-- III --
Özel Dosya - 001-3
MESAJ
E-KİTAP
Bir Rüya...
İnternette olsun, piyasadaki kitapçı raflarında olsun, yüzlerce değil, binlerce "kaynak", sıfırdan başlayıp, birkaç hafta, bilemediniz birkaç ay içinde, "bülbüller gibi" İngilizce konuşturacaklarını vaat ediyorlar !!
Bir mucize!!
Ve, tabii, gerçekleşmiyor...
Gerçekçi olmayan vaatlerden uzak durunuz... Ve, gerçek anlamda, "Türk gibi başlayıp, İngiliz gibi bitirmeğe" kendinizi hazırlayınız. Bunun azimli, sebatkar ve istikrarlı çalışmaktan başka hiçbir yolu yoktur.
Gerçekler...
Aylarca değil yıllarca; hatta bir ömürboyu, bu işi iş edinmeğe, alınteri dökmeğe, dirsek çürütmeğe hazır değilseniz, vazgeçin. Herkes yabancı dil öğrenmek zorunda değil. Paranızı çöpe atmayınız. İhtiyacınız olduğu durumlarda, kendinize bir tercüman tutarsınız -- çok daha "ucuza" gelir.
Gelir de... Ya, mesleğiniz, konumunuz gereği, kendinizi kanıtlamak, veya işinizi kendiniz sırtlamak durumunda iseniz? Üstelik, "tercümanı" kim ve nasıl denetleyecektir?
Şu doğru gözleme neden hiç kulak vermeyiz ki? TÜRK GİBİ BAŞLA, İNGİLİZ GİBİ SÜRDÜR... Start Out Like A Turk does; but -- Make Progress Like An Englishman Would!!
Bakınız, yıllar yılı dönüp dönüp aynı sınava giriyorsunuz... Sürekli şikayetçisiniz: Sistemde aksaklıklar vaaar; Hocalar öğretemiyooo; Sorularda gariplikler vaaar...
Yok Yav !!
Başarısızlık için mazeret çoook...
Gerçek o ki, aslında başarısızlığı %90 kendinizde aramalısınız !!
Başarısızlığın en büyük nedeni, yeterince hazırlanmamış olmaktır.
Tekrar ediyorum: Aylarca değil yıllarca; hatta bir ömürboyu, bu işi iş edinmeğe, alınteri dökmeğe, dirsek çürütmeğe mecbursunuz. Ya hedefinizin gereğini yapınız, yada hedef küçültünüz. Başka yolu yok.
Sınavlara İlişkin Bazı Saptamalar...
Başta ÜDS olmak üzere, ülkemizde düzenlenen sınavlar genelde, "Sınav mı, Toplu Katliam mı?" sorusunu sordurtacak niteliktedir.
Öncelikle söyleyeyim: Asla, geçer puanların "yüksekliğinden" dem vuracak değilim. Tam tersine, dua ediniz ki, baraj ve geçme puanlarını ben saptamıyorum!!... 50 ile geç, 65 ile geç... Oh, be keka!!
Acaba, bir pilot adayına brövesini verip, uçağı ve canınızı emanet etmeniz için, uçak komutasında bilmesi gerekenlerden % kaçını görmezden gelebilirsiniz??
Hedefleri doğru saptanmış makul ve gerçekçi bir sınavda, üstüne düşenleri yerine getirerek hazırlıklarını tamamlanış bir adayın en az 75-80 puan almasını beklemek gerekir. Puanların düşürülmesi, sisteme ihanettir.
Bu saptamayı yaptıktan sonra, gelelim sınavların niteliğine...
Daha doğrusu niteliksizliğine....Bu sınavlar, düzenlendikleri haliyle, TAM BİR REZALET, TAM BİR TOPLU KATLİAM !!!
Benim şikayetim soru hazırlama heyetleri ve sorulardan... Yanlış anlaşılmasın: Sorular "kötü" demiyorum. Arada bir "yanlış" sorular araya sızabiliyorsa da, o kadar hata kadı kızında da olur. Tabii, hiç olmasa, çok daha iyi.
Fakat benim şikayetim, soru hazırlama heyeti için yanlış alanlardan uzman seçilmesi (soruların kapsamına bakarak bunu çıkarsıyorum) ve soruların bizim dünyamızı değil, münhasıran "British" bilgi ve kavramlar dünyasını yansıtıyor olması.
Edebiyatçıya ziraat soracaksın, veterinere sosyoloji... Üstelik sorular yabancı kaynaklardan "aşıramento" (veya münhasıran yabancılar tarafından hazırlanmış) olacak; yani sınavın kendi hedef şaşkınlığı yetmezmiş gibi, araya bir de kültür bariyerini sokuşturacaksın...
Siz neyi ve ne amaçla test ediyor, sınava tabi tutuyorsunuz ki??
Elime geçen sorulardan bir tanesini hiç unutmuyorum: İngiliz şair Ted Hughes'un velûd (prolific) bir şair olup olmadığı bilgisine dayalı bir soru.... Yahu, İngiliz'e sorsan kaç tanesi bilecek ki...
Dünyada, bana göre, en iyi ve amaca yönelik hazırlanan sınav TOEFL'dır. Adamlar ne istediklerini, ne düzeyde istediklerini açık açık ilan ediyorlar. Herkes hazırlığını ona göre yapıyor...
Her sınavın bir felsefesi olmalıdır. Neyi ölçmek istiyoruz? Ne düzeyde ölçmek istiyoruz? Mevcut haliyle, bizdeki sınavların amacı, olsa olsa, insanların 2-3 saatlik psikolojik işkenceye direnme güçlerini ölçmek olabilir.
Son ÜDS sınavında tam 24 adet Reading Comprehension parçası verdiler!! Yahu, ârif olan jüriye dört parça yeter de fazla bile gelir... Yabancı dil bilgisini değil, stress ve kan şekeri ilişkisini test ediyorlar sanki... Zamana karşı sürat yarışması sanki...
Örneğin ÜDS için, 60 dakika sürecek, 50 sorudan oluşan bir genel dil bilgi ve beceri testi yeter de artar bile... Dedik ya, ârif olan jüri anlar...
Ek olarak, belli bir mesleki dil sınavı, herkesin kendi kürsüsü tarafından ayrıca düzenlenmeli; aranılan nitelikler (literatür okuma, makale yazma, bildiri okuma ve sorulara cevap verebilme, ders verme, gibi) o jüri tarafından değerlendirilmelidir. Çünkü, mevcut haliyle ne ÜDS ne KPDS türü sınavlar adayın yazma ve konuşma becerileri hakkında fikir veremez. Bu sınavlar yalnızca, adayın okuduğunu ne ölçüde anlşayabildiğini açığa vuruyor.
Herhangi bir kürsü, niteliksiz bir adayı şu yada bu nedenle kadroya dahil edecekse, o kendi bilecekleri iş. Nasıl olsa, kısa sürede iplikleri pazara çıkacak, o kürsünün veya o üniversitenin mezunları iş piyasasında aranmaz sorulmaz nitelikte olacaklardır.
Sınav soruları mutlaka açıklanmalıdır. Herkes, kendisinden neler beklenildiğini görebilmeli, hazırlıklarını ona göre yapmalıdır. Piyango bileti alır gibi sınavlara başvurma devri kapanmalıdır.
Tekrar ediyorum: Soru hazırlama basamağı bu işin canalıcı noktasıdır:
Halen soruları hazırlayan kimselerin çok alıngan davranacaklarını bildiğim için, şunu söylemekle yetineceğim: Bu iş mutlaka "...... dili ve edebiyatı" kürsü üyelerinden alınmalı; dilbilimcilere tevdi edilmelidir.
Soru heyetinde birkaç kişinin mutlaka "piyasa" (= gerçek hayat) tecrübesi olmalı; dershane veya özel ders deneyimi aranmalıdır. Yani, soruları hazırlayan kimseler, bugüne değin üniversitelerde put gibi ders dinleyip soru sormayan öğrencilerle değil; KPDS, ÜDS, vb. adayı gerçek şahıslarla muhatap olmuş, onların sorunlarını ve olanaklarını bilen, anlayan kimseler olmalıdır.
Heyette mutlaka Türkçe'yi iyi bilen eğitimli ve deneyimli bir yabancı, ve en az iki dilbilimciye ilaveten, bir eğitimde ölçme ve değerlendirme uzmanı ve ayrıca sosyal bilimler, fen bilimleri, tıp, hukuk, vb. gibi alanlar için danışmanlar yer almalıdır.
Sorular kesinlikle yabancı kaynaklardan alınmamalı, uzun ve ciddi bir mesai harcanarak hazırlanmalıdır.
Yoksa bu TOPLU KATLİAM böyle devam edip gidecek... Adayların, dil becerilerinden çok, kültür bariyerine çarpıp tökezledikleri kanaatindeyim.
Bu hakkı teslim ettikten sonra, şunu da açıkça görelim ve kabul edelim: KPDS, ÜDS gibi sınavları düşünürsek, girdiğiniz sınavlar (yukardaki eleştirilerim saklı kalmak koşuluyla) atla deve değildir... Sonuçta sizden aktif bir yabancı dil becerisi istenmiyor. Tek istenilen, size verilen metinleri anlayabildiğinizi sergilemeniz...
Bunun için de ihtiyaç duyduğunuz şey, o yabancı dilin temel mantık, gramer ve yapısına hakim olmak ve belli ölçüde sözcük ve deyim/deyiş dağarcığına sahip olmak...
NOT: Gelelim işin "light" tarafına. Sanırım, soru hazırlama heyeti için öncelikle kendimi önerdiğimi düşündünüz... Teşekkür ederim, ama cevabım "Hayır"!! Etkili ve yetkili çevrelerin, benim adımı duyunca saçlarının dimdik dikileceği gerçeği bir yana, fî tarihinde Üniversite giriş sınav sorularını hazırlayan heyette görev yaptığım günlerde başıma gelenleri daha unutmadım: Sınavlardan sonra günlerce boynum yada sırtım tutulurdu... Yüzlerce, binlerce adayın âh'ını, bedduasını alıp da, altından kalkmak kolay mı: "Hay, boynunuz tutulsun, e mi !!"
Yol yordam, ve yöntem:
Sınavlarda başarısızlığın nedenlerini 4 grupta toplayabiliriz:
1. Kendinizden kaynaklananlar...
2. Sınavların niteliği yada niteliksizliğinden kaynaklananlar...
3. (Varsa) Birlikte çalıştığınız "hoca"ların yetersizliğinden, yanlış yönlendirmesinden kaynaklananlar...
4. Çalışma yöntemi yanlışlıklarından kaynaklananlar...
Bir zamanlar hekimler gastriti olanlara bila-istisna süt içmelerini önerir, çoğu hastanın ızdırabı şiddetlenerek yıllara yayılırdı. Neden sonra, şimdiki anlayış gelişti: Her hasta ayrı bir olgudur ve aslında nelerin dokunup dokunmadığına da en iyi kendisi cevap verebilir.
Bir zamanlar, İngilizce dersinde Türkçe söz sarfeden öğrenciden kelime başına 5 kuruş ceza kesilmiş, öğrenmeğe çalıştığımız İngilizcenin grameri bize -- yine İngilizce kullanılarak -- "öğretilmiştir"!!
Üstelik de, gerçeklerle ilgisi olmayan, Latince üzerine kurulu, bir "kuralcı" (prescriptive) gramer...
Bu eski anlayışta, "kural" ların öğrenilmesi önplanda gelmiş, vakit bulunup da uygulamaya, dilin asıl kendisi ile ilgilenmeye birtürlü geçilememiştir...
Devran dönmüş, "davranışçı" psikoloji ekolü egemen olmuş, müfredat papağan usulü tekrar ve "pekiştirme" üzerine kurulmuştur. Anlama ve muhakemenin arka plana itildiği bu yöntem çok iyi sonuç vermiş, öğrenciler hertürlü soruya standart yanıtlarla karşılık verir olmuşlardır: Soru: "Is this a book?" Yanıt: "Yes, I am."...
Nice "direct method" lar denenmiş; karatahtaya bir adam resmi çizilmiş, altına, "This is a man" yazılmış...
Sonra da "This is a free man" kavramını resimsel sembollerle açıklayabilmek için hocanın göbeği çatlamıştır. (Oysa bunu Türkçe'ye başvurarak iki saniyede öğretebilirsiniz: "Free, özgür demektir, çocuklar."
Ama tabii, diğer yol yordamları tümden saf dışı edip, yalnız Türkçe açıklamaya yönelirseniz; bu defa da -- olsa olsa -- İngilizce'den Türkçe'ye tek-yönlü çeviri yapacak mütercimler yetiştiriyor olursunuz.
Arada bir, "gramer de neymişçiler" piyasaya hakim olmuş, "pratik" sözcüğü "kolaylık sağlayan" anlamında değil, "konuşa konuşa -- isterse kafa göz yara yara" anlamında yorumlanmıştır. Bu bakış açısını öğrenciler pek bir sevmişlerdir.
Sol cebe İngilizce listeler, sağ cebe Türkçe listeler konulmuş; sırasıyla tombala çekilerek, sözcüğün karşılığı ezbere söylenmeğe çalışılmıştır. Sanki, sözcüklerin anlamı, sözlüklerde yazanlarla sınırlıymış, sözün gelişinden etkilenmezmiş gibi...
Yol, yordam, yöntem ile ilgili söylenebilecek tek söz vardır: Geçerli olabilecek tek yöntem "eklektik" yöntemdir, yani her yol mübahtır, her yol geçerlidir; yeter ki herkesin kendine özgü gereksinimlerine, öğrenme tarzına hizmet ediyor olsun.
Eklektik yöntemde, her yol yordama eşit uzaklıkta durursunuz: Aynı uzaklık ve aynı yakınlıkta... Her amaç ve her öğrenci ayrı bir yaklaşım ve program gerektirir... Bunu kendiniz oluşturamıyor, bilen bir kimseden destek istiyorsanız, o bilen kişinin öncelikli işi size özgü, size uygun bir program saptamak olmalıdır.
Özetlersek:
1. Amacın belirlenmesi: Ne amaçla, hangi düzeyde yabancı dil?
2. Kendi durumuna ve meşrebine uygun öğrenme tarzı.
3. Çalışma azmi ve sebat: "Yabancı dil öğrenmek kolay iştir" diyen yalan söyler. Bu, bir ömür boyu asla peşini bırakmamanız gereken, sürekli bir savaştır. Mücadeleyi bırakan, cepheyi de kısa sürede kaybeder...
Konuşma:
Konuşma dili yazı diline göre bir gayret farklı bir dil gibidir. Kimse yazdığı gibi konuşmaz. Özellikle günlük dili kastediyorum. (Hitabet, ders anlatmak filan daha "kitabi" olabilir.) Kısacası ve açıkçası, konuşma dili becerileri ayrıca öğrenilmesi geliştirilmesi gereken bir meseledir.
Gramer bilgisi yüzdeyüz bir kimse gündelik konuşmada apışıp kalabilir. Buna karşılık, 10 yıldır yabancı ülkede bülbül gibi konuşan bir kimse basit bir dil sınavında bile çuvallayabilir (sınavdaki örnekler günlük dilden değil ise).
Konuşma dili ve becerilerine ilişkin olarak, lütfen websitemiz "Konuşma Dili" bölümü önsözü ve ona bağlı aşağıdaki sayfaları inceleyiniz:
http://www.ingilizce-ders.com/ingili...i/fonoloji.htm http://www.ingilizce-ders.com/ingili...k-simgeler.htm
Değerli Dostlar,
Kimse kimsenin beynini açıp içine birşeyler yerleştiremez. (Şeyy, "iyi hoca"lar bunu birazcıcık, "çaktırmadan" becerebilirler...)
Yabancı dil öğrenmek ve onu diri tutmak, azim, sebat, ve çalışma dolu yıllar ve yıllar gerektirir. Buna hazır değilseniz; boşuna hayal kurmayınız...
Tatlı hayallere soğan sarmısak doğradıysam, efendim, özürlerimle...
Unutmayınız, birileri hayallerinin rehavetinde yıllarını boşa harcarken...
Birileri sabahın erken saatlerinde fırlayıp kalkmış, koşmağa başlamışlardır bile.
Herzamanki selam, saygı ve sevgilerimle,
Yalçın İzbul
http://www.ingilizce-ders.com/ingili...-ingilizce.htm