Sana çok anlatacak şey var aslında... Gün geceye döndüğünde, beraber şu büyük koltukta otursak, ayaklarımızı uzatsak pufa, şarap hiç bitmese, mumlar hiç sönmese, müzik hiç durmasa ve biz anlatsak sabaha kadar... Gülmemiz gerekmiyor, hatta belki konuşmamız bile gerekmiyor. Değerli suskunluklar yaşasak... Sözlerin, hayatın, öğrendiklerimizin ve anlatacaklarımızın hiçbir önemi de yok aslında... Orada olmak önemli... Orada beraber olmak... Belki beraber olmakta önemli değil sanki... Sanki sen, kalbim seninle attığında zaten benim yanımdasın. Geldiğinde kalbim sıcacık oluyor, anlıyorum burdasın ve gülümsüyorsun bana...
Bir gün boyunca, nefes boğaza dolup anlam olmadan durabilmeyi denedin mi hiç? Söyleceğin şeyin ne kadar değerli olduğu hiç önemli değil.
Vazgeç söylemekten... Ve nefesi bırak evrenin nefesine... Sohbete katılma, yorum yapma, soru sorma, karşı çıkma, yeri geldiğinde en kısa cümleyi kur, yeterli en kısa cevabı ver ve vazgeç söz’den... Vazgeç sözlerinle var olmaktan... Vazgeç yorumunla katılmaktan... Sohbetteki, sorudaki sessizlik olmayı dene... Delirmeden, büyük bir olgunlukla sessizlikte, içinde bağıran, konuşanları dinle... Yazı yazma ve hiçbirşey okuma... Ne kadar korkutucu bazen, bazen ne kadar da gerçek... Bazen ne kadar gereksiz konuşmak, bazen bir kelime bile ne kadar da değerli aslında...
Sonra bir gün, tam bir gün
hep EVET desene... EVET!...
Kuşburnu çayı içer misin? (Mesala kuşburnu sevmezsin sen.) EVET!...
Şu işi halleder misin? -Çok işin var ama- EVET!
Makarnanıza karabiber? -İstemesen de- EVET! Hep Evet de bir gün... Hiç Hayır deme... Hayır yerine sessiz kal ve ikinci öneriyi dinle... İkinci öneri mutlaka sana EVET dedirtecek bir şey olabilir. Evet demeye başladıkça, ne kadar çok Hayır dediğimizi görmek şaşırtıcı... Bir de Tanrı nasıl güzel kurguluyorsa o günü ve EVET kararını, bir oyun gibi EVET'lediğin şeylerin sınırlarını ne kadar zorlayabileceğini görmeye de EVET de!
Sonra başka bir gün... Şu oyunu oyna...
Herkes ÇOCUK! Düşün onların çocukluklarını... Ve tek görevin SEVMEK onları... O koca adamlar, cadoloz sekreterler, somurtkan güvenlik görevlileri, maço taksi şöförleri nasıllar çocukken... Nasıl komik ve şirinler aslında... SEVİLDİKLERİNİ hissedince, nasıl da uysallaşıyorlar. İçinden dokun onlara... Ne bir Anne ol, ne de bir büyükleri gibi, onlar gibi çocuk masumiyetinle dokun onlara, çağır bu sevme oyununa....
Sonra başka bir gün,
her şeyle KONUŞMAYI denesene... Sana da günaydın çalar saat!... Çay çok mu sıcak bardak!... Çekmeceleri açık kalmış komidin, kızdın mı bana?... Bu oyunla, her şey başka bir algıyla seslenmeye başlıyor sanki sana... Dinlediğinde, sohbet sürüyor gibi... Sonra halıya basarken onu incitmek istemediğini düşündüğün oluyor.
Pardon! Pardon! diyerek yürüyorsun salonun ortasında....
Sonra başka bir gün...
YALNIZ kalmayı denesene... Çok yalnız kal... Telefonunu kapat, internete girme, okuma, yazı yazma... Dilersen sinemaya git, yalnız yemek ye, kahve iç... Ama mutlaka bir ara dur ve dinle... Yalnız mısın o anda? Yoksa seni gözeten, çok seven ve sandığın yalnızlığı bile içine alıp, seninle paylaşıp gülümseyen O’nun varlığını hissediyor musun yanında?
Keşke burda olsan diye başlamıştım yazıma...
Fakat bugün "keşke" dememe günüymüş aslında...
Bak! Mumlar sönmedi hala... Müziği değiştirmeye de gerek kalmadı...
Burdasın ve dinliyorsun...
Sessizliğin içinde...
Tam kalbimin orta yerinde, varsın aslında...
Ve ben devam ediyorum sana anlatmaya...
Alıntı: Burcu Sağlayan
Kaynak:
Yansıma ve Yanılsama 