Guest | Cevap: Yeryüzü- Kökenli Bir Gelenek Olan Taoculuk Ölümden sonraya uzanan toplum kavramı, atalara ve doğmamış nesillere saygı
Taoculuk “şimdi ve burada” vurgulu bir dindir. Ölüm sonrası kişiliğin sürekliliği konusunda büyük filozoflar fazlaca düşünce üretmemişlerdir. Belki de, ölüm sonrası deneyime ilişkin endişenin egonun ölümüyle yok olduğu bir ruhsal konuma ulaştıkları için, bu konu onlara önemli gelmemiştir. Ancak süregelen dinsel pratikleri ölçü alacak olursak, sıradan insan için bu konunun çok önemli olduğundan emin olabiliriz. Taocu veya Budist olsun, günümüzde Çinliler “Tao-Budist, folk-mit ve büyü karışımı bir animizm uygularlar.”[34] Bu inanç sisteminin merkezinde, Çinlilerin ölüleriyle olan bağlantısı yatar. Hatta, Çinliler kadar ölüleriyle ilgili başka bir toplum yoktur diyebiliriz.[35] Geoffrey Parrinder’e göre, Çin’de bilhassa yaşlı nesil atalarıyla çok alakalıdır: “Çeşitli konularda ölülerin rehberliği talep edilir, kadın ve erkeklerde üreme gücünü, sürülerde ve ürünlerde verimliliği arttırmak amacıyla onların güçlerine başvurulurdu.”[36] Ancak yaşayanlarla ölüler arasındaki bağlantının bu kadardan ibaret olduğu sanılmamalı. Yıllarca Çin ve Hong Kong’da görev yapmış bir gazeteci olan Frena Bloomfield şöyle yazar: “… ailelerin ölüleriyle ilgilenmeleri kısmen saygıdan, ama daha da çok korkudan kaynaklanır. Çinlilerin hayatı tarih boyunca ölülerin gücüne karşı süregen bir mücadele içermiştir ve çoğu Çinli için bu hala böyledir. Yaşayanlar, ölüler tarafından adeta kuşatıldıklarını düşünürler- düşünün, ölülerini hoşnut edemeyenler için yaşamı dayanılmaz kılabilen --ve kılan--, hareketli, tedirgin, sorunlu, büyük bir hayaletler ordusu…”[37] Eğer bu, batılılaşmış Çinlinin normal davranış biçimiyse --ki öyle--, ilkel Taoculuğun şekillendiği dönemde de benzer geleneklerin mevcut olduğunu düşünmek yanlış olmayacak. Yemek yaparken, hatta sevişirken ölmüş kayınvalidenizin nefesinin üzerinizde olduğunu hissetmek pek de hoş bir şey olmamalı --hatta psikolojik sorunlar yaratabilecek bir durum! Yine de, ideal olmasa da, ölüler yaşayan torunlarının hayatında yer alır ve yaşayanların dünyasında son derece aktiftirler. Günah veya ceza nosyonu yerine, dürüstlük, kişisel ve toplumsal sorumluluk anlayışı
Yeryüzündeki yaşamın bütün olduğu çağlarda, kimse değerli kişilere fazlaca dikkat etmezdi… Onlar ‘görev’lerini yerine getirdiklerinin farkında olmadan doğru ve dürüsttüler. Birbirlerini sevdiler, ama bunun ‘komşunu sev’ etiği olduğunu düşünmediler. Kimseyi aldatmadılar, ama böylece ‘güvenilecek adam’ olduklarını bilmediler. Sözlerinin eriydiler, ama böylece ‘inançlı adam’ oldukları akıllarına bile gelmedi. Özgürce, alarak ve vererek, beraber yaşadılar ve ‘cömert’ olduklarını hissetmediler. Bu yüzden onların eylemleri kurgu ürünü değildi. Onlar hiç bir tarih yaratmadılar.[38] Chuang Tzu’nun eski Çin toplumunu tanımlayışı biraz ütopik görünebilir, ancak bu ortak kabul gören tarihsel bir görüştür. Büyük Çin mistikleri, tekrar ve tekrar, herşeyin (insanlar dahil) Tao’yu takip ettiği eski günlere değinirler. Bizim şanssızlığımız olmalı ki, insanlar bu dansı unuttular. İşte bu yüzden, Lao Tzu ve diğerleri bizleri tekrar aynı kulvara döndürmeye uğraştılar. Tuhaf olan şu ki, söyledikleri öyle çok da şaşırtıcı, sarsıcı şeyler değildi. Aslında hepsi, sağduyunun alanı içinde, çoğunlukla farkında olmadan değip geçtiğimiz bilgilerdi. Lao Tzu’ya göre en yüce erdem şudur: “Doğurmak ve beslemek, sahip olmak ama sahiplenmemek, eylemlerde beklentisiz olmak ve yönetmeye çalışmamak.”[39] Taoculuğa göre, toplumlarda ‘kontrol’ olgusuna çok önem verilir, ama bu bir hatadır. Aslında çoğumuz için işleri karıştıran kontrol etme çabasından başka bir şey değildir. Eski bir Zen koanında şu soru sorulur: “Köpek Buda niteliği taşır mı?” Yanıt, şüphesiz, ‘evet’tir. D.T.Suzuki, ‘Zen and Parapsychology’de şöyle yazar: “Bir köpeği izleyelim ve yemeğini nasıl iştahla yediğine bakalım. Acıktığında, yiyecek kokusu alırsa, hemen oraya gider ve anında yemeği silip süpürür. Yemeği bittiğinde de oradan uzaklaşır. Bir “teşekkür ederim” söz konusu değildir. Doğal hakkını kullanmıştır, ne eksik ne de fazla ve bundan öte bir kaygısı yoktur, ne kendisi ne de çevresinde tüm dünya hakkında. O mükemmeldir. Günah fikri, ister entellektüel, ahlaksal veya ruhsal bazda olsun, varlığı üzerinde gereksiz bir leke gibidir. O doğrudan Tanrı’dan gelir. “Ben tek başıma yeryüzündeki en onurlu varlığım.” diyebilir. Ama gerçekte, böylesine ‘ego-merkezli’ bir ifadeye gereksinim duymaz. Onun için havlamak ve cennet bahçesinden yeni çıkmış olan bu masum yaratığa zarar vermeye meyilli, günah-kaygılı insanlardan kaçıp uzaklaşmak yeterlidir.” [40] İşte böyle olamamak, evreni dengeden uzaklaştırır ve Taoculuk için günah kavramına en yaklaşan hal budur. Eğer insanlar böyle davransalardı, yani içlerinden geldiğince doğal olarak, kurallara göre davrananların kıyasla çok daha sosyal ve medeni olurlardı.[41] Lieh Tzu’ya göre buradaki mantık, burnun koklamak istediğini koklamasına, gözün görmek istediğini görmesine, ağzın söylemek istediğini söylemesine, bedenin ihtiyaç duyduğu konfora sahip olmasına ve zihnin dilediğince düşünmesine izin vermektir. Örneğin, eğer kulak müzik dinlemek istiyorsa, onu bundan yoksun bırakmak, işitme duygusunu sınırlamak demektir… Lieh Tzu, daha sonra, bedensel anatominin herhangi bir bölgesinin gereksinimleri engellendiğinde nasıl sorunlar yaşanabileceğini anlatır. Konferans, onun şu cümleleriyle son bulur: “Diktatörler ve zalimler bizi böylesine engeller. Onları başımızdan defedelim ve mutlu bir şekilde ölümü bekleyelim.”[42] Şimdi, bu çoğumuza anarşi gibi gelebilir. Oysa burada anlatılan, günümüzde rastlanan, örneğin neo-nazi gruplarına atfedilen türden, bir anarşi değil, ama anarşinin tarih boyunca hedeflediği bir sistemdir: kişisel yaşamlarımız üzerinde söz sahibi olan, genellikle engelleyici, can sıkıcı ve çürümüş ögeler taşıyan bir yönetimin olmadığı huzurlu bir toplum. Lao Tzu şöyle der: “Siz ne kadar kısıtlayıcıysanız, insanlar o ölçüde erdemsiz olacaktır. Bu nedenle üstat der ki: Kanunları bırakın, insanlar dürüst olacaktır.” [43] Gerçekte de, tarih şunu göstermiştir ki, yasakların çoğalması suçu teşvik eder, hem de hayal edilebilmesi bile zor en korkunç suçları. Tao’nun ışığında görüldüğü şekliyle iyi-kötü kavramlarının Batılı zihinlerce anlaşılması hemen hemen imkansızdır, çünkü temelde Taocu için iyi-kötü olgusu bir problem teşkil etmez. Iyi ve kötü bir ve aynıdır. Lao Tzu, “Tao taraf tutmaz.” der ve devam eder, “O hem iyiyi, hem de kötüyü yaratandır. Üstat da taraf tutmaz, o azizleri de, günahkarları da kucaklar.”[44] Taoculukta insanlığın karanlık yanının da yeri vardır, ki bu dünya dinleri arasında pek rastlanmayan bir durumdur. Günümüzde bile, eğer çok ‘iyi’ veya çok sorumlu bir tavır sergiliyorsanız, Çinliler sizin ‘rahatsız’ olduğunuzu düşüneceklerdir. Hatalar, kargaşa, hatta belli ölçüde şiddet Çinliler arasında genellikle pek yadırganmaz. Bu yüzden, kızınız veya oğlunuz ‘fazla iyi’ davranmıyorsa, endişelenecek bir şey yok demektir! Bir anne ne yapsın? kutsallık ve bilgelikten vazgeç,
insanlar yüz kat daha mutlu olacaktır.
ahlak ve adaletten vazgeç,
insanlar doğru davranacaktır.
para ve kar kaygısından vazgeç,
hırsızlar kalmayacaktır. [45] Taoculuk hoşgörünün zirvesinde bir dindir ve bu niteliği, Tao’yu derinden anlamakla alakalıdır: zayıf güçlüyü fetheder, kaba kuvvetle karşılaştığında yoldan çekil, olana ve gidene izin ver… Tao kesinlikle kin tutmaz veya sizden uzaklaşmaz. İnsanlığın Tao’yu takip etmesini istemenin ardında yatan neden, evrenin dengesini korumak değildir. Evren umursamaz bile… Ve bize rağmen, denge korunacaktır. Tao evrenin merkezidir, iyi insanın hazinesi, kötü insanın sığınağıdır. Ve bir hata yaptığınızda, affedilirsiniz. Bu yüzden herkes Tao’yu sever.[46] Ritüellere, seremoniye, vizyona ve (vahiy edilmiş metinler veya dogma yerine) doğrudan deneyime odaklanma.
Burada zor bir soru ile karşı karşıyayız, çünkü “o mu, öbürü mü?” türünden bir soru söz konusu, oysa Taoculuk daha ziyade ‘ne o, ne de öbürü’ türünden yanıtlarla ilgilidir. Evet, yazılı metinler vardır, ama bunlar ‘vahiy edilmiş’ metinler değildir ve gözlemlenebilen dünya ile ilgili olmaktan öte, ne sezgisel, ne de hatasız olma savları yoktur. Taoculukta hiyerarşik bir yapılanma yoktur (ancak çok sonraları popüler Taoculukta bir rahipler sınıfı ortaya çıkmıştır) ve inanç bazında formüller ve kanunlar söz konusu değildir. Alan Watts şöyle yazar: “Önemli olan doğru doktrine inanmak değil, doğru deneyimler için gerekli olan yetiyi kazanmaktır.”[47] Geoffrey Parrinder’ın düşüncesine göre Taoculuk, yazılı metinlerden daha çok, Şamanik translarda alınan vizyonlara dayanır.[48] Bunun bir açıklaması, Felsefik Taoculuğun insanın lineer mantık stilinin çok ötesinde olmasıdır, ki bu özelliği, tanınmayacak ölçüde çarpıtılmadan bir inanç formülasyonunun veya yasa sisteminin uygulanmasını imkansız kılar. Sonuçta, Taoculuk insanı evrenin merkezine koyan bir din değildir. O bize uymaz, bizim de ona uymamız gerekmez, her ne kadar uyduğumuz taktirde bizim için yaşam daha kolaylaşacak olsa da… N.J. Girardot, bu soruna geleneğin yeni bir tanımını yaparak yaklaşır: “Tarihsel bir gelenek fikri, zaman ve mekandan bağımsız, sabit bir entellektüel içeriği olacak anlamına gelmez. Bir kaç gelişmeye açık, temel dinsel inanç dizisinden oluşan çekirdek bir küme referans olacak şekilde, sürekli değişen yorumlar ve formlar söz konusudur.”[49] Bu tanım, Taoculuğa çok güzel uyar. Gerçekte de, Tao’nun bir dinin öğesi olabileceği (o dinin kuralları ne kadar esnek olursa olsun), Taoculuğun büyük mistiği Lao Tzu’nun aklının ucundan bile geçmezdi. Bunun bir nedeni, bir dinin daima kişiden belli şeyler yapmasını talep etmesidir. Oysa Taoculuk şöyle der:
huşu duygularını yitirdiklerinde,
insanlar dine dönerler.
artık kendilerine güvenmediklerinde,
bir otoriteye yönelirler.
bu yüzden Üstat öne çıkmaz,
ki, insanların aklı karışmasın.
öğretmeye çabalamadan öğretir
ki insanların öğrenecek bir şeyi olmasın.[50] Lao Tzu’nun izdeşi Chuang Tzu, cemaatlerin seremoni ve dogmalarda ısrar etmeleri konusunda şöyle bir yorum yapar: “Seremonilerle ve müzikle gereğinden fazla ilgilenerek, hayırseverlik ve kişinin komşusuna olan görevleri üzerine vaazlar vererek zihinleri tatmin etmeye uğraşanlar, bu şekilde nesnelerin gerçek doğasını tahrip ederler.”[51] Bu, anlaşılması zor bir yoldur. Çoğu insana göre, kurumsal ve hatta toplumsal detaylardan sıyrılmış, dogmadan ve hatta basit düzeyde bile bir düzen anlayışından arınmış bir din olamaz. Oysa Tao’ya göre düzen, ancak kaosla eşanlamlı olarak tanımlanabilir. Kaos da bir düzendir, Tao’nun düzeni. Kutsal çember, tıp çarkı ve dört kutsal yön İşte Taoculuk için başka bir muğlak nokta daha. Taoculuk tamamen yeryüzü-kökenlidir, ancak diğer yeryüzü-kökenli dinlerden farklı olarak, yönler veya mevsimler gibi apaçık referans noktaları saptamayı ihmal eder. Taoculuğun buna en yaklaştığı ifade Tao Te Ching’in aşağıdaki mısralarındadır: Tao BİR’i yaratır
BİR, İKİ’yi doğurur,
İKİ, ÜÇ’e
ÜÇ de sonsuz şeylere
yaşam verir. [52] Bilmece gibi bu satırlar bize fazla bir ipucu vermese de, yine de bazı anlamlar çıkarmak mümkün. Birinci satırdaki BİR, Stephan Hawking gibi bilim adamlarının ’tekillik’ olarak adlandıracağı, bölünmemiş, tanımlar-ötesi primal Tao’dur. Bu tekillik kendini İKİye ayırır. Bu mitoz bölünmenin sonucu, Yang ve Yin denilen iki eşit ve zıt yarım oluşur. Şimdi, adeta bir tür el-çabukluğunun sonucu olarak İKİ anında ‘üçüncü’yü yaratır: BÜTÜN. Artık, Yang, Yin ve Tao (Yang ve Yin’in bütünlüğü) mevcuttur. Batılılar için bunu açıklamanın bir yolu olarak evliliği düşünelim. Bir evlilik iki değil, üç elemandan oluşur. Erkek, kadın ve ikisi arasındaki ilişki. Bu görülmeyen üçüncü eleman, erkek ve kadının enerjilerinin büyük bir kısmını aktardıkları BİRdir, çünkü birlikteliklerini sağlayan, bu üçüncü elemandır. Aynı kavram, Kutsal Ruh’un görünmeyen ‘üçüncü’ olduğu Trinitre olgusunda da karşımıza çıkar. Şimdi, Yang ve Yin ne yaparsa yapsın, ne olursa olsun, Tao iş başındadır ve herşeyi dengeler. Tekillikten zuhur eden İKİ, muhteşem bir kaos evrenine dahil olur ve aynı zamanda o evreni oluşturur. Böylece son satırda ifade edilen sonsuz şeyler doğar. Popüler Taoculuk döneminde Taocu yorumcular, ‘üçüncü’nün ‘insan’ olduğu fikrini savundular, ancak insanı evrenin merkezine koyan bu düşünce yazara göre pek geçerli olamaz. Girardot da şu sözleriyle aynı fikri desteklemektedir: “ÜÇ nosyonuna insan karakteri atfetmek büyük bir olasılıkla yanlıştır.” [53] Eski bir mistik olan Huai Nan Tzu’nun, evrenin denetimini kazanmak üzere insanın Tao ile mücadele edişini anlatan bir mite dayandırdığı adeta apokaliptik bir ifade vardır: “Yin ile Yang arasındaki bağlantıda bir kopma oldu ve dört mevsim düzeni bozuldu. Gök gürültüsü yıkım getirdi.”[54] ÜÇ, bir bakıma tıp çarkına veya kutsal çembere tekabül eder. Varolan herşeyi Tao’nun bir tezahürü olarak gören kişi bu döngünün farkındadır ve devinim Yang, Yin veya aralarındaki bağlantıyla uyumludur. Kapsayıcıdır, zorlayıcı değil.
Budizm ve Taoculuk arasındaki ideolojik farklılıkların en büyüğü, misyonlara ve dine yeni katılanlara karşı takındıkları tavırda yatar. Budizm’in gezegendeki en büyük üç dinden biri olmasının nedenlerinden biri, tarih boyu süren agresif dini yayma çabalarıdır. Taocu bunu bir çeşit zorlama olarak görür ve buna yeltenmez bile. Taocu’ya göre Tao, tek başına gücünü ve varlığını duyarlı bir insana hissettirmeye yetkindir. İnsanları dine çekmek adına vaaz vermek fikri, Taoculuğun en temel öğretilerine aykırı düşer.Tao Te Ching şöyle der: Üstat eylemdedir, bir şey yapmadan,
öğretir, çabalamadan.
olanın gelişine izin verir,
kaybolanın ise gidişine.
sahiptir ama sahiplenmez,
çalışır, ama beklentisizce.
işi tamamlandığında, unutur,
bu yüzden zamansızdır edimleri.[55]
Parrinder’a göre “Çinliler için Konfüçyusculuk ve Taoculuk, ulusal kültürün mükemmel-ötesi tezahürleridir ve dine katılım, üyelik ve bireysel sadakat çağrılarında bulunan birer dinsel inanç sistemi olarak değerlendirilmemelidir.”[56]* *Burada Parrinder’in Konfüçyusculuğun zorlayıcı olmadığı yönündeki yorumuna katılmadığımı söylemeliyim; bilhassa ilk dönemlerde, Konfüçyus taraftarları herkesi bu yasal sisteme uymaya çağırır ve aksi taktirde zor kullanılacağı yönünde onları uyarırlardı.
Ne Lao Tzu, ne de Chuang Tzu ‘yeni koyunlar’ peşinden koşmaktan söz eder. Tam aksine, ‘koyunlar’ın YOLu aradığından ve giderken akıllarının geldiklerinden daha az karışık olduğundan bahsederler. Taoculuğun ilk döneminde, YOL’a yeni kişilerin katılıp katılmaması fazlaca önemsenmemiştir, çünkü kişilerin peşinden koştuğu taktirde Taoculuğun Taoculuk olarak kalması mümkün olamazdı -- ki daha sonraları Taoculuğun Ch’an veya Zen gibi okullara metamorfozu söz konusudur. Her gelenek engellemelerle karşılaşmış ve çeşitli baskılara direnmek zorunda kalmıştır.
Başından beri Taoculuk, hem felsefik, hem de şamanik formlarıyla, çalışan kesimin taraftarlığını ve desteğini kazanmış ve popüler bir halk-dini olmuştur. Hatta tarihte, Taocu prensiplerden ve evren anlayışından esin alan bir ayaklanmadan söz edilir.[57] Bu hareket ‘Sarı Türbanlıların Ayaklanması’ olarak anılır, çünkü isyana katılanların, yönetimde olan ‘mavi cennet’ yerine, takriben İ.Ö.184 yılından önce yeni ‘sarı cennet’in kurulacağı yönünde bir vizyonu vardı. Bu nedenle sarı türban taktılar ve Taocu bir sistem kurmak amacıyla yönetenlere karşı ayaklandılar. Bu olay bize Taoculuğun popüleritesi ve yaygınlığı konusunda bir fikir verebilir. Ancak, Taoculuğun özünü oluşturan felsefik kavramların, hiyerarşik bir kurumsallaşma ve büyü yöntemleriyle yer değiştirmesine yol açtığı için, bu popülarite bir bakıma Taoculuğun en büyük düşmanı olmuştur. Taoculuk yerel bir gelenek midir?
Bu projeye ilişkin araştırmanın en çarpıcı yanı, en yalın haliyle felsefi Taoculuğun, Lao Tzu veya başka biri tarafından kurulmuş bir din olmadığını keşfetmek olmuştur. Lao Tzu sıkca, herşeyin, insanlar dahil, Tao’nun düzeninde olduğu ‘kadim zamanlar’dan bahseder. Yukarıda da değindiğimiz bu dönem, hemen hemen tüm Çin literatüründe yer alan ve yası tutulan Çin’in mitik ‘Altın Çağ’ıdır. Öyleyse, Lao Tzu, Taoculuğun kurucusu olarak değil, trajik bir biçimde unutulmuş olan çok eski bir geleneği yeniden canlandıran bir üstat olarak değerlendirilmelidir. Günümüzde, modern “wicca” hareketi, her ne kadar binlerce yıl dilden dile metamorfoza uğramış olsa da, bir bakıma Avrupa’nın yerel geleneğinin bir devamı olarak düşünülebilir. Benzer şekilde, Taoculuk da Çin’in yerel geleneğinin metamorfoza uğramış şeklidir. Bu sayfalarda yer alan analizler sonucu Taoculuğun bu niteliğinin netleşmiş olması ve Taoculuğun, kendi özgünlüğü çerçevesinde yaygın bir yerel gelenek olarak gerçek yerini bulması yazarın dileğidir. |