya. Neden? Forbes dergisinin Mart 1991 sayısında okuduğum bir yazı, bana bu konuda biraz ipucu verdi. Bu yazıda iki araba tarif ediliyor. Biri Chrysler-Plymouth Laser, diğeri de Mitsubishi Eclipse. Chrysler'in her bayii ortalama 13 araba satıncaya kadar, her Mitsubishi bayiinin ortalama 100 araba sattığı belirtiliyor! Belki siz şimdi, "Bu da yeni haber mi yani?" diyeceksiniz. "Japonlar zaten araba satma işinde Amerikan şirketlerinin canına okuyorlar!" Ama bu iki arabanın garip yanı, birbirinin tıpatıp eşi olması. İkisini de üreten, aynı iki şirketin ortaklığı. Laser'la Eclipse'in tek farkı adları, bir de onları satan şirket. Bu nasıl olabiliyor? Tahmin edebileceğiniz gibi, satış farklarını inceleyen araştırmalara göre, insanlar Japon arabası almak istiyorlar, çünkü onun daha kaliteli bir mal olduğuna inanıyorlar. Ama bu olayda bu inanç, sahte bir inanç. Amerikan şirketinin arabası da aynı kalitede, çünkü zaten aynı araba! Peki, tüketiciler neden böyle bir inanca sahip? Besbelli Japonlar bir kalite imajı yaratmayı başardığı için ve bize o darıcı destekleyecek pek çok referans sundukları için. Öyle ki, artık bu inancın doğru olup olmadığını bile sorgulamaz olmuşuz. Belki sizi şaşırtabilir ama, Japonların kaliteye adanması da bir Amerikan ihracatının, Dr. W. Edwards Deming'in Japonya'ya gitmesinin ürünüdür. 1950 yılında bu ünlü kalite kontrolü uzmanı, General Mac Arthur tarafından Japonya'ya getirilmiş, çünkü Mac Arthur o zamana kadar Japon sanayi tabanının kalitesizliğinden fena halde bezmiş bir telefon konuşmasını bile doğru dürüst yapamıyormuş. Japon Bilimadamları ve Mühendisler Birliği'nin isteği üzerine, Deming Japonları total-kalite-kontrolü ilkeleriyle ilgili olarak eğitmeye başlamış. Şimdi siz bunu duyunca, belli bir ürünün fiziksel kalitesinin denetlenmesinden söz edildiğini mi sanıyorsunuz? Oysa hiç de öyle değil.
Deming Japonlara on dört ilke ve bir çekirdek inanç öğretiyor, bunlar bugüne kadar her başarılı, büyük, çok uluslu Japon şirketinin tüm kararlarını dayandırdıkları ilkeler oluyor. Çekirdek inanç çok basit: Çalışmalarının kalitesini yükseltme yolunda her gün uygulanacak ve hiçbir zaman bitmeyecek bir adanmışlık, onlara dünya pazarlarına hakim olma gücünü getirecektir. Deming onlara, kalitenin yalnızca bazı standartları tutturmak demek olmadığını, onun yaşayan, soluk alıp veren bir süreç olduğunu, sonu gelmez bir iyileştirme demek olduğunu öğretmiştir. Japonlara, eğer size öğrettiğim ilkelere göre yaşarsanız, beş yıl içinde dünya pazarlarını kaliteli mallarınızla doldurur, on ya da yirmi yıl içinde de dünyanın en başta gelen ekonomik güçlerinden biri haline gelirsiniz, demiş. Pek çok kişi Deming'in bu beyanlarını çılgınlık olarak nitelendirmiş. Ama Japonlar onu ciddiye almışlar. Bugün de hâlâ ona "Japon mucizesinin babası" diye saygı gösterirler. Gerçekten de 1950'den bu yana geçen her yıl, Japon şirketlerine verilen en yüksek şeref ödülünün adı, Ulusal Deming Ödülü'dür. Bu ödül televizyonda verilmekte, o yıl içinde ürününde, hizmetinde, yönetiminde ve işçi desteğinde en büyük kalite farkını yaratabilen şirketler seçilmektedir.
1983 yılında Ford Motor Şirketi de Deming'i tutmuş, ona bir dizi seminer yaptırmıştır. O seminerlere katılan kişilerden biri de Donald Petersen'dir. Kendisi sonradan Ford'un başına geçecek, Deming'in ilkelerini şirketin her köşesinde uygulatacak kişidir. Petersen "Şirketin gidişini geri çevirmek için bu adama ihtiyacımız var" diye karar vermiştir. O sıra Ford yılda milyarlarca dolar zarara girmekteydi. Deming getirildiği anda, şirketin geleneksel batılı inançlarını hemen değiştirdi. Eski inanç, "Hacmimizi yükseltirken maliyetimizi nasıl düşürebiliriz?" iken, şimdi, "Yaptığımızın kalitesini, uzun vadede maliyeti artırmayacak şekilde nasıl yükseltiriz?" olmuştu. Ford tüm tutumunu değiştirdi, kaliteye bir numaralı önceliği verdi, bunu reklam sloganında da ilan etti ("Kalite Birinci İşimizdir"). Ve Deming'in sistemlerini uygulamakla Ford, üç yıl içinde o akıl durdurucu açıklarından kurtulup, 6 milyon dolarlık kârıyla sanayide üstün bir pozisyona geçti. Bunu nasıl yaptılar? Amerikalıların Japon kalitesine olan düşkünlüğünün, can sıkıcı bir şey olmakla birlikte, kendilerine çok şey öğretebileceğini gördüler. Örneğin Ford bir Japon şirketiyle anlaştı, iş hacmini düşürmemek için tüm şanzımanların yarısını onlara yaptırdı. Bu arada Amerikalı tüketicilerin Japon şanzıman istediğini de bulguladılar. Herkes adını bekleme listesine yazdırıyor, Japon şanzımanlı Ford alabilmek için daha fazla para ödemeye bile razı oluyordu! Bunu görmek, Ford'daki pek çok yöneticiyi öfkelendirdi. "Bu bizim halkımızın sahte inancından başka bir şey değil, bu tepkiyi göstermek üzere şartlanmış onlar!" dediler. Ama şanzımanlar Deming'in denetimi altında denendiğinde, Ford yapımı olanların daha gürültülü olduğu, çok daha sık bozulduğu, Japon malı olanlardan daha çok iade edildiği ortaya çıktı. Japon malında sorun yoktu, titreşim yoktu, ses de yoktu. Deming, Ford'un yöneticilerine, kalitenin her zaman daha ucuza mal olacağını öğretti. Oysa bu, birçok insanın inandığı şeyin tam tersiydi. Maliyetler çığrından çıkmadıkça ancak belli bir kalite düzeyine kadar yükselinebilir, denirdi. Uzmanlar Ford Şanzımanı açıp parçalarını ölçtüklerinde, hepsinin Ford Şartnamesinde istenen standartlara uyduğunu gördüler. Japonlara gönderilen şartname de bunun tıpkısıydı. Ama Japon Şanzımanı açtıkları zaman, çok az bir farkla, şartname gereğinden daha iyi olduğunu gördüler! Aslında farkı bulabilmek için parçaları laboratuvara taşımış, mikroskoplar altında ölçmüşlerdi. Japon şirketi neden kendini şartnamenin ötesinde ve yukarısında kalite standartlarına bağlı hissetmişti? Çünkü kalitenin daha ucuza geldiğine inanmışlardı. Eğer kaliteli mal yaparlarsa, yalnız memnun müşteriler değil, sadık müşteriler kazanacaklarını öngörmüşlerdi. Bu ürün için sıra beklemeye, daha fazla para ödemeye razı müşteriler! Onları dünyanın en yüksek piyasa pozisyonlarına çıkaran ilkeleri uygulamışlardı yine. Hiç bitmeyecek bir iyileştirme sürecine, müşterilerinin hayat standardında sürekli bir yükselişe adanmışlardı. Bu inanç, Amerika'dan ihraç edilme bir inançtı ve kanımca ekonomik geleceğimizin yönünü değiştirmek için onu tekrar ana yurduna geri getirmemiz gerekiyor.
Ekonomik gücümüzü çökerten zehirli inançlardan biri de, Deming'in görünen rakamlarla yönetim dediği şeydir. Geleneksel şirket inancı, kâra ulaşmak için maliyetlerin düşürülmesini ve gelirlerin artırılmasını öğütler. Lynn Townsend, sektör çapında bir satış düşüşü döneminde Chrysler'in başına geçtiğinde, çok ilginç bir örnek olay yer almıştır. Tovvn- send derhal gelirleri artırmaya çalışmış, ama daha önemlisi, maliyetleri düşürmüştür. Nasıl mı? Mühendis kadrosunun üçte ikisini kovarak. Kısa dönemde başkanın doğru kararı verdiği sanılmıştır. Kârlar yükselmiş, ona kahraman muamelesi edilmeye başlamıştır. Ama birkaç yıl içinde Chrysler kendini yeniden mâlî sıkıntılar içinde bulmuştur. Ne olmuştur peki?
Eh, bu olay bir tek faktörün etkisinden kaynaklanan bir şey değildir. Ama uzun vadede Townsend'in verdiği kararlar, şirketin başarısının dayanağı olan kalite tabanını mahvetmeye başlamıştır. Genellikle şirketlerimizi mahveden insanlara alkış tutarız, çünkü bu insanlar kısa dönemde iyi sonuçlar getirirler. Bazen sebebi değiştirmeksizin sorunun belirtilerini gidermeye çalışırız. Sonuçları nasıl yorumlayacağımız konusunda çok dikkatli olmalıyız. Ford Motor Şirketi'nin gidişini tersine çeviren en önemli faktörlerden biri ise, tasarım kadrosundan geldi. Taurus adlı yeni bir araba çizmişlerdi. O arabanın kalitesi, Ford için yeni bir Standard getirdi, tüketiciler bol bol satın aldılar. Bütün bunlardan ne öğrenebiliriz? İşte ve hayatta benimsediğimiz inançlar bütün kararlarımızı, dolayısıyla da geleceğimizi etkiliyor. Sizin de, benim de, sahip olabileceğimiz en önemli global inançlardan biri, başarılı ve mutlu olmak için hayatımızın kalitesini sürekli iyileştirmek, sürekli büyümek ve genişlemek gerektiğidir.
Japonya'da bu ilkeyi çok iyi anlıyorlar. Aslında Japonya'da, Deming'in etkilerinin sonucu olarak, iş hayatında da, ilişkilerde de pek sık kullanılan bir kelime var. Kaizen. Bu kelime aslında sürekli iyileştirme demek. Bu sözü çok sık kullanıyorlar. Dış ticaret açıklarının fon'zCTz'inden, üretim zincirinin fcaz'zen'inden, özel ilişkilerinin kaizen'inden söz edip duruyorlar. Sonuçta hep daha iyileşme peşindeler. Bu arada söyleyeyim, kaizen aslında yavaş yavaş, adım adım iyileşme ilkesine dayalıdır. Küçük ve basit iyileştirmeleri ilgilendirir. Ama Japonlar, her gün yapılan ufacık düzeltmelerin, kolay hayal edilemeyecek düzeyde bir bileşik etki yaratmaya başlayacağını çok iyi anlıyorlar. Japonların bir sözü var: "Eğer biri üç yıldır gözükmemişse, arkadaşları onu dikkatle incelemeli, ne gibi değişiklikler olduğunu görmelidir." Şaşılacak şey ama belki de o kadar şaşılacak bir şey deği: îngilizcede bu kaizen kelimesinin bir karşılığı yok! Japon iş kültüründe kaizeriin etkisini gördükçe, bunun kendi hayatımda da çok büyük etkiler getiren bir organizasyon ilkesi olduğunu fark ettim. Benim sürekli gelişmeye, sürekli olarak hayat kalitesi standartlarımı yükseltmeye adanmışlığım, beni mutlu ve başarılı kılan şeyin ta kendisi. Sürekli ve sonu gelmez iyileştirmelere odaklanabilmek için hepimizin böyle bir kelimeye ihtiyacımız olduğunu anladım. Önce bir kelime yaratır, bir anlamı o kelimeye kodlarsınız, böylece yepyeni bir düşünce biçimi yaratırsınız. Kullandığımız kelimeler, bizim nasıl düşündüğümüzün dokusunu oluşturmakta, hattâ kararlarımızı bile etkilemektedir. Bu anlayışın sonucu olarak, CANI kelimesini yarattım (kın-ay okunuyor). "Sürekli ve Sonu Gelmez İyileştirmeler" (Constant And Never-ending Improvement) sözlerinin baş harflerinden oluşuyor. Bence hayattaki başarı tecrübelerimizin düzeyi, CANI'a adanmışlık düzeyimizle doğru orantılı. CANI! yalnızca iş hayatıyla ilgili bir terim değil. Hayatımızın her yönüyle ilgili. Japonya'da genellikle şirket çapında kalite kontrolünden söz edilir. Bence biz ticaret hayatımızda da CANI! üzerine odaklanmalıyız, özel ilişkilerimizde de, ruhsal bağlarımızda da, sağlığımızda da, mâlî işlerimizde de. Bu alanların her birinde sürekli ve sonu gelmez iyileştirmeleri nasıl sağlayabiliriz? İşte bu, hayatı inanılmaz bir serüven haline getirir, biz de sürekli olarak bir sonraki düzeyi hevesle bekler duruma geliriz.
CANI! gerçek bir disiplindir. Arada sırada canınız isteyince uygulanabilecek bir şey değildir. Eylemle desteklenen sürekli bir adanmışlık olmak zorundadır. CANI'nin esası, adım adımdır, ufacık ve sürekli iyileştirmelerdir, uzun dönemde bunlar inanılmaz büyüklükte bir şaheser yaratırlar. Eğer Grand Canyon'u hiç ziyaret ettinizse, neden söz ettiğimi anlamışsınızdır. O dehşet verici güzelliğin milyonlarca yılda oluştuğunu, Colorado Nehriyle çok sayıdaki kollarının kayaları adım adım yontarak Dünyanın Yedi Doğa Harikası'ndan birini yarattığını hemen görürsünüz.
Çoğu insanlar kendilerini hiç güvende hissetmezler, çünkü sürekli olarak işlerini kaybetmekten, ellerindeki parayı kaybetmekten, eşlerini kaybetmekten, sağlıklarını kaybetmekten falan korkarlar. Hayattaki en gerçek güvenlik duygusu, her gün kendinizi bir yönde iyileştirdiğinizi bilmekten, kim olduğunuzun kalibresini yükselttiğinizi, şirketiniz için, dostlarınız ve aileniz için değerli olduğunuzu bilmekten gelir. Ben hayatımın kalitesini sürdürme konusunda hiç kaygılanmam, çünkü her gün onu daha iyiye götürme mücadelesi veriyorum. Sürekli öğrenmeye, yeni ve daha güçlü farklılıklar edinmeye, başka insanların hayatına daha çok değer katabilmeye çalışıyorum. Bu da, her zaman öğrenebileceğimden, her zaman büyüyebileceğimden emin olmamı sağlıyor.
CANI! demek, hiçbir zaman karşınıza zorluklar çıkmayacak demek değildir. Aslında bir şeyi daha iyileştirebilmek, onun tam istediğiniz gibi olmadığını anlamakla mümkündür. Yani o şey henüz sizin istediğiniz düzeyde değildir. CANI'nin amacı, sorunları daha olurken görüp, kriz haline gelmeden çaresine bakmaktır. Bir canavarı öldürmenin en uygun zamanı, küçükken öldürmektir.
CANI'a kişisel adanmışlığımın bir parçası olarak, her günün sonunda kendime şu soruları sorarım: Ben bugün ne öğrendim? Ne gibi bir katkıda bulundum ya da neyi iyileştirdim? Neden zevk aldım? Eğer hayattan zevk alma yeteneğinizi her gün ve sürekli olarak yükseltirseniz, o zaman pek çok insanın hayal bile edemeyeceği bir zenginlik düzeyine ulaşırsınız. | Offline
| | | |
Yetkileriniz
| Konu Acma Yetkiniz Yok Cevap Yazma Yetkiniz Yok Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok HTML-Kodu Kapalı | | | İçindeki Devi Uyandır Kitabından AlıntılarHedef Ön Hazırlık ve Hedefler Makaleler İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Teşekkürler ellerine ,yüreğine sağlık Zerynthia... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hedefler Makaleler telkin cd indir izle İstanbul Hedefler Makaleler nerededir kimdir Hedefler Makaleler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hedefler Makaleler hipnoz Hedefler Makaleler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hedefler Makaleler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hedefler Makaleler kuantum düşünce kitap haberi WEZ Format +3. Şuan Saat: 10:40 PM.
|