Sorunları fırsata dönüştürebilir miyiz? Nuray’ın üniversiteyi bitirdiği yıl, dedesi ağır hastalanır. Nuray’ın babasının iki kız kardeşi vardır; ama ikisi de babalarına bakmayı üstlenmek istemezler. Nuray’ın babası da, “Babama ben bakarım” der ve Nuray’ın dedesi Nuraylarla yaşamaya başlar. Ne var ki, Nuray’ın babası sürekli seyahat etmekte ve her ayın en az 20 gününü şehir dışında geçirmektedir. Dolayısıyla Nuray’ın dedesi İlter amca’ya Nuray ve annesi bakmaktadır. Nuray’ın annesi, kocasının kız kardeşleri dururken kendisinin kayınpederine bakmasından son derece rahatsızdır. Genç bir kız olan Nuray’ın hasta, aksi ve son derece yaşlı bu adamın evde bakıma muhtaç olmasından ötürü kısıtlanmıştır. Nuray ve annesi, vardiyalı hasta bakıcılara dönüşmüştür; yatalak durumdaki İlter amcaya bakan. İnsan eti ağırdır derler; yaşlı birinin tuvaletini temizlemek, ona yemek yedirmek ve bir de bu işi sürekli yapmak zor bir iş.
Nuray, gittiği bir kurstaki hocasına kendisini çok üzen bu durumu açar. Hocası da Nuray’ı dinledikten sonra “Neden bu durumu bir yük olarak alıyorsunuz da size verilmiş bir fırsat olarak almıyorsunuz? Hepimiz bir gün yaşlanacağız ve istemesek de belki de bakıma muhtaç duruma düşeceğiz. Tam bu sırada sen, sizin dedenize yaklaştığız gibi yaklaşılmasını mı isterdin yoksa en ihtimamlı bir hizmeti mi beklerdin?” diye sordu. Nuray daha önce hiç böyle düşünmemişti. Eve gittikten sonra dedesine sevgiyle yaklaşıp hatır sordu. Ondan sonraki evrede sanki eve yeni bir bebek gelmiş gibi bir ihtimamla dedesine bakmaya başladı. Dedesi ilk başta Nuray’daki değişim fark etmediyse de bir-iki ay sonra torununa sevgisi giderek arttı. Huysuz ihtiyar Nuray’a daha çok yardım etmeye çalışıyordu. Nuray’ın annesi ise kayınpederine karşı hala yük gibi davranıyordu. Bir gün kızıyla baş başa kaldıklarında hüngür hüngür ağlayarak “Neden kızları değil de, ben bakıyorum ki bu adama?” diye söyleniyordu. Nuray annesine yumuşakça “Annecim, çok yaşlandığımız zaman hepimizin bakıma ihtiyacı olacak, dedemin yerinde kendin olduğunu düşün. Kızların bakmıyor; ama gelinin bakıyor. Ne kadar iyi değil mi? Bu işi zoraki yapacağına isteyerek yaparsan çok mutlu olabilirsin.” dedi. Bu konuşmadan sonra Nuray’ın annesinin davranışları da değişti. Evdeki gerilimli hava sona erdi. Bir yıl kadar sonra Nuray’ın dedesi toparlayarak kendi evine döndü.
Nuray okulu bitirdikten sonra bir işe girdi. Ancak çok geçimsiz bir patronları vardı. İnsanlara çok sert ve kaba davranıyordu. Aslında özünde iyi bir insandı; ancak görgüsüzdü. Bir insanı uyarmasını, uygun şekilde kontrol etmesini bilmiyordu. Şirketteki insanlar birer birer işten ayrıldılar. Nuray ise dedesiyle geçirdiği süreçten sabırlı olmayı öğrenmişti. Şirketten bütün insanlar ayrılırken Nuray işyerine karşı can siper hane çalışmaya devam etti. Uzun süre şirkette kalan tek kişi olduğu için patronu ona güvenmeye başladı ve üçüncü yılın sonunda çok genç olduğu halde Nuray’ı şirketin genel müdürü yaptı.
Nuray üniversite yıllarından bir arkadaşıyla görüşüyordu ve evlenmeye karar verdiler. Ne var ki, kocası evlenmeden önceki uyumlu ve nazik davranışlarını bırakıp maço tavırlı bir insana dönüşmüştü. Erkeklerin çoğu böyleydi zaten; evlenene kadar nazik, evlendikten sonra gerçek hallerine dönüyordu. Nuray dedesinin evlerine taşındığı günden bu yana kişilik sahibi bir insan olmuştu; özellikle çalıştığı şirketin yöneticisi olması da bunu perçinlemişti. Yani bir kocanın hükümranlığına göz yumacak durumu yoktu. Ama sabırlı olmayı öğrenmişti. Kocasıyla çatışmaya girmek yerine sabırlı davranmayı onu desteklemeyi seçti. Kocasıyla uyumlu davrandıkça kocası ona daha çok değer veriyordu; sonunda bazen kendi fikirlerini açıklıyor ve kocası da onu dinliyordu.
Nuray’ın kocasının çalıştığı şirket, ona yurt dışı bir pozisyon önermişti. Karı koca yurt dışına yerleşeceklerdi. Nuray’ın ise yabancı dili olmadığı gibi, yurt dışında da nasıl yaşayacağını bilmiyordu. Ama hocasının sözleri kulağına geldi: “Yaşamda başımıza gelenleri ya yük olarak algılarız ya da fırsat.”