Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
"Kişi zengin olsun, yoksul olsun, hastalığı iyileştiren de mutsuzluğu mutlu kılan da zihindir."
EDMUND SPENSER
BİR İNANÇ NASIL DEĞİŞTİRİLİR?
Bütün kişisel hamleler, inançlarda bir değişiklikle başlar. O halde nasıl değişeceğiz? Bunun en etkili yolu, beyninizi harekete geçirip eski inanca çok büyük acılar bağlamaktır. Bu inancın geçmişte size acı verdiğini tâ yüreğinizde hissetmeniz, ayrıca şimdi de size acı getirdiğine, gelecekte getireceklerinin de ancak acı olabileceğine derinden derine inanmanız gerekir.
Ondan sonra da yeni, güçlendirici bir inanç benimseme fikrine çok büyük zevkler bağlamanız gerekir. İşte hayatımızda değişiklik yaratmanın bu temel modelini tekrar tekrar gözden geçireceğiz. Unutmayın, ne yaparsak, ya acıdan kaçmak ya da zevke kavuşmak için yaparız. Eğer bir şeye yeterince acı bağlarsak, mutlaka değişiriz. Bir konuda bir inanca sahip olmamızın tek nedeni, ona inanmamaya büyük acılar bağlamış oluşumuz ya da o inancı ayakta tutmaya büyük zevkler bağlamış oluşumuzdur.
İkincisi, zihninizde kuşkular yaratın. Kendinize karşı gerçekten dürüstseniz, yıllar önce canla başla savunduğunuz bazı inançların bugün sizi utandırdığını belki kabullenebilirsiniz.
Ne olmuştur o geçen zamanda? Bazı şeyler sizin kuşku duymanıza yol açmıştır. Belki yeni bir tecrübe, belki eski inancınızın tersi bir örnek. Belki birkaç Rusla karşılaşmış, onların da sizin gibi insanlar olduğunu, "hain imparatorluk" gibi bir kavramın parçası olmadıklarını görmüşsünüzdür. Bence bugün çoğu Amerikalılar, Sovyet vatandaşlarına yüreklerinde büyük merhametle bakıyorlar, çünkü onları, ailelerine bakma savaşı veren insanlar olarak görüyorlar. Bizim bakış açımızı değiştiren şeylerden biri de, değiş tokuş programları sayesinde Rusları görmüş, ne kadar ortak yönümüz olduğunu keşfetmiş oluşumuzdur. Edindiğimiz yeni tecrübeler, kendimize sorular sormamızı sağlamış, emin olma durumumuzu bozmuş, referans ayaklarımızı sallamaya başlamıştır.
Ama yeni tecrübe tek başına bir inanç değişikliğini garantiye alamaz. İnsanlar inançlarının taban tabana zıttı bir tecrübe yaşayıp, onu bile aynı inancı destekleyecek biçimde yorumlamayı becerirler. Saddam Hüseyin bunu Körfez Savaşı sırasında hepimize göstermiş, çevresindeki onca yıkıma rağmen savaşı kazanıyor olduğunu söyleyip durmuştur. Kişisel düzeyde bakarsak, benim seminerlerimden birine katılan bir kadın bir dizi benzersiz zihinsel ve duygusal durumlara girmeye başlamış, benim Nazi olduğumu, salondaki insanları, havalandırmadan gelen görünmez gazlarla zehirlemeye çalıştığımı söylemişti. Konuşmamın temposunu yavaşlatarak onu sakinleştirmeye çalıştım. Bu benim standart sakinleştirme yaklaşımımdı. Kadın hemen "Bakın işte, konuşmanızı etkilemeye başladı, diliniz dolaşıyor!" dedi. O salonda ne olursa olsun, her şeyi kesinlikle, hepimizin zehirlenmekte olduğu inancını destekleyecek biçimde kullandı. Sonunda onun motifini yıkmayı başardım. Bu nasıl mı yapılır? Onu da bir sonraki bölümde konuşacağız.
Yeni tecrübelerin değişiklik yaratması, ancak inançlarımızı sorgulamamıza yol açarlarsa mümkündür.
Unutmayın ki ne zaman bir şeye inansak, artık o inandığımız şeyi bir daha sorgulamayız. İnançlarımızı dürüstçe sorgulamaya başladığımız anda, artık o konuda o kadar emin olamayız. Bilişsel masaların referans ayaklarını sallamaya başlamışız demektir. Bunun sonucunda da, kesin emin olma durumundan çıkarız. Siz bir şeyi yapabilme yeteneğinizden hiç kuşku duydunuz mu? Nasıl oldu bu? Herhalde kendinize birtakım zayıf sorular sormuşsunuzdur: "Neden beceremedim?", "Neden olmuyor?", "Ya benden hoşlanmazlarsa?"... Ama sorular, eğer körü körüne kabul ettiğimiz bir inancın geçerliliğini sorgulamaya yönelikse, son derece güçlendirici de olabilirler. Aslında inançlarımızın çoğu, başkalarından duyup o sıra sorgulamadığımız enformasyona dayalı şeylerdir. Onları bir incelersek, yıllardır bilinçaltımızda inandığımız bir şeyin bir dizi yanlış varsayıma dayalı olduğunu görebiliriz.
Eğer daktilo ya da bilgisayar kullanıyorsanız, şu örnekten hoşlanacağınızdan eminim. Sizce harflerin, rakamların ve işaretlerin, satılan tüm makinelerin %99'unda belli bir biçimde dizilişi, neden dünyanın her yerinde kabul görüyor? (Bu arada söyleyeyim, ben QWERTY klavyeden söz ediyorum. Eğer hiç klavye kullanıyorsanız, bu harflerin en üst sırada, soldan sağa doğru böyle dizildiğini görürsünüz.) Besbelli bu sıralama, yazarken en büyük hıza ulaşabilmek için böyle yapılmıştır, değil mi? Çoğu insan da bu konuda hiç soru sormaz. Çünkü QWERTY 120 yıldan beri var olan bir şeydir. Ama aslında QWERTY, düşünebileceğiniz en verimsiz sıralamadır! Başka pek çok diziliş, bu arada da Dvorak Basitleştirilmiş Klavye, hem hatâları azaltmakta hem de hızı artırmakta kendini defalarca kanıtlamıştır. İşin aslı nedir, biliyor musunuz? Başlangıçta QWERTY, insanların yazma hızını yavaşlatsın diye böyle tasarımlanmıştır, çünkü makineler henüz çok yavaş çalıştığı için, aşırı hız bazı takılmalara ve tıkanmalara yol açar diye korkulmuştur. Peki, biz 120 yıldan beri QWERTY klavyeye neden takılıp kaldık? 1882 yılında, herkes daha harfi arayarak tek parmakla daktilo yazdığı günlerde, sekiz parmakla hızlı yazma yolunu keşfeden bir kadın, bir başka daktilo öğretmeniyle yarışmaya davet edilmiş. Kâşif kadın kendisini temsil etmek üzere profesyonel bir erkek daktilo tutmuş. Bu adam QWERTY klavyeyi ezbere biliyormuş. Bu ezberin ve sekiz parmak yönteminin yardımıyla, farklı bir klavye kullanan rakibini yenmeyi başarmış. O günden sonra QWERTY artık "hız" sözüyle eş anlama gelmeye başlamış, hiç kimse de bu referansı sorgulamadığı için, geçerli olup olmadığı ortaya çıkarılamamış. Acaba günlük hayatınızda, kendinizin kim olduğunuz, neyi yapabilip neyi yapamayacağınız, insanların nasıl davranması gerektiği, çocuklarınızın ne gibi yetenekleri olduğuyla ilgili inançlarınızdan kaç tanesini hiç sorgulanmıyorsunuz? Bunlar güç kesen inançlar olabilirler, bunları kabul etmek hayatınızı sınırlıyor olabilir ve siz hiç farkında bile olmayabilirsiniz!
Herhangi bir şeyle ilgili yeterince sorgulama yaparsanız, sonunda o şeyden kuşkulanmaya başlarsınız. Bunlara hiç kuşkusuz, kesinlikle inandığınız şeyler de dahildir.
Yıllar önce, ABD ordusuyla çalışmak gibi benzersiz bir tecrübe yaşadım. Bazı belirli ihtisas dallarındaki eğitimi kısaltabilme amacına dönük olarak onlarla bir anlaşma imzalamıştım. Çalışmalarım öyle başarılı oldu ki, "çok gizli" soruşturmasından geçtim, CIA'in en üst yöneticilerinden birini modelleme olanağı buldum. Bu kişi teşkilâtın en dibinden başlamış, kendi çalışmalarıyla bu mevkiye yükselmişti. İnanın bana, onun ve onun gibilerin, insanlarda inançları sarsmak ve değiştirmek konusunda öğrendikleri, akıl durdurucu düzeyde. Öyle bir ortam yaratıyorlar ki, insan her zaman inanageldiği şeyden kuşku duymaya başlıyor. Sonra ona yeni fikirler ve tecrübeler sunup, yeni inançları desteklemesini sağlıyorlar. Bir insanın inançlarını ne kadar hızlı değiştirebildiklerini seyretmek insana korku veriyor, bir yandan da içinde hayranlık uyandırıyor. Ben de bu teknikleri, kendi güçsüzleştirici inançlarımdan kurtulup yerine güçlendirici inançlar yerleştirebilmek için kullanmayı öğrendim.
İnançlarımız farklı düzeylerde duygusal yoğunluk ve farklı düzeylerde emin olma durumu getirirler. Her birinin ne kadar yoğun olduğunu bilmek önemlidir. Ben inançları üç sınıfa ayırıyorum: Görüşler, inançlar ve iman. Görüş, oldukça emin olduğumuz bir şeydir ama geçici olarak eminizdir, çünkü bu durum kolay değişebilir. Bilişsel masa üstümüz, kontrolü yapılmamış, sallantılı referanslar tarafından desteklenmektedir. Bunlar belki izlenimlere bile dayalı olabilir. Örneğin, çoğu insan başlangıçta George Bush'un mızmızın biri olduğuna inanırdı, nedeni de yalnızca sesinin tonuydu. Ama Saddam Hüseyin Kuveyt'i işgal ettiğinde, dünya liderlerinin desteğini nasıl sağlam biçimde kazandığını görünce, kamuoyunun görüşü büyük ölçüde değişti. Bush o zaman, yakın tarihin her başkanından daha yüksek bir popülerlik mevkiine yerleşti. Siz bu paragrafı okuyuncaya kadar, bu kültürel görüş belki yine değişmiş olacaktır. Görüşler böyledir işte. Kolayca değişirler. Genellikle de kişilerin o an için kullandığı bir avuç referansa dayanarak değişirler. İnanç ise, çok daha geniş alana yayılmış referans ayakları topladığımız zaman oluşur, özellikle de o referans ayakları, güçlü duygular beslediğimiz konularla ilgiliyse ortaya çıkar. Bu referanslar bize o konuda tam bir emin olma duygusu verirler.
Daha önce de söylediğim gibi, bu referanslar çok çeşitli biçimlerde gelebilir: Kişisel tecrübelerimiz de, başka kaynaklardan aldığımız enformasyon da canlı biçimde hayal ettiğimiz şeyler de referans olabilir. İnançları olan insanların emin olma duygusu öyle güçlüdür ki, yeni girdilere kapalı durumlara geldiklerine çok sık rastlanır. Ama onlarla iletişimde bir uyum sağlamışsanız, bu kapanmayı açabilmeniz, referanslarını sorgulamalarını sağlamanız, bunun sayesinde de yeni girdilere kapı açmalarını gerçekleştirmeniz mümkündür. Böylece eski referanslara karşı kuşku başlar, yeni inanca yer açılır. Ama iman, inancı da aşar, bunun da nedeni, kişinin o fikre bağladığı yoğun duygu yüküdür. Bir konuya iman getirmiş olan kişi, yalnız emin olmakla kalmaz, imanı sorgulandığında kızıp öfkeye kapılır.
İman getirmiş kişi, sorgulama işine tümüyle dirençlidir. Bir an için bile sorgulatmaz. Yeni girdiye de son derece dirençlidir. Bunu hemen hemen bir tutku düzeyine getirmiştir. Örneğin yobazlar, yüzyıllar boyunca kendi kafalarındaki Tanrı fikrinin doğru olduğuna iman getirmiş, bunu sürdürebilmek için öldürmeyi bile göze almışlardır. Böyleleri nice kere kutsal görünümlere bürünerek, gerçek inananların imanını da sorgulamaya kalkmıştır. Guyana'da yaşayan bir grup insanın, peygamber bozuntusu Jim Jones'un yönlendirmesiyle kendi çocuklarına siyanitli Kool-Aid içirerek onları öldürmesine de yol açan budur.
Elbette ki tutkulu iman yalnız fanatiklerin tekelinde de değildir. Bir fikre, ilkeye ya da amaca yeterince yüksek düzeyde adanan herkes için söz konusu olabilir. Örneğin yeraltı nükleer deneylerine çok karşı olan birininki inançtır. Ama eyleme geçen, hattâ başkalarının hoşlanmadığı, onaylamadığı tür eyleme geçen biri, örneğin nükleer tesisin önünde protesto yürüyüşüne katılan biri, iman getirmiştir. Eğitim sistemimizi beğenmeyen birininki inançtır ama bu konuda bir fark yaratmak için okuma-yazma kampanyasına gönüllü katılan birininki, imandır.
Kendine ait bir buz hokeyi takımı olmasını isteyen kişininki, görüştür, ama böyle bir takımı satın alabilmek için her türlü yola başvurmaya kalkarsa, imandır. Farkı nedir diye mi soruyorsunuz? Fark elbette ki insanın bu uğurda göze almaya hazır olduğu eylemlerde. Aslında imanı olan kişiler kendi inançları konusunda öyle ihtiraslıdır ki, bu uğurda reddedilmeyi de, kendilerini gülünç duruma düşürmeyi de göze alabilirler.
Herhalde inançla imanı birbirinden ayıran en büyük faktör, imanın tetiğini genellikle çok önemli duygusal olayların çekmesi ve bu olaylar sırasında beyinde bağlantılar kurulmasıdır. Kişi kendine, "Buna inanmazsam, büyük acılar çekeceğim," der. "Eğer bu inancı değiştirirsem gerçek kimliğimi feda etmiş olurum. Yıllardır hayatım neleri temsil etmişse, hepsini feda etmiş olurum." Bu durumda o imana bağlı kalmak, kişinin varlığını sürdürmesi için şart olmaktadır. Bu çok tehlikeli olabilir, çünkü inançlarımızın doğru olmama ihtimalini düşünmek bile istemeyecek hale geldiğimizde, kendimizi bir katı kalıba mahkûm edebiliriz, o da uzun vadede bizi başarısızlığa mahkûm edebilir. Bazen belli bir konuda inanç sahibi olmak, iman sahibi olmaktan daha uygundur.
Bir de iyi yanına bakarsak, iman bizim içimizde uyandırdığı ilham sayesinde bizi çok güçlü kılabilir, çünkü bizi eyleme geçmeye mecbur eder. Yale Üniversitesi, psikoloji ve siyasal bilimler profesörü Robert P. Abelson'a göre, "İnançlar sahip olduğumuz bir mal gibidir. İman ise daha değerli mallarımızdır, kişi onlara sahip olmak için ihtirasla çalışır, daha büyük çaplı ya da bireysel çabalarla o amacı, projeyi, dileği ve arzuyu gerçekleştirme peşine düşer."
Genellikle hayatınızın herhangi bir alanında beceri yaratmak için yapabileceğiniz en iyi şey, bir inancı iman düzeyine çıkarmaktır. Unutmayın ki imanda sizi eyleme itecek güç vardır, her türlü engeli aşmaya hazır kılar sizi. Bunu inançlar da yapabilir ama hayatınızın bazı alanları belki imanın o aşırı duygusal yoğunluğuna ihtiyaç gösterebilir.
Örneğin, hiçbir zaman şişman bir insan olmama konusunu iman haline getirmişseniz, sürekli olarak sağlıklı yaşam biçimlerini seçersiniz, hayattan daha çok zevk almanızı sağlayan, belki sizi kalp krizinden de koruyacak olan yollara yönelirsiniz. Zeki bir insan olduğunuza iman getirmişseniz, hayatınızın en zor zamanlarında olayları tersine çevirebilmenizi sağlayacak yolları bulabilirsiniz. |