Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14-11-2007, 09:42 PM   #17 (permalink)
hülyaa
Yüzbaşı
 
Üyelik tarihi: Oct 2007
Mesajlar: 742
Tesekkür: 29
190 Mesajinıza toplam 493 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
hülyaa has a spectacular aura abouthülyaa has a spectacular aura abouthülyaa has a spectacular aura about
Standart Ynt: BİLİMİN AÇIKLAYAMADIĞI KEŞİFLER


Edfu 'daki hiyerogliferde Horus 'un öyküsü

"Bulabildiğimiz kaynaklardan İlk Zaman'ın daha önce var olan bir dönem sonrası başladığını anlıyoruz. Kayıtlardan, eskiden kurulmuş bir dünyanın yok olduğu ve kalan ölü dünyanın daha önce var olanı yeniden yaratma ve diriltmenin gerçekleştiği temeli oluşturduğu şeklinde bir görüş sezilebiliyor."

Edfu Tapınağı'nda sonuncu büyük Tanrı Horus ön planda geliyor. Tapınakta Horus'la ilgili çeşitli yazılar yanında "şahin" karakterindeki heykeli ve hatta gökyüzünde gezerken kullandığı kayık bile var.

Metnin başlangıcında kesin bir tarih verilmiş. Öyküyü özetlersek ortaya şöyle bir olay çıkıyor:
"363 yılında Kutsal Majeste Ra gemisiyle Ken ülkesine gider. Savaşçıları da yanındadır. Horus dedesi Ra'ya düşmanlarının suikast hazırladığını ve Işıklı Tacı almak istediklerini söyler. Ra Horus'un sarayına gider ve Horus'a gemisini vererek düşmanları öldürmesini söyler.

"Horus Ra'nm kanatlı diskine binerek gökyüzüne çıkar. O günden itibaren de Göklerin Efendisi Büyük Tanrı unvanını alır. Düşmanı bulur ve üstlerine bir fırtına salar. Öyle bir fırtınadır ki bu, ne göz görür, ne de kulak işitir. Düşmanların hepsi ölür, tek bir canlı kalmaz.

"Horus çeşitli renklerde parıldayan kanatlı disk üstünde geri döner. Tot geldiğini Ra'ya haber verir. Ödül olarak Horus'a Behutet kenti verilir. Bu, şimdiki Edfu'dur...
Ancak savaş bitmemiştir. Horus Edfu'da bir dökümhane kurar ve 'kutsal demir'den silahlar yapar. Bu silahları Mesniyu (metal adam) denilen özel eğitimli kişilere verir.

Ra ve Horus ordularını toplayıp düşmanın üstüne önce karadan gider. Ancak düşmanlar su aygırı ve timsaha dönüşerek Nil'de saklanmıştır. Ra gemisiyle Nil'e iner. Bir gemi de Horus için yapılır. Bu arada düşman Ra'ya saldırır ama Horus yetişir. Metal adamlar madeni silahlarını kullanarak düşmanları öldürür..."

Öykü bu minval üzere devam ediyor. Bazı araştırmacılara göre Edfu'da bu savaşların anısına bir tapınak yapılmış ve Mesniyular buraya yerleşmiş. Zamanla Şemsu-Hor yani Horus'u İzleyenler adını almışlar.

Ama Hancock'la Bauval gene Edfu Tapmağı'ndaki başka bir yazıdan yola çıkıyorlar. Bu yazıya göre Edfu'da yedi bilge kişi var. Bu kişiler tapınak ve kutsal yerlerin nasıl yapılacağını bilen kişiler ve Tot'un da katılımıyla ilk Zep Tepi tapınağını yapmışlar.

Bu yedi bilge kişi konusu ilginç, başka mitlerde de karşımıza çıkıyor. Örneğin Babil'de tufandan önce yaşamış ve Ur Kentinin duvarlarını yapmış olan yedi Apkalu ya da Hint geleneğinde tufandan kurtulan ve tufan öncesi bilgileri korumakla görevlendirilen yedi Rişi gibi...


Edfu 'daki Horus kayığının oturma kısmı

Hancock'la Bauval bu bilge kişilerin Tanrı olmadığı, büyük olasılıkla önceki bir uygarlıktan gelen kimseler olduğu ve bilgilerini nesilden nesile naklettiklerini ve Şemsu-Hor'un aslında bu kişiler olduğunu öne sürüyorlar.

Başka benzer referanslar da var. Örneğin Edfu'nun biraz kuzeyindeki Dendera Tapınağı'ndaki duvar yazılarında "bu tapınağı yapan mimarların uyguladığı 'büyük planın' Horus'un İzleyicilerinden kaynaklandığı ve eski yazıtlarda kayıtlı olduğu" yazılmış.

Şemsu-Hor yani Horus'un İzleyicileri ifadesinin geçtiği en eski metin Piramit Metinleri'dir. Prof. Reymond Piramit Metinlerinden söz ederken şöyle diyor:

"(Mısırlılar) dünyanın ilk kez ilkel sulardan çıkan bir tepe şeklinde olduğuna inanıyorlardı. Dolayısıyla bu tepenin kendisi de kutsaldı ve Yaratıcı Tanrı Atum'un mesken tuttuğu ilk yerdi."

Piramit Metinlerinin Heliopolis rahipleri tarafından derlenmiş olduğunu biliyoruz. Bu nedenle Mısır'daki tapınak törenlerinin kökeni Heliopolis'den geliyor demek mümkündür. Reymond Edfu'daki yazılara göre Hanedanlar Dönemi öncesinde Memfis civarında büyük bir din merkezi olması gerektiğini söylüyor. Hancock'la Bauval'e göre bu ancak Heliopolis Tapınağı ve Cize platosundaki yapıtlar olabilir.

Bu noktada ortaya şöyle bir senaryo çıkar gibi oluyor: Dünyada çok eski bir uygarlık vardı. Bu uygarlık bir felaket sonunda yok oldu, izi tozu kalmadı. Ancak o uygarlığa mensup kişilerden kurtulanlar oldu. Dünyanın çeşitli yerlerine dağıldılar, eski uygarlıklarına dair bilgileri korudular ve kendilerine özgü yöntemleri kullanarak gittikleri yerlerdeki insanları eğittiler. Böylece insanoğlu Taş Devri'nden çıkıp önce Tunç, sonra da Demir Devri'ne geçti ve bu arada bugün "Olamaz, bunu yapamazlardı!" dediğimiz yapıtları inşa etti.


Edfu 'daki Horus heykeli

Cize külliyesinin tamamı olmasa bile, en azından bir bölümünün, örneğin Sfenks ve Sfenks Tapmağı'mn MÖ 3000'lerden öncesine gittiği günümüzde genellikle kabul ediliyor. Bazı araştırmacılara göre Büyük Piramidin yapım tarihi de Kufu'nun hüküm sürdüğü MÖ 2500'ler-den çok daha gerilere gidiyor. Kabul edilen bir başka husus piramitlerin anıt-mezar olmadığı...

Gerçekten de bir iki istisna dışında piramitlerin içinde hiçbir mumya bulunmadı.27 Bunu mezar hırsızlarına bağlamak yanlış olur, çünkü mezar hırsızı hazineyle, mücevher ve diğer değerli şeylerle ilgilidir. Mumyalanmış cesedin kendisiyle değil!

Peki, piramitler mezar değilse nedir?
Bu noktada spekülasyon başlıyor. Hancock'la Bauval'in yıldız kültü varsayımı bunlardan sadece biri. Uzay araçları için iniş yolunu gösteren bir işaret olduğundan insanlığın geçmiş ve gelecekteki tarihini belirten bir dizin olduğuna; dev bir enerji üretim merkezi olduğundan dinlerde ve mitlerde sözü edilen Altın Çağ'a dönüşü mümkün kılacak bilgilerin saklandığı depo olduğuna kadar pek çok varsayım öne sürülmüştür.

Bütün uygarlıkların enerji gereksinimi vardır. Hiç enerji kullanmayan bir toplum düşünülemez. Uygarlık düzeyi ilerledikçe, başka bir deyişle teknoloji geliştikçe, enerji kullanımı da artar. Eğer gerçekten 10-15.000 yıl önce ileri bir uygarlık olsaydı, mutlaka geniş çapta enerji kullanmış olması gerekirdi. Ve Chris Dunn 1998 yılında yayımlanan The Giza Power Plant adlı kitabında bunun doğru olduğunu ve Büyük Piramidin aslında bir enerji dönüşüm santrali olduğunu iddia ediyor. Dunn, Büyük Piramidin, dünyanın jeolojik titreşim enerjisiyle rezonansa girerek bu enerjiyi kullanılabilir biçime dönüştürecek şekilde tasarlanmış dev bir akustik yapı olduğunu söylüyor.

Chris Dunn'ın tezine özetle bakacak olursak: "Dünya küresi elektromanyetikten nükleere, mekanikten kimyasala kadar her çeşit enerjiyle yüklüdür, bir bakıma dünyayı dev bir dinamo gibi görebiliriz. Enerji titreşimdir ve her enerjinin bir frekansı vardır. Örneğin dünya ile çevresindeki iyonosfer, troposfer ve manyetosfer katlan arasında oluşan 'elektromanyetik boşluk' (elektromagnetic cavity) enerjisinin temel frekansı 7.83 Hertz, harmonikleri ise 14, 20, 26, 32, 37 ve 43 Hertz'dir."

"Bu enerjiler dünyanın yapısında yer alan "piezoelektrik" maddeler üzerinde etkili olur ve ses dalgalan üretilir. Örneğin içeriğinde kuvars olan granit kayalarda bu etkiyi yapar. Ancak bu dalgalar ultrasoniktir, yani duyulabilen ses sınırının üstündedir ve doğrudan kullanılabilir halde değildir. Başka bir deyişle, bir dönüşüm gereklidir."

Buraya kadar Dunn'ın tezinin bilimsel gerçeklere uygun olduğunu görüyoruz. Özetle, dünyanın jeolojik yapısı içinde oluşan enerjiyi kullanılabilir bir biçime dönüştürürsek, çok güçlü ve sürekli bir güç kaynağı elde edebiliriz!


Chris Dunn , Büyük Piramidi enerji santrali olarak böyle görüyor.

Asıl soru burada çıkıyor; 10-15.000 yıl önceki bir uygarlık bunu yapabilir miydi? Bunu yanıtlamadan önce tekrar Dunn'ın dediklerine dönelim:
"Temel frekansları (veya harmonikleri) aynı olan iki cisimden birindeki titreşim öbürünü de titretir, hatta yükseltici (amplification) bir etki yapar. Yani ikinci cisim birinciden aldığı enerjiden çok daha fazlasını üretebilir. Bunun adı rezonanstır ve kontrol edilmezse, büyük felaketlere yol açabilir.
"Dünyanın jeolojik enerjisini alıp kullanmak için kontrollü bir rezonans ortamı yaratmak gerekir. Bunun için de, dönüşüm santralinin dünyanın temel frekansıyla aynı olması gerekir. Bu da yetmez, başlangıçta santralde titreşimi başlatacak bir 'ilk hareket' enerjisi verilmesi gerekir. Bu yapıldıktan sonra santral Dünya'ya çok az bir enerji verecek ama karşılığında çok daha fazla enerji alacaktır."

Fiziksel olarak bu da doğrudur. Ancak bir sorun var; eğer Büyük Piramit Dunn'ın dediği gibi bir dönüşüm santraliyse, yaklaşık 5.3 milyon ton ağırlığındaki kitlesine söz konusu ilk hareket nasıl verilir? Ünlü bilim adamı, fizikçi ve kaşif Tesla'ya göre bu kolay; 1935 yılında bir basın toplantısında New York'daki Empire State binasını yıkmak için ne kadar güç gerekir diye sordukları zaman "Birkaç librelik güç yeter. Eğer uygun bir titreşim cihazını (oscillator) taşıyıcı kolonlardan birine bağlar ve binanın doğal frekansında çalıştırırsanız, bina rezonansa girer ve bir süre sonra yıkılır" demişti.
__________________
bilge insan güneşi gösterir..anlayan güneşe..anlamayan bilgenin parmağına bakar..
hülyaa isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla