| ||||||||||
|
Hayat Soruları Yaşamla ilgili sorular merak ettikleriniz cevapları nedir ne değildir |
Serbest Kürsü ve Hayat Soruları Mezopatamya'nın İktisadi Tarihi Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Prof.Dr.Yahya Sezai TEZEL Aşağıda , sayın Prof.Dr.Yahya Sezai Tezelin Mezopotamya'nın İktisadi Tarihinin Bir Kuşbakışı Görünümü baslikli çalismasinin sadece 3.bolumunu yayinliyorum. Bu çalisma,eski toplumun ilgilendigimiz parçasinin,mitolojiden gerçekler dunyasina indirilmesi bakimindan son derece degerlidir. Sayın Tezel,çalismasinda,Sumer adi verilen bu toplulugun dini,siyasi ve ...
ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hayat Soruları telkin cd indir izle İstanbul Hayat Soruları nerededir kimdir Hayat Soruları çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hayat Soruları hipnoz Hayat Soruları olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hayat Soruları hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hayat Soruları kuantum düşünce kitap haberi
![]() |
![]() ![]() | LinkBack | Seçenekler | Stil |
![]() | #1 (permalink) |
Albay ![]() Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() | ![]() Prof.Dr.Yahya Sezai TEZEL Aşağıda , sayın Prof.Dr.Yahya Sezai Tezelin Mezopotamya'nın İktisadi Tarihinin Bir Kuşbakışı Görünümü baslikli çalismasinin sadece 3.bolumunu yayinliyorum. Bu çalisma,eski toplumun ilgilendigimiz parçasinin,mitolojiden gerçekler dunyasina indirilmesi bakimindan son derece degerlidir. Sayın Tezel,çalismasinda,Sumer adi verilen bu toplulugun dini,siyasi ve ekonomik dunyasini buyuk bir basari ile ortaya koyuyor. Soylemeye gerek yok ki,Sumer adi verilen bu toplulugun tarihdeki orgutlenisine iliskin ,dinsel kaynaklar,Tufan,yerlesim nufus rakamlari gibi bir çok noktada Sayın Tezel ile ayni sekilde dusunmuyoruz.Umarim ki,bu degerli çalismanin burada yeniden yayinlanmasi,tartisma konusu sorunlarin bir adim daha ilerletilebilmesine katkilarda bulunacaktir. 3.1. Giriş: tarım-temelli bir şehirler uygarlığı Bronz Çağı'nın başlamasından sonra, İÖ 3000-2000 arasındaki bin yıl içinde Aşağı Mezopotamya'da o çağlara göre önemli bir nüfus artışı olduğu, bu bölgenin dünyanın en büyük nüfus yoğunluğuna sahip bölgelerinden biri haline geldiği anlaşılmaktadır. Arka arkaya birçok defa yeniden yapılan bazı tapınaklarda her yeni yapımda inşaat sahasının, avluların, toplanma alanlarının tedricen genişletilmesi, şehir nüfuslarındaki artışı gösteren önemli arkeolojik bulgulardır [1][ Hem bazı Sümer şehirleri hem de Sümer ülkesinin geneli için bazı nüfus tahminleri yapılmıştır. Ünlü Rus Sümerologu Diakanoff, Lagaş tabletleri üzerinde 1950'lerde yaptığı uzun çalışmalara dayanarak, İÖ 2500'lü yıllarda bu şehrin (köleler dışındaki) nüfusunun yaklaşık olarak 100000 olduğunu öne sürdü. Bir başka ünlü Sümerolog, İngiliz araştırmacı Woolley de, Ur şehrinin, İÖ 2000 yörelerinde üçüncü kez Sümer ülkesinin başkenti haline geldiği dönemdeki nüfusunun 360000 olduğunu söyledi. Ki Kramer de, Woolley'in bu tahmininin bir abartmayı yansıttığının belki söylenebileceği ama Ur'un nüfusunun gene de 200000'in altında olmadığı görüşündedir [Kramer, 88-9]. İÖ üçüncü bin yılda Sümer ülkesinin büyük şehirlerinden Eridu, Ur, Uruk, Lagaş, Girsu, Umma, Nippur, Şuruppak, Adab ve Kiş'in kalıntıları bilinmektedir. Larsa ve İsin gibi daha küçük şehirler ve eski metinlerde adları geçtiği halde yerleri bulunamamış şehirlerle birlikte, üçüncü bin yıldaki Sümer şehirlerinin sayısı l5'ın altında değildir. Sümer ülkesine hakim olmak için şehirler ve hanedanlar arasında yapılan savaşlarda, zaman zaman bazı şehirlerin yıkıldığı, şehir nüfuslarında önemli dalgalanmalar olduğu, her şehrin nüfusunu her zaman korumadığı da dikkate alınmalıdır. Ama gene de, bu dönemde Sümer ülkesindeki toplam şehirli nüfusun yüzbinli rakamlarla tasarlanması gerektiği, bu sayının 500000 düzeyini bulmuş hatta aşmış olabileceği, şehirleri çevreleyen kırsal nüfus, köylerin ve kasabaların nüfusuyla birlikte, Sümer ülkesindeki toplam yerleşik (yani göçebe-otlatıcılar dışındaki) nüfusun, muhtemelen 500000 ile 1000000 arasında olduğu söylenebilir. [Wagstaff,44-7, 97-105; McEvedey, Jones (1978),149-50]. Sümer uygarlığı, sınaЃ® bir temel yerine tarımsal bir temele dayandığı halde, esas olarak şehir uygarlığı karakterine sahipti. Kramer'in bu ifadesi [73], hem Sümer-Mezopotamya uygarlığını incelemiş bütün uzmanların görüşünü özetlemekte, hem de kültür,uygarlık bölgelerinin karşılaştırmalı sosyal-iktisadЃ® tarihine ilgi duyanlara önemli analitik ipuçları vermektedir. 3.2.2. Halaf : İÖ 5300-4500 Tell Halaf'ta, Türkiye-Suriye sınırına yakın Tell Çagar Bazar'da, Ninova'da, Tell Arpacıyah'da, Gawra Tepesi'nde ve Yarım Tepe'de yapılan kazılar, Kuzey Irak, Van Gölü'nün güneyi ve Antakya'nın kuzeydoğusu arasındaki alan üzerinde, İÖ 5300-4500 döneminde yaşamış bir yazı öncesi, bitkisel tarım kültürünün varlığını ortaya çıkarmıştır. Bu kültüre, izine ilk kez Tell Halaf'taki kazılarda rastlanıldığı için Halaf kültürü denilmektedir. Bu kültür bölgesindeki yerleşme merkezleri hala köy niteliğindedir. Ama Arpacıyah'da bazı sokakların çakıl taşlarıyla döşenmiş olması, bazı beledi (civic) işlerin ortak bir şekilde ele alındığını göstermektedir. Bu kültürde, bugün hala Harran ovasında rastlanılan ve arkeologların tholos (çoğulu tholoi) dedikleri, arı kovanı kubbesi biçiminde yapılmış kubbeli yuvarlak evler başat bir yaygınlığa sahipti [resim için bak. Mellaart (l965), l22,55]. Bu kültürün en büyük özelliklerinden biri de, fevkalade güzel ürünler verilmiş olan pişmiş toprak çanak-çömlekçilik sanatıdır. Bu çanakçılığı, İÖ 5300 yöresinde bölgeye dışardan gelen ve barışçı yollarla yerleşerek eski yerel nüfusla karışan insanların getirdiği sanılmaktadır. Mellaart bunların Van Gölü yöresinden geldikleri görüşündedir. Ama tholos' ların Neolitik dönemlerde Kıbrıs'ta da görülmüş olması ve çömleklerdeki bazı desen özellikleri, figürler, bu kültürün Girit ve Hitit öncesi Anadolu kültürleriyle bağlantı olabileceği ihtimalini de akla getirmektedir. Halaf kültürünün Musul yöresinden, kuzey'de Van'a, Diyarbakır'ın kuzeyine, batıda Gaziantep ve Antakya'ya doğru genişlemesi, başarılı bir tarımsal faaliyetin yol açtığı, imkan sağladığı bir nüfus artışına işaret eder. Eski yerleşme merkezlerindeki nüfus arttıkça, köyün etrafındaki arazi imkanları zorlandığı için, oğul veren bir arı kovanı gibi, nüfusun bir kısmı köyden ayrılmış, gidip uzak bölgelere yerleşmiştir. Halaf kültüründe bitkisel üretimin yanında ve gıda ve eşya üretimi kaynakları açısından bitkisel üretim kadar önemli olarak, ehlileştirilmiş koyun, keçi ve domuz yetiştiriciliği yapılmaktaydı. Sığır yeni yeni ehlileştirilmekteydi. Bitki tarımı kuru (yağmur suyuna bağımlı, sulamasız) tahıl üretimine, ki büyük ölçüde arpa ve buğday üretimine dayanmaktaydı. Yerleşik hayvan ve bitki üretimi avcılıkla destekleniyordu. Ayrıca, bu kültürü üreten insanların, çok sınırlı da olsa, bakır, kurşun ve takı eşyaları, iğneler şeklinde altın kullandıkları anlaşılmaktadır. Bu kültürün, İÖ 4500-4300 sıralarında nasıl ve niye ortadan kalktığı bilinmemektedir. Güney Mezopotamya'da gelişmekte olan Ubaid kültürünün insanlarının (İÖ 4500-3500) Halaf kültürünü ortadan kaldırdığı önermesi kanıtlanmamıştır. [Roux, 66-9; Mellaart (l975), 156-70; Lloyd, 65-85]. 3.3. İÖ 5000-3000 arasında Sümer uygarlığının başlangıçı 3.3.1. Ülke Güney Mezopotamya'daki en eski yerleşik insan kültürlerinin tarihi konusundaki kanılar, l950'li yıllardan sonra köklü bir şekilde değişmiştir. Bu değişikliğe yol açan çalışmalar, jeoloji gibi tarihle doğrudan ilişkisi ilk anda akla gelmeyebilecek bilimsel disiplinlere ait tekniklerin kullanılmasının tarihçilik açısından, özellikle yazı öncesindeki kültürlerin tarihi açısından çarpıcı ipuçları sağladıkları için ilginçtir. l950'li yıllara kadar, İÖ 5000'ler ve 4000'lerde, Dicle ve Fırat nehirlerinin alüvyon birikintisi henüz oluşmadığı için, bugünkü Güney Mezopotamya'nın yer yer deniz olduğu, yer yer de insan yerleşmesine uygun olmayan alçak alüvyon adalarından oluştuğu, insanların bu bölgeye yerleşmesinin, alüvyon toprak düzlükleri iyice belirginleştikten sonra başladığı sanılmaktaydı. Ancak iki jeologun l952 yılında yaptığı çalışmalar bu kanaati büyük ölçüde sarstı. Bu jeologlar, daha sonra Sümer uygarlığının üzerinde oluştuğu bölgenin İÖ 4500-4000 yıllarından çok daha önce de su üstünde olduğunu; bu bölgedeki insan yerleşmelerinin tarihinin çok eski dönemlere gidebileceğini, daha önceki muhtemel yerleşmelerle ilgili kalıntıların bulunmayışının, deltanın bu uç bölgesinde, üstte alüvyon biriktikçe alttaki kaya tabakalarının batmakta olmasıyla açıklanabileceğini ima eden araştırma sonuçları elde ettiler.Bu jeologlara göre, yeni birikinti katmanları oluştukça altta kalan toprak katmanlar batmış olduğu için bazı çok eski muhtemel yerleşmelerin izlerine hiçbir zaman rastlanılmayacaktı. Jeolojik tabakaların batmakta olduğu teziyle çalışan bazı başka araştırmacılar ise, Mezopotamya'nın güneyindeki deniz-kara çizgisinin çok daha eski tarihlerde daha da güneyde olduğunu öne sürdüler. Bir yanda alüvyon birikirken diğer yanda jeolojik tabakaların çökmesi nedeniyle kıyı şeridinin fazla değişmediği tezi, l990'lı yıllara gelindiğinde, oldukça yaygın bir kabul görse de, tam bir kesinlik kazanmış değildir. Nehirlerin denize döküldüğü yerlerdeki haliçimsi ortamda deniz ve kıtayla ilgili dış görünüşün birbirine karışmış olması, dünyanın deniz seviyesindeki farklılaşmalar, nehirlerin taşıdığı çökeltide meydana gelen diakronik farklılaşmalar konunun kesinlik kazanmasını güçleştirmektedir. Ama aşağı yukarı kesin olan, körfezin kuzey çizgisinin bugünkünden çok daha kuzeyde olmadığı, ama denizle karanın sınırının İÖ'ki dört beş bin yıl içinde çok kere değiştiği, nehir haliçlerinin zaman zaman birleştiği, zaman zaman ayrıştığıdır. [Wagstaff (1985), 94-5; Lloyd, l5-6; Kramer, 39-40, 73-4; Roux, 22-9]. Nil nehri ve çevresiyle etkileşmesi nasıl ki Mısır uygarlığının şekillenmesini önemli ölçüde etkilemişse, Fırat ve Dicle nehirleri ve bunların çevreleriyle tabii ilişkileri de Mezopotamya uygarlığının oluşması ve belirli özelliklere sahip olmasının en önemli faktörlerinden biridir. Fırat ve Dicle nehirleri Irak'ta Hit ve Samarra şehirlerine kadar sert kireçtaşı alanlarında kazılmış olan yataklarında akar. Buraya kadarki güzergahları tarih öncesi çağlardan beri değişmemiştir. Ninova, Nimrud ve Aşur gibi antik şehirler hЃ¢lЃ¢ eskiden olduğu gibi nehir kıyısındadır. Ama Hit ve Samarra çizgisinin güneyinde nehirler kendi getirdikleri alüvyon birikintilerinin üzerinde menderesler çizerek akar ve sık sık yatak değiştirir. Bu nedenle eskiden nehir kenarında olan, limanlara sahip bazı şehirlerin kalıntıları şimdi çöl ortasında susuz bir konumdadır. Özellikle Fırat nehrinin aşağı Mezopotamya'daki bugünkü mecrası antik mecrasından 25 ile 80 km arasında uzaklaşmıştır. Antik çağlarda Sippar, Babil, Nippur, Şuruppak, Uruk, Larsa, Ur gibi eski büyük şehirlerden geçen Fırat'ın yatağı, sulama ve sel kontrolüne yönelik büyük mühendislik uygulamaları sayesinde, bu çağlarda, üçbin yıl kadar, etrafında şehirler olan eski hatlarında tutulabilmişti. Bir önceki bölümde