Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21-01-2011, 03:53 PM   #34 (permalink)
Işıldayan Safir
Administrators
Zerynthia
 
Işıldayan Safir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2009
Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
Işıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond repute
Standart Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar



İNANÇ NEDİR?

Nedir aslında inanç? Hayatta genellikle bir şeylerden söz eder dururuz ama onların tam ne olduğunu pek bilmeyiz. Çoğu insanlar inançların kendisini bir şey sanırlar, oysa inançlar, bir şey konusunda emin olma durumudur. Eğer, "zeki olduğuma inanıyorum" derseniz, aslında bu, "zeki olduğumdan kendimi emin hissediyorum" demektir. Bu emin olma duygusu, zekice sonuçlar verecek kaynakları kullanabilmenize izin verir. Hepimizin içinde hemen hemen her şeyin cevabı vardır. Ya da en azından, başkaları kanalıyla elde edebileceğimiz cevaplara ulaşma olanağımız vardır. Ama genellikle inançsız oluşumuz, emin olmayışımız, içimizdeki bu kapasiteyi kullanamamamıza yol açar.

Bir inancı anlamanın kolay yollarından biri, onun temel yapı taşını, fikri düşünmektir. Yalnızca düşündüğünüz ama aslında pek inanmadığınız pek çok fikir vardır. Örneğin, kendinizin seksi bir insan olduğu fikrini alalım. Bir an durun ve kendi kendinize, "Ben seksi bir insanım" deyin. Bunun fikir mi, yoksa inanç mı oluşu, bunu söylerken ne derece emin olduğunuza bağlıdır. Eğer; "Eh, pek de seksi değilim" diyorsanız, aslında demek istediğiniz, "Seksi olduğumdan pek de o kadar emin değilim"den başka bir şey değildir.

Biz bir fikri bir inanca nasıl çeviririz? Bu süreci tarif etmek için size bir benzetme modeli sunayım. Fikri ayakları olmayan bir masanın yüzü gibi düşünürseniz, neden fikrin inanç kadar emin olma duygusu yaratmadığını kolaylıkla anlarsınız. Ayakları olmayan masa, kendi kendine duramaz bile. Beri yandan inanç dediğimiz şeyin ayakları vardır. Eğer seksi bir insan olduğunuza gerçekten inanıyorsanız, bunu nereden biliyorsunuz? Bu fikri destekleyecek birtakım referanslarınız var, öyle değil mi? Hayattaki bazı tecrübeler destekliyor onu. İşte bunlar, masanın üstünü sağlamlaştıracak ayaklardır ve inancınızdan emin olmanızı da bunlar sağlar.

Bu referans tecrübeleriniz nasıl şeyler olabilir? Belki insanlar size seksi olduğunuzu söylemiştir. Belki aynaya baktığınızda kendi görüntünüzü, seksi saydığınız insanlarla karşılaştırmış "Hey, ben de onlara benziyorum!" demişsinizdir. Ya da belki sokakta yabancılar size ilgi göstermekte, el sallamaktadır. Bütün bu tecrübelerin tek başına bir anlamı yoktur ama onları kendinizin seksi olduğu fikrinin altına sıraladığınız zaman, anlam kazanırlar. Bunu yaparken ayaklar; o fikri sizin için sağlamlaştırır, ona inanmaya başlamanıza yol açar. O zaman o fikir konusunda emin olursunuz, o da artık fikir değil, inanç olur.

Bu benzetmeyi bir kere anladığınızda, inançlarınızın nasıl oluştuğunu görebilmeye başlar, onları nasıl değiştirebileceğiniz konusunda da biraz fikir sahibi olma yoluna koyulursunuz. Ama daha önce, yeterince ayak bulursak, yani yeterince referans tecrübesi bulursak, hemen her konuda inançlar geliştirebileceğimizi bilmeniz çok önemlidir. Bir düşünün. Yeterince tecrübe yaşamış olduğunuz ya da zorluklardan geçen birilerini tanıdığınız için, insanların kötü olduğuna, fırsat bulurlarsa size kazık atacaklarına inanabilmenizi sağlayacak kadar referans yok mu elinizde? Belki buna inanmak istemiyorsunuzdur. Zaten bunun güçsüzleştirici bir inanç olduğunu da daha önce konuşmuştuk. Ama eğer isterseniz, bunu bir inanç haline getirip altına destekler dayayacak kadar tecrübeniz yok mu? Beri yandan, insanları sever, onlara iyi davranırsanız, onların da aslında iyi olduklarını, size yardım etmek isteyeceklerini gösteren tecrübeleriniz, referanslarınız da yok mu?
Esas mesele, bu inançların hangisinin doğru inanç olduğudur. Ama bunun cevabı belli: Hangisinin doğru olduğunun önemi yoktur. Önemli olan, hangisinin daha güçlendirici inanç olduğudur. İnancımızı destekleyecek, onu daha da güçlü hale getirecek kişileri hepimiz bulabiliriz. İnsan denilen yaratığın akıl yürütme süreci böyle çalışır. Kilit soru yine, o inanç günlük hayatta bizi güçlendiriyor mu, yoksa zayıflatıyor mu, noktasında düğümlenir. O halde hayatımızda mümkün olan referans kaynakları nelerdir? Tabii ki kendi tecrübelerimizden bir şeyler alabiliriz. Bazen başkalarından edindiğimiz enformasyondan, kitaplardan, bantlardan, filmlerden de alırız. Bazen de referanslarımızı yalnızca hayal gücümüze dayandırarak oluştururuz. Bu referansların herhangi biri hakkında hissettiğimiz duygusal yoğunluk, o ayağın gücünü ve kalınlığını etkileyecektir. En sağlam ve en kalın ayaklar, çok duygu içeren kişisel tecrübelerdir, çünkü bunlar acılı ya da zevkli tecrübeler olmuştur. Bir başka faktör de, elimizdeki referansların sayısıdır. Elbette ki bir fikri destekleyecek ne kadar çok referans varsa, o konudaki inancınız da o kadar güçlü olacaktır.

Referanslarınızı kullanmak istemeniz için, doğru olmaları gerekli midir? Hayır, gerçek ya da hayalî olabilirler, doğru ya da yanlış olabilirler. Çok doğru saydığımız kendi tecrübelerimizi bile, yine de bizim kişisel bakış açımız çarpıtmış olabilir. İnsanlar bu tür çarpıtmalara ve uydurmalara yönelebildikleri için, inançlarımızı oluşturmakta kullanabileceğimiz referans ayakları hemen hemen sınırsızdır. Bunun kötü yanı, referanslarımız nereden gelirse gelsin, onları gerçekmiş gibi kabul etmemiz ve bir daha sorgulamamamızdır! Benimsediğimiz inançlara göre, bunun çok olumsuz etkileri olabilir. Aynı şekilde, bizi rüyalarımızın yönünde ilerletecek hayalî referansları görebilme gücümüz de vardır. İnsanlar bir şeyi yeterince canlı biçimde hayal ettiklerinde, gerçek tecrübeden algılamış kadar başarılı olabilmektedirler. Bunun nedeni, beynimizin gerçekten olmuş bir şeyle, bizim canlı biçimde hayalimizde yarattığımız bir şey arasındaki farkı ayırt edememesidir. Yeterli duygusal yoğunluk ve tekrarlarla, sinir sistemimiz bir şeyi gerçek olarak algılar - o şey henüz olmamışsa bile-.

Büyük başarılara ulaşanların hangisiyle görüşsem, kendilerini başaracaklarından emin duruma getirme yeteneğine sahip olduklarını bulguladım. Başarmak istedikleri şeyi kendilerinden önce hiç kimse başaramamış olsa bile. Hiç referans yokken referanslar yaratabilmiş, imkânsız gibi gözüken şeyi başarmışlardır.

Bilgisayar kullanan herkes herhalde "Microsoft" adını tanır. Birçok kimsenin bilmediği şey ise, o şirketin iki kurucusundan biri olan Bill Gates'in, şansı yaver gitmiş bir dahî olmadığı, yalnızca inancını destekleyecek referansları olmaksızın adım atma cesaretini gösteren biri olduğudur. Albuquerque şirketinin "kişisel bilgisayar" diye bir şey geliştirmekte olduğunu, BASIC yazılıma ihtiyaç duyduğunu işittiğinde, hemen onları aramış, istediklerini verebileceğini söylemiştir, oysa o anda elinde öyle bir şey hazır değildir. Bir kere taahhüde girince de bir yolunu bulmak zorunda kalmıştır. Onun asıl dehası, bir emin olma duygusu yaratabilmektir. Onun kadar zeki başkaları da vardır ama o bu emin olma duygusunu kullanarak kendi kaynaklarına uzanabilmiş, birkaç hafta içinde de ortağıyla ikisi, "personal computer"i gerçekleştirebilecek yeni bir dili yazmayı başarmışlardır. Kendini ortaya atıp bir yolunu bulmakla Bill Gates o gün, insanların işlerini yapış biçimini farklılaştıran bir değişiklik yaratmış, otuz yaşındayken milyarder olabilmiştir. Emin olmak, insana güç getirir!

"Dört dakikalık mil"in hikâyesini biliyor musunuz? Binlerce yıldan beri insanlar, bir milin dört dakikadan kısa zamanda koşulamayacağına inanmışlardır. Ama 1954 yılında Roger Bannister bu önemli inancı da yıkmıştır. İmkânsız olanı kendine yaptırmayı başarmış, bunu yalnız fiziksel egzersizle değil, olayı sürekli olarak aklında prova etmekle, dört dakika engelini hayalinde defalarca, büyük duygu yoğunluklarıyla aşmakla, kafasında çok canlı referanslar yaratıp kendi sinir sistemine sonuç alacak emirleri verdirmeyi sağlamakla başarmıştır. Ama birçok insan, onun bu başarısının asıl başkalarına olan etkisini anlayamamışlardır. Başlangıçta, dört dakika duvarını hiç kimsenin aşamayacağı sanılmıştır. Ama Roger'in o rekoru kırmasının üzerinden bir yıl geçmeden, 37 koşucu daha aynı işi başarmıştır. Onun örneği, diğerlerine öyle güçlü referanslar sunmuştur, öyle bir emin olma duygusu getirmiştir ki, artık "imkânsız"ı onlar da başarabilmişlerdir. Daha sonra 300 koşucu daha aynı şeyi yapmıştır!

__________________
Işıldayan Safir isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla