| ||||||||||
|
Serbest Kürsü ve Sözlük EVRİM sizce ne demek, EVRİM size neyi çağrıştırıyor? Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız * BİLİMSEL YÖNTEME GİRİŞ Bilimsel yöntem, dünyanın hassas (yani, güvenilir, uyumlu ve keyfi olmayan) betimlenmesi için bilim adamlarının birlikte ve sürekli çalıştıkları süreçtir. Bir kuramı geliştirirken kişisel ve kültürel inançlarımızın doğal fenomeni hem anlamada, hem de yorumlamada etkilediğini itiraf ederek, ...
ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Sözlük telkin cd indir izle İstanbul Sözlük nerededir kimdir Sözlük çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Sözlük hipnoz Sözlük olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Sözlük hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Sözlük kuantum düşünce kitap haberi
![]() |
![]() ![]() | LinkBack | Seçenekler | Stil |
![]() | #1 (permalink) |
Albay ![]() Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() | ![]() * BİLİMSEL YÖNTEME GİRİŞ Bilimsel yöntem, dünyanın hassas (yani, güvenilir, uyumlu ve keyfi olmayan) betimlenmesi için bilim adamlarının birlikte ve sürekli çalıştıkları süreçtir. Bir kuramı geliştirirken kişisel ve kültürel inançlarımızın doğal fenomeni hem anlamada, hem de yorumlamada etkilediğini itiraf ederek, bu etkileri en aza indirmek için standart usülleri ve kriterleri hedefleriz. Ünlü bir bilginin bir zamanlar söylediği gibi, "Akıllı insanlar (akıllı avukatlar gibi) yanlış görüşler için çok iyi açıklamalarla ortaya çıkabilirler." Özet olarak, bilimsel yöntem, bir önerme veya kuramı test ederken deneycideki önyargı ve eğilimleri en aza indirmeye gayret eder. I - Bilimsel yöntemin dört adımı vardır 1 – Bir fenomen veya bir grup fenomenin gözlem ve tanımı 2 – Fenomenleri açıklayan önermenin formülasyonu. Önerme, fizikte çoğunlukla nedensel bir düzenek veya matematiksel bağıntı şeklini alır. 3 – Önermenin, başka fenomenlerin varlığını öngörmek veya yeni gözlemlerin sonuçlarını nicelikli olarak öngörmek için kullanılması. 4 – Öngörülerin birkaç bağımsız deneyci tarafından deney testlerinin yapılması ve gereği gibi yapılmış deneyler. Eğer deneyler önermeyi desteklerse, önerme artık bir kuram veya doğa yasası olarak kabul edilme durumuna gelebilir (model, kuram, önerme ve yasa için fazlası aşağıda) . Eğer deneyler önermeyi desteklemiyorsa, önerme reddedilmeli veya değiştirilmelidir. Bilimsel yöntemin şimdi verilen tanımlamasındaki anahtar, önerme veya kuramın öngörü gücüdür (kuramdan, verdiğinizden fazlasını alma yeteneği Barrow, 1991) . Çoğunlukla bilimde kuramların kanıtlanamadığı ama sadece çürütüldüğü söylenir. Yeni bir gözlemin veya yeni bir deneyin uzun dayanımlı bir kuramla çelişmesi olasılığı daima vardır. II – Önermelerin test edilmesi Az önce belirtildiği gibi, deneysel testler önermenin ya doğrulanmasına ya da yadsınmasına yol açar. Eğer önermenin öngörüleri deneysel testlerle açık ve tekrar tekrar bağdaşmıyorsa, bilimsel yöntem önermenin yadsınmasını veya değiştirilmesini gerektirir. Ayrıca, bir kuram ne kadar güzel de olsa, eğer onun doğanın geçerli bir tanımı olduğuna inanacaksak, öngörülerinin deney sonuçları ile uyuşması gereklidir. Her deneysel bilimde olduğu gibi fizikte de "deney üstündür" ve farazi öngörülerin deneysel doğrulanması mutlak bir gerekliliktir. Deneyler kuramı doğrudan (örneğin bir partikülün gözlemlenmesi gibi) test edebilir veya matematik ve mantık kullanılarak kuramdan türetilen sonuçlar test edilebilir (yeni partikülün varlığını gerektirecek bir radyoaktif bozunma sürecinin hızı gibi) . Bir deneyin gerekliliğinin aynı zamanda bir kuramın test edilebilirliğini ima ettiğine dikkat edin. Test edilemeyen kuramlar, örneğin gözlemlenebilir sonuçları olmayan (özellikleri kendisini gözlemlenemez yapan partiküller gibi) kuramların bilimsel niteliği yoktur. Uzun süreli dayanıklı bir kuramın öngörüleri yeni deney sonuçları ile uyuşmuyorsa, kuram bir gerçeklik tanımı olmaktan çıkarılabilir, ama sınırlı ölçülebilir parametreler içinde uygulanabilir olmayı sürdürebilir. Örneğin, klasik mekanik yasaları (Newton yasaları) sadece ilgili hızlar ışık hızından çok daha küçük olunca geçerlidirler (cebirsel olarak v/c [[ 1 olunca) . Bu, insan deneyiminin büyük bir kısmının etki alanı olduğundan, klasik mekanik yasalar, teknolojik ve bilimsel problemlerin büyük bir kısmında yaygın, yararlı ve doğrulukla uygulanıyor. Bununla birlikte, v/c oranının küçük olmadığı bir alan gözlemliyoruz. Bu alandaki cisimlerin devinimleri ve "klasik" alandaki devinimler, Einsteinin görecelik kuramı denklemleriyle kesinlikle tanımlanabilir. Deneysel testlerden dolayı, evrenimizi yöneten ilkelerin tanımını görecelik kuramının, önceki "klasik" kurama göre daha genel ve dolayısıyla daha kesin bir şekilde sağladığına inanıyoruz. Ayrıca görecelik denklemlerinin, v/c [[1]] 10-8m) . Bütün uzunluk ölçeklerinde geçerli bir tanımlama kuantum mekaniği denklemleriyle verilir. Deneysel kanıtlar karşısında terk edilmesi gerekmiş kuramlara alışığız. Astronomide gezegen yörüngelerinin dünya merkezli tanımı, bir sıra hem merkezli dairesel gezegen yörüngeleriyle güneşin merkezde olduğu Kopernik Sistemi tarafından yıkılmıştır. Daha sonra, gezegen devinimlerinin ölçümlenmesi, dairesel değil eliptik yörüngelere uygun bulunduğundan bu kuram değiştirilmiş ve gezegen devinimleri hala Newtonun yasalarından türetilebilir bulunmuştu. Deneylerde hata, birkaç kaynaktan gelir. İlk olarak ölçme araçlarının iç hatası vardır. Bu cins hatanın "gerçek" değerden sayısal olarak daha yüksek veya daha düşük bir ölçüm üretme olasılığı olduğundan buna rastgele hata denir. İkinci olarak sonucu bir yönde saptıran rastgele olmayan sistematik bir hata vardır. Hiçbir ölçüm, dolayısıyla hiç bir deney tam anlamıyla kesin olamaz. Aynı zamanda, bilimde hataları tahmin etmenin ve bazen de azaltmanın standart yollarına sahibiz. Böylece belli bir ölçümün hassasiyet derecesine karar vermek ve nicel sonuçları açıklarken ölçüm hatasını bildirmek önemlidir. Hata bildirimsiz bir ölçüm anlamsızdır. Deney ve kuram arasında yapılacak kıyaslama, deneysel hatalar bağlamında yapılır. Bilim adamları, kuramsal öngörüden sonuçların ne kadar standart sapma gösterdiğini sorarlar. Bütün sistemli ve rastgele hata kaynakları gereği gibi tahmin edimiş midir? III – Bilimsel yöntemin uygulanmasında yaygın hatalar Daha önce belirtildiği gibi, bilimsel yöntem, bilim adamının deney sonucundaki yanlılık etkisini en aza indirmeye çabalar. Yani, bir önerme veya kuramı test ederken, bilim adamı bir bir sonucu veya başkasını yeğleyebilir, ve bu yeğlemenin sonucu veya yorumu yanlı kılmaması önemlidir. En birinci hata, deneysel testler yapmaksızın bir önermeyi bir fenomenin açıklaması olarak yanlış anlamaktır. Bazen "sağ duyu" veya "mantık" bizi teste ihtiyaç olmadığına ayartır. Bunun Yunan filozoflardan bugüne sayısız örneği vardır. Başka bir yaygın hata, önermeyi desteklemeyen verileri ihmal etmek veya atmaktır. İdeal olarak deneyci, önermenin doğru veya yanlış olması olasılığına açıktır. Bazen, her nasılsa bir bilim adamı, önermenin doğru (veya yanlış) olduğu hakkında güçlü bir kanıya kapılır veya belirli bir sonuç almaya içten veya dıştan baskı hisseder. Bu durumda, bilim adamının beklentileriyle uyuşan veriler dikkatli kontrol edilmezken, uyuşmayan veriler için de sistemli etkiler gibi "yanlış birşeyi" arama psikolojik eğilimi olabilir. Buradan alınacak ders, bütün verilerin aynı işleme uygulanmasıdır. Başka bir yaygın hata, sistemli hataların (ve tüm hataların) nicel tahminindeki başarısızlıktan oluşur. Deney yapanların yeni bir fenomeni içeren veriyi, sistemli bir geri planı olduğu gerekçesiyle başka anlam verip kaçırdıkları pek çok buluş örneği vardır. Tersine, bulucularının nedenini açıklayamadıkları, sonradan sistemli hata oldukları kanıtlanan pek çok sözde "yeni buluş" örneği de vardır. Etkin deneylerin ve bilimsel topluluk üyeleri arasında açık iletişimin olduğu bir dalda bireysel veya grupsal eğilimler birbirlerini götürürler. Çünkü deneysel testler, eğilimi başka yönde olabilen bilim adamları tarafından tekrarlanmaktadır. Buna ek olarak, farklı deney düzeneklerinin farklı sistemli hata kaynakları vardır. Çeşitli deneysel testleri kapsayan bir dönem (en azından birkaç sene) sonunda hangi deneysel sonuçların süre sınamasına dayandığı üzerinde toplulukta bir uzlaşma oluşur. IV – Önermeler, Modeller, Kuramlar ve Yasalar Fizikte veya diğer bilim düzencelerinde "önerme", "model", "kuram" ve "yasa" kelimeleri, bir grup fenomen hakkındaki bilgi veya onay derecesine göre farklı anlamlara sahiptir. Bir önerme, belirli durumlardaki neden ve etkiyle ilgili sınırlı bir açıklamadır aynı zamanda deneysel çalışma öncesi, belki hatta yeni fenomenlerin öngörülmesi öncesi bilgimizin durumunu verir. Günlük yaşamdan bir örnek alırsak, farz edelim ki arabanız çalışmadı. "Arabam çalışmadı, çünkü aküsü zayıfladı" diyebilirsiniz. Bu sizin ilk önermenizdir. Daha sonra farların açık mı kaldığını, veya kontağı açtığınızda motordan başka bir ses mi geliyor diye kontrol edersiniz. Bilfiil akü kutup başları arasındaki gerilimi kontrol edebilirsiniz. Akünün zayıflamadığını fark ederseniz, başka bir önerme deneyebilirsiniz. ("Şarj dinamosu bozuk" "Bu benim arabam değil.") Model kelimesi, önermenin en azından sınırlı geçerliği bilindiği durumlar için ayrılmıştır.Bunun çok anlatılan bir örneği, atomun Bohr modelidir. Burada güneş sistemine benzetme yapılarak elektronların çekirdek etrafındaki yuvarlak yörüngelerde devinimde olduğu tanımlanır. Bu bir atomun nasıl göründüğünün hassas bir betimlemesi değildir ama model, elektronun en basit örneğinde, hidrjen atomunda, kuantum düzeylerinin enerjilerini (ancak doğru açısal momentumlarını değil) matematiksel olarak gösterilmesini başarır. Başka bir örnek Hook yasasıdır (Hookun prensibi veya Hookun modeli olarak adlandırılmalı) , Şöyle açıklanabilir: bir yaya asılı bir kütle tarafından uygulanan kuvvet, yayın gerildiği miktarla orantılıdır. Bu prensibin sadece küçük miktardaki gerilişler için geçerli olduğunu biliyoruz. "Yasa", yay esneme sınırının ötesinde gerildiğinde (kopabilir) geçersizdir. Bununla beraber bu prensip, basit harmonik devinimin öngörülmesine yol açar ve bir yayın davranışının modeli olarak son derecede geniş uygulama alanıyla da çok yönlü olmuştur. Bir bilimsel kuram veya yasa, tekrarlanmış deneysel testler sonucu onaylanmış bir önermeyi veya bir grup ilgili önermeleri açıklar. Fizikte kuramlar, evrensel uygulanabilirliği yansıtan "doğal yasa"yla özdeşleştirilen birkaç kavram ve denklemle formüle edilirler. Kabul görmüş bilimsel kuram ve yasalar, evreni anlayışımızın bir kısmını ve bilginin daha az anlaşılmış alanlarını araştırmada temel oluştururlar. Kuramlar kolayca terk edilmez yeni buluşların, önce mevcut kuramsal çatıya uyduğu farz edilir. Ancak pek çok deneysel testler sonrasında yeni fenomen uzlaştırılamayınca, bilim adamları kuramı ciddi olarak sorgulamaya ve değiştirmeye girişirler. Bilimsel kuramlara fiziksel dünyanın gerçeklerini temsil etmek olarak eklediğimiz geçerliliğin, "sadece bir kuram" terimiyle kastedilen uyduruk geçersiz kılma ile karşıtlığı gösterilmelidir. Örneğin, "yerçekiminin sadece bir kuram" olmasından dolayı, birinin yüksek bir binadan düşmeyeceği faraziyesiyle atlaması olası değildir. Bilimsel düşünce ve kuramlarda değişiklikler elbette, bazen de dünya görüşümüzde kökten değişiklik yaparak meydana gelmektedir (Kuhn, 1962) . Yine de değişiklik için anahtar güç, bilimsel yöntem ve deneydeki vurgusudur. V – Bilimsel Yöntemin uygulanabilir olmadığı koşullar var mıdır? Bilimsel yöntem, bilimsel bilgiyi geliştirmekte gerekli olduğu gibi, günlük problem-çözümünde de yararlıdır. Telefonunuz çalışmadığında ne yaparsınız? Problem alette midir, ev içindeki kablolamada mı, dışardaki kutuda veya telefon şirketinin işlemlerinde mi? Bu problemi çözmek için içinden geçeceğiniz süreç, bilimsel düşünce içerebilir ve sonuçlar ilk beklentilerinizle çelişebilir. Herhangi iyi bir bilim adamı gibi bilimsel yöntemin uygulanabildiği durumları (bilim dışında) sorgulayabilirsiniz. Yukarda söylenenlerden belirlediğimiz dış faktörleri hesaba katarak veya eleyerek ve incelenen sistemde sınırlı kontrollu değişikliklerden sonra tekrar tekrar test ederek ilgili fenomenin soyutlanabilindiği durumlarda bilimsel yöntemin en iyi çalışan olduğudur. Elbette fenomenin soyutlanamadığı veya ölçümlerin tekrarlanamadığı koşullar vardır. Bu durumlarda, sonuçlar kısmen durumun geçmişine bağlı olabilir. Bu, çoğunlukla insanlar arasındaki toplumsal etkileşimlerde ortaya çıkar. Örneğin bir avukat, bir mahkemede jüri önünde üstüste duruşmayı tekrarlayarak başka yaklaşımlar deneyemez.. Yeni bir duruşmada jüri kompozisyonu farklı olacaktır. Yeni bir dizi tartışmayı dinleyen aynı jürinin, dahi daha önce işittiklerini unutmaları beklenemez. VI – Sonuç Bilimsel yöntem bilimle, pek çok düzeyde modern devrin içine işleyen insanın bilgi edinmesi süreciyle, girift bir şekilde ilişkilidir. Yöntem, tanımlama olarak basit ve mantıklı görünürken, belki de, şeyleri nasıl olup da bilir duruma geldiğimizi bilmekten daha karmaşık bir soru yoktur. Bu girişte, bilimsel yöntemin, sistemli deney yapma gerekliliği yüzünden, bilimi diğer açıklama şekillerinden farklı kılmasını vurguladık. Ayrıca bilimsel bulgulardaki bireysel ve toplumsal eğilimlerin etkisini azaltmak için bilim adamlarınca geliştirilmiş bazı uygulama ve kriterleri de aktardık. VII - Referanslar 1. Wilson, E. Bright. An Introduction to Scientific Research (McGraw-Hill, 1952) . 2. Kuhn, Thomas. The Structure of Scientific Revolutions (Univ. of Chicago Press, 1962) . 3. Barrow, John. Theories of Everything (Oxford Univ. Press, 1991) . [Bu yazı Rochester Üniversitesinden fizik profesörü Frank Wolfs'un http://teacher.nsrl.rochester.edu/phy_labs/AppendixE/AppendixE.htm adresindeki 'Introduction to the Scientific Method' başlıklı yazısının çevirisidir.] .................................................. .................................................. ..... MUTASYON ZARARLIMIDIR? Bu kısa cevaptı. Uzun cevap şudur mutasyonlar nötr (ne zararlı ne de yararlı) olabilirler, çok zararlı ya da çok yararlı olabilirler ve en önemlisi mutasyonların zararlı ya da yararlı olmaları çevreye bağlıdır. Çoğu mutasyon ya nötrdür ya da etkileri çevreye bağlıdır. Gelin bir mutasyonun şartlara bağlı olarak nasıl yararlı ya da zararlı olabileceğini açıklayan bir örneği inceleyelim. İngiliz biberli kelebekleri* iki farklı türdür, açık ve koyu. Sanayi devriminden önce, koyu renkli kelebeklere nadir rastlanıyordu. Sanayi devriminin en kötü yıllarında hava çok isliyken koyu renkli kelebekler daha sık görülmeye başlandı. Geçtiğimiz yıllarda, havanın temizlenmesi için büyük çabalar gösterildiğinden beri, açık renkli kelebekler, koyu renklilerin yerini almaktadır. Bu fenomen ile ilgili olarak H B. D. Kettlewell ünlü makalesinde aşağıdaki açıklamayı önermiştir: Kuşlar en iyi görebildikleri tür kelebekleri yer. Sanayi devriminden önce İngiltere'de, ağaçlar açık renkli likenlerle kaplıydı. Bu durum açık renkli kelebeklerin yararına olmuştu, çünkü ağaçların kabuklarında görülmeleri çok zordu, koyu renkli kelebekler ise kolay görülebiliyordu, kuşlar koyu renklileri yiyorlardı. Sanayi devriminin en yoğun olduğu yıllarda, hava isliydi, bu sebeple ağaç kabukları da is yüzünden koyu idi. Bu sefer koyu kelebekleri görmek zorlaşmıştı, açık renkli kelebekler kolay görünür olmuştu ve kuşlar açık renkli kelebekleri yediler. Netice olarak koyu renkli kelebekler artarken açık renkli kelebekler azalmıştı. Yaratılışçıların eleştirilerine rağmen bu açıklama zamanın sınamasına ayak diredi. Sanayi devriminden önce, açık renkli kelebekleri koyu renkli kelebeklere çeviren mutasyon elverişsiz (zararlı) iken, daha sonraki yıllarda elverişli bir mutasyon haline gelmiştir. Mutasyonların neden yararlı ya da zararlı olmadıklarını anlamak için, mutasyonların ne olduğunu biraz bilmek yararlı olur. Mutasyon, kalıtımı kontrol eden genetik maddedeki bir değişikliktir. Genetik madde kromozomlarda bulunur. Bitkiler ve hayvanlarda her kromozomdan bir çift mevcutken, bakterilerde sadece tek kromozom vardır. Bütün kromozomlardan bir çift ihtiva eden organizmalara diploid, tek kromozom ihtiva edenlere ise haploid denir. Kromozomlar genlere ayrılır, gen bir sıra DNA uzantısıdır, diğer bir deyişle nükleotidler (kısaca A,G,C,T) dizisidir. Genin bulunduğu yere lokus denir (Gen içindeki nükleotidin pozisyonu ile karıştırmayın) . Bir yaratıktan diğerine belirli bir lokusta bulunan DNA diziliminin küçük bir biçimde farklı bulabilirsiniz. Bunlar, bazen karıştırılarak farklı genler olarak nitelense de, çoğunlukla farklı aleller olarak bilinir. Gelin karıştırmamak için farklı aleller diyelim, zaten bu standart terimdir. Eğer hayvan ve bitki popülasyonlarına bakarsak, genlerin %10 ile %20'si arasında birden fazla alel buluruz. Diğer bir deyişle bir popülasyonun tüm üyelerine baktığımızda, belirli bir lokusta %10 ile %20 arası, birden fazla çeşit DNA dizisi görürüz. Bir popülasyonda belirli bir gen için ikiden fazla alel olabilir. Biberli kelebeklerimizin, kelebeğin açık ya da koyu renkli olduğunu belirleyen bir geni vardır. Kelebekler diploid olduklarından tüm genlerden iki tane vardır. Eğer belirli bir genin alelleri aynıysa, kelebek bu gen için homozigotdur, eğer aleleler farklı ise kelebek bu gen için heterozigot'dur. Eğer her iki alel de aynı ise, hangi alelin olduğuna bağlı olarak kelebek açık veya koyu renkli olacaktır. Bazen 'hangi gen' deniyor ama bu, gen ve alel karıştırıldığı için şaşırtıcı olur. Eğer bir kelebek iki farklı alele sahipse, diğer bir deyişle heterozigot ise, kelebeğin rengi hangi alelin baskın olduğuna bağlıdır. Biberli kelebeklerde koyu renk baskındır, yani heterozigot açıktan ziyade koyu olacaktır. Şimdi bir genin nasıl değişebileceğini, yani bir alelin nasıl başka bir alele dönüştüğünü tartışalım. Bu dönüşüme yol açabilecek birkaç yol vardır. Bir nükleotidin yerini başka bir nükleotidin alması halinde nokta mutasyonu elde ederiz. Bir bölüm uç uca takas edilebilir. Bir bölüm kesilip atılabilir. Bir bölüm eklenebilir. Veya tüm gen kopyalanmış olabilir. (Daha fazla bilgi için 'Mutasyonun farklı türleri ve etkileri' bölümüne bakınız.) Bunlardan biri olunca sonuç nedir? Çoğunlukla bu değişimin ya herhangi görünür bir etkisi olmaz ya da ölümcül olur. Protein kodlayan genler uzerinde protein dizisi genetik kod halinde yazilidir. Genetik kod gerekenden fazladır (teknik olarak dejenere denir) yani farklı nükleotid üçlüleri aynı aminoasiti kodlarlar. Bu gerekenden fazlalık dolayısıyla nokta mutasyonunun kodlanan protein üstünde hiç etkisi olmayabilir bu mutasyonlar sessiz mutasyon olarak bilinir. Eğer dizin atılma veya takas sebebi ile değiştirilmişse kodlama dizini (üçlü okuntu) bozulduğundan sonuç olasılıkla ölümcüldür. Bununla beraber bu her zaman geçerli değildir. Çünkü bir şekilde DNA bölümlerini genlerden atan veya genlere ekleyen ve kodlamayı bozmayan süreçler vardır. Diyelim ki bu ne sessiz ne ölümcül olmayan mutasyonlardan biri söz konusu. Sonuç olarak biraz değişik bir protein elde ederiz. Genelde bu yeni proteinin çalışma şekli eskisine çok yakın olur ve tepkimeleri katalize eder. Bazen bu değişimin işlevsel yeteneği değişir ve farklı bir tepkimeyi katalize eder. Bu olduğunda, özgün görevi yerine getiren başka bir protein de olabilir ve bu durumda yeni bir yetenek katmış oluruz. Eğer başka protein olmasaydı, özgün yeteneği kaybetmiş ve yenisi ile yer değiştirmiş olurduk. Enzimlerdeki değişiklikler (tepkimeleri katalize eden proteinler) nadiren ya-hep-ya-hiç önermelerdir. Gen ikileşmesi yeni genler elde etmenin bir yolu olduğu için önemlidir. Gen ikileştiğinde kopyalardan biri değişirken diğeri aynı kalır. Genler, organizmaya zarar vermeden ne kadar değiştirilebileceklerine göre çok fazla değişirler. Temel metabolizmaları ve ikileşme (replikasyon) , yazılma (transkripsiyon) , ve (çeviri) translasyon mekanizmaları gibi bileşenleri kodlayan bazı genleri zarar görmeksizin değiştirmek zordur. Bir organizmadan diğerine bunlarda çok az değişiklik görürüz. Bu çeşit genlere korunmuş genler denir. Net sonuç nedir diye sorabilirsiniz. Bazı mutasyonlar ölümcül ya da çok zararlıdır. Bu mutasyonlar anında elenir. Bazıları sessiz ve önemsizdirler. Bazen bir mutasyon kesinlikle avantajlıdır, bu nadirdir ama olabilir. Sessiz olmayan ve elenmemiş mutasyonların hemen hepsi, ne tamamen avantajlı ne de yıkıcıdır. Mutasyon biraz farklı bir protein üretir, ve hücre ve canlı organizma biraz farklı çalışır. Bir mutasyonun zararlı veya faydalı olması çevreye bağlıdır, ikisi de olabilir. Eğer bunun hakkında düşünürseniz, hayatın şu şekilde işlemesi gereklidir, mutasyonlar (genetik maddedeki değişimler) her zaman oluyor. Ortalama bir insanın 50 ila 100 arası mutasyonu vardır ama yaklaşık 3 tanesi kayda değerdir, fiilen bir proteini değiştirirler. Eğer bu mutasyonlar zararlı olsalardı, yaşam kısa sürede sona ererdi. Çoğu mutasyon düzenli olarak ne zararlı ne de yararlı olmasına rağmen, belirli bir çevre içinde zararlı ya da yararlı olabilir. Çevreler sürekli değişim halindedir ve bir popülasyonun her üyesi, diğerlerinden biraz daha farklı bir çevrede yaşar. Bazı organizmalar yaşar, bazıları yaşamaz. Bazıları ürer, bazıları üremez. Hem yaşayıp, hem üremeyi başaran canlıların genleri aktarılır. Organizmada çevreye göre elverişli olan her farklılık gelişir. Mutasyonların çevreye bir tepki olarak ortaya çıkmadığını anlamak önemlidir, sadece meydana gelirler. Gayet sıklıkla bir mutasyon bir popülasyonda meydana geldikten sonra kaybolur, çünkü organizmanın dölü yoktur veya mutasyonu dölüne aktarması vuku bulmamıştır mutasyonun yararlı olsa bile bu olabilir. Bazen bir mutasyon popülasyon içinde, herhangi bir avantaj sağlamadığı halde şans eseri yerleşebilir bu genetik sürüklenme olarak bilinir. Mutasyonların bir kerelik ortaya çıkmadığının bilinmesi de önemlidir. Nadiren oluşurlar ama bir tür içinde tekrar tekrar olmayı sürdürürler. Mutasyon etki olarak elmadan bir lokma almaktan daha fazlasını ifade eder eğer ilk görüldüğü zaman ortaya çıkmasa bile başka bir şansı olur. ----- *Biberli kelebek: Biston betularia, çeşitli gri tonlarda bulunur. 150 Yıl önce hemen tamamıyla açık gri pullar serpiştirilmiş siyah benekler görünümünde olduğu için biber ekilmiş anlamında biberli kelebek olarak adlandırıldı. PATİKAYOLU@MSN.COM EVRİM TEORİS BİLİM NEDİR (1) Evrim teorisi'ni daha iyi anlayabilmek için öncelikle bazı temel kavramları ve özellikle bilim, teori, hipotez gibi sözcüklerin anlamlarını bilmek faydalı olacaktır. Bilim, gözlenebilir olguları betimleme, olgular ve olgular arasındaki ilişkileri açıklayarak genel ilkelere varma ve bu genel ilkeleri ve genellemeleri tekrar olgulara dönerek test etme, yani dogrulama ve yanlışlama sürecidir. O halde bilimin gerçek amacı, duyumlar ve algılar yolu ile düşünceye ulaşmadır. Daha sonra da duyumlar ve algılar yolu ile elde edilen düşünceler sayesinde nesnel şeylerin ve olguların iç çelişmelerini, çeşitli süreçlerin iç ve dış ilişki ve baglantıları anlayacak, yavaş yavaş ve derece derece bütünsel bilgiye varacaktır. Bilimler alanları, yöntemleri ve sonuçları açısından öncelikle iki grupta toplanırlar: A. Formel Bilimler (Aksiyomatik bilimler - Normatif bilimler - İdeal bilimler – Disiplinler / Matematik, Geometri, Mantık) Konuları insan zihninin doğadan soyutlayarak oluşturduğu ideal, soyut kavramlardır. (Sayılar, geometrik şekiller, akıl ilkeleri vb) Bu nedenle deney yöntemini kullanmazlar. Belli bir kabul edişten (aksiyom) yola çıkarak bu genel doğrudan özel sonuçlar çıkaran bilimlerdir. Tümevarım (dedüksiyon) olarak adlandırılan bu akıl yürütme doğru kabul edişe göre kesinlik kazanır. Ancak aksiyomlar, yani kabul edişler, farklı olursa bu kez varılan sonuçlar da farklı olacaktır. Örneğin Okildesten bu yana kabul edilen ve düzlem koşullarında geçerli olan geometri doğruları bir başka sistem olan uzay geometri için geçerli değildir. Kısaca Formel bilimlerin doğrusu kabul ediş sınırları içinde kesinlik taşırlar. Başka bir kabul ediş sistemi ise yine kendi içinde kesinlik taşımaktadır. Bu açıdan bakıldığında formel bilimler kendi sistemleri içinde doğruluk ve kesinlik taşımaktadır. Ama bu onların önemini azaltmaz. Çünkü ancak formel bilimlerin ölçüler ve tutarlık konusunda vardığı noktadan sonra diğer bilimler mümkün olabilmiştir. Bir başka deyişle formel bilimler diğer bilimlerin olması için gerekli ve zorunludurlar. Formel bilimler pozitif bilimlerin dilidir. Pozitif bilimlerin özünü oluşturan ölçü ancak matematik bilimleri ile mümkündür. Yine bilgilerin kendi içinde tutarlılığı ve sonuçların dile getirilişleri ile doğruluğunun denetlenmesi ancak mantıkla mümkündür. B. Pozitif (Olgusal) Bilimler Konuları sınırları önceden belirlenmiş olan somut varlık alanlarıdır. Evrenin belli özellikleri olan bir bölümünü ele alan bu gruptaki bilimler, soyut kavramlar üzerine araştırma yapmazlar. Deneylenemeyen konuları ele almazlar. Konuları içine giren somut varlık alanlarını incelerken genellikle tümevarım (endüksiyon) yöntemini kullanırlar. Tekil doğrulardan yola çıkarak, genel doğrulara ulaşmaya çalışırlar. Ancak pozitif bilimler bazen (özellikle de insan söz konusu olunca) bilinenden bir tek gerçeklikten yola çıkarak ona benzer olan durum için yargıya varırlar. Yani benzerliklerden hareketle akıl yürütürler. Bu yöntem benzeşim (analoji/andırım) olarak adlandırılır. Tümevarım ve andırım yöntemi ile elde edilen doğru bilgilerden sonradır ki pozitif bilimler, alanları içinde bir genellemeye varırlarsa bundan sonra tek olaylar için dedüksiyon yöntemini uygularlar. Tüm pozitif bilimlerde konularının gerektirdiği farklı özellikleri dikkate almazsak aynı yöntem kullanılır. Bu yöntem deneysel yöntemdir ve dört ana aşamadan oluşur. 1. Varsayım (Hipotez) : Ele alınan konuya ilişkin geçici açıklamalardır. Bu aşamada ileri sürülen sav henüz kanıtlanması gereken bir tezdir. 2. Betimleme: Konunun özelliklerine uygun olarak doğal koşulları içinde izlenmesi, araştırılması, ölçümlenmesi ve nedenlerinin araştırılarak betimlenmesi aşamasıdır. 3. Deneyleme: İncelenen olayın, doğal durumundan soyutlanarak laboratuarda, yapay koşullarda ve bilimcinin denetiminde yinelenerek, etkenlerin ve bunların neden olduğu değişmelerin saptanması aşamasıdır. 4. Sonuç: Yapılan çalışmalardan sonra o konuya ilişkin doğru bilgilerin derlenmesi ve açıklanmasıdır. Bu aşamada iki farklı sonuç çıkabilir. a. Kuram (teori) : Henüz tüm deney ve araştırmaların yapılamadığı veya yapılamayacağı durumlarda, ancak hiçbir yanlış örneğin de bulunmadığı sonuçlardır. İzafiyet, kuantum teorilerinde olduğu gibi b. Yasa (kanun) : İncelen konuya ilişkin tüm deneylerin yapıldığı ve çalışmalar sonunda kesin sonuçların alındığı varılan bilgilerdir. Yerçekimi yasası gibi. Pozitif bilimler ele alıp inceledikleri varlık alanının özelliklerine göre bu temel yöntemi kendi özellerine göre kullanırlar. Bazı bilimlerde laboratuar olanakları sınırlı hatta olanaksız olunca, betimleme çalışmalarına daha da fazla özen gösterilir. Yine bazı bilimlerde bir insan ömrü deneyleri tamamlamaya yetmemektedir. İşte bu gibi durumlarda her bilim kendi koşullarına göre ana çizgiden sapmadan yeni teknikler geliştirerek deneysel yöntemi kullanırlar. Konuların özellikleri yalnızca yöntemi etkilemekle kalmamakta, giderek tüm bir bilime farklı özellikler kazandırmaktadır. İşte bu açıdan bakıldığında pozitif bilimler de kendi içlerinde sınıflara ayrılmaktadır. i) Doğa Bilimleri: Konusu cansız ve canlı doğa (everen) olan bilimlerdir. Cansız doğa bilimleri konuları gereği daha kesin ve değişmeyen bilgilere daha da kolay olarak ulaşabilirler. Çünkü cansız doğa hemen hemen hiç değişmemektedir. Böyle olunca hem incelemek kolay olmakta hemen de varılan sonuçlar çok daha uzun zaman doğru kalabilmektedir. Örneğin Arşimetin bundan iki bin beş yüz yıl önce bulduğu sıvıların kaldırma gücü yasası bu gün hala geçerliliğini korumaktadır. Astronomi, fizik, jeoloji ve kimya bu bilimlerin başında yer almaktadırlar. Ancak aynı kesinlikte ve uzun süreler doğru kalan bilgilere canlı doğa bilimlerinde rastlamak olanaklı değildir. Çünkü canlı doğa sürekli bir değişim içindedir. Ve dahası canlılar basamağının üst sıralarına çıkıldığında her canlı türünün zaman içindeki değişiminin yanı sıra bireyler arasında farklılıklar da gündeme gelmektedir. Tüm bunlar canlı doğa bilimlerinin hem araştırmalarını zorlaştırmakta hem de sonuçlarını tartışılabilir kılmaktadır. Ayrıca doğru bilgilerde zaman içinde doğruluklarını yitirmektedir. Bu durumda canlı doğa bilimlerinin temel görevi konuları içindeki değişimleri saptamak ve evrim sürecini açıklamak olmaktadır. ii) İnsan Bilimleri: Konusu insan olan bilimler canlı doğa bilimlerinin tüm zorluklarını taşımaktan öte ayrıca insanın özelliği gereği iki temel zorlukla karşı karşıyadırlar. İnsan her canlı gibi değişir. Ama onun kişilik özellikleri öylesine gelişmiş ve bireyselleşmiştir ki insan bilimleri bu nedenle neredeyse genelleme yapamaz duruma düşmektedirler. Yine insanın yaşadığı bir başka değişim süreci de diğer hiçbir varlıkta görülmeyen toplumsal olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Hatta bu alanda değişim iki boyutludur. Toplumsal yanıyla insan yalnızca zaman içinde değişmemekte aynı zamanda farklı toplumlarda farklı özellikler de taşımaktadır. İşte bu üç boyutlu değişim süreçleri insan bilimlerini daha dikkatli ve özenli olmaya zorlanmaktadır. Tüm bunlara bir de laboratuar olanaksızlıklarını eklersek insan bilimlerinin niçin 19. yy.la kadar beklemek zorunda kaldıklarını daha kolay anlarız. .................................................. .................................................. ..... Sosyal Darwinizm Sosyal Darvinizm, Darwin'in kuramının genişletilerek sosyal alanda uygulanmasıdır. Yani, bireysel organizmalar arasındaki rekabetin çevreye en uygun olanın idame etmesi yoluyla biyolojik evrimsel değişikliğe neden olması gibi bireyler, gruplar veya uluslar arasındaki rekabetin de insan topluluklarında sosyal evrime neden olduğu kuramıdır. Darwin, "Türlerin Kökeni" adlı ve evrimin temel taşı olarak yorumlanan ilk kitabından uzunca bir süre sonra "İnsanın Türeyişi" adlı eserinde insan ve diğer memeliler arasında fiziksel ve fizyolojik açılardan temelde farklılıklar olmadığını savunmakla beraber, benzerliklerin insanın kültürel ve ahlaki yaşamı için de geçerli olduğunu da belirtmişti. Yani ahlak, zeka, yardımseverlik, yurtseverlik vs yi de biyolojik yapı gibi kalıtımın parçası olarak görmüştü. İşte bu husus sonradan Darwinin haksız olarak suçlanmasına, fikirlerinin yozlaştırılmasında önemli nokta oluşturulmasına yol açmıştır. Çünkü Darwinin ve bazı Darwincilerin toplumsal olay ve olguları "en güçlünün yaşaması" ilkesi içinde yorumlama girişimi insanlığa karşı suçlardan birisi için bilimsel kılıf oluşturmuştur. "Sosyal Darvincilik" adı verilen bu akım "madem ki en güçlülerin yaşaması doğa yasasıdır, o halde zayıflar ortadan kaldırılmalıdır" görüşüyle tarihteki en utanç verici sayfalardan birini oluşturmuştur. Ancak elbette Darwin ırkçılık, kölecilik, soykırımdan yana değildir. Onun Beagle Gezisi notları baştan sona insan topluluklarına değer veren, hoşgörülü bakışlarıyla doludur. Esasen bazı tarihçiler Darwinin "İnsanın Türeyişi" ve daha sonra da "Cinsiyete göre Seçilim" adlı eserlerinde kendisini yukarda belirtilen anlamda Sosyal Darvinizmden uzak tuttuğunu kaydederler. Ancak Darwini karalamaktan ısrar edenler bu görüşü de ona mal etmekte direnirler. Sosyal Darvinizm Darwinin adını taşımasına rağmen esas olarak kuramı ilk geliştirenler Herbert Spencer, Thomas Malthus, Francis Galton gibi başkaları olmuştur. Sosyal Darvinizm terimi ilk defa 1879da Oscar Scmidth tarafından "Popüler Bilim" dergisindeki bir makalede kullanılmakla beraber 2. Dünya Savaşı sırasında (1944) Amerikalı tarihçi Richard Hofstadterin "Amerikan Düşüncesinde Sosyal Darvinizm" adlı kitabından sonra gündemden düşmemiştir. Sosyal Darvinizmin diğer sosyal değişiklik kuramlarından farkı, değişikliğin biyolojik alandan sosyal alana aktarılmasında yatar. Bununla beraber konunun ilginçliği pek çok felsefi tartışmaya ve araştırmaya neden olmuştur. Etik bir kuram olarak Sosyal Darvinizmin babası sayılabilecek Herbert Spencer, Darwin ile çağdaştı ve Darwin kuramını yayınlamadan önce de "güç doğruyu yapar" cinsi makaleler yayımlıyordu. (Hatta "Gelişme: Yasası ve Nedenleri" adlı kitabı, Darvinin "Türlerin Kökeninden 2 yıl önce basılmıştı) . Spencer, Darvinci fikirleri kendi etik kuramına hemen uyarlamıştır. Darwin'in uyarlanma (adaptation) kavramını, zengin ve güçlülerin zamanın sosyal ve ekonomik ortamına en iyi uyarlandığı savı için, ve doğal seçilim kavramını ise güçlülerin, zayıfların harcanması uğruna idamesini uygun, normal ve doğal bulduğu tartışması için kullanmıştı. Bununla da kalmamış, "en uyumlu olanın idamesi"nin doğal olması yanında, ahlaki olduğunu da savlamıştı. Hatta bazı aşırı Sosyal Darvinciler, insanın kendinden daha zayıf birisine yardım etmesinin ahlaken yanlış olacağını, çünkü temelde uyumsuz olan birinin idamesini ve olası üremesini teşvik etme anlamına geldiğini savlamışlardır. Tabii, işin felsefi yanında çok değişik yorumlar vardır. Örneğin H.Spencer toplumun, bireylerin artan özgürlüğü yönünde evrildiğine inanıyor, dolayısıyla devletin sosyal ve politik alana müdahalesinin en aza indirilmesini istiyordu. Buna karşılık, sosyal reformcular da çeşitli sosyal kuralların konulması ve devletin daha güçlü rolünü savunmak için Darvinizmi kullandılar. Bu hareket "Reform Darvinizm" olarak adlandırılmıştır. Onlar da insanların değişen şartlara uyarlanmaları için yeni fikir ve kurumlara ihtiyacı olduğunu öngörüyorlardı. Bazı reformcular da evrim ilkelerini cinsel ve ırkçı fikirleri haklı çıkarmak üzere kullanmışlardır. Bunların en aşırıları da "öjenik"ler olmuştur. (Sir Francis Galton tarafından 1881de Yunanca eugenav – iyi-doğmuş anlamında – kelimesinden türetilen (eugenics) bir terim) . Bunlar belli ırk veya sosyal grupların (genellikle zengin Anglo-Saksonların) "doğal olarak" başka gruplardan üstün olduklarını savlamış, suçlu ve akıl hastaları gibi uyumsuzların üremelerinin sınırlandırılması, ırklar arasında evliliğin yasaklanması yoluyla insan kalıtımının kontrol altına alınmasını önermişlerdi. Francis Galton zamanında genetik bilimi henüz bilinmiyordu. Bununla beraber Darvin kuramı türlerin doğal seçilimle değiştiğini göstermişti. Dahası, suni olarak da bazı özellikleri güçlü olan hayvan ve bitki yetiştirilmesi de yapılıyordu. Galton, "aynı şekilde insan ırkı da geliştirilmez miydi" diye merak etmişti. Sosyal Darvinizm, bu gün ahlaki değerini şüpheli olarak nitelediğimiz çok sayıda eylemi mazur göstermekte kullanıldı. Sömürgecilik doğal ve kaçınılmaz görülüyordu. Yerliler zayıf ve idame edemeyecek kadar uyumsuz bulunuyor ve Sosyal Darvinci etik tarafından mazur gösterilerek topraklarına, kaynaklarına el konulması normal algılanıyordu. Askerlik alanında ise en güçlü ordunun kazanacağı ve dolayısıyla en uyumlu olacağı, kaybedenin ise doğal olarak uyumsuz olduğu kabul ediliyordu. Sonunda bu etik olarak insanlıktan uzak sömürgeci hükümetlerin tebasına karşı baskıcı taktikler uygulamasına onay vermeye kadar gitti. Sosyal bağlamda ise Sosyal Darvinizm, kapitalizmin işçilere uzun saatlerde ezici iş karşılığında kuruşla ödeme yapılan daha yoz şekillerini ve büyük iş çevrelerinin işçi sendikaları gibi kurumları tanımamasını mazur göstermekte kullanıldı. Zenginlerin fakirlere veya daha az talihlilere bağışta bulunmasına gerek olmadığını, çünkü bunların nasıl olsa daha az uyumlu olduğunu ima ediyordu. Onların beslenmesi ve barındırılması, sadece onların idame etmesine ve uyumsuzluklarının çocuklarına aktarılmasına yarıyordu. Bu, nesilden nesile aktarıldıkça toplum uyumsuzlardan kurtulamıyordu. Diğer taraftan 20. yüzyılın başından itibaren yaklaşık 30 sene süresince öjenik en parlak devrini yaşamıştır. Sosyal önyargı insan genetiği üzerinde yayılmış ve genellikle ırk ve sınıf üzerindeki sosyal farklılıkları genetiğe atfetmiştir. Bu sırada ABDde 24 eyalette kısırlaşma yasaları yürürlüğe konmuş, kongre bazı ülkelerden göçü yasaklamıştır. Daha sonra Sosyal Darvinizm Naziler tarafından da kendi öjenik programları için kullanılmıştır. 2. Dünya savaşı sonrasında biyologlar insan genetiğini bu cins sapmalardan kurtararak insan kalıtımının karmaşıklığını açıklayan güvenilir bir bilim dalı yapmak için epey uğraştılar. Son 50 yılda molekül genetiği ile hastalık ve diğer şartlarda bulaşmış binlerce insan geni belirlenmiş, inceleyip çözümlenmiştir. Bu çalışmalar 1980lerden itibaren İnsan Genom Projesi ile hızlanmış ve 2001de insan genomundaki ilk tam DNA dizisinin taslağı ile sonuçlanmıştır. Uzun vadede insan genetik bilgisinin pek çok hastalık için tedavi ve terapiye yol açacağı şüphesizdir. Ancak gen terapisi, embriyo seçilimi ve sperm mühendisliği gibi tekniklerin insan geninin manipüle edilmesinin araçları olup insani ve eşitlikçi değer yargılarını hedef almasından endişe edilmektedir. Sosyal Darvinizmin felsefi problemi, bir temel kuram olarak gayet göz korkutucu ve kendini yıkıcı olmasındadır. Bunlar öncelikle doğal olanın ahlaken de doğru olacağı önermesini yapması, sonra da mevcut durumu bir mecburiyet durumuna çevirmek gibi bir doğallık yanlışlığına düşmesidir. Görüldüğü gibi gerçekte Sosyal Darvinizm ile Darvinizmin adı ve Sosyal Darvinciler tarafından yanlış uygulaması yapılan birkaç kavram dışında bir ortak noktası yoktur. Ancak Bilimsel bir kuram olan Darvinizm, etik bir kuram olan Sosyal Darvinizm ile karıştırılması yüzünden olumsuz tepki almaya devam ediyor. Bu karıştırmayı özellikle yaratılış taraftarları evrim ve Charles Darwini kamu karşısında gözden düşürmek üzere ırkçı, emperyalist ve öjenik göstermeye çalışarak kullanıyorlar. Kaynakça: What Darwin Really Said – Benjamin Farrington http://en.wikipedia.org/wiki/Social_Darwinism http://library.thinkquest.org/C004367/eh4.shtml http://encarta.msn.com/encyclopedia_761579584/Social_Darwinism.html http://www.fordham.edu/halsall/mod/spencer-darwin.html http://www.pbs.org/wgbh/evolution/darwin/nameof/index. WWW.EVRİTEORİSİ.ORG PATİKAYOLU@MSN.COM (1) YAŞAMIN TEMEL KURALLARI Evrimleşmeyi Sağlayan Düzenekler Ayakta Kalmak için Savaşım' ve 'En İyi Uyum Yapan Ayakta Kalır' sözcükleri Darwin-Wallace Kuramının anahtarıdır. Fakat besin, yer, su, güneş vs. için bireyler arasındaki savaşımın, zannedildiği gibi büyük bir evrimsel güç olmadığı, buna karşın döller boyunca sürekli olan populasyonların evrimsel değişime için önemli olduğu daha sonra anlaşıldı. Bu durumda evrimsel değişikliklerin birimi bireyler değil, populasyonlardır. Bir populasyonun yapısını döller boyunca süren bir etkiyle değiştiren evrimsel güçleri, önem sırasına göre inceleyelim. Özünde Hardy-Weinberg* eşitliğini bozan her etki evrimsel değişikliği sağlayan güç olarak kabul edilir...(*bakınız. populasyon genetiği kuralları) Doğal Seçilim Bir populasyon, kalıtsal yapısı farklı olan birçok bireyden oluşur. Ayrıca, meydana gelen mutasyonlarla, populasyondaki gen havuzuna (türün üreme yeteneğine sahip tüm bireylerinin oluşturduğu genler) yeni özellikler verebilecek genler eklenir. Bunun yanısıra Mayoz sırasında oluşan Krossing-Over'lar (Mayoz bölünmede gen parça değişimi) ve rekombinasyonlar, yeni özellikler taşıyan bireylerin ortaya çıkmasını sağlar. İşte bu bireylerin taşıdıkları yeni özellikler (yani genler) nedeniyle, çevre koşullarına daha iyi uyum yapabilme yeteneği kazanmaları, onların, doğal seçilimden kurtulma oranlarını verir. Yalnız çevre koşulları her yerde ve her zaman (özellikle jeolojik devirleri düşünürsek) aynı değildir. Bunun anlamı ise şudur: Belirli özellikleri taşıyan bireyler, belirli çevre koşullarına sahip herhangi bir ortamda, en başarılı tipleri oluşturmalarına karşın, birinci ortamdakinden farklı çevre koşulları gösteren başka bir ortamda, ya da zamanla çevre koşullarının değiştiği bulundukları ortamda, uyum yeteneklerini ya tamamen ya da kısmen yitirirler. Bu ise onların yaşamsal işlevlerinde güçlüklere (döllenmelerinde, embriyonik gelişmelerinde, erginliğe kadar ulaşmalarında, üremelerinde, besin bulmalarında, korunmalarında vs.) neden olur. Böylece erginliğe ulaşanlarının, ulaşsalar dahi fazla miktarda yavru verenlerinin, verseler dahi bu yavruların ayakta kalanlarının sayısında büyük düşmeler görülür. Bu çevre koşulları belirli bir süre (genellikle uzun bir süre) etkilerini sürdürürse, belirli özelliklere (gen yapısına) ahip bireyler devamlı ayıklanacak ve taşıdıkları genlerin gen havuzundan eksilmesiyle, gen frekanslarında (bir özelliğin, bireylerde ortaya çıkış sıklığı) değişmeler ortaya çıkacaktır. Bu seçilim, çoğunluk döller boyunca sürer. Bir zaman sonra da bu gen bileşimindeki bireyler topluluğu tamamen ortadan kalkmış olur. (jeolojik devirlerdeki birçok canlının çevre koşulları nedeniyle soyunun tükenmesi) Buna karşın, başlangıçtaki populasyonlarda bu çevre koşullarına uyum yapabilecek özelliklere (gen bileşimlerine) sahip bireyler korunduğu için sayıları ve dolayısıyla taşıdıkları genlerin frekansı gen havuzunda sürekli artar. Böylece, bir zaman sonra, yeni mutasyonların ve rekombinasyonların meydana gelip, uygun olanlarının ayıklanmasıyla da, başlangıçtaki populasyona benzemeyen, tamamen ya da kısmen değişmiş populasyonlar ortaya çıkar. Burada dikkat edilecek husus, bireylerin ayakta kalmalarının yalnız başına evrimsel olarak birşey ifade etmemesidir. Eğer taşıdıkları genler, gelecek döllere başarılı bir şekilde aktarılamıyorsa, diğer tüm özellikleri bakımından başarılı olsalarda, evrimsel olarak bu niteliklere sahip bireyler başarısız sayılırlar. Örneğin, kusursuz fiziksel bir yapıya sahip herhangi bir erkek, kısırsa ya da çiftleşme için yeterli değilse, ölümüyle birlikte taşıdığı genler de ortadan kalkar ve evrimsel gelişmeye herhangi bir katkısı olmaz. Ya da güçlü ve sağlıklı bir dişi, yavrularına bakma içgüdüsünden yoksunsa, ya da yumurta meydana getirme gücü az ise, populasyonda önemli bir gen frekansı değişikliğine neden olamayacağı için, evrimsel olarak başarılı nitelendirilemez. Demek ki doğal seçilimde başarılı olabilmek için, çevre koşullarına diğerlerinden daha iyi uyum yapmanın yanısra, daha fazla sayıda yumurta ya da yavru meydana getirmek gerekir. Doğal Seçilim çevre koşullarına bağımlı olarak farklı şekillerde meydana gelir 1.Yönlendirilmiş seçilim 2.Dengelenmiş Seçilim 3.Dallanan Seçilim Yönlendirilmiş Seçilim Doğal seçilimin en iyi bilinen ve en yaygın şeklidir. Özel koşulları olan bir çevreye uzun bir süre içerisinde uyum yapan canlılarda görülür. Genellikle çevre koşullarının büyük ölçüde değişmesiyle ya da koşulları farklı olan bir çevreye göçle ortaya çıkar. Populasyondaki özellikler bireylerin o çevrenin koşullarına uyum yapabileceği şekilde seçilir. Örneğin nemli bir çevre gittikçe kuraklaşıyorsa, doğal seçilim, en az su kullanarak yaşamını sürdüren canlıların yararına olacaktır. Populasyondaki bireylerin bir kısmı daha önce mutasyonlarla bu özelliği kazanmışlarsa, bu bireylerin daha fazla yaşamaları, daha çok döl vermeleri, yani genlerini daha büyük ölçüde populasyonun gen havuzuna sokmaları sağlanır. Bu arada ilgili özelliği saptayan genlerde meydana gelebilecek mutasyonlardan, yeni koşullara daha iyi uyum sağlayabilecekler seçileceğinden, canlının belirli bir özelliğe doğru yönlendirildiği görülür. Bu, doğal seçilimin en önemli özelliğinden biridir. Her çeşit özelliği meydana getirebilecek birçok mutasyon oluşmasına karşın, çevre koşullarının etkisi ile, doğal seçilim, başarılı mutasyonları yaşattığı için, sanki mutasyonların belirli bir amaca ve yöne doğru meydana geldiği izlenimi yaratılır. Yukarıda verdiğimiz örnekte, uyum, suyu artırımlı kullanan boşaltım organlarından, suyu en idareli kullanan böbrek şekline doğru gelişmeyi sağlayacak genler yararına bir seçilim olacaktır. Su buharlaşmasını önleyen deri ve post yapısı, kumda kolaylıkla yürümeyi sağlayan genişlemiş ayak tabanı vs. doğal seçilimle bu değişime eşlik eden diğer özelliklerdir. Önemli olan, evrimde bir özelliğin ilkel de olsa başlangıçta bir defa ortaya çıkmasıdır geliştirilmesi, mutasyon-doğal seçilim düzeneği ile zamanla sağlanır. Bu konudaki en ilginç örnek, bir zamanlar ingiltere'de fabrika dumanlarının yoğun olarak bulunduğu bir bölgede yaşayan kelebeklerde (Biston betularia) meydana gelmesi evrimsel değişmedir. Sanayi devriminden önce hemen hemen beyaz renkli olan bu kelebekler (o devirden kalma kolleksiyonlardan anlaşıldığı kadarıyla) , ağaçların gövdelerine yapışmış beyaz likenler üzerinde yaşıyorlardı. Böylece avcıları tarafından görülmekten kurtulmuş oluyorlardı. Sanayi devrimiyle birlikte, fabrika bacalarından çıkan siyah renkli kurum vs. bu likenleri koyulaştırınca, açık renkli kelebekler çok belirgin olarak görülür duruma geçmiştir. Bunların üzerinde beslenen avcılar, özellikle kuşlar, bunları kolayca avlamaya başlamıştır. Buna karşın sanayi devriminden önce de bu türün populasyonunda çok az sayıda bulunan koyu renkli bireyler bu renk uyumundan büyük yarar sağlamıştır. Bir zaman sonra populasyonun büyük bir kısmı koyu renkli kelebeklerden oluşmuştur. 'Sanayi Melanizmi'. Günümüzde alınan önlemler sayesinde, çevre temizlenince, beyaz renkli olanların sayısı tekrar artmaya başlamıştır. Yönlendirilmiş doğal seçilime, diğer bir ismiyle 'Orthogenezis' e en iyi örneklerden biri de atın evrimidir. birçok yan dal (cins ve tür düzeyinde) ortama daha az uyum yaptığı için ortadan kalkmış, bugünkü Equus'u yapacak kol başarılı uyumu ile günümüze kadar gelmiştir. Birçok durumda, bazı yapıların gelişmesindeki yönlendirme, yararlı noktadan öteye geçebilir. Örneğin İrlanda geyiğinin boynuzları, kama dişli kaplanın üst kesici dişleri o kadar fazla büyümüştür ki, bir zaman sonra bu türlerin ortadan kalkmalarına neden olmuştur. işte, çok defa bir canlının organları arasında belirli bir oranın bulunması, bu seçilimle düzenlenir ve buna 'Allometrik İlişki' denir. Yani organlar arasındaki oran her türde kendine özgü ölçüler içinde bulunur. Bu özellikler, daha doğrusu oranlar, sistematikte(Canlıların Sınıflandırılması) ölçü olarak alınır. Yapay Seçme ile çok kuvvetli bir yönlendirme sağlanabilir. islah edilmiş birçok hayvan ırkında bunu açıkça görmek mümkündür. İnsanların gereksinmeleri için yararlı özellikleri bakımından sürekli olarak seçilen bu hayvanlar, bir zaman sonra doğada serbest yaşayamayacak duruma gelmiştir. Nitekim sütü ve eti için ıslah edilen birçok inek ve koyun türü, yumurtası için ıslah edilen birçok tavuk türü, süs hayvanı olarak ıslah edilen birçok kuş, köpek, kedi vs. türü, artık bugün doğada serbest olarak yaşayamayacak kadar değişikliğe uğramıştır. Son zamanlarda tıp bilimindeki gelişmeler ile, normal olarak doğada yaşayamayacak eksiklikler ile doğan birçok birey, yaşatılabilmekte ve üremesi sağlanmaktadır. Böylece taşıdıkları kalıtsal yapı, insan gen havuzuna eklenmektedir. Dolayısıyla bozuk özellikler meydana getirecek genlerin frekansı gittikçe artmaktadır. Örneğin, eskiden, kalp kapakçıkları bozuk, gözleri aşırı miyop ya da hipermetrop olan, gece körlüğü olan, D vitaminini sentezlemede ya da hücre içine alma yeteneğini yitirmiş olan, kan şekerini düzenleyemeyen (şeker hastası) , mikroplara direnci olmayan, kanama hastalığı olan yarık damaklı, kapalı anüslü, delik kalpli ve diğer bazı kusurlarla doğan bireylerin yaşama şansı hemen hemen yoktu. Modern tıp bunların yaşamasını ve üremesini sağlamıştır. Dolayısıyla insan gen havuzu doğal seçilimin etkisinden büyük ölçüde kurtulmayı başarmıştır. Bu da gen havuzunun, dolayısıyla bu gen havuzuna ait bireylerin bir zaman sonra doğada serbest yaşayamayacak kadar değişmesi demektir. Nitekim 10-15bin yıldan beri uygulanan koruma önlemleri, bizi, zaten doğanın seçici etkisinden kısmen kurtarmıştır. Son zamanlardaki tıbbi önlemler ise bu etkiyi çok daha büyük ölçüde azaltmaktadır. Böylece doğal seçilimin en önemli görevlerinden bir olan 'Gen havuzunun yeni mutasyonların etkisinden büyük ölçüde korunmasının sağlanması ve mutasyonların gen havuzunda yayılmalarının önlenmesi, dolayısıyla gen havuzunun dengelenmesi ve kararlı hale geçmesi, insan gen havuzu için yitirilmeye başlanmıştır.' Dengelenmiş Seçilim Eğer bir populasyon çevre koşulları bakımından uzun süre dengeli olan bir ortamda bulunuyorsa, çok etkili, kararlı ve dengeli bir gen havuzu oluşur. Böylece, dengeli seçilim, var olan gen havuzunun yapısını devam ettirir ve meydana gelebilecek sapmalardan korur. Örneğin, keseliayılar (Opossum) 60 milyon, akrepler (Scorpion) 350 milyon yıldan beri gen havuzlarını hemen hemen sabit tutmuşlardır. Çünkü bulundukları çevrelere her zaman başarılı uyum yapmışlardır. Dengeli seçilimde, üstteki ve alttaki değerleri (aşırı özellikleri) taşıyan bireyler sürekli elendiği için, populasyon dengedeymiş gibi gözükür, Örneğin, bebeklerde kafatasının, dolayısıyla beynin ve keza vücudun büyüklüğü dengeli seçilimin etkisi altındadır. Belirli bir kafatası ve vücut büyüklüğünün üstünde olanlar, doğum sırasında ananın çatı kemiğinden geçemedikleri için elenirler çok küçük olanları da uyum yeteneklerini yitirdikleri için elenirler. Böylece, örneğin bebeklerde beyin ve vücut büyüklüğü belirli sınırların içinde kalır. Keza serçelerde de kanat uzunluğu/ vücut ağırlığı oranı, belirli bir sayının altında ve üstünde olanlar yönünde seçilime uğradığı saptanmıştır. Bu nedenle serçelerin belirli bir büyüklükte kalmaları sağlanır. Birçok hayvan grubu için (özellikle vücutlarının ve organlarının büyüklükleri için) bu işleyiş geçerlidir. Bu nedenle bazı hayvan gruplarının kalıtsal olarak neden büyük, bazılarının neden küçük olduğu kısmen açıklanabilir. [image]http://www.charm.netteyim.net/07.JPG[/image] Doğal seçilim, etkisini üç farklı şekilde gösterir: Koşullara uyum gösteren fenotipler kararlı kalır (dengelenmiş seçilim) , değişik uyuma sahip olanlar arasında sadece başarılı olanlar seçilir (yönlendirilmiş seçilim): değişik uyuma sahip olanlar arasında, iki ya da daha fazla başarılı fenotip seçilir (dallanan seçilim) . Dallanan Seçilim Dengeli seçilimin tersi olan bir durumu açıklar. Bir populasyonda farklı özellikli bireylerin ya da grupların her biri, farklı çevre koşulları nedeniyle ayrı ayrı korunabilir. Böylece aynı kökten, bir zaman sonra, iki ya da daha fazla sayıda birbirinden farklılaşmış canlı gurubu oluşur (ırk-alttür-tür-vs.) . Özellikle bir populasyon çok geniş bir alana yayılmışsa ve yayıldığı alanda değişik çevre koşullarını içeren bir çok yaşam ortamı (niş) varsa, yaşam ortamlarındaki çevre koşulları, kendi doğal seçilimlerini ayrı ayrı göstereceği için, bir zaman sonra birbirinden belirli ölçülerde farklılaşmış kümeler, daha sonra da türler ortaya çıkacaktır. Bu şekilde bir seçilim 'Uyumsal Açılımı' meydana getirecektir. Dallanan seçilim, keza benzer özellikli bireylerin, çiftleşmek için birbirini tercih etmesiyle de ortaya çıkar. Bunun tipik örneğini insanlarda verebiliriz. Yapısal olarak farklı birçok insan ırkı biraraya getirildiğinde, bireyler genellikle kendi ırkından olanlarla evlenmeyi tercih ederler (hatta dil, din, kültür benzerliği ve parasal bakımdan zenginlik bu seçimi daha da kuvvetlendirir.) Üreme Yeteneğine Ve Eeşemlerin Özelliğine Göre Seçilim Populasyonlarda, bireyler arasında şansa dayanmayan çiftleşmelerin ve farklı üreme yeteneklerinin oluşması HARDY - WEINBERG Eşitliğine ters düşen bir durumu ifade eder. Bu özellikleri taşıyan bir populasyonda HARDY - WEINBERG Eşitliği uygula¬namaz. Bireylerin çiftleşmek için birbirlerini rastgele seçmelerinden ziyade, özel nite¬liklerine göre seçmeleri, bir zaman sonra, bu özellikler bakımından köken aldıkları ana populasyondan çok daha kuvvetli olan yeni populasyonların ortaya çıkmasına neden olur. Bu özel seçilim, yaşam kavgasında daha yetenekli olan (beslenmede, korunmada, gizlenmede, yavrularına bakmada vs.) populasyonların ortaya çıkmasını sağlayabilir. Eşemlerin Arasındaki Yapısal Farkların Oluşumu: Dişiler genellikle yavrula¬rını meydana getirecek, koruyacak ve belirli bir evreye kadar besleyebilecek şekilde özellik kazanmıştır. Özellikle memelilerde tam olarak belirlenemeyen bir nedenle dişiler başlangıçta çiftleşmeden kaçıyormuş gibi davranırlar. Dişilerin kuvvetli olduğu bir toplumda çitfleşme çok zor olacağından, seçilim, memelilerde, kuvvetli erkekler yönünden olmuştur. Bugün birçok canlı grubunda, özellikle yaşamları boyunca bir¬kaç defa çiftleşenlerde (insan da dahil) , erkekler, dişileri çiftleşmeye zorlar çok defa da bunun için kuvvet kullanır. Bu nedenle erkekler dişilerinden daha büyük vücut yapısına sahip olur. Buna karşın, yaşamları boyunca bir defa çiftleşenlerde ya da çift¬leştikten sonra erkeği besin maddesi olarak dişileri tarafından yenen gruplarda (pey¬gamberdevelerinde ve örümceklerde olduğu gibi) , erkek, çok daha küçüktür. Çünkü seçilim vücut yapısı büyük dişiler, vücut yapısı küçük erkekler yönünde olur. İkincil eşeysel özellikler, çoğunluk eşey hormonları tarafından meydana getirilir (bu nedenle ikincil eşeysel özellikler, bireylerde eşey hormonlarının üretilmeye başla¬masından sonra belirgin olarak ortaya çıkar) . Eşeysel gücün bir çeşit simgesi olan bu özellikler, eşemler tarafından sürekli olarak seçilince, özellikler gittikçe kuvvetlenir. Bu nedenle özellikle erkeklerde, yaşam savaşında zararlı olabilecek kadar büyük boy¬nuz (birçok geyikte, keçide vs.'de) , büyük kuyruk (tavuskuşunda ve cennetkuşların¬da vs.) , hemen göze çarpacak parlak renklenmeler (birçok kuşta, memelide): dişiler¬de, süt meydana getirmek için çok büyük olmasına gerek olmadığı halde dişiliğin simgesi olan büyük meme bu şekilde gelişmiştir. Birçok canlı grubunda bu arzu farklı şekilde geliştiği için, farklı yapılar ortaya çıkmıştır. Örneğin birbirine çok yakın adalar¬da yaşayan Japon ırkı ile Ainu ırkı arasında vücut kılı yönünden büyük farklar vardır. Ainu kadınları çiftleşmek için kıllı erkekleri, buna karşın Japon kadınları kılsız erkek¬leri tercih ettikleri için, Ainu ırkı dünyanın en kıllı, Japon ırkı ise en kılsız erkeklerine sahip olmuştur. Çünkü eşeysel seçim zıt özelliklerin tercihi şeklinde olmuştur. Keza siyah ırklar kalın dudağı, beyaz ırklar ince dudağı daha çekici bulduğu için, seçilim bugünkü siyah ırkıarın kalın dudaklı, beyaz ırkıarın ise ince dudaklı olmasını sağlaya¬cak şekilde olmuştur. Bu arada eşemlerin birbirlerini karşılıklı uyarabileceği birtakım davranış şekilleri (kur, dans, gösteri vs.) gelişmiştir. Özellikle bu davranışları en iyi şekilde yapan erkekler, dişileri tarafından tercih edilir. Davranışların değişmesini sağlayacak etkili bir mutasyon, çok defa, meydana geldiği bireyin eş bulamamasına neden olacağı için, populasyondan elenir. Bu davranış şekillerine, yine genellikle ve çoğunluk erkeklerde eşeysel çiftleşmeden belirli bir süre önce, vücuttaki renklerin değişmesi, özellikle parlaklaşması (kuşları ve memelileri anımsayınız!) , değişik kokuların ve fero¬menlerin salgılanması (tekelerin zaman zaman çok keskin olarak koktuğunu anımsa¬yınız!) eşlik eder. Parlak renkler ve keskin kokular dişiyi daha etkili bir şekilde uyara¬cağı için seçim bu özelliklerin kuvvetlendirilmesi yönünde olmuştur. Işte, DARWIN, dişinin erkeği, erkeğin dişiyi uyarabildiği bu özelliklerin seçimine Eşeysel Seçilim = Seksüel Seleksiyon ismini verdi. Erkeklerin, erkekliklerini simgeleyen özelliklerine göre seçilimleri, onların, bu özellikleri bakımından, yaşam savaşında etkinlik kazandırmasa dahi kuvvetlenme¬sine neden olmuştur. Nitekim erkeklerin çok daha renkli olması bu nedene dayanır. Ayrıca kuşlarda kuluçkaya yatan dişiler üstten belirgin olarak görünmesin diye, çoğunluk yaşadığı ortamın rengine uyum yapmıştır. Yalnız erkekleri kuluçkaya yatan bir kuş türünde, bu durum tersinedir bunlarda dişiler parlak renkli, erkekler toprak rengindedir. En güçlü erkeğin, dişileri dölleyebilmesini sağlamak için, evrimsel olarak bir yarışma oluşmuştur 'Erkek Kavgaları', Bu nedenle geyiklerde, dağ keçilerinde vs.'de kuvvetli boynuz oluşumları meydana gelmiştir. Seçilim her zaman saldırgan ve kuvvetli erkekler yönünde olur. Dişiler, kavgaya katılmadığı için, boynuzları küçük kalmıştır. Çünkü büyük boynuz yönünden herhangi bir seçilim baskısı yoktur. Daha önce öğrendiğimiz gibi bir özelliğin gelişebilmesi için seçilim baskısının sürekli etki etmesi gerekir. Bu arada, güçlerine göre, erkeklerin belirli alanları etkinlikleri altına alma eğilimleri bir territoryum davranış zincirinin oluşmasına neden olmuştur. Tüm bu eşeysel seçilim etkileri, dişiler ve erkekler arasında belirgin bir yapı ve davranış farklılaşmasına neden olmuştur. Bu farklılaşmaya 'Eşeysel Farklılaşma = Seksüel Dimorfizm' denir. Üreme Yeteneğinin Evrimsel Değişimdeki Etkisi: Daha önce de değindiği¬miz gibi bir bireyin yaşamını başarılı olarak sürdürmesi evrimsel olarak fazla birşey ifade etmez. Önemli olan bu süre içerisinde fazla döl meydana getirmek suretiyle, gen bavuzuna, gen sokabilmesidir. Bir birey ne kadar uzun yaşarsa yaşasın, döl Meydana getirmemişse, evrimsel açıdan hiçbir öneme sahip değildir. Bu nedenle bu bireylerin ölümü 'Genetik Ölüm' olarak adlandırlır. Canlıların çok büyük bir kısmında, canlılığın mayasını oluşturan eşeysel hücre¬lerdeki DNA'nın taşınması, bireylere verilmiş bir görevdir. Tek bir üreme dönemi olan canlılarda, döllenmeden hemen sonra erkekler (birgünsineklerini hatırlayınız!) , yumurta bıraktıktan ya da yavru doğurduktan sonra da dişiler ölür. Birçok üreme dönemi olan canlılarda, her iki eşemin de ömrü uzamıştır. Bu sonucu grupta, erkek¬ler, çoğunlukla döllenme sonrası yavru bakımında belirli görevler yüklenmiştir (hatta denizatlarında döllenmiş yumurtayı ortamdan özel keselerine alan erkekler hamile olur) . Hemen hemen tüm canlı gruplarında ve ilkel insan topluluklarında, bireyin ya¬şı, eşeysel etkinliğinin süresine denktir. Yalnız gelişmiş insan toplumlarında, kazanıl¬mış deneyimlerin genç kuşaklara aktarılması için, yaşlılar özenle korunur bu nedenle ömür uzunluğu, eşeysel aktiflik dönemini oldukça aşmıştır. Evrimsel gelişmede en önemli değişim, gen havuzundaki gen frekansının değişimidir. Gen frekansı ise birey sayısıyla saptanır. Bu durumda bir populasyonda, üreyebilecek evreye kadar başarıyla gelişebilen yavruları en çok sayıda meydana getiren bireylerin gen bileşimi bir zaman sonra gen havuzuna egemen olur. Buna 'Farklı Üreme Yeteneği' denir. Farklı üreme yeteneği, meydana getirilen gamet (genellikle yumurta) sayısı de¬ğildir üreyebilecek olgunluğa ulaşan yayruların sayısıdır. Değişik gametlerin birleş¬mesiyle, gen bileşimi bakımından, daha iyi embriyolojik gelişim (embriyo, larva, pup vs.) yapabilen, daha başarılı uyum sağlayabilen yavruların seçimi yapılır. Bu nedenle fazla sayıda yumurta meydana getiren canlılarda, bu seçilim, çok sayıdaki zigot ara¬sından yapılacağı için, başlangıçta başarılı bir seçim olacaktır ve ayrıca fazla sayıda embriyo ya da yavru ile yaşam kavgasına gireceği için, sonuçta büyük sayılardaki yu¬murtadan, belirli bir sayıda erginleşmiş yavru ortaya çıkabilecektir. Örneğin alabalık¬larda meydana getirilen 1.000.000 yumurtadan, en fazla 20'sinin üreyebilecek yaşa ulaştığı bilinmektedir. Çok yumurta oluşturan canlılarda, yumurtanın korunmuş yer¬lere bırakılması ve embriyoya ya da yavrulara bakım gelişmemiştir (birçok balıkta, parazitte, amfibide, sürüngende vs. 'de) . Bu nedenle büyük kayıplar verirler. Halbuki yumurtaya, embriyoya ve yavruya bakımın gelişmesi oranında, yumurta sayısında azalma görülür. Bu sayı, gelişmiş memelilerde bire düşmüştür. Çünkü özenli bir ba¬kımla yavruların olgunluğa ulaşma olasılığı çok yükseltilmiştir. Memelilerde ve kuş¬larda, yavru ve yumurta sayısı optimal sayıda tutulur. Fazla yumurtanın kuluçkada embriyonik olarak gelişmesi ve gelişse de yavruların ana tarafından beslenmesi zor olur. Bu nedenle yumurta sayısı sabit sınırlar içerisinde kalacak şekilde evrimsel seçi¬lim olmuştur. Bunun yanısıra bir canlının diğer yırtıcı hayvanlar tarafından sürekli yenmesi (bunlarda fazla yumurta meydana getirilir) ya da düşmanlarının az olması (bunlarda az yumurta meydana getirilir) yumurta sayısını saptayan faktörlerden biri¬dir. Yalıtımın (=İzolosayonun) Evrimsel Gelişimdeki Etkisi Türlerin oluşumunda, yalıtım, kural olarak, zorunludur. Çünkü gen akımı devam eden populasyonlarda, tür düzeyinde farklılaşma oluşamaz. Bir populasyon, belirli bir süre, birbirlerinden coğrafik olarak yalıtılmış alt populasyonlara bölünürse, bir zaman sonra kendi aralarında çiftleşme yeteneklerini yitirerek, yeni tür özelliği ka¬zanmaya başlarlar. Bu süre içerisinde oluşacak çiftleşme davranışlarındaki farklılaş¬malar, yalıtımı çok daha etkili duruma getirecektir. Kalıtsal yapı açısından birleşme ve döl meydana getirme yeteneklerini koruyan birçok populasyon, sadece çiftleşme davranışlarında meydana gelen farklılaşmadan dolayı, yeni tür özelliği kazanmıştır. Üreme yalıtımının kökeninde, çok defa, en azından başlangıç evrelerinde, coğrafik bir yalıtım vardır. Fakat konunun daha iyi anlaşılabilmesi için üreme yalıtımını ayrı bir başlık altında inceleyeceğiz. Populasyonlar arasında çiftleşmeyi ve verimli döller meydana getirmeyi önleyen her etkileşme 'Yalıtım = izolasyon Mekanizması' denir. Coğrafik YaIıtım (= Allopatrik YaIıtım) Eğer bir populasyon coğrafik olarak iki ya da daha fazla bölgeye yayılırsa, ev¬rimsel güçler (her bölgede farklı olacağı için) yavaş yavaş etki ederek, populasyonlar arasındaki farkın gittikçe artmasına (Coğrafik Irklar) neden olacaktır. Bu kalıtsal farklılaşma, populasyonlar arasında gen akışını önleyecek düzeye geldiği zaman, bir zamanların ata türü iki ya da daha fazla türe ayrılmış olur Allopatrik yalıtım ile tür oluşumu. Eğer bir populasyonun bir parçası coğrafik olarak yalıtılırsa, değişik evrimsel güçler yavaş yavaş bu yalıtılmış populasyonu (keza ana populasyonu) değiştirmeye başlar ve bir zaman sonra her iki populasyon aralarında verimli,döl meydana getiremeyecek kadar farklılaşırlar. Karalar, özellikle çöller, tuz bileşimi ve derişimi farklı sular, buz setleri su hay¬vanları için denizler, nehirler, yüksek dağlar, büyük sıcaklık farkları, buzlar, kara hayvanları için yalıtım nedenleridir. En iyi coğrafik yalıtım adalarda görülür. Çok yakın bölgelerde yaşayan bazı akraba hayvan gruplarında da bu yalıtım görülebilir. Örneğin suda yaşayan bazı türlerin çok yakın akrabaları, su kenarlarındaki yaprakların altlarında bulunan nemli yerlerde keza iki yakın akraba populasyondan biri toprak diğeri ağaçlar üzerinde yaşayabilir (Ekolojik Yalıtım) . Bu populasyonların birbirleriyle teması çok az olacağından ve her birine farklı evrimsel güçler etki edece¬ğinden, bir zaman sonra aralarında daha büyük farklılaşmalar meydana gelir. Anadolu'daki Pamphaginae'lerin Evrimsel Durumu: Coğrafik yalıtıma en iyi örneklerden biri Anadolu'nun yüksek dağlarında yaşayan, kanatsız, hantal yapılı, kışı çoğunluk 3. ve 4. nimf evrelerinde geçiren bir çekirge grubudur. Özünde, bu hay¬vanlar, soğuk iklimlerde yaşayan bir kökenden gelmedir. Buzul devrinde, kuzeydeki buzullardan kaçarak Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya girmişlerdir. Bu sı¬rada Anadolu'nun iç kısmında Batı Anadoluyla Doğu Anadolu'yu birbirinden ayıran büyük bir tatlısu gölü bulunuyordu. Her iki bölge arasındaki karasal, bağlantı, yalnız, bugünkü Sinop ve Toros kara köprüleriyle sağlanıyordu. Dolayısıyla Kafkaslar'dan gelenler ancak Doğu Anadolu'ya, Balkanlar'dan gelenler ise ancak Batı Anadolu'ya yayıımıştı. Çünkü Anadolu o devirde kısmen soğumuş ve bu hayvanların yaşayabil¬mesi için uygun bir ortam oluşturmuştu. Bir zaman sonra dünya buzul arası devreye girince, buzullar kuzeye doğru çekilmeye ve dolayısıyla Anadolu da ısınmaya başla¬mıştı. Bu arada Anadolu kara parçası, erezyon sonucu yırtılmaya, dağlar yükselmeye ve bu arada soğuğa alışık bu çekirge grubu, daha soğuk olan yüksek dağların başına doğru çekilmeye başlamıştı. Uzun yıllardır bu dağların başında (genellikle 1500 - 2000 metrenin üzerinde) yaşamlarını sürdürmektedirler. Kanatları olmadığı için uçamazlar dolayısıyla aktif yayılımları yoktur. Hantal ve iri vücutlu olduklarından rüzgar vs. ile pasif olarak da yayılamamaktadırlar. Belirli bir sıcaklığın üstündeki böl¬gelerde (zonlarda) yaşayamadıklarından, yüksek yerlerden vadilere inerek, diğer dağsilsilelerine de geçemezler. Yüksek dağlarda yaşadıklarından, aşağıya göre daha yoğun morötesi ve diğer kısa dalgalı ışınların etkisi altında kalmışlardır bu nedenle mutasyon oranı (özellikle kromozom değişmeleri) yükselmiştir. Dolayısıyla evrimsel bir gelişim ve doğal seçilim için bol miktarda ham madde oluşmuştur. Çok yakın mesafelerde dahi meydana gelen bu mutlak ya da kısmi yalıtım, bir zamanlar Ana¬dolu'ya bir ya da birkaç türü olarak giren bu hayvanların 50'de fazla türe, bir o kadar alttüre ayrılmasına neden olmuştur. Bir dağdaki populasyon dahi, kendi aralarında oldukça belirgin olarak birbirlerinden ayrılabilen demelere bölünür. Çünkü yukarıda anlattığımız yalıtım koşulları, bir dağ üzerinde dahi farklı olarak etki etmektedir. Coğrafik uzaklık ile farklılaşmanın derecesi arasında doğru orantı vardır. Birbir¬lerinden uzak olan populasyonlar daha fazla farklılaşmalar gösterir. Bu çekirge gru¬bunun Hakkari'den Edirne'ye kadar adım adım değiştiğini izlemek mümkündür. Batı Anadolu'da yaşayanlar çok gelişmiş timpanik zara (işitme zarına) ve sırt kısmında tarağa sahiptir doğudakilerde bu zar ve tarak görülmez. Toros ve Sinop bölgelerinde bu özellikleri karışık olarak taşıyan bireyler bulunur. Coğrafik yalıtım populasyonlar arasındaki kalıtsal yalıtımı ve üreme davranışla¬rındaki yalıtımı tam sağlayamamışsa (populasyonlar arasında kısırlık tam oluşmamış¬sa) , bir zaman sonra biraraya gelen bu populasyonlarda, aralarındaki gen akımından dolayı, tekrar bir karışma ve bir çeşit homojenleşme oluşabilir. insan ırkıarı sürekli ama belirli ölçülerde birbirleriyle temasta bulunduğu için, aralarındaki gen akımı tü¬müyle kesilmemiş, dolayısıyla melezlenme kısırlığı oluşmamış ve böylece ayrı tür özellikleri kazanamamıştır. Bununla beraber gen akımının sınırlı olması ırk özellikleri¬nin kısmen korunmasını sağlamıştır. Her türlü yalıtım mekanizmasında, ilk olarak demelerin, daha sonra alttürlerin, sonunda da türlerin meydana geldiğini unutmamak gerekir. Aynı kökten gelen fakat farklı yaşam bölgelerine yayılan tüm hayvan gruplarında bu kademeleşme görülür. Ayrıca tüm coğrafik yalıtımları kalıtsal bir yalıtımın izlediği akıldan çıkarılmamalıdır... Üreme işlevlerinde Yalıtım (= Simpatrik Yalıtım) Yalıtımın en önemli faktörlerinden biri de, genellikle belirli bir süre coğrafik yalı¬tımın etkisi altında kalan populasyonlardaki bireylerin üreme davranışlarında ortaya çıkan değişikliklerdir. Bu farklılaşmaların oluşumunda da mutasyonlar ve doğal seçi¬lim etkilidir. Yalnız, üreme işlevlerindeki yalıtımın, coğrafik yalıtımdan farkı, ilke ola¬rak, farklılaşmanın sadece üreme işlevlerinde olması, kalıtsal yapıyı tümüyle kapsa¬mamasıdır. Deneysel olarak döllendirildiklerinde yavru meydana getirebilirler. Çünkü kalıtsal yapı tümüyle farklılaşmamıştır. Coğrafik yalıtım ise hem kalıtsal yapının hem davranışların farklılaşmasını hem de üreme işlevlerinin yalıtımını kapsar. Eşeysel çekim azalınca ya da yok olunca, gen akışı da duracağı için, iki populas¬yon birbirinden farklılaşmaya başlar. Böylece ilk olarak hemen hemen birbirine ben¬zeyen fakat üreme davranışlarıyla birbirinden ayrılan 'İkiz Türler' meydana gelir. Bir zaman sonra mutasyon - seçilim etkileşimiyle, yapısal değişimi de kapsayan kalıtsal farklılıklar ortaya çıkar. Üreme yalıtımı gelişimin çeşitli kademelerinde olabilir. Bun¬lar Üreme Davranışlarının Farklılaşması: Birbirlerine çok yakın bölgelerde yaşayan populasyonlarda, mutasyonlarla ortaya çıkan davranış farklılaşmalarıdır. Koku ve ses çıkarmada, keza üreme hareketlerinde meydana gelecek çok küçük farklılaşmalar, bireylerin birbirlerini çekmelerini, dolayısıyla döllemeyi önler. Daha sonra, bu popu¬lasyonlar bir araya gelseler de, davranış farklarından dolayı çiftleşemezler. Üreme Dönemlerinin Farklılaşması: iki populasyon arasında üreme dönemlerinin farklılaşması da kesin bir yalıtıma götürür. Örneğin bir populasyon ilkbaharda öbürüsü yazın eşeysel gamet meydana getiriyorsa, bunların birbirlerini döllemeleri olanaksızlaşır. Üreme Organlarının Farklılaşması: Özellikle böceklerde ve ilkel bazı çok hücreIilerde, erkek ve dişi çiftleşme organları, kilit anahtar gibi birbirine uyar. Meydana gelecek küçük bir değişiklik döllenmeyi önler. Gamet Yalıtımı: Bazı türlerin yumurtaları, kendi türünün bazen de yakın akraba türlerin spermalarını çeken, fertilizin denen bir madde salgılar. Bu fertilizinin farkIılaşması gamet yalıtımına götürür. Melez Yalıtım: Eğer tüm bu kademeye kadar farklılaşma olmamışsa, yumurt ve sperma, zigotu meydana getirir. Fakat bu sefer bazı genlerin uyuşmazlığı, embriyonun herhangi bir kademesinde anormalliklere, ya da uygun olmayan organların ortaya çıkmasına neden olur (örneğin küçük kalp gibi) . Embriyo gelişip ergin meydana gelirse, bu sefer, kalıtsal yapılarındaki farklılanmalar nedeniyle erginin eşeysel hücrelerinde, yaşayabilir gametler oluşamayabilir (katırı anımsayınız!) . Genlerin kromozomlar üzerindeki dizilişleri farklı olduğu için, sinaps (gen alışveriş yapıları) yapamazlar ya da kromozom sayıları farklı olduğu için dengeli bir kromozom dağılımını sağlayamazlar.. Kalıtsal Sürüklenme Küçük populasyonlarda eşlerin seçimi ve çiftleşme, büyük ölçüde şansa daya¬nır. Böylece gen havuzlarındaki denge, doğal seçilimden ziyade, şansla meydana ge¬len olaylarla değişir. İşte küçük populasyonlarda, şansa bağlı olarak meydana gelen üreme olaylarının evrimsel gelişmelerdeki etkisi, SEWALL WRIGHT tarafmdan 'Genetik Drift = Kahtsal Sürüklenme' olarak adlandırılmıştır. Küçük populasyonlarda, ben¬zer bireyler kendi aralarında çiftleştikleri için, allel genlerden birçoğunun, doğal seçi¬limden ziyade, şansla, heterozigot(karma) halden homozigot(saf) hale geçme eğilimleri vardır. Bu arılaşma, belirli zararlı ya da yararlı özelliklerin fenotipte kendilerini göstermeleri¬ne ve bir zaman sonra da doğal seçilimle o populasyondan elenmelerine ya da korun¬malarına neden olabilir. Bu homozigotlaşma, birçok türde, uyumsal değer gösterme¬mesine karşın, birçok anormal ve anlaşılmaz yapıların nasıl kazanıldığını açıklayabilir. Genetik sürüklenme, HARDY -WEINBERG eşitliğine aykırı bir durumu (HARDY ¬WEINBERG eşitliğinde homozigotların oranı sabitti) yani, homozigot birey sayısının de¬ğişimini ifade eder. Evrimleşmede ne ölçüde önemli rol oynadığı, birçok bilim adamı arasında hala tartışmalıdır. Bununla beraber birçok bitki ve hayvan grubunun, doğa¬da, kalıtsal sürüklenme ile, yani şansa bağlı olaylarla çeşitlendiği ve geliştiği bilin¬mektedir. Öyleki, evrimsel çizgi boyunca, özel koşullara uyum yapmak için izlenen birçok yol, şansa bağlı olarak seçilmiştir. Her kademesinde çatallaşan bir yol gibi. In¬san oluşuncaya kadar, sayısız çatallanmış yoldan şansa bağlı olarak geçilmiş ve bu¬güne gelinmiştir. Koşullar tamamen aynı olsa da, başlangıçtan, hatta bir primat evre¬sinden, tekrar bugünkü insana benzer bir canlının gelişmesi, kural olarak olanaksız¬dır. Çünkü her çatallanmış kavşakta, insana götüren yolun, doğrulukla tekrar seçilmesi çok az bir olasılıkla olabilir. Bunun için çok tipik birkaç örnek verelim: a) Birçok bitki, geçmişte, gerekli olmadığı için petallerini yitirmiştir (örneğin böcekler yerine rüzgarla tozlaşmaya başladıkları için) . Bir zaman sonra tekrar bö¬ceklerle tozlaşma zorunluluğunu duyunca, petallerini aynı şekilde oluşturamamış, bunun yerine, üreme zamanlarında çiçeklerine yakın yapraklarını renklendirecek özellikleri kazanmıştır (Atatürk Çiçeğinin kırmızı yapraklarımanımsayınız!) . b) Birincil su hayvanları (balık gibi) oldukça etkin bir solunumu yürütebilecek solungaç sistemlerini, karmaşık bir yol izleyerek geliştirmiştir. Kara yaşamına uyum yaptıktan sonra, bir kısım canlı, tekrar suya dönmüştür (balinalar, yunuslar vs.): fa¬kat hiçbiri, embriyonik gelişimlerinde kalıntı halinde solungaç yapısını gösterdikleri halde, tekrar solungaç yapısını geliştirememiştir. Hemen hepsi yine akciğeriyle so¬lunuma devam eder. Fakat bunun yanısıra oksijeni uzun süre tutabilecek ya da depo¬layabilecek yapıları geliştirmişlerdir. Keza hiçbiri balıklardaki gibi yanlardan basılmış kuyruk yüzgecini geliştirememiş bunun yerine üstten basık kuyruk yüzgeçlerini ge¬liştirebilmişlerdir. Evrimde bir yapının tekrar ortaya çıkma olasılığı yok denecek kadar azdır. Örneğin balıkların kuyruk yüzgeci yanlardan basılmıştır. Kara yaşamından tekrar su yaşamına dönmüş hayvanlar (şekilde yunus) ancak üstten basık kuyruk yüzgecini geliştirebilmişlerdir (Kosswig'den) Ön bacakları kürek şekline dönüşmüştür fakat hiçbir zaman balık yüzgeçlerine benzemez. Çünkü evrimsel olarak bir kere yitirilen bir yapı¬mn tekrar kazanılması hemen hemen olanaksızdır. ya da çok küçük olasılıklarla tekrar¬lanabilir. Burada yönlendirici unsur çevre koşullarının farklılığı değil, şansa bağlı seçi¬limlerin etkisidir. Mutasyonların bir kısmı dönüşlüdür. (Geri Mutasyonlar): bununla beraber ev¬rimsel gelişmeler geriye dönük değildir (Dollo Yasası) . Örneğin bir kuşun, tekrar sü¬rüngene bir balinanın karada yaşayan atasına dönüşmesi parazitlerin serbest yaşa¬ması atın tekrar beş parmaklı olması olanaksızdır. Çünkü gerekli tüm geri mutasyon¬ların şansa bağlı olarak elde edilmesi, olasılık açısından hemen hemen sıfırdır. Keza aynı nedenle, körelmiş organların ve yapıların da tekrar işlev görebilecek eski halleri¬ne dönmesi olanaksızdır. Kalıtsal Sürüklenmenin işleyişi Eğer bir populasyon HARDY - WEİNBERG eşitliğini gösteremeyecek kadar küçük¬se, ya da köken aldığı populasyondan küçük gruplar halinde ayrılmışsa, şansa bağlı döllenmeler sonucu bir zaman sonra köken aldığı populasyonun yapısından belirgin olarak farklılaşır. Kalıtsal sürüklenmeyi sağlayan olayları kısaca görelim. Göç ya da Sürüklenme: Oldukça büyük olan bir populasyondan, küçük bir grup koparak ayrılırsa, bu küçük grubun ileride meydana getireceği yeni populasyo¬nun gen havuzu köken aldığı populasyonunkinden farklı olur. Çünkü bu küçük grup ayrılırken bu grubun gen havuzu, ana populasyonun gen havuzundan belirli bir fark¬lılık gösterir. Örneğin Anadolu'da yaşayan insanlarda mavi göz geni frekansının orta¬lama % 10 olduğunu varsayalım. Mavi göz geni frekansı % 30 olan bir ailenin ya da aşiretin Anadolu'dan Mısır'a göç ettiğini ve orada yıllarca kendi içerisinde çoğaldığını düşünelim. Bir zaman sonra oluşacak bu yeni populasyonda mavi göz geninin fre¬kansı % 30 olmakla ana populasyondan farklılık gösterecektir. Çünkü başlangıç gen frekansı farklıdır. Özellikle insan populasyonlarında bu sürüklenmeler çok görülür. Çünkü göç eden toplumlar uzun yıllar kendi içlerinde evlendikleri için, başlangıçta taşıdıkları gen bileşimlerini koruma ve yaygınlaştırma eğilimi gösterirler. Bir zaman sonra içine göç ettikleri toplumlarla karışmaya, başlangıçta taşıdıkları gen bileşimIe¬rini yitirmeye ve belirli bir derecede göç ettikleri toplumun gen bileşimini değiştirme¬ye başlarlar. Anadolu'ya büyük ve küçük birçok göçün olduğu ve bunların uzun yıllar kendi içlerinde evlendikieri bilinmektedir. Bu nedenle insan toplumuna ilişkin kalıtsal sürüklenmenin en iyi örneklerini Anadolu'da görmek mümkündür. Keza adalara göç etmiş insanlarda da bu kalıtsal sürüklenmeler çok belirgin olarak görülür. Kan grup¬ları üzerinde doğal seçilimin çok büyük etkisi olmadığından, göç eden toplulukların kan grupları incelenmekle koptukları populasyonlar tahmin edilebilir. Eğer bir populasyon sürekli olarak genişliyorsa, bir zaman sonra populasyonun kenarındaki gen bileşimleri, merkezdekilerden daha farklı olmaya başlar ve bu fark gittikçe artabilir. Birçok canlı grubu, küçük populasyonlar halinde yeni ortamları işgal ederek, ana populasyona bağımlı olmadan çoğalabilir ve yeni özellikli populasyonlar oluştu¬rabilir. Küçük populasyonların kendi içinde çiftleşmesiyle meydana gelen evrimsel değişiklikler, doğal seçilimden ziyade şansa dayanır.Bir populasyondan bir parça koptuğunda, o parça, populasyonun gen ortala¬masına etki edecek bir miktar geni de beraberinde götürmüşse, ana populasyonun gen bileşimi bir miktar bozulabilir (ana populasyon çok büyük olmamak koşuluyla) . Örneğin demin verdiğimiz misalde, % 30'luk mavi gen göçü, ana populasyonun ortalamasının (% 10) bir miktardüşmesine neden olabilir. Bu nedenle, bir populas¬yondan dışa göç de HARDY - WEiNBERG eşitliğini bozabilir. Afetlerin ve Sığınmaların Etkinliği: Herhangi bir zamanda meydana gelecek bir afet, populasyonun büyük bir kısmını ortadan kaldırabilir ve arta kalan pek az bir kısmından sonunda yeniden bir toplum oluşabilir. Fakat arta kalan küçük parça, eğer önceki toplumun tam özelliğini taşımayan bir gen havuzuna sahipse, yeni meydana gelen toplumun yapısı öncekinden çok farklı olur. Özellikle yangın, fırtına, su bas¬kını, deprem, hatta savaş, bu yeni özellikleri ortaya çıkarabilir. Sığınma: Çoğunlukla kışı saklanarak geçiren canlılarda, bir sonraki yazda yine küçük populasyonların etkisi görülür. Örneğin soğuk bir kış, saklanan bireylerin büyük bir kısmını yok ederken, iyi saklanmış küçük bir grup, bu yıkımdan kurtulur ve ger havuzunu, yazın oluşacak tüm populasyona verir. Bazı böceklerde, bazı özelliklerin en azından bazı yıllarda neden yaygın olduğu bu yolla açıklanabilir. Diğer Sürüklenme Şekilleri Doğal seçilimde ve uyumda başarılı olmasa dahi bazı özelliklerin dölden döle aktarılma olasılığı vardır. Bunu sağlayan kalıtsal mekanizmalar şunlardır. Pleiotropik Sürüklenme (= Özellik Sürüklenmesi) : Doğal seçilim, genelolarak tek bir genin fenotipi üzerinde değil, tüm genomun fenotipi üzerinde etkisini gösterir.(yani tek bir geni seçmekten çok o geni bulunduran DNA'yı -yani bireyi- seçer) Bu nedenle bazı özellikler uyumsal değer göstermemesine ve yarar sağla¬mamasına karşın yine de varlığını devam ettirir. Çünkü bu özellikler, bireye çok yarar sağlayan özelliklerle birlikte aynı bireyde bulunur. Yararlı özellikler seçilirken, zararı olanlar da beraberce kalıtılır. Bu tip özelliklerin sürüklenmesinde pleiotropi çok önemlidir. Bilindiği gibi bir gen birden fazla özelliği denetliyorsa, pleiotropik etki gösteriyor demektir. Özelliğin biri canlıya yarar sağlıyorsa ve canlının uyum yeteneğini artırıyorsa, sürekli seçilir, buna bağlı olarak yararsız ve uyum yeteneği olmayan özellik de kalıtılır. Örneğin kır¬mızı renkli soğan insanlar tarafından tercih edilmez ve dikilirken ayıklanır. Fakat kırmızı rengi meydana getiren gen, aynı zamanda mantarlara karşı fungusit bir madde de salgıladığı için, bulunduğu bireylere yaşamsal uyum yeteneği verir bu nedenle, kırmızı renkli soğanlar, beyaz renkli soğanların arasında varlığını sürekli koruyabilir. Gen Sürüklenmesi (= Kalıp İlkesi) : Birçok gen yakınlıklarından dolayı bera¬berce kalıtılma eğilimi gösterir. iki gen birbirine çok yakın ise, parça değişimiyle bir¬birlerinden çok zor ayrılırlar. Işte bu genlerden biri yararlı, diğeri zararlı özellik sağlar¬sa ve yararlı genin özelliği, zararlı genin özelliğinden çok daha fazla öneme sahipse, zararlı özellik meydana getiren gen de yararlı özellik meydana getiren genle birlikte sürekli kalıtılır ve korunur. Buna 'Kalıp İlkesi' denir. Bu başlık altindaki yazılar Prof.Dr.Ali Demirsoy'un Yaşamın Temel Kuralları adlı serisinden alınmıştır .................................................. .................................................. ..... (2) YAŞAMIN TEMEL KURALLARI (Darwin - Wallace Tarafından Temeli Kurulan Doğal Seçilim Kuramının Ana Hatları) Bu kuram ana hatlarıyla iki gerçeği, üç varsayımı ortaya çıkarmıştır. Gerçekler: 1. Tüm Canlılar, ortamdaki sayılarını koruyacak matematiksel oranların üzerinde çoğalma eğilimindedir. Elemine edilen bireylerle bu fazlalık azaltılır ve populasyonların dengede kalması sağlanır. Doğal koşullar sabit kaldıkça bu denge korunur. 2. Bir türe ait populasyonlardaki bireylerin kalıtsal özelliği birbirinden farklıdır. Yani canlı populasyonlarının hepsi varyasyon (=Çeşitlilik) gösterir. Darwin ve Wallace, bunun nedenini tam anlayamadılar ve varyasyonların canlıların iç özelliği olduğunu varsaydılar. Bugün bu varyasyonların mutasyonlar ile oluştuğu bilinmektedir. Varsayımlar: 1. Ayakta kalan bireylerin sayısı, başlangıçta meydana gelenlerden çok daha az olduğuna göre, ayakta kalabilmek için canlılar arasında karşılıklı, besin, yer vs. için, savaşım, ayrıca sıcaklık, soğukluk, nem vs. gibi doğal koşullara karşı bir mücadele vardır. Bu savaşım ve mücadele bir ölüm kalım kavgasıdır. Gerek besin ve yer gereksinmesi aynı olan canlı türleri arasında ve gerekse normalden daha fazla sayıda bireyle temsil edilen populasyonlardaki aynı türe bağlı bireyler arasında, yani doymuş populasyonlarda bir yaşam kavgası vardır. Bu görüş ilk defa Malthus tarafından ortaya atılmıştır 'Yaşamak için Savaş' 2. İyi uyum yapacak özellikleri (=Varyasyonları) taşıyan bireyler, yaşam kavgasında, bu özellikleri taşımayan bireylere karşı daha etkili bir savaşım gücü göstereceğinden, ayakta kalır, gösteremeyenler ise yok olur. Böylece bulunduğu bireye o koşullara en iyi uyum yapabilecek yeteneği veren özellikler, gelecek döllere kalıtılmış olur. Bu varsayımın anahtar cümleciği 'Biyolojik Olarak En İyi Uyum Yapan Ayakta Kalır' dır. 3. Bir bölgedeki koşullar diğerlerinden farklı olduğundan, özelliklerin seçimi de her bölgede, koşullara göre farklı olur. Çevrede meydana gelecek yeni değişiklikler, tekrar yeni uyumların meydana gelmesini sağlar. Birçok döl boyunca meydana gelecek bu tip uyumlar, daha doğrusu doğal seçilim, bir zaman sonra, atasından tamamen değişik yeni bireyler topluluğunun ortaya çıkmasını sağlar 'Uyumsal Açılım' Farklılaşmanın derecesi, eskiyle yeni populasyonlardaki bireyler biraraya getirildiğinde çiftleşemeyecek, çiftleşse dahi verimli döller meydana getiremeyecek (Üreyemiyen, Kısır) düzeye ulaşmışsa, artık bu iki populasyon iki farklı tür olarak değerlendirilir. Bir ata populasyondaki bir kısım bireyler, taşıdıkları varyasyon yetenekleriyle herhangi yeni bir ortama uyum yaparken, diğer bir kısmı da taşıdığı farklı varyasyonlar nedeniyle daha değişik bir ortama uyum yapabilir. Böylece uyumsal açılım ortaya çıkar. Bununla beraber, bitkiler ve hayvanlar, yaşam kavgasında, bulunduğu koşullarda, yararı ya da zararı olmayan diğer birçok varyasyonu da meydana getirebilir ve onları daha sonraki döllere aktarabilir. (bugün bilinen nötral mutasyonlar) Darwin'in kuramı o kadar akla yatkın ve okadar kuvvetli kanıtlarla desteklendi ki, birçok biyolog onu hemen kabul etti. Daha önceki varsayımlar, yararsız organların ve yapıların neden meydana geldiğini bir türlü açıklığa kavuşturamamıştı. Bugün, türler arasında görülen birçok farkın, yaşam savaşında hiç de önemli olmadığı bilinmektedir. Fakat bu küçük farkları meydana getiren genlerdeki herhangi bir değişiklik, yaşam savaşında büyük değerler taşıyan fizyolojik yapısal değişikliklerin meydana gelmesine neden olabilir. Uyumsal etkinliği olmayan birçok özelliği meydana getiren genler, kromozomlar içinde yaşamsal öneme sahip özellikleri meydana getiren genlerle bağlantı halinde olabilir. Bu durumda bu varyasyonlar elenmeden gelecek döllere aktarılabilir. Bu uyumsal etkinliği olmayan genler, bir populasyonun içerisinde gelecekteki değişikliklerde kullanılmak üzere, ya da genetiksel sürüklenmelerde kullanılmak üzere fikse edilmiş olarak bulunur. Evrim Kuramına Bilimsel İtirazlar Belki insanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri uygulanmakta olan öğretim ve eğitim yöntemleri, belki dini inançların etkisi, belki de insanın doğal yapısı, insanın, yeniliklere karşı itirazcı olmasına neden olmuştur. Bu direniş, en fazla da, tam olmayan kanıtlarla desteklenmekte olan Evrim Kuramı'na yapılmıştır ve yapılmaktadır. Özellikle dogmatik düşünceye yatkın olanlar, bu karşı koymada en önemli tarafı oluşturur. Bununla beraber son zamanlarda, birçok aydın din bilimcisi de dahil olmak üzere, iyi eğitim görmüş toplumların büyük bir kısmı, Evrim Kuramı'na sahip çıkmaktadır. Evrim Kuramı'na Darwin'den beri bilimsel karşı koymalar da olmuştur. Özellikle varyasyonların zamanla populasyonlardan kaybolacağı inancı yaygındı. Çünkü bir varyasyona sahip bir birey, aynı özellikli bireyle çiftleşmediği takdirde, bu varyasyonun o populasyondan yitirileceği düşünülmüştü. Populasyon genetiğinde, çekinik özelliklerin, yitirilmeden kalıtıldığı bulununca, itirazların geçerliliğide tümüyle kaybolmuş oldu. Darwin, Pangeneze, yani anadan ve babadan gelen özelliklerin, bir çeşit karışmak suretiyle yavrulara geçtiğine inanarak, hataya düşmüştü. Eğer kalıtsal işleyiş böyle olsaydı, iyi özelliklerin yoğunluğu gittikçe azalacaktı ve zamanla kaybolucaktı. Halbuki, bugün, özelliklerin, sıvı gibi değil, gen denen kalıtsal birimlerle kalıtıldığı bilinmektedir. ikinci önemli karşı koyma, bu kadar karmaşık yapıya sahip canlıların, doğal seçilimle oluşamayacağıydı. Çünkü canlının, hatta bir organın oluşması, çok küçük olasılıkların biraraya gelmesiyle mümkündü. Fakat canlıların oluşmasından bugüne kadar geçen uzun süre ve her bireyde muhtemelen ortaya çıkan küçük değişikliklerin, yani nokta mutasyonlarının, zamanla gen havuzunda birikmesi, sonuçta büyük değişikliklere neden olabileceği hesaplanınca, bu karşı koymalar da kısmen zayıflamıştır Üçüncü bir karşı koymaya ise yanıt vermek oldukça zordur. Karmaşık bir organ yarar sağlasa da, birden bire nasıl oluşabilir? Örneğin omurgalılarda, gözün birçok kısımdan meydana geldiği bilinmektedir. Yalnız başına bir kısmın, herhangi bir işlevi olamaz. Tümü biraraya geldiği zaman görme olayı sağlanabilir. O zaman değişik kısımların ya aynı zamanda, birden meydana geldiğini varsaymak gerekiyor - bu populasyon genetiği açısından olanaksızdır - ya da yavaş yavaş geliştiğini herhangi bir şekilde açıklamak gerekiyor. Bir parçanın gelişmesinden sonra diğerinin gelişebileceğini savunmak anlamsızdır çünkü hepsi birlikte gelişmezse, ilk gelişen kısım işlevsiz olacağı için körelir ya da artık organ olarak ortadan zamanla kalkar. Bununla beraber, bu tip organların da nokta mutasyonların birikmesiyle, ilkelden gelişmişe doğru evrimleştiğine ilişkin kanıtlar vardır.(bakınız. Sphenodon'da pariyetal göz, Amphitretus'da teleskopik göz) Sphenodon'da pariyetal göz. 1. Mercek, 2. Retina, 3. Sinir ve 4. Arter (Kosswig'den) Mercekli gözün gelişimi omurgalılarda (üstte) ve kafadanbacaklılarda (altta) . 1. Ara beyin, 2. Mercek taslağı, 3. Göz çukuru, 4. Epidermis, 5. Mercek baloncuğu, 6. Pigment epiteli, 7. Retina, 8. Göz sapı, 9. Göz balonu, 10. Iris, 11. Kirpik, 12. Kirpikli cisim, 13. Sinir hücresi, 14. Kornea, 15 ve 16. Kutikular merceğin her iki kısmı (Kühn'den) Evrim Kuramı'nda dördüncü karanlık nokta, fosillerdeki bazı eksikliklerdir. Örneğin, balıklardan amfibilere, amfibilerden sürüngenlere, sürüngenlerden memelilere geçişi gösteren bazı fosiller bulunmakla beraber (bazıları canlı olarak günümüzde hala yaşamaktadır) , tüm ayrıntıyı verebilecek ya da akrabalık ilişkilerini kuşkusuz şekilde aydınlatabilecek, seri halindeki fosil dizileri ne yazık ki bazı guruplarda bulunamamıştır... bununla beraber, zamanla bulunan yeni fosiller, Evrim kuramın'daki açıklıkları kapatmaktadır. Bu başlık altindaki yazılar Prof.Dr.Ali Demirsoy'un Yaşamın Temel Kuralları adlı serisinden alınmıştır. .................................................. .................................................. ..... (3) YAŞAMIN TEMEL KURALLARI Evrimin Temelleri Kara ve su ortamlarında, koşulları birbirinden farklı düşünülebilecek her yer, büyüklüğü, şekli, organizasyon derecesi, gelişmesi, davranışı, üremesi, besini, besin alma şekli, parazitleri, avları, avcıları...vs.'si değşik birçok canlı tarafından işgal edilmiştir. Bu canlıların nasıl meydana geldiklerini, yaşadıkları ortama yapısal olarak nasıl uyum yapabildiklerini, aralarındaki benzerliklerin ve farklılıkların derecesine göre akrabalıklarını, bununla ilişkin olarak, tür, cins, familya, takım, sınıf, şube gibi sistematik sıralanmasının nasıl yapılabileceği açıklamak biyolojinin temel sorunlarından biridir. Canlıların bugünkü ve geçmişteki yapılarını karşılaştırmalı olarak inceleyerek, onların fiziki, fizyolojik ve biyokimyasal benzerliklerini ve farklarını ortaya koymak suretiyle, belirli genelleştirmelere gidilmesi organik evrimin çalışma alanını oluşturur. Organik evrimsel olayları, kalıtımın ana ilkeleri çerçevesinde ve zaman süreci (genlellikle jeolojik zaman süreci) içerisinde incelemek zorunludur. Çünkü Organik Evrimdeki ana sorunlardan biri, bir canlı türünün ya da grubunun, yeni koşullara zaman süreci içerisinde nasıl uyum yaptığının açıklanmasıdır. Yapısal benzerliklerin ve farkların değişimi ancak zaman süreci içerisinde incelenmekle değerlendirilebilir. Organik evrim konusunda ana ilkelerin açığa çıkarılması ve öğretilmesi toplumların düşünce sistemlerinde büyük yansımalara neden olduğu ve olacağı için, sadece doğanın temel yasalarını açıklamaya dönük olan böyle bir bilimsel alan, ne yazık ki, belirli çevrelerde tehlikeli bir gelişim olarak değerlendirilmektedir. Çünkü evrim kavramı, zaman süreci içerisinde bir değişmeyi açıklar Sonsuzluk ve değişmezlik evrimin ilkelerine aykırıdır. Dolayısıyla evrim kavramı, dogmatik düşünceye, yani herşeyin olduğu gibi benimsenmesine izin vermeyen bir bilim dalıdır. Bu ise, belirli koşullar ve düşüncelere, olduğu gibi, yüzyıllardır, düşünmeden uyumuş toplumları keza bunun yanısıra toplumların bu uyumundan çıkarları için yeterince yararlanan çevreleri rahatsız etmektedir. Evrim kavramının kendisi de sabit değildir, zaman süreci içerisinde yeni bilimsel çalışmaların ışığı altında değişmek zorundadır. Çünkü kendini zaman süreci içerisinde değiştiremeyen, yeni bilgilerin ve gelişimlerin etkisi altında yenileyemeyen her şey ve her kavram yok olmak zorundadır. Bu yasa tüm canlılar ve kavramlar için geçerli görünmektedir. Evrim kavramı özünde üç alt kavramı içine alır. 1. Anorganik Evrim: Cansızların değişimini inceler özellikle evrenin oluşumundan, canlıların temel maddelerini oluşturan cansız maddelerin oluşumuna kadar ortaya çıkan olayları kapsar. 2. Organik Evrim: Canlıların değişimini inceler. 3. Sosyal Evrim: Toplumların değişimini inceler. Biyoloji bilimi, özellikle Organik Evrimi kapsar. Organik Evrim bugün de devam etmektedir hatta bugün tarihin birçok evrelerindekinden daha hızlı olmaktadır. Son birkaç yüzbin senede yüzlerce yeni bitki ve hayvan türü meydana gelirken, yüzlercesi de yeni tür oluşumları için ayrılmaya başlamıştır. Fakat bu ayrılma ve türleşme o kadar yavaş yürümektedir ki, gözlemek yalnız tarihsel belgelerin bir araya getirilmeleriyle karşılaştırmalarıyla mümkün olacaktır. Biyolojik evrimin oluştuğuna ilişkin kanıtlayıcı tipik bir örnek, 15. yüzyılın başlarında Madeira yakınında, Porta Santo denen küçük bir adaya bırakılan tavşanlarda gözlenmiştir. Tavşanlar, Avrupa'dan getirilmişti. Adada diğer bir tavşan türü ve getirilen tavşanların düşmanları olmadığı için getirilen tavşanlar anormal derecede çoğaldılar ve sonuçta, 400 yıl sonra, Avrupa'daki anaçlarından tamamen farklı yapılar kazandılar. Öyleki, büyüklükleri, Avrupa'dakilerinin yarısı kadar oldu renklenmeleri tamamen değişti ve daha gececi hayvanlar oldular. En önemlisi, atalarıyla bir araya geldiklerinde, artık çiftleşip yeni bir döl meydana getiremiyorlardı. Yani Biyolojik olarak yeni bir Tür özelliği kazanmıştılar. Canlılar arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların nasıl ortaya çıktığı, 'bilimsel olarak', ilk defa, Charles Darwin'in gözlemleri ile gün ışığına çıkmış ve açıklanmaya çalışılmıştır. Evrim Konusundaki Düşüncelerin Gelişimi Canlıların birbirlerinden belirli derecelerde farklılıklar gösterdiğine ve aralarında belirli derecelerde akrabalıklar olduğuna ilişkin gözlemler, düşünce tarihi kadar eski olmalıdır. Yavruların atalarından, kardeşlerin birbirlerinden belirli ölçülerde farklı olduğu çok eskiden gözlenmişti. Bitkilerin ve hayvanların benzerlik derecelerine göre, tür den başlayarak belirli gruplar oluşturdukları saptanmıştı. Fakat kalıtım konusunda bilgiler yeterli olmadığı ve özellikle bir türün binlerce yıllık gelişimi düşünürsek bir deney tarafından izlenemediği için, çeşitlenme ve akrabalık bağları tam olarak açıklanamamıştır. Bazı bireylerin yaşam savaşında üstün nitelikler taşıdığı, dolayısıyla 'doğal seçme' eskiden de bilinçsiz olarak gözlenmişti. Faka evrim konusundaki bilimsel düşüncenin tarihi, diğer bilim dallarına göre çok yenidir. Evrim Konusundaki İlk Düşünceler Dini Düşünceler: Düşünebilen insanın, doğadaki çeşitlenmeyi, canlılar arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların derecesini gözlediği an evrim konusunda ilk düşünceler başlamış demektir. ilk yaygın görüşler, Asur ve Babil yazıtlarında daha sonra bunlardan köken alan Ortadoğu kökenli dinlerde, görülmüştür. Hemen hepsinde insanın özel olarak yaratıldığı ve evrende özel bir yere sahip olduğu vurgulanmış türlerin değişmezliğine ve sabitliğine inanılmış ve diğer canlılar konusunda herhangi bir yoruma yer verilmemiştir. Bununla beraber Kuran'da yaratılışın kademeli olduğu vurgulanmıştır. Yalnız bir Türk din adamı, astronomu ve filozofu olan Hasankale'li İbrahim Hakkı Hz. (1703-1780) , insanların değişik bitkilerden ve hayvanlardan köken aldığını belirtmiştir. Onyedinci yüzyıla kadar, pisikopos USSHER ve diğerlerinin savunduğu 'türlerin olduğu gibi yaratıldığı ve değişmeden kalıtıldığı fikri yani 'Genesis' geniş halk kitleleri tarafından benimsendi ve etkisini günümüze kadar sürdürdü. USSHER'e göre dünya M.Ö. 4040 yılında, Ekim ayının 4'ünde sabah saat 9.00'da yaratılmıştı. Bu düşünce USSHER tarafından incile eklenmiştir. Daha önce yine hıristiyan din adamları olan AUGUSTİN (M.S 354-430) ve AQUİNAS (M.S 1225-1274) tarafından canlıların basit olarak tanrı tarafından yaratıldığı ve daha sonra değişerek çeşitlendiği savunulmuştu. Özellikle bizim toplumumuzda, birçok dini belgeden de anlaşılacağı gibi, Adem'in çamurdan yaratıldığı, Havva'nın Adem'in kaburga kemiğinden oluştuğu ileri sürülerek, yaratılışın ilk olarak inorganik kökenli olduğu ve daha sonra eşeylerin ortaya çıktığı savunulmuş olabilir. Yunanlılardaki ve Ortaçağdaki Düşünceler: Yunan filozoflarından EMPEDOCLES, M:Ö. 500 yıllarında bitkilerin tomurcuklanma ile çeşitli hayvan kısımlarını, bu kısımların da birleşmesiyle hayvanların meydana geldiğini savunmuştur. THALES (M.Ö. 654-548) , Ege Denizindeki canlıları çalışmış ve denizlerin canlılığın anası olduğunu ileri sürmüştür. ARİSTO (M.Ö. 384-322) , bitkiler ve hayvanlar konusunda oldukça geniş bilgiye sahipti. Onların doğruya yakın tanımlarını vermiş ve gelişmişliklerine göre sınıflandırmıştır. Canlıların metabiyolojik olarak değişerek birbirlerinden oluştuklarına ve her birinin tanrıların yeryüzündeki ilahi taslakları olduklarına inanmıştır. Daha sonra, canlıların kökenini Der Reum Natura adlı şiirinde veren LUCERİTİUS (M:Ö. 99-55) 'u anmadan ortaçağa geçemeyeceğiz. Yeni ve Yakın çağdaki Düşünceler: Rönesans ile canlılar konusundaki bilgiler en önemlisi evrim konusundaki düşüncelerin sayısı artmıştır. HOOK (1635-1703) , RAY (1627-1705) , BUFFON (1707-1788) ve ERASMUS DARWİN (1731-1802) bu devrin en önemli evrimcileridir. Rönesanstan önce de, bulunan hayvanların kabuklarının, dişlerinin, kemiklerinin ve diğer parçalarının bugünkü canlılarınkine benzer tarafları ve farkları saptanmıştır. Ayrıca yüksek dağların başında bulunan fosillerin, yaşayanlarla olan akrabalıkları gözlenmiştir. Bu gözlemlerin ışığı altında, her konuda çalışmış, düşünür ve sanatçı olan LEONARDO DA VİNCİ, canlıların tümünün bir defada yaratıldığını ve zamanla bazılarının ortadan kalktığını savunmuştur. Buna karşılık birçok doğa bilimcisi, canlıların zaman zaman oluştuklarını ileri sürmüştür. Bu şekilde farklı devirlerde farklı canlıların yaşaması kolaylıkla açıklanabiliyordu. Her doğal yıkımdan sonra, meydana gelen canlıların, organizasyon bakımından biraz daha gelişmiş olduklarına inanılıyordu. Bu kurama 'Katostrofizim = Tufan Kuramı' denir. Bu yıkımın yedi defa olduğu varsayılmıştır. CUVİER, 1812 yılında, fosiller üzerinde ünlü kitabını yayınlayarak, fosillerin kesik, kesik değil birbirlerinin devamı olacak şekilde olduklarını bilimsel olarak açıklamıştır. Onsekizinci yüzyılın sonu ile Ondokuzuncu yüzyılın başlangıcında, 3 ingiliz jeologunun çalışmalarıyla katostrofizim kuramı yerine 'Uniformitarizim' kuramı getirildi. HUTTON 1785'de geçmişte de bugünkü gibi jeolojik kuvvetlerin rol oynadığını, yükselmelerin ve alçalmaların, keza erozyonların belki de daha kuvvetli olarak meydana geldiğini ve yüksek dağlarda bulunan fosilli tabakalar ile sediman (tabaka=katman) tayinlerinin yapılabileceğini buldu. JOHN PLAYFAİR'in 'Illustration of the Huttonian Theory of the Earth' adlı yapıtıyla (1802) , bu konu daha anlaşılır hale geldi. Üçüncü araştırıcı, CHARLES LYELL, yayınladığı 'Principles of Geology' adlı yapıtında, birçok jeolojik soruna çözüm getirmesinin yanısıra, canlıların büyük afetlerle değil, çevre koşullarının uzun sürede etki etmeiyle değiştiğini savundu. Kitabın bir yerinde 'geçmişteki güçler bugunkünden hiç de çok farklı değildi' diye yazmıştır. Bu yaklaşım Nuh Tufanı'nın gerçeküstü olduğunu savunuyordu. LYELL'in fikirleri C.DARWİN'i büyük ölçüde etkilemiştir. Charles Darwin ve Alfred Wallace 'ın Görüşleri Charles Darwin (1809-1882) , evrim bilimine iki önemli katkıda bulundu. Birincisi organik evrim düşüncesini destekleyen zengin bir kanıtlar dizisini toplayarak ve derleyerek bilim dünyasına sundu. ikincisi evrim mekanizmasının esasını oluşturan 'Doğal Seçilim' ya da diğer bir deyimle 'Doğal Seçim' kuramının ilkelerini ortaya çıkardı. Darwin, 1809 yılında ingilterede doğdu. Babası, onu, hekim olsun diye 16 yaşında Edinburg Üniversitesine gönderdi. Darwin, ilk olarak başladığı hekimlik ve daha sonra başladığı hukuk eğitimini sıkıcı bularak her ikisinide bıraktı. Sonunda Cambridge Üniversitesine bağlı Christ Kollejinde teoloji öğrenimi yaptı. Fakat Edinburg'daki arkadaşlarının çoğu Jeoloji ve zooloji ile ilgileniyordu. Cambridge'de kınkanatlıları (Coleoptera) toplayan bir grupla ilişi kurdu. Bu bilim çevresi içerisinde botanikçi John Henslow'u tanıdı ve onun önerileri ile dünya çevresinde ingiliz deniz kuvvetleri için harita yapmaya görevlendirilern Beagle gemisinde, beş sene sürecek bir geziye katılmaya karar verdi. Beagle 1831 yılında Devonport limanından denize açıldı. Lyell'in kitabını gezisi sırasında okudu ve dünya yüzünün devamlı değiştiğini savunan düşüncesinden çok etkilendi. Gemidekiler harita yaparken, Darwin de sürekli bitki, hayvan, fosil topluyor jeolojik katmanları inceliyor sayısız gözlem yapıyor ve dikkatlice notlar alıyordu. Gemi ilk olarak Güney Amerika'nın doğu sahilleri boyunca güneye inip, daha sonra batı kıyılarından kuzeye doğru yol aldı. Bu arada Arjantin'in Pampas'larında soyu tükenmiş birçok hayvanın fosilini buldu ve keza jeolojik katmanlardaki fosillerin değişimine özellikle dikkat etti. Bu gözlemleriyle, her türün özel yaratıldığına ilişkin düşüncelere olan inancını yitirmeye başladı. Keza insan da dahil, çeşitli bitki ve hayvan türlerinin değişik ortamlara yaptıkları uyumları, bu arada yaşadığı bir deprem olayı ile yeryüzünün nasıl değişebileceğini gözledi. Beagle, 1835 yılında, Güney Amerika kıtasının batı kıyısına yaklaşık 1000km. kadar uzak olan Galapagos adalarına ulaştı. Bu adalarda yaptığı gözlemlerde, büyük bir olasılıkla aynı kökenden gelmiş birçok canlının coğrafik yalıtım nedeniyle, birbirlerinden nasıl farklılaştıklarını ve her canlının bulunduğu ortamdaki koşullara nasıl uyum yaptığını bizzat gözledi. Örneğin Geospizinae alt familyasından bir çeşit ispinoz kuşlarının, dev kaplumbağaların, Iquana denen dev kertenkelelerin, adalarda ve her adanın değişik koşulları taşıyan bölgelerine göre çeşitlenmelerini, yapısal uyumlarını, varyasyonlarını ve sonuç olarak uyumsal açılımlarını gördü. Buradaki bitkilerin ve hayvanların hemen hepsi, Amerika kıtasının güney sahillerindeki bitki ve hayvan türlerine benzerlik gözteriyor fakat onlardan özellikle uzaklığın oranında farklılaşmalar gösteriyordu. Galapagos adalarında aynı kökenden gelen ispinoz kuşlarının yaşadığı ortama göre yapısalolarak farklılaşması (Stebbins'den) Daha sonra araştırmalarına Pasifik adaları'nda, Yeni Zelanda'da, Avusturalya'da ve Güney Afrika Kıyıları'nda devam etti. Tüm bu araştırma süresi içerisinde evrimsel uyumu destekleyecek kanıtları titizlikle topladı. 1836 yılında ingiltere'ye ulaştı. Darwin, ileriye süreceği fikrin yankı uyandıracağını, dolayısıyla yeterince kanıt toplaması gerekeceğini biliyordu. Kanıtlar evrimsel dallanmayı göstermekle beraber, bunun nasıl olduğunu açıklamaya yetmiyordu. İngiltere'ye varışından itibaren 20 yıl boyunca biyolojinin çeşitli kollarındaki düşüncesini ana hatlarıyla hazırladı. 1857 yılında düşüncelerini kabataslak arkadaşlarının görüşüne sundu. Bu sırada, kendisi gibi, Malthus'un bilimsel serisini okuyarak ve keza sekiz yıl Malaya'da ve Doğu Hindistan'da, dört yıl Amazon ormanlarında bitkiler ve hayvanlar üzerinde gözlemler yaparak, bitkilerin ve hayvanların dallanmalarındaki ve yayılışlarındaki özellikleri görmüş ve doğal seçilim ilkesine ulaşmış, bir doğa bilimcisi olan Alfred Russel Wallace'ın hazırlamış olduğu bilimsel kitabın taslağını aldı. Wallace, Darwin'e yazdığı mektupta eğer çalışmasını ilginç bulursa, onu, Linnean Society kurumuna sunmasını diliyordu. Çalışmasının adı 'On the Tendency of Varieties to Depart Indefinitely from the Original Type' (=Orjinal Tipten Belirsiz Olarak Ayrılan Varyetelerin Eğilimi) idi. Darwin'in yıllarını vererek bulduğu sonuç, yani canlıların yavaş yavaş değişmesine ilişkin görüş, Wallace'ın çalışmasında yer almaktaydı. Durum, Darwin için üzücüydü. Fakat arkadaşlarının büyük baskısıyla, kendi çalışmasını, Wallace'ınkiyle birlikte, basılmak üzere 1 Temmuz 1858'de Linnean Society'ye teslim etti. Basılmadan duyulan bu düşünceler 24 Kasım 1859'da 'On the Orgin of Species by Means of Natural Selection or the Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life' (=Doğal Seçilim ya da Yaşam Savaşında Başarılı Irkların Korunmasıyla Türlerin Kökeni' kısaltılmış adıyla 'Orgin of Species', yayınlandı. ilk gün kitapların hepsi satıldı. Herkes, organik evrim konusunda yeni düşünceler getiren bu kitabı okumak istiyordu. Özünde, organik evrimin benimsenmesi için zemin hazırdı. Çünkü Jeolojide, paleontolojide, embriyolojide, karşılaştırmalı anatomide birçok aşama yapılmış ve birden yaratılmanın olanaksızlığı ortaya konmuştu. Darwin uysal bir adam olduğundan, bir tepki yaratmamak için, eserinin son kısmını Tanrısal bir yaratılış fikrini benimsediğini yazarak bitirmişti. Buna rağmen, başta din adamları ve bazı bilim adamları dini inançlara karşı geliniyor diye bu çalışmaya karşı büyük bir tepki başlattılar. Hatta eseriyle Darwin' e çok büyük yardımlarda bulunan Lyell ve gezisi sırasında geminin kaptanlığını yapan Fitzroy, bu karşı akımın öncüleri oldular. Bu arada Huxley, çok etkin bir şekilde Darwin'e destek oldu. Darwin, çalışmalarına devam etti, birinci eserinde değinmediği insanın evrimiyle ilgili düşüncelerini 'Descent of Man and Selection in Relation to Sex' (=İnsanın Oluşumu ve Eşeye Bağlı Seçilim' adlı eseriyle yayınlandı. Bu eserde, insanın, daha önceki inançlarda benimsenen özel yaratılışı ve yeri reddediliyor, diğer memelilerin yapısal ve fizyolojik özelliklerine sahip olduğu ve yine diğer canlılar gibi aynı evrimsel yasalara bağlı olduğu savunuluyordu. Ayrıca eşeysel seçmenin, türlerin oluşumundaki önemi belirtiliyordu. Darwin'in 'İnsanın Oluşumu' adlı eseri, başlangıçta birçok tepkiye neden olduysa da, zamanla, biyolojideki yeni gelişmeler ve bulgular, özellikle kalıtım konusundaki bilgilerin birikmesi, Darwin'in görüşünün ana hatlarıyla doğru olduğunu kanıtlamıştır. Bu başlık altindaki yazılar Prof.Dr.Ali Demirsoy'un Yaşamın Temel Kuralları adlı serisinden alınmıştır.PATİKAYOLU@MSN.COM KARADENİZE@LİVE.COM Pek çok insan evrim teorisini, Charles Darwin tarafından ortaya atılan, sağlam bilimsel delillere, gözlemlere ve deneylere dayalı bir teori zanneder. Oysa evrim teorisinin ilk fikir babası Darwin olmadığı gibi, teorinin kaynağı da bilimsel deliller değildir. Mezopotamya'da putperest dinlerin hakimiyetinin bulunduğu bir dönemde, canlılığın ve evrenin kökeni hakkında birçok batıl inanç ve efsane yaygındı bunlardan biri de 'evrim' inancıydı. Sümerler'den kalan Enuma-İliş adlı yazıtta anlatıldığına göre, ilk başta bir su karmaşası vardı ve bu su karmaşasının içerisinden birdenbire Lahau ve Lahamu adlı tanrılar ortaya çıkmıştı. Bu batıl inanışa göre, ibadet edilen bu putlar ilk önce kendi kendilerini var etmişler, daha sonra da evrimleşerek diğer maddeleri ve canlıları oluşturmuşlardı. Yani Sümer efsanelerine göre canlılık, cansız su kaosundan birdenbire oluşmuş ve evrimleşerek gelişmişti. Evrim efsanesi, daha sonra bir başka putperest medeniyet olan Eski Yunan'da hayat sahası buldu. Eski Yunan'ın materyalist filozofları, maddeyi yegane varlık sayıyorlardı. Sümerler'den miras kalan evrim efsanesine ise, canlıların nasıl oluştuğunu açıklamak niyetiyle başvurdular. Böylece materyalist felsefe ve evrim efsanesi Eski Yunan'da birleşti, oradan da Roma kültürüne taşındı. Evrim teorisinin savunduğu bütün canlıların ortak bir ataya sahip oldukları düşüncesini, Fransız biyolog Comte de Buffon, 18. yüzyılın ortasında ileri sürdü. Charles Darwin'in büyükbabası Erasmus Darwin Buffon'un ortaya attığı fikri geliştirdi ve bugün 'evrim teorisi' dediğimiz düşüncenin ilk temel önermelerini ortaya koydu. Erasmus Darwin'den sonra Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamarck, 19. yüzyılın başında ilk kapsamlı evrim teorisini ortaya attı. Lamarck, evrimin mekanizmasını 'kazanılan özelliklerin nesilden nesle aktarılması' olarak açıklıyordu. Buna göre canlıların yaşamları sırasında uğradıkları değişiklikler kalıcıydı ve yeni nesillere kalıtsal olarak aktarılabiliyordu. Lamarck'ın teorisi ortaya atıldığı dönemde büyük sükse yapmıştı, ama sonraları popülaritesini hızla yitirdi. Lamarck'ın teorileri hakkında haklı kuşkulara sahip olanlar araştırmalara başlamışlardı. 1870 yılında İngiliz biyolog Weismann, yaşam sırasında kazanılmış olan özelliklerin bir sonraki nesle aktarılmasının imkansız olduğunu ve böylece Lamarck'ın teorisinin yanlış olduğunu ispatladı. Bu nedenle, bugün evrim teorisi olarak bizlere ve tüm dünyaya empoze edilen öğreti, kendini Lamarck'a dayandırmaz. Bugün tüm dünyada evrim teorisi olarak bilinen Darwinizm'in doğuşu, Charles Darwin'in 1859'da yayınladığı The Origin of Species by Means of Natural Selection or the Preservation of Favored Races in the Struggle for Life (Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon veya Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla) isimli kitapla olmuştur. Darwin, Lamarck'ın teorisindeki bazı açık mantık hatalarını elemiş ve canlıların evrimini kalıtsal olarak açıklamak yerine 'doğal seleksiyon' tezini ortaya atmıştır. Evrim teorisi canlıların yaratılmış oldukları gerçeğini reddeder, doğal süreçlerin ve rastlantısal etkilerin ürünü olduklarını savunur. Bu teoriye göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Dönüşüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Yaklaşık bir buçuk yüzyıldır kabul gören teori, bugün paleontoloji, biyokimya, anatomi, biyofizik, genetik gibi pek çok ana bilim dalında yapılan çalışmaların sonuçlarıyla çelişmektedir. evrim küremizdeki tüm canlıların oluşma mekanizmasıdır.Bu mekanizma olmasaydı bu kadar tür oluşmazdı. evrim bundan 14milyar yıl önce başladı.haladevamediyor.evrimin bir zekası varmı yoksa her şey raslantıylamı oluştu.bunların tartışılması gerekir.böyle bir özlemi taşıyorum.yanıt alırsam çok sevinirim. düşünce evrimini tamamlayamayan insanların biyolojik evrimi tartışmaya kalktıkları dünyada hangi bilimsellikten söz edebiliriz bilmiyorum.Hem zavallı kuşlar yada yada zavallı maymunlar bile adını değişimle özdeşleşen kelimelerin yanına yazdırmışlar ama hala değişimi bir pire otu gibi gören insanlarımız var....Kaşındıkça düşünün düşündükçe kaşının artık bilemiyorum! ! ! tekamül... 'insanlar evrim basamağında maymunların altındadır! '..... [img]/images/smilies/smile.gif[/img] .................................................. ... duvarda fötr şapkalı bir maymunu gösterip'bu benim 7göbek öteden dedemdir' diye övünemem [img]/images/smilies/smile.gif[/img] .................................................. ...... atalarımdan utanıyorum ya yazık bana [img]/images/smilies/smile.gif[/img] EVRİMİN FOSİLLERE YENİLGİSİ Fosiller çok uzun zaman önce yaşamış olan canlıların günümüze ulaşan kalıntıları ya da izleridir. Yeryüzünde binlerce yıllık fosiller olduğu gibi, milyonlarca, hatta yüz milyonlarca yıl önce yaşamış canlılara ait fosiller de vardır. Fosil kayıtlarına baktığımızda, canlıların bugün nasıllarsa yüz milyonlarca yıl önce de aynı olduklarını, yani hiçbir evrim geçirmediklerini görürüz. En eski çağlarda bile canlılar bugünkü benzerleriyle aynı mükemmel ve üstün özelliklere sahip olarak, kompleks yapılarıyla bir anda yeryüzü sahnesinde belirmişlerdir. Bu durum ise şu kesin gerçeği göstermektedir: Canlılar, evrim teorisinin hayali süreçleriyle oluşmamış, Allah onları bir anda yaratmıştır. Biz buradayız, tesadüfen oluşmadık, yaratıldık, yüz milyonlarca yıl önce de aynıydık" Kaynak:Antropoloji
Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir. |
![]() | ![]() |
![]() |
Bookmarks |
| |
Serbest Kürsü ve Sözlük EVRİM sizce ne demek, EVRİM size neyi çağrıştırıyor? Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız * BİLİMSEL YÖNTEME GİRİŞ Bilimsel yöntem, dünyanın hassas (yani, güvenilir, uyumlu ve keyfi olmayan) betimlenmesi için bilim adamlarının birlikte ve sürekli çalıştıkları süreçtir. Bir kuramı geliştirirken kişisel ve kültürel inançlarımızın doğal fenomeni hem anlamada, hem de yorumlamada etkilediğini itiraf ederek, ...
ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Sözlük telkin cd indir izle İstanbul Sözlük nerededir kimdir Sözlük çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Sözlük hipnoz Sözlük olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Sözlük hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Sözlük kuantum düşünce kitap haberi