Tekil Mesaj gösterimi
Alt 11-04-2008, 02:01 AM   #1 (permalink)
cent
Binbaşı
 
cent - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 1,632
Tesekkür: 234
488 Mesajinıza toplam 2,287 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
cent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to all
Standart Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik.

Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik.

Korkular, bilinmeyen ile yüzleşildiğinde oluşur. Mesela, ölümden sonraki yaşam ile ilgili yeterli enformasyona sahip değilsek, üstelik bu konuda çeşitli kaynaklardan gelen çelişkili ve yarım yamalak açıklamalarla doldurulmuş isek, zihnimizde öldükten sonra ne olacağına dair bir kuşku oluşacaktır. Bu kuşku, değer yargılarımız yüzünden, kısa zamanda korkuya dönüşür ve içinde düştüğümüz bu rahatsız edici duygudan kurtulabilmek için kendimize bir çıkış noktası ararız. Materyalistler, korktukları şeyden kurtulmak için onu yok sayarlar. Maneviyatçılar da korktukları şeyi kabul edip, onunla ilgili fantazilerle oluşturdukları bir takım tabiatüstü sistemleri öne sürerek, bu korkulan şeyden nasıl kurtulunacağına dair fikirler üretirler. Her iki tarafta da, bu fikirlerin araştırılmasına yer verilmez. Daha doğrusu, araştırma adı altında yapılan faaliyetlerde, bilimsel yöntemleri kullanmak yerine, inandıkları görüşü doğrulayacak maksatlı kanıtlama çabaları vardır. Zira, korkular yüzünden üretilen fikirler, bu kişilerin psikolojik dengelerini koruyabilmeleri için, defans malzemesi olarak kullandıkları hayalî ama gerekli olan araçlardır. Bunların bilimsel olarak irdelenmesine izin vermezler, çünkü bu suretle korunma uğruna kurdukları hayal alemlerinin yıkılacağını bilirler. Dolayısıyla, korkudan kaynaklanan materyalist veya maneviyatçı inançların temelinde bilimsel bir yöntem veya zihniyet bulunamaz. Bu yolda olanları bilimsel çalışmalara davet etmenin de bir faydası yoktur. Zira, sağlıklı bir bilimsel araştırmanın sürdürülebilmesi, öncelikle psikolojik açıdan sağlıklı kişilerin eşliğinde mümkün olabilir. Korkan bir insandan, korktuğu konuya ilişkin araştırma yapmasını bekleyemezsiniz. Esasen, bilim insanı olan insanda inanca yer yoktur. Bilim ile uğraşan bir kişi, materyalist veya maneviyatçı olduğunu öne sürdüğü anda, bilimsel olma özelliğini yitirir. Zira, inançların ardında sadece dogmalar vardır. (Evreni ve insanı tanımlayan modeller yaratıp bunları varılacak son nokta olarak kabul ettirmeye çalışan her görüş veya öğreti dogmatiktir). Bu dogmalara inandığınız zaman, neyi araştırırsanız araştırın, yaptığınız işin bilimsel bir değeri kalmaz. Çünkü, farkında olmaksızın inandığınızı doğrulayacak sonuçlar üretmeye çalışırsınız. Farkına vardığımız veya varamadığımız korkularımız olduğu sürece, bu korkularımızın dayandığı konu veya kavramlarla ilgili bir alanda yapılan araştırmalara da tarafsız bir gözle bakma şansımız yoktur. Çünkü, psikolojik açıdan ruh sağlığımızı koruyabilmek, bizim için gerçekleri öğrenmekten daha önemlidir. Aslında, gerçekleri öğrendiğimizde korku duygusuna yol açan yanlış enformasyondan kurtuluruz ve böylelikle korkmamıza da gerek kalmadığını anlarız. Ancak,;ya korkularımı haklı çıkaracak gerçeklerle karşılaşırsam kuşkusu yüzünden, bunları öğrenmeyi dahi göze alamıyoruz. Gerçeklerle bağdaşmasa da, eğer inandığımız şeylerin ruh sağlığımızı korumamıza yettiğine kanaat getirmişsek, onları gerçekmiş gibi benimseme yolunu seçeriz ve bırakmak istemeyiz. Bu aslında insana has temel bir korunma mekanizmasının gereğidir. Ancak, genellikle kişi bu mekanizmanın farkında olmaz. Nasıl ki nefes alıp vermesi yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olduğu halde bunu farkına varmadan yaparsa, ruhsal dengesini korumak için oluşturduğu bu mekanizmayı da farketmez. Aslında, bu tür bir davranış, bulanık bir şuur halinden, kişinin kendini yeterince bilememesinden kaynaklanır. Farkındalılık, uyanıklık veya şuur açıklığı dediğimiz hali sürekli olarak koruyabilmek zordur. Dolayısıyla, çoğunlukla yaşamımızı bu bulanık şuur hali içinde, neyin ne olduğunu farkedemeden tüketip gidiyoruz. İnsan olarak, bizim idrak alanımıza giren her şey sadece madde kapsamı içindedir. Maddenin dışında ne olduğunu, veya maddeden farklı bir şey olup olmadığını bilemeyiz. Bu husus, insan seviyesindeki bir varlığın mukadderatıdır. Diğer bir deyişle, insan özellikleri taşıyan varlıklar, bu özelliklerinin doğal bir sonucu olarak, madde dışında kaldığını zannettikleri hususları kapsamlı bir biçimde idrak etmekten yoksundurlar. Ancak, bunları sezebilirler. Sezebildikleri ölçüde de, bunların sayesinde maddeye ilişkin idrak kapasiteleri artar. Dolayısıyla sezgi, bilimsel yöntemin ötesine taşan bir araç olarak insana has bir farkına varma özelliğidir. Sezgi yoluyla bazı gerçeklerin farkına varılabilmesi ise, ancak bu yola uygun belirli yöntemlerin uygulanmasıyla mümkündür. Bilimsel yöntem sayesinde menfaat mekanizmasını en verimli biçimde çalıştıracak hale gelmiş bir insan, sezgiye ilişkin yöntemler ile vicdan mekanizmasını tanımaya başlar. Hayatta kalma esası üzerine kurulu olan menfaat mekanizması, genel olarak bir tür korunma işleminden ibarettir. Oysa, hayatı anlama esasına dayalı olan vicdan mekanizması, en basit tanımı ile koruma işlemidir. Neye karşı kendini koruduğunu anlayabilen kişi, hayat bilmecesinin ilk kısmını çözmüş olur. Ancak bu aşamadan sonra, neyi koruması gerektiğini anlamaya başlayacaktır. Gerçek anlamdaki sezgiler, hayatın anlamına ilişkin değerleri tanımamızı sağlarlar. Bunları bilimsel yöntem ile idrak edebilmek mümkün değildir. Bu yüzden, sezgiler ile hayatın manevi yanının farkına vardığımız söylenir. Oysa, hayatın maddi ve manevi olan iki cephesinden bahsetmek ile bunların her ikisini de anlayamamış olduğumuzu ortaya koymaktayız. Bu düalite yanılgısından sıyrılabilmek için, öncelikle sezgilerimize fırsat vermek zorundayız. Nasıl ki başlangıçta bilimsel yöntemi uygularken bir sürü yanlış yapıyorsak, sezgilerimizi geliştirmeye çalışırken de benzeri yanlışlar içinde bocalamamız mukadderdir. Zira, yanlış yapmadıkça doğru olanın farkına varamıyoruz. Sezgiler yolu ile hayatı anlamaya çalışanlar, karanlıkta yürümeye cesaret edebilenlerdir. Fakat, ilkin bilimsel yöntemi doğru olarak uygulayıp bu suretle önce nasıl yürüneceğini öğrenmek gerekiyor. Daha aydınlıkta yürümesini bile beceremeyen bir çocuğun karanlıkta yol almasına elbette ki imkan yoktur. Zaten, eşyanın tabiatı gereğince, çocuk karanlıktan korkar ve buna yeltenmez. Dolayısıyla, herbiri birer çocuk misali sağa sola yalpalayan insanların önce ve sadece bilimsel yöntemi yeterince talim etmesi gerektiği unutulmamalıdır. Yürümesini öğrendiğiniz zaman, yolu farkedersiniz. Yolda ilerledikçe de karanlığın sadece bir yanılgı olduğunu anlarsınız. İşte, size bu anlayışı sağlayan faktör sezgidir.


GÖREV DUYGUSU

Kişiliğin bütünlüğünü koruyabilmesi için oluşturulan defans mekanizması, bazı durumlarda beyazı dahî siyah olarak görecek hale getirebilir insanı. Zirâ, insan açısından önemli olan, herhangi bir objenin niteliği değil de o kişinin ruhsal sağlığını dengede tutabilmesidir. İşte, kısacası, defans mekanizması bu dengeyi sağlamak için kurulduğundan, bazen beyazı siyah olarak görmek bile mümkündür. Diğer bir deyişle, bu özelliklerinden dolayı insanların sübjektif varlıklar oldukları söylenir ve objektif yargılara hiçbir zaman varamayacakları belirtilir.Ancak, bu sübjektif yargılardan kurtulmaya çalışmanın faydası gözardı edilemez. Zirâ, bu sâyede insan, kendi varlığını ve tabiatını daha doğru bir biçimde tanımaya başlayacaktır. Kanaatimce, bu gayeye en uygun araç, "ruh sağlığı bilgisi"dir. Akademik bir terim olarak, isterseniz buna psikoloji, psikiatri veya medikal psikoloji de diyebilirsiniz. Bunlar hernekadar konu ve uygulama açısından farklı alanlarda uzmanlaşmayı gerektiriyorsa da, temelde yine insanın düşünme, değerlendirme ve davranma gibi faaliyetleriyle ilgili olduğu için, aynı kapıya çıkarlar.Önce, kendimizi tanımak zorundayız. Neyi niçin yaptığımızı bütün detaylarıyla ortaya koyamıyorsak, ne yapmamız gerektiği hususunda herhangi bir fikir beyân etmemizin kıymeti olmayacaktır. İnsanın kendini tanıması demek, nereden gelip nereye gittiğini keşfetmesi anlamına gelmez. Önce, şimdi ve buradaki durumu ile bir insan kendini tanımaya çalışmalıdır. Ancak ondan sonra, belki daha önceki ve daha sonraki şartlarla ilgili bâzı tahminlerde bulunabilir.
Oysa, felsefe yapmaya meraklı olanlar, önce işe büyük boyutlardan başlayarak, insanın yaratılışından ve tekâmülünden dem vurmakla konuya daha sağlıklı bir biçimde girileceğini savunmaktadırlar. Hâlbuki, belirli bir anda ve seviyedeki durumunu açık seçik târif edemediğiniz bir varlığın, çok büyük boyutlar içindeki seyrinden bahsetmeye başlamakla ancak sizin o anki durumunuza göre, o anki idrâk ve davranış biçiminize göre bir yaklaşımda bulunmuş olursunuz. Eğer bu sözkonusu varlık kendiniz ise, o zaman da işin içine sizin kendi kişiliğinizi korumak için çalışan bütün defans mekanizmalarınız girecektir ve yapacağınız bütün değerlendirmelerde sadece kendi kişisel bütünlüğünüzü korumaya yönelik bir faaliyette bulunmuş olursunuz. Yâni, eğer kendinizi doğru dürüst tanımıyorsanız, genel olarak insan denilen varlıkla ilgili bütün varsayımları kendi düşünce ve davranışlarınızı yorumlamak için kullandığınızda, varacağınız sonuç kendinizi tanımaya değil de kendinizi haklı çıkarmaya yarayacak biçimde olacaktır.Klasik tâbirle "nefis murâkabesi" denilen ve "benliği denetleme" anlamına gelen yöntemin bu açıdan faydalı olduğu söylenir. Ama, kendi benliğinizin özelliklerini tam olarak bilmezseniz, kendi kendinizi nasıl denetlersiniz? Benliğin tanınabilmesi için önce mutlaka klasik bir psikoloji bilgisi gerekmektedir. Özellikle orientasyon, idrâk, hâfıza, dikkat, muhâkeme, zekâ, teessüriyet, irâde gibi ruhsal bütünlüğü ve kişiliğin görünümünü ortaya koyan akıl meleklerini iyi tanımak gerekir. Daha sonra da, kişiliğin kuruluşu ve gelişmesi açısından defans mekanizmalarını bilmek gerekir. Böylece insan, kendi psikodinamik yapısı hakkında bir fikir edinebilecektir.Psikiatri semiyolojisinden yoksun bir kimsenin, herhangi bir insan hakkında bir parça dahî olsa doğruya yakın bir fikir edinebileceğini zannetmiyorum. Ancak, şunu da belirtmek gerekir: İnsanın ruhsal yapısıyla ilgili bilgiler, mutlaka tıp fakültesinden mezûn olmakla edinilecektir diye bir sınırlama yoktur. Fakat, bu bilgileri sistematik bir biçimde öğrenmek mutlaka gereklidir.
"İnsanlar niçin farklı düşünce ve davranış biçimlerine sahiptirler?" sorusunun karşılığını bulabilmek için bu bilgileri edinmek şarttır. Diğer yandan, insan denilen varlığın tekâmülü ve seviyesiyle ilgili bir sürü varsayımları da okuyup öğrenmek, elbette ki faydalı olacaktır. Ama, sadece varsayımlarla hâfızayı işgâl etmenin sonucunda, kendinizi kandırmaktan öte bir şey elde edemezsiniz. Şimdi, bu giriş bölümünden sonra gelelim asıl konumuza: "Görev duygusu"nu hem spiritüalist kavramlar açısından hem de dinamik psikiatri açısından incelemeye çalışalım: Efendim, insanın ruhsal tekâmülü boyunca "İlahi İrade Kanunları"nı tanıması ve bunları bilmesi, onun için mukadder kılınmıştır. Bu bakımdan, bir insanın tekâmül seviyesi dediğimiz zaman, onun bu kanunları ne derecede benimsediğine ve bu kanunlar doğrultusunda faaliyet göstermeye ne ölçüde gayret ettiğine dair bir tahminde bulunuyoruz demektir.Konumuza yakın olması bakımından, eğer bir insanda başkalarının tekâmülüne aracı olmak için şuurlu bir faaliyette bulunma çabası görüyorsak, bu insanın "görev duygusu" açısından ileri bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. Kezâ, başkalarını hiçe sayarak kendi çıkarını ön plana alan kişilere de fazla ilerleyememiş bir varlık gözüyle bakabiliriz. Devam ediyoruz: İnsanda gelişmeye başlayan diğerkâmlık (özgecilik) duyguları öyle bir noktaya gelir ki, o kişinin başkaları uğruna, kendi çıkarlarını hiç düşünmeksizin her türlü fedâkârlıkta (özveri) bulunması gerektiği yargısını oluşturur. Bu fedâkârlık ise, öyle boş bir tutku veya saplantı sonucu olmaktan ziyâde, karşısındaki kişinin rûhen gelişmesine olanak tanıyacak şartları yaratmak için şuurlu bir faaliyet sonucu yapılmaktadır. Kısacası, artık o insan, başkalarının tekâmülüne hizmet edebilmek için ne yapması gerektiğini ön plana almış ve bu doğrultuda fedâkârlıkta bulunmayı bile görev addetmiş bir seviyeye gelmiştir.İşte böylesine bir irâde hakimiyeti ile "İlahi İrade Kanunları"nı benimsemeye başlamış kişinin, âdetâ kununların bir aracı olarak kendi benliğini bu yolda hizmet vermeye adadığı ve hiçbir çıkar gözetmeksizin diğer insanların tekâmülü uğruna çalışmayı kendi varlığının tek hedefi haline getirdiği görülür.Diğer yandan, bu derece şuurlu bir davranış biçiminde olmasa bile, "görev duygusu"nun belirli bir seviyeden sonra her varlıkta ortaya çıktığı dikkate alınırsa, insanın tekâmül ettikçe bu duyguyu daha şuurlu bir biçimde kendi benliğine sindireceği ve her seviyede gittikçe daha şuurlu olarak idrâk edilen bir görev anlayışının hâkim olacağı ortaya çıkar.
