Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 145,988
Tesekkür: 45
92 Mesajinıza toplam 143 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Tıbbın sefil halleri
Tıbbın sefil halleri
11 Mayıs 2008
Tıbbın sefil halleri Modern tıp harikalar yaratıyor ama milyonlarca insan sıradan hastalıklardan ölüyor. Her geçen gün asgari sağlık hizmetlerinden dahi yararlanamayanların sayısı artıyor. Sağlıklı [normal] olma ve hasta olmanın tanımı büyük ilaç şirketlerinin ihtiyaçları doğrultusunda değişimlere, kaymalara uğruyor... Daha çok ilaç satmak için yeni yeni hastalıklar keşfediliyor. Eger en az 200 milyon dolarlık bir pazarı yoksa o ilacın üretiminden vazgeçiliyor... Bu durumda yoksul ülkelerdeki birçok hastalık çokuluslu ilaç firmalarının ilgi alanı dışına çıkıyor... Bu ve benzer durumlar artık bizzat tıbbın kendisini de tartışmalı duruma getiriyor ve önemli deontoloji sorunları ortaya çıkarıyor. Bu durum da doğrudan tıp alanına giren her şeyin paralılaşması, metalaşması, özelleştirilmesiyle ilgili... Bugünkü eğilimler bu istikâmetti ve bu tempoyla devam ederse bunun sonu nereye varacak?Bültenimizin bu sayısında 28 Temmuz 2007 tarihinde özgür üniversite Forumunun Dr. Cengiz Başkaya ile yapılan Tıbbın sefil halleri, bilim ve kapitalizm üzerine başlıklı söyleşiyi okuyacaksınız.
Dr. Cengiz Başkaya ile tıbbın sefil halleri, bilim ve kapitalizm üzerine söyleşi 1. Modern tıp harikalar yaratıyor ama milyonlarca insan sıradan hastalıklardan ölüyor. Her geçen gün asgari sağlık hizmetlerinden dahi yararlanamayanların sayısı artıyor. Bu çelişik durum nasıl açıklanabilir?Modern Tıbbın bir çok hastalığın tanı ve tedavisinde büyük ilerlemeler kaydettiği doğru. Buna karşılık önlenebilir hastalıklarından her yıl yüz milyonlarca insan ölmeye devam ediyor. Bu durum aslında şaşırtıcı değil. Dünyada hem ülkeler arasında hem de ülkelerin kendi içlerinde gelir dağılımında büyük uçurumlar mevcut. Milyarlarca insan günde 1 doların altında gelirle yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Yine 1 milyar 100 milyon kişi temiz su içemiyor. Açık ve gizli açlık sorunu ve sağlıklı barınma koşullarının bulunmayışı da eklendiğinde, çok sayıda insan hastalıklara açık ve dirençsiz hale geliyor. Bugün zengin kuzey ülkelerinde ortalama ömür beklentisi 80 yıla dayanmışken Afrikada kırk yaşına erişmek şans işidir. Ortalama ömür süresinin artışı sağlık alanındaki ilerlemelerin yanında yaşam koşullarının iyileşmesinin sonucudur. En temel insan ihtiyaçlarının sağlanamadığı koşullarda zaten sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanma olanağı da bulunmayacaktır. Bu durumda çözüm yoksullar yararına etkili sosyal politikalar uygulanmasıyla mümkün olabilir. 1978 de Alma Ata da toplanan ve Birleşmiş Milletlerin öncülük ettiği temel sağlık hizmeti konulu uluslararası konferans sonunda yayınlanan deklarasyonda slogan 2000 yılında herkese sağlıktı. Bütün ülkeler politikalarını bu hedefe uygun biçimde planlamayı taahhüt etmişlerdi. Tabii ki, bu gerçekleşmedi. Aksine hedeften gittikçe uzaklaşıldı. 1978 de Sosyalist sistem henüz çökmemişti ve sosyal devlet kavramı hala itibarını koruyordu. İnsanlığın önüne böylesi hedefler koymak ta henüz tuhaf karşılanmamaktaydı. Sosyalist blokla birlikte Batı Avrupa ülkelerinde de Sağlık hizmetleri büyük ölçüde devlet güvencesindeydi. Amaç 2000 yılında bütün insanlar için sağlığı güvence altına almak, aşıyla önlenebilir bütün hastalıkları tümüyle ortadan kaldırmak ve sağlık için gerekli asgari yaşam koşullarını sağlamaktı. Bugün şemsiye büyük ölçüde tersine dönmüş durumda. Sağlığın bir hak olduğu kabulünden bir ihtiyaç olduğu kabulüne geçildi. Bütün sektörlerde dayatılan özelleştirmeler sağlık alanına da yayıldı. Dünya Bankası ile anlaşma durumunda kalan bütün ülkelerden sağlık sektörünü serbest piyasa koşullarına uydurma taahhüdü alındı. Bir çok ülkede birinci basamak sağlık hizmeti paralı hale getirildi. örneğin Kırgızistanda ilk basamak sağlık kurumlarında kişi başına alınmaya başlayan 1 dolar gibi küçük bir meblağ bile başvuruları yarı yarıya azaltmış durumda. Batı Avrupada 2. Dünya savaşından sonra verilen sosyal haklar da birer birer geri alınıyor. Sağlık hizmeti gittikçe daha pahalı hale gelmekte iken, dünyanın yoksullarının bu hizmetten gittikçe daha az yararlanacakları bellidir. İlaç sektörünü neredeyse tümüyle ellerine geçirmiş bulunan az sayıdaki ulusötesi şirket sadece kazanca yönelik faaliyetler içinde olduklarından (başka türlü davranmalarını beklemek de haksızlık olur), başta AİDS olmak üzere yoksulları kırıp geçiren hastalıklara karşı ucuz ilaç üretmek gibi bir kaygı içinde değiller. örneğin AİDS tedavisinde kullanılan antiviral ilaçların kişi başına yıllık 1000 dolara mal edilmesi mümkün. Brezilya, Güney Afrika, Tayland gibi ülkeler bu ilaçları üretebiliyorlar. Fakat şirketler patent haklarına dayanarak bu ilaçların eşdeğerlerinin üretimini engelliyorlar. Belirledikleri fiyatlar ise kişi başına maliyeti 15,000 dolara çıkarıyor. Kendi ihtiyacı için ilaç üreten Brezilya ve Güney Afrika Dünya Ticaret örgütünün yaptırımlarıyla karşılaştı. Sadece bu örnek bile koruyucu sosyal politikalardan vazgeçilmesinin ne kadar vahim sonuçlara yol açabileceği hakkında yeterince fikir verebilir. örneğin çok sayıda AİDS hastası bulunan Güney Afrika milli gelirinin büyük bir bölümünü ithal AİDS ilaçlarına ayırsa, yine de ulusötesi tekellerin aşırı kar hırslarını karşılayamaz.2. Sağlıklı [normal] olma ve hasta olmanın tanımı büyük ilaç şirketlerinin ihtiyaçları doğrultusunda değişimlere, kaymalara uğruyor... Daha çok ilaç satmak için yeni yeni hastalıklar keşfediliyor. Bu işin ciddiyetinin ortadan kalktığı, çığırından çıktığı anlamına gelmiyor mu? Bu koşullarda hekimlik inandırıcılığını ve itibarını yitirmiş olmuyor mu? Yeni hastalıkların keşfedilmesi yerine icat edilmesi tanımını kullanmak daha doğru olur. Bugün artık hayatın bütün doğal evreleri hastalık olarak tanımlanmaya başlandı. örneğin puberte (ergenlik) dönemi eskiden çocukluktan gençliğe geçiş dönemi olarak algılanır ve doğal bir durum olarak değerlendirilirdi ki, gerçekte de öyledir. çocuğun bedeninde ortaya çıkan hızlı ve belirgin değişimler, hormonların ortaya çıkardığı etkiler ve cinselliğin belirginleşmesi geçici bir uyum güçlüğü yaratır. Bu döneme ait doğal güçlükler zamanla atlatılır. Gençlere anlayışla yaklaşılması bu uyumu kolaylaştıracaktır. Fakat günümüzde kabul ettirilmeye çalışılan anlayış pubertenin bir hastalık olduğudur. Tabii ki, her hastalık gibi tedavi edilmelidir. Artık milyonlarca genç bu hastalığa karşı antidepresanlar kullanıyor. Bu ilaçlara yıllarca devam etmelerinin iyi olacağı telkin ediliyor. İlaç üreticileri için milyarlarca dolarlık yeni bir pazar yaratılmış bulunuyor. Ergenlerin geçici bunalımlarına çare olarak pazarlanan bazı ilaçların r eğilimine yol açtığı tespit edildiyse de bu konu o kadar önemsenmedi. Aynı şekilde kadınlarda doğal ve kaçınılmaz bir süreç olan menopozun bir hastalık olduğu inancı yaygınlaştırıldı. Tabii ki işin iyi tarafı bu hastalığın tedavi edilebilir! olmasıydı. Kadınların yumurtalıklarının faaliyetlerini azaltması veya durdurması bir hastalıktı. Tedavisi ise ilaç tekellerinin ürettiği sentetik hormonları yıllarca kullanmakla mümkündü. Bu ilaçlar ebedi gençlik iksiri olarak da lanse edildi. Kadınlarda kalp-damar hastalıkları önlenecek, yaşlanma durdurulacaktı. Zaten yaşlanmanın özellikle kadınlar için kabul edilemez ve neredeyse ayıp sayılacak bir durum olduğu çoktan empoze edilmiş durumdaydı. İlaç firmalarınca yönlendirilen kadın örgütleri de özellikle ABD de hormon kullanma haklarını söke söke aldılar. Başka bir deyimle ilaçların sigorta kuruluşlarınca ödenmesi kabul ettirildi. Doğal süreçlere bu şekilde aktif müdahalelerin tehlikeli olacağını savunan bilim insanlarının sesleri kısıldı. Hatta kadın hakları düşmanı ilan edildiler. Fakat yine amaca ulaşıldı ve dünyada yüzmilyonlarca yeni ilaç müşterisi ortaya çıkarıldı. (Pazar genişletildi.) Zamanla hormon kullanımının sakıncaları bir bir ortaya çıkmaya başladı. Fakat firmalar amaçlarına ulaştılar ve milyarlarca dolar kazanç sağladılar. İlaç tekelleri yaş ilerledikçe kemik kütlesinde azalma olduğunu keşfettiler! Her zaman bilinen doğal ve kaçınılmaz bir biyolojik süreç hastalık olarak lanse edildi. Kemik metabolizmasına sürekli müdahale ile bu sürecin durdurabileceği, böylece yaşlılığa bağlı kemik kırıklarının önlenebileceği savunuldu. Pahalı ilaçların yaygın kullanımı yanından kemik yoğunluğu ölçme cihazlarının üretimi ve satışı yeni bir sektör ortaya çıkardı. Skorlama kriterleri üzerindeki ufak oynamalarla daha çok kadınlarda olmak üzere erken yaşta ve sürekli ilaç kullanımı garantiye alındı. çoğu kez kayda değer avantajlar sağlamayan bu uygulamalar yerine, daha az kaynak kullanılarak yaşlılar için daha uygun yaşam koşulları sağlanması, kırık riskini en aza indirecek yaşam alanları oluşturulması mümkündür. Kandaki lipid düzeyleri kalp hastalıklarının neredeyse tek nedeni gibi gösterilerek pahalı lipid düşürücü ilaçların dünya çapında yaygın kullanımı sağlandı. Bu ilaçların kullanılması için uygun görülen sınır değerleri gittikçe aşağıya çekildi. Anormal düzeyde yüksek lipid düzeyleri gösteren kişilerde gerçekten çok faydalı olan bu ilaçların gereksiz yere milyonlarca kişi tarafından sürekli kullanılması garantiye alındı. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Fakat doğal süreçleri bir kazanç kaynağına çevirme çabalarının bir uç ve ironik örneği de doğal ölüm sürecine bakışın değişmesidir. Günümüzde, yaşlı bir insanın her canlı için kaçınılmaz olan doğal ölümü, metalaştırılmış Tıp hizmeti anlayışıyla doğal olmaktan çıkarılmıştır. ABD de başlatılan ve hızla yayılan bir uygulama doğal yaşlı ölümlerinin evlerde değil, yoğun bakım ünitelerinde gerçekleşmesidir. Hatta bu uygulamanın yaygınlığı ülkelerin gelişmişlik kriterleri arasında sayılmaya başlanmıştır. (Hani şu, yılda kişi başına şu kadar yüz ton su tüketmezseniz, atmosfere şu kadar ton karbondioksit salmazsanız gelişmiş sayılmazsınız türünden kriterler) Günlüğü yaklaşık 10 bin dolara sağlanan yoğun bakım hizmeti eşliğinde vuku bulan ve yaşam destek üniteleri ile birkaç gün geciktirilen ölüm süreci ölen yaşlının ekonomik büyümeye son bir katkısı olmaktadır. İvan İllich insanların evlerinde ölme haklarını savunadursun, tabii ki ölüm olgusuna Kızılderili ya da Eskimo felsefesiyle yani ilkel bir anlayışla! yaklaşamayız. 3. Bir ilacın rantblitesinin [ kârlılığının] alt-sınırının 200 milyon dolar olduğu söyleniyor... Eger en az 200 milyon dolarlık bir pazarı yoksa o ilacın üretiminden vazgeçiliyor... Bu durumda yoksul ülkelerdeki birçok hastalık çokuluslu ilaç firmalarının ilgi alanı dışına çıkıyor... Bu ve benzer durumlar artık bizzat tıbbın kendisini de tartışmalı duruma getiriyor ve önemli deontoloji sorunları ortaya çıkarıyor. Bu durum da doğrudan tıp alanına giren her şeyin paralılaşması, metalaşması, özelleştirilmesiyle ilgili... Bu günkü eğilimler bu istikâmetti ve bu tempoyla devam ederse bunun sonu nereye varacak?İlaç üretiminin çok büyük bölümünün sayıları gittikçe azalan ve tekelleşen ulusötesi şirketlerin kontrolü altına girmesi ilacı çok pahalı hale getirdi. çevre ülkelerin kendi ilaçlarını üretmesi güç. Bunu kısmen de olsa başardıklarında da karşılarına Uluslararası ticari anlaşmalar, patent yasaları ve İPRs çıkıyor. Tekeller patentlerini ellerinde tuttukları ilaçlara çok yüksek fiyatlar belirliyor. Zamanla yoksul ülkelerin sosyal güvenlik sistemleri sadece ilaç maliyetleri yüzünden çökme noktasına gelecek. İlaç tekellerinin tek amacı maksimum kârdır. Bu da kapitalist işletmelerin doğası gereğidir. Onlardan sosyal kaygılar taşımaları tabii ki beklenemez. Hissedarları için yıl sonu grafikleri ve dağıtılacak kâr payı tek kaygıdır. İnsanlığın öncelikleri ile şirketlerin önceliklerinin örtüşmesi söz konusu olamaz. Zaten ihtiyaçlar için değil, kazanç için, kâr için üretim, sermayeci sistemin doğası gereği olduğuna göre, insanlığın temel gereksinimleri için kazancı değil faydayı esas alan toplumsal yapılanmaların korunması veya yeniden inşası bir zorunluluk durumumda. Saç dökülmelerine karşı geliştirilecek bir ilaç yüksek gelir gruplarına yönelik olduğu için üreten firmaya milyarlarca dolarlık yeni bir pazar demektir. Halbuki Afrikayı kırıp geçiren bulaşıcı hastalıklara yönelik ilaç geliştirmek rantabl olmaz. Zaten Afrika ülkelerinin tekellerin pahalı ilaçlarını satın alacak paraları da yoktur. Tek başına bu çelişki bile piyasa ekonomisinin herkes için en iyi sistem olduğu savını sorgulamak için yeterli bir neden sayılmalı. İlaç endüstrisinin işleyiş biçimi ile ilgili önemli bir tartışma konusu da ilaç araştırmaları ve patentlerle ilgili. Artık çok az ülkede kamu desteği ve kontrolünde ilaç geliştirme çalışması yapılıyor. Bu çalışmalar da çok sınırlı. Hangi konuda ilaç geliştirileceğine, deneylerin nasıl yapılacağına ilaç tekelleri karar veriyor. Bir ilaç ortaya çıkarılıp patenti alındığı zaman, uzun süre çok yüksek fiyata satış garantisi söz konusu. Firmalar yüksek fiyatlara gerekçe olarak araştırma geliştirme maliyetlerinin yüksekliğini bahane ediyorlar. Bedelini ödeyin ki insanlığın yararına bu ulvi çabalarımızı sürdürebilelim. Aslında maliyetin büyük bölümü pazarlama ve tanıtım giderlerinden ibaret. örneğin statin türü, lipid düzenleyici bir ilacın reklam ve promosyon giderleri, Coca Colanın reklam giderleriyle yarışıyor. İlaç tekellerinin tanıtım giderleri hakkında bir fikir vermek için ABD de her doktor için yılda 15 bin dolar promosyon harcaması yaptıklarını söylemek kafi gelebilir. Bu şirketlerin CEO ları ilaçla ilgili uzmanlardan değil, pazarlama dehaları arasından seçiliyor. İlaçların etkinliklerini ve yan etkilerini araştıran tarafsız çalışmalar yeterince yapılamıyor. Bu konuda gerekli kaynaklar kamu kurumlarınca karşılanamadığından çoğu çalışma yine firmaların sponsorluğunda yapılmakta. Bu durumda araştırma sonuçlarının şirket çıkarlarıyla çelişmemesi büyük ölçüde garanti edilebilir. özellikle ilaç araştırmaları ile ilgili verilerde eski durum tersine dönmekte. önceleri firmalar üniversitelerin verilerinden yararlanırken artık ilaç tekelleri kendi veri tabanlarını sınırlı biçimde ve belirli koşullara uymak kaydıyla lütfedip üniversitelere açıyorlar. Zaten hızla artan gen patent uygulamaları firmalarca sahiplenilen genlerle ilgili araştırmaları firmanın izniyle yapma koşulu getiriyor. Artık bilim dünyası tümüyle ulusötesi firmaların denetimine girmek üzere. Bu durumda bağımsız bilim adamı kavramı yakın zamanda tarihe karışacaktır. Olsun, bu da bir gelişmedir... Gelişmenin karşısında durmak geri kafalılık ve vizyon eksikliği sayılır ki bu tavırdan uzak durmak gerekir...4. çokuluslu ilaç firmaları daha ucuz diye denekleri artık yoksul ülkelerden seçiyor ve araştırma laboratuvarlarını üçüncü Dünyaya taşıyor. Fabrikalarını, işletmelirini ucuz işçi cennetlerinetaşıdıkları gibi... Elbette herşeyin metalaşıp/soysuzlaştığı bir çağda tıp alanının bunun dışında kalması kolay değil ama, insan sağlığının alış/veriş ve kâr konusu olmasının ilave mahsurları yok mu?öncelikle ilaç deneklerinin sadece yoksul ülkelerden seçilmediklerini belirtmek gerekir. örneğin ABD de yetimhanelerde, çocuk yuvalarında barındırılan çocuklar, ailelerce evlat edinilmiş çocuklar ve öksüzler ilaç araştırmalarında denek olarak kullanılıyor. Bunların yoksulluk dışında ortak özellikleri % 99 unun zenci veya Hispanik (Latin Amerika) kökenli olmaları. Doğuştan AİDS virüsü almış veya sonradan virüs kapmış çocuklara 6 haftalıktan itibaren çok sayıda ilacın deney amaçlı verildiği ortaya çıktı. Bir çocuğa aynı zamanda 7 ayrı ilacın verildiği belirlendi. Ağır, hatta bazen ölümcül yan etkiler görüldüğünde bunların ilaçlara değil hastalığa bağlı olduğu yetkililerce belirtilmiş. Bu çocuklara kobay çocuklar anlamında guinea pig kids deniyor. Halen insanlığa hizmet etmeye devam etmekteler... Benzer skandallar İngilterede ve Kanadada da ortaya çıktı. Denetim mekanizmalarının nispeten iyi çalıştığı zengin ülkelerde bunlar oluyorsa, Afrikada, Güney Amerikada ve dünyanın diğer yoksul yörelerinde neler olup bittiğini tahmin etmek güç değil. 5. Tıp alanındaki metalaşma, ve çürüme karşısında başta hekimler olmak üzere tıp insanları nasıl bir duruş ortaya koyuyor? Bu koşullarda edilen yeminin hâlâ bir değeri kalıyor mu? Sanki hekimler çokuluslu dev ilaç tekellerinin satış elemanları konumuna getiriliyor. Bu süreci tersine çevirmek ve şeyleri yerli yerine oturtmak için neler yapılabilir veya yapılmalıdır? öncelikle tek tek insanları sorgulamak yerine sistemin işleyiş bütünlüğüne bakmak gerekir. öncelikle Sağlık hizmetinin vazgeçilmez bir kamu hizmeti olduğunun kabulü gerekir. Koruyucu sağlık hizmetleri de bu sistemin temeli olmak durumundadır. Hastalıkları ortaya çıktıktan sonra pahalı tedavi yöntemlerini esas alan anlayıştan çok, daha ekonomik olan koruyucu önlemlere ağırlık verilmesi, bütün insanlara sağlıklı içme suyu, yeterli ve sağlıklı beslenme, sağlıklı barınma koşulları sağlanması hedef olmalıdır. Aşıyla önlenebilir hastalıklarla mücadelede en küçük zaafa meydan verilmemelidir. Türkiyede aşılama çalışmalarında oldukça iyi bir noktaya gelinmiş durumda. Bu başarıyı sağlayan uygulamalardan kesinlikle geri adım atılmaması gerekir. Tedavi edici Tıp uygulamalarının maliyetlerini azaltıp, etkinliğini arttıracak yöntemler uygulanmalıdır. İlaç sektörü birkaç dev şirketin eline ve insafına bırakılamaz. ülke imkanları ile ilaç aşı, tıbbi cihaz ve malzeme üretmek için bütün kaynaklar harekete geçirilmelidir. Bilimsel çalışmaları şirketlerin sponsorluğuna mahkum etmek yerine, bağımsız araştırmalar için kamudan daha fazla kaynak aktarılması sağlanmalıdır. üniversiteler şirketlerin değil halkın ihtiyaçlarına yönelik çalışmalara ağırlık vermeli bilimsel tarafsızlık ve objektiflik ilkelerine uyulmalıdır. İlaç şirketlerinin tanıtım elemanları aracılığıyla sürekli etkilemeye çalıştıkları hekimlere tarafsız, güvenilir bilimsel çalışmaların sonuçları ulaştırılmalıdır. Mezuniyet sonrası eğitim sponsorlukları firmalarca yapılan toplantılar ve kongreler yoluyla değil, kamusal kurum ve olanaklarla gerçekleştirilmelidir. Alanda çalıştığı yıllar boyunca bilimsel gelişme ve yenilik adına ilaç firmalarının tanıtım elemanlarının getirdiği broşürlerden başka kaynak görmeyen hekimlerin bu uygulamalardan ve yönlendirme çabalarından etkilenmemesi çok güç. üniversitelerin toplumsal sorumluluk gereği gerçeğin peşinde olma ve gerçeği aktarma zorunluluğu var. 6. Bunlara ilave olarak söylemek istediğin birşey var mı?İlaç tekellerinin hastalık kavramını nasıl çarpıttıklarını ve ne tür yöntemler uyguladıklarını anlatan bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Ray Moynihan ve Alan Casselsin yazdıkları Satılık Hastalıklar Hayykitap tarafından yayınlandı. Konuyla ilgilenenlerin mutlaka okuması gerekir. çoğu kez insaf, bu kadar da olmaz dedirten bir kitap. http://www.ozguruniversite.org/sefil.php28 Temmuz 2007 Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |