Doping ve TarihçesiDoping sözcüğüne ilk defa 1889'da İngilizce sözlükle rastlanmıştır. Bu kelime ile opium ve narkotik karışımı tanımlanmak istenmiştir.
Yarışmalarda ise sporcuların ilaç kullanmaları ile ilgili ilk yazılar 1865 yılında Amsterdam'da kanal yüzücülerinin doping yaptıkları suçlamasıyla başlamıştır. Bu tarihlerde
çiler arasında doping kullanımı ile ilk kanıtlar ortaay atılmıştır. 1869'da
ekip üyelerine antrenörlerin "Heroin-Kokain" karışımı verdikleri bilinirdi. Bu karışım bugün yarışmacıların dayanıklılığını arttıran bir madde olarak bilinir. Fakat 1886 yılında bir
yarışçısının yarışmada ölmesi ile tüm dünyanın dikkati bu konu üzerine çekilmiştir.
Sporda ilaç kullanımı 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında artmaya başlamıştır. Belçikalıların eter emdirilmiş şeker kullandıkları, Fransızların Kafein tabletleri aldıkları ve İngilizlerin O2 soludukları ve kokain, heroin, striknin ve likör aldıkları ve bu yolla yarışma gücünü arttırmaya çalıştıkları açıklanmıştır.
Erkeklik hormonu cazibesi yüzyıllarca erkeklerin dikkatini çekmiş, testisler erkekliğin gücü olarak yorumlanmıştır. Berthold'un 1894'te horozların ibik ve çene altı kaslarının gelişmesi ile ilgili deneyleri endokrinoloji bilimini yarım yüzyıl öncesine götürmüştür. Berthold, dört horozdan testisleri çıkararak onları kısırlaştırmış ve daha sonra iki cinsiyetsiz horozun karnını açarak testisleri yerleştirmiştir. Testisleri alınmış horozların yağlandıkları, pasif hale geldikleri, diğer tarauftan kendilerie testis aşısı yerleştirilen ve aşıları tutan horozların tekrar saldırgan ve öten horoz haline geldikleri görülmüştür. Bu gözlem Berthold'da hormonun kana karıştıı inancını vermiştir.
Bu deneyleri göz önünde tutan Fransız fizyoloğu Charles Edouard Brown-Sequard, köpeklerin ve kobayların cinsiyet bezlerini ezerek karıştırmış, bir tuz solüsyonu haline getirmiş ve kendine enjekte etmiştir. Bu enjeksiyonların kendisine gençlik enerjisi verdiğini fakat süratle tükendiğini iddia eden Brown-Sequard 1894'te kredisini kaybetmiş bir bilim adamı olarak ölmüştür.
1926'da profesör Fred Kotsch, Chiacago Üniversitesi'nde kilolarca boğa testislerinden elde ettiği hülasalarla deneyler yapmıştır. 1953'te Yugoslavyalı kimyager Leopold Ruzicka ile senteteik testesteronu elde etmiştir. Maalesef zamanla toplulukların ilaç kullanımı karşısındaki tutumları gevşemiş ve bazı maddelerin kullanımı toplum tarafından kabul edilebilir hale gelmiştir. Hükümet kontrolüne rağmen bu maddelerin kulllanımının sağladığı artan kazançlar nedeniyle, dünyada her tarafa yayılmıştır. Bugün sporcuların çoğu kendilerini öyle bir baskı altında hissediyorlar ki kendileri, antrenörleri hatta doktorları, uyarmak veya teskin etmek için, vücut ağırlığını arrttırmak veya azaltmak için, antrenmanların yorgunluğunu gidermek için ilaç kullanmaktadırlar. Sportif başarılara verilen ödüller çok artmıştır. Bildiğimiz geleneksel şampiyonluk prestijine bugün şaşırtıcı boyutlarda maddi olanaklar eklenmiştir. Ulusal veya uluslararası yarışmalarda üst düzeylere gelebilmek için sporcudan çok şeyler istenmektedir. Günlük normal bir antrenman programı için günde birkaç çalışma gerekmektedir. Diğer bir deyimle, sporcular gerek fiziksel gerek mental olarak ağır bir çalışma ile karşı karşıyadırlar. Bazı sporcular iyi bir sonuç iyi bir derece ve madalya bekleyişi karşısında güç durumda kalırlar. Diğer yarışmacılardan biraz daha iyi olabilmek için bazı sporcular maalesef yasaklı doping maddelerine başvurarak, risklerini hiç düşünmeden ilaç kullanmaay başlarlar. Halbuki iyi sonuçlar almada en emin ve tek yol, iyi bir antrenman ve uygun bir beslenmeden geçer. Protein ve amino asitlere ilave vitamin ve mineralleri içeren bir beslenme ile ağır direnç antrenmanları uygulayan sporcuların, anabolik steroid gibi ilaçlarla uzun bir zamanda erişebilecek sonuca ulaştıkları kaydedilmiştir. Bundan başka sportif performansı doğal yollarla geliştirmede, ilaçların sağlığı tehdit eden riskleri de yoktur. Aynı zamanda sporcunun başarılı sportif hayatı daha uzun sürmektedir.
Antrenmansız kişi kullanabileceği kapasitenin % 70'ini tüketir. Bir atlek ise kapasitesinin % 90'ını kullanabilir. İşte normal şartlar altında kullanılamayan bu % 10 potansiyel enerjiye, organizmanın otonom enerji birikimi denir. Bu da genelde bir ilaç alarak tamamlanma şeklinde uygulama bulmaktadır.
Oysa, organizma bu tam harcanamayan kısmi enerji birikimini kendini ayarlamak için kullanır. Bunun için dopingle birikimlerden yararlanılması yoluna başvurulması, organizmanın harap olmasına yol açar ve bu enerjinin ilaç yolu ile tüketilmesi yaşamı riske sokar. Bu yolla, kaslara kazandırılan kuvvet ve bu kuvvetin yardımıyla yapılan çalışmalar, vücuda, sanki 5 tonluk bir kamyona 20 ton yük yüklenmiş gibi, kapasitesinin çok üstünde bir çalışma ve yükleme getirir ki, bu durum çok tehlikelidir. Kısaca doping, yarışmayı kazanma uğruna, vücudu ve onun sağlığını, ilerde telafisi mümkün olmayan bir şekilde tahribata uğratma felaketidir.
Başarıya ulaşmada gerek fiziksel gerek mental olarakkabul edilebilir kestirme ve çabuk yollar yoktur. Bu konuda son sorumluluk sporcunu kendisine aittir.
Günümüzde, örneğin Amerika'da bu ilaçların serbestçe satılması yasaklanmıştır. Bu konu narkotik felaketten daha çok zararlı olarak görülmektedir. Kullananlar veya satanlar, ağır hapis cezası ile cezalandırılmakta, tekrarında ise bu cezalar daha da ağırlaştırılmaktadır.