Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Sözlük

Uyarılar

Sözlük Nedir,Kimdir,İngilizcesi,Türkçesi,Nerededir,Hayatı,Anlamı,neden,sadece,anlamı,kullanımı,çeşitleri türkçe sözlük, sesli sözlük, ingilizce sözlük, türkce sözlük, almanca sözlük, moonstar sözlük, eng sözlük, fransızca sözlük, turkçe sözlük, tükçe sözlük, sözlük türkce, sözlük türkçe, hollandaca sözlük, pratik sözlük, türçe sözlük, rusça sözlük, redhouse sözlük, inglizce sözlük, sözlük almanca, turkce sözlük, rusca sözlük, ingilzce sözlük, babylon sözlük, bedava sözlük, sözlük sesli, mtu sözlük, sözlük indir, çeviri sözlük, teknik sözlük, italyanca sözlük ispanyolca sözlük, zargan sözlük, sözlük indirme, fransizca sözlük, dil sözlük, yunanca sözlük, japonca sözlük

UĞUR ÖZAKINCI sizce ne demek, UĞUR ÖZAKINCI size neyi çağrıştırıyor?

Serbest Kürsü ve Sözlük UĞUR ÖZAKINCI sizce ne demek, UĞUR ÖZAKINCI size neyi çağrıştırıyor? Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız * ilk kez bugün okudum ve tarzı çok hoşuma gitti aradığımı buldum galiba gerçektende etkileyici ikinci şiir / Uğur Özakıncı son tren gardan çıkıp kenti baştan başa böldü. içimde bir lunapark ışıklarını yaktı. bir düğüm kendini çözdü. saat o saatti ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Sözlük telkin cd indir izle İstanbul Sözlük nerededir kimdir Sözlük çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Sözlük hipnoz Sözlük olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Sözlük hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Sözlük kuantum düşünce kitap haberi

UĞUR ÖZAKINCI sizce ne demek, UĞUR ÖZAKINCI size neyi çağrıştırıyor?

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 07-01-2009, 04:35 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart UĞUR ÖZAKINCI sizce ne demek, UĞUR ÖZAKINCI size neyi çağrıştırıyor?

*



ilk kez bugün okudum ve tarzı çok hoşuma gitti



aradığımı buldum galiba gerçektende etkileyici







ikinci şiir / Uğur Özakıncı







son tren gardan çıkıp kenti baştan başa böldü. içimde bir lunapark ışıklarını yaktı. bir düğüm kendini çözdü. saat o saatti işte masamın üzerinde ay damlaları. hangi sözcüğün ırzına geçsem cümleler biraz daha piçti. ve koskoca bir hiçti kütüphanelerdeki mantık kitapları.







aşk dediğin mayın gibi patlar öğret bunu çocuklarına. böyle şarapnel şarapnel kanatır adamı hesapsız her yürek. mesela sen en uslu uykularda filizlerken kendini oralarda. bir anarşist öldürülebilir buralarda sırtından sözcüklenerek.







hangi sözcüğü çıkarsam artık kınından. nişangahında gez göz arpacıksın. açtırırsan kurumuş su yollarımda birkaç çiçeği artık sen açtırırsın. iki dudak arasında her an okunacak bir idam fermanı, cenaze namazlarında yazılmış bir yakın tarih kitabının son sayfası, panzer tekerleklerine sıkışmış bir ayakkabının hüzne çözülmüş bağcığı, gibi çözülmüş, gibi kırılmış, gibi acıtılmışız. doğarsa en serin şafaklarda doğar bizim kızlarımız. ve artık biz ağlarsak bir tek aşka ağlarız.







belediye zabıtalarının sokak köpeklerini itlaf ettiği saatlerde ben, aşkı böyle hep siyah mürekkeplerle yazdım. bütün harflerini tükettim anadilimin bir tek sözcük için. soldan sağa yukardan aşağı üç harfli bir bulmaca için, bin harfli bulmacalarını çözdüm gözlerinin. senin kıblene dönükse bütün seccadelerim artık, yazanlar küçük harflerle yazmışlar demektir bizi bir kez. ve hiçbir satırbaşı artık bizi böyle kabul etmez.







birinci kapı / Uğur Özakıncı







beni, iki buçuk yıl boyunca sürgün cezamı çekeceğim güneydoğunun en uç kasabasına götüren otobüs, bir benzin istasyonunda mola vermişti. yaklaşık dört saattir otobüsün arka sıralarından birindeki koltuğumda, zaman zaman elimdeki kitapla, zaman zaman da otobüs penceresinden akıp giden dış dünyayla oyalanıyordum.







beş buçuk yıllık bir hapishane hayatından sonra bedenim oldukça yorgun düşmüş ve iyice dayanıksızlaşmıştı. onca saat bir koltuğa çakılı olarak yolculuk yapmaktan, bütün kaslarım uyuşmuştu.







otobüsün şoförü koltuğundan inerken, muavin " on beş dakika buradayız sayın yolcularımız. çay ve ihtiyaç molası diye bağırınca, sırt çantamı alıp benzin istasyonunun harap tuvaletine yöneldim. elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmek, bir şeyler içip biraz dinlenmek istiyordum.







tuvaletin bulunduğu döküntü barakanın tek bir kapısı vardı. içeriye girmek için kapıyı ne kadar ittimse de açamadım. aralık olmasına rağmen içerdeki bir şeyin, kapının açılmasını engellediğini fark ettim. dışarı çıkıp tuvalet camının altındaki varilin üzerine sıçrayarak içeriye baktığımda ürktüm. geniş bir kan birikintisinin ortasında yüzükoyun bir adam yatıyordu. dönüp kapıyı iyice zorlayarak açmayı başardım. gözüme ilk çarpan şey, adamın sağ elindeki jiletin parlaması oldu.







çantasının üzerine devrilmiş öbür eliyle bir kağıt parçası tutuyordu. kağıdı dikkatle aldım. düzgün bir el yazısıyla yazılmış ve "hiç kimseye..." diye başlayan bir mektuptu.







adamın üzerinde benimkine çok benzeyen siyah, deri bir ceket vardı. yer yer beyazlaşmış saçlarından ve yatarken bile belli olan yıkık omuzlarından, kırklı yaşlarında olduğu ortadaydı.







bileğinden sızan ve incecik bir yol çizerek tuvalet deliğine akan kan iyice pıhtılaşmış, koyu ve kirli bir renge dönüşmüştü. keskin sidik kokusuna karışan kan kokusu içimi bulandırmaya başlamıştı. ürkeklik ve kararsızlık arasında eğilip, adamın yüzünü kendime çevirdim. şehirli bir yüzü vardı. kırışık teni buz gibi soğuk, yeşil ve donuk gözleri korkunç bir şey görmüş gibi açıktı.







tuvaletten çıkıp muslukların olduğu köşeye yaslandım, adamın elinden aldığım buruşuk kağıdı açtım. daha ilk satırdaki "hiç kimseye" sözcüğü beni heyecanlandırdı:







"...kendimi hiçbir yere, hiçbir vatana ve hiçbir bayrağa ait hissetmiyorum artık. bir yere varmak değil, sadece gitmek duygusu çekiyor beni. ana avrat dümdüz çekip gitmek bu öldürgen hayattan..."







ilk kez gerçek bir r mektubu okuyor olmamın heyecanıyla titredim. sıradan bir mektup değildi. bir hesaplaşmanın, suçlamanın ve iç kırılganlığının bu ağırlaşmış sözcüklerini okudukça kalbim acıyordu. sanki direnebildiği kadar direnmiş, sonunda yenilmiş, işgal edilmiş, yağmalanmış ve onuru kırılmış bir ülkenin sokakları konuşuyordu satırlarda:







"...buz üstüne yazılar yazdım. camların buğusuna, denizin kumsalına, alnımı yalayan rüzgara. buz eriyecek, cam silinecek, kumsal yıkanacak ve rüzgar duracak da olsa buzun ömrü, buğunun direnci, kumsalın büyüsü ve rüzgarın hızı kadar yaşayabilmek içindi. bu yüzden her söze esirgeyen ve bağışlayan aşkın adıyla başladım. belki de bu yüzden hiçbir kadın bağışlamadı beni. hiçbir çocuk babalığımı, hiçbir baba çocukluğumu kabul etmedi.







kendi kendimin kadını, erkeği, çocuğu ve babası olmayı kendi kendimi doğurup her sabah, ruhumu en yüksek uçurumlardan atmayı öğrendim. kendi ateşimle ısıtmayı kalbimi ve cinayetler gibi susmayı..."







ben mektuba dalmışken, tuvalete gelen başkaları manzarayı görüp ortalığı çoktan velveleye vermişti. benzin istasyonunun pompacılarından biri diğerine, adamı sanki daha önce görmüş gibi hissettiğini anlatıyordu. benzin istasyonunun kahvehanesinde çaycılık yaptığını sonradan öğrendiğim kıvırcık saçlı ve yüzünü kızıl ergenlik sivilceleri kaplamış olan genç çocuk donakalmıştı. bir süre sonra "o bir şairdi" dedi, fısıldayarak. "şair miydi" diye şaşkınlıkla sordu kısa boylu pompacı. "evet şairdi...." diye onayladı çaycı genç. "..bir saat önce burada mola veren otobüsün yolcusuydu. birkaç bardak çay içti. bana birkaç şiirini vermişti. çok kısa bir zamanda sohbet bile etmiştik. güzel ama umutsuz konuşuyordu hep. otobüs muavini moladan sonra bir yolcu eksik diye çok aradı onu. bulamayınca gazladılar."







adamın yüzükoyun uzanmış cesedine bakan herkesin yüzünde farklı bir ifade vardı. kimileri acıyan, kimileri sorgulayan, kimileri anlamaz gözlerle bakıyordu. ama ortak duygu şaşkınlıktı.







yıllar önce "her rın arkasında mutlaka bir soru kalır" demişti çok eski bir arkadaşım. oysa bu rın arkasında sadece cevap vardı. ve o cevabın bütün harfleri, elimde tuttuğum mektubun satırlarında sözcük sözcük yürüyordu.:







"...kimliksiz dolaşmanın bedelini her şekilde ödedim. hiçbir kimlik kontrolünden geçemedim. oysa benim bedenimden dokuz kalibrelik mermiler geçti. benim ruhumdan yangınlar geçti. aklımdan sorular, sesimden sesler, sözümden sözler geçti. yüzünü yüzümde unuttu hüzün.







rüyalarımda, elleri sopalı bir yığın adam, neresi olduğunu bilmediğim bir şehir meydanında, serçeleri döverdi hep ve acırdı ağzım her ölü kuşa bir isim koymaktan.







belki de bu yüzden ben bütün uykularımdan hep nihavent makamında uyanırdım.







selvi ağaçları gibi yaşlanmaktan bıktım. bir mezarlıktan bir başka mezarlığa taşıdım hayatı ve toprak, yaşamak istediği için linç edilenlerin sesini çürütüyordu.







bütün denizlerde boğuldum. bütün ateşlerde yandım. bütün akıl hastanelerinde yattım. dur durak bilmeyen bir kaşif gibi, uzun yollar boyunca yorgun ve terli, suskun ve bilge, aykırı ve sıradan, ölümcül ve doğurgan aşkla tutkuyu, sadakatle ihaneti, hayatla ölümü, alçaklıkla erdemi, namusla namussuzluğu, yalanla doğruyu hep bir arada gördüm. işte bu yüzden, ne zaman sevişmek gelse aklıma, içime kan parçaları tükürdüm ve sonunda kendimi çaldım tanrıdan.







çakmak taşları gibi sözcükleri çarpa çarpa, belki yakacağım bu mektubu da...







hangi aynaya baksam, en usta aynacıların döktüğü bütün sırları deliyor suretim ve artık hiçbir şiire inanmıyorum. hiçbir yerden geliyorum ben ve hiçbir yere gidiyorum..."







sarsılmış ve öylece kalakalmıştım. iyice çürümekte olan kan kokusu, önce tuvaletteki her kokuya karışıyor, sonra dalga dalga burun deliklerimden girip genzimi yakıyordu.







jandarmalarla gelen hükümet tabibi cesedi uzun uzun inceledi. çantasından çıkardığı basılı formların nokta nokta bırakılmış boşluklarını elde ettiği verilerle dikkatlice doldurdu.







benden başka hiç kimsenin bilmediği mektubu çantama attım. ceset, bir kamyonetin arkasına yüklenip kasabaya yollanırken, adamın yüzüne bir kez daha baktım. ne kadar da bana benziyordu.







jandarma minibüsüne doldurarak, ifade vermek üzere hepimizi jandarma karakoluna getirdiler. aklım fikrim adamın çantasındaydı. ortalık karışmadan önce, mektup gibi çantayı da apartabilirdim. bunu yapmadığım için kendime çok kızdım.







karakolun koridorunda kendimi en sonlara attım. böylece gözden uzak olabilir, en azından sıra bana geldiğinde, jandarma astsubayına çantayla ilgili bir şeyler sorabilir ve belki çantanın içinde neler olduğunu bile görebilirdim.







diğerlerinin ifade verdiği odadaki daktilo aralıksız şakırdıyordu. onun hemen yanındaki odanın kapısı aralıktı ve o aralıktan görebildiğim kadarıyla, jandarma astsubayı bir telefon görüşmesi yapıyordu.







astsubayın oturduğu masada adamın eskimiş kahverengi çantası öylece duruyordu. astsubay telefon ahizesini yerine koyar koymaz fırlayıp odaya daldım. astsubayın şaşkın gözlerine yumuşak bir ifadeyle bakıp "adamın çantasını merak ediyorum..." dedim "...kimmiş, neciymiş, neden öldürmüş kendini. bir ipucu bulabildiniz mi." astsubay meraklılığımdan endişelenmiş bir sesle "bu artık adli bir mesele, bir şey söylemek gereksiz" dedi. en ikna edici ses tonumu takınıp "ama onu ben buldum. bu kadar merak etmeye hakkım olsun artık" dedim gülümseyerek.







astsubayı da gülümsetmeyi başarmıştım. göğsüne yasladığı çantanın kopçalarını açmaya çalışırken "kimliği hakkında merkezden bilgi aldım biraz önce..." dedi "...bir şair olduğu sanılıyor. siyasi nedenlerle sabıkalıymış. bazı yazıları nedeniyle beş buçuk yıl tutuklu kalmış. tahliye olduktan birkaç gün sonra sürgün cezasını çekmek üzere yola çıkmış. bindiği otobüs o benzin istasyonunda mola verdiğinde umutsuzluğa kapılmış olacak ki, tuvalette bileğini kesmiş. ailesi yok. yarın bir tutanakla kimsesizler mezarlığına defnedilir ve bu konuda kapanır."







bir jandarma eri içeriye iki bardak çay bıraktı. topuk selamı verip çıktı. astsubay çantayı açıp ters çevirdi, masaya doğru silkeledi. çantadan masaya birkaç tane sarı saman kağıdı, bir kurşunkalem ve bir paket de jilet düştü.







masaya yaklaştım. astsubayla birlikte, üzerleri yazısız olan kağıtlara baktık. masada duran jilet paketine astsubayla aynı anda uzandık. ama o, paketi benden önce kaptı. "herhalde bunlardan birini kullanmış olmalı" dedi.







jilet paketini astsubayın elinden aldım. "bende kalabilir mi " dedim, heyecanla. "bu imkansız..." dedi "bunların zabıtlara geçirilip teslim edilmesi gerek. hem alt tarafı bir jilet paketi, neden istiyorsunuz."







birkaç saat önce alelacele açılıp, içindeki jiletlerden biri, şairin damarlarındaki kanı fışkırtan paketi teklifsizce cebime attım ve "çünkü ben de şairim" dedim. astsubay küçük bir kahkaha atıp "peki ama..." dedi "...onları tıraş olmak dışında başka bir amaçla kullanmayın lütfen."







içtiğim birkaç bardak çay ve sigaradan sonra, diğerleri gibi benim de ifadem alındı. adım, soyadım, ana adım, baba adım, doğum tarihim, doğum yerim, dinim, tabiyetim, ikamet adresim, mesleğim ve medeni halim sordukları her soru varlığımı kanıtlamaya yarayan birer ipucu gibi, daktilonun şakırdamaları arasında, anlamlı birer cümle olarak kağıda geçiyor ve her şey bir belge halini alıyordu.







ifademi alan esmer ve yüzü sivilceli jandarma çavuşu yüzüme bile bakmadan, nereden geldiğimi ve nereye gideceğimi sordu.







"hiçbir yerden geliyorum..." dedim, cebimdeki jilet paketini avuçlayarak "...ve hiçbir yere gidiyorum."



Canısı bilmiyorlar Uğur abimizi diyordun görmüyorlar...



An'lamak isimli kitabı dün bitirdim, oradan aldığım bir yazıyı da ekleyeyim dedim.



‘İdare et be abi…







Kaderimde göçebelik olsa gerek. Göçmen bir aileden geliyorum, her yıl mutlaka bir evden bir eve taşınmak zorunda kalıyorum, bir yere yerleşmeyi, orada kök salmayı, anlarla büyümeyi, balkonlarımı yaşı yaşıma yakın çiçeklerle donatmayı hiç beceremiyorum. Hem bu yüzden, hem de mülksüzlüğe inandığımdan, benim çok fazla eşyam olmamıştır hiç. Taşındığım her evde ilk uykuma ‘acaba bu evden başka bir eve ne zaman taşınacağım düşüncesiyle dalarım. Çok yuvarlanırım, yosun tutamam bir türlü…



Kaderde böyle göçerlik olunca, nakliyecilerin, su tesisatçılarının, marangozların, boyacıların, temizlikçilerin gediklisi oluyor insan. Kiraladığım her eve taşınır taşınmaz, su tesisatçılarına ilişkin sorunlar ilk tepe binen sorunlar olmuştur hep. Artık kendi tamiratlarımı kendim yapacak kadar zaman oluşturamadığım için de hemen bir usta çağırmak işin en kolay yoludur benim için. Bakarım kartvizit defterime, üzerinde ‘itinalı fenni tesisat yapılır. yazan, artık iyice eprimiş bir kartviziti çıkarıp ararım ustayı. ‘Ne o abi, yine mi taşındın yahu? der ilk söz olarak usta. Sonra atlar gelir yeni adresime…



İşte o andan itibaren, her şey yıllardır nasıl oluyorsa öyle olur. Mesela bir şofben takacaktır usta, ve alt tarafı genel olarak da tesisatı şöyle bir elden geçirecektir. Çantasını açar, takım taklavatını çıkarır, eldivenlerini takar kenevirini, teflonunu hazır eder ve hışımla koyulur işine. Ben çalışma odamda kitaplarımı yerleştirirken, banyodan mutfaktan gelen takır tukurlarla birkaç saat katlanmak zorunda kalırım. Çıkan gürültüler bazen beni endişelendirir ve gözucuyla bizlerim ustayı, o ‘itinalı fenni tesisat çalışmasına bakarım.Ustanın elinde plan falan yoktur. Tesisat nereden nereye ve nasıl döşenmiş bilmemektedir, borular kaç yıllık, dirsekler nerelerde çürümüş merak bile etmez. Tesisatta bir sorunla karşılaşmışsa sorunun olduğu noktadan geriye, Yaradana sığınıp duvarları kıra kıra ilerler sorunun nedenine doğru. Elbette ki bulamaz. Benim şimdiye dek tanıdığım hiçbir ‘itinalı fenni tesisatçı bu yöntemin dışına çıkmadı. Evime gelen her ‘itinalı fenni tesisatçı tesisatı genellikle duman edip bıraktı. Sorunu çözmek yerine, sorunu asla çözülemez hale getirmekle yetindi. Bunlardan bir tanesi taşındığım evlerden birindeki toplam dört adet musluğun üçüne kör tıpa yaparak gitmiş, giderken de ‘bekar adamsın abi, bir musluk, adam olana çok bile demişti. O ustanın kör tıpalarını açtırmak ve tesisatı tekrar kullanabilir bir hale getirmek için, onun ardından iki ayrı ustayı daha çağırıp iki ayrı yevmiye daha vermek zorunda kalmıştım…



Bir defasında, şofbenimi bağlayan bir ustaya ‘Tamamdır abi, gel bak… diye beni banyoya çağırdığında gördüğüm manzara karşısında dilim tutulmuştu. Çünkü şofben, duvarla arasında 45 derecelik bir açıyla banyonun tavanına doğru bakıyordu. ‘Bu ne yahu? Post-modern tesisat mı bu? dediğimdeyse, usta ‘İdare et be abi, spiral boru kalmamış elimde. Demişti pişkin pişkin. Ve elbetteki parasını alıp gitmişti. Sonra ben bir başka ustayı çağırmıştım, onu düzeltsin diye…



Tamam sevgili okuyucu, kısa kesiyorum, ‘Bize ne kardeşim senin ‘itinalı fenni tesisatçılarından.. dediğini duyar gibi oluyorum. Peki ama biz bu ‘İdare et abi… lafını hayatımızın her alanında duymuyor muyuz aslında? Mesela oy verdiğimiz, seçtiğimiz, milletvekili, bakan, hatta başbakan yaptığımız politikacılar Anakaraya taşınmalarından itibaren, seçim vaatlerinin zerresini gerçekleştiremeyince ‘İdare et be abi… demiyorlar mı bize? Tıpkı ‘İtinalı fenni tesisatçılar gibi, birinin duman ettiğini düzeltsin diye bir başkasını çağırmıyor muyuz? Onlar ortalama olarak her dört yılda bir yevmiyelerin cukkalayıp gidiyorlar. Olan bizim ‘tesisatlara olmuyor mu? Kör musluklar çakılmıyor mu ekonomi musluklarımıza? Sonra onları tekrar (en azından) eski haline getirsin diye bir başkasını aramıyor muyuz? Ustalarımızın kartvizitlerinde de ‘İtinalı fenni iç ve dış siyaset yapılır. Yazmıyor mu aslında? Bize kendilerini öyle tanıtmıyorlar mı? ..



‘ İtina, fen ve tesisat



Benim şimdiye kadar tanıdığım ve kartvizitinde ‘İtinalı fenni tesisat yapılır. Yazan hiçbir su tesisatçısı, ‘itina, ‘fen ve ‘tesisat sözcüklerinin anlamını bilmiyordu. Bir keresinde tepemi attıran birini karışma alıp ‘Bak kardeşim! .. demiştim ‘Bak kardeşim, ‘itina yaptığın işe sevgi duymanı, ‘fen yaptığın işi bilgiyle yapmanı, ‘tesisat ise yaptığın işin bir sistemi olduğunu vurgular. Dediğimde adam ‘Abi çok biliyorsan niye çağırdın ki şimdi beni yani? deyip duvarları ha babam de babam kırmaya devam etmişti ta ki, yan dairenin borusunu patlatıp, beni komşumla gırtlak gırtlağa getirene kadar…



Çok ileri gitmiş olmak istemem ama ben şimdiye dek, televizyonlarda, seçim meydanlarında, kıraathanelerde dönenip duran ve kartvizitlerinde ‘İtinalı fenni iç ve dış siyaset yapılır. Yazan hiçbir politikacının da gözlerinde ‘itina, kafasında ‘fen ve icraatlarında ‘tesisata ne yazık ki rastlayamadım…



Şimdi önümde, üzerinde ‘İtinalı Fenni iç ve dış siyaset yapılır. Yazan bir yığın kartvizit var.Kiminin çantasında ‘Amerikan lokma anahtarı kiminin çantasında ‘İngiliz anahtarı telefon başında bekleşiyorlar. Ama biliyorum ki, hangisini çağırırsam çağırayım, gelecek olan, komşumun borusunu patlatıp beni onunla gırtlak gırtlağa getirecek. Sonra da pişkin pişkin yüzüme bakıp ‘İdare et be abi.. lafını, giderayak ABye de söylediler. Ama AB ülkelerinin dilinde böyle bir deyim yoktu…



Yavaş yavaş iş başa düşüyor galiba sevgili okuyucu tulumları giymenin, kolları sıvamanın ve bir takım çantası edinmenin vaktidir…



TAŞ' OLMAK...

‘Dünle beraber gitti cancağzım,ne kadar söz varsa düne ait.Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.



Demiş ya Mevlana şimdi yeni şeyler söylemek lazım cancağzım.Ya da susmak lazım böyle,sözün bittiği yerde,tepeden tırnağa taş keserek…







Sözün bittiği yerde bir kara kadın.Otuzunda var ya da yok.Ağzı burnu cerahatli yaralar içinde.Sineklerin biri kalkmadan ağzının kenarından,biri konuyor Afrikalı kirpiklerine.Kolum kadar kalmış bedeninin üzerinde koskocaman bir kafa,koskocaman,fal taşı gibi iki kara göz,yüz karası bir açlık ve dipsiz bir karanlık içinde bakıyor gözlerimin içine.İki taşın arasında titreye titreye çeltik elleri,bir yaralı kedi gibi kıvrılıp,bırakıyor son nefesini.Utanıyorum kaşık tutan ellerimden.Dalga dalga gelip gırtlağımda düğüm oluyor bütün insanlığım.Yutkunamıyorum.Sadece susabiliyorum işte cancağzım,tepeden tırnağa taş keserek…







Sözün bittiği yerde bir ölü çocuk.Altısında var ya da yok.Onun başlatmadığı bir savaşın ortasında,füzelerin harap ettiği bir enkazdan çıkarılıyor paramparça bedeni.Filistin gözlerinde kirli bir ay yansıması.Öylece bakıyor ölü gözleriyle kalbime.Kardeşinin dişleri sımsıkı kenetli.Ertesi gün için taş dolduruyor ceplerine.Babasının gözleri iki koca buz dağı,babasının elleri Tanrının elleri.Kucaklayıp koyuyor bebeğini lekesiz bir çarşafa.Utanıyorum bu atan kalbimden.Sadece susabiliyorum işte cancağzım,tepeden tırnağa taş keserek…







Sözün bittiği yerde bir delikanlı.Yirmi üçünde var ya da yok.İstemiyor dünyanın iliğine kadar sömürülmesini.Az gelişmiş ülkenin insanları derin bir uykudayken,o ‘Az gelişmiş ülkelerin borçları silinsin! diye bağırıyor sosyete ülkelerin başkanlarına.Silahlanmaya ayrılan bütçeler eğitim için kullanılsın! diye bağırıyor.Nükleer atıklar çevreyi kirletiyor! diye bağırıyor.Afrikadaki aç çocuklar doyurulsun! diye bağırıyor.Sesinden ve kaldırım taşlarından başka silahı yok.Sesi sesime kavuşmadan,Genovalı beyninde patlıyor bir Carrabinier mermisi.Oracıkta duruyor dünya,oracıkta duruyor zaman.Kanın da sesi vardır şairlerden başkası bilmez cayır cayır yakıyor kulaklarımı şakaklarından süzülen kan.O mu ölüyor oracıkta,yoksa ben mi ölüyorum burada meçhul.Sadece susabiliyorum işte cancağzım,tepeden tırnağa taş keserek…







Sözün bittiği yerde öğrenci bir kız.On üçünde var ya da yok.Koltuğunun altında okul çantası,başörtüsünün altına saklanmış saçları ve ana sütü kadar temiz,bembeyaz alnıyla penceremin önünden geçiyor her sabah gibi yine gülümseyerek.ardı sıra güneşler,ardı sıra yelkovan kuşları,ardı sıra üç el silah sesi.Fırlayıp bütün mahalle koşuyoruz caddeye.Namusumuzu temizledim! diye haykırıyor başında karayağız bir delikanlı.Buraya kadarmış ağalar… diyor.…tutturdu okuyacağım diye.İnat etmeyip evlenseydi Kürşat emmimin oğluyla,ben de vurmazdım bacımı…Sonra tutup kaldırım taşına vura vura parçalıyor tabancasını.Uzanıp Doğulu ellerini tutmak istiyorum kızın.Öyle bir su gibi bakıyor ki katiline,nefesimi nefesine,ruhumu ruhuna akıtmak istiyorum gitmesin,göçmesin diye.Bırak abi… diyor berberin kalfası…Öldü galiba…Dişlerimi dişlerimden ayıramıyorum.Sadece susuyorum işte cancağzım,tepeden tırnağa taş keserek…







Sözün bittiği yerde bir şair.Yetmiş birinde var ya da yok.Artık iyice ağırlaşmış bedenini,bir huzurevinden bir başka huzurevine,ruhunda bir kambur gibi taşıyor.Tıpkı şiirleri gibi ‘hain hain ‘bakıyor gözleri fotoğraflardan.Kavga etmediği adam kalmamış ömründe,kimin adını söylesem ‘Çek kuyruğundan… diyor.Kimseyi sevmiyor,kendisini bile.O iflah olmaz hırçınlığını,muhalifliğini kendime benzetiyorum biraz,ya da kendimi ona.Geceleri ayın en gizli olduğu saatlerde,kalkıp küçük küçük taşlar atıyor karanlığa.Deliyim ben … diyor içinden…Deliyim ben…Yolunun sonuna geldiğini hissediyorum.Ölecek bu adam yakında… diyorum kendi kendime…Ölecek bu adam yakında ve kimsenin umurunda değil bu…İyi bir fotoğraf makinesi satın alıyorum,iyi bir ses kayıt cihazı satın alıyorum.Kalkacağım gideceğim ona,yanımda kavgalı olduğu başka şairlerle,fotoğraflarını çekeceğim,sesini kaydedeceğim,kavgalarına tanık olacağım.Hiç anlatmadığı kadar anlatacağım o Datçalı ihtiyarı diğer insanlara.Ama ha bugün,ha yarın erteliyorum.Bir gece rüyama giriyor bütün hırçınlığıyla ‘Nerede kaldın ulan… diye yürüyor üstüme rüyamda…Hani gelecektin,hani söz vermiştin? ..Ter içinde fırlıyorum yataktan.Saat sabahın üçü.Bir sigara yakıyorum.Ayın en gizli olduğu saat.Bomboş gözlerle baktığım bahçemin karanlığına bir taş düşüyor.Bir ses ‘Deliyim ben… diye fısıldıyor odamın içinde! ...Deliyim ben… Sabah olur olmaz koşuyorum gazete bayilerine.Aldığım ilk gazetede kibrit kutusu kadar bir alanda okuyorum öldüğü haberini.Eve dönüp fotoğraf makineme film takıyorum.Ses kayıt cihazını çalıştırıyorum.Ve sadece susabiliyorum…







Dünya soğudu cancağzım.Kalpler soğudu.Dudaklar soğudu.Dört yanımızdan dört nala bir karanlık koşuyor üstümüze.Öyle ağır ve öyle koyu bir karanlık ki,ustura bile kesmez.Bütün ışıkları yaksak bile,her bizimiz birer ışık olmadıkça kar etmez…







Söyle şimdi cancağzım,böyle susup taş kemsek mi daha onurludur,yoksa bir taş olup,Afrikada aç bir kara kadının ellerinde çeltik ufalamak mı? ! Filistinde kardeşi füzelerle vurulmuş bir çocuğun sapanında,İsrail mevzilerine atılmak mı? ! Genovada dünya sömürüsüne direnenlerin avuçlarında,ceplerinde taşınmak mı? ! İstanbulda,bacısını vuran bir delikanlının tabancasını parçalamak mı? ! Ve yalnızlıktan delirmiş bir şairin,öfkeli elleriyle fırlatılmak mı karanlığa? ! ...



Söyle şimdi cancağzım artık susma…!







Uğur Özakıncı







BENİM ADIM 'SU'



Ben güneşin doğduğu yerlerin en serin dağlarından kopup çağıldardım günbatımına doğru.



Eflatun şafaklar yakamozlanırdı üzerimde.Titrerdim…



Her renkten bin renk doğurup yansıtırdım yine size.



Sabahları gecelere,geceleri sabahlara kavuşturup,şarkılar taşırdım dört dilde dört bir yanıma hani o dudaklarınıza takılan,düğünlerde söylediğiniz…







Ben,geçtiğim her yerinizi,dokunduğum her toprağınızı,ıslattığım her yüreğinizi bereketimle kutsardım.



Her yaştan,her dinden,her renkten çocuğunuz benimle yıkanmadı mı yüzyıllardır?



Ağularınız ıbende arıtmadınız mı,günahlarınızı bende temizlemediniz mi? ..







Siz batıya giden yolları benden sorardınız.Yıldızlarınız saçlarını benim şarkımda tarar,hayatın ilk damlasını bende tadardı göbeği yeni kesilmiş kızlarınız.



Bilgeleriniz kıyılarıma oturup kıyısızlığı konuşurlardı sabahlara kadar.Nice çaresizin gözyaşı karıştı tuzuma,ve kellesine ferman çıkarılmış nice yiğidin kanı…







Ben,önüme örülen her duvarı yerle yeksan eder,yönümü değiştirmeye yeltenen her gafili denize dökerdim.



Ben,çatlamış dudaklar için akardım kurumuş yürekler ve tomurcuğa durmuş tohumlar için…







Benim adımın geçmediği tek bir tarih kitabı bulamazsınız.Çünkü bir kıyımda ölülerinizi yıkardınız,öbür kıyımda kılıçlarınızı bir kıyımda köleliğinizi ağlardınız,öbür kıyımda isyanlarınızı bir kıyımda hayatı döllerdiniz,öbür kıyımda ölümü…







Bütün sırlarını bana kusardı yüreği alazlanmış genç kızlarınız ve cepheden bir mektup bekleyen analarınız,gelip bana yanardı hasretlerini.



Ben,tepeden tırnağa susku kesilip dinlerdim…







Benimde ağladığım olmuştur elbet.Ama ben,kimseler görmesin diye,yağmurlarda ağlardım hep.Vakur ve onurluydum.Yağmurlarda yıkanır dolar dolar boşalırdım.Nasıl da armağanlar taşırdım size.Nasıl da hoş görürdüm sizi,bir uçtan bir uca kıpkızıl kan kesilmişken bile…







Zengindim.Çeşit çeşit kayalıklar,en cilvelisinden yosunlar,birbirinden parlak taşlar,ve artık asla göremeyeceğiniz bin çiçekli kökler büyütürdüm içimde.Rengarenk balıklarım vardı.



Her biri ayrı huylu,her biri ayrı dilden,her biri ayrı güzel.



İçimdeki her bir mercanın kıblesi bir diğerinden farklıydı.Ama hepsi benim içimde,hepsi birbiriyle barışık,hepsi birbirine dosttu.Çünkü onlar için benim dışımda hayat yoktu…







Dört yön,yedi iklim,on altı rüzgar ne zamanki konuşur oldu bu zenginliğimi,işte o zaman herkes gibi siz de içime baktınız,içimdeki bütün bu zenginliğin en ücra köşelerine kadar baktınız…







Ve bir gün,bütün ağlarını alıp,bütün zıpkınlarınızı getirip,bütün zehirlerinizi buharlayarak geldiniz kıyılarıma.Baktınız.İçime baktınız.Aylarca baktınız.Yıllarca,yüzyıllarca…







Sonra öle bir daldınız ki içime,zıpkınlarınızla öyle bir daldınız ki içime,allak bullak ettiniz beni.Nereye akacağımı,nasıl akacağımı şaşırdım…







Çığlık çığlığa karıştı bütün balıklarım.Ayaklarınıza dolanan yosunlarımı kılıçlarınızla böldünüz.Peşine düştüğünüz balıklarımın ardından gerip gerip boşalttığınız zıpkınlarınız mercan kayalıklarımda kırıldı.Ama tek bir damla kanamadım…







Sonra tekrar geldiniz.Bu kez sadece oltalarınızla geldiniz,ve hiç gitmediniz…







Zıpkınlarınızın nişanlayamadığı,ağlarınızın dolayamadığı,kılıçlarınızın kesemediği her bir zenginliğimi,oltalarınızla tek tek avladınız…







Oysa bir su,sadece ıslak bir şey olmasının ötesindedir.Bu yüzden hep içi merak edilir ya dibi,kaya aralıkları,yosunlarının arkası,ve en ücra karanlıkları…







Avlayabildiğiniz her balığımın ardından diğerleri birbirine düştü.Öyle ki renklerinin,yüzgeçlerinin,gözlerinin farklı olması bile birbirlerini kızdırmaya yetti.Oysa sizden önce onlar,bütün bu farklılıklarıyla inanılmaz bir zenginlik yarattıklarını biliyorlardı.Sizin avlamayı başaramadıklarınız zaten birbirlerini yedi.Her gün biraz daha fakirleştim.Her sabah biraz daha çaresizleştim.Yalnızlaştım.Duruldum…







Tek bir damla kalana kadar kuruttunuz beni…ama benim adım su! ...







Yorgunum.Güneşin ve yıldızların pek de parlatmadığı bir kayanın dibinde,artık tek bir damlayım.Yağmurları bekliyorum,yeniden birikmek için,kırılmış ve yaralanmış bir toprağı yeniden çiçeklendirmek için,yeniden çağıldayabilmek için,güneşin doğduğu yerlerin en serin dağlarından kopup günbatımına doğru…







Uğur Özakıncı







"Telebiyat"







Edebiyat bir ülkeyi terk ederse, yalnızlık başlar. Suskunluk başlar. Can sıkıntısı başlar. Koy bu cümleleri cebine sevgili okuyucu...



Ben, haftada en az üç gün, internette kitap satışı yapan sitelere göz atarım. Bunların başında da "ideefixe.com" geliyor. Geçenlerde bu sitede bir "banner" dikkatimi çekti. Bu "banner"da, Perihan Mağdenin afili bir fotoğrafının yanında "Başucumda eskiyen kitaplar" başlığı yanıp sönüyordu. "Tık"ladım. Meğer o "banner" Perihan Mağden gibi, Buket Uzunerden Haşmet Babaoğluna, zaman zaman burada sayfa arkadaşlığı yaptığımız Elif Şafaktan Turgay Fişekçiye kadar başka birçok yazarın okuyucuya önerdiği "başucu kitapları"nı içeren bir bölüme çıkıyormuş. Bölümü inceledim. Her yazarı bir kez "tık"ladım. Her yazar kendisine ayrılmış olan bölümde on tane "başucu" kitabı öneriyordu okuyucuya. Önerdikleri kitapları siz de görseniz, siz de benim gibi "vaaay beeee" derdiniz...



Mesela, sitede, (Kendi kaleminden çıktığı aşikar cümlelerle) "İki Genç Kızın Romanı, içinde bulunduğumuz yılın en çok konuşulan ve tabii satan romanlarından biri oldu." biçiminde tanıtılan "canımız ciğerimiz" Perihan ablamız, Dostoyevskiden Nabokova kadar onda on yabancı kitapları önermiş okura. "Yahu kardeşim, bir roman yazarı, kendi romanını bana ‘başucu kitabı olarak öner(e) miyorsa nasıl oluyor da o roman çok satıyor yani? .." diye sormayın, bunun cevabı yok...



Mesela Osman Akınhay, Milan Kunderadan Vedat Türkaliye, onda yedi yabancı kitapları önermiş "başucu kitabı" olarak. Üstelik bu zat–ı muhterem bir yayınevinin başefendisidir...



Mesela, tanıtım yazısında "şu anda çağdaş Türk edebiyatının gözbebeği" şeklinde sırça bir cümleyle tanıtılan Elif Şafak, G. Deleuze – F. Guattariden Tanpınara kadar onda yedi yabancı kitapları önermiş. Bu listenin içinde Elif Şafakın "Pinhan"ı, "Bit Palas"ı ya da "Mahrem"i yok. Demek kendisi bile inanmıyor kendi yazdığı o kitaplarının okur için birer "başucu kitabı" olabileceğine...



Mesela, Aziz Nesinin cümleleriyle "hikmet söyleyen bilge şair" olarak tanıtılan Turgay Fişekçi ise Homerostan Yaşar Kemale kadar onda yedi yabancı kitap önermiş. Ama listesinde kendisine ait tek bir "hikmet söyleyen bilge" kitabı yok...



Ben böyle, ha babam de babam, tıkır da tıkır heyecanla inceledim bu "cool" bu "meşhur" yazarların önerdikleri kitapları. Gördüm ki hiçbiri, kendi yazdığı tek bir kitabı bile "başucu kitabı" olarak öner(e) memiş okura. Söz konusu sitede, kendi bölümlerinde en süslü cümlelerle tanıtılan, "hikmet söyleyen bilge şair"ler ya da "şu anda çağdaş Türk edebiyatının gözbebeği" olan romancılar, ya da "içinde bulunduğumuz yılın en çok konuşulan ve tabii satan romanlarından biri"ni yazan "çok değerli" ve "çok meşhur" ve "en bi" yazar abiler, yazar ablalar, okura "başucu kitabı" olarak önerecek kadar inanmıyorlarsa kendi kitaplarına, ben neden inanayım onlara? ..



Mesela "içinde bulunduğumuz yılın en çok konuşulan ve tabii satan romanlarından biri"ni yazan "canımız" Perihan ablamızın on isimlik "başucu kitabı" listesine (kendisi dahil) tek bir Türk yazar bile girememiş her ne hikmetse. (Onun deyimiyle "dumur oldum" yani) Eh be Elif Şafak, eh be "çağdaş Türk edebiyatının gözbebeği" sen bile okura tek bir kitabını öner(e) memişsin "başucu kitabı" olarak ey "hikmet söyleyen bilge şair" senin tek bir "bilge" kitabın yok mu bana "başucu kitabı olarak önereceğin, haybeye mi yazıyorsun a benim "çağdaş Türk edebiyatının gözbebeği" romancım, a benim "hikmet söyleyen bilge şair"im, a benim "içinde bulunduğumuz yılın en çok konuşulan ve tabii satan romanlarından biri"ni yazan Perihan ablam? ..



Bu "meşhur" bu "hikmet söyleyen" bu "gözbebeği" yazarlarımızın hepsi, yabancı yazarları okura gönül rahatlığıyla önermiş de iş Türk yazarlara gelince, ne şiş yansın ne kebap misali, listeye ömürlerini tamamlamış, çoktan mevta olmuş, herkes tarafından zaten kabul görecek klasik isimler üzerinde uzlaşılmış sanki...



Bu "meşhur" bu "gözbebeği" yazarların bu davranış biçimi bana televoleleri hatırlatıyor. Televolelerde falanca "meşhur" şarkıcıya, en beğendiği başka şarkıcıyı sorduklarında, o falanca "meşhur" şarkıcı hep çoktan hakkın rahmetine kavuşmuş isimleri zikreder ya (!) kendi çağdaşı, kendi "rakibi" hiç yokmuş gibi davranır ya (!) çağdaşlarını onurlandırmayı, "rakip"lerini takdir etmeyi, onları kutsamayı, taçlandırmayı ve yüreklendirmeyi aklının ucundan bile geçirmez ya (!)



Çünkü "biz" "başarı"yı başkalarının "başarısızlığı" üzerinde göstermeyi severiz. "Fener" elensin de "Cim Bom" başarılı gözüksün, "Kartal" bu hafta yenilsin de, "Cim Bom" lider kalsın gibi...



İşte bu yüzden, o "çağdaş Türk edebiyatının gözbebek"leriyle, o "hikmet söyleyen bilge şair"lerle, o "içinde bulunduğumuz yılın en çok konuşulan ve tabii satan romanlarından biri"ni yazan, o "kadınları çorap söküğü gibi söken" o "Batının bize bakamadığı kadar oryantalist" o "çok değerli" ve o "çok meşhur" ve o "en bi" yazar abilerle, ve o "en bi" yazar ablalarla, Türk edebiyatı gittikçe "telebiyat"laşıyor...



Bu yüzden her yazarımız, çok yakında, onda on yabancı yazarları önerecek "başucu kitabı" olarak okurlara. Çünkü edebiyat, "telebiyat"ın girdiği kapıda öldürür kendi ruhunu...



Çıkar şimdi cebindeki cümleleri sevgili okuyucu...







Uğur Özakıncı







İsmet Özel okumayı sevenlerin,edebiyatçı yazar Uğur Özakıncı'yı da okumayı seveceklerini düşünüyorum.



Ölmeden önce zaman gazetesinde yazıları yayınlanıyormuş.



Özgün bir anlatımı var ve oldukça ironik...







An'lamak



Aşkın Z'si, Siyah/Hiçliğin ve Mülkiyetsizliğin Öyküleri



Ben Bir Kiralık Katilim



Yarın Çok Geç Olabilir Sevgilim adlı kitapları varmış.







An'lamak,Uğur Özakıncının zaman gazetesindeki yazılarını biraraya getiren bir kitapmış.



Ayna Tutan Çocuk isimli bir senaryo ile sinemaya yönelmiş.







12 eylül döneminde 6 yıl cezaevinde kalmış.







Reklam sekteründe çalışıyormuş...2004 mayısında, bağırsak kanserinden 44 yaşında ölmüş[img]/images/smilies/frown.gif[/img]







İşte sizlere U. Özakıncı şiirlerinden bir kaç alıntı...

Oysa Bu Benim Son Hayatımdı







benim kandırılmalarım biraz farklıydı anlamazsınız



mesela ben büyük şeylere inanırdım büyük denizlere



büyük aşklara büyük ayrılıklara büyük ölümlere



ve iki kere ikinin asla dört etmediğine



başka yollardan giderdim varacağım yerlere



en çok aşksız sevişmelerinize yanardım



ve dudaklarınıza kondurduğunuz şıkıdım türkülere



kireç söndürürdüm karpit lambası altında kitap okurdum



kireç söndürmeyi karpit lambasını siz anlamazsınız



anlasaydınız zaten uslu bir çocuk olmazdınız



amerikan emperyalizmi sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği



çin halk cumhuriyeti demokratik halk iktidarı



marks engels lenin stalin



mao zedung fidel kastro che guevara ve enver hoca



yeni en ideolojik imgeleri gencecik düşlerimin



bir kulağınızdan girer bir kulağınızdan çıkardı



kaşla göz arasında anasını satayım



benim avuçlarımdan güvercinler uçardı



.......................................



...........................







Yarın Çok Geç Olabilir Sevgilim







yarın çok geç olabilir sevgilim



mesela yarın ben ölebilirim



ağır ağır demir alır gibi limanından yaralı bir gemi



kıyısız bir denize açılabilirim



artık ne bir fırtına anlatabilir beni sana



ne de alelacele seviştiğimiz zamanların tehlikesi



yarın kendimi bir yaprak gibi dökebilirim sonbahara



yarın kendimi bu şiir gibi kanatabilirim



............................................



...............................







Uğur Özakıncı



Kaynak:Antropoloji

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


UĞUR ÖZAKINCI sizce ne demek, UĞUR ÖZAKINCI size neyi çağrıştırıyor?

Serbest Kürsü ve Sözlük UĞUR ÖZAKINCI sizce ne demek, UĞUR ÖZAKINCI size neyi çağrıştırıyor? Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız * ilk kez bugün okudum ve tarzı çok hoşuma gitti aradığımı buldum galiba gerçektende etkileyici ikinci şiir / Uğur Özakıncı son tren gardan çıkıp kenti baştan başa böldü. içimde bir lunapark ışıklarını yaktı. bir düğüm kendini çözdü. saat o saatti ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Sözlük telkin cd indir izle İstanbul Sözlük nerededir kimdir Sözlük çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Sözlük hipnoz Sözlük olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Sözlük hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Sözlük kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 08:34 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.