Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14-02-2011, 04:10 PM   #94 (permalink)
Işıldayan Safir
Administrators
Zerynthia
 
Işıldayan Safir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2009
Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
Işıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond repute
Standart Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar



"Güzel cevap her zaman daha güzel soruyu sorana verilir."
E. E. CUMMINGS

Benim size söylemek istediğim, insanlar arasındaki farkın sürekli sordukları sorular arasındaki farktan ibaret olduğudur. Bazı insanlar sürekli depresyon içindedir. Neden? Geçen bölümde söylediğimiz gibi, sorunun birazı durumlarının sınırlı olmasındandır. Hayatlarını sınırlı hareketlerle ve yarım bir fizyolojiyle yaşamaktadırlar. Ama daha önemlisi, kendilerini aşırı yüklü ve ezilir durumda hissetmelerine yol açacak şeylere odaklanmalarıdır. Bu odaklanma ve değerlendirme patemi, hayatın duygusal tecrübesini değerlendirme biçimlerini ciddi olarak sınırlar. Bu insan bir anda kendini nasıl hissettiğini değiştirebilir mi? Hem de nasıl yalnızca zihinsel odağını değiştirmekle, O halde odağı en çabuk değiştirme yolu nedir? Yalnızca yeni bir soru sormaktır. İnsanlar kendini sıkkın hissettiğinde, bu çok büyük olasılıkla kendilerine güçsüzleştirici sorular sordukları içindir. Örneğin şöyle sorular: "Ne yararı var? Denemeye bile gerek var mı, çünkü zaten hiçbir şey doğru gidiyor mu ki? Neden ben, Tanrım?" Unutmayın isteyene verilir.

Korkunç bir soru sorarsanız, korkunç bir cevap alırsınız. Zihinsel bilgisayarınız size hizmet etmeye her an hazırdır. Ona nasıl bir soru yüklerseniz, o da size öyle bir cevap verecektir. Demek ki eğer siz, "Neden hiçbir zaman başarılı olamıyorum?" diye sorarsanız, o da size bir cevap verecektir - uydurmak zorunda kalsa bile! Belki de, "Aptalsın da ondan" diyecektir, ya da, "Zaten başarmayı hak etmediğin için" diyecektir.

Peki, zekice bir sorunun örneği nasıl olur? Yine eski dostum W. Mitchell'ı ele alalım mı? Eğer Sınırsız Güç'ü okumuşsanız, onun hikâyesini hatırlıyorsunuzdur. Sizce vücudunun üçte ikisi yandıktan sonra sağ kalmayı ve kendini hâlâ iyi hissetmeyi nasıl başardı? Yıllar sonra bir uçak kazasına, orada iki bacağını kullanamaz hale gelmeye, tekerlekli sandalyeye mahkûm olmaya nasıl dayandı? Nasıl hâlâ başkalarına katkıda bulunmaktan zevk alabildi? Çünkü doğru soruları sorarak odağını kontrol etmeyi öğrendi. Vücudu tanınmaz halde yanmış olarak kendini hastanede bulduğunda, etrafındaki diğer hastaların hep kendilerine acıyıp durmakta olduklarını, kendilerine, "Neden ben? Tanrı bana bunu nasıl yapabildi? Hayat neden bu kadar haksızlık dolu? Sakat yaşamaktan ne yarar gelir?" gibi sorular sorduklarını duyduğunda, Mitchell kendine başka bir soru sordu: "Bunu nasıl kullanabilirim? Bunun böyle olması sayesinde başkalarına ne katkılarda bulunabilirim?" diye sordu. Bu sorular kaderler arasındaki farkı yaratan sorular oldu. "Neden ben" şeklindeki bir sorudan pek olumlu bir cevap gelmez. "Bunu nasıl kullanabilirim?" sorusuysa genellikle karşımızdaki güçlükleri bir güdücü güç haline getirip kendimizi de, dünyayı da daha iyileştirmemize yarar. Mitchell incinmekle, kızmakla, çaresizlik hissetmekle hayatını değiştiremeyeceğini anlamıştı. Bu yüzden, sahip olmadığı şeylere bakacağı yerde, kendine şöyle dedi: "Ben kimim aslında? Yalnız vücudumdan mı ibaretim, yoksa bende daha fazlası mı var? Şimdi nelere gücüm yeter, nelere gücüm eskisinden daha çok yeter?" Uçak kazasından sonra, belden aşağısı felçli durumda hastanede yatarken, çok güzel ve çekici bir kadınla karşılaştı. Annie adlı bir hemşireyle. Yüzünün tümü yanmış, vücudunun belden aşağısı felçli durumdayken, "Ondan nasıl randevu alabilirim?" diye sorma cesaretini bulabilmişti. Dostları ona, "Delisin sen" dediler. "Kendini kandırıyorsun." Ama bir buçuk yıl sonra Mitchell, Annie'yle ilişkideydi. Bugün de onunla evli. İşte güçlendirici sorular sormanın güzelliği burada. Bu sorular bize emsalsiz bir kaynak getiriyor: Cevaplar ve çözümler.

Hayatta yaptığınız her şeyi sorular saptar. Yeteneklerinizden ilişkilerinize, gelirinize kadar. Örneğin bazı insanların bir türlü bir ilişkiye bağlanamamaları, kendilerine kuşku yaratıcı sorular sormalarındandır: "Ya da daha iyi biri de varsa? Ya bunu seçer de bir şeyler kaçırırsam?" Bunlar ne kadar güçsüzleştirici sorular böyle! İnsan bunları sora sora, acaba çitin öte yanındaki otlar daha yeşil mi, diye saplanır kalır, kendi hayatınızda var olan şeyden zevk alamaz olursunuz. Bazen bu tür insanlar, sonunda sahip olabildikleri ilişkiyi de, daha beter sorular sorarak mahvederler: "Nasıl oluyor da bana her zaman bunu yapıyorsun? Neden benim değerimi bilmiyorsun? Şimdi çıkıp gitsem neler hissederdin?" Bu soruları bir de şunlarla karşılaştırın: "Nasıl bu kadar şanslı çıktım da hayatımda sen varsın? Eşimin en çok nesini seviyorum? İlişkimiz sayesinde hayatımız ne kadar daha zenginleşecek?"

Parasal konularda kendinize sık sık sorduğunuz soruları düşünün. Eğer kişi parasal açıdan iyi durumda değilse, nedeni hayatlarında bir hayli korku yarattıkları içindir. Korku onları araştırmaktan, parasal konuları öğrenmekten alakoymuştur. Şöyle sorular sorarlar: "Şu anda ne gibi oyuncaklar istiyorum?" Oysa şöyle sormaları gerekir: "Parasal amaçlarıma ulaşabilmek için nasıl bir plana ihtiyacım var?" Sorduğunuz sorular odağınızı saptayacaktır. Nasıl düşündüğünüzü, nasıl hissettiğinizi, neler yaptığınızı saptayacaktır. Eğer parasal durumumuzu değiştirmek istiyorsak, kendimizi daha yüksek standartlara bağlamak zorundayız. Nelerin mümkün olduğu konusundaki inançlarımızı değiştirmeye daha iyi bir strateji geliştirmek zorundayız. Günümüzün finans devlerinden bazılarının modelini çıkarırken farkına vardığım şeylerden biri, kendilerine sürekli olarak sordukları soruların, kalabalık kitlelerine göre farklı oluşuydu. Bu sorular bazen yaygın biçimde kabul edilen "finansal bilgelik" ilkelerine bile tersti.

Şu sıra Donald Trump'ın parasal zorluklarla karşı karşıya olduğu su götürmez bir gerçek. Ama yaklaşık on yıldan beri kendisi ekonominin devlerindendi. Nasıl yapmıştı bunu?

Pek çok etken vardı tabii, ama herkesin üzerinde görüş birliğine vardıklarından bir tanesi, yetmişli yılların ortalarında, New York kenti iflâsla yüzyüze gelip de müteahhitlerin çoğu, "Bu kent batarsa biz nasıl sağ kalacağız?" gibi sorularla uğraşırken, Trump'ın benzersiz bir soru sormuş olmasıydı: "Başka herkes korkarken ben nasıl zengin olabilirim?" İşte bu soru, onun pek çok iş kararlarını biçimlendirdi ve onu ekonomi dünyasının tepelerindeki o yere yükseltti. Trump oraya vardığında durmadı. Bir harika soru daha sordu. Mali yatırımlara yönelmeden önce sorulması gereken yerinde bir soru. Bir projenin çok büyük ekonomik kazançlar vaadettiğinden emin olduğu anda, "Bunun sakıncası ne? En kötü ihtimalle ne olabilir ve ben o durumun üstesinden gelebilir miyim?" diye sorardı. İnancına göre, eğer en kötü ihtimali bile alt edebilirse, o zaman o işe hemen girişmelidir, çünkü iyi ihtimaller zaten kendi kendini idare ederdi. Peki, madem bu kadar iyi sorular sorabiliyordu, ne oldu öyleyse? Trump'ın o ekonomik stres günlerinde giriştiği işler, başka hiç kimsenin aklının ucundan bile geçirmeyeceği şeylerdi. Eski Commodore binasını almış, onu Grand Hyatt haline çevirmişti (ilk büyük ekonomik başarısı). Ekonomi düzelmeye başladığında çok kazandı. Ama daha sonra büyük parasal sorunlarla yüzyüze geldi. Neden? Birçoklarına göre, yatırım yaparken kullandığı odağı değiştirmişti. Kendine "En kârlı iş hangisi?" diye soracağı yerde, "Neye sahip olmak en hoşuma gider?" diye sormaya başlamıştı. Daha da beteri, bazılarına göre, "kötü olasılık" sorularını sormaktan vazgeçmişti. İşte uyguladığı değerlendirme sürecindeki bu bir tek değişiklik, yani kendine sorduğu sorulardaki değişiklik, belki de servetinin büyük bir bölümünü kaybetmesine yol açtı. Unutmayın, yalnız sorduğunuz sorular değil, sormadığınız sorular da kaderinizi biçimlendirmekte etkilidir.

Bugünün başta gelen beyinlerinin kilit inançları ve stratejileri konusunda araştırmalar yaparken öğrendiğim bir şey varsa, üstün değerlendirmelerin üstün hayatlar yarattığıdır. Hayatı olağanüstü sonuçlar yaratacak düzeyde değerlendirme kapasitesi hepimizde vardır. "Dahî" kelimesini duyunca siz ne düşünürsünüz? Eğer benim gibiyseniz, aklınıza ilk gelecek şey, Albert Einstein'ın resmidir. Ama Einstein, başarısız lise eğitiminin ötesine nasıl geçebilmiş de gerçek büyük düşünürler arasına karışabilmiştir? Kesinlikle kendine çok iyi formüle edilmiş sorular sorduğu için. Einstein zaman ve mekân izafiyeti fikrini ilk araştırmaya başladığında "Aynı andaymış gibi gözüken şeylerin aslında öyle olmaması mümkün mü?" diye sormuştur. Örneğin eğer bir ses patlamasının birkaç mil uzağındaysanız, siz o sesi, o mekânda çıktığı anda mı duyarsınız? Einstein öyle olamayacağını düşünmüştür. Sizin belli bir anda oluyor sandığınız şey, aslında o sıra olmuyor, pek az önce olmuş. Günlük hayatımızda zaman izafîdir, diye karar vermiştir. Zaman, zihninizin neyle meşgul olduğuna göre izafîdir.

Bir zamanlar Einstein "Bir erkek güzel bir kızla bir saat oturur, ona bir dakika gibi gelir" demişti. "Ama sıcak sobanın üzerinde bir dakika otursa, ona bir saatten uzun görünür, işte bu izafiyettir." Sonra fizik alanında daha derin düşüncelere daldı, ışığın hızının sabit olduğuna inanarak kendine şu soruyu sormakta olduğunu fark etti: "Ya ışığı bir rokete yerleştirirseniz? O zaman hızı artar mı?" Bu hayranlık uyandırıcı sorulara ve bunlara benzeyen daha başka sorulara cevap vermeye çalışırken Einstein sonunda bildiğimiz izafiyet teorisiyle ortaya çıktı.

__________________
Işıldayan Safir isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla