Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09-02-2007, 02:44 PM   #4 (permalink)
hayatimdegisti
Administrators
Atakan Sönmez
 
Üyelik tarihi: May 2006
Bulunduğu yer: istanbul
Mesajlar: 5,723
Tesekkür: 2,852
3,132 Mesajinıza toplam 17,384 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
hayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond repute
Standart Kenya'da Öğrenilmiş Çaresizlik (Video)

MOMBASA



Kenya'nın ikinci büyük şehri Mombasa, Hint Okyanusu'na kıyısı olan bir yarımada. İklimi Antalya'yı andırıyor. Yüzde kırkı Müslümanlardan oluşan şehrin nüfusu 900 bin civarında. Nairobi'nin o matemli havası, Mombasa'da yok. Müslümanların birçoğu Yemen, Sudan ve Somali kökenli. Ülkeye yerleşeli yüzyıllar geçmesine rağmen, farklı etnik gruplar arasında evlilik yapılmamış. Bunun yanında farklı dinlerden olma bir çatışma unsuru değil. Her gittiğim yerde bu olguyla karşılaşmam medyanın kurgusallığını bir kez daha düşünmeme sebep oluyor. Belki de günü kurtarmaya çalışan insanların önceliği karın doyurmak dolayısıyla para olduğundan, kimin hangi dinden olduğu hiç fark etmiyor.



Nairobi'de yapamadığımı burada yapıyor ve sokaklara akıyorum. Nispeten daha turistik bir bölge olduğundan sokaklarda tek tük yürüyen beyazlara rastlamak mümkün. Caddeler boyu yerlere serilmiş tezgahlarda özenle dizilmiş domatesler, ananaslar, mangolar ve adını bilmediğim birtakım sebze ve meyveler satılıyor. Korsan CD'ciler var, daha çok Gospel müzik ve Amerikan filmleri revaçta. Yine de bildiğim o neşeli, bir yerlerden müziklerin geldiği çarşı ortamı yok. Sokaklar çok kötü kokuyor. 40 dereceye yaklaşan sıcağın etkisiyle pislikler, çöpler eriyip iyice yapışıyor yollara. Bir kasap, buzdolabı yok ve et satıyor. Bir lokanta, kokudan kırılıyor içerisi ve insanlar orada yiyorlar yine de. Sokaklardan birinin köşe başında oturmuş 5-6 kadın çekiyor dikkatimi. Yanlarında kendilerinin 3 katı kadar da çocuk var. Çocuklar hemen yapışıp para istiyor. Bir sürü, gitmiyorlar. Sokağın sonuna kadar geliyorlar, 10 adım kala dönüyorlar, çok profesyoneller. İkna kabiliyetlerinin işlemediği sınırı çok iyi çizmişler, hepsi aynı anda dönüveriyor geri.



Minibüsler var caddelerde rengarenk. Sanata dair tüm becerilerini, politikayı, inançlarını hep bu minibüslere yansıtmışlar. Hepsi renk renk, üzerlerinde sloganlar, resimler, grafitiler, sevdikleri kişilerin isimleri, destekledikleri siyasi partinin adı ya da "Hz. İsa bizi kurtaracak, Hz. Muhammed'e saygı" gibi dini sloganlar var.



Siyahlar sokakta meyve sebze satarken, dükkanlar Hintlilerin elinde. Hediyelik eşya dükkanlarında pazarlık payı bırakmadan "aaa, o el emeği" şeklinde 'emek'in hakkında bir fikri varmışçasına ajitasyon yapıyorlar. Sanırım İngilizler yine villalarında, pek göremedim ortalıkta...



En azından alışveriş yaparken, 'kutsal'ı değiştirirken sohbet etmeye çalışıyorum. Çoğu Türkiye'yi hiç duymamış. Bazıları ise Galatasaray diyor başka birşey demiyor. Tugay'ın şu an hangi takımda oynadığından Emre Belezoğlu'nun gol çizelgesine herşeyi bilenler var. Futbol çok önemli, Zidane'ın dünya kupasında attığı kafayı soruyorum, "İyi yaptı” diyor, “ailesine laf etmiş Matarazzi". Futbol bir anlamda dünyayla bağlantılarını sağlıyor. Dünya coğrafyası öğretip, sosyal ezilmişliği telafi ediyor.



BAYRAM



Sabah erkenden kalkıp açık havada bayram namazının kılınacağı top sahasına gidiyoruz. Burada kadınlar da bayram namazı kılıyor. bayram namazının ikincil amacı da tüm Müslümanların bayramlaşması ve sohbet etmesi oluyor. Müthiş bir görüntü var: Rengarenk kumaşlarına bürünmüş, yereliyle inancını birleştirmiş kadınlarla dolu sahanın arka tarafı, önde ise bembeyaz kıyafetleriyle erkekler var. Ne kamerayla çekim yapmama, ne de fotoğraf çekmeme kızmıyorlar, şaşırıyorum. Biraz incelediğimde orta sınıf olduğuna kanaat getiriyorum Mombasa'daki Müslümanların. Bazıları arabalarıyla gelmiş. Pembe çarşaflı sarı gözlüklü 6-7 yaşlarında bir kız takılıyor gözüme, çok sevimli ve çok komik görünüyor ama farkında değil. Gayet ciddi bakıyor bana, fotoğrafını gösterince gülümsüyor.



Otele döndüğümde haberleri açıyorum ve Saddam'ın idamını öğrenince çok şaşırıyorum. Bayramın ilk günü Şii eliyle gerçekleşmesini ve öldükten sonra etrafında insanların dans etmesini çok yadırgıyorum. Sokağa çıkıp ilk rastladığım adama soruyorum:



"Saddam bugün idam edilmiş, haberiniz var mı?"



"Yok, Allah rahmet eylesin."



"Saddam'ı tanıyor musunuz?"



"Evet Irak'ın lideri değil mi?"



"Lideriydi..."



"Nasıl biri sizce?"



"Bilmiyorum sadece Irak'ın başkanı olduğunu duymuştum."



"Amerika- Irak savaşından haberiniz var mı?"



"Evet medya birşeyler söylüyor ama ne kadarı doğru ne kadarı uydurma bilmiyoruz"



Sonradan konuştuğum diğer insanlardan da benzer cevaplar alıyorum. Kimsenin binlerce kilometre uzaktaki olaylarla ilgilenecek hali yok.



Bir süpermarkete giriyorum, burada neler satılır diye merak ederek. Hemen hemen benzer şeyler var dünyadaki diğer marketlerle, sadece raflar dağınık ve kalite daha düşük. Kahve ve çay çeşit çeşit. Bir de pakmaya var, Türk markası olarak. Bu arada sıcaktan tansiyonum düşüyor ve otele dönüyorum. Aslında kurban etlerini dağıtmamız gerekiyor ama kurbanlar bir türlü kesilemiyor. Burada zaman çok yavaş işliyor. Sonunda akşam 8 civarı 350 büyükbaş hayvanın kesimi bitiyor ve etleri dağıtmaya gidiyoruz civardaki köylere.



İnsanlar güneşin altında 10 saatten fazla kuyrukta beklemişler birkaç kilo eti alabilmek için. Etlerini alınca sabırsızlıkları hemen mutluluğa dönüşüveriyor. Bir köyden diğerine geçiyoruz ve kadınlara yaklaşıyorum, bana bakıp utanarak başlarını çeviriyor bazıları. "Nasıl geçiyor bayram?" diyorum. "Fark etmiyor, parası olan akrabalarını ziyarete gidiyor, ama çoğumuzun günlük hayatı aynı"



Bu köy de Kibera'yı andırıyor olmayan elektrik ve suyuyla. İçme suyu alabilmek için insanların kilometrelerce yürüdüklerini öğreniyorum. Bu arada bir kadın yaklaşıyor yanıma, "Ben listeye adımı yazdırmamıştım, ne olur bana biraz et verebilir misin?" Başımı çevirip dağıtım aracına baktığımda etlerin bittiğini ve insanların buna inanmayıp araca tırmandıklarını görüyorum. Kadına biraz para veriyorum ve hepimiz minibüse biniyoruz, hemen gitmemiz lazım yoksa kötü şeyler olabilir. Küçük kızlardan bir tanesi "bye Selma" diye defalarca sesleniyor arkamdan, el sallıyor, konuşmadık bile, nereden biliyor adımı?



Gece uykumun arasında yine bir dişim ağrımaya başlıyor. Son 2.5 ayda yapılan 12 dolgu, iki kanal tedavisi, iki 20 yaş dişi ameliyatından sonra "acaba bu sefer hangisi" diyerek uyanıyorum ve aynaya baktığımda sağ yanağımın balon gibi şiştiğini görüyorum. Doktor, dişimi fırçalarken sulardan enfeksiyon kapmış olabileceğimi söylüyor. Antibiyotik ve ağrı kesiciler ve yanağımda koca bir buz kütlesiyle kendimi biraz da zorlayarak çıkıyorum. Mombasa'nın tek devlet hastanesine gidiyoruz. Bizi karşılayan Somali asıllı Dr. Abdurrahman, İstanbul Marmara Tıp Fakültesi mezunu. 7 sene İstanbul'da kalıp doktor olduktan sonra, kalma imkanı olduğu halde hiç tereddüt etmeden ülkesine dönüyor ve çok zor koşullarda insanlara hizmet ediyor. Yüzünden tebessümü bir an olsun eksik olmayan doktor, akıcı Türkçe'siyle bize rehberlik ederek hastaneyi gezdiriyor.



Manzara içler acısı. Hastaneye girdiğinizde aldığınız o 'tıbbi' koku yok, içerisi kazan gibi sıcak. Yataklarda çarşaf yok, yastık yok, insanlar balkonlara kadar taşmış. Hijyen yok, duvarlarda böcekler geziyor. Acil bölümünde çok ağrı çeken hastaların feryatları dışında sükunet hakim. Yerde bir kadın oturmuş, dizinde 1 yaşındaki bebeği, hüzünlü hüzünlü bakıyor gelip geçene. Veremmiş bebek… Diğeri de sıtma, diğeri de AIDS. İlaç yok, doktor 2-3 tane. 35 milyon nüfuslu ülkede bir tane dahi kalp cerrahı yokmuş. Yine çaresizlik…



Duvarda bir saat ilişiyor gözüme, çalınmasın diye parmaklıklarla çivilenmiş duvara. Ne maske, ne eldiven, gözlerim yaşlı çocuk bölümüne giriyorum. Bir odada karşılaştığım görüntü karşısında midem kasılıyor. Çocukların derileri yok, bir tanesinin kısmen, bir tanesinin tamamına yakın derisi yok. Bakamıyorum da, bir hemşire selam veriyor bir yandan merhem sürerken çocuğa.



Son zamanlarda diş ağrılarından dolayı sıkça acile taşındığımdan hastane benim için ferahlatıcı, insanların gittiklerinde dertlerine çare bulduğu bir yeri ifade ediyordu. Uzun kuyruklar ve ümitsiz hastalar olsa da, yine de bir güven duygusu verip ümit aşılıyordu sanki. Ama burada, sanki ölümden önce son durak havası vardı. Giderilemeyen bir ümitsizlik ve çaresizlik vardı. Doktor Abdurrahman bizi teselli ediyordu, bu hastanenin en temiz hali, en iyi hali diye...



Abdurrahman'ın eşi İstidap'ı da alarak yemeğe gittik. 8 yıl önce İstanbul'a gelirken yolda tanışmışlar. Azimle, sabırla, kalmayı, rahat ve konforlu bir hayat kurmayı bir an bile düşünmeden 7 sene çalışmışlar, doktor olmuşlar ve 2 hafta önce Kenya'da evlenmişler. Çok mutlular, çok umutlular. İstidap'ın annesi 35 yaşında vefat etmiş, sebebi tam belli değil "bakımsızlık ve zayıf hayat koşulları herhalde" diyor. Onların bu sabır ve tevekkülleri yüreğimin bir yerine işliyor. "Şikayet etme dünya kötü, insanlar acımasız diye, eleştirip durma, tut bir ucundan da düzelsin" diye çıkışıyorum kendime.







__________________
http://www.hayatimdegisti.com
Hemen ücretsiz deneme telkinlerini indirmek içinse bu link.Suçluluk ego ve kendine güveni 2 gün dinleyin
https://www.dropbox.com/sh/b6youoq8m...vwFPsoEYa?dl=0
Dinledikten sonra etkiler ile ilgili anketlere bu linkten katilin.
http://www.hayatimdegisti.com/forum/...-anketlerimiz/
hayatimdegisti isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla