Ynt: Dalgalanma Hissi İnsanlar için değişim zor bir süreçtir. İnsanın doğumundan –hatta öncesi- itibaren aldığı birçok veri vardır. Bunların bir kısmı özellikle çocuklu çağı sonuna kadar olanlar genetik temele dayanır. Bu içgüdüsel diye tarif edilen bir süreçtir ve bir organizma olarak insanın varlığının idame ettirmesi için gereken yeme, içme, kendini koruma, refleks gibi bilinçsizce yapılan hareketlerdir. Yaş ilerledikçe çevreden gelen çeşitli uyarı ve alışkanlıklar neticesinde çeşitli şartlanmalar oluşmaya başlar. Burada bizi özellikle ilgilendiren bu şartlanmaların oluştuğu “Beyin” dir
Bugünün bilimi, daha beynin ne olduğunu çözememiştir. Beyin hakkında bildiklerimizle, okyanus kıyısında dizine kadar denize giren insanın konumundan farklı değiliz. Nöronların ya da DNA’ların değişik veri tabanları oluşturduklarını, Beynin biyokimyasının, biyoelektrik yapı tarafından yönlendirildiğini, yeni yeni fark ediyoruz. Beynin temel yapısını oluşturan nöronlar, üstlendikleri göreve göre sonsuz kapasiteli Bilgi yumağı haline gelmektedir. İşin ilginç yanı ise yeni öğrenilen her şeyin beyindeki nöronlar arası bağlantıları artırdığı ve/veya % 90–95 lif atıl durumdaki nöronların faaliyete geçirmesidir.
Nöronlardaki bilgi veya her şey bir neyi bir bilgisayardaki programlar gibidir. Öğrenilen, okunan, gözlemlenen kısaca beş duyu yolu ile gelen her şey programın bir parçasını oluşturur. Kişide oluşmuş idrak düzeyi veya “kişiliği” bunları değerlendirerek kullanılmak üzere depolar ve/veya hemen kullanır. Aslında bizi biz yapan bu programdaki verileri değerlendirme biçimimizdir ve davranışımızın temelini oluşturur.
Kişide oluşmuş alışkanlıkların değiştirilmesi mevcut çalışan programlara ters düşen bir durumdur. Çünkü benimsenmiş alışkanlıklar ile çatışma vardır. Bir alışkanlık değiştirilecek ise beyinde ne olmaktadır? Örneğin sigara alışkanlığı. Beyinde o ana kadar olumlu-olumsuz kayıtlı bulunan tüm veriler taranır ve yeni alışkanlık modeli üzerine monte edilmeye çalışılır. Bunun için nöronlar arası yeni bağlantıların ve/veya yeni nöronların aktive edilmesi gerekmektedir. Bu da zaman alan bir süreçtir. Daha doğru bir ifade ile yeterli düzeyde enerji birikimi oluşturmalıdır ki bu “yeni”, eşik seviyesi denilen sınırı aşıp bağlantılar ve nöronlar aktive edilebilsin. Kişinin isteğinin kuvveti, içsel konuşmanın gücü süreyi belirler. Eşik seviyesi aşıldığında kişide alışkanlık oluşmaya başlar ama bu da yeterli değildir; çünkü mevcut alışkanlık hala faaliyettedir ve enerjisi çok kuvvetli olduğu ve bağlantıları sağlam yapılandığı için bu “yeni” yi engellemektedir. İşte kişide bu süreçte dalgalanma diye ifade edilebilen olay baş gösterir. Karmaşık mekanizmalar devreye girerek “yeni”ye karşı eski alışkanlık elinde ne varsa kullanır. Kişi kendini kötü hisseder bir an, sinirli bir yapı kazanır, hatta daha ileri safha olarak hastalık durumu bile oluşturur eski alışkanlık. Bir nevi Berlin duvarının yıkılması gibi çok zor bir işlemdir. İşin iyi yanı ise bunun mümkün olması ve yeterince istekli veya içsel konuşması güçlü ise kişi “yeni”nin oluşturduğu enerji eski alışkanlıktan fazla olduğunda olaya bitmiş demektir. Zaman zaman bu “yeni” enerjinin azalması eski alışkanlığa dönüşe sebep olur. Bu enerjiyi oluşturan ise kişinin içsel konuşmasının doğru biçimde yapması, çevreden bu enerjiyi destekler verilerin gelmesi vs. gibi birçok faktör olmasına karşın asıl olan Doğru içsel konuşmayı yapabilmektir. Bir tanıdığım rahatsızlığını şu şekilde tarif etmişti: “bu hastalık beni öldürecek benimle uğraşmayın” Bir kişi eğer ben öleceğim derse ve buna inanırsa (olumsuz içsel konuşma) bu kişinin yaşamasını hiç kimse sağlayamaz. Nitekim bu tanığınım çok değil 3 ay gibi bir sürede vefat etti. Dalgalanma diye tarif edilen gel-gitler muhakkak ki olur ve süresi ile şiddeti kişiden kişiye değişiklik gösterir. Kuvvetli inanç ile bu dalgalanma olmayanının aşılmaması mümkün değildir. Eskilerin tabiri ile biraz SABIR…
Sevgi ve saygı ile….. |