de belirtildiği gibi Bağdat Ramadi arasında Fırat'ın yatağı Dicle'ninkinde 9-10 metre daha yüksektedir. Bu doğal durum Fırat'tan Dicle'ye doğru çok kolay bir sulama ve drenaj sisteminin oluşturulmasına imkan verir. Bu bölgede iki nehrin arasındaki araziler çok verimlidir. Daha güneyde çok az bir eğimle akan ve büyük miktarda çökelti taşıyan nehirler, ki özellikle Fırat, yataklarını tedricen yükseltir. Tabii olarak oluşan setler nedeniyle nehir seviyesinin, çok yerde çevredeki ovadan daha yüksek olması, hem fevkalade önemli sulama fırsatları yaratır, hem de büyük taşkınların geniş alanları kaplaması tehlikesini sürdürür. Büyük su taşkınları Güney Irak tarihinin çarpıcı özelliklerinden biridir. Jeologların çalışmaları Mezopotamya'nın ikliminde son altı yedi bin yılda hissedilebilir bir değişikliğin meydana gelmediğini göstermektedir. Yılın sekiz ayı yağış almayan bu bölgede yaz sıcaklıkları gölgede 40-50 derece yöresine çıkabilir. Yağışlar kış aylarındadır. Yıllık yağış miktarının 100-300 mm arasında olması, bu bölgede yağmura bağlı (kuru) tahıl tarımını aşağı yukarı imkansızlaştırır. Bitki kültürünün sulamaya dayanmasını gerektirir. Kış aylarında su seviyesi çok düşen nehirler, Anadolu ve Kuzey Irak dağlarındaki karların erimesiyle bahar aylarında taşkınlara yol açar. Bu taşkınlar, bütün çağlar boyunca Aşağı Mezopotamya'daki insanlar için büyük bir tehlike oluşturmuştur. Nisan ve haziran arasındaki taşkın ayların bu bölgede nisanda başlayan hasat mevsimine rastlaması, hem taşkın sularıyla tabii sulama yapılmasını imkansızlaştırır ve büyük mühendislik işleri gerektiren sulama ve sel önleme işlerini gerektirir, hem de yerleşik tarım kültürlerini sürekli bir afet tehdidi altında tutar. İhtiyaç duyulan mevsimde yağış yetersizliği ve ihtiyaç duyulmayan mevsimde de nehir yataklarını parçalayacak kadar su fazlalığı, bu bölgede insan kültürünü ancak sulama ve drenaj kanalları, reservuarlar, regülatörler, nehir yatağı setleri gibi büyük ölçekli mühendislik ve emek gerektiren işlerin başarılmasıyla mümkün kılmıştır. Ama sulamaya dayanan bitkisel tarımın uzun dönemli sınırları vardı. Bunların en önemlisi tuzlanmaydı. Ünlü Mezopotamya uzmanı Jacobson'un l950'lerin sonuna doğru tabletler üzerinde yaptığı araştırmalar, sulama sonucu meydana gelen toprak tuzlanmasının İÖ 2400 yıllarından itibaren güneyde verimliliği büyük ölçüde düşürdüğü, tuzlanmanın etkilerini yavaşlatmak için özel tekniklerin geliştirilmesine rağmen, bunu izleyen bin yıl içinde bu olumsuz etkilerinin kuzeye doğru yayıldığını ortaya çıkardı. Ki bu bulgular, Mezopotamya uygarlığının ağırlık merkezinin başlangıçta güneyden zamanla (Bağdat yakınlarındaki) Babil yörelerine, daha sonra da daha kuzeyde Aşur şehrine doğru kaymasının açıklanmasını da etkileyebilecek önemli ipuçları vermektedir. [Wagstaff (l985),l6-8; Lloyd,15-9; Roux, 22-9; ayrıntılı bilgi için Beaumont, Blake, Wagstaff (1976);]. 3.3.2. İÖ 5000-3000 Arasındaki Gelişmeler Kuzeydeki Samarra kültürü sırasında Güney Mezopotamya'da da yerleşmeler vardı. Arkeologlar güneydeki insanların da Samarra'dakilerle aynı soydan, yani Mezopotamya'da izlerine rastladığımız kültürleri ortaya koymalarından da önce var olan eski yerel halktan olmaları olasılığının yüksek olduğu görüşündedirler. Deltanın biraz daha içlerinde bulunan Ur, Uruk, Eridu, Ubaid gibi yerlerde l920'lerde ve 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan kazılar, sondaj çalışmaları, Güney Mezopotamya'da İÖ 5000 yıllarından itibaren bir çok şehirimsi yerleşme merkezinin var olduğunu ortaya çıkardı. Eridu'daki kazılar ve Ur'daki sondajlarda bulunan çeşitli yerleşme ve inşaat tabakalarının gösterdiği kronoloji, daha sonra İÖ 3500-2900 döneminde başlayan Sumer uygarlığının, Mezopotamya'da İÖ 5000'li yıllardan beri var olan yerli kültürlerin tedrici bir gelişmesinin sonucu oluştuğu tezini çok güçlendirdi. Bir ara bazı dilbililimi (linguistics) hipotezlerinden hareket edilerek öne sürülmüş ve yakın yıllara kadar geniş kabul görmüş olan, Sümerlerin İÖ 3000 yörelerinde Mezopotamya'ya dışardan geldikleri, burada daha önce var olan eski yerel halka yabancı olduklarına dair iddia şimdi büyük ölçüde terkedilmiştir [Lloyd, 62-4; Roux 85-9; Frankfort, Davies (1971) 72]. Güney Mezopotamya'da İÖ 5000'li yıllardan itibaren görülen kültür, bataklık, sazlık alanlar arasında gelişmiş olan bir tarım kültürüydü. Sivil halk çoğunlukla, Güney Mezopotamya'da bugün hala kullanılan sazdan yapılmış evlerde (mudhif' lerde) yaşamaktaydı (resim Lloyd, 41). Tapınaklar önceleri kerpiçten (güneşte kurutulmuş), daha sonraları tuğladan (ateşte pişirilmiş) yapılıyordu. 3.3.3. Sümer uygarlığının temellerinin şekillenmesi : Sümer şehirlerinin büyük çoğunluğu, Basra Körfezi'nin kuzey kıyısı ile Bağdat arasında kalan, doğuda İran (Zağros) dağları ve Batı'da Kuzey Arabistan çölüyle çevrili olan, Fırat ve Dicle nehirlerinin biriktirdiği alüvyon ovasındaydı. Sümerce konuşan halkın yoğun olarak bulunduğu alan Bağdat yöresinde bitiyor, Akkad ülkesi diye bilinen bu bölgede, Semitik dil konuşan insanların yaşadığı fakat Sümer kültürünün etkisi altında olan başka şehir devletleri bulunuyordu. Sümerlerin ana yurtları sayılabilecek aşağı Mezopotamya'daki yerleşme bölgeleri, kuzeybatı-güneydoğu yörüngesinde yaklaşık 400 kilometrelik bir eksen etrafında gene yaklaşık olarak 5000 kilometrekarelik oldukça küçük bir alan oluşturuyordu. Bu alanda bile Sümerlerin yanında, bilinen en eski dönemlerden beri semitik diller konuşan insanlar vardı. Birçok Sümerlinin bu semitik dili de öğrenip kullanması, Sümer üst kültürünü iki-dile hakim olmaya dayanan bir üst-kültür yapmıştı. Sümer uygarlığının ortaya çıktığı dönemlerde bu bölgede, bugün de olduğu gibi, göller, sazlıklar ve bataklıklar da vardı. Kuzey'de, Fırat nehrinin bugünkü Suriye-Irak sınırını geçtiği yörede bulunan ve semitik bir dil konuşulmakta olan Mari'de ve Kerkük yakınlarında olup en eski yerleşme dönemlerindeki halkın hangi dil grubundan olduğu bilinmeyen Aşur'daki (Asur) kalıntıların, erken Sümer uygarlığının güçlü etkisini göstermesi, bu uygarlığın, İÖ Dördüncü Binyıl'da bile, ana dili Sümerce olanların Bağdat'ın güneyinde kalan ana-yurdunun dışına uzanmış olduklarını, üstün kültürleriyle çevredeki alanlarda başka dilleri konuşan halkları etkilediklerini göstermektedir [Roux,124-5; ]. 3.3.3.1. Ekonomi, teknoloji Sadece nehir kıyılarında değil, nehirlerden kilometrelerce uzaktaki alanlarda da sulu tarım yapılmasını sağlayan karmaşık bir kanallar sistemini geliştirmeleri, Sümerlerin bugün hayranlık uyandıran bir uygarlığı yaratmalarında önemli bir rol oynamıştı. İÖ 3900-3500 arasının Sümerlerin güney Mezopotamya'da bu sulu tarım imkЃ¢nlarını araştırıp, zorladıkları bir dönem olduğu sanılmaktadır[2]. Öyle ki, İÖ 3500 yörelerinde aşağı Mezopotamya'da saban, döven, tekerlek ve yelken kullanılmaya başlanmıştı. 3500-3000 arasında ise, tarımda eskiye göre çok daha yüksek işgücü verimliliği ile çalışmaya başlamalarının yarattığı fırsatları kullanarak, kurumlar, fikirler, teknikler ve sanat etkinlikleri ile tarihin bilinen ilk yüksek kültürünü üretmişlerdir. Sümerlerin tarımda gerçekleştirdiği 'ilerleme'nin büyük ölçekli sulama sistemlerine dayanması, bu uygarlığın bir şehirler uygarlığı olması sonucunu getirmiştir. Sümer şehirleri de, ana iktisadi etkinlik alanı olarak büyük ölçüde tarıma dayalı, tarım-temelli şehirlerdi. Buralarda yaşıyanların büyük bir çoğunluğu tarımsal üretimde çalışıyordu. Ama Sümerlerin yerleşme yerleri, kendi küçük ölçekli arazilerini işleyen köylü ailelerinin oluşturduğu, fazla bir toplumsal farklılaşma içermeyen, toplumsal örgütlenmesi büyük ölçüde akrabalık ilişkilerine dayanan neolitik köylerden farklıydı. Bu fark basit bir nüfus ölçeği farkı olmayı aşıyordu. Sümer şehirlerinde yaşayan binlerce, on binlerce insan, kendilerini aralarında akrabalık ilişkileri bulunmayan insanlarla ortak bir kimliğe sahip olarak görüyor, büyük çalışma grupları halinde, karmaşık bir toplumsal örgütlenme içinde, şehrin tanrılarına ait ve geniş parçalara ayrılmış arazilerde, bu tanrıların işlerini yürüten tapınak idarelerinin nezaretinde çalışıyordu. [Oppenheim, ]. Ele geçen tabletlerdeki yazı figürleri bu dönemdeki Sümer iktisadЃ® hayatında koyun ve keçi gibi ehlileştirilmiş hayvanların çok önemli bir yere sahip olduğunu ima etmektedir. Bu hayvanların et ve süt gibi ürünleri beslenme ihtiyaçlarının karşılanmasında temel bir kaynaktır. Ayrıca bölgede üretilen yün, muhtemelen, bölgede bulunmayan metaller ve diğer ham maddelerin dışardan getirilmesini sağlayan ticari faaliyetlere imkan veren en önemli ürün fazlalarından birini oluşturuyordu. Depolanabilen, yeniden dağıtılabilen bu tarımsal ürün fazlalarının oluşturulması ve büyütülmesi, egzotik malların dışında da, metaller, kereste ve hatta taş gibi bölgede bulunmadığı için dışarıdan getirilmesi gereken ihtiyaçların bölgenin dışarıya sunabileceği şeylerle karşılanmasına imkan veriyordu. Bilinen ilk tabletlerde tacir simgesinin bulunması, şehir kültürlerinin ortaya çıkmasında ticaretin eskiliğini teyid etmektedir. Tekerleğin icadının da ilk kez aşağı Mezopotamya'da gerçekleştirildiği sanılmaktadır. Daha önce bilinen kızaklara dört kağnı tekerleği benzeri masif tekerler takılarak ilk arabalar oluşturulmuştu. Tekerlekler (kağnıdaki gibi) kendileriyle beraber dönen akslara tesbit edilmişti. Tekerlek sonra başka iş alanlarına da uygulanmağa başladı ki çömlekçi çarkı bunların başında geliyordu. Bu döneme ait birkaç metal balta, bakır alışımlarıyla, kapalı kalıplar içine döküm yapılmasının becerildiğini, metal kullanımı bilgisinde de bazı önemli ilerlemeler olduğunu göstermektedir. İşlenen metaller arasında bakır, gümüş ve altın vardır. 3.3.3.2. Yazı devrimi Aşağı Mezopotamya, yazı kullanılan, okur yazarlığa sahip bir kültürün ortaya çıkmasında bütün dünyaya öncülük etmiştir. Bugün elimizde bulunan bilinen en eski yazı, IV. kat Uruk kazılarından çıkan ve yaklaşık olarak İÖ 3300-3200 yıllarına ait tabletlerdeki yazıdır. Yazının keşfi ve geliştirilmesi belki de insanlık tarihinin en büyük buluşu, yeniliğidir. Bu ilk yazı daha sonraki çivi yazısının kaynağı olan bir resim yazısıdır. Figürlerin ima ettiği soyutlamaların bir hayli gelişmiş olması, bu yazının ele geçen tabletlerin döneminden önce tedrici bir gelişmeyle ortaya çıktığını ima etmektedir. Yani yazının yaratılması ve kullanımının geliştirilmesi büyük bir olasılıkla İÖ 3500-3000 arasında meydana gelmiştir. Başlangıçta sadece şeyleri simgeleyen (pictogram) figürler daha sonra fikirleri gösteren (ideogram) ve sesleri gösteren (phonogram) bir şekilde kullanılmaya başlanmış ve insan düşüncesinin iletişimine imkan veren gelişmiş bir yazı tekniğine dönüşmüştür. Mezopotamya yazı geleneği hem Mısır hiyeroglif yazısı hem de İndus vadisi yazısına temel oluşturarak yazı kültürünün dünyaya yayılmasında hem hayati bir rol oynadığı sanılmaktadır, Sümerlerin başlattığı çivi yazısı geleneği, fonetik alfabelere sahip Fenike, Elen ve Arami yazılarının yaygınlaşmasına kadar, 2000 yılı aşkın bir süre bütün insanlığın en önemli ortak yazılı haberleşme ve bellek oluşturma aracı olmuştur. Uruk'ta bulunan bu bilinen en eski tabletlerin çoğu iktisadЃ® ve idari konularla ilgili olsa da, bir kısmının kelime listeleri ihtiva etmesi, Sümerlerin yazı kullanmaya başlamalarıyla eşzamanlı olarak yazı öğretimini de düzenli bir şekilde ele aldıklarını göstermektedir. [Frankford, Davies (l971), 90-1; Gadd (l971), 93-6; Lloyd, 55; Kramer, 229-30; Shendge (1983)passim]. Yazının geliştirildiği 3000'li yıllar, 2000'li yıllar ve MÖ ilk bin yılın uzun bir dönemi para öncesi çağlardır. DinЃ®, askerЃ® siyasЃ® merkezle uyruklar arasındaki ve uyrukların kendi aralarındaki ödemeler hepsi aynЃ®dir. Ödemelerin aynЃ® olması, kayıt, defter tutma, denetleme işini daha da karmaşık ve zorunlu hale getirdiği için, yazı becerisinin iktisadЃ® hayattaki rolünü güçlendirmiştir. 3.3.3.3. Sümerlerin dini Güney Mezopotamya'daki şehir kültürünün erken dönemlerindeki çarpıcı özelliklerinden biri, tapınağın ilk başlardan itibaren 'şehir'in fiziki yerleşme planında çok önemli bir yere sahip olmasıdır.ki bu bir toplumsal kurum olarak tapınağın sosyal ve kültürel ilişkilerde de merkezЃ® bir konumda olduğunu ima eder Sümer edebiyatının ünlü Gılgamış efsanesinin geçtiği Uruk şehri İÖ 3000 yıllarında 800 dekarlık bir alanı (eni boyu 900 metrelik bir kare düşünün) kaplamakta, bunun üçte birinde tapınaklar ve bunlarla ilişkili kamusal binalar bulunmaktaydı. Tapınaklarda yerine getirilen etkinliklerin başında Tanrı'lara sunuşlar yapılması, bu arada kurban kesilmesi geliyordu. Antropomorfik biçimde tasarlanan (Roux, 82) Tanrı'ların doyurulması, giydirilmesi, yatıştırılması gerekiyordu. Abdest havuzları, abdest odalarında temizlenen rahipler, her gün düzenli bir şekilde tapınağın tanrıların heykellerinin bulunduğu ve halka açık olmayan iç salonlarına yiyecek ve belirli aralıklarla yeni elbiseler bırakıyor, dualarını okuyor, ayinlerini yapıyorlardı. Her şehrin sahibi ve sahibi olduğu için de koruyucusu olan bir kendi tanrısı vardı. İÖ 3200 yöresinde yapıldığı sanılan bir tapınak anıtsal boyutlardaydı. İki kenarında renkli, fayans yüzeyli tuğlalarla kaplanmış, her biri 2 metre çapında sütunlar bulunan 30 metre uzunluğunda bir avlu, şehir nüfusunun coşkusu ve enerjisinin ne ölçüde bu tapınakların yapımına yöneldiğini anlamamıza imkan vermektedir (Lloyd, 41-4, 48-52; Sümerlerin dini konusunda önemli ipuçları taşıyan, tapınakların mimari özellikleriyle ilgili arkeolojik bulgular için bak. Mallowan, 246-72). Sümerlerin dinleri yani kozmolojileri yani insan, toplum, hükümdar, evren hakkındaki inançları, kabulleri, yani kısaca dünya görüşleri hakkında bilgilerimiz, bir kısmı Sümerce yazılı metinler, bir kısmı da sonraki dönemlerde Sümerce asıllarından Akatça, Asurca, Babilceye ve diğer Semitik dillere çevrilen metinlerine, arkeolojik kalıntılara, heykellere, mühür taşlarına kazılan resimlere dayanmaktadır. Ama Sümerlilerin bu dünya görüşlerinin, yazının kullanılmasından çok önceki dönemlerde oluştuğu, en az Güney Mezopotamya'daki Ubaid kültürüne kadar geri gittiği rahatlıkla söylenebilir. Sümer dinЃ® inançlar sisteminin en önemli özelliklerinden biri, tanrıların antropomorfik, tanrılar alemi ve tanrılar arasındaki ilişkilerin de sosyo-morfik bir şekilde tasarlanmış olmasıydı. Ölümden sonra bir başka alemde ebedЃ® saadet içinde biçiminde hayat, bu anlamda kurtuluş inancının yokluğu, ve bunun için de dinin geniş sıradan insan yığınları açısından herhangi bir aslЃ® ümit getirmemesi yani populist olmaması Sümer dininin önemli özelliklerinden bir başkasıydı. Bu konuyu biraz açalım. Hem erkek hem dişi tanrılar, insan biçimli, insanların bütün ihtiyaçları, ihtirasları, arzuları kaprislerine sahip olarak 'insan gibi yaşayan varlıklardı. Acıkırlardı, doyurulmaları gerekirdi. İçinde oturmaları için belirli bir meskene, 'tanrı'nın evine' ihtiyaçları vardı. İçer, sarhoş olabilirlerdi. Üşürlerdi, giyinmeleri için onlara elbise sunulurdu [Uruk'ta bulunmuş ve dördüncü ya da Üçüncü Binyıl'a ait olduğu sanılan, tanrıların beslenmesini gösteren, su mermerinden vazonun fotoğrafları için, Parrot (1981), ll0-1; Lloyd, 58; bu konuda ayrıca bak. Frankfort, Davies, 78-9]. Birbirlerini, hatta güzel erkek ya da kadın insanları arzular, aşklar yaşar ve şevişirlerdi. İnsanlar gibi, hem zeki, merhametli, sevecen ama hem de öfkeli, hain, kötü ve kıskanç olabilirlerdi. Aralarında münakaşa, hatta kavga edebilir, birbirlerini aldatabilir, yalan söyleyebilirlerdi. Kavgalarında yaralanabilir, hatta ölebilir ve varlıklarını ölüler dünyasında sürdürmek zorunda kalabilirlerdi. Tanrılar hiç gereği yokken insanlara kötülük yapabiliyorlardı. Bunun içindir ki insanların ibadetinin amacı, 'eşref saatlerinde' yakalanabilirlerse tanrılardan iyi bir şey istemek olduğu kadar, insana ne zaman, nerden, nasıl vuracağı belli olmayan öfkelerinin, kötülüklerinin yatıştırılması, tahrik edilmemesi, ya da başka bir insana, başka bir şehir halkına kaydırılmasıydı. Tanrılar topluluğu, insan toplumunun tam bir benzeri gibi tasarlanmıştı. Tanrılar da insan toplulukları gibi örgütlenmişti. Benzer bir iş bölümüne ve hiyerarşiye dayanıyordu. Gökler aleminde, her biri fevkalade güçlü yüzlerce, binlerce tanrı vardı. Bunların her biri belirli bir işe, ya da belirli bir etkinlik alanına nezaretle görevlendirilmişti. Mesela biri 'gök'ten, bir başkası 'hava'dan, bir diğeri 'tatlı sular'dan, bir öteki tanrı 'deniz'den sorumluydu. İnsanların günlük yaşamlarında kullandıkları 'şey'lerden, mesela 'balta'dan, 'saban'dan, 'tuğla'dan, 'çakmak taşı'ndan ayrı ayrı sorumlu olan birer tanrı vardı. Adeta Platonik formlar gibi, doğal durumlar ya da biçimler, kültürel eşyalar, birer evrensel (universal) varlığın enstantaneleri olarak, ilgili tanrının yetki ve sorumluluk alanına ait bulunmaktaydı. Sümerler her elemanın, nesnelerin her kategorisinin, dinamik bir kişiliğe, bir aktif özellikler kümesine, kendine özgü bir 'irade'ye sahip olduğu, ve doğanın içinde varlığını sürdüren (immanent) doğal güçlerin tanrılarda cisimleşen bu aktif özellikler kümesi olduğuna inanıyorlardı [Roux, 92]. İnsanlar arasında eşitlik olmadığı gibi tanrılar arasında da eşitlik yoktu. Tanrılardan bir çoğu, sokak köşelerine, şehirlerin mahallelerine sahip olup buralarda yaşardı. Daha üstün, daha büyük bazı tanrılar, kendilerine ait şehirleri ve bu şehirlerin halkları olan, ama sadece bu sehirlerde ibadet edilen tanrılardı. Daha da üstün, daha da önemli olan bazı tanrılar ise, kendilerine kendi şehirlerinden başka yerlerde de ibadet edilen tanrılardı. Hiyerarşinin en üstünde üç erkek tanrı, gök tanrısı An, hava tanrısı Enlil ve tatlı sular tanrısı Enki vardı. Bunların da biri, ki başlangıçta An fakat daha sonraki dönemlerde Enlil, Sümer Panteonunun en üstteki, en üstün tanrısıydı. Tanrılar toplumunun kralıydı. Babil ve Asur gibi daha sonraki Mezopotamya kültürlerini ve bunlar aracılığıyla da Yahudilerin Tevrat geleneği üzerindeki Orta Doğu dinlerini büyük ölçüde etkilemiş olan Sümer inançlar sisteminin en çarpıcı özelliklerinden biri, insanın yaradılışının nedeni anlamında varlığının gerekçesinin tasarlanmasının biçimiydi. Bazı kültürlerde hayati önemini günümüzde de koruduğunu sandığım için bu konuya biraz ayrıntılı olarak bakmakta yarar vardır. Sümerlerin insanın yaradılışından söz eden Enki-Ninhursag mitine göre, insanın daha yaratılmadığı dönemlerde tanrılar kendi yiyeceklerini kendileri sağlamakta, kendi işlerini kendileri görmekteydiler. Bir süre sonra tanrılar bu işlerden yoruldular, kendi hizmetlerini görmekten bıktılar. Bir çare bulması için, bilgelik tanrısı Enki'ye yakardılarsa da, derin bir uykuda olan Enki onları duymadı. Sonunda, Enki'yi ve bütün diğer tanrıları doğurmuş olan, bütün var oluşun başlangıcı, herşeyin ondan çıktığı, ilk-olan (prim) deniz tanrısı Nammu, Enki'ye, tanrıların göz yaşlarını aktararak, Ey benim oğlum, yatağından kalk bilgece olanı yap, Tanrıların hizmetçilerine şekil ver. dedi. Enki de, konuyu düşündü. Şeylere şekil vermede kendine yardımcı olan tanrılarla birlikte insanı yaratmağa başladı ve anasına, Ey benim anam, adından söz ettiğin o yaratık, şimdi var, Onun üzerine tanrıların imajını geçir;... kili ... karıştır, İyi ve Prens gibi olan şekillendirici [tanrılar] kili koyulaştıracaklar, Sen de, elleri kollarını meydana getir e mi; ... Ey benim anam, onun kaderi hakkında hükmünü ver, Nimmah onun üzerine tanrıların kalıbını geçirecektir, Bu insandır ... [Kramer, l50]. Tanrı'nın insanı kilden yarattığı ve kili kendi imajına, kendi kalıbına göre şekillendirdiği inancı, bilindiği gibi Tevrat geleneğinin sürdürdüğü temel inançlardan biridir [Genesis, 1]. Ama Sümer (ve sonraki bütün Mezopotamya) dünya ve insan görüşünün özgün (orijinal) bir ön kabulü, bu insanın kendisi için bir varlık sebebine sahip olmadığı, tanrılara hizmet etmek için yaratıldığı, tek işlevinin tanrıların hizmetçiliğini yapmak olduğu inancıdır. Bu inancın, mantıkЃ® yapısıyla bağdaşan bir başka uzantısı, Sümer dininde ölümden sonra bir yer altı ölüler dünyasına inileceğine inanılmasına rağmen ölümden sonra kurtuluş fikrinin bulunmayışıdır. Sümerlerin insana bu bakışları, insan varlığında, tanrıdaki bütünlüğünün bir parçası olma, ya da, ölümlüğüne rağmen tanrısal özellikleri, en azından bunları hissedecek kadar paylaşma anlamlılığı gören tasavvuf geleneğinin, ya da bu varlığı kendi başına değerli ve anlamlı gören hümanist geleneğin insana bakışının tam karşıtı olan, insanı küçülten bir bakıştı. Ki bu bakış açısı, binlerce yıl boyunca, Mezopotamya-İran-Orta Doğu kültürleri ve uygarlıklarını etkilemiş, belirli kültürel kimlik özelliklerinin sürmesinde önemli bir rol oynamıştır. Kramer'in vurguladığı gibi Sümerler, İnsanın kilden şekillendirildiğine ve sadece bir amaç [için], tanrılara, onlara gıda, içecek ve barınak sunarak hizmet etmek için yaratıldığına sıkı sıkıya ikna olmuşlardı. Ne yapacağı belli olmayan tanrıların çizdiği mukadderatını önceden bilmediği için, insanın hayatı belirsizliklerle ve güvensizliklerle kuşatılmıştı. Öldüğünde, iğdiş edilmiş ruhu, yer altındaki hayatın yer yüzündeki benzerinin kasvetli ve perişan bir yansıması olduğu, karanlık, hazin ölüler dünyasına iniyordu [Kramer, 123]. İnsanın sadece tanrıların hizmetçisi olarak yaratılmış, daha en başından şanssız ve kendisi için bağımsız bir anlamlılığı olmayan bir varlık şeklinde algılanması, insan eylemlerine bir yaratıcılık potansiyelinin ve insana, sonu belli olmasa da, kendi öyküsünün yazarı ve kahramanı, bir serüvenci olma önemliliğinin yansıtılmasını engellemiştir. Gene Kramer'in deyimiyle, Batı kültürlerinde insana felsefЃ® bakışın en önemli sorunlarından biri olan özgür irade problemi Sümerli düşünürleri hiç meşgul etmemiştir [Kramer, 123]. Sümer-Mezopotamya kültür geleneğinde insana bakış adeta metafizik bir karamsarlık (pessimism) sergiliyordu. Bu, aşağı Mezopotamya'nın coğrafya ve iklim özellikleriyle de ilişkiliydi. Dicle ve Fırat suları hayat ve verimlilik getirdiği gibi felaket de getirebiliyordu. Ani ve şiddetli yağışlar tozlu bir ovayı çamur deryası haline dönüştürebiliyordu. Güzel bir günde birdenbire çıkan bir kum fırtınası tarlaları mahvedebiliyordu. Kozmosun tamamen kargaşaya dönmesini önleyen, kavurucu bir yazın sıcağından sonra tarlaların yeniden yeşermesini, insanlığın bekasını sağlayan şey tanrıların iradesiydi. Roux, böyle bir doğal ortamın Sümerler ve onları izleyen diğer aşağı Mezopotamyalıları korku dolu bir endişelilik içinde tuttuğunu, insanların ancak birer yıllık bir güven aralığını hissettikleri, bunun ötesindeki geleceklerinden hiç emin olamadıklarını vurgulamaktadır. Ki böyle bir ortamda dinsellik, mevsimlerin bazan endişe verici bazan sevindirici devinimlerini, yıllar boyunca doğal olayların tekrarlanmasını vurgulayan bir tabiat kültü özellikleri de göstermiştir [Roux, 104-5]. İnsanın kendi varlığının ve başına gelenlerin, kaprisli ve tutarsız olabilen tanrıların iradeleri, oyunlarıyla açıklanmasının başka önemli felsefi, kültürel sonuçları da olmuştur. Bunlardan biri, muhtemelen, insanın 'kainatın sırlarına akıl erdiremeyeceği' aksiyomu nedeniyle, Elenlerin aksine, bilgiselci bir metafiziğin ortaya çıkmayışıdır. Bilindiği gibi, Elen geleneğinde, kozmosun görüntüdeki kaosuna, keşmekeşliği, kargaşasına rağmen, bu görüntünün ardında değişmeyen bir kurucu düzen olduğu ve bunun gözlem, inceleme ve akıl yürütmeyle bilinebileceği, kainat ve insan hakkında metafizik, aşkın (transcendental) bilgiye varmanın yolunun, bu gözlem, inceleme ve akıl yürütmeye dayanan bilgiden geçtiği aksiyomu kabul edilmiştir. Sümer-Mezopotamya geleneğinde ise böyle bir bilinebilirlik varsayımı yapılmamıştır. İnsan, tanrıların işine akıl erdiremez, sadece korkar, ve olsa olsa kendi başına kötü bir şey gelmemesi ve tanrılardan dilediği özel isteklerinin yerine getirilmesi için, tanrılara karşı, kesin bir itaatle, görevlerini yerine getirebilir. Daha sonraki bir Babil şiirinde bir Mezopotamyalının dediği gibi: Gökteki tanrıların iradesini kim bilebilir ki? Yeraltındaki tanrılarının planını kim anlayabilir ki? Bir tanrının yolunu, usülünü faniler nerede öğrenebildiler ki? Dün hayatta olan biri bugün ölüdür. ... insanlar bir an coşkuyla şarkı söylüyorlar, bir başka an ise işi ağlayıcılık olanlar gibi ağıt yakıp sızlanıyorlar ... Bu olayların, durumların manasını anla[ya]mıyorum [Roux, 104]. Kramer, Sümer kültüründe sıradan insan tanrılardan medet umuyor muydu? sorusuna muhtemelen hayır! diye cevap vermektedir. Sümer dini popülist bir din değildi. Sümer kültürü, genel olarak, bu dünyadaki hayatta seçkinlik, zenginlik, itibar, zafer, şan ve başarıyı vurgulayan, rekabetçi bir kültürdü. Öte yanda, sıradan insanlar için bu dünyadaki hayattan sonra bir başka alemde ölümsüzlük biçiminde bir kurtuluş ümidi de yoktu. Bu bakımdan daha sonraki Mazdaism [Zarathuştra'ün öğretisi], Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık'a göre temel bir farklılık söz konusuydu. Üstelik sıradan insanlar tanrılara doğrudan yönelemiyorlardı. Önceleri şehir halkının tamamı ile bu halkın sahibi olan tanrı arasında makro ölçekli bir bağlantı olduğu fikri vardı ki bunu halka büyük ölçüde kapalı olan gizli törenlerle rahipler sağlıyordu. Daha sonra herkesin tanrılar nezdinde sözcülüğünü, avukatlığını yapan birer iyilik meleği olduğu inancı ortaya çıktı. Sıradan insanlar yakarışlarını bu özel kutsal varlıklara, kendi koruyucu meleklerine yapıyorlardı. Sıradan insanların ibadeti, transandantel bir kurtuluş umidiyle kendini tanrıya adama ya da sofuca yaşamaktan çok, tanrıların memnun etmek için, ayrıntılı kurallara ve ritüellere göre adak sunmak gibi eylemlerle, bu dünyadaki günlük hayatlarında işlerini gördürmeğe, başlarına gelebilecek sayısız belayı defetmeye çalışmaktı Tanrının beslenmesi için koyun kurban edilmesi de buna yönelikti. Ki hayvan kurbanı, çok daha önceleri, tanrıları yatıştırmak, memnun etmek için insan kurban edilmesinin yerine zamanla ikame edilen bir ritüel ve eylemdi.. Woolley, Sümer dininin bu özelliklerini değerlendirirken, daha sonraki ahlaki içerikli büyük dinlerle karşılaştırıldığında, Sümer dininde din unsurunun hafif kaldığını, büyü (magic) unsurunun ağır bastığını söylemektedir [Woolley, 126-7). Sümer ülkesinde, Mezopotamya'da başlayan, kozmosun ve insanın varlığı ve işleyişinin gizlerine insan aklının eremeyeceği aksiyomu, büyük bir olasılıkla, insanın burnunu bu gizlere sokmasının yasaklanması biçimini almıştır. Yazı, sayı, hesap, ölçme bilgilerinin bu kültür ve medeniyet alanında doğduğu ve önemli ilerlemeler kaydettiği ne kadar doğru ise, binlerce yıllık kültürel birikime, yüzbinlerce tabletlik kitaplıklara, köklü bir okul, eğitim,katiplik geleneğine rağmen, dünyanın bu en eski yazılı kültür bölgesinde ne felsefe de ne matematikte soyut ve analitik düşünce üretilmemiş olduğu da o kadar doğrudur. En eski bölümleri kesinlikle bu kültür alanının efsaneler ve inançlar ortamının etkisi altında yazılmış olan, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'a göre, Tanrı insanı yaratır, onu ortasında hayat ağacının ve iyinin ve kötünün bilgisinin ağacının bulunduğu Cennet bahçesine yerleştirir. Bu bahçeden bir nehir akar ve Cennet'ten çıktıktan sonra dört kola ayrılır. Bunlardan biri Asur'un doğusuna doğru gider ki Dicle'dir, bir başkası da Euphra'tes'tir yani Fırat'tır. Ve Efendi Tanrı insanı alır ve onu işlemesi ve bakması için Cennet (Eden) bahçesine yerleştirir. Ve Efendi Tanrı insana, bahçedeki bütün ağaçlardan serbestçe yiyebilirsin, fakat iyinin ve kötünün bilgisinin ağacından yemeyeceksin: çünkü bu ağaçtan yediğin gün muhakkak öleceksin diyerek emir verir [Holy Bible, Genesis, I/8-17]. Ve bilindiği gibi, bu emre uymadığı için Tanrı tarafından Cennet'ten kovularak cezalandırılır. Elen mitolojisinde de Tanrıların bilgileri insanlara yasaklanmıştır ve Tanrılar bilgiyi-ateşi çalan Prometheus'u şiddetle cezalandırılır. Yani bir anlamda Mezopotamya-Orta Doğu kültür-medeniyet geleneklerinin Elen efsanelerini etkilediği, aralarında paralellikler olduğu söylenebilir. Ama Elen kültür geleneğinde farklı olan, Prometheus'un, insanlara yararlı olmak için Tanrıların buyruğuna karşı gelip bilgiyi çaldıktan sonra, bunu yaptığı için Elenlerce yüceltilmesidir. Orta Doğu kültür-medeniyet geleneklerinde, binlerce yıldan beri, Prometheus'cu bir yaklaşımla, tanrı ya da tanrıların gizleri, kozmosun ve insanın gizlerini insan aklıyla çözmek ve ilan etmek anlamında bilgiye yönelmenin yüceltildiği ise herhalde söylenemez. Sümerlerin inanç sistemlerinin, dünya görüşlerinin önemli kültürel sonuçlarından biri de siyasi yetkinin ve kurumların varlığının, insanların aralarındaki müzakere ve mücadelelerden kaynaklanan yani insanları ilgilendiren bir şekilde değil, tanrıların iradesi, kararı müdahalesi ile açıklanmasıdır. Bununla ilişkili olarak, şehirlerin, halkların, krallıkların, orduların başlarına gelen olaylar, yani tarih, kendi başına anlamlılığı olan bir şey olarak değil, insanların akıl erdiremeyecekleri tanrısal iradeler ve çatışmaların yansıması olarak algılanmıştır. Beşeri tarihin kozmik bir tanrısal serüvenin, aşkın (transcendental) bir amaçlılığın parçası, büyük bir fenomenin epi-fenomeni olduğu inancı, bilindiği gibi hem Zarathuştraçü geleneğin hem de Yahudi-Tevrat geleneğinin ve bunu izleyen geleneklerin en belirgin özelliklerinden biridir. Ve Hegel'in ve Marx'ın bilimsel tarih metafizikleri ile de modern çağları etkilemiştir. Şimdi Sümer kültüründe krallığa, siyasi kurumlaşmaya ve bunun tasarlanmasına biraz daha yakından bakalım. [Roux, 91-6, Woolley, 119-29; Kramer, 112-64, 264-6]. [Kutsal Evlilik nosyonuyla ilişkili kültler. Ashur'daki, Orta-Asur döneminden Ishtar tapınağında, sevişen (copulation) çiftleri gösteren kurşun figürler bulunmuş. Heredot Babil'i anlatırken bundan söz ediyor. Mallowan, 259]. 3.3.3.4. Siyasi örgütlenme İÖ 3000 yörelerinde kuraklığın artmasının Güney'deki su yolları ve sazlıkları birçok yerde kuruttuğu, arazi görünümünün bugünküne yakın bir hal aldığı, bu nisbi kuraklaşmanın birçok köyün terkedilmesine, nüfusun daha büyük yerleşme birimlerinin etrafında toplanmasına yol açtığı sanılmaktadır. Bu gelişme şehirlerin ortaya çıkması ve büyümesini etkilemiştir. Ayrıca büyük kanalların kazılması ve bakımının gerektirdiği çok büyük ortak gayret ve suyun adil bir şekilde paylaştırılması ihtiyacı, kasabaların geleneksel şefleri ve yüksek rahiplerin otoritesini çok büyük ölçüde güçlendirmiştir (Roux, 76). Su kontrolü, verimli arazi kıtlığı ve insan bilgi ve becerisindeki gelişmeler, yerleşme merkezlerinde idari-siyasi işlevlerin daha da belirginleşmesi, daha farklılaşmış ve daha az sayıda insanın elinde yoğunlaşan yetki kurumlarının ortaya çıkmasını etkilemiştir. Bu ortaya çıkışını etkileyen nedenlerden biri de, önemli iktisadi kaynakları elinde bulunduran ve denetleyen büyükçe nüfuslu şehir kültürlerinin oluşmasıyla birlikte hem bunların kendi aralarında hem de bunlara yönelik olarak dışardan gelen tehdit ve saldırıların artması, ve örgütlenmiş kavganın-savaşın oluşan uygarlığın kurumlaşmış bir süreci haline gelmesidir. [Frankfort, Davies, 90-3; Roux, 74-6 ]. Daha sonra ayrı bir terim olarak gelişen kral (lugal ki erken dönem Sümercesindeki anlamı büyük adam) kelimesine bilinen en eski tabletlerde rastlanılmaması, buna karşılık 'yaşlılar', 'meclis' anlamına gelen kelimelerin varlığı, Sümer şehirlerinin en eski dönemlerine ait arkeoloji çalışmalarının 'tapınak'tan ayrı bir sarayın varlığını göstermemesi, Uruk'taki arkaik tabletlerde, şehrin sahibi olan tanrının baş rahibi olduğu ve 'tanrının evi'nde yani tapınakta yaşadığı sanılan bir en'den (kelime anlamı muhtemelen efendi) söz edilmesi, Sümer şehirlerinin bu erken dönemlerinde, tapınaktaki rahiplikten bağımsız bir krallık kurumunun olmadığını, başrahibin durumunun elverişli olmadığı hallerde savaşta kimin kumandanlık yapacağı sorunun, belki de bütün ergin erkeklerin katıldığı toplantılarda, şehrin ileri gelenleri arasından uygun birinin geçici olarak görevlendirilmesi yoluyla çözümlendiğini ima etmektedir [Jacobsen (l957)]. Bilinen ilk saray (Ѓ©-gal, yani büyük-ev) kalıntıları, Eridu, Kish ve Mari şehirlerinin İÖ ![]() 3.3.4.1. Şehirler, hanedanlar, efsaneler 3.3.4.1.1. Tufan efsanesi Sümer-Mezopotamya uygarlığında binlerce yıl anlatılan, yeniden işlenerek yazılan Gılgamış Destanı'ndaki Tufan öyküsü, Tevrat'taki Nuh Tufanı'nın kaynağının Sümer tarihinin gerçekleri ve efsaneleriyle ilişkili olduğunu göstermektedir. İÖ 1250'lere ait bir Gılgamış destanı metninin ilgili bölümünde, insan ırkını, b
Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir. |
![]() | ![]() |
![]() |
Bookmarks |
| |
Serbest Kürsü ve Hayat Soruları Mezopatamya'nın İktisadi Tarihi Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Prof.Dr.Yahya Sezai TEZEL Aşağıda , sayın Prof.Dr.Yahya Sezai Tezelin Mezopotamya'nın İktisadi Tarihinin Bir Kuşbakışı Görünümü baslikli çalismasinin sadece 3.bolumunu yayinliyorum. Bu çalisma,eski toplumun ilgilendigimiz parçasinin,mitolojiden gerçekler dunyasina indirilmesi bakimindan son derece degerlidir. Sayın Tezel,çalismasinda,Sumer adi verilen bu toplulugun dini,siyasi ve ...
ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hayat Soruları telkin cd indir izle İstanbul Hayat Soruları nerededir kimdir Hayat Soruları çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hayat Soruları hipnoz Hayat Soruları olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hayat Soruları hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hayat Soruları kuantum düşünce kitap haberi