Bir tür idealist ve romantik târifleri daha da uzatmamız mümkündür. Hiç kuşkusuz, bu târiflerin içinde bir gerçek payı vardır. Hattâ, eğer daha detaylı olarak anlatılsa, bu târifleri büyük ölçüde doğru olarak kabul etmemiz bile mümkün olur. Ancak, eğitim psikolojisi açısından, herhangi bir gerçeği bu biçimde idealist ve romantik bir tülle sararak sunmanın faydadan ziyâde zararı olacaktır. Özellikle, insanın ayağını yerden kesecek ifâdelerle, sanki bu sayede ileride azizlik pâyesine erecekmiş gibi dramatik bir havaya sokarak heveslendirilmesi çok zararlıdır. Çünkü konu, doğrudan doğruya kişinin kendi benliğiyle ilgilidir. Kişinin kendisini büyük bir kolaylıkla her an aldatabileceği bir alanda, ona câzip gelecek biçimde bazı şeyler anlatılmaktadır.
Birdenbire arkada bir fon müziği ve ciddî bir yüz ifâdesi: Büyük fedâkârlıklara gözünü bile kırpmadan katılan kahramanımız, görevini yerine getirebilmek için ufukta kaybolurken, gökten melekler ona doğru uzanmakta ve azizlik mertebesine eriştiğini müjdelemektedirler! Belki biraz abartmış olabilirim. Ama, insanın imajinasyonu nasıl çalışıyor, biliyor musunuz? Hangi değer yargılarına göre ne gibi yeni değerlendirmeler yapılıyor, biliyor musunuz? Şuuraltında şartlanma merdanesinden geçmiş ne gibi klişeler var, farkında mısınız? Hangi değirmeni ne tip bir eşek döndürecekse, ona uygun bir havucu önüne sarkıtmadan önce bu işin olamayacağını hiç duymadınız mı?
Ne oldu şimdi? Birden fon müziği durdu, bulutlardan sarkan melekler kaçıştılar ve tüller sıyrılınca, üryân bir biçimde kendi başımıza kalmış olduk. Üstelik, ileride aziz olmayı hayâl ederken, âniden ortaya çıkan "eşek" benzetmesi ise hiç hoş değildi.
Evet, romantik ve idealist ifâdeler eğitim açısından ne kadar zararlı ise, gerçeği bütün çıplaklığıyla "şak" diye bir insanın yüzüne vurmak da o ölçüde zararlıdır. İlkinde ayaklar yerden kesilirken, ikinciside de insan şok durumuna girerek ruhsal bir sarsıntı geçirebilir. Fakat, her türlü şok durumu için hazırda bekleyen defans (korunma) mekanizmaları harekete geçer ve şiddetli bir ışığın âniden gözü kamaştırmasıyla nasıl gözlerinizi kaparsanız, şok etkisi yaratacak şeyler söylendiğinde de zihninizi bunlara karşı kapamaya çalışırsınız. Bu iş refleks biçiminde olur. Kafanızın içinde derhal bir sürü karşı fikir imâl edilir ve herbiri de sizin eski varsayımlarınızı, eski değer yargılarınızı doğru ve geçerli göstermeye yönelik şeylerdir. Yâni, kendi yaptıklarınızı ve düşüncelerinizi kendinize doğru olarak göstermekle, âni bir şokun kişiliğin bütünlüğünü bozmasını önlemektesinizdir.
Diğer yandan, benliğinizi okşayan romantik târifler, sizde herhangi bir şok tesiri yaratmayacağı için, esas itibârıyla kabul edilecek türdedir. Bunları alırsınız ve yine kendi anlayışınıza uygun gelecek biçimde yoğurarak kendi değer yargılarınıza benzetirsiniz. Böylece, şuuraltındaki klişeler eğer uygun geliyorsa, görev duygusu edinmekle ileride aziz olunacağı fikri zihninize yerleşir. Çünkü, çocukluk döneminden veya geçmişteki herhangi bir dönemden kalma eğitim sonucunda, iyilik, fedâkârlık, aziz olma mertebesi gibi kavramlarla bezenmiş bir sürü klişe zâten sizde mevcuttur. Elbette ki, bu zihinsel gelişmeler her insanda değişik bir "kavram-klişe-yargı" örgüsüne sâhiptir. Ama, işin mekanizması herkeste aynı biçimdedir. Dış dünyada olup biten şeyleri, biz kendi istediğimiz gibi görmek isteriz. Buna rağmen, akıl meleklerimiz de bu olayları bize olduğu gibi göstermeye çalışacak biçimde gelişmiştir. İşte, bu uyumsuzluğu kendi çıkarımıza göre dengede tutabilmek için, bâzı zihinsel korunma mekanizmaları yaratmaktayız. Bunun kötü veya zararlı bir yanı yoktur. Aksine, kişiliğin psikodinamik yapısındaki bütünlüğün bozulmaması için faydalıdır.
Mühim olan, bu sistemi iyi tanıyabilmektir. Yâni, kendi kişiliğinizin çözülüp dağılması ile herhangi bir ruh hastası olmak istemiyorsanız, bu mekanizmaların çalışmasına fırsat vereceksiniz. Bunu şuurlu olarak yapmak için inanılmaz bir irâde hâkimiyeti gereklidir. Pratikte buna imkân olmadığı için, sistem kendi kendine çalışacak biçimde oluşmuştur. Aynen kalbimizin kanı pompalaması veya nefes alıp vermemiz gibi.
"Bu mekanizma nasıl olsa çalışıyor" diye işi oluruna bırakırsanız, bu sefer devamlı olarak dikkatinizin bu konuya çekildiğini hissettiğiniz bir aşamaya gelirsiniz. Bu aşamada, defans mekanizmalarının başa çıkamadığı bir sürü olay sizi üzecek, sinirlendirecek, sıkıntıya sokacaktır. Yâni, ısdırab çekersiniz. Artık bu noktada, işi oluruna bırakmanıza imkân yoktur. Önce uzun bir süre, yeni değer yargıları oluşturarak defans mekanizmalarınızı daha etkili hâle getirmeye çalışırsınız. İnsan bu konuda oldukça başarılıdır. Bu yüzden, asırlar boyunca hep aynı metodu uygulamaya devam eder.
Fakat, öyle bir an gelir ki, defans mekanizmalarıyla uğraşırken kendi kendinizi tanımaya başladığınızı anlarsınız. İşte bu andan itibâren, şuurlu bir faaliyet ortaya çıkar. Yâni, kendinizi korumak için ne yaptığınızı, neyin nasıl çalıştığını anlamaya başlarsınız.Konuyu bu açıdan ele aldığınızda, "görev duygusu" gibi bir kavramın veya gittikçe daha diğerkâm olmayı idrâk etmenin asıl hedef olmadığını görürsünüz. Mesele, başkalarına yardımcı olmak değildir. Mesele, evvelâ insanın kendisini tanımasıdır.







SÖZ DİRİLİR

Birilerinde gördüğünce
Kendinde birşey göremezsin
Bir şeyler bilip sen aklınca
Aynında Hakkı bulamazsın
Kurtulsa bağdan akıl
Gerçek akıl seni bulur
İlham olur Hak söylenir
İsmi kalır halk yok olur
Hak gülümser her yerden
Candan içre bir öz olur
Münezzehtir her şeyden
Söz dirilir göz olur
Tüm avazı duyar olur
Çünki hak söz öze girdi
Haktır çünki senden gelen
Senden çıktı sana geldi...

28/01/1988-S.Öztaş

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

__________________
yokluk ,varlıgın aynasıdır.



Dünyayı isterken de sus,
Bir dileğe kavuşmak isterken de.
Öylece seyre dal gitsin…
mevlana
cent isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla