Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Sözlük

Uyarılar

Sözlük Nedir,Kimdir,İngilizcesi,Türkçesi,Nerededir,Hayatı,Anlamı,neden,sadece,anlamı,kullanımı,çeşitleri türkçe sözlük, sesli sözlük, ingilizce sözlük, türkce sözlük, almanca sözlük, moonstar sözlük, eng sözlük, fransızca sözlük, turkçe sözlük, tükçe sözlük, sözlük türkce, sözlük türkçe, hollandaca sözlük, pratik sözlük, türçe sözlük, rusça sözlük, redhouse sözlük, inglizce sözlük, sözlük almanca, turkce sözlük, rusca sözlük, ingilzce sözlük, babylon sözlük, bedava sözlük, sözlük sesli, mtu sözlük, sözlük indir, çeviri sözlük, teknik sözlük, italyanca sözlük ispanyolca sözlük, zargan sözlük, sözlük indirme, fransizca sözlük, dil sözlük, yunanca sözlük, japonca sözlük

OĞUZ ATAY sizce ne demek, OĞUZ ATAY size neyi çağrıştırıyor?

Serbest Kürsü ve Sözlük OĞUZ ATAY sizce ne demek, OĞUZ ATAY size neyi çağrıştırıyor? Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız * Sek ve sert bir kahve..Bile bile r. en büyük yazarlar döneminde anlaşılamayanlar olmuştur hep..Tutunamayanlar'ı bastıracak yayınevi bulamamış zamanında. Demiryolu Hikayecileri / Oğuz Atay Ülkenin büyük şehirlere uzak bir dağbaşı kasabasında, bir demiryolu istasyonunda çalışan üç hikayeciydik. İstasyon binasına bitişik ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Sözlük telkin cd indir izle İstanbul Sözlük nerededir kimdir Sözlük çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Sözlük hipnoz Sözlük olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Sözlük hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Sözlük kuantum düşünce kitap haberi

OĞUZ ATAY sizce ne demek, OĞUZ ATAY size neyi çağrıştırıyor?

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 07-01-2009, 03:41 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart OĞUZ ATAY sizce ne demek, OĞUZ ATAY size neyi çağrıştırıyor?

*



Sek ve sert bir kahve..Bile bile r.







en büyük yazarlar döneminde anlaşılamayanlar olmuştur hep..Tutunamayanlar'ı bastıracak yayınevi bulamamış zamanında.







Demiryolu Hikayecileri / Oğuz Atay







Ülkenin büyük şehirlere uzak bir dağbaşı kasabasında, bir demiryolu



istasyonunda çalışan üç hikayeciydik. İstasyon binasına bitişik yanyana üç



kulübemiz vardı. Ben, genç yahudi, bir de genç kadın. Seyyar hikaye satıcılığı



yapıyorduk. İşimiz pek parlak sayılmazdı çünkü istasyonumuza tren çok seyrek



uğruyordu. Ayrıca, yalnız posta trenlerinin geldiği günler iyi iş yaptığımız



söylenemezdi. Öğleden sonra gelen posta trenlerinde daha çok elma, ayran ve



sucuk-ekmek satılırdı. Bu saatlerde genellikle biz hikayeciler uyurduk.



Böylece gece için de dinlenmiş olurduk: çünkü bizim bütün ümidimiz, gece



yarısından sonra geçen tek eksprese bağlıydı. Öteki seyyar satıcılar bu



saatlerde uyanıp gelemezlerdi çoğu zaman. Bizim de (hikayeciler) uyuyarak gece



ekspresini kaçırdığımız olurdu. Oysa istasyon şefiyle de aramız iyiydi fakat



nedense genellikle bizi uyandırmayı ihmal ediyordu istasyonun bu tek memuru.



Ona da hak veriyorduk bir bakıma: Makasçılık yapıyordu, telgraflara bakıyordu,



bütün işaretleri düzenliyordu trenlere bilet satmak, kapıları açmak,



kapamak.. bütün işler tek bir adamın üzerindeydi. Ona yaranmak için sık sık



bedave hikayeler veriyorduk gene de bizi uyandırmayı unutuyordu bazen. Çoğu



zaman, kendiliğimizden uyanmak zorundaydık. Bütün gün de hikaye yazdığımız



düşünülürse, bunun pek kolay bir iş olmadığı ortadaydı. Evet, öğleden



sonraları uyuyorduk ama genellikle akşam üzeri ilham geliyordu ve gecenin geç



saatlerine kadar yakamızı bırakmıyordu. Bu `yakamızı bırakmıyordu' sözüyle



alay ediyordu istasyonun şefi biz de böyle anlarda, onun tek başına



çalıştığını, her işe tek başına yetişemeyeceğini unutarak şiddetle



eleştiriyorduk onu: İstasyon şefliği odasına bitişik kulübelerimize kadar



zahmet edemez miydi ekspresin geldiği sıralar? Aynı işyerinde çalışan



memurlar sayılırdık bir bakıma. Üstelik bazı geceler, yemeği bile unutarak



elle yazdığımız hikayeleri, istasyon şefinin odasındaki tek daktiloda temize



çekiyorduk. Hikayeciliğe ilk ben başladığım için daktilo yazarken ilk sırayı



bana veriyorlardı arkadaşlarım. Fakat ben sıramı genellikle genç yahudiye



veriyordum. Bu zayıf ve hastalıklı genç yahudiyi çok seviyordum.







Evet, bir bakıma demiryolu idaresinin memurları sayılırdık: kulübelerimiz



de istasyon binası için ayrılan la,,alana kurulmuştu, üstelik hepsi bir



örnekti ve istasyon binası ile aynı mimari özellikleri taşıyordu. İstasyon



şefi gülerek, 'memur hikayeciler' diyordu bize. Sonra o bitip tükenmez



tartışma başlıyordu: Hayır biz memur konumu içinde düşünülemezdik: Bir kere



parça başına ücret alıyorduk. Ayrıca bu ücret, ekspres yolcuları tarafından



ödendiği için resmi bir ödeme sayılmazdı. Siz esnaf hikayecilersiniz diyordu



istasyon şefi bize. Aslında ben memeur ya da esnaf olarak nitelendirilmek



istemiyordum biz sanatçıydık. Ayrıcalı bir durumda olmalıydık. Ne var ki



ayran, elma ve sucuk-ekmek satıcılarının uyanık olduğu gecelerde birbirimizi



iterek yolculara mallarımızı beğendirmeye çalışırken `ayrıcal bir durumda'



olduğumuz söylenemezdi. Biz de öteki satıcılar kadar bağırıyorduk malımızı



satmak için. Tabii genç yahudinin pek sesi çıkmıyordu genç kadın da yiyecek



satıcılarıyla perona inen yolcular arasında sıkışıp kalıyordu. Zaten satacak



çok malımız da yoktu. İstasyon şefinin köhne daktilosunda her hikayeden ancak



bir iki kopya çıkarabiliyorduk. Son kopyalar da oldukça silikti, bunlara pek



alıcı bulamıyorduk. Hikayeler bir iki kere satılmadı mı eskiyor, onlara



müşteri bulmak güçleşiyordu. Çünkü güncel konuları işleyen hikayeler



yazıyorduk ve bir iki günlük modası geömiş hikayeleri uzattığımız zaman



yolcular yüzlerini buruşturarak, 'Bunları biliyoruz, yeni şeyler yok mu? '



diyerek bayat hikayelerimizi suratımıza fırlatıyorlardı. O zaman da elma ve



ayran satıcılarına kaptırıyorduk sıramızı.







Başka güçlüklerimiz de vardı: tren her zaman bizim kulübelerin önünde



durmuyordu. Birinci perona çoğu zaman yük vagonlarını yaklaştırıyordu



isatsyon şefi. Bu yüzden ekspres, ikinci hatta, üçüncü perona (bunlara `peron'



denirse) yanaşmak zorunda kalıyordu. Yiyecek satıcıları bu durumu daha önceden



öğrendikleri için, treni oralarda bekliyorlardı. Biz hep son dakikada



uyandığımız için, uyku sersemi çoğu kere önceyük vagonlarına çarpıyorduk



telaşla. Sonra vagonların çevresini dolaşmak, rayların arasından gece



karanlığında dikkatlice geçmek gerekiyordu. Trenin durduğu yer de iyi



aydınlatılmıyordu. Özellikle bu, bizim için çok önemliydi: Küçük hasır



sepetler içinde tomarlar halinde duran hikayelerimiz, hemen satılmıyordu. Her



yolcu tomarları (genellikle hırpalayarak) açıyor, hiç olmazsa sayfalara bir



göz atıyordu. Karanlık işimizi zorlaştırıyordu. Satırları iyi görmedikleri



için baştan savma bir göz gezdirdikten sonra geri veriyorlardı.







Satışlar iyi gitmiyordu. Savaş yıllarıydı. Ekmek bile pahalıydı. Ayrıca,



sık sık karartma yapılıyor, istasyonun ölgün ışıkları eserlerimizi büsbütün



aydınlatmaz oluyordu. Böyle gecelerde çalışmak da anlamsızlaşıyordu. Kara



perdelerini sıkı sıkıya örttüğümüz pencerelerimizin gerisinde, mavi kağıtlara



sardığımız lambaların donuk ışığında, satılıp satılmayacağı belirsiz kısa



hikayelerimizi yazmaya çalışıyorduk. Allahtan, aldıkları malı doğru dürüst



incelemden, üstelik iki misli para vererek kapışan yataklı vagon yolcuları



vardı. Bunlar yemeklerini yemekli vagonda yedikleri için bizim pis



ayrancılara, elmacılara ve sucuk-ekmekçilere (özellikle onlara) aldırmazlardı.



Ülkede taze olarak hikaye satılan tek istasyon olduğu için bizim ünümüzü de



duymuşlardı. Onlara her zaman ilk kopyayı ayırırdık, titiz müşterilerdi. Ne



var ki onların da rahat yataklarından kalkmaları kolay değildi. Gene de bir



kolayını bulmuştuk: Yataklı vagon memurlarına bşrkaç kuruş vererek yolcuları



bizim istasyonda uyandırmalarını sağlıyorduk. (Ayrıca her gelişlerinde bedava



birer hikaye alıyorlardı bizden. Okuduklarını pek sanmıyorum. Herhalde elden



düşme satıyorlardı) . Yataklı vagon yolcuları da olmasa halimiz haraptı.



Bunlardan bazılarıylailişkiler de kurmuştuk. Acıklı durumumuzu bildikleri



için, onları geçirmeğe gelen dostlarının getirdikleri pasta, kurabiye gibi



yiyecekleri bize de verdikleri olurdu. Genellikle geceleri çalıştığımız için



çok acıkıyorduk. Hikayeleri geceleri yazıyor, geceleri temize çekiyor,



geceleri satmaya çalışıyorduk. Ekspres uzaklaştıktan sonra yorgun argın



istasyon binasına döner bekleme odasında, yataklı vagon yolcularının



verdikleri kurabiyeleri yerdik. Bazen öteki satıcılar da gelirdi bizimle



birlikte. Ayrancı, satamadığı ayranından ikram ederdi bize nasıl olsa ertesi



sabaha kadar ekşiyecekti ayranı. Bize biraz acıyorlardı galiba. Elmacı da -her



zaman değil- bir elma soyardı bizim için. Biz onlara satamadığımız



hikayelerimizi veremezdik: Hiçbiri okuma yazma bilmiyordu. Sadece



sucuk-ekmekçi bazen hikayelerimizden -hangimizinki olursa olsun- isterdi, son



kopyalardan olmak şartıyla: İnce kağıttan olduğu için sigara sarıyordu



hikayelerimize.







Bazen, neşeli olduğum zamanlar, yani satşlar iyi gitmişse, yiyecek



satıcılarına hikayelerimi okurdun. (Genç kadın buna karşıydı) .



Sucuk-ekmekçiyle elmacı daha ilk satırlarda uyuklamaya başlardı, fakat sonuna



kadar kalırlardı bekleme odasında. (Hikayenin sonuna doğru da uyanırlardı.)



Ayrancı bütün dikkatiyle dinlerdi beni bu ilgi hoşuma giderdi. Elimden



geldiği kadar hikaye kahramanlarının konuşmalarını canlandırmaya çalışırdım



okurken. Sonunda sucuk-ekmekçi başını sallar, kötü günler yaşıyoruz diyerek



içini çekerdi. Olur böyle şeyler derdi elmacı da: İnsan neler görüyor



yaşadıkça. Satıcıların acıklı öykülerini anlatan hikayeler de yazmıştım.



Bunları dinlerken ayrancı bile uyuklardı.







İstasyon şefinin de yazdıklarımıza aldırdığı yoktu: fakat nedense, her



hikayemizden muhakkak bir kopya alır ve bunları özenle dosyalayarak ayrı bir



dolapta saklardı: Yönetmelikler böyle gerekiyormuş. Demiryolları idaresinin



toprakları içinde yazlıldıkları için 248. maddenin kapsamına giriyormuş bizim



durumumuz. Kanun maddelerinden söz edilince ben elimde olmayarak kızardım:



Bizim durumumuzu düzeltecek, bize deistasyon toprakları içinde şerefli bir yer



verecek yasalar yok muydu? Bizi sucuk-ekmek yasalarıyla bir tutan anlayışa her



zaman karşıydım. Gene uzun bir tartışma başlardı: İstasyon şefi dolaplardan



kara kaplı kitaplar indirir, yiyecek satıcıları hakkında Sağlığı Koruma



Yasalarının uygulandığını ileri sürerdi.







Bence durum gittikçe kötüleşiyordu. Genç yahudi gittikçe zayıflıyordu.



Bence gizli bir hastalığı vardı. Onu tedavi ettirecek paramız yoktu.



Demiryolları hastanesi de bizi kabul etmiyordu. Ben kızıyordum istasyon



şefine: Bizi 248. maddenin kapsamına sokarak elimizdn hikayeleri neredeyse



zorla almasını biliyordu. Daha kestirme bir ulaşımı sağlamak için bizim



istasyona uğramayan bir demiryolu yapılacağı söylentileri de dolaşıyordu.



Artık sadece posta trenleri uğrayacaktı buraya.







Üzüntüler içindeydim, üstelik aşık olmuştum. Elbette, üçüncü kulübede



oturan genç kadına aşık olmuştum. Bir gece, bizi tanımayan bir yataklı vagon



memuru onu iterek vagon kapısından dışarı atmıştı. Seyyar satıcıların yataklı



vagona girmesi yasaktı. Genç kadın tozlu yerlere düşmüş, sepeti, hikayeleri



ortalığa saçılmıştı. Onu teselli ettim, saçlarını okşayarak ağlama, dedim.



Peronda ikimizden başka kimse yoktu. Öteki satıcılar çabuk satmışlardı



mallarını, hemen ayrılmışlardı istasyondan son zamanlarda onlarla aramız iyi



değildi: Yataklı vagonlara kapalı şişelerde, Sağlığı Koruma Yasalarına uygun



olarak hazırlanmı gazoz, saydam kağıtlara sarılmış sucuk-ekmek filan satmak



istiyorlardı. Yataklı vagon memurunu da ayarlamışlardı. Yarabbi, her gün neden



yeni sıkıntılar çıkıyordu? Bu doymak bilmeyen yataklı vagon yolcuları da,



yemekli vagonlarda o kadar yemek yedikten sonra -kim bilir neler yiyorlardı-



geceyarısından sonra gene acıkıyorlardı. Allahtan geçici bir tüzük maddesi



bulmuştuk ve henüz yatklı vagona yaklaşmaya cesaret edemiyorlardı bu yüzden.



Bu münasebetsiz yasa da bir ay sonra yürürlükten kalkıyordu. İkimiz -genç



kadınla ben- gece soğuğunda titreyerek birbirimize sarılmıştık. Bizi bu



kasabaya hangi rüzgar atmıştı? Ne kötü şartlar altında çalışıyorduk. Yiyecek



satıcılarıyla, tren memurlarıyla, açlıkla ve sefaletle uğraşmaktan sanatımızı



doğru dürüst yapamıyorduk. Her şeyden önce doğru dürüst kitabımız bile yoktu.



Kitap almak için büyük şehire gidecek tren paramız bile yoktu. Bu şartlar



altında bizden ne beklenebilirdi? Düşündükçe durumumuzun ümitsizliğini ve



garipliğini daha iyi anlıyordum: Aslında istasyon binasının yanında bize ktu



gibi odalar vermekle demiryolları idaresi hiç de bizim yararımıza



çalışmamıştı. Gündüzleri gürültüyle düdük çalarak geçen trenler yüzünden



sürekli uyuyamıyorduk. Yazdıklarımızın da değeri bilinmiyordu: Geçen



gecelerden birinde genç ve düzgün yüzlü bir yataklı vagon yolcusu, kendisine



daha önce sattığımız hikayelerin bir kısmını tanınmış bir eleştirmene



gösterdiğini ve bu ünlü yazarın da hikayeleri çok basmakalıp ve modası geçmiş



bulduğunu söylemişti. Yağmur çiseliyordu, sepetteki hikayelerin dış sayfaları



ıslanıyordu. Sonbahardı. İnce ve her tarafı sökülmüş kazağımın içinde



titriyordum. Bu şartlarda daha iyi ne yazabilirdim? Birden genç yataklı vagon



yolcusuna sinirlenerek buz gibi bir sesle, isterseniz geri verin hikayeleri,



paranızı da alın demiştim. Aslında yalan söylüyordum: Cebimde meteliğim yoktu.







Bunları düşünerek dalıp gitmiştim. Çevremin farkında değildim. Tren



uzaklaşmıştı. Birden kollarımın arasında genç kadını gördüm. Bana sokulmuş,



başını göğsüme dayamıştı. Onu öptüm. Hikaye sepetlerimizi koluma taktım,



uzaktan ışıkları görünen istasyonumuza doğru yürüdüm. O gece genç kadınla



üzmitsizliğin ve yalnızlığın verdiği karışık duygular içinde seviştik. Şimdi



bu satırları yazarken, öteki satıcıların, asık suratlı istasyon şefinin ve



rayların arasında sıkışıp kalmış kulubemde yazmış olduğum bir günlük



hikayelerimin ucuz duyarlılığına kapılmış olmaktan korkuyorum. Evet genç



kadını seviyordum, sık sık onun kulübesine giderken yahudinin evinin önünden



geçmek zorunda kalıyordum ve bu durumdan sıkılıyordum. Genç yahudinin de



hastalığı ilerlemişti. Artık her gece, eskisi gibi hikaye satmaya çıkamıyordu



hikayelerinin sayısı da gittikçe azalıyordu. Son günlerde onun hikayelerini de



ben yazmaya başlamıştım. O kadar halsizdi ki bu yardıma bile itiraz



edemiyordu. Kendini iyi hissettiği zamanlar masanın başına geçiyor çok kısa



hikayeler yazıyordu. İstasyon şefi bunları az buluyor ve şimdi



hatırlayamadığım bir yönetmelik maddesine göre, kulübelerimizin kirasını



çıkarmamız için daha çok yazmamız gerektiğini ileri sürüyordu. Yazdığımız



konulara, hatta yazış biçimimize bile karışır olmuştu.







Ben o sıralarda aşk hikayeleri yazmaya başlamıştım. İstasyon şefi,



dedikodulara yol açacağını ileri sürerek bunlara da engel olmak istedi. Onun



bütün hareketlerine boyun eğiyorduk. Buradan atılırsak, böyle içinde yazma



kulübeleri olan başka bir tren istasyonu nereden bulacaktık? Sevgilim,



istasyon şefinin yemeklerini pişirip söküklerini dikiyordu, mesele çıkmasın



diye. İstasyon şefi bizi küçümsüyordu, yanılmıyorsam aslında her zaman



küçümsemişti. Şimdi de demiryollarının sayesinde ekmek yediğimizi ileri



sürerek sadece bu konuda hikaye yazmamızı istiyordu. Kendisini örnek



veriyordu: Hiç istasyon şefi demiryollarının dışında iş yapıyor muydu? Ona boş



yere her gün demiryolları ile ilgili konular bulmanın zorluğunu anlatmaya



çalıştım. Aslında bizim bu işe yanaçmayacağımızı biliyordu. Güç şartlar



altında sürdürmeğe çalıştığımız yaşayışımızda yeni bir endişe kaynağı yaratmak



için üst makamlara aleyhimizde raporlar yazacağını söyleyerek bizi tehdit



ediyordu. Öteki satıcılarla da bozuşmuştuk. Ülkenin bu ıssız köşesinde birkaç



kişiden ibaret küçük topluluğumuzda huzur içinde yaşamayı beceremiyorduk.







İçimin yorulduğunu hissediyordum. Her gece yarısı yarım kalan uykular,



tren düdükleri, anlayışsız ve cahil ya da rahat ve kendini beğenmiş bir



müşteri kalabalığına yeni hikayeler bulma zorunluluğu, hastalığı gittikçe



ağırlaşan genç yahudi ve gittikçe huysuzlaşan istasyon şefimiz.. hangi tarafa



yetişeceğimi bilemiyordum. Sevgilim de yorgun ve bezgindi onun da



hikayelerine yardım etmek zorundaydım.







Düşücemin bulandığını seziyordum. İstasyon dışındaki dünya ile ilişkilerim



gittikçe zayıflıyordu. Günlerin nasıl geçtiğini izleyemiyordum artık.



Hikayelerim için güncel olaylar bulmakta, insanları ve maceraları birbirine



bağlamakta eski becerim kalmamıştı. Önemli olayları bile öğrenemiyordum çoğu



zaman. Evet bazı olayları biliyordum: Savaş bitmişti. Cephelerden akın akın



dönen askerler geçiyordu trenler dolusu. Onlardan kırık dökük bilgiler



toplayarak savaş hikayeleri yazdım bir süre. Bu arada bir çok şeyi



hatırlayamıyordum: Savaş bizim ülkemizde mi geçmişti? Yoksa uzak çöllerde mi



savaşılmıştı? Topraklarımız genişlemiş miydi, daralmış mıydı? Genç yahudi



bitkin gülümsemesiyle karşılık veriyordu bana: Bizim istasyon hep aynı yerde



kaldığına göre, bunların önemi var mıydı? Top sesleri duymadığımıza göre,



savaş hiçbir zaman bizim istasyona yaklaşmamıştı.







Sonra, hikayelerime asık suratla göz gezdiren yataklı vagon yolcularının



yüzlerinden savaş biteli çok olduğunu anladım. Bir yolcu da şehir isimlerinde



önemli yanlışlıklar yapmaya başladığımı söyledi bir gün. Yöneticilerimizin



adlarını da birbirine karıştırıyor ya da unutuyordum. Öyle ya yıllardır insan



adlarını hiç yüksek sesle söylememiştim. İstasyon topluluğumuzda yıllardır



birbirimize seslenmiyorduk. Böyle bir gereği hiç duymamıştık. İstasyonun adı



bile, sadece yan duvara, badananın üstüne yazıldığı için silinip gitmişti,



unutulmuştu. Gereğinde kelimeleri aramak için bir sözlüğümüz bile yoktu. Her



gün yazmak zorunda olduğum hikayelerin dışında kalan kelimeleri



hatırladığımdan da kuşkuluydum. Yiyecek satıcılarıyla konuşmuyorduk. İstasyon



şefi de aksiliğini artık yalnızca hareketleriyle ifade eder olmuştu. Genç



yahudi artık konuşamayacak kadar hastaydı. İstediklerini başıyla işaret ederek



belirtiyordu. Genç kadınla sessizce sevişiyorduk. Bu duruma kısa sürede



alıştım.







Aslında geçen sürelerin kısalığı hakkında kesin bir yargıya varamıyordum.



Alışmaktan başka çarem yoktu bu duruma. Artık çok genç değildim. Hikaye



yazmaktan başka bir iş de bilmiyordum. Artık büyük şehire gidemez, kendime



yeni bir hayat kuramazdım. İstasyon dışındaki dünya ile ilişkilerimiz de



gittikçe kendiliğinden azalıyordu. Gazetelerin pahalanması ve artık trenden



başka araçlarla taşınması yüzünden önce güncel olaylarla ilişiğimizi kestik.



Sonra yeni demiryolu hattı açıldı ve ekspres haftada bir gün uğramaya başladı.



Bu benim de işime geliyordu. Artık bir çırpıda biten ve beni telaşla peşinden



koşturan kısa hikayeler yazmak istemiyordum.







Bütün gün odamdan çıkmadan yazıyordum. Yalnız bitişikteki kunduracının



gürültüsü aklımı karıştırıyordu. Çünkü artık genç yahudi yoktu bir süre önce



ölmüştü. Aslında ben yanıma genç kadının taşınmasını istiyordum. Ne var ki



istasyon şefi, ben daha bu isteiğimi belirtmeye fırsat bile bulamadan bir gün



-bir süre önce- kunduracıyla göründü. Adam da hemen yerleşti. Bu dağ başında



onun da işi bizimkinden iyi sayılmazdı. Kunduracıya genç kadının kulübesine



geçmesini teklif etmeyi düşünüyordum. Bu düşüncem de sanırım çok uzun



sürmüştü. Çünkü bir gün onun kulübesine gittiğim zaman, yani ona bu teklifimi



bildirmek için.. neyse biraz aklım karıştı. Fakat şöyle olmuştu: Yani genç



kadın bir süre önce gitmişti. Evet kulübesi boştu. Benim uzun hikayelerimden



birini yeni bitirdiğim ve uyuyakaldığım bir gece, trene binip gitmişti. O



günlerde kafam daha da karışıktı. Bu uzun hikayelerim nedense hiç satmıyordu.



Ben de haftada bir satış yaptığım için galiba biraz fazla istiyordum.



Hikayelerin de açık ve seçik olduğu söylenemezdi. Günlerimi yarı aç yarı tok



geçiriyordum. Bir gün -yani bir süre sonra- bir yolcu daha önce -bir süre



önce- kendisine satmış olduğum hikaye hakkında ağır eleştirilerde bulundu.



Sayfa numaraları da karışıktı. Ben de ona bir haftadır aç olduğumu söyledim.



Hayır söylemedim. Bunu başka bir yolcuya -bir süre sonra- söyledim. Bir süre



önceki yolcuya her şeyi bilerek yaptığımı anlatmaya çalıştım. Birçok şeyi



unutuyordum.Fakat eleştiriler konusunda hassastım. Böyle zamanlarda, bir de



çok endişelendiğim zamanlarda eski canlılığımı buluyordum. Sonra kaybediyordum



-bir süre sonra. İstasyon şefi beni atacağını, artık bir işe yaramadığımı



söylediği zamanlar endişeleniyordum mesela. Oysa, pek alıcı bulamamakla



birlikte, daha iyi hikayeler yazdığımı sanıyordum. Kundura tamircisi de



dünyada olup bitenler hakkında bir şeyler anlatıyordu. Bunların neler olduğunu



şimdi tam olarak hatırladığımı sanmıyorum. Fakat karışık ve akıl erdiremediğim



bir dünyayı anlatıyordu tamirci. Ona okumağa çalıştığım hikayelerimi de



dinlemiyordu. Oysa ben onların gittikçe ifade edilmesi güç bir açıdan gittikçe



daha büyük değer taşıdığını seziyordum. Bunu tamirciye anlatamıyordum. Çünkü



gitmişti, beni yalnız bırakmıştı. Son konuşmamızdan sonra -bir süre sonra



tabii- istasyondan ayrılmıştı.







Bu, son yazdığım hikayelerden biri. Bunun gibi daha birçok hikaye birikti.



Hikayelerimin hepsi kafamda. Hepsini çok iyi hatırlıyorum. Henüz hhepsini



yazmış olmayabilir. Şimdi bazı geceler, eski alışkanlığımla, gece yarısı



uyanıyor ve bu yeni hikayelerimi sepetime -ya da genç kadının sepetine, ya da



şimdi ölmüş bulunan genç yahudinin sepetine- özenle yerleştiriyorum,



demiryoluna çıkıyorum. Artık tren geçmiyor buradan. Son günlerde istasyon



şefini nedense ortalarda göremiyorum. İzinli olduğunu sanıyorum -çünkü



yıllardır hiç tatil yapmamıştı. Onun elbiseleri de şimdi benim üzerimde.



Giderken yerine beni bırakmış olmalı. Trenler de nedense uğramıyor. Neyse,



bunlar önemsiz ayrıntılar.







Korkuyorum, çünkü buradan gitmek istiyorum. Bakkal daha veresiyeyi



kesmedi. Fakat bu durum artık bir süre daha bile süremez. Bakklandan utandığım



için soramadım, bir zamanlar -bir süre önce- aynı çekingenlik yüzünden kundura



tamircisine de soramamıştım: Bir mektup yazmak istiyordum, ama adres



bilmiyordum. Yani hiçbir adres bilmiyordum. Bana inanmazlardı, bunun için



utanıyordum. Bana herhangi bir adres söyler misiniz? diyemezdim. Oysa herhangi



bir adres yeterliydi benim için. Bir zorluk daha vardı o zamanlar. Şimdi de



var -yani bir süre geçtiği halde- kendi adresimi de bu mektupta yazmak sorunu



beni düşündürüyor. Bu hikayemi, ekspres ya da posta treni artık -belki de



sadece belirli bir süre için- geçmediği halde, bir yolunu bularak



okuyucularıma -artık müşterim kalmadı- iletebilsem bile, nerede bulunduğumu



nasıl anlatacağım? Bu sorun da beni düşündürüyor. Ama gene de ona yazmak, hep



onun için yazmak, ona durmadan anlatmak, nerde olduğumu bildirmek istiyorum.







Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?



Ayrıca Tutunamayanlarda bi soz var ki muthis:'İntihar edenlere toren yapılmaz,böyle intikamcı Tanrı'ya tapılmaz! ! '







Oğuz Atay...Tutunamayanları yeni okuyorum ama gercekten hayatımda Tutunamayanlar oncesi ve sonrası diye donemler olacak heralde.Oguz Atay'ın r ederek oldugunu duymustum oysaki beynindeki bi ur nedeniyleymiş.Eger r etseydi o benim ilahım olurdu heralde,ama olsun ben ona boyle de asıgım.Onun yapmadıgı seyi yapıp yakında ben r edecegim heralde [img]/images/smilies/smile.gif[/img]







İronik anlatım diliyle mükemmel bir doğu batı tahlilcisidir Atay. Gerek Tutunamayanlar'da gerekse Tehlikeli Oyunlar'daki kahramanlarını düşünmek dünyasından seçmiştir.







Tehlikeli Oyunlar'da en sevdiğim şahsiyet Albayım olmakla birlikte, Hikmet'in sevimli sevgilisi Bilge'nin de yeniden yorumlanması gerektiği kanısındayım. Sevgi'nin bulaşık yıkatması da cabasıdır. İlgiye şayandır Atay







tutunamayanlar....



genç yaşta bir ölüm....







Bir kitap okudum hayatım değişti dedirten üstat. (Oğuz Atay-TUTUNAMIYANLAR)







tutup bütün anormal zannettiğim hayallerimi, hislerimi, düşüncelerimi belgelesem -ki 'yazın' güzel sanattır- bu adamınki kadar tutmazdı yine..ama fena da olmazdı hani...







Kaynak:Antropoloji

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


OĞUZ ATAY sizce ne demek, OĞUZ ATAY size neyi çağrıştırıyor?

Serbest Kürsü ve Sözlük OĞUZ ATAY sizce ne demek, OĞUZ ATAY size neyi çağrıştırıyor? Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız * Sek ve sert bir kahve..Bile bile r. en büyük yazarlar döneminde anlaşılamayanlar olmuştur hep..Tutunamayanlar'ı bastıracak yayınevi bulamamış zamanında. Demiryolu Hikayecileri / Oğuz Atay Ülkenin büyük şehirlere uzak bir dağbaşı kasabasında, bir demiryolu istasyonunda çalışan üç hikayeciydik. İstasyon binasına bitişik ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Sözlük telkin cd indir izle İstanbul Sözlük nerededir kimdir Sözlük çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Sözlük hipnoz Sözlük olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Sözlük hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Sözlük kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 10:50 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.