Sevgili izmirli neden sinirleniyorsun ki, ne güzel konuşuyoruz işte
Sevgili Mehmet;
Ben de inançlarım konusunda hassas ve elimden geldiğince inançlarımı yaşamaya çalışan birisi olarak sana katıldığım noktalar elbette ki var. Ancak genel düşüncen itibariyle farklı noktalardayız.
Evet, haklısın birçok kişisel gelişim kitabı Müslüman olmayanlar tarafından yazıldığı için biz Müslümanlar için hassas olduğumuz noktaların gözümüze çarpması çok doğal. Ancak hayalayaz’ın da belirttiği gibi bu konuda ki hemen hemen her kitap insanın üstünde bir varlıkla açıklar düşüncesini. Kimisi bunun adına bilinç der, kimisi akıl, kimisi Tanrı, kimisi evren, kimisi doğa, kimisi de Allah ya da Yaradan der. Yazarın inancına göre değişir bu. Ancak sonuç itibariyle bana göre bunların hepsi bilir ki insanın üstünde onu da yaratan ve yöneten bir güç vardır… Ateist bir yazardan hiç kişisel gelişim kitabı okumadım rastlamadım da ancak varsa bile onlar içinde adı doğadır, evrendir ya da başka bir şeydir herhalde…
Şu noktada sana katılıyorum ki, henüz kişiliği gelişmemiş, dini bilgisi yerleşmemiş bir gence bu konuda hassassak kişisel gelişim noktasında Müslüman olmayan bir yazarın kitabını okutmak istemediğimiz sonuçlar doğurabilir. Düşünsene böyle bir kitabı okuyan kişinin şu ruh hanini taşıdığını; “ben her şeyin üstündeyim, her şey benim eserim, ben be istersem o olur, ben oluşturanım, var edenim hatta yaratanım… Dünya benim etrafımda döner sonsuz güç bende bilinçaltında karar verdiğim hiçbir şeyi hiçbir güç ortadan kaldırma gücüne sahip değildir… vs vs “ Çünkü anlatım şekli budur. Ancak dini bilgisi ve Allah inancı oturmuş bir kişi bilir ki asıl anlatılmak istenen şey farklıdır. Evet, ben istersem her şeyin üstesinden gelirim ancak Allah izin verirse. Başka bir ifadeyle Allah dışında hiçbir güç hiçbir varlık bana engel olamaz. Allah da benim için kötü şeyler istemeyeceğine göre iyiyi düşünürsem iyiyi bulurum diye algılar bunları.
Ben bundan 10 yıl kadar önce %100 düşünce gücünü okuduğumda çok etkilenmiştim. Orada “düşünüzü gerçekleşmeden başkasına anlatmayın çünkü sizi olumsuz sözleriyle etkisine alabilir ve isteğiniz gerçekleşmeden sönüp gider” dediğinde ben bu cümleyi hemen İslamiyet’te ki nazar olgusuyla bütünleştirmiştim. Veya “bu alandan itibaren hayatımın hâkimi benim” dediğinde ben tabiî ki her şeyin hâkimi Allah’tır. Ancak onun bana verdiği güçle ben her şeyin üstesinden gelebilirim diye algılıyordum. Bir süre önce bu kitabın yazarının Hıristiyanlık propagandası yaptığını yazdı çizdiler. Adam Hıristiyan kardeşim. Ne yapsın. Kendi inancına göre insanın nasıl daha iyi olabileceğini anlatmaya çalışıyor örnekler veriyor. Ama bizim yoz kafalılar hemen vurdular damgayı. Bende, bir Hıristiyan da, Yahudi de, ateistte aynı kitabı okuruz. Ancak hepimiz kendi inanç süzgecimizden geçirir ona göre anlarız yazılanları. Karşıdakini yargılamadan…
Ya da The Secret örneği… O kitaba da büyülendim çok şey öğretti bana. Bir süreliğine düşüncelerimde de çok olumlu değişimler yaptı. Ancak bazı sebeplerle kalıcı olamadı okuduklarım (ki zaten hepimiz kalıcılık problemi yaşadığımız için burada değil miyiz?)
Secret ta bu konuda daha hassas davranıldığını düşünüyorum nitekim yazıları yayınlanan her yazar farklı şekilde tarif etmiş O gücü. Kimisi evren kimisi Tanrı demiş adına ve ona göre açıklamış. Hatta yer yer bu konuya vurgu yapılarak inandığınız şey neyse siz yerine onu koyun denilmiş. Ben Secret ı okurken özellikle evren kelimesinin geçtiği yerlerde rahatsız olduğumu dikkatimin dağıldığını fark edince bir iki kez çizip yerine Allah yazdığımı hatırlıyorum. Çünkü söylenmek isteneni daha iyi algılayacağımı sindireceğimi ve dikkatimi toplayacağımı düşündüm. Bu kendimce geliştirdiğim bir yöntemdi... Ancak onun dışında her konuda onların inançlarına göre doğruyu yazdıklarını, benim de kendi inancıma göre bunu nasıl uyarlamam gerektiğini düşünerek okudum. Bunu yaparken kafa yordum demek istemiyorum çünkü doğaçlama her cümlede böyle bir çeviri yapıyordu beynim. Ama sonuçta biliyordum ki hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Ve tek bir yok var. İnanmak… İstediğimiz şeye ulaşacağımıza inanmak… Elde ettiğimiz şeyin yaradandan geldiğini bilmek, isterken ondan istemek, inanarak dua etmek biz inananların yapması gereken şeyler. Ancak okuduğumuz her kitap veya dinlediğimiz her telkin bir sebeptir. Bizler sebepleri oluşturanın da O olduğunu bilerek sonucunu ondan bekleriz. Ancak şunu da biliriz ki biz istediğimiz sürece, içten yürekten istediğimiz sürece yaradan verecektir. İstemeyi öğrenmek gerekiyor. Ve en önemlisi istediğimiz şeyi isterken tereddütle değil O’nun, onu vereceğine verebileceğine inanarak istemeliyiz. Bir sınavı kazanmayı dilerken “ey Allah’ım bu sınavı kazanamayacağımı biliyorum ama sen kazanmamı nasip et” düşüncesi ile dua edersek, “(hâşâ) Senin bu sınavı kazanacağımı sağlayacak kadar yüce olamayabileceğini biliyorum ama yinede istiyorum işte” gibi bir anlam çıkabileceğini bilerek edelim dualarımızı. Sen her şeyi vermeye kadirsin diyebilelim. Ben başarırım ben yaparım derken de “”sen bana bunu yapabilecek gücü verebilecek kadar üstün ve yücesin o yüzden ben başarabilirim” diye düşünmek gerekiyor.
İşte Mehmetçim dediğim gibi senin kaygılarına yer yer hak versem de, bunun; inancını bilen ve önemseyen hiç kimse için sorun olmayacağına, farklı inançlardaki kişilerin bu konuda ki kitaplarını yazılarını okuyarak, bilakis her inanca saygı duymayı öğrenecek, sonuçta bir yaratıcının varlığı konusunda ortak noktamız olduğunu görecek, gülümsetecek ve sonuca ulaştıracak bir yol olduğunu düşünüyorum. Burada ki telkinlerde de zaten bize bizim yaratacağımız telkini değil biz istersek yaratıcının her şeyi yaratabilecek güçte olduğunu teklin ediyor
İçin rahat olsun canım kardeşim. Muhammet Bozdağ’ın dediği gibi şiddetle istemekten korkmayalım, ne de olsa yaratacak olan bizler değiliz
“Kuru Duayı Bırak, Ağaç İsteyen Tohum Eker” … Hz. Mevlana