Tekil Mesaj gösterimi
Alt 19-04-2011, 10:15 PM   #106 (permalink)
Işıldayan Safir
Administrators
Zerynthia
 
Işıldayan Safir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2009
Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
Işıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond repute
Standart Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar



NİHAİ BAŞARI KELİMELERİ

"Doğru kelime en önemli araçtır. "Yoğun bir doğruluğa sahip o kelimelerle karşılaştığımızda, ortaya çıkan sonuç hem fiziksel, hem de ruhsal olur, elektrik gibi de anîdir."
MARK TWAIN


KELİMELER bizi güldürmek için de ağlatmak için de kullanılır onlar. Hem yaralar, hem iyileştirir. Bize umut ve umutsuzluk getirir. Kelimelerle en soylu niyetlerimizi belirtir, en derin isteklerimizi açıklarız.

İnsanlık tarihi boyunca en büyük liderlerimiz ve düşünürlerimiz, kelimelerin gücünü kullanarak duygularımızı değiştirmiş, bizi kendi amaçlarına bağlamış kaderin akışını biçimlendirmişlerdir. Kelimeler yalnız duygu yaratmakla kalmaz, eylem de yaratır. Eylemlerimizden de hayatlarımızın sonuçları akıp gelir. Patrick Henry diğer delegelerin karşısına dikilip, "Başkalarının ne yapacağını bilemem ama, ben kendi hesabıma, ya özgürlük, ya ölüm derim!" dediğinde, onun bu kelimeleri büyük bir fırtına yaratmış, ülkemizin kurucuları o kendilerine onca zamandır baskı yapan zorbalığı yok etmeye adanmışlardır.

Sizin ve benim paylaştığımız o bize miras kalmış imtiyazlar, bu gün bu ülkede yaşadığımız için, kuşaklar boyunca hareketlerimizi biçimlendirecek sözleri söylemeyi seçmiş kimselerin armağanıdır: İnsanî olayların içindeyken, bir milletin kendini diğer bir millete bağlayan siyasal bağları koparması gerekiyorsa... Bağımsız Bildirisi'nin bir araya gelmiş o basit kelimeleri, bir ulusun değişmesinin aracı olmuştur.

Elbette ki kelimelerin bu tür etkisi yalnız Amerika Birleşik Devletleri'ne özgü değildir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiltere'nin bekası söz konusu olduğunda, İngiliz halkının harekete geçmesine bir tek adamın kelimeleri yol açmıştır. Bir zamanlar, Winston Churchill'in İngilizce dilini savaşa yollamak gibi benzersiz bir yeteneği var, denirdi. Bütün İngiltere halkına bu savaşı "en güzel saat" haline getirmeleri çağrısında bulunması, hiçbir şeyle ölçülemeyecek bir cesaret patlamasına yol açmış, Hitler'in yenilmez sandığı o savaş makinesini çökertmiştir.

İnançların çoğu kelimelerle biçimlendirilir ve kelimelerle değiştirilmeleri de mümkündür. Bizim ulusumuzun ırksal eşitlik görüşü kesinlikle eylemlerle biçimlenmiştir, ama o eylemleri sağlayan da ateşli sözlerdir. Martin Luther King, Jr.'ın, "Benim bir rüyam var, bir gün bu ulus ayağa kalkacak ve inancının gerçek anlamını yaşayacak..." diyerek paylaştığı vizyonu kim unutabilir?

Çoğumuz kelimelerin tarihimizde oynadığı o güçlü rolün farkındayızdır. Büyük konuşucuların bizi harekete geçirmek istediklerinde söyledikleri önemli sözleri biliriz, ama aynı kelimelerin kendimizi duygusal açıdan harekete geçirmek için kullanılmasına ilişkin kendi gücümüzü pek bilmeyiz. Kelimelerin meydan okumasını, güçlendirmesini, ruhumuzu ayağa kaldırmasını, bizi eyleme itmesini, hayat denilen bu armağandan daha çok şey almamızı sağlamasını gerçekleştirmeyiz.

Hayat tecrübemizi tarif etmekte kullanabileceğimiz iyi seçilmiş etkin kelimeler, en güçlendirici duygularımızı yükseltebilir. Kötü seçilmiş kelimeler de bizi bir o kadar hızlı biçimde çökertir. Çoğumuz kullandığımız kelimeleri bilinçli olarak seçmeyiz. Önümüzdeki türlü olanaklar arasında uyurgezer gibi ilerleriz. Kelimelerinizi akıllıca seçtiğiniz zaman onların çok büyük bir güç getirebileceğini şimdi anlayın.

Bu ufacık semboller ne büyük bir armağandır! Adına harf dediğimiz (sözlüyse ses dediğimiz) o benzersiz biçimleri alır onunla insan tecrübesinin benzersiz zenginlikte bir halısını dokuruz. Onlar bize tecrübelerimizi ifade etme, onları başkalarıyla paylaşma olanağı verirler. Ama çoğumuz, alışkanlıkla seçtiğimiz kelimelerin kendimizle konuşurken de etkili olduğunu, bu nedenle de yaşadığımız tecrübeyi etkilediğini anlamayız.

Kelimeler bizim ego'muzu yaralayabilir, kalplerimizi tutuşturabilir. Bir tecrübeyi kendimize tarif ederken kullandığımız kelimeleri değiştirmekle, o tecrübeyi değiştiririz. Ama eğer kelimelerin ustası olmazsak, onların seçimini bilinçdışı bir alışkanlığın ellerine teslim edersek, tüm hayat tecrübemizi de o ellere teslim etmiş oluruz. Eğer harikulade bir tecrübeyi, "bayağı iyi" sözleriyle tarif ederseniz, o tecrübenin o zengin dokusu düzleşir, sizin sınırlı kelime hazneniz yüzünden yassılır. Kelime haznesi yoksul olan insanların duygusal yaşamı da yoksuldur; kelime dağarcığı zengin olanların, o tecrübeyi boyayabilecekleri çeşit çeşit renkleri vardır bu boyama işini de yalnız başkaları için değil, aynı zamanda kendileri için yaparlar.

Ama pek çok kişiye zorluk çıkaran, bilinçli olarak anlayabildikleri kelime sayısından çok, kullanmayı seçtikleri kelime sayısının az olmasıdır. Biz çoğu zaman kelimeleri "kestirme yol" olarak kullanırız, ama bu kestirme yollar da duygularımızı kestirmeleştirir. Hayatlarımızı bilinçli olarak kontrol edebilmek için, sürekli kullandığımız kelime dağarcığımızı bilinçli olarak değerlendirip iyileştirmek, bu kelimelerin bizi doğru yöne arzuladığımız şeylere doğru çektiğinden, kaçınmak istediğimiz şeylere doğru çekmediğinden emin olmamız gerekir. Siz de, ben de, dillerimizin, kendi asıl anlamları dışında duygusal yoğunluk da içeren kelimelerle dolu olduğunu biliriz. Örneğin eğer ikide bir "nefret ediyorum" kelimesini kullanmayı alışkanlık edinirseniz, saçımdan nefret ediyorum, işimden nefret ediyorum, falan şeyi yapmak zorunda kalmaktan nefret ediyorum derseniz, sizce bu, "Falan şeyi tercih ederim," demekle ölçüldüğünde, sizin olumsuz duygusal yoğunluğunuzu artırır mı?

Duygusal yoğunluğu olan kelimeleri kullanmak, sizin de bir başkasının da duygu durumunu sihirliymiş gibi değiştirir. "Şövalyece" diye bir sıfatı ele alın. Bu kelime, "terbiyeli" ya da "kibar" gibi sözlerden daha geniş imajlar yaratmıyor mu? Benim için yarattığından eminim. Gözümün önüne beyaz atına binmiş kahraman bir şövalye geliyor, kuzgun saçlı bakiresini kurtarıyor hem ruh soyluluğunu ifade ediyor, hem Kral Arthur'un yuvarlak masasının çevresine oturmuş şövalyeleri düşündürüyor. "Kusursuz" kelimesiyle "Tutarlılık" kelimesini "aferin'le, "dürüsf'le karşılaştırdığınızda neler hissediyorsunuz? "Mükemmeli izleme" sözü elbette ki "daha iyileştirmeye çalışma"dan etkilidir.

Ben yıllar boyunca, bir kilit kelimenin, biriyle iletişim sırasında ne büyük bir değişimgücüne sahip olduğunu gözlemlemişimdir. O kelimenin insanların duygu durumunu nasıl bir anda değiştirdiğine dikkat etmişimdir. Ve genellikle ardından onların davranış biçimini de değiştirmiştir.

Yüz binlerce insanla çalıştıktan sonra, size hiç kuşkuya yer olmaksızın bildiğim bir şeyi söyleyeyim ama buna ilk duyuşta inanmak biraz zor gelecektir: Alıştığınız kelimeleri değiştirmekle, hayatınızdaki duyguları tarif etmek için her zaman seçtiğiniz kelimeleri değiştirmekle bir an içinde nasıl düşündüğünüzü de nasıl hissettiğinizi de nasıl yaşadığınızı da değiştirirsiniz.

Bunu anlamama yol açan tecrübe, birkaç yıl önce bir iş toplantısında yer almıştı. İki kişiyle birlikteydim. Biri benim şirketlerimden birinin genel müdürü , diğeri de her ikimizin iş arkadaşı ve iyi bir dostuydu. Toplantı sırasında oldukça can sıkıcı bir haber aldık. İş ilişkileri sürdürdüğümüz biri, besbelli kendine haksız bir avantaj sağlamaya çalışıyordu. Vardığımız görüş birliğinin dürüstlüğünü ihlâl etmişti ve görünüşe göre kazançlı da çıkmıştı. Bu olayın beni en azından kızdırdığını ve canımı sıktığını söylemem gerek. Ama kendimi olaya kaptırmış olduğum halde, yanımdaki iki kişinin aynı habere nasıl farklı tepkiler gösterdiklerine dikkat etme olanağı buldum.

Genel Müdür öfkeden kuduruyordu. Öbür arkadaşım ise pek sarsılmışa benzemiyordu. Üçümüzün de duyduğu haber aynıyken, neden farklı biçimde etkileniyorduk böyle? Hepimizin bu işteki çıkarı da eşti üstelik. Doğrusu genel müdürün tepkisi olaya göre, bana bile biraz aşırı geldi. Durmadan ne kadar "kızdığını, çileden çıktığını" söylüyordu. Yüzü kıpkırmızı kesildi, alnındaki damarlar gözle görünür biçimde kabardı.

Belli ki bu öfkenin getirdiği davranışı uygulamayı, ya acıdan kaçmaya, ya da zevk elde etmeye bağlamıştı. Ona, "Çileden çıkmak senin için ne anlama geliyor?" diye sorduğumda, bu kadar kızmaya nasıl izin verdiğini bilmek istediğimde, dişlerini gıcırdattı, "İnsan öfkeliyken daha güçlü olur, güçlü olunca da bir şeyleri oldurur," dedi. "O zaman her şeyi tersine çevirebilirsin!" Öfke duygusunu, kendini acıdan kurtaracak, zevke götürecek bir kaynak olarak görüyordu.

O zaman bir sonraki soruyu düşündüm. Öbür arkadaşım neden durumu hiç duygu göstermeksizin karşılıyordu? Ona döndüm. "Sen sıkılmışa benzemiyorsun. Kızmadın mı?" Genel Müdürüm de atıldı, "Öfkeden kudurmuyor musun?" diye sordu. Arkadaşım, "Hayır, kızmaya değmez," demekle yetindi. Bunu söylerken, onu yıllardır tanıdığım halde hiçbir şeye kızdığını, üzüldüğünü görmemiş olduğumu fark ettim. Canı sıkılmak sözünün ona göre ne anlama geldiğini sordum, "İnsan kızarsa kontrolü kaybeder," dedi. "İlginç," diye düşündüm. "Kontrolü kaybedince ne olur?" Sakin sakin cevap verdi. "O zaman karşı taraf kazanır."

Bundan büyük bir çelişki düşünemezdim. Biri kontrolü ele alma zevkini kızmaya bağlıyor, öbürü de kontrolü kaybetmeyi aynı duyguya bağlıyordu. Bunların davranışı belli ki inançlarını yansıtmaktaydı. Kendi duygularımı incelemeye başladım. Ben ne hissediyordum bu olay karşısında? Yıllardır, öfkelendiğim zaman da her işi yönetebileceğime inanmıştım, ama bunu yapmak için öfkelenmek zorunda olmadığıma da inanmıştım. Mutluluğun doruğunda olduğum zaman da aynı derecede etkin olabiliyordum. Sonuç olarak, ben öfkeden kaçmıyordum. O düzeye gelmişsem, onu da kullanıyordum. Ama peşine de düşmüyordum, çünkü gücümü öfkelenmeden de kullanabiliyordum. Beni asıl ilgilendiren, bu tecrübeyi anlatırken her birimizin kullandığı kelimelerdi. Ben "öfkelenmek", "canı sıkılmak" kelimelerini kullanmıştım. Genel Müdürüm, "Kudurmak", "Çileden çıkmak" sözcükleri kullanmayı seçmişti. Sakin arkadaşım ise, bu tecrübeden "biraz rahatsız olduğunu" söylemişti. Rahatsız!

Ona döndüm, "Hissettiğin bu kadarcık mı?" diye sordum. "Birazcık rahatsızlık mı? Arasıra da gerçekten kızman gerek." Cevap verdi. "Gereği yok. Kızmam için çok şey olmalı. Hemen hemen hiç olmaz." Ona sordum. "Hani maliye senden çeyrek milyon dolar paranı almıştı da sonunda onların hatası olduğu anlaşılmıştı o olayı hatırlıyor musun? Parayı geri alman iki buçuk yıl sürmemiş miydi? O zaman inanılmayacak kadar kızmadın mı?" Genel Müdürüm yine söze karıştı. "Deliye dönmedin mi o zaman?" Arkadaşım, "Hayır, kızmadım" dedi. "Belki biraz bozuldum." Bozulmak! Bu sefer bunun ömrümde duyduğum en aptalca kelime olduğuna karar verdim! Duygusal yoğunluğumu tarif etmek için ben asla böyle bir kelime kullanmazdım. Başarılı ve varlıklı bir iş adamı olan bu dostum, böyle bir kelimeyi nasıl kullanıyor da gülmekten kırılmıyordu? Ama gülüyordu aslında! Beni deli edecek şeylerden söz etmek onun hoşuna gidiyordu.

Merak ettim. Acaba ben duygularımı böyle kelimelerle tarif etmeye başlasam, neler hissederdim? Eskiden stres hissettiğim durumlarda gülümsemeye mi başlardım? Hımmm, dedim kendi kendime. Belki de bu olay incelenmeyi hak ediyordu. Ondan sonra günler boyunca, arkadaşımın dil paternini kullandığımda, duygularımın yoğunluğunu etkileyip etkilemeyeceğini düşündüm. Gerçekten kızdığım bir anda, yanımdaki birine dönüp, "Buna bozuluyorum!" desem, ne olurdu? Bunu düşünmek bile güldürdü beni. Gülünç bir şeydi bu.

Eğlence olsun diye, bir denemeye karar verdim. Fırsat elime, uzun bir uçuştan sonra otelime vardığımda geçti. Elemanlarımdan biri rezervasyonumu yapmayı ihmal ettiği için, resepsiyonun önünde on beş yirmi dakika beklemek zorunda kalmıştım. Fiziksel olarak bitkin, duygusal olarak tam eşiğe varmış durumdaydım. Görevli ayaklarını sürüye sürüye geldi, adımı bilgisayara salyangozları bile sabırsızlandıracak bir hızla girdi. Ben "biraz kızgınlık" duygusunun içimden kabardığını hissettim, görevliye dönüp, "Biliyor musunuz, bunun sizin suçunuz olmadığını biliyorum, ama şu anda çok yorgunum, bir an önce odama ulaşmak istiyorum, çünkü burada durdukça korkarım giderek BOZULACAĞIM." dedim.

Adam yüzüme biraz şaşkın bir bakışla baktı, sonra gülümsedi. Ben de gülümsedim. Paternim kırılmış oldu. İçimde kabarmakta olan duygusal volkan soğudu. Ondan sonra iki şey oldu. Hem ben görevlinin yanında geçirdiğim bu bir iki dakikadan zevk aldım, hem de o temposunu biraz hızlandırdı. Duygularıma değişik bir etiket yapıştırmak, gerçekten paterni kırıp tecrübemi değiştirebilir miydi yani? Bu kadar kolay mıydı bu iş? Ne kavram ama!

Bir hafta boyunca yeni kelimemi tekrar tekrar denedim. Her seferinde, onu söylememin duygusal yoğunluğumu hemen düşürdüğünü fark ettim. Bazen beni güldürüyordu, ama en azından, beni öfkeye doğru götüren süreci köstekliyordu. İki hafta geçmeden, o kelimeyi kullanmak için çaba göstermem bile gerekmez oldu. Kendiliğinden geliyordu artık. Duygularımı tarif etmek için kullandığım ilk kelime o olmuştu. Artık eskisi kadar kızmadığımı fark ettim. Raslantı sonucu keşfettiğim bu araca duyduğum hayranlık giderek artıyordu. Hep kullandığım kelimeleri değiştirmekle, yaşadığım tecrübeyi de değiştirebildiğimi görmekteydim. Sonradan adına "Değişim Sözlükçesi" diyeceğim şeyi kullanmaya başlamıştım. Yavaş yavaş başka kelimelerle de deneyler yaptım, yeterince güçlü kelimeleri bulduğunda, her konudaki duygu yoğunluğumu istediğim gibi yükseltip azaltabileceğimi öğrendim.

Bu süreç aslında nasıl işliyor? Şöyle düşünün. Diyelim ki beş duyunuz bir dizi duyguyu beyninize huni gibi boşaltıyor. Görsel, işitsel, kinestetik, koku ve tat duyularından mesajlar alıyorsunuz. Bunların hepsi, duyu organlarınız tarafından, iç duygulara çevriliyor. Sonra bir de sınıflandırılması, gruplanması gerekiyor bunların. Ama biz bu görüntülerin, seslerin ve diğer duyuların ne anlama geldiğini nasıl biliyoruz?

İnsanoğlunun bu duyguların ne anlama geldiğine çabucak karar vermek için öğrendiği en güçlü yollardan biri (bu acı mı, zevk mi) bunlara birer etiket yaratmaktır. Bu etiketler de sizin ve benim kelime diye bildiğimiz şeylerdir.

Zorluk şurada: Tüm duyularınız size bu huniden geliyor. Sıvı duyular boşaltılıyormuş gibi. Bu sıvı, kelime kalıplarına dökülüyor. Eğer niyetiniz çabuk karar vermekse, tüm kelimeleri tarayıp en iyi uyanını aramaktansa, bu tecrübeyi güçsüzleştirici bir kalıba döküveriyoruz. Bu arada, alışkanlıkla bazıları bizim sevdiğimiz kelimeler oluyor. O kalıplar bizim hayat tecrübemizi biçimlendirip değiştiriyor. Ne yazık ki çoğumuz, kullanmaya alıştığımız kelimelerin etkisini bilinçli olarak değerlendirmiş değiliz. Esas sorun, her olumsuz duyguyu, hiç düşünmeden, "öfkeli", "sıkkın", "rezil olmak" gibi kalıplara dökmeye başladığımız zaman ortaya çıkıyor. Oysa o kelime, bizim o tecrübemizi doğru tarif etmiyor olabilir. Ama biz o tecrübeyi o kalıba döktüğümüz anda, üzerine koyduğumuz etiket, bizim tecrübemiz oluyor. "Biraz zorlayıcı" yerine, "çökertici" haline dönüşebiliyor.

Örneğin genel müdürüm, "öfkeli", "çileden çıkmış", "deliye dönmüş" kelimelerini kullanıyordu. Ben bunlara "kızgın" ya da "canı sıkılmış" diyordum. Öbür dostum ise aynı tecrübeyi, "bozulmak", "rahatsıız olmak" kalıplarına döküyordu.

Sonradan gördüm ki, her birimiz bu kelimeleri pek çok türlü duygu tecrübeleri için de kullanıyoruz. Sizin de, benim de bilmemiz gerekir ki, hep aynı duyulan tatmaktayız, ama onları sınıflandırış biçimimiz, onlar için kullandığımız kalıplar ya da kelimeler, bizim tecrübemizin ta kendisi oluyor. Ben arkadaşımm kelimelerine yönelip, "rahatsız", "bozulmuş" gibi şeyler kullandığımda tecrübenin yoğunluğunu gerçekten düşürebildiğimi bulguladım. O tecrübe bir başka tecrübe haline geldi. İşte Değişim Sözlükçesi'nin özü de bu. Tecrübemizi hangi kelimelere bağlıyorsak, tecrübemiz öyle oluyor. Bu durumda, duygusal durumlarımızı tarif etmekte kullandığımız kelimeleri bilinçli olarak seçmemiz gerekiyor. Bunu yapmazsak, uygun düzeyden daha çok acı yaratma tehlikesi var.

Aslında kelimeler, hayat tecrübemizi bize sunmak için kullanılıyor. Bu sunuş sırasında, bizim gözlemlerimizi ve duygularımızı değiştiriyorlar. Unutmayın, üç kişi aynı tecrübeyi yaşarsa, biri çileden çıkar, biri kızar, üçüncüsü de rahatsız olursa, demek ki her kişinin yaptığı çeviride bir fark var. Yorum ve çeviri için kullandığımız araçların başında kelimeler geldiğine göre, tecrübeyi nasıl etiketlediğimiz, hemen sinir sistemimizde üretilen duyguları değiştiriyor. Kelimelerin gerçekten biyokimyasal gücü olduğunu siz de ben de anlamak zorundayız. Eğer bundan kuşku duyuyorsanız, size şunu sorayım. Birisi kullandığı zaman sizde duygusal tepki doğuran kelimeler var mı? Biri size ırksal bir hakaret yöneltirse, nasıl hissedersiniz? Ya da biri size küfrederse, duygusal durumunuz değişmez mi?

Bu durumlar, size "melek", "dahî" dendiği zamanki vücut geriliminizden farklı bir gerilim yaratmıyor mu? Hepimiz bazı kelimelere kokunç miktarlarda acı bağlarız. Dr. Leo Buscaglia'yla görüşme yaptığımda, ellili yılların sonlarında, doğu bölgesindeki bir üniversitede yapılmış araştırmayı anlattı. İnsanlara, "Komünizmi nasıl tarif edersiniz?" diye sorulmuş.

Şaşılacak kadar çok sayıda insan, bu sorudan korkuya kapılmış. Ama tarif edebilen pek çıkmamış. Tek bildikleri, bunun korkunç bir şey olduğuymuş! Hattâ kadının biri, "Doğrusu ne demek olduğunu tam bilmiyorum, ama inşallah Washington'a gelmez," diyecek kadar ileri gitmiş. Adamın biri komünistler hakkında bilmek gereken her şeyi bildiğini, onları öldürmek gerektiğini söylemiş! Ama komünistlerin ne olduğunu anlatamıyormuş bile. Duygu yaratma açısından kelimelerin gücünü inkâr etmeye olanak yoktur.

__________________
Işıldayan Safir isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla