Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Osmanlı Toplumunda Ermeniler Osmanlı Toplumunda Ermeniler ve Ermeni kimliğinin kendini ifadesi
1)KONU
Osmanlı Tarihi, 600 yılı aşar ve Osmanlı Devleti, kurulduğu günden itibaren topraklarında bir Ermeni azınlığı barındırmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşının ardından, yabancı devletlerin Osmanlı Ermenileri'ne el atmasından sonra, Osmanlı ülklesinde ciddi Ermeni kıpırdanışları ve silahlı ayaklanmalar görüldü. Bu çalışmada asıl amaçlanan, özellikle yabancı kamuoyunda 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren planlı olarak yürütülen Ermeni azınlığa uygulandığı iddia edilen soykırım propagandası başlamadan önce, bu azınlığın, Osmanlı ülkesinde sahip olduğu kültürel, sosyal ve ekonomik etkinliğe dikkat çekmektir.
Ermeni diasporasında, öteki kavramını kendi uluslararası çıkarları için bilinçli olarak körükleyen ABD, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin iddia ve çalışmalarına doğru karşılık verebilmek için tarih süreci içinde - bu çalışmada Osmanlı İmparatorluğu boyunca- nasıl bir kültür oluşturduklarına bakmak gerekir.
2) VARSAYIM:
Ermeniler, yabancı basında ve Ermeni diasporasında sıkça dile getirildiği gibi ezilmiş, hakları yenmiş, yurtlarından edilmiş bir azınlık mıdır; yoksa etkileri günümüz Türkiyesine dek yansımış, Osmanlıyı oluşturan kültür mozaiğinin ayrılmaz bir parçası mıdır? Varsayımımız Ermenilerin Osmanlı-Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğu ve bu toplumun da kendisini bu karakteriyle benimsediği yönündedir.
3) GİRİŞ -TARİH BOYUNCA ERMENİLER:
Ermeni tarihi hakkında bilgi veren eski eserlerin çoğu, Ermeni olmayan kimseler tarafından Yunanca, Asurice yazılmış, çok defa birbirinin doğruluğunu kabul etmeyen, değişik fikirler ileri süren eserlerdir. Çoğu kanıtlara değil mitolojik hikayelre dayanırlar. Bu durum Ermeniler tarafından da genellikle kabul edilmekle beraber, yine de bu eserlerin etkisinden tamamen kurtulmamışlardır. Milliyetçilik ruhunu bu şekilde körüklemek, bir topluluğun bir çatı altında birleştirilebilmesi için önemlidir ve tüm milletler tarihinde örnekleri de görülmektedir.
Ermeniler tarihleri boyunca, çoğunlukla eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinden birisi olan (Ermenistan Halk Cumhuriyeti), Gürcistan ve Azarbeycan gibi Güney Kafkasya Halk Cumhuriyetleri, Doğu Türkiye, Batı ve Kuzeybatı İran, Kuzey Irak, kısmen Kuzey Suriye ile Kilikya denilen Güney Anadoluda yaşamışlardır. Yalnız Ermeniler o zaman bile bu bölgelerde yaşayan insanların tamamını ve hatta çoğunluğunu teşkil etmiyorlardı.
Asırlar boyu, çeşitli Ermeni Krallıkları ve Beyliklerinin kısman bağımsız fakat çoğunlukla etraftaki büyük devletlere tabi veya yarı tabi devletler halinde yaşadıkları bu bölgelere, zaman zaman çeşitli isimler verilmiştir. Asıl Ermenistan denilen bölgeler Büyük Ermenistan ve Küçük Ermenistan olarak 2ye bölünmüştür. Büyük Ermenistan 15, Küçük Ermenistan 3 vilayet halinde ayrılmıştır. Kilikya ise Sahil Kilikyası ve Dağlık Kilikya olarak iki kısım oluşturmuştur.
Bu bölgeye zaman içinde verilen isimler çeşitlidir. Asurice yüksek memleket anlamina gelen URARTU, Ibranice ARARAT, Aramice HARMINYAP-HARMENI kelimleri kullanilmiş ve ilk defa MÖ 521de Daryüs Kitabesinde ARMENI (yukari memleket) adini almiştir.
(Dede Korkut Oğuznamelerinde bölge halkı ve tarihi ile ilgili geniş bilgi verildiği halde Ermeni kelimesi hiç geçmez. )
Batı dillerinde, bölgeye ARMANİA adı verilmiş, bizde de Meşrutiyetten sonra Fransızcadan tercüme edilerek, ilk defa Ahmet Cevdet Paşa tarafından ERMENİ kelimesi kullanılmıştır.
Ermeniler ise kendiler için HAYASDAN-HAY ismini kullanırlar. Ancak bütün bu isimler aslında bölgeye verilmiş coğrafi birer isimden ibarettir.
4) OSMANLI'DA ERMENİLER
Ermenilerin Urartular ile ilişkileri iddiaları vardır. Urartular ile ilgili ilk ciddi arekeolojik kazilar 1877de Vanda başlar. 1877de Istanbulda Ingiltere Büyükelçisi olarak bulunan Hanry Layardin çabaları ile daha sonralari ise Alman ve Rus bilimadamlari tarafindan çeşitli arkeolojik araştirmalar yapılmıştır. Türkiye bu araştırmalara ancak 1938den sonra katılmıştır. Bunların sonucunda M.Ö. III. binde Güney Kafkasyada Aras Nehrinin kuzeyinde, Van ve Urmiye gölleri yöresinde ve doğu Anadoluda hayvancılığa dayanan, tarımla ugraşan tek bir kültür Kuzey Suriyeye de yayılan Hurri kültürü ile yakın ilişkidedir. MÖ 15. yüzyildan 14. yüzyila girerken Kuzey Suriyeye kadar yayılan Hitit Kültürü ile de baglantı kurmuş, MÖ 1200de Hitit Devleti yıkıldığında en yüksek seviyesine ulaşmıştır.
Ermeniler, Osmanlı Devletnin kuruluş yıllarında, Anadolu ve Kafkasya bölgelerinde küçük krallık, beylikler halinde veya dağınık olarak yaşıyorlardı. Yine bu dönemde Karamanoğulları ve Ramazanoğulları beylikleri idarelerinde yaşayanlar vardı. Osman Bey, Ermenilerin Bizans'ın zülmünden korunmaları için Anadolu'da ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş ve Batı Anadolu'daki ilk Ermeni dini merkezi Kütahya'da kurulmuştır. Orhan Gazi Bursayı aldığında Ermeni Patriği buraya yerleşmiş ve bunun üzerine Kütahya ve Eskişehirde bulunan Ermeniler Bursaya göç etmeye başlamışlardır.
Fatih Sultan Mehmet İstanbulu fethinin ardından, Ermenilerin ruhani lideri Ovakimi İstanbula getirerek Rumlara vermiş olduğu imtiyazları Ermeni Patriğine de tanımıştır. Bu gelişmeden hemen soran İran, Kafkasya, Balkanlar, Kırım, Doğu ve Orta Anadolu'dan İstanbul2 Ermeni göçleri başlamıştır. Böylece, Bizansta azınlık olan Ermenilerin sayısı, buranın Türkler tarafından fethinin ardından çoğalmaya başlamıştır diyebiliriz. Fatih, Rumlara tam olarak güvenemediği için Ermenilerin Topkapı, Balat ve Yenikapı gibi semptlere yerleşmelerine izin vermiştir. Bunların sonucu olarak Türklere sempati geliştiren Ermeniler, Rus Ermenilerine göre kültür, lisan ve edebiyat alanlarında daha ileri ve serbest çalışma imkanlarına kavuşmuşlardır.
Yavuz Sultan Selim zamandında da Tebrizden bir çok sanatkar Ermeni İstanbula getirilmişti. Bu dönemde İstanbulun en tanınmış tüccar ve sanatkarları Ermeniler olmuşlardır. Ermenilerin çoğu Türkçe bilmekte, kitap ve gazetelerinin bazıları da Türkçe basılmakta idi. Tokat oturan Abgar Efendi, 1567 yılında ilk Ermeni matbaasını İstanbulda kurmuştur. Yine bu yıllarda Ermeni halk, imparatorluğun çeşitli yerlerinde kale bekçiliği veya benzeri hizmetlerde de bulunmakta idi. Bunların karşılığında ise, bazı vergilerden muaf tutuluyorlardı. Örneğin 1523te Çukurovayı Orta Anadoluya bağlayan tarihi boğazdaki Gülek Kalesinde, (165 hane yaklaşık 875 kişi) kale hizmetinde çalıştıklarından olağanüstü vergilerden (avarız) affedilmişlerdi.
5) ERMENİLER ÖNEMLİ GÖREVLER ALIYOR:
Ermeni toplumu kendisine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla gelişmiş ve refaha kavuşmuş, ayrıca Türk-Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim biçimini de benimseyerek kısa süre içerisinde Osmanlı yönetiminin güvenini kazanmıstır. Bu güven sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir.
Ermenilerin sarayla ilişkiye geçmeleri, özellikle İstanbuldaki sarraflık işlerini ele geçirmeleri ile başlar. Ermeni Abra Çelebi, Köprülü Mustafa Fazıl Paşanın bezirganbaşısı olur. Sultan 3. Selim zamanında, Ermeni Dadyan ailesinden Arakel, devletin savaş sanayii sayilan Baruthanenin başına getirilir. Ayni aileden Bogos ise, Sultan Abdülmecid Hanin şahsi hazinesine bakmakla görevlendirilir.
Boğos, Sultan Abdülmecidin ölümünden sonra Parise giderken, aynı aileden Beran ve Mahsutzade Simon Bey ile Ayoş efendi Harem-i Hümayunun alışveriş işlerini takip etmekle görevlendirilir. Abdülmecidin kilercibaşısı da Serkiz adında bir Ermeni idi. İstanbulun en tanınmış Ermeni ailelerinden Gümüşgerdan ailesi ise sarayın terzilik işlerini yapmaktaydı. Ayrıca Ermeniler, birçok köşkün yapım işlerini üstlenmişlerdi.
Tanzimatın ileri gelenelerinden Mustafa Reşit Paşa, elçi olarak Pariste bulunduğu sırada, yardımcılığını Agop Gircikyan adlı bir ermerni yapmakta idi. Mithat Paşanın en güvendiği adamlarından biri Ermeni Kirkor Odyan isi. Ahmet Muhtar Paşa ve Kamil Paşa kabinelerinde, Ermeni Gabriel Nuradonkyan dışişleri bakanlığı; Mahmut Şevket Paşa döneminde ise Osgan Mardıkyan posta telgraf bakanlığı görevini yapmışlardır.
MİLLET-İ SADIKA
Fatih Sultan Mehmet İstanbulu aldıktan sonra bu şehirdeki Rum Patrikhanesini muhafaza eder ve 1461de Bursadaki Ermeni piskoposu Ovakimi bazı Ermeni aileleri ile birlikte İstanbula getirerek onu Ermeni Patriği tayin eder. Samatyadaki Sulu Manastır Kilisesini de bu cemaate tahsis eder. Bunun yanında Ankara, Bayburt, Adana, Tokat ve Sivas çevresinde yerleşik çeşitli Ermeni ailelerini de İstanbula getirerek şehrin Ermeni nüfusunu çoğaltmıştır.
Ermeniler Osmanlı Devletinde millet-i sadıka (sadık millet) olarak bilinmişlerdir. 1835-1839 arasında Türkiyede bulunan Helmuth Von Moltke İstanbulda Osmanlı seraskeri (Başkumandanı)nın Ermeni tercümanı ve ailesinden bahsederken Ermeniler hakkında şunları yazar:
Bu Ermenilere, gerçekte Hristiyan Türkler denilebilir. Rumların kendi özelliklerini korumalarına karşın Ermeniler Türk adetlerini, hatta dilini benimsemişlerdir. Dinleri onların, hristiyan olarak tek kadınla evlenmelerine izin verir, fakat onlar türk kadınlarından ayırdedilemez. Bir Ermeni kadını sokakta sadece gözlerini ve burnunun üst kısmını gösterir, diğer taraflarını kapatır.
6) DEVLET İŞLERİNDE ERMENİLER
Ermeni yurttaşlar Osmanlı İmparatorluğunda çeşitli resmi veya özel devlet işlerine atanmışlardır. Osmanlı Devletine olan sadakatleri, Türk adetlerini benimsemeleri, hatta iyi Türkçe konuşmaları Ermeni yurttaşların Osmanlı Imparatorlugunda bu denli güvenilir ve saygin görülmelerine yardımcı olmuştur.
16. yüzyılda Ermeni asıllı mühtedi Mehmet Paşa gibi vezirlik rütbesine kadar yükselen devlet adamları, 18. yüzyılda Divrikli Düzyan soyundan saray kuyumcuları ve sonradan Darphane nazılrları, Şaşyan ailesinden saray ehkimleri, 19. yüzyılda Bezciyan ailesinden yine Darphane müdürleri; Dadyan ailesinden Baruthane nazırları görülür.
16. yüzyılda Ermenilerden mukataa mültezimlerine yani vergi toplayıcılarına rastlanır. 19. yüzyılda ve II. Abdülhamit devrinde ve sonrasında Ermeni hariciyeciler ve nazırlar da görülür. Örneğin Balkan Savaşı sırasında Osmanlı Devletinin Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Gabrile Noradanghian Efendi adında bir ermendir.
İmparatorluğun çeşitli bölgelerinde kale bekçiliği gibi değişik devlet hizmetlerinde bulunan Ermeni halk bu hizmetlerin karşılığında bazı vergilerden muaf tutuluyordu. Daha önce verdiğimiz Çukurovayı Orta Anadoluya bağlayan tarihi boğazdaki Gülek Kalesinin dışında, Karaisalı kazasındaki üç kalede de Ermeniler hakimdi; aynı şekilde bazı vergilerden muaflardı. Yine de kalede Ermenilerin hakim oluşu ve kale hizmetleri ile yükümlü olmaları bu kalelerde dizdar (kale kumandanı) bulunmadığı anlamına gelmiyordu. Vanda şehirde oturan hıristiyanların bazıları, 16. yüzyılın 2. yarısında kalenin burçlarına yağan karları süpürmekle yükümlü idiler. Ayrıca şehirlerde oturan halktan çok yaşlı, müflis olan, iş tutacak güçte olmayan ve gözleri görmeyenler de müzlüman veya hristiyan olmalarına bakılmaksızın vergiden muaf tutulurlardı.
İSİMLER
Muhtelif devlet memurluklarında bulunmuş Ermenilerin soyadlarına dikkat edilirse, türk Ermenilerinin Türklüğü ne derece benimsemiş oldukları göze çarpar. Bir çoğu tam Türk isimlerini alır. Sonuna bir takı ekleyerek Ermenice yapılır. Ör:
Hallaçyan, Portakalyan, Kuyumcuyan, Maksutyan, Yazıcıyan, Yavrumyan, Ballaryan, Karaciyan, Şahinyan, Boşgezenyan, Boyacıyan, Ispartalıyan, Taşçıyan, Pastırmacıyan, Arzumyan, Reisyan, Seferyan, Babayan, Cinciyan, Hekimyan, Çerkesyan, Hıdıryan, Kapamacıyan, Deveciyan, Palaciyan, Handanyan, Aslanyan, Kirişçiyan, Kuşadalıyan, Hanlıyan, Nazikyan, Kalfayan, fincancıyan, Ankaralıyan, Köseyan, Yüzbaşıyan, Acemyan, Terziyan, Kömürcüyan, Hamamcıyan, Katrayan, Uncuyan, Reisyan, Peştemalciyan, Horasancızade, Mühendisyan, Berbeyan, Cezayirliyan, Yağlıkçıoğlu, Yağlıkçıyan, Bilezikçiyan, Abdalzde, Demircibaşi, Hüçükhanli, Gelgelyan, Çereçyan, Şamliyan, Tokatliyan, Şirinyan, Bezciyan, Fasulyaciyan, Şahinyan, Gömlekçiyan, Hanciyan, Atamyan.
-yan, -oğlu, -zade, -başı takıları getirilerek soyadı olarak kullanılan Ermeni adları dışında Ermeniler tarafından olduğu gibi kullanılan Ermeni isimleri de vardır.
Ör: Celal, İhsan, Allah verdi, Altıntop, Taşçı, İlyas, Karakaş, Düz, Zeki, Hurdacı, Adil, Dilber, Fikri, Karakoç, Şinasi, Abdullah, Konca gül, Güllü, Türker, Turan, Türkay isimleri de bunlara örnek olarak verilebilir.
Ermeniler arasında oldukça sık görülen TORKOM (TOKOMYAN) ismi de bir çok tarihçinin Türkmenlere verdiği isimdir.
7) HUKUKİ HAYAT
Osmanlı kamu yönetimi hayatının ana yönetimsel parçası valilerin, mutasarrıfların, kaymakamların ve müdürlerin başkanlığında faaliyet gösteren idare meclisleri idi.
Bu meclislerin üyeleri müslüman ve hristiyan toplulukları temsil etmek üzere seçim ile belirlenirdi. Her topluluğun sayısı ile orantılı olarak bu meclislerde temsilcileri bulunurdu. Ermeniler genellikle idare meclislerinde 2 veya 3 vekil ile temsil edilirdi. Ayrıca vilayet ve sancaklarda Apostolik ve Katolik Ermeni kiliselerin ruhani liderleri de bulunurdu.
Ermenilerin etkin olarak temsil edildiği bir diğer alan ise adli hayat idi. Sancaklarda ve özellikle de vilayetlerde 1 ile 3 Ermeni yargıç bulunmakta idi. Bu yargıçlar sivil ve kriminal suçlar konusunda faaliyet göstermekte idiler. Kazalardaki ticari mahkemelerde 2 ila 3, merkez bölgelerde ise 5e kadar çıkabilen Ermeni üyeler, zaman zaman da mahkeme başkanları bulunurdu. Hristiyanların, özellikle de Ermenilerin ticari hayatta Türklerden etkin olmaları sebebi ile, ticari mahkemelerde de ağırlık Ermenilere aitti.
Yargıçlık dışında, Ermeniler adli müfettiş veya müfettiş yardımcısı, özel memur, icra komitesi üyesi, avukat, noter, düz memur olarak da hukuki yaşamda yerlerini almakta idiler.
Özellikle tanzimat döneminde, hukuki yaşamin bir çok farkli alanlarinda çok sayida Ermeni gerek seçilerek gerekse devlet tarafindan atanarak görevlendirilmiş bulunuyordu. Dikkat çekici bir diger nokta ise bu dönemde, Istanbuldaki hukuk fakültesinin 45 ögrencisinden 30unun Ermeni olmasi idi.
8-TİCARET- ZANAAT
Yine de Ermeniler 18. yüzyıla kadar, imparatorluğun mevcut iktisadi yapısı içinde daha çok ticaret ve zanaat erbabı olarak öne çıkmakta idiler. İstanbulda 1550 yılında, çoğu Sivas, Ankara, Konya, Bursa gibi kentlerden göç etmiş genellikle tüccar, esnaf, zanaatkar ve işçi olan birçok Ermeni bulunuyordu. Bu tarihlerde, kayda değer bir Ermeni yerleşimi oluşturulduktan sonra marangozluk, demircilik, kuyumculuk, terzilik, taşçılık, duvarcılık ve sarraflık giderek Ermenilerin eline geçti. Örneğin çoğu gayrimüslim olan tulumbacıların arasında Ermeniler oldukça yoğundu.
11 yaşindaki erkek çocuklarin çogu (varlikli ailelerin çocuklari dişinda) Ermenilern üstünlük kurdugu bu işlerde çirak olarak çalişmakta idiler. Bunlardan, 18. yüzyilda Istanbul sanatkarlari içinde en çok parlayanlar ise gümüş ve mücevher üzerine çalişan kuyumculardir. Örnegin Osmanli nişanlarini yapan Migirdiç Bernderyan, ayni zamanda dünyada ilk kez beyaz taş üzerine kazima teknigini uygulaip kişi olarak ün yaparak Ingiltere Kraliçesinden taktirname bile olmiştir. Ermeni kuyumcularinin el işçiligi Kapali Çarşida da uzun yillar izlenmiştir. Tombaki savat, mineli bakir, gümüş, telkari gibi zanaatler de Ermeni ustalari tarafindan maharetle icra edilmiştir.
Ermenilerin İstanbul dışında yoğun bir iktisai faaliyet gösterdikleri şehirlerden birisi de Bursa idi. Bursa özellikle ipekçilik faaliyetlerinin merkezi durumundaydı. İlk ipek ipliği fabrikası 1846da kurulan Bursada 1862 yılında gelindiğinde 90a yakın ipek ipliği abrikası bulunuyordu.
1865 yılında Bursadaki koza üretimini yılda 600 bin kilodan 1865te 192.444 kiloya düşürecek olan perebrine hastalığına karşı tedbir almaya çalışan Osmanlı İdaresi hastalığa neden olan virüsü keşfeden ünlü tıp bilgini Louis Pasteurü Türkiyeye davet eder. Bu davete olumsuz yanıt veren Pasteur, yerine Montpellier Ziraat Mektebini bitiren Kevork Torkomyanı tavisye eder ve Bursadaki ilk ipekböcekçiliği okulu da Kevork Torkomyan önderliğinde 1888de Harir Darüt Talimi (İpekçilik Enstitüsü) adıyla kurulur.
Ermeniler, özellikle Anadoluda çok yoğun bir şekilde geliştirdikleri yazmacılık, kumaşçılık, ipekçilik gibi işleri kısman İstanbula taşıdılar.
1630larda Haliç üzerinde Defterdar Camisine kadar olan bögeyi tasvir eden Evliya Çelebi Seyahatnamesinde burada Çömlekçiler Mahallesinde cadde üzerindeki 300 dükkanlı bir çarşıdan başka 250 çanak-çömlekçi dükkanının da bulunduğunuj yaar.ç Hem Evliya Çelebi hem Köürcüyanın verdiği bilgiye göre, çölek fırınlarında çanak-çömlek, testi, tabak ve yağ, bal, şarap ve su kapları imal edilirdi ve buralarda öyle mahir ustalar vardı ki, bu testiler padişah ve vezirlere hediye götürülürdü.
Ermeni ustalar, çini ve seramik yapımına da katkıda bulunmuşlardır. Dony Karandjoulov Alexievin 1994te Pariste yayımlanan DЃ©cor sur Porcelaine, Motifs de lorient adlı eserine göre bu ustaların en tanınmışı 1470-1520 yılları arasında yaşayan Kütahyalı Apraham (Baba Nakkaş) Fatih Sultan Mehmet zamamnında yeni bir stil geliştirmişti.
Bu stil, klasik ile İslami motiflerin örtüşmesiyle meydana gelen arabesk (Rumi) çin porseleni gibi çiçekli (Hatayi) özellikler taşımakta idi ve bu yüzden Rumi-Hatayi stili olarak anıldı.
Osmanlı İmparatorluğu, bütün büyük imparatorluklar gibi fetih ideolojisine uygun bir örgütlenme benimsemişti. Bu sebeple toplumsal örgütlenmesi de imparatorluğun askeri yapısını güçlendirmeye, mükemmelleştirmeye yönelik olmalıydı. Ekonomik faaliyet, askeri faaliyetin bir uzantısı olarak görülmekte, ticaret ise her zaman savaştan sonra gelmekteydi.
Daha baştan itibaren hem askeri hem de ticari faaliyetin merkezi olabilme özelliklerini taşiyan Istanbul esas olarak üretim degil dagitim merkezi şekline bürünmüştü. Rusyadan ve Anadoludan gelen hububat ve yün burada degiş-tokuş edilirdi. 1905 yilina ait bir istatistik, yelkenliler ve küçük kiyi tekneleri hariç, toplam 14.785.080 tonluk bir kapasiteyi temsil eden 9.796 geminin Istanbul Limanina geldigini göstermektedir. 16. yüzyildan itibaren tüccarlar ve yabancilar gerçekleştirmekteydi.
Osmanlı Devletinde denizcilikte uazmanlaşmış azınlık oarak ilk olarak Rumlar akla gelse de Ermeniler de zaman zaman bu alanlarda faaliyet göstermişlerdi. Özellikle 1851de kurulan Şirket-i Hayriyenin kuruluşunda rol aldıkları bilinmektedir. Şirketin kuruluşu için Sultan 100 altın verirken, Pişmiş Mikayel Amiranın oğlu Nişan da 10 altın vermişti. Sonraki 6 sene bu şirketi yönetenler arasında Mıgırdiç Bilezikçiyan, Agop Bilezikçiyan ve Agop Kalciyan gibi Ermeniler de görev almışlardı.
Ermenilerin Osmanlılar ve Batılılar arasındaki ilişkilerde rol oynamaları 17. yüzyılın 2. yarısında artmaya başladı. Ayrıca imparatorluk hükümeti için vergi toplamanın yanında ticaret ve bankacılık işlerinin büyük bölümünde etkin oldular. Bu aracılık faaliyetlerinin daha çok gayri müslümlerce yapılmasından dolayı, muhaberat, faturalar, zarf, antetli kağılar en az üç dört lisanda (Osmanlıca, Rumca, Ermenice, Fransızca) basılmakta idi.
9) ERMENİLERDE EЃ İTİM- MİSYONER OKULLARI
Özellikle 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun müslüman ve gayrımüslim tebaası arasında ticari hayatı da önemli ölçüde etkileyen farkı yaratan eğitim faaliyetleri idi. Eğitim alanındaki bu farklılık neredeyse doğrudan ticari faaliyetler üzerindeki hakimiyeti de belirliyordu.
Bu dönemdeki Ermeni eğitim kurumları kardeşlik adı altında daha çok dinsel ve hayırsever amaçlarla kurulmuşlardı. Ermeni kültür kurumları tarihsel olarak üç döneme ayrılabilir:
1) 1810 öncesi eski dönem, genellikle kardeşlik,
2) 1810-1908 arası orta dönem, genellikle kurum,
3) 1908 sonrası yeni dönem, genellikle dernek adı altında toplanılır.
Yeni dönem öncesi kültür kurumları genel anlamda okullara yardım Mekhitarian Okulu etmek dışında, okul olmayan yörelerde okul açma çalışmalarında bulunur. Ermeni kültür yayılma dönemi Tanzimat'la (1839) başlar, 1880'li yıllarda son bulmuştur. 1881'de okul ve dernek salonlarında toplantı ve konuşma düzenlemek yasaklanır ve1882'de Babıali tüm kültür kurumlarının listesini, amaçlarını ve maddi durum raporlarını ister.
Sınai gelişmelerinin ardından, eğitime büyük önem veren Fransa, İngiltere, Almanya ve İtalya gibi devletlerde önemli oranda vasıflı işgücü fazlası ortaya çıkınca, bu işgücünün bir kısmı 19. yüzyıl boyunca Osmanlıda misyoner olarak faaliyet göstermişler veya zengin konaklarında Batı dilleri ve kültürünü öğretmişlerdir. Kendisine Gavur Padişah denmesinden çekinmiş olan II. Mahmud misyoner okullarını müslümanlara yasak etmiş, ayrıca saraya ve ileri gelenlerin köşklerine yabancı eğitimci sokulmasını yasaklamıştır.
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki Amerikan misyoner okulları hakkında araştırmalar yapan Uygur Kocabaşoğlu, 1839da beş olan toplam misyoner istasyonu sayısının 1870de 17yi bulduğunu ve bağlı uç istasyonların ise 180i aştığını belirtmektedir. Bu misyoner oklları Ermenileri de içeren gayri müslimlerin Avrupa ile ilişki kurmalarına olanak sağlamıştır. Bu okullardan mezun olan başarılı öğrenciler Avrupa üniversitelerine devam edebilmekteydiler.
Bu şekilde Osmanli finans hayatinda büyük rol alan Ermeniler, örnegin Osmanli Bankasinin kuruculari arasinda bulunmaktaydi. Bu kuruculardan Mihran Düzyan, darphane amiri, Bogoz Düzyan ise sarayin baş mücevhercisi olarak görev yapiyorlardi. Ayni dönemde kurulanTürkistan Bankasinin idare heyetinde Ermenilerden Horasancioglu, Misirlioglu ve Pişmişoglu Efendiler de bulunuyordu.
10) MATBAA BASIN
Ermeni matbaacıları arasında Boğos Arabyan ve Canik Aramyan gibi Osmanlı Matbaacılığına da önemli katkılar yapan yayımcılar vardır. Araboğlu isminde, kendi adıyla anılan nesih ve talik karakterlerini icat eden Boğos Arabyan, Osmanlı devletine ve matbaacılığına yaptığı katkılar nedeniyle bir berat ve nişanla onurlandırılan ve 1816da Hassa Matbaası yöneticiliğine getirilen bir matbaacıydı. Boğas Arabyan, Vakanüvis Asım Efendinin Kamüs tercümesinin 1814 yılında Mühendishane Matbaasındaki basımına da nezaret etmiş ve bu amaçla, Asvador ve Klaust adlarındaki iki oğlu ile beraber Tabhaneye taşınmıştır.
Yine Canik Aramyanda Hassa matbaası sorumlusu olan hazırladığı salnameler ve takvimlerle dikkat çeken önemli bir matbaacıydı. Bu tarihler aslında İstanbuldaki ilk Ermenice gazetenin de yayınlandığı dönemlerdi. 1832de yayımlanmaya başlayan Lro Kir Medzi Derutyan Osmanyan Büyük Osmanlı Devleti Gazetesi adlı gazetenin çıkışından çok kısa bir süre sonra, 1850lerin sonunda, yayımlanan Ermenice gazete sayısı 20yi buldu. Bu arada ilk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi, ayrıca Vakit ve İkdam gazeteleri de Ermeni dilinde yayımlandı. Yine Manzume Gazetesinin kurucusu Garabed Efendi Panoryan isimli bir Ermeni idi.
Osmanlı İmparatorluğunda yayımlanan tek mizah gazetesi olan Diyojen ve Çıngıraklı Tatarın sahibi ise Ermeni Teodor Koseb idi. Fransızca, Rumca ve Ermenice olarak yayımlanan ve 4 sayfa olan Diyojen gazetesi modern mizahın ilk sayılan örneklerini vermiş ve sayfalarında Namık Kemal, Ali Bey, Ebüzziya Tevfik gibi tanınmış yazarların hicivlerine yer vermiştir. (Dergi 183. sayısından sonra siyasal içerikli yazılarından dolayı kapatılmıştır)
Bunun üzerine Çıgıraklı Tatarı yayın hayatına sokan Teodor Kasab, bu dergide karikatürlere daha çok yervermiş ve her sayıya bir karikatür vermiştir.
Osmanlı İmparatorluğundan günümüze dek yayımlanmış Ermenice gazete ve derginin sayısı İ.Ü.Basın Yayın Yüksek Okulu tarafından basılan Türkiyede yabancı dilde basın adlı çalışmaya göre 601 rakamına ulaşmaktadır. 414ü İstanbulda, 187si Anadoluda yayınlanan bu gazetelerin 397si Osmanlı İmparatorluğu zamanında yayınlanmıştı. Bunlardan 51 tanesi Ermeni harfleri ile Türkçe olarak çıkarılmıştır ve %95i de 1873 yılından öncesine aittir. Yine bu 51 gazetenin 34ünün Anadoluda yayımlanmış olması göstermektedir ki buralarda yaşayan Ermenilerin büyük çoğunluğu Ermenice bilmemektedir. (yaklaşık olarak 40 yıllık bir yayın hayatı olmuş olan) Manzume-i Efkar, bu gazetelerden sonuncusudur.
Osmanlı döneminde vilayetlerde yayımlanan Vilayet Gazeteleri de değişik dillerde yayınlanan gazetelerdi. Örnek olarak Diyarbakırdaki Diyarbekir ve Bursadaki Hüdavengidar Gazeteleri hem Türkçe hem de Ermenice olarak yayımlanmaktaydı.
1890 yılında James Redhouseun Osmanlıca-İngilizce sözlüğünün ilk basımını yapan ve aynı zamanda vali, sözlük yazarı ve tiyatrocu Ahmet Vefik paşa ile de çalışmış olan Agop Boyacıyan, Osmanlıca yazılmış kitapları da basmaktaydı.
1899 yılında yayımlanan Maarif Nezareti yıllık istatistiklerinde İstanbuldaki 90 matbaanın 32sinin Ermeniler, 23ünün Türkler, 15inin Rumlar, 5inin Yahudiler, 5 inin Levanten veya Avrupalılar, 2sinin İranlılar tarafından yönetildiği kaydedilmektedir.
11) SANAT
Türk-Ermeni kültür ilişkilerinin ne derece köklü oldugunu halk edebiyatini, mimarlik ve sahne sanatlarini inceleyerek görmek mümkündür.
11.1. EDEBİYAT
Örneğin Anadoluda Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerde yaşayan Ermenilerin kendi milli dillerini unuttukları, hakim topluluk dili olan Türkçeyi öğrendikleri Ermeni araştırmacılar tarafından da kabul edilmektedir. Bu Ermenilere Türkofon Ermeniler de denilmektedir.
Ermeniler, yoğun bir şekilde Türk kültürünün ve dilinin tesirinde kaldıklarından Ermeni-Türk Edebiyatı (La littЃ©rature armЃ©no-turque) adı verilen Ermeni harfleri ile yazılmış, metni Türkçe bir edebiyat türü geliştirmişlerdir. H. Berberrian bu edebiyat ürünlerini açıkların şiirleri, sözlü edebi eserler, tercümeler, gazeteler veya mecmualar, mezar kitabeleri olarak 5e ayırır.
Türkçe'nin Ermeni harfleriyle de yazilmaya baslanmasi 14-15. yüzyillara kadar iner. Bu yolla sayisiz folklor, filoloji, edebiyat, din, tarih ve birçok bilim dallarina iliskin yazmna ve basma kitaplar bulunmaktadir. Bu arada Ermeni harfli Türkçe olarak yayimlanmis zengin bir süreli yayin (gazete ve dergi) koleksiyonu da günümüze kadar ulasabilmistir.
Ermeni harfli Türkçe basılı eserlerin bilinen en eski örnegi 1727, günümüze en yakin örnegi de 1968 tarihini tasimaktadir. 250 yili askin bir süre içinde dünyanin yaklasiok 50 sehrinde, 200 kadar yayinci tarafindan yayimlanan kitaplarin sayisi 2000'i geçmektedir. Sayilari 130'u bulan süreli yayinlarin ise en eski örenegi 1840, en yenisi de 1947 tarihlidir.
Bir müzik aletinin eşliginde gezginci Ermeni aşiklarin söyledikleri halk hikayeleri arasinda Köroglu Destanini, Aşik Garipi, Kerem ile Asli gibi geniş kitlelere mal olan hikayeleri de sayarlar. Istanbulda bulunan ünlü Ermeni aşiklar arasinda yayilan Türk halk hikayeleri, Türk-Ermeni Aşik Edebiyati ilişkileri hakkinda bir çok ipucu verir. Fikret türkmenin konu ile ilgili yaptigi çalişmalar içinde yer alan ve 1882de ölen Ermeni Aşik Emirin söyledigi şu dörtlügün Türkçe çevirisi, iki milletin dostlugunu dile getirir.
Din ayrı, möhkem gardaşız
Senin bahtına benzerik
Gol bir, el bir eliyek, birlikte dağık (dağız)
Ayrılıgda, nazik bir goluz (kuluz)
Aşuğ adı verilen gezgin veya yerleşik halk şairleri, çağlar boyu tipki Türk aşıkları gibi halkın dilinden söyleyerek sosyal bir işlevi yerine getirmekteydiler. Kent, kasaba, köy üçgeninde kültürel alışverişi sağlayan aşuğlar zaman içerisinde aynı Türk aşıkları gibi temel işlevlerini yitirmişler yöresel halk sanatçısı konumuna dönmüşlerdir. Ermenilerde Aşuğ geleneği Azeri, Gürcü,Türk ve Rus geleneklerinde de var olan bi sözlü tarih taşıyıcılığı görevini üstlenen kişilerdi. Türkçede aşık olarak adlandırılan bu gezginler Ermenilerde 16. yydan itibaren kusa denen halklar arası kültür taşıyıcılığı görevini üstlenen kusan lara aşuğ yada aşığ denmesiyle Ermeni kültürüne girmişlerdir. 17. ve 18. yy larda İsfahan, Tiflis ve İstanbul merkez olamak üzere Aşuğ geleneği altın çağına girmiştir. Anadolu kültür mozayiğinde kendi halklarını tanıtmak amacıyla geniş yer bulan aşuğlar diğerlerinden farklı olarak taşıdıkları kültürün dili yerine genellikle içinde bulundukları tprakların dilini kullanmışlardır. Ermni aşuğların eserlerinde genellikle aşk, felsefe, öğüt ve siyasi konular işlenmektedir.
18. yyda yaşayan Sayat Nova Ermenilerin aşuğluk geleneğine yeni bir dönem getirmiştir. Bu tarihe kadar Türk Ermeni, Gürcü Ermeni veya İran-Ermeni aşuğ okullarında eğitim alan aşuğ adayları Sayat Novanın girişimleriyle Aşuğ Civan başkanlığında bir Ermeni aşuğ okuluna kavuşmuşlardır. Aşuğ Civanın eserleri Ermeni aşuği eserlerinin de temelini oluşturmuştur.
Bu tarihten sonar literature geçen aşuğ sayısı birkaç yüz civarındadır. Bunların arasında İran-Ermeni aşuğ okulu kurucularından Aşuğ Mıgırdiç, Türk Ermeni aşuğ okulu kurucularından Aşuğ Artin (18. yy 30lu yıllar), Gürcü Ermeni aşuğ okulu kurucusu Sayat Nova, Yerevan aşuğ okulu temsilcisi Aşuğ Şirin göze çarmaktadı. Bu tarihlerden sonar SSCB dönemininin en ünlü aşuğları Aşuğ Şeram, Havas, Aşo ve Şahendir.
1970li yılların ardından aşuğlara tekrar eski adlar olan kusan denmiştir. En çok kullanılan ritm 6/8liktir. 5/8, 7/8 ve 8/8 de kullanılan diğer ritmlerdi. Aşuğ geleneğinde emprovizasyon ön planda olduğundan birçok aşuğ eseri kayda geçirilememiştir.
Sunuma önem veren Ermeni aşuglarinin zaman zaman eşlik enstrümani olarak santur, keman, kamança, kanun, tar ve konkur kullandiklari görülmüştür.
Her eser öncesinde ve sonrasında icracıların kendilerini tanıttıkları taksime benzer bir bölüm vardır. Kul EflЃ¢zЃ®, Kul Agop, KevkebЃ®, GanЃ®, PesendЃ®, Asug Civan, BidarЃ® ServerЃ®, NЃ¢mЃ®, Anadolu'da yetişmiş Türkçe şiir söyleyen aşuğların en tanınmışlarıdır. Ermeniler arasında kadın aşuğlara Varsag denirdi.
Aşuğların kullandıkları edebЃ® türler de gerçekten hayret edilecek düzeyde Türk edebiyatındaki türlerle benzerlik göstermektedir. Dübeyt, Taslip,(?) Gazel, DivanЃ®, Semayi, Koşma, Destan, Muhammes, Müstezad, Tecnis gibi edebi terimlerin yanında Doğu Anadolu Ѓ¢şık edebiyatının tipik örnekleri arasında yer alan Taşlama ve Muamma asma gibi türler de Ermeni aşuğları arasında yaygındır.
11.2. MÜZİK
Dindışı kültürlerini Müslümanlar ve diğer azınlıklarla paylaşan Ermeniler, yüzlerce yıl dinsel kültürlerini dış etkilere karşı korumaya çalışmışlardır. Böylece Ermeni besteciler musiki etkinliklerini daha çok klasik Türk musikisi, 19. yy'ın ortalarından sonra da klasik Batı musikisi kulvarında sürdürmüşlerdir. Dinsel musikideki kapalılık ise yaklaşık 700 yıllık bir repertuvarın değişikliklere uğramadan yaşamasını sağlamıştır. Ancak, Ermeni musikisinin klasik Batı musikisi repertuvarı Türk musikisindekine oranla sınırlı kalır.
İstanbul dışında ise, hem Türk Musikisi, hem de geleneksel müzik türlerinde eserler veren çok sayıda aşuğ (Aşık) ve bestekarın adı, araştırmacı Kevork Pamukciyan'ın derlediği belgelerde zikredilmektedir. Ayrıca Zilciyan gibi Ermeni kökenli ailelerin ve ustaların geleneksel yöntemlerle ürettiği kimi enstrümanlar, halen dünya çapında tanınır ve kullanılır.
Dilden dile dolaşan, radyoda veya TVde dinledigimiz, kulagimiza çarpan bazi şarkilar vardir, hoşumuza giderler. Türk Musiki hayatina güzel eserleri ile katkida bulunmuş Ermeni bestekarlarin eserlerini bestecisinin Türk veya Ermeni oldugunu ayirdetmeden dinleriz.
Bilirim, daha sen pek küçüceksin
Gönlüm seni sevdi, ne diyeceksin?
Ne bir istiğna (çekinme), naz edeceksin
Gönlüm seni sevdi, ne diyeceksin?
Yüzüm şen, hatiram şen, meclisim şen, mevkiim gülşen,
Dilim şen, hem-revim (yoldaş) şen, hemşerim şen, hemdemim şen,
Nasıl şen olmasın gönlüm, bu bezm-i iyş ü işrette (içki aleminde)
İçen şen, söyleyen şen, dinleyen şen, yar ü agyaş (dostlar ve gayrileri) şen.
Yukarıdaki şarkılar, Bimen Şen (1873-1943)e aittir. Bursa doğumlu bir Ermeni sanatkarı olan Bimen Şen, küçüklüğünde Bursadaki Ermeni kilisesinde ilahi söylemeye başlamış, 1884de ünlü Türk bestekarı Hacı Arif bey, Bursayı ziyaretinde bu güzel sesli çocuğu dinleyip , müziğe olan büyük yeteneğini keşfetmiştir. 1887de 14 yaşında İstanbula gelen Şen, zamanin ustalarindan dersler alir ve Türk Müziginin en güçlü sanatkarlarindan biri olur.
Ermeni musiki sanatkarları, eserleri ile Türk Toplum hayatının nasıl bir parçası olduklarını, bu topluluğu ve kültürünü nasıl benimsediklerini, zevklerinin nasıl ortak olduğunu ortaya koymuşlardır.
Hamparsum Limoncuyan (1768-1839) kendi icadı olan notalarla birçok Türk Bestekarının eserlerini yazmış, bunların kaybolmasını önlemiştir. Hamparsum notaları ile yazılmış altı şarkı defterinden yalnız ikisi elde bulunmaktadır.
Kimi Ermeni bestekarlar sarayda görev aldıkları için Ağa ünvanı alırlar. Ünlü Türk bestekarı İsmail Dedenin öğrencisi Nikağos Ağa (ölümü 1890), Ortaköylü Astik Ağa (1833-1912), yine Ortaköylü Tatyos Ağa (1855-1913) bunlara örnektir.
Osmanlının son dönemlerinde yaşayıp Cumhuriyet döneminde de Türk müzik hayatına katkıda bulunan Levon Hancıyan (1857-1947), Artaki Candan (1885-1948) ve Udi Hrant Emre (1901-1960) gibi besteciler de bulunmaktadır.
Ermeni müzisyenlerin Osmanlı sosyal hayatında son derece belirli bir yerleri vardır. Dikran Çuhacıyan, Ermeni Verdisi bazen de Türk Offenbachı olarak tanınmakta idi. Diğer bazı sanatkarlar arasında; İstiklal Marşını armonize eden Edgar Manası, Harutyun Sinanyanı, Bedros Çömlekçiyanı Neyzen Zenop, Tanburi Aleksas, Aristages Hovtannes Şalcıyan (Aris), Udi Afet (Hapet), aynı zamanda sedefçi olan Udi Sedefçi Diron, Kemani Dikran, Lavtacı Ovrik, Udi Arşak Çömlekçiyan, Udi Büyük Sarkis, Udi Sarkis Kılıçyan (Küçük Sarkis), Kanuni Nuber, Hanende Yeryaar, Kanuni Artaki, Kanuni Mihran (Kavukçuyan), Kemani Nubar Çömlekçiyan, Hampartsum Çerçyan, Nigoğos Taşçıyan, Aristakes Khağna Hisarlıyan, Srap Hamamcıyan, Yopkapılı Hanende Nigoğos, Kemani Sebuh (tek gözlü), Hanende Astik (Hamamciyan), Kemani Tatyos, Keresteciyan Mike, Kanuni Hampartsum, Kemani Nigoğos (Hüdaverdi), Tanburi Harutyan (Beğestinli), Kemani Kris, Tanburi Yervant, Hanende Viçen, Kemani Andon, Hanende Soğatik, Antuan Mezciyan, (Makbuliye, İkbaliye ve Karamaniye marşlarını yazmıştır) ve Kemani Kirkor Çulhayanı sayabiliriz.
Ayrıca 18. yüzyılda geliştirilen Ermeni notaları, portesiz yazılmış olmaları ve Avrupa notalarından farklı olarak ve doğu müziğine daha uygun olmaları nedeni ile uzun bir süre Osmanlı Bandoları tarafından kullanılmıştır.
11.3. TİYATRO OPERA
Tiyatronun Osmanlı toplumundaki gelişiminde Ermeni sanatçıların oldukça büyük katkısı olmuştur. Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet tiyatrolarının öncesindeki geleneksel Türk Halk Tiyatrosunun kimi tiplemelerinin Ermeni oyuncular tarafından canlandırıldığı bilinse de bu günkü anlamda tiyatro çalışmaları 1800lerin başından itibaren başlamıştır.
Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. yüzyıl Türk Edebiyatından bahsederken, Abdülmecidin garptan gelen her şeye karşı olan merak ve sevgisinin 1840tan sonra küçük bir saray tiyatrosunun inşasını mümkün kıldığını anlatır. Burada bazı piyes, opera ve operetlerin oynandığını ilave eder.
Özellikle 1810 yılından sonra İstanbulda Ermeniler tiyatro çalışmalarını arttırmışlar, bazen zengin Ermenilerin evlerinde, bazen bir Ermeni okulunda, 1861den sonra Beyoğlundaki Şark Tiyatrosunda temsiller vermişlerdir. (Aynı tarihte İzmirde de bir tiyatro binası yapılmıştı.) Başlangıçta Ermenice veya yabancı bir dilde oynanan oyunlar, zamanla Türkçe olarak oynanmaya başlamış, böylece daha fazla seyirciye ulaşılmıştır.
Şark Tiyatrosunun 1867de kapatilmasinin ardindan, bu tiyatro sanatçilari bir süre başka isimler altindaki kumpanyalarda oynayan ve Türk Tiyatrosunun en önemli kişilerinden biri sayilan Güllü Agop (Agop Vartoviyan 1840-1902), 1870 tarihinde Türkçe tiyatro eserleri oynamak üzere Gedikpaşada, Üsküdarda, Baglarbaşinda, Beyoglunda ve Tophanede açacagi tiyatrolar için devletten müsaade almiştir.
Güllü Agop, çalışmaları sayesinde saraya kabul edilmiş, daha sonra müslüman olarak Yakup Efendi ismini almıştır. Güllü Agopun Osmanlı Tiyatrosu olmasa idi, belki de Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ali Bey ya da Şemseddin Sami, tiyatro yazarı olmayacaktı.
1839dan II. Mesrutiyetin ilan tarihi olan 1908e dek süren dönemde büyük bir kültür değişimi yaşanmış ve bu süreçte de tiyatroya büyük önem verilmiştir. Saray kitaplığında 500 Avrupa Oyununun metnini bulunduran bir II. Mahmut; üç hekimine sarayında MoliЃ¨rein Hastalık Hastasını Türkçe seyrettiren bir Abdülmecit, bir oyunun yarattığı kuşku ğruna koskoca tiyatroyu bir gecede yıktıran fakat oyunun yazarı Ahmet Mithatı saraya aldıran, Bursada tiyatroyla ilgileniyor diye valilikten el çektirdiği Ahmet Vefik Paşayı iki gün için de olsa Başbakanlığa getiren bir II. Abdülhamit, Türklerle azınlıkları bir araya getirerek bir Ulusal Tiyatro kurmayı amaçlayan, bu tasarısı gerçekleşmeyince onun yerine Güllü Agopa verdiği tekelle kamu denetimli ibr çeşit devlet tiyatrosu kuran Ali Paşa, oyunlar çeviren, uyarlayan, provaları yöneten, halka tatlı-sert tiyatro sevgisi aşılayan bir Ahmet Vefik Paşa, Türkçeye ve Türk yazarlarına verdiği önem yüzünden kendi Ermeni toplumu içinde kötü bir kişi olan, ama bütün güçlüklere göğüs gererek Türk Tiyatrosunun temelini atan bir Güllü Agop; sıkıdenetimin en zor günlerinde bile ip canbazlarının denge ustalığı ile tiyatro eylemini dönemin sonuna dek sürdürebilen bir Mınokyan, Kamelyalı Kadın ile özdeşleşen, onun dramını içten yaşayarak genç yaşta sahnede ölen gerçek bir profesyonel, Mari Nıvart, ve daha niceleri bu dönemin kültür mozaiğine eklenmiş kişilerdir.
Tanzimat ve İstibdat tiyatrosuna göre, yer adları, dekorlar, shaneler ve insanlarıyla zamanına daha sıkı bağlı olan Meşrutiyet Tiyatrosu ise artık İstanbulun dışına çıkarak Rumeli ve Anadoluya yayılır ve köylere kadar uzanır. Özellikle Ermenilern çabası ile gelişme gösteren tiyatro oyunculuğunda müslüman Türk oyuncular sayıca az olarak bulunur. Bu dönemde artık Mınakyan Efendinin okulunda genç oyuncular eğitilmeye başlandı. Mınakyan Efendinin yanında, Aleksanyan Efendi, Şahinyan Efendi, Dülgeryan Efendi, Tolayan Efendi, Benliyan Efendi (operet artisti), Karakin Efendi gibi Ermeni komedyenler, Binemeciyan Hanım, Eliza Binemeciyan, Madam Aleksanyan, Madam Hekimyan, Arşaluz Hanım ve Koharik Şirinyan Hanım gibi Ermeni aktristler; Nıvart Hanım, Hayganuş Hanım, Kamela Hanım, Rana Dilberyan Hanım, Yalfraz ve Agavni Arapyan, Mari Ferha Hanım gibi şantözler bulunmaktadırlar.
İslamın etkisi ile Türk Kadınının toplum içindeki yerini bulamayışı Türk Kadınının tiyatro oyuncusu olarak öne çıkmasını engellyen nedenlerdendi. Tanzimat doneminde kadın karakterleri özellikle Ermeni veya başka etnik kökenli Hristiyan kadınlar oynuyordu. Üstelik o yüzyılda Osmanlıya batı tiyatrosunu sokan Ermeniler arasında bile kadının sahneye çıkması kolay olmamıştır. Ermeni Patrikliği ve Ermeni Toplumunun tutucu kesimi kadının sahneye çıkmasına engel olmuştur. İlk başlarda ancak 12, 13 yaşlarındaki Ermeni kızları sahneye çıkabiliyorlardı. İlk Ermeni kadın sahne sanatçısı, 1856da asıl adı Agavani Hamoyan olan Fanidir. İlk profesyonel kadın oyuncu ise, 14 Aralık 1861de sahneye çıkan Aruzyak Papazyan olmuştur.
1908den Cumhuriyetin kuruluşuna kadar olan dönemde kurulan bir çok tiyatro toplulugu arasinda yine Ermeni oyunculardan oluşanlar vardi. Ahmet Fehimin Benliyan ile birlikte kurup Mürebbiyeyi oynadiklari Osmanli Komedi Kumpanyasi, gene Benliyanin Hüseyin Kami Bey ve Misir-Türk amatörler kurucusu Ömer Sadi Bey ile kurduklari Vatan Tiyatrosu Kumpanyasi, Yeni Varyete Kumpanyasi, Osmanli Milli Zevk-i selim Kumpanyasi, Tasfiye-i Ahlak Kumpanyasi, Minakyanin da katilmasiyla Tencere Yuvarlandi Kapagini Buldu adli komedyayi oynayan Zevk-i Selim Tiyatrosu, Sahne-i Bedai Kumpanyasi, Yeni Osmanli Tiyatrosu ve kantocu Peruz Hanimin toplulugu hep agirlikli olarak Ermeniler görec aldigi topluluklardir.
Ermenilerin özellikle türk Tiyatro Sanatına katkıları son derece önemlidir. Başlangıçta sanatkarları, yazarları Ermeni olan bu tiyatrolar türk sahne sanatkarlarının yetişmelerine, bir çok ünlü Türk Yazarlrının da tiyatro eserleri yazmasına neden olmuşlardır.
11.4. MİMARİ
Sultanlar ve Türk mimarlari muhtelif beylik insaatlarinda, Anadolu'dan gelen Ermeniler arasinda bulunan çok sayida kalfa ve orta dereceli mimarlardan bir hayli faydalanmislar ve bunlara birçok mühim isler de teslim etmislerdir. Yavas yavas maharetlerini ve sanatlarini gösteren bu kalfalar ilerleyerek sarayda taraftar kazanmislar, ve nihayet Sultan'a bile takdim edilerek devlet islerinde dahi kullanilmislardir. Örnegin, günün en büyük mimarlarindan sayilan Balyan ailesi 200 seneden fazla devlete hizmette bulunmuslardir.
Balyanlarin atalari rivayete göre Karaman'in Belenköyünden olan Balen veya Bali kalfadir. 1683 senesine kadar Istanbul'da bu ailenin nereden geldigi hakkinda hiçbir kesin bilgi yoktur. Agizdan agiza nakledilen bir rivayete göre, o zamanlar Balen köyün muhtari bulunan Bali kalfa Istanbul'a gelerek Sultan III. Mehmed'in saray mimari aslen Ermeni olan bir zat ile ahbap olur. bali mezkЃ»r mimarin yerine geçmeyi basarir. Bali Balyan 1725 tarihinde vefat ederek yerini oglu Magar'a terkeder.
Mimar Magar cesareti sayesinde az zaman içinde içinde oldukça yüksek mevkilere gelir. Kendisine önemli insaatlar verilir. Fakat bir jurnal olayinin ardindan I. Sultan Mahmut tarafindan görevinden alinarak sürgün edilse de bir süre sonra anlasmazliklarin giderilmesi ile görevine iade edilir. Bu süre boyunca sürgün yeri olan Bayburtta, oglu Krikor'a mimarligini ögreten Magarin ölümünden sonra yerine Krikor geçmistir.
Kendisi ve eserleri hakkında az sayıda bilgi bulunan Kirkora mimarlık belgesi I. Sultan Hamit tarafından verilmiştir. Sultan Mahmut II. ve kendi arasında samimiyet bağları olduğu bilinmektedir. Ayrıca Ermeni kaynaklara gore III. Sultan Selimin gayri resmi öğüt vericisi olduğu yazılmaktadır. Sarayda kazandığı itibar ve güven yabancı devletlerin dikatini çekerek sarayla bir konuşma veya bir meselenin halli için Krikor Efendi'nin yardımına müracaat ederlerdi. Fransızların onun için il Ѓ©tait le trait- d'union entre le sЃ©rail et les puissances yani; saray ve yabancı devletler arasında arabulucu rolünü oynuyordu, dedikleri söylenmektedir.
Krikor Balyan babası gibi Kayseri'ye sürgün edilir. Fakat vaktiyle saraya tavsiye ettiği Kazez Artin'in sultana bir nefis pastırma ikram etmesi sayesinde İstanbul'a geri döner. Hamit I., Selim III., Mustafa IV. ve Mahmut II. sultanlar zamanında hükЃ»mete ve milletine faydalı surette çalıştıktan sonra 1831 senesinde vefat eder. Yerini oğlu Garabet alır.
Balyan'lara atfedilen eserlerin en mühimleri şunlardır:
1) Sarayburnu sarayı (1875 de yandı)
2) Beşiktaş eski sarayı (şimdiki saray mahallinde)
3) Beylerbeyi sarayı (Yeniçeriler tarafından yakıldı)
4) Arnavutköy Valide Sultanların sarayı
5) Defterdar Sultan sarayı (Haliç'te)
6) Derphane
7) Üsküdar Selimiye kışlası (1807 den evvel)
8- Davutpaşa kışlası (1807 den evvel)
9) Aynalı Kavak köşkü
10) Sultan mahmut köşkü
11) Tophane Nusretiye camii (1826 da)
12) Üsküdar Surp Haç Ermeni Gregoryan kilisesi (1830)
13) Kayseri'de bir kilise (sürgün zamanı)
14) Beyazıt yangın kulesi (Senekerim Balyan taraf. 1828).
15) Beşiktaş Ermeni Gregoryan kilisesi (1838)
16) Zeytinburnu demir fabrikası
17) Dolmabahçe sarayı
18- Çırağan sarayı (eskisi) 1910 senesinde yandı
19) Eyup çifte sarayları
20) Salıpazarı sarayı (güzel sanatlar)
21) Yıldız köşkü (eskisi)
22) harbiye askerЃ® mektebi
23) İzmit kumaş fabrikası
24) Hereke kumaş fabrikası
25) Bakırköy kumaş fabrikası
26) Mahmut, mecid ve Aziz Sultanların türbeleri
27) Terkos Valide bentleri
28- Bandırmada bir kilise (1858).
29) Darphanenin büyük kapısı
30) Ortaköy camii
31) Tophane saat kulesi
32) Aksaray Valide camii
33) Göksuyu köşkü
34)Ihlamur köşkü. (3)
18. yüzyılın ilk 25 yılında Avrupa ile ilişkilerin geliştirilmesinin ardında, binalarda ve sanat eşyalarında bir takım rönesans şekil ve motifleri görülmeye başlanır. Klasik şekillerden uzaklaşılan bu dönemde, Avrupa sanat hareketlerini izleyen Ermenmi mimarlar da İtalyan ve Yunan melektaşlarının yanında klasik okulun eski ustalarının yerini almışlardır. 1853 yılında Ermeni mimar Karabet Balyan tarafından yapılan Dolmabahçe sarayı ise Varok-ampir karışımı bir üslupla inşa edilmiştir. Dolmabahçe sarayı hakkında Tarih Dünyası (4) mecmuasında şu satırları okuyoruz: HicrЃ® 1273, MilЃ¢di 1856-1857 yıllarında, yani kırım harbinden sonra Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Resim ve plЃ¢nını yapan mimar meçhuldür. İnşaat Hacı Kalfa diye anılan Karabet Serkis ağa isminde bir sanatkЃ¢rın kontrolünde gerçekleşmiştir.
12) KIRILMA NOKTASI
Askeri uzman olarak Türkiye'de bulunan Helmut Von Motke'nin dediği gibi: Bu Ermenilere (Osmanlı Ermenileri) aslında Hristiyan Türkler demek mümkün. Bu hakim milletin adetlerinden o kadar çok şey almışlar... Yemekler tamamıyla Türk tarafında; koyun eti ve pilav yemeğin temelini teşkil ediyor, gelen yemeklerden ikisinden biri mutlaka tatlı...
Peki yüzyıllar boyunca Osamnlı İdaresinde güven ve huzur içinde rahatça yaşayan, İmparatorluğun bütün unsurlarıyla uyumlu bir ilişki kurmuş Ermeniler, hangi noktada millet-i sadıka olmaktan uzaklaşmaya başlamışlardır?
Ermeni sorunundan bahsedilmeye 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlanır. Ermeni sorununa başlangıç arayanlar bunu, 1856 Islahat Fermanı ya da 1877-78 Osmanlı rus Savaşı ve bunu izleyen Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Konferansı'na taşırlar. Bu yaklaşımlar yanlış olmamkla birlikte, bu savaş ve antlaşmaların altyapısı incelenmeden, buna neden olan faktörler açıklanmadan sorunu doğrudan Islah Fermanı veya Berlin Antlaşması'na dayamak konuyu kısır bırakır.
Özüne bakıldığında, Ermeni sorununun kaynağına inildiğinde karşımıza dünya siyasasındaki gelişmeler çıkar. En önemli sebep, Sanayi Devrimi'nin paraleli olan sömürgeciliktir. Bölge, Karadeniz, İskenderun Körfezi ve Basra üçgeni arasında bulunan stratejik bir bölgedir. Ayrıca İran Kafkasya yolu ile Asya içlerine açılabilme imkanı sağlamsı bakımından da İngiliz-rus emperyalizminin gözdesi bir yerdir. Emperyalist devletlerin kendi aralarında rekabetlerinde kulanabilecekleri en önemli Hristiyan unsur ise Ermenilerdir.
Bir diğer olay ise neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alan fransız İhtilali'nin getirdiği milliyetçilik olgusudur. Sömürgecilik siyasetine çok kolay uyarlanan milliyetçilik hareketleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun içindeki azınlıkların tekrar tekrar isyan ederek bağımsızlıklarını elde etmeleriyle ve Ermenilere örnek olarak fikir vermeleri yoluyla etkili olmuştur.
Dini ideoloji konusu ise üçüncü etkendir. Osmanlı toplumu içinde önceleri sadece mezhep olarak Gregoryen Ermenileri mevcut iken, Fransa'nın çalışmaları sonucu Katolik bir Ermeni topluluğu ve akabinde Ermeni Katolik Kilisesi, İngiliz ve Amerikalı misyonerlerin çalışmaları ve İngiliz Hükumeti'nin baskısı ile Ermeni Protestan Kilisesi ortaya çıkıştır.
Türkiye'de Ermeni sorunu üzerine basılan yayınların büyük çoğunluğunda, sonucun ortaya çıkışındaki baş aktörün Rusya olduğu görülür. Oysa, Batı Emperyalizminin tamamı, 1838 yılından itibaren Osmanlı Devleti'nin pazar haline getirilmesi için azınlıklardan yararlanmayı düşünmüştür. Rusya, Ermeni ayaklanmalarındaki etkilerden sadece birisidir. Rusya'nın yanı sıra Ermeniler arasında Katoliklik propagandası yapan Fransa'nın; Ermeniler üzerinde Protestanlığı öıkarları için yerleştirmeye çalışan İngiltere'nin, ABD veAlmanya gibi devletlerin doğrudan veya doalylı olarak mesele üzerinde göz ardı edilmeyecek kadar öemli etkileri olmuştur. Bu devletler, 1840 tarihinden sonra çıkan olaylardan yararlanarak mezheplerinden olanları himaye altına almak amacıyla Osmanlı İmparatorluğu'ndaki nüfuzlarını kuvvetlendirmeye başlamışlardır.
Rusya ve ABD'ye karşılık Avrupalıların Ermenilerle ilgilenmeleri genelden özel doğru bir seyir gösterir. Buna bağlı olarak gelişen Ermeni Meselesi de bu toplumun değil, Osmanlı topraklarında menfaatleri çatışan iki büyük devletin, İngiltere ve Rusya'nındavası olarak politik bir hüvviyetle ortaya çıkarılmıştır.
Ayastefanos Antlaşması ( 3 Mart 1878) ile Kafkasya'ya hakim olan Rusya'nın, Doğu Anadolu ve Balkanlarda da etken olması fikri geleneksel İngiliz politikasına ters düşmüştür. Rus nüfuzunun bu şekilde yaılması sadece İngiltere'nin Hindistan'la olan bağlantısını tehdit etmekle kalmayıp aynı zamnda Ortadoğu'daki gücünü de zayıflatabilecekti. Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa kesiminde olduğu ifade edilen işkence ve yolsuzlukların, Asya kesiminde de sürdüğü, ayrıca Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerinin sağlanması için Vilayetler Kanunu'nda değişiklik yapılarak başta Erzurum, Muş, Van, Diyarbakır olmak üzere doğu vilayetlerine bağımsız yönetim verilmesi gerektiği vurgulanmakta idi.
İngiltere bu antlaşmaya derhal karşı çıkarak, bu antlaşmaya karar verecek olan devletlerin Osmanlı-Rus devletleri değil, daha önce bu evrimlerin gereğini Paris Barış Konferansı'nda gündeme getiren devletlerin olması gerektiğini söylemiştir.
Nitekim Ayastefansos Antlaşması şartlarını üç gün sonra öğrenebilen İngiliz Elçisi Layard, ortaya çıkan bu durumu hükumetine bildirirken Ingiliz ticareti için hayati önemde olan Dogu Anadoluda önemli stratejik noktalarinı Ruslarin ele geçirdiklerini; bu noktaların Dicle ve Firat vadisine inmeye çalisan Rusya gibi rakip bir devletin kontrolü ve dolayisiyla tehdidi altina girmis oldugunu, Ermenilerle ilgili 16. maddenin Balkanlardaki bölünmeyi Anadoluda da gerçeklestirmek için atilmis ilk adim saymak gerektigini yaziyordu. Ayastefanos Antlasmasindaki Ermenilerle ilgili maddeler Ingiliz Basınının propagandası ile İngiliz kamuoyunda tepkilere yol açmis ve millЃ® hislerini tahrik etmistir. Savas esnasinda Osmanli Imparatorlugunu Rusya karsisinda kaderiyle bas basa birakan Ingiliz HükЃ»meti, çıkarları söz konusu olunca derhal harekete geçmistir. Daha Ayastefanos görüşmeleri sırasında donanmasını İstanbul önlerine kadar getirmis olan İngiltere, yapılan son antlaşmanın 1856 Paris muahedesi hükümlerini ihlЃ¢l anlamı taşıdığını ileri sürerek, acilen yeni bir konferansın toplanması gerektiğini ve antlaşma şartlarının burada yeniden gözden geçirilmesinin zorunlu oldugunu teklif etmistir.
Bütün bu çabalarının sonucunda Ingiltere, Balkanlarda ve Akdenizdeki dengenin bozuldugunu ileri sürerek Ayastefanos Antlasmasi yerine öteki Avrupa devletlerinin de katilmasiyla yeni bir antlaşma yapması isteğini Rusyaya kabul ettirmiştir ve yeni antlaşmanin Berlinde yapılması kararlaştırılmıstır.
Berlinde İngilterenin kendisine destekte ve yardımda bulunacağını bekleyen Osmanlı Devleti'nin umutlarını ve BЃ¢biЃ¢lЃ®nin içinde bulundugu kötü şartlari çok iyi değerlendiren İngiltere, Berlindeki konferansta tehdit yoluna başvurarak, BЃ¢biЃ¢lЃ®den Kıbrısi geçici de olsa almayı basarmistir. Nitekim 4 Haziran 1878de imzalanan ve 15 Temmuz 1878de de II. Abdülhamit tarafindan tasdik edilen antlaЃ Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |