Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Descartes'in Bilime Katkısı Descartes,
matematikteki üstün yeteneklerini daha gençliğinde ortaya koydu ama mistik
nitelikte bir deneyim yaşadı: Karşısında beliren bir ruh veya melek ona
doğanın tüm sırlarının anahtarının matematikte olduğunu söyledi. Bunun üzerine
çalışmaya koyulan Descartes, çok geçmeden cebirsel yöntemleri geometriye
uygulayarak analitik veya koordinat geometriyi kurar. Descartes'in geometriye
getirdiği bu yeniliğin, öklitten beri bu alan kendini gösteren en büyük gelişme
olduğu söylenebilir.Uzay ilişkilerinin analitik olarak, sayısal
ilişkilerin de geometrik olarak tesbit edilebileceğini gösteren bu çalışma
Descartes'da tüm fiziğin uzay ilişkilerine indirgenebileceği düşüncesini
uyandırdı. Nitekim o da bunu gerçekleştirmeye çalıştı; hatta daha ileri giderek
yıldızları, gezegenleri, canlı ve cansız varlıklarıyla tüm Evreni matematiksel
olarak açıklamayı tasarladı.Buna paralel olarak bütün bilimlerin
birleştiğini ve her şeyin tek bir yöntemle, matematikle incelenmesi gerektiğini
savundu. Bu yanıyla Descartes'in geniş ölçüde Aristoteles'i andırdığı
söylenebilir. Gerçekten, Aristoteles sisteminin yıkılışı ile ortaya çıkan
boşluğu Descartes daha bilimsel görünen yeni bir sistemle doldurur gibidir. Onun
Kıta Avrupa'sında bir süre moda haline gelmesi belki de bu boşluğu doldurma
çabasından ileri gelmiştir.Bu sistem kuşkusuz ortaçağların teolojik
sistemleri gibi rahat ve kolay anlaşılır türden değildi. Duygusal olmaktan çok
rasyonaldi. Evren'deki varlıklar ruh ve madde olarak ikiye ayrılmıştı. İnsan
ruhu düşünen bir nesneydi; onun dışındaki her şey madde ve hareketten ibaretti.
Bunların üstünde yer alan tanrı da tüm olup bitenlerin matematiksel kurallara
uygunluğunu sağlayan yüce güçtü.Descartes'e göre maddi nesnelerin temel
niteliği uzam yani hacimdir (yer kaplama). Bunun dışındaki özellikler
gözlemcilerin nesnelere yüklediği niteliklerdir. Böylece Aristoteles gibi
boşluğa olanak tanımaz. Uzayda maddeyle dolu olmayan yerlerin esir denilen
daha ince bir maddeyle doldurulmuş olması gerekir.Katılık, ağırlık, renk
ve duyular üzerindeki diğer etkiler, maddene çeşitli biçim, büyüklük ve hareket
parçacıklarına ayrılmış olmasıyla açıklanmıştır. Her türlü değişiklik sadece
yersel hareketten ibarettir. Hareket gerçek olup, geçişi sadece bir cisimden bir
başka cisme olabilir.Bu düşünce Descartes'i ünlü irdap teorisine
götürür. Buna göre, Dünya'da temas halinde olan tüm cisimler biri ötekinin
yerini alarak ve girdap yaratarak hareket eder. Gök cisimlerinin dolanımı da bu
girdaplar aracılığıyla olur. Descartes doğrudan etki olmaksızın hiçbir harekete
olanak tanımaz.Uzaktan etki fikrini kabul ettiği ve fiziksel nedenleri
görmezden geldiği için Galileo'yu eleştirir. Yerçekiminin de girdaplarla
açıklanableceğini savunur. Descartes bu girdapların zorunlu özelliklerini de
belirtemeyi ihmal etmez. Ne var ki, aradan 40 yıl geçmeden bu özelliklerin
gözlemlere uymadığını, Newton, matematiksel olarak gösterir.Girdap teorisi
geçeriliğini yitirir, ama onun yerini alan Newton'un yerçekimi kuramının da tam
bir açıklamaya dayandığı söylenemez.Descartes, benimsenmiş felsefe
geleneğine göre devrimci rolünün tamamiyle bilincindeydi. (Metot Üzerine
Konuşmalar, 1637) da geleneğe olan tepkisine eğitiminin yol açtığını söyler.
Eğitimine, sonunda bilgi sahibi olacağı umuduyla dolu olarak başlamıştı. Ne
yazık ki sonunda bilgi bir yana, kendisini kuşkuyla dolu bir halde bulmuştu.
İkibin yıllık araştırma ve tartışmanın hiçbir çözmediğini
farketmişti.Geçmiş felsefenin bazı filozoflarca el üstünde
tutulmasından daha tuhaf ve inanılmaz bir şey düşünülemez diyordu. Descartes,
geçmişi kafasından silip atmaya karar verdi. Sistemli bir kuşku yöntemiyle, her
bir düşünceyi katı bir sınamaya tabi tutacak, kuşkulanması olanaksız bir
önermeye -eğer böyle bir şey varsa- ulaşıncaya kadar, kuşkulu görünen her şeyi
reddecekti.Böyle kaya gibi kesin bir önerme üzerine, temelindeki
kesinliği paylaşacak bilgi muramını, tabandan itibaren sadece akılla yeniden
kurulmuş bir yapı gerçekleştirebilirdi. Ancak aradan geçen bunca yüzyıldan sonra
edindiğimiz bakış açısı bize, Descartes'in geçmişi reddedişinin hiç de
kendisinin sandığı kadar tamam olmadığını görme olanağını veriyor.Yine
de onun mekanikçi doğa felsefesi, Rönesans naturalizminin temsil ettiği egemen
kavramdan kesin bir kopuştu. Aynı şekilde, Aristoteleçilikten de hemen hemen bir
kopmayı ifade ediyordu. Bu açıdan Descartes, taze bir başlangıç yapmanın verdiği
heyecan ile bütün olarak 17. yüzyıl biliminin sözcülüğünü
yapıyordu.Düşünüyorum, o halde varımHerkesin bildiği gibi,
Descartes aramakta olduğu, kendisinden kuşkulanılamaz olan kesinliği
Düşünüyorum, o halde varım: cogito ergo sum: Je pence donc je suis!
önermesinde bulmuştu.Cogitoı yeni bir bilgi kuramının temeli oldu. Bu
önermeden yola çıkarak önce Tanrı'nın varlığına, sonra da fiziksel dünyanın
varlığına ulaştı. Kuşku süreci içinde, dış dünyanın varlığı ilk terkedilen
öğelerden biri oldu. Zira, kendisini -hata yapmaya açıkça eğilimli- duyularımız
aracılığıyla algıladığımız dış dünyanın varlığı kuşku
altındaydı.Descartes, kendisini ancak yeni kesinlilik temellerinden yola
çıkarak, kendi dışındaki fiziksel dünyanın varlığını, yine kuşkulanılamayacak
bir sonuç olarak kanıtlayabilmeye hazır hissediyordu. Ayrıca bu yaklaşımına 17.
yüzyılın bilimsel devrim çabaları içinde belki de en büyük öneme sahip bir koşul
daha ekledi: Her ne kadar fiziksel dünyanın varlığı zorunlu delliler yardımı ile
kanıtlanabilerse de, bunun duyuların tanımladığı dünya ile herhangi bir
benzerliğe sahip olmasını geretiren hiçbir zorunluluk yoktu.Böylelikle
sempati, antipati yığınlarından ve doğa üstü güçlerden zaten arınmış bulunan
fiziksel dünyadan şimdi de Aristoteles felsefesinin gerçek değerleri
atılmaktaydı. Aristoteles'e göre bir cismin kırmızı görünmesinin nedeni
yüzeyinde kırmızılık oluşuydu; bir cisim sıcaklık niteliğine sahip olduğu için
sıcak olarak duyumsanırdı.Nitelikler gerçek varlığa sahipti; varlık
türlerinden birisini oluştururlardı ve gerçeği duyularımızla doğrudan doğruya
algılardık. Descartes ise bunun böyle olmadığını söyledi. Cisimlerde
kırmızılığın ya da ısının varlığını hayal etmek, tıpkı Rönesans natüralizlminin
psişik süreçleri fiziksel dünyaya uyarlaması gibi fiziksel dünyayı
duyumlarımızın bir iz düşümü olarak görmek demekti.Gerçekten de,
cisimler sadece hareket halindeki madde parçacıklarından oluşmuştu ve bütün
görünen nitelikleri (sadece hacimleri hariç) tamamiyle hareket halindeki
cisimlerin sinirlere çarpmasıyla uyarılan duygulardan ibaretti. Böylece alışık
olduğumuz duyusal deneyimler dünyası, tıpkı rönesans natüralizminin gizemli
güçleri gibi bir hayal oluyordu.Dünya fiziksel zorunluluklar sonucu
hareket eden, eylemsiz cisimlerden oluşmuş bir makinaydı ve düşünen nesnelerin
varlığından etkilenmezdi. İşte mekanikçi doğa felsefesinin temel önermesi
böyleydi. Descartes, La dioptrique (Diyoptri 1637), Les meteores (Meteoroloji
1637) ve Principa philosophiae (Felsefenin ilkeleri 1644) konulu makalalelerinde
mekanikçi felsefenin ayrıntılarını açıklar.Temel taşlarından birisi
eylemsizlik ilkesidir. Mekanikçi felsefe, bütün doğa olaylarının hareket
halindeki madde parçacıklarınca oluşturulduğu konusunda ısrar etmekteydi; çünkü
fiziksel gerçeklikte sadece haretli madde parçacıkları yer alıyordu. Hareketin
nedeni nedir?Madem ki madde -tanımı gereği- aktif ilkelerden arınmış,
eylemsiz bir nesnedir, kendi hareketinin nedeninin yine kendisi olamayacağı
açıktır. 17. yüzyılda hareketin nedininin Tanrı olduğunda herkes hemfikirdi.
Başlangıçta O maddeyi yaratmış ve harekete geçirmişti. Maddeyi hareket halinde
tutan neydi?Mekanikçi doğa kavramının aktif ilkeleri reddetmekteki
ısrarının nedeni, bir doğa felsefesi olarak varlığının, eylemsizlik ilkesine
bağlı olmasıdır. Maddeyi hareket halinde tutmak için hiçbirşey gerekmemektedir;
hareket bir durumdur ve maddenin içinde bulunduğu bütün öteki durumlar gibi, bir
dış etki altında kalmadığı sürece varlığını sürdürecektir. Çarpma ile hareket
bir cisimden diğerine aktarılabilir, fakat hareketin kendisi yok
edilemez.Descartes, çarpmayı toplam hareket miktarınrın korunumu ile
çözümlemeyi çalıştı. Bu ilke yüzyılın sonunda formüle edilen momentum korunumuna
yakındı. Ancak Descartes'in hareketin sadece yönündeki değişikliğin (hızın
büyüklüğünde bir değişiklik olmaksızın) öteki cismin durumunda bir değişiklik
yaratmadığını gözönüne aldığında ulaştığı sonuçlar, bizim bugün
benimsediklerimizden çok farklıydı.Yine de Descartes'in çarpma
çözümlemesi bu konuda daha sonra harcanan çabaların başlangıcı olmuştur. Öte
yandan onun çarpma kuralları bükünüyle dinamık bir etki modeli oluşturmuştur:
Aktif ilkelerden kurtulmuş mekaniksel bir Evren'de, cisimler birbirlerini sadece
çarpmalarla etkileyebilirdi.Mekanikçi doğa sisteminin kurucusu olan iki
adamın, yani Descartes ile Gassendi'nin, aynı zamanda eylemsizlik ilkesinin
formülasyonuna da dikkate değer katkılarda bulunan kişiler olması raslantı
değildir. Galileo eylemsizliği, yerin ekseni etrafındaki günlük dönüşü biçiminde
ifade etmişti. Descartes ve Gassendi eylemsizlik hareketinin düz bir hareket
olması gerektiğini, daire ya da eğriler üzerinde hareket eden cisimlerin dış bir
nedenetkisi altında bulunduğunu ısrarla öne sürdüler.Descartes böyle
cisimlerin, sürekli olarak etrafında döndükleri merkezden uzaklaşma eğiliminde
olduklarını söyledi. Her ne kadar bu eğilimi nicel olarak ifade etmeye
çalışmamışsa da merkezden dışarı doğru böyle bir kaçış eğilimin varlığını
göstermesi dairesel hareketen mekaniksel unsurlarının çözümlenmesinde ilk
adımdır.Descartes'in gözünde dairesel hareket, kusursuz hareketi temsil
özelliğini yitirmiş olsa da, doğa felsefesindeki merkezi rolünü sürdürmüştür.
Dairesel hareket doğal olmamakla birlikte, yine de zorunluydu. Uzanımlı madde
denkleminin anlamı, her bir uzanımlı uzayın, tanım gereği, madde ile dolu olması
ya da başka bir ifadeyle madde olması zorunluluğudur. Boşluk olamaz.Eğer
maddenin içine doğru hareket edebileceği dış bir uzay yoksa hareket nasıl mümkün
olacaktı? Descartes bu soruya her bir cismin eşzamanlı olarak boşalttığı uzaya
doğru hareket etmesi ile mümkün olacağı yanıtını veriyordu. Başka bir deyişle,
dolu uzayda hareket eden her parçacık, tıpkı bir tekerleğin çevresi gibi,
hareketli maddenin oluşturduğu kapalı bir devre üzerinde yer alacaktı.
Dolaysıyla, her bir hareket dairesel olmak zorundaydı.Elbette ki
buradaki dairesel sözcüğü, Öklit geometrisinin kusursuz dairesi değil,
herhangi bir kapalı yörünge anlamına gelmekteydi. Dairesel hareket, zorunlu
olmakla birlikte doğal olmadığından, dolu uzaya bir merkezkaç basıncı uygular.
Descartes, başlıca doğa olaylarını işte bu basınca bağlıyordu.Sonsuz
uzay doluluğun içine doğru olan hareketin ilk sonucu Evren'imizin sonsuz sayıda
girdaptan oluşan bir yapıda olmasıdır. Descartes' a göre, örneğin Güneş
Sistemi'mizin içinde yen aldığı girdap öylesine büyük bir madde çevrintisiydi
ki, orada Satrün'ün yörüngesi bir nokta kadar kalırdı. Girdabın büyük bir
bölümü, birbiri ile sürekli çarpışmaktan kusursuz küreler halinde gelmiş küçücük
toplarla doluydu.Descartes bunlara ikinci element diyordu. birinci
element ya da 17. yüzyılda sık sık kulanılan adıyla eter ise, ikinci element
küreleri arasındaki uzayı ve bütün öteki gözenekleri dolduran son derece ince
parçacıklardan oluşmuştu. Descartes'in Evren'inde maddenin bir üçüncü biçimi
daha vardı ki, bu daha büyük parçacıkların daha büyük cisimler haline
toplanmasıyla oluşan gezegenlerdi.Bütün girdap ekseni etrafında
çevrilirken, içinde bulunan her parçacık da merkezden uzaklaşma eğilimi içinde
olacaktı. Böylelikle merkezden herhangi bir uzaklıkta olan bir parçacığın,
uzaklaşma eğilimi ile girdabın süratle hareket etmekte olan maddesinin zıt
yöndeki eğilimi tam bir denge sağlayacaktı.Yörünge, bir gezegenin
merkezkaç eğilimi ile tam olarak dengelenecekti. Yörünge bir gezgenin merkezkaç
eğilimi ile girdabı oluşturan öteki maddelerin merkezkaç eğiliminn doğurduğu
karşı basınç arasındaki dinamik denge ile meydana geliyordu.Girdap
teorisi, kristal kürelerin yerine geçebilecek ilk akla yakın sistemi
oluşturuyordu. Gerçi Kepler'in gök mekaniği daha önce ortaya atılmıştı, ancak
Kepler'in sistemi mekanikçi felsefenin kabul edemeyeceği ilkeler üzerinei
kuruluydu. Öte yandan Descartes'ın girdabının kabul edilebilir olduğunu
söylemeye bile gerek yoktur. Bu sistem, yarım yüzyıl boyunca göklerin fiziksel
açıklamasında geçerli olmuştur.17. yy bilimsel düşüncesini anlayabilmek
için, onun neyi açıklamak istediğini görmek önemlidir. Girdap büyük göksel
olguya mekaniksel bir açıklama getirmişti. Bütün gezegenlerin neden Güneş'le
beraber gittiklerini, neden hep aynı yönde ve hep (yaklaşık) aynı düzlemde
bulunduklarını açıklıyordu.Teori, içine gizlice yerleştirilmiş rastgele
kuvvetlerle gezegenlerin Güneş'ten uzaklaştıkça neden daha yavaş hareket
ettiklerini de açıkloyordu. Girdap ın getirdiği türden mekaniksel açıklama
17.yy bilimi için önemliydi. Bundan dolayı da teorinin şükran dolu bir kabul
görüşününü nedenini anlamak zor değildir. Girdap teorisinin açıklamaya
girişmediği konu ise gezegen yörüngelerinin duyarlı ayrıntılarını incelemekti ki
bu aynı zamanda teknik astronominin de ilgi alanıydı.Descartes,
Kepler'in üç yasasına hiç değinmemiştir. Zaten bunları girdaptan nasıl elde
edilebileceğini düşünmek de çok zordur. Ancak 17.yy bilimi için Kepler
Yasalarının temsil ettiği türden matematiksel betimleme de önemliydi. Mekanikçi
felsefe fiziksel deneyselliğe verdiği önem nedeniyle, Pisagorcu matematiksel
gelenek ile bir çatışma içerisindeydi. Isaac Newton'un 17. yy'ın en üst
düzeydeki bilimsel başarısını meydana getiren çalışmaları, bu çatışmanın
çözümlenmesinden ibarettir.Descartes'in doğa felsefesinin tek konusu
Güneş Sistemi değildi. Mekanikçi felsefenen temel önermesi olarak, bütün doğa
olaylarının hareket halendeki eylemsiz madde tarafından meydana getirildiğiydi.
Peki ışık neydi? Işığı dikkate almayan hiçbir doğa felsefesi tamamlanmış
sayılamazdı ve ışık bütün olaylar içinde en az mekaniksel olan şeyler gibi
görünmekteydi.Halbuki Descartes'in sisteminde ışık, girdabın zorunlu bir
sonucuydu. Güneş, sistemimizdeki en önemli ışık kaynağıdır ve aynı zamanda da
girdabın merkezindedir. Işığın fiziksel gerçekliği de işte bu basınçtan başka
bir şey değildi. Bu basınç gözümüzün retinasına geldiğinde, optik sinirde bir
harekete neden olmakta ve bu da ışık dediğimiz duyuyu meydana getirmekteydi.
Dahası Descartes madem ki basınç harekete doğru bir eğlimdir, o halde hareket
yasalarına uyar, böylece de yansıma ve kırılma yasalarının zorunlu sonuçlar
olduğu gösterilebilir diyordu.Gravitasyonun da kaynağı (gravitas:
cisimlerin yeryüzeyi yakınındaki ağırlığı) ışığınkine göre biraz daha mekaniksel
görünmekteydi. Bunu açıklamak için, Descartes yerin çevresine yerle birlikte
dönen ve Ay'ın yüksekliğine kadar uzanan küçük bir girdap koydu. Yine dairesel
hareketten gelen merkezkaç eğilimlere başvuruldu ve uzay doluluğu yine zorunlu
oldu.Gravitasyon neydi? Bazı cisimleri merkeze, aşağı doğru
zorlayan,bazılarını da daha büyük bir merkezkaç eğilimle yükselten bir merkezkaç
eğilim bozulmasıydı. Bu açıklama, cisimlerin yeryüzüne değil, fakat eksene dik
düşmesine gerektiren Descartes teorisi için üzücü bir sonuç olarak ortaya çıktı.
Ancak her bir olayın nedeni açıklamaya uğraşan mekanikçi filozoflar böyle küçük
çelişkileri hoşgörü ile karşılamayı öğrenmek zorundaydılar.
Siyaset, Bilim Ve Tarih Bilinci (Doğan Özlem )The Benefits Of TreesEnerji TasarrufuAlternatif Ucuz Enerji KaynaklarıErozyonun Tanımı Ve ÇeşitleriDünyamızın HareketleriDoğalgazDeve KuşlarıTeknolojik CellatlarımızKüresel IsınmaÇimento İşkolu Ve SorunlarıAtmosferin Başlıca Gaz KirleticileriNükleer EnerjiYapay KristallerHyrogen Fuel The Fuel Of FutureKentiçi Ulaşımı Ve Çevre SorunlarıPrcı HakkındaÇevre Kirliliği Ve SonuçlarıSivil SavunmaUluslararası Hukuk Ve Çevre Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |