Konu sahibi aktif değil belki ama yazmadan geçemeyeceğim
Öncelikle şahsen Çekim Yasası’nda gerçeklik payı olduğuna inanıyorum.
Ancak verdiğiniz cevaplar benim açımdan hiç tatmin edici değil. Kitlesel felaketler, globalleşen terör, holokost, öjeni gibi vahşetleri, bunlara maruz kalan insanların bilinçaltlarındaki olumsuz imgelere bağlıyorsunuz anladığım kadarıyla. Yani zalimlerin değil mazlumların suçu oluyor.
Kitlesel felaketler hakkında Rhonda Byrne ile aynı düşünüyorsunuz. The Secret yazarı Rhonda Byrne'ye göre terör ve soykırım kurbanları bu olayları düşünceleriyle kendileri çekerler. Bir telefon ropörtajında Byrne, Ruanda'daki tecavüze uğrayan ve öldürülen kadınlarla ve çocuklarla ilgili bir soruya verdiği cevap aynen şu şekilde:
Alıntı:
'If we are in fear, if we're feeling in our lives that we're victims and feeling powerless, then we are on a frequency of attracting those things to us ... totally unconsciously, totally innocently, totally all of those words that are so important.' "Eğer korku içinde yaşarsak, eğer kurban ve çaresiz olduğumuzu hissedersek, bu şeyleri kendimize çeken bir frekans yayarız... Tamamen bilinçsizce, tamamen masumca, tamamen öylesine önemli olan kelimelerle." |
1994 yılında gerçekleşen Raunda soykırımında yaklaşık 800,000 Tutsi katledildi. Bunun cevabı Secretçılar göre şu: Onlar neyi istediklerine değil, neyi istemediklerine odaklanıyorlardı (“ailemi katletme”).
Aynı şekilde Yahudi holokostu da soykırıma direnç göstermeleri yüzünden gerçekleşti.
Bildiğiniz gibi 20. yüzyıl “felaketler asrı” olarak nitelendirilir ve bu asır savaşlara, toplu katliamlara ve küreselleşmiş terör olaylarına sahne olmuştur. Bu olayların bilançosu yaklaşık 100,000,000 ölüdür. 100 milyon insan “savaş karşıtı” olduğu için mi öldü. Ya da anti-terör organizasyonlarının artması, komünizme karşı NATO ve CENTO’nun kurulması, anti faşist kuruluşların yaygınlaşması da bu tür yıkıcı olayları “çekmiş” olabilir değil mi? Sonuçta The Secret sloganlarında biri de “neye karşı koyarsan o ısrarla olmaya devam eder.”
Ancak felaketlerden zalimleri değil de mazlumların imgelerini sorumlu tutmak sadece anti-hümanistik değil aynı zamanda absürd bir bakış açısı olacaktır.
Sizin dediğinizi kabul edelim ve “neye direnirsek o başımıza gelir” mottosu ile gerçek hayata bir bakalım.
Hipokondriyaklar (hastalık hastaları), kanser araştırmacıları, sinema oyuncuları ve sapıklar o kadar hissetmelerine, imajine ve vizualize etmelerine rağmen neden hayal ettikleri durumları kendilerine çekmezler? (Ki bunları "
Eğer çekim yasası doğruysa" başlığında ayrıntılı olarak tartıştım.)
Alıntı:
uyguner Nickli Üyeden Alıntı
Burdayım burdayım! Bebeklerle ilgili bir örnek sordunuz sanırım. Cevap vereyim. Yazımda ne demiştim? Bir düşünce kimden çıkarsa çıksın "ben"e ait bir düşüncedir. Yani öteki başkası değil, öteki bendir. Bu yüzden bebeğin ailesi bebeğin başına bir şey gelmesi konusunda sürekli korkan birileriyse bu olay gerçekleşmiştir. Demek istiyorum ki bazılarımız bazılarımızın amaçlarının gerçekleşmesi için bir araç konumuna düşebilir. Anne babanın bebeğimize bir şey olacak endişesinin gerçekleşmesi için bebekleri araç olmuştur. Biz de bazen bu şekilde başkalarının amaçlarının gerçekleşmesi için araç olabilir. Düşünelim ki Kuranda "herşey çift yaratıldı" denilmektedir. Yani insan hem amaç sahibi bir varlık olabilir hem de bir amacın gerçekleşmesi için araç olabilir. Mesela benim okuma amacımda öğretmen araç olur. Öğretmenin mesleğini icra edebilmesi için ben araç olurum. Umarım anlatabildim. Eğer "araç" olma ifadesi ağır bir ifadeyse şimdiden özür dilerim ama başka bir kelime ilk bakışta aklıma gelmedi. |
Bebeklerin başına kötü bir şey gelmesini (örn. cinsel istismara uğraması durumunu) bu şekilde açıklıyorsunuz ama bu durum Çekim Yasası'yla başkalarının hayatlarına müdahale edilebileceği anlamına gelmiyor mu? Yani ÇY'yi kullanarak başkalarının özgür iradelerine müdahale etmek veya hayatlarını yönlendirmek filan bunlar Çekim Yasası'nda yok diye biliyorum.