Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28-07-2010, 11:02 AM   #2 (permalink)
flashbellek
Banned
 
Üyelik tarihi: Jul 2010
Mesajlar: 52
Tesekkür: 0
24 Mesajinıza toplam 59 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
flashbellek is an unknown quantity at this point
Standart Cevap: düşlerin yorumu

bilince doğrudan açıkken, birincil süreç ise bilinçsizdi. Bir ikincil süreç düşünce zincirinin ussal etkinliği istemli denetime açıktı, ve her zaman en azından gizil olarak ayrımsanma olanağını sunuyordu. Bununla birlikte, birincil süreç düşünce istemli ya da bilinçli bir denetime açık değildi; düşler ve belirtilerin her ikisi de ‘‘gökten düşercesine’’ gelme gibi bir öznel duyum taşıyorlardı.*
*Belirtmek gerek ki bu birincil süreç özellikleri düşler ya da belirtiler gibi ‘‘anormal’’ fenomenlere sınırlı değildi ve ayrıca sanatsal yaratıcılığa da katılmış görünüyordu. Sanatçılar ve ozanlar gereçleri olarak simgeleri alırlar, anlatmak istediklerini yerdeğiştirmeye benzer bir tarzda anıştırma yoluyla bildirirler. Sanatsal simgeler, tıpkı düşlerdeki yoğunlaşmalar gibi, çoğu kez değişik anlam düzeylerinde yoruma açıktır. Ayrıca sık sık soyut düşüncelere somut sunuluşlar da verirler, ve sanatçılara bilinçsizce kendi dışlarındaki kaynaklardan gelen içgörü çakışlarında köken buluyor olarak görünürler.

Freud’un birincil ve ikincil süreçleri kavramsallaştırması onu zamanının akademik ruhbilimcilerinden belirgin olarak uzaklaştırdı. Bu ruhbilimciler araştırmalarını algı, bellek, yargı ve öğrenme gibi tümü de bilinçli ve Freud’un ikincil sürecinin yanları olan fenomenlere sınırlama eğilimindeydiler. Aslında, ruhbilim zamanın önde gelen akademisyenleri tarafından ‘‘bilinçli yaşantının bilimi’’ olarak tanımlanıyordu. Freud’un ansal işlev görme kuramı bu bilinçli, ikincil süreç etkinliklerinin ötesine genişleyerek bilinçsiz birincil süreci içerdiği için, kendi kuramından ruhbilim olmaktan çok metapsikoloji ya da ruhbilim-ötesi olarak söz etti.
Freud’un metapsikolojik araştırmaları düşlerin birincil süreç düzenekleri olarak açıklanabilir ve histerik belirtilere oldukça andırımlı olduklarını buluşu tarafından büyük ölçüde kolaylaştırıldı. Düşler belirtilerden çok daha sıktılar, ve çözümleme için çok daha kolay erişilebilirdiler—özellikle Freud’un kendisi bol bol düş gördüğü için. Düşlerin incelenmesi öylesine değerliydi ki, Freud onu ‘‘bilinçaltına giden görkemli yol’’ olarak adlandırdı. Sağladığı buluşlar arasında ayartılma kuramı ikileminin çözümlerine ipucu da vardı.
Dileğin Yerine Gelmesi Önsavı. 1895 yazında Freud tüm düşler dileklerin yerine getirilmesini temsil ederler biçimindeki çarpıcı varsayımı geliştirdi. Bu düşünceye tam olarak nasıl ulaştığı açık değildir. Hiç kuşkusuz kendiliğinden-açık bir gerçeklik olmaktan uzaktır, çünkü birçok düş yüzeyde dilek-gerçekleşmesi olmaktan başka herşey olarak görünür. Gene de, 1900’de başyapıtlarından biri olan Düşlerin Yorumu yayımlandığı zaman, Freud çok yüksek bir sayıda düşü baştan sona çözümlemişti ve hiçbir zaman gizli içeriğinin bir dilek-gerçekleşmesi kapsadığı gösterilemeyecek tek bir düşle bile karşılaşmamış olduğunu bildiriyordu.
Freud’un Düşlerin Yorumu’nda betimlediği düşlerin kimileri ona kuramı konusunda kuşkucu olan insanlar tarafından bunun geçersizliğini göstermek amacıyla sunulmuşlardı. Örneğin, en iyi konuk ağırlayıcılardan biri olmaktan gurur duyan bir kadın düşünde evde yemek olmadığı için bir ziyafet vermesinin engellendiğini gördü. Açık düşte büyük bir düşkırıklığına uğradığını duyumsadı, ve uyanması üzerine düşün bir dilek-gerçekleşmesi olarak nasıl yorumlanabileceğini anlayamadı. Ama özgür çağrışım bir dizi ilginç olguyu ortaya çıkardı. Kadın yakınlarda evlenmişti ve kocasının başka kadınlara ilgisini çok kıskanıyordu. Kocasının iş yerine sık sık uğrayan bir kadından özellikle kaygılıydı. Bununla birlikte, kocası kendi beğenisi için çok zayıf olan bu kadının gerçekten çekici olmadığını belirttiği zaman yeniden rahatlamıştı. Düşten önceki gün, Freud’un hastası gizil rakibesi ile karşılaşmıştı. Kadın bir kompliman olarak yakınlarda yemeğe davet edileceğini umduğunu belirtmişti; düş gören her zaman öyle güzel yemekler sunuyordu ki, tıka basa yemenin önüne geçemeyecekti. Düşün gizli içeriği şimdi öteki kadının zayıf, tehdit edici olmayan bir durumda kalması dileği olarak açıkça ortaya çıkıyordu.
Bir başka görünürde doğrulayıcı olmayan düşte bir kadın hasta çok sevdiği genç yeğeninin öldüğünü gördü. Bu hiç kuşkusuz bir dilek-gerçekleşmesinin tam karşıtı olarak görünüyordu. Düşle ilgili çağrışımları yeğeninin yine çok sevdiği ve gerçekten de kısa bir süre önce ölmüş olan ağabeyinin cenazesinin anılarını içeriyordu. Cenazeye katılan tüm başkalarını aralarında onu reddetmiş olan ama ona henüz çekici gelen eski bir sevgili de olmak üzere açıkça anımsıyordu. Cenaze töreni onu son gördüğü zamandı. Böylece düşteki cenaze töreni onu yine görmesine olanak verebilecek varsayımsal durum olarak yorumlanabilir oluyordu. Çok nahoş açık içerik tarafından dolaylı olarak anlatılan dilek ortadaydı.
Düşlerin altında yatan en önemli gizli düşüncelerin dilekler olduklarını bulduktan sonra, Freud şu vargıya ulaştı: düşler ve histerik belirtiler özsel yapısal niteliklerinde birbirlerine çarpıcı bir biçimde benzerdiler. Her ikisi de anıştırma yoluyla endişe-yaratıcı bilinçsiz düşünceleri simgeliyor, her ikisi de tekil imgeler ya da belirtiler aracılığıyla eşzamanlı olarak birçok bilinçsiz düşünceyi temsil ediyor, her ikisi de düşüncelere somut sunuluşlar sağlıyor, ve her ikisi de bilinçsiz ve istemsiz olarak yaratılıyordu. Biricik büyük ayrım kabul edilen nedenlerinde yatıyordu: düşlerin gizli dilekler tarafından, histerik belirtilerin ise yaralayıcı eşeysel anılar tarafından yaratıldıkları kabul edildi.
Ama tam olarak bu noktadaydı ki ayartılma kuramı açıkça yanlıştı! Freud’un hastaları tarafından öylesine benzer bir yolda ‘‘anımsanan’’ çocukluk eşeysel yaralanmaları gerçekte hiçbir zaman olmamışlardı. Freud’un sorununa bir çözüm olanağı o zaman şurada yatıyordu: düşler ve belirtiler başka noktalarda öylesine benzerken, niçin kökenlerinde de benzer görülmesinler? Histerik hastalar tarafından anımsanan ayartılma sahneleri o zaman edimsel anılar olarak değil ama eşeysel bir doğadaki dileklerin yansımaları olarak görülebilirlerdi. Dilekler hastaların uygar ve bilinçli olarak benimsenmiş değerlerinin tümüne karşı işliyor, ve böylece baskılanmaları gerekiyordu. Ama gene de olgusaldılar, ve histerinin birincil süreç düzenekleri yoluyla en azından bölümsel ve simgesel anlatım istiyorlardı.
Histerinin nedeninin bu yeni formülasyonu ile, Freud ‘‘olgusallığın’’ doğasını yeniden kavramsallaştırmaya zorlandı. Birincil süreç fenomenlerine ilişkin araştırmalarının daha başından görüngü ve olgusallık arasındaki paradoksal ilişki ile yüz yüze kalmıştı. Histerik belirtilerin hiçbir nesnel nedenleri yoktu, ve gene de kurbanları için öznel olarak bütünüyle olgusaldılar. Düşler açıkça dışsal olgusallıktan yoksundular, ve gene de uyanıklıktaki olgusal yaşantılar denli diri ve inandırıcıydılar. Şimdi Freud hastalarının olgusal anılar gibi görünen ve kendileri tarafından bile olgusal anılar olarak alınan patojenik düşüncelerinin olgusal olayların doğru birer yeniden-kuruluşları olmaktan çok örtük dilekler olduklarını anlıyordu.
Bu düşüncelerden Freud insan ruhunun salt dışsal bir olgusallıktan çok daha ötesine karşılık verdiği sonucunu çıkardı. Belli koşullar altında, ruh dileklere sanki bunlar nesnel olarak olgusalmış gibi karşılık verir, ve nesnel ‘‘olgusallığın’’ tüm özelliklerini taşıyan düşler ya da belirtiler gibi ansal olaylar üretir. Gündelik uyanık yaşamda bile, dilekler olgusal olarak yaşananı etkilerler. Soğuk bir kış günü aynı kent yolunda yürüyen iki insanı düşünelim. Biri çok aç, öteki ise çok üşümüş olsun. Bu iki insan, özdeş ‘‘nesnel’’ çevre ile karşılaşınca, onu çok değişik yollarda yaşarlar. Aç olan dikkatini çevrenin yemek sunabilecek yanları üzerinde yoğunlaştıracaktır—bir lokanta ya da belki de bir mezeci dükkanı üzerinde. Üşüyen ise dikkatini dahaçok sığınak olabilecek bir yere, belki de bir yeraltı geçidine ya da boş bir taksiye çevirecektir. Böylece çevrenin öznel algılanışı onun nesnel özellikleri tarafından olduğu gibi gereksinim ve dilekler tarafından da belirlenir.
Freud tüm ansal yaşantıların dileklerin ve dışsal olgusallığın belli bir bileşiminden oluşmuş olduğu vargısını çıkardı. Değişik durumlarda, iki bileşenin göreli oranları değişebilir. Kimi zaman, söz gelimi kızgın bir ayı tarafından kovalanırken olduğu gibi, olgusallık bileşeni büyük ölçüde üstündür ve erkenin tümü onunla başa çıkmaya ayrılır. Bununla birlikte, başka durumlarda dilek bileşeni öyle bir düzeyde başatlık kurabilir ki, dilek yanlışlıkla nesnel olgusallık yerine alınabilir ve bir birincil süreç fenomeni yer alabilir. Freud’un terimlerinde, dilek ve dışsal olgusallık her birey için zamandaki her kıpıda gerçek davranış güdüleyicisi olan bir ruhsal olgusallık oluşturmak üzere bileşirler. Bir başkasının davranışını anlamak için o kişinin ruhsal olgusallığını dikkate almak gerekir. Bir kez daha Freud çatışmanın insan davranışındaki önemini görmüştü: tıpkı sağaltımın gidişinin direnç ile iyileşme için bilinçli istek arasındaki çarpışma tarafından belirlenmesi gibi, bir bireyin ruhsal olgusallığının da dilek-yönelimli ve olgusallık-yönelimli etmenler arasındaki çatışma tarafından belirlendiğini buldu.

flashbellek isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla