Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27-02-2009, 11:13 PM   #23 (permalink)
turunç
Üsteğmen
 
turunç - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Apr 2008
Mesajlar: 177
Tesekkür: 423
173 Mesajinıza toplam 1,335 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
turunç is a splendid one to beholdturunç is a splendid one to beholdturunç is a splendid one to beholdturunç is a splendid one to beholdturunç is a splendid one to beholdturunç is a splendid one to beholdturunç is a splendid one to behold
Standart

Nihal Gürsoy –Kitabınızda, mağaraya çekilme dönemi dediğiniz bir süreç var. Herhalde bu o devreye denk düşüyor. Sanki bir iş için hazırlanıyor gibisiniz. Bir çeşit inzivaya çakilme hali gibi gözüküyor bu meditasyonlar sanki?

buRAK özDEMİR –Kitabımda kısaltılmış olarak pek çoğunu anlattım zaten. Meditasyonlar çok renkli geçiyordu. Geçmiş yaşamıma ait anılara, karmik düğümlere, bağışlamam gereken kişilere, içimdeki çocuğa daha pek çok şeye meditasyonlarım sayesinde ulaştım. Artık öyle bir hale gelmiştim ki, gözlerimi kapatır kapatmaz kendimi derin bir meditasyonun içinde buluyordum. Bir gün gördüğüm tüm varlıklardan farklı olan biri geldi ve bana bir madalya taktı. Çok sevinmiştim. Herhalde başardım bu arınma süreci bitti dedim. Bundan sonra normal hayatıma dönebileceğim… Bir süre bu tip olaylar kesildi. Sonra, daha önce bütün bu yaşadıklarımın önemini aşan bir olay yaşadım. Ben korku nedir bilmem. Hayat bana böyle bir mefhumun varlığını asla kabul ettiremedi. Ama o gün hayatımda ilk ve son defa korktum. Ve o olaydan sonra spritüel dünyadan kaçmaya çalıştım. Kararımı verdim, işlere sarılacaktım. Çok iyi birkaç müşteri bağlıyorum, hepsi aynı anda vazgeçiyorlar. O zamana kadar hiç böyle bir şey olmamış. Nereye gitsem olmuyor, ne yapsam olmuyor, bir uğursuzluk çöktü sanki. Babam bile, “oğlum, altına dokunsan taş oluyor. Ne yaptın sen?…” diye sormaya başladı. Kıvranıyorum artık, hayatım allak bullak oldu. İçimdeki saf ses ise bu sıralarda benim o konforlu evden çıkmamın vaktinin geldiğini söylüyor. Aslına bakarsanız her şey olması gerektiği gibi gidiyor. Dediğini yaptım evi kapattım, eşyalarımı babamın evinin altındaki bodruma kapattım ve anneannemin evine, küçücük bir odaya taşındım. Ses kitap yazmamın vaktinin geldiğini, Tanrı’nın imajını değiştirecek bir kitap yazacağımı tekrarlıyordu. Ben kendini Müslüman hisseden biri değildim. Bütün bunlar bu kitabı yazmak için gerekli koşullardı aslında fakat o zamanlar bunun bilincinde değildim. Kitabı yazmaya koşullu olarak karar verdim. O sesin sahibine iki şart ileri sürdüm. Birincisi İslam’la ilgili bir şey yazmam, dedim. Tanrı’yı anlatabilirim, spritüel konularda yazabilirim ama İslam olmaz. Çünkü ben kendimi İslam’ın imajını değiştirecek donanımda görmüyorum, ayrıca böyle bir şey beni fazlaca ilgilendirmiyor. Çok yerleşmiş konular, saplantılar var İslam’la ilgili bunlarla mücadele edebilecek gücü kendimde görmüyorum yada görmek istemiyorum. İkinci şartım ise ikinci kitabım “Türklerim Diken Diken Oldu”yu çıkartmak öncelikle, çünkü o benim kitabım. Yazacağım ise bir yerde onun kitabın olacak. Anlaştık… Kendi kitabımı “Türklerim DDO”yu yazmaya başladım, bitirdim ve Remzi Kitabevi’ne teslim ettim, kitap bitmişti. Anneannemin evine geldim ve ses ile konuştum. Dedim ki “tamam ne istiyorsan yazacağım ama ondan sonra gitmeni istiyorum. Ben de herkes gibi kendi hayatımı yaşamak, insanların arasına karışmak istiyorum. Çok da meraklısı değilim yaşamın ama, herkes gibi olmak istiyorum. Çok şey mi istiyorum?” diye anlatıyorum. Ses ilk olarak kitabın adını verdi. “Tanrı’nın Doğum Günü”. Bu benim yazım tarzımın dışımda birşeydi çünkü ben önce yazıyı veya kitabımı yazarım sonra uzun süre düşünürüm, buna ne isim koysam diye?… Ama bu sefer ilk dakikadan itibaren adı belli olan birşeyi yazıyorum. İsim çok ilginç geldi. Tanrı’nın doğum günü ismine dürüst olmak gerekirse aşık olmuştum. O söylüyor ben yazıyorum. Genç bir adam Tanrı ile Chat’laşıyor. Çeşitli diyaloglar var. Var oluşla ilgili bir şeyler anlatıyor. İnsanlığın hikayesi gibi ama ortada Kur’an, İslam filan hiçbir şey yok. Çok seviniyorum! Yazmaya devam ediyorum. Bir yerde kendiliğimden, buraya bir Kur’an ayeti koysam iyi olur diyorum. Varoluşun başlangıç aşamasını işliyoruz. Konumuz Adem ve Havva. Kur’an ayetini koyup koymamayı çok düşündüm. İncil’den, Tevrat’dan da bir şeyler koyar dengelerim dedim. Ayet bulmak için internet’te çalışırken açtığım dosyada çok ilginç bir şey oldu. Kur’an ayetleri sanki canlandı. Sayfa dalgalanıyor, bazı kelimeler ileride bazıları geride, kimi kelimeler ışıklı gibi. Beni korkutan yaşadığım o olayla ilgili olduğunu anladım ve hemen kapattım, ama içime bir kurt düştü. Evet ya! Biz Kur’an’ı yanlış anlıyormuşuz!… Aslında anlatılmak istenen bambaşka şeyler. Ses, ben bu keşfi yaptıktan sonra beni tümüyle teslim aldı. İşi o kadar ileri götürdü ki, bana bir sure adı veriyor “git ve onu bul” diyor. Gidiyorum, ayetlere göz gezdiriyorum. İşte bu ayet diyor. Bir bakıyorum ki, sesin bana kitapta daha önce yazdırdığı bir paragraf meğer bu ayetin bir açıklamasıymış.



Çalışma şeklimiz böyle oldu. Ayetlerin tefsirini önceden yapıyoruz, sonra da o açıklamanın ait olduğu ayeti bulup başına koyuyoruz! Ne sorsam cevabı anında geliyor, derken bir baktım kitap Tanrı’nın imajını değiştirirken, İslam’ınkini de değiştiriyor. Daha önce İslamla ilgili bir kitap yazmam derken, işin tam göbeğine düşmüştüm. Deyim yerindeyse, yağmurdan kaçarken fırtınaya tutulmuşum…



Nihal Gürsoy –Şaşkınlığınız, heyecanınız kitaba geçmiş zaten. Okurken o enerji hissediliyor. Kitabı açık bir şuurla mı yazdınız?

buRAK özDEMİR – Kendim de yazı saatim gelinceye kadar heyecanla bekliyordum. Acaba bu gece neler öğreneceğim diye? Kitabı akşamları yazıyordum. Yazarken zihnim hiç devre dışı kalmadı. Zihnim tam olarak yerindeydi, öyle trans halinde falan değildim. Açık bir şuurla yazıyordum. Ses, beni de işin içine katıyor, araştırmalar yaptırıyor, olayın dışında kalmama izin vermiyordu.



Nihal Gürsoy –Kitap, bizim okuduğumuz sıralama ile mi geldi? Yoksa sonradan mı düzenlediniz?

buRAK özDEMİR – Kitap, birbirinden tamamen kopuk bir biçimde, cümle cümle, paragraf paragraf geldi ve beni hazırlık safhasında en çok uğraştıran tüm bu bilgileri bir kurgu ve yumuşak bir akış içerisine sokmak oldu. Bu bilgilerin belli bir akış içinde olabilmesi için hepsine hakim olmak gerekiyordu ve öyle çok bilgi vardı ki zekamın limitlerinin duvarlarına dokunduğumu hissettim. Sanıyorum beynimin %100’üne erdim o günlerde. Şimdi her zamanki yerine, yüzde beşler seviyesine geri dönmüş durumdayım : )



Nihal Gürsoy – Ne kadar sürdü kitaba başlamanız ile bitirmeniz arasındaki süre?

buRAK özDEMİR - 2006 Ocak ayında başladım, ağustos ayının birinci veya ikinci günü teslim ettim. Daha sonra askere gittim. 7 ay boyunca akşam sekiz gibi bilgisayara oturuyor, sabah yediye kadar çalışıyordum. 19 Ekim’de Kadir gecesinin gündüzünde kitap piyasaya çıktı. Zamanlamayı ben değil dağıtımcılar belirledi. Mistik anlamlar yükleyerek değil, tamamen sevkiyat, piyasa koşulları gibi dünyevi parametreler 19 Ekim’i işaret etmiş. Kadir gecesi’nin bir ayın, İslam’ın kutsal rakamı olan 19’una geldiğini ve de Tanrı’nın doğum günü’nün böyle kutsal bir günde piyasaya çıktığını ben askerde öğrendim. İtiraf edeyim, gözyaşları süzüldü gözlerimden. Son iki yıldır dilimden düşürmediğim sloganımı tekrar ettim: Ben bütün bunları hak edecek ne yaptım?



Nihal Gürsoy – Neredeyse yaşamınızın tümü kitabı yazmaya hazırlanarak geçmiş, çok uzun bir süreç bu, kitap piyasaya çıktıktan sonra eminim pek çok kimseyi etkiledi yine de şunu sormak istiyorum sizce bu kitap misyonunu tam olarak yerine getirebilecek mi? İslam’ın ve Tanrı’nın imajını değiştirebilecek mi?

buRAK özDEMİR – Bundan hiç şüpheniz olmasın. Bu konudaki tüm olumlu ve olumsuz tutumları karşılamaya hazırım. Kitabı okumayan ama hakkında duyumlar almış bazı kişilerden şöyle eleştiriler duyuyorum. “Sen kendini ne sanıyorsun? Kendini peygamber mi zannediyorsun?” gibi… Bunlar hiç sürpriz değil. Bunlardan rahatsız olmuyorum. Saygıyla da karşılıyorum. Ürkek güvercinler gibiler. Zamanla bana güvenmek için ellerinde çok geçerli sebepleri olacak. Ben bütün insanların bana güveneceğini ve seveceğini adım gibi biliyorum. Hiçbir zaman bir parti kurup, insanlardan oy istemeyeceğim. Bir holding kurup insanlardan para toplamayacağım. Bir cemaat kurup, insanları etrafımda ruhsal tutsaklar haline de getirmeyeceğim. Etrafımda hiç görmediğim, tanımadığım ama Tanrı’nın doğum günü’ne büyük bir sevgiyle bağlı insanlardan kurulu bir çember oluşuyor. Ve ben genişleyen bu çemberin güvenini zedeleyecek hiçbir şey yapmayacağım. Buna hayatım üzerine yemin ederim. Ben tek bir şey yapacağım: Yazmak. Zamanı gelince de konuşmaya başlayacağım ki, konuşmak konusunda yazmaktan daha iyiyimdir. Evet ben dünyadaki İslam imajını değiştirecek kişiyim. Bu zor görev bana yüklenmiş, ama aynı zamanda da bu zafer bana kısmet edilmiş. Neden sen demeyin, çünkü gerçekten ben de bilmiyorum. İnsanlar benim durumumu istedikleri gibi adlandırabilirler. Deli yada kahraman… Delirmiş derlerse alçalmıyorum, kahramansın dediklerinde yükselmediğim gibi. Ben ne olduğumu biliyorum ve önemli olan da bu. Kişisel olarak elimden geldiğince geri planda kalmak istiyorum. Şu aşamada ben de dahil herkes sessiz olmalı, Dona ile milyonlarca “Ben” başbaşa kalmalı. Tek isteğim bu. Ben hiçbir şeyim. Ama bu kitap herşey… Bir kitap gerçekten dünyayı değiştirebilir mi? Kitaptaki “Ben”in dediği gibi;

Ben deli değilim. Fazla sınırsız düşünüyorum sadece…
turunç isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla