Yaşlı bayan hastamız ilerleyen yaşının getirdiği kronik rahatsızlıkları nedeniyle hastanemizde yatıyor kızı da ona refakat ediyordu. İlkokul çağındaki torunu da babasıyla ara sıra ziyarete geliyordu. Hastamızı çoğu kez kızı ile didişip tartışırken görüyorduk. Hangisinin huysuz olduğuna doğrusu karar verememiştik. O akşam da bir tartışma sonrası kızının ağlayarak servisten çıktığını görmüş ve odalarına gitmiştim. Hastamızın da tadı kaçmış, elindeki dergiyi sıkıntıyla karıştırıyordu. Odaya girdiğimi görünce neden geldiğimi anlayıp dergiyi etajerin üstüne bıraktı.
-Kızımı tanımakta zorlanıyorum. Giderek daha hırçın ve öfkeli görüyorum onu. Hep bir şeylerle kavgalı, hep canı sıkkın. Önceleri sorunun evliliklerinde olduğunu sanmıştım. Sonra baktım ki arkadaşları ile de pek geçinemiyor. Hep bir şeyleri takıyor kafasına. Sıkıntısız tasasız yaşayamıyor sanki. Damadım ve torunum da şikayetçi bu durumdan. Ne yapacağımı bilemiyorum.
-Bence kızınıza biraz haksızlık ediyorsunuz. İşini evini bırakıp sizinle burada kalıyor. Hasta bakmak, çoğu kez huzursuz eder insanı. Anlayışlı olmalısınız.
Kafasını salladı. Bir süre sustu. Televizyonun uzaktan kumandasını alarak sesini kıstı. Dertleşmek istiyor gibiydi. Etajere uzanıp çantasından torununun resmini çıkarıp gösterdi. Sevgi dolu gözlerle resme bakıp yerine koydu.
-Kızımla biri birimize çok benziyoruz. Doğduğunda çalışıyordum. İşimi bırakmadım. Kızım bakıcıların elinde büyüdü. Annesine uzak kaldı. Ancak uygun olduğum zamanlarda yanındaydım. Bu yüzden babası ile araları hep daha iyiydi. Bir keresinde sanırım liseye giderken beni kendine benzetmeye çalışma ben senin gibi olmayacağım, çocuğumu kendim büyütüp yanından hiç ayrılmayacağım diye söylenmişti.
-Sonra?
-Okuyup meslek sahibi oldu, çalışmaya başladı. İyi bir işi ve kariyeri vardı. Çok başarılıydı. İş ortamında tanıştığı biriyle evlendi ve sözünü tuttu. Torunum dünyaya geldiğinde işini kariyerini bırakıp evinin hanımı, çocuğunun annesi oldu. Doğrusunu söylemek gerekirse benden çok daha ilgili bir anneydi. Torunum büyüyüp okula gitmeye başlayınca annelik ona yetmez oldu. Hayatındaki boşluğu fark edip çalışma hayatına dönmek istedi. Ancak köprülerin altından çok sular akmıştı. Her şeye yeni baştan başlamak imkansız gibiydi onun için. Yine de farkı kapatabilmek için çok çabaladı.
-Başarabildi mi?
-İstediği yere hiç bir zaman gelemedi. Sanırım hayata öfkesi bu yüzden. Bir akşam dizimde oturup sinirle ağladığını biliyorum. "Bıraktığımda bilgisayarların hafıza yetersizliği yüzünden 2000 yılında ciddi sorun yaşanacağından endişe ediliyordu. O yıllardaki bilgisayarların hafızaları şimdi çocukların ellerindeki oyuncaklarda bile var. Hafıza sorunu aşılmış. Herkes her türlü bilgiye çok rahat ulaşabiliyor. Bireysel yeteneklerin önemi de kalmamış" diye söylenmişti.
-Peki destek olabildiniz mi?
-Dinlemeye, anlamaya çalıştım. Rahmetli eşimle kızımın iyi eğitim almasını ve iyi bir kariyer belirlemesine uğraşmıştık. İtiraz etmemişti. Gerçekten ne istediğini ise sanırım ne bize ne kendine hiç bir zaman söylemedi. Sıkıldığı zaman güzel resim yapardı, bir zamanlar. Çoktandır resim de yapmıyor. Her neyse. Hayatın akışından kısa süre bile çıksan hayat ile aranda doğan boşluk yoruyor, yıpratıyor sanırım.
Pek anlamamış gibi bakmış olacağım ki açıklama gereksinimi duydu. Bu arada hastanın dosyasına göz attım. Yaşının verdiği kronik rahatsızlıklar dışında önemli sağlık sorunu görünmüyordu.
-Kariyere bir şekilde ara verdiğinde hayatla aranda boşluk doğuyor. Ve bu boşluğu hep hissediyorsun, kemiriyor insanı. Bu nedenle kariyerime ara vermedim ama kızımdan uzak kalarak sanki o boşluğu kızımın hayatına taşıdım. Kızımın öfkesini hayat ile arasında olan boşluğa bağlıyorum. Çok şey yapabileceğini, potansiyelinin olduğunu biliyor ancak boşlukta patlamaya hazır bomba gibi asılı duruyor, sadece bekliyor. Yaşadığı hayatın eksik kalacağından, istediği gibi olamayacağından duyduğu endişeyi yayıyor çevresine. Didişiyoruz ama ona kızmıyorum.
Bu arada kızı odaya girmiş sessizce konuşulanları dinliyordu. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Göz göze geldiler. Ortam yine gerilmişti. Kızı bana dönüp;
-Siz annemi dinlemeyin doktor bey. O her zaman haklıdır. En haksız olduğu durumlarda bile zaman hep onu haklı çıkarır. Bu da beni deli ediyor. Çalıştığı kurumlarda hep yöneticiydi. Hepimizin hayatını işini yönettiği gibi yönetti. Belki iyi bir hayatım var ama yaşamak istediğim hayat bu muydu, bilmiyorum. Şimdi de kızımın hayatına karışıyor. Buna dayanamıyorum.
Anneannenin kaşları çatıldı. Sonra susup yutkundu. Yanıt vermekte acele etmedi. Kızının sakinleşmesini bekledi.
-Dedim ya doktor bey. Kızımla biri birimize benziyoruz. Baktıkça kendimizi görüyoruz. Kendimiz ile olan sorunu halledemedikçe gördüğümüzden rahatsız oluyor, kendimize olan öfkemizi ona buna yansıtıyoruz. Bilirsiniz evlenmeye kalktığında da insan hep kendi ruh eşini arar. Bulursa ve kendi ile sorunu yoksa mutlu olur. Kendi ile olan sorunu halledemediyse bulduğu ruh eşi de işe yaramaz. Evlenip çocuk sahibi olmak da sorunları gidermiyor hatta daha da beter hale getirebiliyor.
-Ne demek istiyorsun anne? Beni hep kendinden uzak tuttun. Şimdi de annelik taslıyorsun. Ben senin kızındım çünkü sen öyle olmasını istemiştin. Ama sen benim annem olmak için çabalamadın. Hep haklı bahanen vardı. Hep bizim için, güzel gelecek hazırlamak için çalışıyordun. Ama bana ne istediğimi hiç sormadın. Şimdi evliliğime dil uzatma. Senin istediğinle değil kendi istediğim adamla evlendim diye bunu benim başıma kakmanı istemiyorum. Bu benim hayatım.
Ağlayama başladı. Annesinin ellerini tuttu gözünün içine baktı.
-Bisiklet kullanmamı bile istemedin, anne. Neymiş düşermişim, trafik tehlikeliymiş. Bütün arkadaşlarımın
i vardı. Keşke düşseydim de yanımda olup kaldırsaydın. Bisiklete binmeyi öğrenirken selesinden tutmanı, düştüğüm zaman kalkmama fırsat vermeni ne kadar isterdim. İşime kariyerime ara verdikten sonra tekrar düştüğüm yerden kalkıp süremedim kendi hayatımı. Bana hep başarılı olmayı öğrettin ama düştüğüm zaman kalkmayı öğretmedin, anne. Böylece düştüğümde yanına geleceğimi hep senin yanında olacağımı sandın. Tamam işte istediğin oldu, yanındayım. Şimdi beni suçlamaya hakkın yok. Kızımın hayatına ise karışma artık. Bırak bari o düştüğünde kalkabilmeyi öğrensin. Kendini sevebilsin, kızmasın mutlu olsun.
Hastamız başını öne eğdi sonra bana baktı. "Yaşanmayanların hesabı er veya geç önüne geliyor derlerdi. Doğruymuş, doktor bey" derken yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Ortamı sakinleştirmeye çalıştım. Hastamıza o gece sakinleştirici vermek zorunda kaldım. Biri birini seven, biri birine bu kadar benzeyen anne ile kızın didişmesi o gece ve hatta ömürleri yettiğince sürecek gibi görünüyordu.
Dr. Mehmet Uhri mehmetuhri
Kaynak: Ekolay