Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| hayat hayaller ve yikimlar - 2 * anlamsızlıklar içinde yaşayan bir insanın hayatı hiçbir zaman sorgulanamaz... çünkü alacağımız cevapların hiçbir
anlamı olmaz... anlamsız birinde anlamlı kelimeler beklemek çok komik olur du değil mi?
düşünsene hayatta hiçbir amacı olmayan bir insandan hayat derleri alıyorsun ve hayatını anlamsız birine teslim
ediyorsun...
düşündün mü?
gülüyorsun değil mi şimdi bunu okuyunca? "ne diyor lan bu?" diye kendine sorular soruyorsun...
hiçbir şey demiyorum sana! sana ne diyebilirim ki? ne kadar az şey biliyorsun benden? ya da ne kadar fazla şey?
sorgulayamıyorum seni? hiçbir cevap yok ben de senin hayatınla ilgili! cevap istiyorsan eğer hayatınla
ilgili! git kendine sor...
sor kendine daha ne kadar böyle sürer? ne kadar daha sürecek bu anlamsızlık?
anlamsız bir hayat sıkmadı mı senin de canını?
sen de sıkılmıyor musun hala "neden yaşıyorsun?" sorusundan?
neden yaşıyoruz ki? ya da ne önemi var ki nedenlerin?
buldun mu cevapları? hiç cevabın yok mu bu sorulara?
peki o zaman neden varsın? neden yaşıyorsun bu anlamsızlığı?
hiç düşündün mü yarını?
hadi bir cevap ver,ver ki kurtul bunlardan...
ne dersin kurtulmak güzel olmazmıydı?
bitmesini sen de istiyorsun değil mi hiç bitmeyeceğini bildiğin halde?
ne acı!
aslında mahkumluğun
hiç işlemediğin suçlar için bir ömür cürütmen gerektiği gibi...
acıymış aslında hayatı bilmek hiç bilmemek kadar acı... sonra yıkılıyorsun ve hayallerini gerçekleştiremiyorsun...
* herkesin izlediği değil yaşadığı bir üçleme... müthiş üçleme... yüzüklerin efendisi gibi fantastik ve heyecan verici, matrix gibi karışık, baba gibi gerilimli, testere gibi her an ölümle yanyana...
hayatı tamamlayan ve insana yıkımları ile en acı tarafını gösteren hayaller bütünü... başlangıç, gelişme ve sonuç...
* bazen, en zayıf anınızda vazgeçebileceğin üç şeydir... küçük diyaloğlardan öğrenip hayatı, büyük umutlarla hayaller kurarak, sonucu yıkımlarla dolu olsada vazgeçmemektir...
- seçkin geldi! neden geliyor bilmiyorum... o da bilmiyor zaten neden geldiğini... sanırım başka bir şansı da yok... buraya gelmek zorunda...
- ne güzel değil mi?
- güzel olan ne ki?
- abi seçkin geldi de, acıtıyor içimi be abi... her şey acıtıyor, bazen diyorum siktir et onu ve kendı hayatından çıkart belki de çok güzel olur?
- biliyor musun? eskisi gibi mutlu olurum yine en azından önüme gelenle mutlu olabilirim... belki de etrafımdaki saçma sapan insanlardan kurtulurum...
- ben bu olmak istemiyorum! çünkü geçmişimi istemiyorum... hiçbir şey istemiyorum.... hiçbirinizi istemiyorum... belki de hayatıma tek devam etmem gerek ama o da olmaz... dostlarda lazım....
- onlarla hep zarar görüyorsun farkında değil misin?
- bilmiyorum ben de bilemiyorum inan ki!
- bazen onlarda gerekiyor ama "o" gerekmiyor be abi... kesinlikle gerekmiyor... çünkü bize acı veren "o" kişi onu biliyorum...
- belki hepimiz biliyoruz...
- ama acı veriyor değil mi?
- cevabını bildiğin soruları sorma bana!
- o zaman içelim abi, kahvemizi de içelim... hani şu tüm halisülasyonlardan bizi çıkartan kahvemizi...
+ bildiklerimin neler olduğunu bilemezsin? hiç tahmin etmedin onları! hiç düşünmedin, aklına gelmedi hiç! neyi bildiğimi
kendinde sorgulamadın hiç! kendinden değerli değildim senin için, sen hiç değer vermedin bana, bildiklerime...
+ şimdi sen söyle?
+ neyi bildiğimi nereden biliyorsun? neler düşündüğümü bilmeden neden biliyormuş gibi davranıyorsun?
+ ben gibi mi olacaksın? ben gibi mi olmak istiyorsun yoksa?
+ peki ben nasıl biriyim söylesene?
+ bilmek istiyorum nasıl birisi olduğumu?
+ bunu bana söyler misin?
+ bana beni anlatır mısın?
+ lütfen?...
peki o zaman sen mutluluğu nasıl bir şey sanıyorsun söyler misin? mutluluk aslında aradaki bir kaç güzel şey değildir... mutluluk bir kaç güzel şeyden ziyade anlar toplamıdır... mutlu zamanlar yoktur, mutlu anlar vardır... ancak sen o anları toparlayabiliyorsan bir zamana ulaşabilirsin... ve mutluluk bazen istekler dışındadır... hayatın getirilerine göre kendini ayarlayan insanlar sanırım en mutlu ölenler oluyor...
"ben mutlu olmak istiyorum" diyince hiç kimse mutlu olamaz... önemli olan istemek değil başarmaktır... sonuçta her güzel şey gibi mutluluğun da sonu var... önemli olan o anı yakalamak... yakaladın mı sakın bırakma bazen ağızla kuş tutmaktan daha zordur çünkü...
hayatını hayallerin yüzünden yıkımlar halinde yaşama, artık birine aşık olma, birine sadece gözlerinle bak, duygularınla değil! bunu yap...
ve hak edeni bugün sev, çünkü yarının garantisi yok! zaten detaylara bakarsan hakikatten yok!...
ama şunu unutmamak gerekir bu üçleme içinde
- elbet bir gün anlıyorsun hiçbirisinin unutulmadığını... hiçbirisi yok olmuyor beyninimizin dehlizlerinden... hiç ummadık bir zaman da karşımıza çıkıyorlar, hiç reddedemeyeceğimiz benliklerine karşılık o an ki yaşadığımız mutlulukları
teklif ediyorlar...
ve biz, ne reddedebiliyoruz ne de mutluluklarımızdan vazgeçebiliyoruz... biz, aslında bizler, tarihin ve hayatın nefret ederek yazdığı bir dönemin insanlarıyız...
biz hiç olmamışlardanız!...
peki sen?
hiç olmamak, hiç olmamışlık ne demek bilir misin?.
* daha fazlası yok! yeni bir tane daha olmayacak! acıtamazsın canımı yeniden! buna izin vermem! eski ben yok artık! yeniledim kendimi, kalbim yamalarını saklamayı öğrendi artık... öğrendim artık seni içimde hiç yokmuşsun gibi hissetmeyi... canım
artık senin olmayışına üzülmüyor, acı çekmiyor kızıl diye saçların ve canına hasret kalmıyor... ruhum, ruhunu özlemiyor artık...
bilmek bazen çok acı demiştim hatırladın mı? bunları da bil o zaman! acı çekme sırası artık sende... sen düşün artık canına nasıl öğreteceksin bunların acısını çekmemeyi?
hiç başlama diyeceğim ama sen gitmeye karar verdiğin de başlatmış oldun... madem bir oyun oynuyoruz yenilmeme sırası artık sende... görebileceğin en büyük acılarla yaşamaya başladığında umursamayacağım seni tıpki senin o gün umursamadığın gibi... yok sayacağım seni artık! yoksun ki! hiç olmadın! biz hiç karşılaşmadık bir topluluk içinde... biz hiç birbirimize gülen gözlerle bakmadık! hiç öpüşmedik biz umursamadan etrafımızdakileri... hiç ellerimiz terlemedi elele gezerken... biz hiç sarılmadık birbirimize ölüme gidene son kez sarılmak gibi... biz hiç uykusuz kalmadık birbirimizi düşünürken... hiç birbirimizi düşünürken başkalarıyla sevişmedik ki! biz hiç olmadık, hiç görmedi gözlerimiz birbirimizi! biz hiç aşık olmadık birbirimize! biz hiç ayrılmadık ki! hiç birisi olmadı bunların! olmadı aynı anda aynı şeyleri seyrettiğimiz bir zaman dilimi! biz hiç aynı şeyleri düşünmedik boğazı izlerken! biz hiç orada iki çay söylemedik!
biz mucizesi olamadık birbirimizin...
yoksun yani! artık ne yaparsan yap! olmadığını yazmaya ancak bu kadar dayanabildim... hiç olmamışa ne kadar sabredebilirim ki? ne kadar bekleyebilirim hiç gelmeyecek birisini? hiç olmayacak, sevmeyecek, umursamayacak birini...
yoksun... hiç olmadın...
ben hiç senin acını çekmedim uykusuz ve aç gecelerde... hiç ağlamadım bir başka insanın evinde seni anlatırken... hiç sevişmedim ben seni düşünerek başkalarıyla ve hiç kaçmadım bir kadının evinden sana olan sevgime ihanet ettiğim için!
hiçbir şey olmadı, hiçbir şey yoktu çünkü!...
Gelme! yalvarırım gelme! unuttum ben seni! gösterme bana gözlerini, duyurma sesini özlemedim çünkü ben bunları... lütfen! gelme!...
"bütün ayyaşlar bir masal kahramanıdır aslında, yine dimdik ayakda yine oyununu oynuyor... şaklabanlık yaparak güldürüyor herkezi ama kimse bilmiyor maskenin arkasındaki gerçegi..."
* acı yalnızca onu son dirhemine kadar yaşayanlar tarafından yazılıp, dillendirilmelidir... yalnızca onlar en mükemmel şekilde anlatabilirler acıyı, hayatlarının en mükemmel, en mutlu zamanlarında...
aci öyle bir hayatı yoketmekle, hayalleri unutup umutlardan vazgeçmekle anlatılacak, üzerine ahkam kesilecek bir şey değildir... acı bir yiğidi, kahramanı, gücü yokedebilecek kadar güçlüdür...
bu yüzden yaşanılan her şeyi "ben çok acı çektim" diyerek anlatmamak lazım...
bazı zamanlar da hayatın hiçbir anlam ifade etmediğini anlıyorsunuz... bunu anladığınız zamanlar sadece aklınızı kısa bir süre uyuşturduğunuz anlardır... aslında hayat gerçek dünyada oldukça güzel... oldukça size uygun ama siz beyninizi uyuşturunca hayat size oldukça kötü gelecek... ve siz neyi istediğinizi bilmediğinizden hayat size her zaman kötü ve çekilmez geliyor olacak... "kararsızlık" size hayatı istediğiniz gibi yaşatmıyor... yani ne yaşamak istediğinizi bilmezseniz hiçbir şey yaşayamazsınız... ve bu yüzyıllık dünya tarihinde hiçbir anlam ifade etmez... böyle yaşarsanız aslında yoksunuz... dünya sizi hiç olmamışsınız gibi farzedecek, insanlık da...
aslında özlediğimiz tek şey 6-7 yaşlarında akşam misafirler varken evde anne kucağında huzur dolu, mutlu bir uykuya dalmak... başka da bir şey değil...
bazen her şey bazen de hiçbir şey ifade etmez, hayat, hayaller, mutluluklar ve acı...
neyi istediğini bilmeyen her insan acıyı tüm hücrelerinde hissetmeye mahkumdur...
mahkumluk ise insanın hayal gücünü köreltip umutsuzluğu yerleştirir beyine ve beyin aslında kişiye hayatını hep kötü geçirekmiş gibi bir his verir...
* önceleri daha kalabalıktık, daha çok gülüp paramızla mutluluk satın alırdık ve bunu bilenler etrafımızda hep bizimle olurdu... sonraları yavaş yavaş etrafımızdakiler cebimizdeki parayla orantılı olarak gitmeye başladı bunu biz geç anladık... şimdilerde cebimizde hiç paramız yok etrafımızda da kimse...
Bazen ara sıra birileri tuttu ellerimizden ne cebimize ne de etrafımızdakilere bakmadan... sonra zamanla onlarda gitti... uzun kalmayacaklarmış, biz yanılmışız uzun kalacaklarına ve her şeyimizi önlerine sermişiz... yaptığımız ikinci hatamız oldu bu...
sonra eksildik deniz kayadan parçalar götürdü, sayımız dörde düştü... hala arada gelip gidenler varr farklı zamanlarda aynı nedenlerle... kelebekleri uçuşturmak için etrafımızda... ama unuttukları bir şey var bir günlük ömrü olan kelebek neden o gününü hayatını hiç umursamayıp siyahlar içerisinde geçirenlerin etrafında olsun ki? yine gittiler, geliyorlar arada sonrada gidiyorlar... tek artan bira ve şarap şişeleri ile birlikte cigerdeki katran oranı başka da bir şey değil...
şimdilerde bir tek bende dolaşıyor kelebek diğer üçü gülüyor bana... biz birbirimize hep güleriz... eğlencemizide, kahrımızıda birbirimize yansıtırız... isteyen alır yanında taşır isteyen kaldırıp çöpe atar... önemli değil...
önemli olanlar ya da önemli olduklarını düşündüklerimiz gittiler... şimdi yeni önemler lazım eskiyi aratmayan bu bir tek bende var ve buna gülüyorlar... olsun gülmek bazen güzel oluyor siyahlar içinde...
sonra susuyoruz bir masanın etrafında otururken hiçbir şey söylemiyoruz birbirimize... derin bir nefes daha alıyoruz sıgaramızdan kapalı mekanlarda kanunları sevmiyoruz çünkü... sonra birisi bir şeyler anlatıyor onu tartışıyoruz uzun ya da kısa bir zaman diliminde... "hadi kalkın eve gidelim" diyor birisi herkes evine gidiyor... ceplerimizde hüzünlerimiz var dışarı çıkarken saklıyoruz onlar maskeleri takıyoruz yüzümüze kimse gerçeği görüp korkmasın diye hayat dolu maskelerimizi... biz ceplerimizi dolduruyoruz nikotin kokulu ellerimizdekilerle hayat dolduruşa getiremiyor bizi...
vazgeçiyoruz sonra yaptığımız planlardan dört kişiyiz sayıyoruz her defasında eksilen var mı diye... oturuyoruz bir masanın etrafına can sıkıntısından oyunlar oynuyoruz tv de hayvanların hayatı var insanlarınkinden daha çok ilgimizi çekiyor nedendir bilinmez... sonra yeniliyor iki kişi ceplerimize doldurduklarımızdan sıkışan paraları çıkarıyoruz biraz daha sığara ve alkol alıyoruz... sonra seyretmeye devam hayvanların hayatını... insanlarınki mide bulandırıyor çünkü...
- kimde sıra?
- ben gittim en son kaptana!
- ben gitmem!
- o zaman kağıt çekelim ufak çeken gider?
- anlaştık!
- bana uyar.
- sktir 2'li geldi.
- Hadi hayırlı yolculuklar.
- bana bira almayı unutma!
"aslında kımse onemlı degıldır... onemlı olmalarını bız ıstedık, onlara anlamlarını bız yukledık ve belkıde en buyuk hatamız buydu... arık kımseye bır anlam yuklmeye gerek yok eger bır anlamı varsa zaten o bıze yukler..."
insandan bozma maymunların dünyasında hayvanlar alemini hayranlıkla izlemek bizim yaptığımız... kimseye mantıklı gelmeyebilir... beklenilen bir kişi var... belki ondan sonra masada hep eksikler de olacak... belki de masa hiç olmayacak... ya da biz? ama keşke sizler olmasaydınız maske takmak zorunda kalmazdık o zaman...
* daha ne yapmak gerekir bilmiyorum. nasıl mutlu olunabilir? her şey tamamlanmışken daha ne canını sıkar insanın? neden bu mutsuzluk? neyi arıyoruz? ya da ne bizi aslında mutlu eder? mutlak huzura kavuşmak için ne yapmak gerekir? anne rahmine dönme şansımız olsaydı keşke! keşke bir şeylere cevap verebilecek birileri olsaydı...
etrafımdaki her şeyden ve herkesten kaçma isteği neden? neden hiçbirisi huzur ve mutluluk vermiyor? bir günüm diğerine neden bu kadar ters geçiyor... sevgili, aile, dostlar neden hiçbirisi uzun zamanlar boyunca huzurlu tutamıyor beni? neden bu sktir olup gitme isteği?
bir yerde yanlışlık var... çarkın dişleri bir yere sürtüyor ve arıza çıkartıyor... neden diye sorgularken her şeyi kendimi hiçbir şekilde suçlu çıkaramıyorum... benim yanımda huzur ve mutluluk bulurken birileri ben neden bulamıyorum... çok sıkıldım... herkesden ve her şeyden... çok çabuk bitiyor heyecan, çok çabuk oluşuyor içimde kalkıp gitme isteği en çok zevk alınan yerden bile...
sonra hafiften yanıyor insanın içi, kırıp dökmeye başlıyor tüm eşyaları, etrafındaki insanların kalbini... ne var bir kalp daha kırmışım çok mu yani? bugüne kadar kırdıklarımın yanında hiçbir şey... birini daha üzmek hiç koymuyor artık vicdanıma... dışarı çıkarken yanıma almadığıma pışman olmuyorum vicdanımı... ne önemi var başka gözlerin yaşarmasının? ne kadar umrunda olur ki yanında oturanın aslında sana çok uzak olduğu? iyi ki almıyorum vicdanımı yanıma bir de onun yükünü taşımak zorunda kalmıyorum bu salak istanbul sıcağında...
insanları üzmemek ve kırmamak için çırpınanlar komik geliyor bana! ölüm olduğunu unutmuş gibiler sanki... ölümün olduğu bir dünyada, birilerini mecburen üzmenin olduğu bir dünyada neden bu çırpınış? nasıl olsa üzülecekler, hiç olmassa baştan üz ki sonunda gidişine üzülmesinler!...
gitmek neden bu kadar zor geliyor bir türlü anlamış değilim... düşününce geride kalacakları -ki bu düşünme sürem 15 dakika- hiç de zor görünmüyor... ama bir el var, göremiyorum, bir ses var net duyamıyorum gidişime engel oluyor... "dur gitme, daha çok yanacak cigerlerin, daha çok düşüneceksin her şeyi" der gibi geliyor bana görünmeyen ve her gün küfürler yağdırdığım o şey...
"hiçbir şey bilmiyorum" diyorum hadi artık bitir şu işkenceyi... ya öldür ya da azad et beni bu nemli, rutubetli şehirden... bırak gideyim, alayım ağzımın payını... kendimi kandırıyorum gittiğim yerler güzel olacak diye... gerçeği öğrenmeden beni azad et gideyim... birak beni ben aslında o huzur dolu insan değilim... sıkıldım her şeyden, gülmekten, yürümekten, düşünmekten, plan yapmaktan salak saçma hayaller kurmaktan... git ben de gideyim...
nedir beni böyle yapan çözebilmiş değilim... hoş çözmek için çaba göstermeyende benim... bir kitap okuyorum gitmeyi "cennete kavuşmak" olarak adlandırmış... sonra başka bir kitap "aradığınız hazine aslında ömrünüzü geçirdiğiniz yerdedir" diyor... sonra aklıma o şiir geliyor...
yeni bir ülke bulamazsın, baska bir deniz bulamazsin.
bu sehir arkandan gelecektir.
sen gene ayni sokaklarda dolasacaksin.
ayni mahallede yaslanacaksin ayni evlerde kir düsecek saclarina.
dönüp dolasip bu sehre geleceksin sonunda. baska bir sey umma
ömrünü nasil tükettiysen burada, bu kösecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde....
ve ben bir türlü ne gidebiliyor ne de kaldığım yere alışabiliyorum... hiçbir şey yapmadan, düşünmeden, kimseyi umursamadan, önemsemeden "o"nu, kırarak tüm kalpleri, vicdanımı ellerimde ezerek, kızgın umarsız birine dönüşüyorum...
iyi mi? kötü mü? hiçbirisinin de aslında ya da artık önemi yok... bir ağaç diktim yeryüzündeki tek eserim onun gölgesinde sonsuzluğun başlamasını bekleyebilirim... hiç kimse rahatsız etmeden hiçbir hücremi...
* sen de bilirsin bazı bazı olur insana bulunduğu ortamdan uzaklaşıp gitme isteği... bedeni bırakıp ruhun ve aklın bir süreliğine arş'a çıkması gibi... her insana olmuştur... kimisi becerebilmiştır bunu kimisi ise bocalayıp tepe taklak düşmüştür arş'tan aşağıya... arada bana da oluyor işte... yanımdakini umursamadan o anlık yok olma haline bürünüyorum... sessizce incitmeden etrafımdakileri ruhumu yükseltip, aşağıya bırakıyorum ki kendine gelsin...
bir de söylemek istediklerimiz dilimizin ucundayken geçmiş yaşanmışlıklar yüzünden kelimelere dökemeyişimiz var.. bu aralar çok sık şekilde oluyor bu da... böyle bakıp gözlerine sevgi sözcükleri söylemek var ama yürek ne kadar söyle diye baskı yapsa da, akıl bir türlü buna yenilmiyor bildiğini ya da gördüğünü yalanmışlığın tecrübesini uyguluyor o anda ve susuyor... hiç susmaması gereken zamanlarda... ama merak etme! çok yakındır duymak istediklerin ve bambaşka bir ben! hani derdin ya "ben sabırlı biriyim" yine öyle ol sen bu sefer de bana sabret değsin buna...
hayatın güzel olduğunu, yaşamanın ne şekil ve şartta olursa olsun her şeye değer olduğunu, siyah ve karamsarlığın geçiciliğini, bir karadeniz kasabasında günlerce usanmadan denizi izleyebileceğimizi, veremi ve kanseri bile o muhteşem duygu ile yenebileceğimizi, acıların tıpkı mutluluk gibi anlık olduğunu ve unutulduğunu, üstesinden gelindiğini çaresizliğin, gözlerinden dünyayı seyretmenin mucizevi bir şey olduğunu sonra el ele hiç yorulmadan uzun ve sessiz yürüyüşler yapılabilineceğini, ölümün "hani o en çok korktuğum ölümün" bile güzel bir hayat yaşandığında korkulacak bir tarafı olmadığını ve bunun gibi birçok şeyi başarabileceğimize inandırdığında ya da başarabildiğimizde...
takılıp kalmadan hiç sevmediğim doğum günü yazılarına, umursamadan şerefsiz geçmiş insanları, antik acılarımı ziyaret etmeden ve hoşgörülü olduğunda saygı duyduklarıma bir mucizeyi gerçekleştirmeme neden olursun...
hayalleri yıkmadan, gerçekleştirebilinecek ölçüde kurulduğunda üzülmüyormuş insan, acı çekmiyormuş sonrasındaki yıkımlarında..
"umrumda değil hiç kimse ve hiçbir şey" derken bile umursayarak seni, "tamam sus yeterince incittin" diye uyarırken iç sesim beni, "şimdi kırdıklarını toplamak için çabala olum" diye düşünmeye başlıyor insan... kırmak bir saniye alırken kocaman bir yüreği, toparlamanın yıllar sürebileceğini hatırlıyorum sonra kendi kırılan kalbimden dolayı...
geçmiş insan mezarlıklarının çokluğu üzerken bazı bazı insanı, bir yenisine daha tahammülü olmuyor... artık gömmek istemiyor yürekteki mezara başka birisini belki de bu yüzden kilitli kapıları kalbimin sen üzülme, ben yıkılmamayım...
yok olman korkuturken bedenimi varlığına susamaya başlıyorum, şeker ve çikolata ile ilk defa tanışmış bir çocuk gibiyim... o bakkal hiç kapanmasın ben hiç çıkmayayım istiyorum şekerlemelerin içinden...
sonra uzun uzun düşünüyorum evime dönerken toprağın bilmem kaç metre altında, bilmem kaç km hız ile giderken... "olum işte böyle bir şey heralde dillendiremediğin sevgi, yüzüne değil de yolcularken rüzgara fısıldamak gibi..." diyorum kimse bilmese de sessiz ve içimde büyütüyorum seni... parçalamadan gögüs kafesimi kalbimi dışarı çıkartıp yüzünü gösteriyorum utangaçlığına beni hayatta tutan tüm organlarım hayran kalıyor...
ne çok saçmalıyorum, ne çok ve gereksiz yazılar var... çok az konuşup dillendiremediğime pişmanım her şeyi... bazen saçmalamak da iyi geliyor insana...
* sonra uzun soluklu geçen hayatını bir anda rolantiye alıyorsun ve işte o zaman anlıyorsun hayatın aslında çok güzel geçtiğini, hiç geçmediğini hissettiğin halde...
peki neden hayattan bu kadar nefret etmek?
neden basit olaylarla mutluluğu aramak varken zoru istemek?
hayatının hiçbir döneminde zoru başaramayacağını bildiğin halde neden onu bu kadar çok istemen? kolay olanı yapıp bir ömür mutlu olmak varken neden mutsuzluğu getirecek şeyler peşinden koşman?
hiçbir cevabın yok değil mi?
peki tesadüflere inanıyor musun?
hani bir pazar sabahı saat 06:15'de çay bahçesinde gördüğün aşkına agıtlar yakmak gibi? hani aslında hiç senin olmamış sadece onun imkanlarından yararlandığın ve bir gün biteceğini bildiğin sonunda gerçekle karşılaşacağına hiç ihtimal vermediğin bir tesadüfün?
peki salak olduğunu biliyor musun? hiç aşık olunmayacak birine aşık olduğunu ve aslında sen değil bu oyunda onun kazandığını hiç mi göremedin? bu kadar salak olmana sebep olan neden aşk mı?
peki aşk bir salaklık hali mi?
kesinlikle salaklık hali değil mi? yoksa hiçbir akıllı insan bunları yapmazdı!
yani daha güzelleri varken kapısında bana ait olan o sözü taşıyan evden çıkmaman ne demek? neden " Tüm aydınlık düşüncelerinizi kapıda bırakınız..." yazılı bir evde yaşaman? hayattan bu kadar mı nefret ediyorsun? hayat sana ne yaptı ki bu kadar? ya da sen hayatının güzel geçmesi için ne yaptın da ondan hak istiyorsun? onu sevmemek gibi bir hakkın olduğuna nasıl karar verdin ki, ona hiçbir şey vermediğin halde?
neyse sus, cevap verme tüm cevaplarını biliyorum nasıl olsa! neler diyeceğini de yazayım mı? hadi başlayalım
- ben istemedim, hayat böyle olmamı istedi!
- hayattan nefret ediyorum çünkü o bana istediğim hiçbir şeyi vermedi!
- aslında yaşamak mecbur olduklarımızın en başında gelen ve bizim mahkumluğumuz!
- içiyorum çünkü sadece içtiğim zamanlarda hayatın aslında olmadığına vakıf oluyorum!
ve daha niceleri... böyle gider bu...
peki hiç düşündün mü hayatın bize istediklerimizi vermemesinin nedeni onları umarsızca bir anda yok edebileceğimiz olduğunu? hiç aklına geldi mi kapısından girdiğin o sduvarları siyaha boyanmış ve üzerinde asılı posterlere yazılmış acı sözler olan evin aslında bir son olduğu?
peki sen biliyor musun hayatın bir kişiden değil bir çok kişinin birleşmesinden oluştuğunu? o kişilerin olmaması durumunda aslında hiç olmamış olma ihtimalini?
yani yüzyıllık dünya tarihinde hiçbir yer işgal etmemenin ne demek olduğunu biliyor musun? aslında bir hiç olduğunu ve yaşadıklarının da hiçbir önem arz etmediğini bir düşün?
düşündün mü?
düşünemezsin çünkü bunu kimse düşünmez... herkes kendisinin dünyanın ve hayatın merkezi olduğunu ve bu senaryodaki başrolün kendilerine verildiğini düşünür ve hayattaki en büyük hatayı yaparlar...
hayat ve dünyanın merkezi ne biziz ne de bu oyunun başrolünde biz varız... figüran bile değiliz... hiçbir şeyiz aslında, hiç olmadık ve/veya hiç olmayacağız...
sadece geçerken uğradığımız ve fotoğrafımızın duvarlarında asılı olmadığı bir handır dünya bunu çözümleyebilmek ve hayata ciddi anlamlar yüklemek ya da yüklememek gerekir...
anlamlarında bir önemi var! hiç kimsenin anlam yüklemediği bir şeye anlam yüklemek çok saçma olur ve hayatının o anını boşa geçirdiğin anlamına gelir... az biraz düşün tesadüflerin olmadığını aslında o çay bahçesine gitmenin senin kaderin olduğunu!
düşündün mü bunu da?
şimdi daha huzursuz olmalısın değil mi? çünnü işin içine artık tesadüfler değil de kader girmiş oluyor! hani inançlarımızın sorgusuz sualsiz kabul etmemizi gerekli kıldığı kader!
inanınyor musun peki kadere? yani dediğin ve yazdığın gibi kader gerçekten varsa eğer cennete ya da cehenneme gicedeğimiz belliyse eğer yaşamak neden? direkt gideceğimiz yere gitsek olmaz mıydı? ne ala olurdu değil mi? bu çileyi ve işkenceyi aynı zamanda bu acıyı çekeceğimize direkt gitseydik kaderimizde yazan yere...
sonra etrafından yüzlerce insanın geçtiği bir barda hayatın ne kadar kötü süprizlerle dolu olduğunu anlatıyorsun daha hayatla tanışmamış olanlara... boşa kürek çekmek gibi biliyor musun hayatı başkalarına anlatmak?
peki sen biliyor musun hayat herkese farklı gülümser ve herkes bu gülümsemeyi yakalayamaz... sen de yakalayamamışsin ki buradasın ve etrafından geçen binlerce salağa aslında çok akıllı olduklarını anlatarak kandırmaya çalışıyorsun...
kimse senden daha akıllı değil bunu yazan da okuyan da hatta bunlardan kendine bir anlam çıkaran da değil!
hiç kimse senden daha iyi yaşayamaz senin hayatını o zaman neden başkalarıyla paylaşmak bunu? neden hayatına yön vermesine izin veriyorsun başkalarının? senin olana neden başkasının parmağı değiyor ve her şeyi olduğundan daha berbat bir hale getiriyor ve sonucunda yine sen üzülüyorsun?
salaksın!
ve bunu illa birinin söylemesi gerekiyor değil mi? çünkü sen salak olduğuna dahi inanmayan inançsız ve hayatı umursamayan ucubenin birisin! hiçbir hayat siyah duvarlar arasında geçmez, siyah insana huzur versede...
ve hiçbir hayat yoktur ki kişinin kendisinden hesap sormayacak! sana verilen bu en büyük hediyeyi hor kullandığın için hesap vereceğini ve bunun hayatının en büyük sınavı olduğunu unutma! ona göre yaşa ve cevapların buna göre olsun! yoksa seni bekleyenleri tahmin dahi edemezsin!
sen hesap sorulmayacak bir dünyada mı yaşıyorsun ki aldığın tüm hediyeleri bu kadar hoyratça kullanıyorsun?
bir gün, o muhteşem günde yani sorulduğunda sana "benim hediyeme nasıl baktın?" diye cevabın "siyah duvarlarla boyali bir oda, içki kadehleri ve kadınlar" mı olacak? eğer böyle olacak ise sen zaten en başından kaybetmişsin ve sana hiçbir kimsenin yardımı dokunmaz!
hiçbir giden geri dönmeyecek gitmek onlara göre en büyük erdem çünkü ve sen ne kadar uğraşırsan uğraş, ne kadar çırpınırsan çırpın yaptığın ve/veya yapacağın hiçbir şey artık bugünü onunla yaşamana izin vermeyecek...
peki sen bunu biliyor musun?
aslında seni nelerin beklediğini bilen ve sana yardım etmeyen birilerinin olduğunu...
* bazen sadece kelimelerden ibarettir ve karşısındakine öğüt vermeyi gerektirir zira başka şans bırakmamış bir üçlemedir...
biz neden birbirimizi anlamıyoruz biliyor musun? sen acı çekiyorsun ben ise çok mutluyum! ikimizde büyüğüz yani... ikimizde yaşadığımız anı birbirimizin yaşayabileceğine ihtimal vermiyoruz, inanmıyoruz...
aslına bakarsanda inanmamakta haklıyız... çünkü sen bir aşk acısı daha çekemezdin bende bir daha mutlu olamazdım ama hayat insana her zaman umduğunu vermez onu ihmal etmeyelim diye... ufak bir ihmalle bile bir çocuk gibi küsebilir hayat ama sadece bir çocuk gibi davranır hep...
peki sana bunu anlatayım mı?
şimdi ben yemek yiyeceğim ve sen çektiğin acıyı kelimelerle bana anlatmaya başlayacaksın ben yemekten sonra anlattığın yerden devam edeceğim çektiklerini anlatmaya...
peki ben mutluluğu anlatmaya başlayınca sen devam edebilecek misin?
az daha sabret, çok uzun sürmeyecek bana inan... inan ki daha az acı çek... şu an yaşadığından daha az bir acı!
ne dersin bunun için inanmaya değer mi?
* "hayattaki" pişmanlık ve hüznümüzün tek nedeni her şeyi geç bulup erken kaybetmemiz. yoksa "hayallerimiz", yaşadıklarımız harika ve mükemmeldi. tek sorun onlara doyamamak. başkada bir şey değil ya da "yıkımlara" alışmamız... Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |