Administrators ♥Ozlem Şahin ♥
Üyelik tarihi: Feb 2007 Bulunduğu yer: istanbul
Mesajlar: 5,030
Tesekkür: 13,842
2,276 Mesajinıza toplam 13,392 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Ynt: Sadece Bugün konuyla alakalı farklı bir başlık açmadan bu yazıyı buradan sizlerle paylaşayım istedim..
(böylelikle arada kaynar belki de benden geldiğini unutursunuz 44 )
sevdiğim bir kalemin elinden çıkmış olan bu satırları
yine severek okudum..
bu duyduğum sevgiden ötürü bu gün yarın amborga almam yakındır...
yeşilaycıları destekler kendilerinin doğru olanı yaptıklarının beş kez daha altını çizer..
sevenlerine bu yazıyı ithaf ederim...
(uzun ama hele bi başlayın sonuna nasıl geldiğinizi anlamıyorsunuz)
çek elini sigaramdan!
yazar burak eldem
2005 yılının hemen başlarıydı, sanıyorum. ilk romanım seni tılsımlar korur’un yayımlanmasının üzerinden henüz iki, bilemediniz üç ay geçmişti ve günde en az bir saatimi, elektronik posta kutuma gelen okur mektuplarıyla ilgilenmeye ayırıyor; elimden geldiğince de hepsini yanıtlamaya çalışıyordum. o yoğun e-mail trafiğinin benim için neredeyse günlük mesaiye dönüştüğü günlerde, bir okurumdan alışılmışın oldukça dışında bir “eleştiri” almış ve uzun süre nasıl bir yanıt vereceğimi düşünmek durumunda kalmıştım. yazdıklarından, o günlerde ellili yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim okurum, şunları söylüyordu:
“ilk başta şunu söyleyeyim: seni tılsımlar korur’u başından sonuna dek büyük bir heyecanla ve zevk alarak okudum. gerek hikâyenin zengin ve okuru düşünmeye yöneltip meraklandıran sürükleyici niteliği, gerek karakter profillerinin oldukça başarılı çizilmiş olması, gizem faktörünün de güçlü etkisiyle, romanın büyük bir keyifle okunmasını sağlıyor. ama bütün olumlu görüşlerime ve romanı çok sevmeme karşın, size bir konuda oldukça kızgın olduğumu söylemek zorundayım. bugüne kadar yerli bir romanda rastladığım en başarılı iki karakter arasında rahatlıkla sayabileceğim eser büyükdere ve reşat hoca’ya, kitap boyunca bulabildiğiniz her fırsatta sigara içirmek zorunda mıydınız? üstelik zaman zaman bunu öyle noktalara vardırmışsınız ki, eser büyükdere neredeyse bir sigara militanına dönüşmüş! insan sağlığı için konan yasakları hiçe sayıyor, hekim kararlarına meydan okuyor, sanki hayatın güzel ve keyifli olmasını sağlayan temel şeylerden biri sigaraymış gibi davranıyor. halbuki bu karakterin, binlerce yıl önceye ait güçlü bir genetik mirasın temsilcisi olduğunu okuyoruz romanda. böyle sıradışı dna’ya sahip bir insan, marifetmiş gibi bir sigara bağımlısı olarak sunulmak zorunda mıydı? genç insanlar tarafından ilgiyle okunan bir yazarsınız, buna benim kızım da dahil. şimdi sizin kitaplarınızı okuyan bu gençlere verdiğiniz mesaj bu mudur? üzgünüm ama seni tılsımlar korur’la ilgili övgü ve kutlamalarımı ilettikten sonra, sizi sigara konusundaki bu sorumsuz tavrınız yüzünden şiddetle kınamak durumundayım.”
o güne dek aldığım okur mektupları arasında en şaşırtıcı olanıydı bu; kitabın bütünüyle ilgili olumlu düşüncelerini uzun uzun paylaştıktan sonra, karakterlerden özellikle birinin yaşam tercihleri ve alışkanlıklarına ilişkin bir ayrıntıya, beklemediğim biçimde sert tepki gösteriyor ve “bundan sonraki romanlarımda, kahramanlarımın sigaradan uzak durmalarına özen göstermemi” tavsiye ediyordu. okuru incitmeden nasıl bir yanıt vereceğimi uzun uzun düşündükten sonra, ilgi ve samimiyetine teşekkür eden sıradan bir şeyler yazarak, geçiştirdim.
üzerinden üç yıla yakın bir süre geçtiği için, bu mektubu neredeyse unutmuştum ki, geçen hafta yeni romanım günbatımı fandango’yla ilgili, şaşırtıcı biçimde yukarıdakine benzeyen bir okur mektubu alınca, hafif bir “deja vu” durumu oluşup, belleğimi tazeleyiverdi.
“romanı elimden bırakamadan, heyecanla okudum,” diyordu, ingilizce öğretmeni olduğunu söyleyen hanım okurum. “ama bunu biri 17, diğeri 19 yaşında olan çocuklarımın okumasına izin vermem, açık söyleyeyim. nedeni mi? sigara konusunda son yıllarda açılan bunca kampanya varken, inat yaparmış gibi kahramanlarınızı sigara bağımlısı olarak gösteriyorsunuz. günbatımı fandango’ya bakalım şimdi: serdar bariz biçimde bağımlı, ozan da öyle. stella ve melis’in de neredeyse ellerinden sigara hiç düşmüyor. reşat hoca’yı bir önceki romandan biliyoruz zaten, o da sigara bağımlısı. romanı çok severek okudum, tekrarlıyorum. ama elimde yetki olsa, kitabınızın üzerine ‘çocuklara ve gençlere zararlıdır’ yazılmasını isterdim.”
durumun ciddiyetini görebiliyorsunuz, değil mi? yaklaşık üç yıl arayla iki farklı insandan gelen bu iki mektubun, aralarına kopya kağıdı konmuşçasına birbirine bu kadar benzemesi, içerdikleri anafikri “sıradışı” kabul edip geçmemize izin vermeyecek kadar anlamlı. aşağı yukarı son on yılda iyice hızlanan bir eğilim ve aktif bir tavrın, toplumsal düşünce iklimleri üzerinde ne denli güçlü etkilere sahip olduğunu, bu iki iyi eğitim almış, kitap okuyan ve donanımlı insanın satırlarında görebiliyoruz. müdahale, baskı ve yasaklamayı “toplum adına doğal bir hak” olarak gören bu eğilim, “iyi ve kaliteli” olduklarından en küçük bir kuşku duymadığım bu insanların mektuplarında, “roman kahramanlarının davranış modellerini düzenleme” noktasına dek varabiliyor.
ferhan bey ve bengü hanım bu yazıyı okuyorlar mı, bilemem; ama mektuplarının içeriğinde sezdiğim hafif “buyurgan” ifadeyi ve “çoğunluk baskısı”nın kimi zaman “aba altından sopa” biçimine dönüşebilen karakterini o kadar ciddiye alıyorum ki, bireysel yanıtların ötesinde, bu konuyu “açık yanıt” haline getirmenin daha doğru olduğunu düşündüm. üstelik bu bana, neredeyse on yıldır yazmayı düşündüğüm ama fırsat bulamadığım (ya da açıkça üşendiğim) bir konuda, düşüncelerimi açıkça ifade etme olanağı verdiği için, işime de geliyor biraz.
belleği güçlü olanlar, hatırlayacaktır: bundan yaklaşık yirmi yıl kadar önce, popüler çizgi roman kahramanlarından biri olan lucky luke, yani bizim red kit, sigara aleyhtarlarının hedefi haline gelmişti bir anda. o güne dek hiçbir serüveninde ağzından sigarası eksik olmayan batı’nın yalnız kovboyu luke, yayıncı ve çizeri baskılara dayanamayınca, bir anda radikal bir kişilik değişimi yaşayıverdi. eski çizgi hikayeler ve filmler, tek tek, kare kare elden geçirilerek, luke’un dudaklarının arasına sigara yerine bir çalı parçası yerleştirildi ve böylece sigara aleyhtarları büyük zaferlerini kutlarken, bizim haşin kovboy da ağzındaki o garip nesneyle embesil bir “red neck” görüntüsüne bürünüp, karizmayı güzelce çizdirdi.
aynı günlerde, amerika başta olmak üzere, batı dünyasında sigara karşıtı kampanyalar iyice hız kazanmaya başlamıştı. doksanlı yıllara kadar, sigara içen insanlar uçaklarda en arkaya, en kötü koltuklara oturtulur ama bundan pek de şikayet etmezlerdi. açıkçası, ben de fazla aldırmazdım bu duruma. alt tarafı yolculuk ediyordunuz işte; rahat rahat sigaranızı içebildikten sonra, önde ya da arkada oturmanın ne önemi vardı ki? üstelik, özellikle okyanus aşılan uzun uçuşlarda en arkada oturmak, bazen hosteslerle uzun ve eğlenceli sohbet anlamına da geliyordu ki, bundan pek de şikayetçi olduğumu söyleyemezdim doğrusu. o günlerde benim sinirime dokunan, “no smoking” bilet almasına karşın, aşağı yukarı yarım saatte bir arkaya gelip başınızda ayakta dikilerek sigarasını içen, sonra da izmaritini sizin kül tablanızda söndürüp önlerdeki koltuğuna geri dönen “havayolu züppeleri”ydi.
sonra durum yavaş yavaş değişmeye başladı: ilkin, abd’de yerel uçuşlarda sigara tümüyle yasaklandı; sonra bu uygulama avrupa’ya ve nihayet tüm dünyaya sıçradı ve sonuçta havaalanı aktarmalarıyla birlikte yaklaşık on saati bulan okyanus ötesi uçuşlarda bile sigara içirilmemeye başlandı. bunu, yine abd’de ortaya çıkıp dünyaya yayılan, havaalanlarının bekleme salonlarında bile sigaraya izin vermeme uygulaması izledi. 2000 yılıyla birlikte işler öylesine çığırından çıktı ki, işyerlerinden sonra kafe ve restoranlarda da yaygınlaşmaya başlayan sigara yasağı, yine abd’de otellerde, hatta kimi zaman kiraladığınız apartman dairelerinde bile “sigara içilmez” despotluğuna dek vardı. şimdi, bazı büyük kentlerde sokakta sigara içmek de yasak ve yaptırımların ağırlaşmasından, uygulamanın da genişletilmesinden söz ediliyor.
bütün bunlar, size çok “yeni” gibi görünebilir. ama sigara düşmanlığının ve çaçaron anti-sigara kampanyalarının geçmişi, aslında 1920’lere dek dayanıyor. cassandra tate’in 1999’da yayımlanan cigarette wars: the triumph of "the little white slaver” adlı son derece ilginç kitabında, tütünün insan yaşamında oynadığı rol ve sigara üzerinden yürütülen ekonomik-politik savaşların tüm yönleriyle ilgili ayrıntıları bulmak mümkün. elbette tate kitabında sigara karşıtı ya da sigara yanlısı tavırlardan birini seçmeye ve diğerinin üzerine gitmeye çalışmıyor. yaptığı, olabildiğince tarafsız kalarak, özellikle amerika’da yirminci yüzyılın başlarından bu yana sigara karşıtı kampanya ve hareketlerin gelişimini gözler önüne sererken, iki kutuptan da önemli görüşleri ve argümanları okura iletmek.
ayrıntılara girmeye gerek görmüyorum şu anda; zaten bu konu, ayrıntı denizinde boğulmak isteyenler için biçilmiş kaftan. yalnızca, hiç değilse başlangıçta, bir tek şeyin altını önemle çizmek gerekiyor: sigara karşıtı kampanyalar, on dokuzuncu yüzyıl sonuyla yirminci yüzyıl başı arasında abd’de doğmuştur ve o dönemin abd’sinde “sosyal baskı grupları”nın analitik yapısı bütünüyle muhafazakâr aşırı sağın, dinci derneklerin ve büyük sermayeden istediği desteği koparan gerici cemaatlerin kontrol altındadır. bu trajik gelişmeden ve abd’de on dokuzuncu yüzyılda başlayıp yirminci yüzyıl başlarında nihayete eren geniş cepheli “karşı-devrim” hareketinden, fraternis adlı kitabımda ayrıntılarıyla söz etmiştim.
amerika’da “anti-cigarette league” adlı sigara karşıtı hareket, 1899 yılında lucy page gaston adlı, hıristiyan kadınlar birliği adlı cemiyetin öncüsü fanatik dindar bir kadın tarafından kuruldu. kısa süre içinde onu destekleyenler ve hem finansal hem de sosyal olarak arkasında duranların listesine baktığınızda, oldukça ilginç isimlere rastlıyorsunuz: teknolojik buluşunu ticari bir avantaja ve güce dönüştürmeye çalışan thomas alva edison; amerikan kapitalizminin simge isimlerinden henry ford ve “seventh day advent” adlı protestan cemaatinin üyesi, dindarlığıyla bilinen doktor john harvey kellogg. (sonradan, erkek kardeşiyle birlikte şu ünlü “mısır gevreği” fabrikasını kuran iş adamı.)
yirminci yüzyılın ilk çeyreği içinde, gaston ve onu izleyen gerici derneklerce tırmandırılan “anti-sigara” terörünün etkisi ve kazanımları, beklendiğinden de büyük oldu. resmi dairelerde sigara yasağı, sigara reklamlarının engellenmesi, sigara içenlerin “kamusal alan”dan dışlanması yolunda hızlı adımlar atıldı. bu dönemin ve anti-sigara kampanyaların söz konusu evredeki seyrinin çok ilginç bir özelliği var: kaygılar “sağlık” ekseninden oldukça uzak. sigara yasağını hararetle talep edenlerin ana dayanak noktası, “ahlâki çöküntü” endişeleri. aşağı yukarı bütün argüman ve söylemler de, bu noktada yoğunlaşıyor. sözgelimi, kampanyalarda en çok, “sigara içmenin bir karakter bozukluğu” olduğu, “inançsızlığı” ve insan zaaflarını ortaya koyduğu, “yanlış bir hayat tarzı”nı empoze ettiği ifadeleri vurgulanıyor. burada sözü edilen “yanlış hayat”, elbette denetlenmemiş ve “fazla özgür” cinselliği olduğu kadar, o zamanlar “sapkınlık” olarak nitelenen bir tür “bireysel cinsel edimi”, yani bildiğimiz “mastürbasyonu” da kastetmekte. yirminci yüzyıl başlarında abd’nin gerici hıristiyan örgütlerinin önayak olduğu sigara karşıtı kampanyaların merkezinde, “tanrı’nın yolundan sapmış, bozuk ahlâklı insanlar” var kısacası. sigara içmek o kadar kötü bir şey ki, bunu yapacak kadar düşük karakterli ve bozuk ahlâklı olanlar, maazallah mastürbasyon falan da yaparlar, evlerden uzak!
endişe ve rahatsızlıklar bunlarla sınırlı değil elbette. sigaranın bir “hayat tarzı bileşeni” olarak, bütün “kolay elde edilirliğiyle” ortalarda boy göstermesi, sigara karşıtı kampanyaları yöneten ve tırmandıran gericilerin bir başka kâbusunun daha altını çiziyor: kadınlar da gidip sigara satın alıyor ve “insan içinde” bunu tüttürmeye başlıyorlar ki, bu kabul edilir bir şey değil. resim, tablo, manzara, her ne derseniz, sigara içen bir kadının “gemi azıya almış” ve “yoldan çıkmış” olduğunu gösteriyor bu cepheye göre. zaten kampanyalar en çok kadınların üzerinde kurulan baskıların artırılması sonucunu veriyor. filmlerde, romanlarda, sigara içenler hep “kötü kadın”lar; “ideal kadın”larsa asla sigara ve içki içmiyor, erkeğinin sözünden çıkmayıp evde çocuk büyütüyor.
ama aynı dönemde, kolay kolay durdurulamayacak bir kadın özgürlüğü hareketi de başlamış durumda ve bunun öncülerinin de gericilere papuç bırakmaya hiç niyeti yok. 1920’lerde, artan baskılar üzerine kadın grupları “kamu içinde sigara içme” eylemlerine başlarken, sigmund freud’un yeğeni ve halkla ilişkiler disiplin dalının kurucularından edward bernays, “özgürlüğün meşaleleri” (torches of freedom) adını verdiği karşı kampanyayla, kadınların sigara içme hakkını etkili bir eyleme dönüştürüyor.
tate’e göre, birinci dünya savaşı sırasında sigara üretiminin “askere destek” olarak algılanmaya başlaması rüzgârın terse dönmesinin ilk adımı. lucky strike içen cephedeki amerikan askerlerine yollanmak üzere sigara sarmak, generallerin de desteğiyle “vatanseverlik simgesi” haline gelince, ayrıca sigaranın “sosyal bir keyif aracı” konumuna terfi etmesi sonucu insanlar gericilerin kampanyalarına kulak tıkayınca, anti-sigara cephesi de hızlı bir parlayışın ardından ilk darbeyi alıp geri çekiliyor.
1976’dan bu yanaysa, “ikinci büyük dalga”yı yaşıyoruz. bundan otuz yıl kadar önce, aynı gerici hareketin devamı niteliği taşıyan sağcı-hıristiyan gruplar, bu kez “gerçekçi” davranmak adına “ahlâki” değil, doğrudan doğruya “sağlıkla ilgili” kaygıları öne çıkararak, kaldıkları yerden devam etme kararı aldılar. yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren kalp ve damar hastalıklarında görülen artışla sigara tüketiminin yükselişi arasında korelasyon kuran ve bunu “bilimsel bir olgu” biçiminde kamuoyu gündemine (bu kez oldukça etkili ataklarla) getirme yolunu seçen anti-sigara hareketi, kimi doktorların ve tıp adamlarının da desteğiyle, büyük bir toplumsal kâbusa dönüştürmeyi başardığı “pasif içici” kavramını dünyaya armağan etti. buna göre, “sigara içenlerin özgürlükleri uğruna, içmeyen zavallı masumların yaşamlarını riske etmek” gibi talihsiz bir durum söz konusuydu. seksenli ve doksanlı yıllar boyunca, giderek artan oranda, bu “pasif içici” konumuyla ilgili riskler, kim zaman göz göre göre yalan da söyleyerek abartıldı ve “hipotezler, olguymuş gibi sunulmaya” başladı.
2000 yılında başlatılan son etap anti-sigara kampanyalarının ardında elbette yine hıristiyan sağ, muhafazakâr örgütler ve abd’nin lobi cemiyetleri var. ama bu kez aldıkları kamuoyu desteği, yönlendirilen medyanın da katkılarıyla önemli biçimde genişledi: artık, “aklı başında” diyebileceğimiz demokrat insanlar da, karşılarına çıkarılan sağlık kâbusunun etkisiyle sigara karşıtlığına (destek olmasalar bile) sessiz kalıp, gizlice onay veriyorlar.
hemen söyleyeyim, “sigaranın hiçbir zararı yoktur, yalan söylüyorlar” falan diyecek değilim elbette; yalnızca bugün karşımıza dikilen anti-sigara cephesinin tarihini, kökenini, kurucularını ve destekleyicilerini hatırlatıyor, bu arada “pasif içici” mitosuyla yaratılmak istenen korkunun ardında büyük oranda “kent efsanesi” benzeri, bilerek ve isteyerek abartılmış istatistik ve hipotezlerin bulunduğuna dikkatinizi çekiyorum. konu fazlasıyla uzun ve ayrıntılı; bir dergi makalesinin içine sığabilecek gibi değil. üstelik, işin içinde birtakım ekonomik/siyasi çıkar kavgaları falan da var.
sigara içmek demek, elbette ciğerlerinize yabancı bir maddeyi, katranı davet etmek ve solunum sisteminizin işleyişine müdahale etmek demek. damar tıkanıklığından solunum bozukluğuna ve kalp hastalıklarına dek birçok sağlık sorununda sigara içicisi olmak (istatistiklere göre) dezavantaj yaratan bir faktör. yani eğer bu tür bir sağlık bozukluğunu davet edecek organik altyapıya sahipseniz (olumsuz kalıtımsal miras ya da kötü çevre koşullarında çalışmak/yaşamak gibi) sigara içmek de artı bir olumsuz faktör olarak devreye giriyor.
ama sigara içmediğiniz ve içilen ortamlarda hiç bulunmadığınız taktirde kalp ve damar hastalıklarından uzak kalacağınızı ve “sağlıklı” olacağınızı söylemek; başka bir deyişle kalp ve damar hastalıklarını, solunum sistemi rahatsızlıklarını, tümüyle sigaraya endekslemek de, alenen gerçekleri çarpıtmak anlamına geliyor. çoğu insan et yiyor sözgelimi; etle beslenmenin (son tahlilde “kırmızı” ya da “beyaz” olması da çok fark etmiyor) en az sigara kadar kalp ve damar hastalıklarına çanak tuttuğu, hatta birçok durumda daha bile riskli olduğu artık net olarak bilinirken, kasapların önüne “et sağlığa zararlıdır” levhalarının asılmasının zorunlu kılındığını ya da sucuk paketlerinin üzerine “bunu yerseniz kalp hastası olur, kolesterol sorunlarıyla cebelleşirsiniz” yazıldığını gördünüz mü? “bu uçağa et yiyen binemez” dendiğine hiç tanık oldunuz mu?
haydi diyelim sigara için yaratılan “dışsallık”, yani şu pasif içiciliğin zararları tezleri, et için geçerli değil. büyük kentlerin, metropollerin merkezlerindeki eksoz gazlarının, hava kirliliğinin, sigaranın varsayılan zararlarından hiç de aşağı kalmayacak biçimde solunum sisteminize zarar verdiğini biliyorsunuz; peki “meskûn mahallerde otomobil kullanmak yasaktır” benzeri kararlar alınıp uygulandığına tanık oldunuz mu hiç? tütüncüleri ve sigaracıları, ne kadar büyük şirket olurlarsa olsun, kontrol altına almak kolay. sonuçta onlar da iç pazarda yüksek vergiyi sineye çekip, inanılmaz uygun koşullarla ürünlerini üçüncü dünyaya pazarladıktan sonra, susup oturuyorlar. otomotiv endüstrisine, yani kapitalizmin can damarına aynı kolaylıkla söz geçirilebilir mi dersiniz? ömür törpüsü trafik bir yana, yarattığı hava kirliliğiyle sigarayı solda sıfır hale getirecek riskleri kent yaşamına sokmaya devam eden otomobilleri, kamyonları, otobüsleri yasaklamak yiyor mu?
1948 yılında journal of the american medical association’da yayımlanan, sigara içiciliğinin etki ve sonuçlarına ilişkin ilk büyük araştırma raporunda, “olumsuz etkileri saptanmakla birlikte sigara içmenin sağladığı yararların, neden olduğu zararları gölgede bıraktığı” belirtilmişti, bundan haberiniz var mıydı? peki ellili yıllarda söz konusu raporun neredeyse unutturulmaya ve yok sayılmaya çalışıldığını biliyor muydunuz?
bunların hepsi bir yana… kimin ne dediğini, hangi “bilimsel” araştırmanın ne sonuç verdiğini falan (şimdilik) bir yana bırakıyorum. sigara içmeyenlerin dumandan rahatsız olduklarına ve onlar için birtakım önlemler alınması gerektiğine de bir itirazım yok. ama bunlar başka, işi bir toplumsal histeriye dönüştürerek, kendi kişisel tercihleriyle sigara içenleri ille de “bırakmaya zorlamak”, bu yolda hayatı onlar için bir işkenceye dönüştürmeye çalışmak, neredeyse “toplumdışı” ilan etme tehdidiyle işi alenen şantaja, hatta despotluğa dökmek başka şey.
ha, kitaplara ve roman kahramanlarına gelince… ferhan bey ve bengü hanım’dan (ve onlar gibi düşünenlerden) özür dilerim ama benim roman kahramanlarım, sigara da içerler, içki de içerler, cinselliği de yaşarlar. beğenmeyen küçük kızına okutmaz, buna bir diyeceğim yok. ama kendini “sağlık jandarması” ilan eden birileri ayıpladı diye de, lucky luke’a yapılan “sünneti” roman kahramanlarıma uygulayacak ya da hükümete yaranmaya çalışan televizyon kanalı tayfasının humphrey bogart’ın elindeki sigarayı “dijitize sansür” altına sokması gibi abuklukları devreye sokup, kendime manasız “otosansür” baskıları yaratacak değilim elbette.
cassandra tate, son yıllarda hızını artıran anti-sigara kampanyalarının, artık “doğal sınırlarına” gelip dayandığını ve bundan sonra gerilemeye başlayacağını düşünüyor. kimi yorumculara göre, bunun da ötesinde, yeni bir tepkisel reform hareketi, başta abd olmak üzere dünyanın birçok yerinde sigara düşmanlığını yeniden geri püskürtecek yakın zamanda.
bunlar olur mu, olmaz mı, bilemem. tek bildiğim şu: gerekirse uçağa binmem, sigaraya izin vermeyen binalardan içeri adımımı atmam, sigara içmeyen ve içilmesinden rahatsız olduğunu söyleyen insanlarla arkadaşlık etmem; ama tercihlerimle ilgili kararları birilerinin –ne gerekçeyle olursa olsun- baskı altına almaya kalkmasına, hele roman kahramanlarımın nasıl davranacaklarına ilişkin “direktif” vermesine de asla papuç bırakmam.
sigarama dokunmaya kalkma birader; yanarsın.
orjinali için .. http://www.derki.com/joomla/index.ph...1&limitstart=0 Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.
__________________ ben mevlana değilim, insan ol öyle gel.. |