Evet yine buradayım.
Sigaramı yaktım ve bir bakayım dedim günlüğüme... Beni burada sessiz sakin beklediğini gördüm.Bu sabah içimde bir ümitle uyandım. Böyle sabahları seviyorum. İçinde ümitle uyanmayı, kuşların sesini duymayı, esen rüzgarı hissetmeyi seviyorum.
o zaman sanki herşey yolunda gidecekmiş gibi geliyor ve gidiyorda... Kendimden biraz bahsetmem gerek biliyorum. Hayatımdan biraz alıntı yapmam gerek. Çünkü günlüğümün ilerleyen sayfalarında bende nereden nereye ilerlediğimi görmek istiyorum. Kendimi bildim bileli kişisel gelişim kitapları okuyorum. Evet başka tür kitaplar okumak da güzeldir mutlaka çünkü kitap okumak güzeldir ne olsa. Ama beni hep bu tür kitaplar cezbetti. Kitabı bir heves alıyorum, durmaksızın okuyup bitiriyorum. Çok büyük bir motivasyon, coşku vs... birkaç gün öyle gidiyorum. Sonra fısssss. Sönüyorum. Tekrar eski ben, merhaba diyor ben geldim. Eh diyorum safa geldin hoşgeldin. Annem her zaman benim aptallık derecesinde saf olduğumu söyler ve buna bir anlam veremez. Sen çok zekisin ama neden bunları yapıyorsun??? Evet kafamdan zeka fışkırıyor veya fışkırırdı eskiden... Ama zeka ve akıl aynı şey değil ki... Orada duygular dururken aklı kim takar. Okulları dereceyle bitir sonra gel böyle aptal saptal işler yap. Çok şükür ki hayatta başarılı olmanın okulda başarılı olmak olmadığını çabuk anladım acı bi şekilde. Kafama balyoz gibi indi işte anlamayacaktım da ne yapacaktım ki...
Sanırım o günden bu yana kişisel gelişim kitaplarına bu merakım devam ediyor.
Kendimdeki eksik yönleri tamamlamak için. Yıllar içinde hep aynı rutin tamamlandı. Yani fıss olayı. Ben de artık mümkün olmadığını düşünerek Allahım beni böyle yaratan sensin, istesen başka türlü de yaratabilirdin ama sen böyle olmamı istedin o zaman beni sen koru dedim. Evet gerçekten korudu, güzel Rabbim kimin duasını çevirmiş ki... Benden de esirgemedi. Buna birçok örnek verebilirim. Mesela üniversitede okuduğum yıllar... Hem okuyup hem çalışıyorum. Belki kendi yaşam şartlarıma göre çok uzak bir hayalin peşinden gidiyorum. Ama vazgeçmiyorum. Laf aramızda o okulu bitireceğim diye ülseratif kolit olmuştum. Doktora gittiğimizde doktor, okulum bittiğinde hastalığımın da biteceğini söylemişti, öyle de oldu. Lafı çok uzatmıyim. İşte o yıllar. Okul İstanbul'da ben başka bir şehirde. Babam beni gece otobüse bindiriyor ben sabah İstanbula varıp sınava girip akşam otobüse biniyorum ve sabah da hiç dinlenmeden işe gidiyorum. Yine böyle bir otobüse binmişim. En önde oturuyorum. 17 yaşındayım.Temelli saf olduğum yaşlardayım. Muavin ve şöför bana ilgi gösteriyor. Ben iyiliklerinden zannediyorum. Yol böyle sürüyor. İstanbula geliyoruz. Ben Harem'de ineceğim diyorum. O yıllarda Anadolu yakasında Harem terminali vardı şimdi nasıl bilmiyorum. Şoför beni Harem de değil de biraz uzağında indiriyor. Oraya uğramayacağız diyor,ben tamam diyorum. Çantamı alıp başlıyorum yürümeye...Aaa bir bakıyorum şoför de inmiş arkamdan geliyor ve bana sesleniyor dur beraber gidelim. Konuşurken ona benimle gelmesine gerek olmadığını zaten Harem'de akrabamın beni karşılayacağını söylüyorum. Yaa öyle mi falan diyor. Sonra Harem'e gelince ben onu akrabamla tanıştırayım derken bir bakıyorum bizim şoför vınn turizm olmuş. yani klasik bir Türk filmi yaşanabilirdi belki ama böyle sıyırıyorum. Tabi bunların sonradan farkına varıyorum. O yıllarda ortalık bu derece güvensiz değildi.Ama benimki de olmayacak bir güvendi işte.
Başka bir örnek, şu ekonomik kriz zamanları, kocamın işleri bozuluyor. Benim adıma bankadan çek alıyor. İşte iş icabı diyor. Ben onu çok seviyorum ya, gözüm kara hiçbir şeyi görmüyor ya, olsun kocam yeter ki senin işlerin düzelsin imzalıyorum gitsin çekleri. Ne miktarına bakıyorum.Ne vadelerine ne de kime verdiğine. Kocam halleder diyorum. O derece güveniyorum. 96 Sonradan ona duyduğum bu şuursuz sevgi yerini başka şeylere bıraktı ya neyse...Çekler ödenmiyor, hakkımda davalar açılıyor o yıllarda insanlar karşılıksız çek yazmaktan hapiste yatıyor. Ödenmediğini mahkeme celbini görünce anlıyorum. Başlıyor bir korku. Hapse girme korkusu. Yatıyorum kalkıyorum bu korku. Korku ama bir müddet sonra gerçek olacak. Yasalar öyle diyo...Bir sabah rüyamda uzun yollardan geçip bir geçitten geçip yukarıya bir yere güçlükle çıkıyorum. Bir bakıyorum ki etrafıma nasıl güzel bir deniz anlatamam. Kalk kızım diyorum bugün güzel bişeyler olacak. Annemlere gidiyorum. Kardeşim gazete almış dur okıyim derken koca bir başlık af çıktı. Aman Allahım görüyor musun diyorum Allah senini için af yarattı.Yine sıyırıyorum. Şükürler olsun. Hepsine şükürler olsun.
Hayat tecrübem bunun gibi örneklerle dolu. Yanlış sularda yüzen bir gemi ya fırtınaya tutulur, yada sen niye buradasın karasularını ihlal ettin diye kurşunlanır. Ben hayatımda bu kurşunları hep yedim Ama değişemiyordum. Karakterimin bu olduğuna inanmıştım. Taa ki The Secret kitabı ile tanışıncaya kadar. Kitabı okuyunca hadi ya.. Yapma be.. falan oldum. Ama bu konuda araştırmalarım devam etti. Sonuçta neyi istiyorsanız onunla karşılaşıyosunuz bi şekilde.Başka bir bloğu okurken bu sitenin tavsiye edildiğini gördüm ve girdim. Başta dedim ki bu nasıl iş... Ama sonra yazılanları okuyunca vardır bir hikmeti. İlk başlarda dinlerken başım ağrıdı. Ama öyle çok dinleyemedim. Günde 1-2 saat. Bazen günlerce dinlemedim. Biraz düzeldiyse bile bilinçaltım tabiiki löp eski halini aldı.Ama sanırım telkinlerin etkisiyle olacak dün bu işe cidden sarılmaya karar verdim. Öylesine değil , yarım yamalak değil. Adanmışlık duygusu içinde baş koymaya. Bunun için de telkinleri non stop dinlemek istiyorum 24 saat. Söyleyin dostlar bir zararı olur mu ve bi mp3 veya mp4le kulaklıkla dinlemek daha iyi olur diyorum (İyi mi diyorum acaba uzmanlar, deneyimliler lütfen bir cevap) Bunun için en ksa zamanda bir mp3 veya 4 her neyse edineceğim.Gelişmelerde buluşmak dileği ile...