Nicedir Hali NICEBu bir aile gezisiydi... Bütün kış deli gibi çalışmıştık. Halam, ben, eniştem ve kuzenim bütün Coted Azuru görmek için kendimizi attık yollara... Halam ciddi bir uçak düşmanıydı... On gün evvelden Nice e uçak dışında ne ile gidebileceğini araştırdı, ama sonunda uçağa bindi. Onun dışında üçümüzde son derece rahattık. Gerçi ben uçakla pek sevişmem ama aklıma kötü şeyler getirmemeye gayret ettim. Sonuç olarak yapacak bir şeyim yoktu o uçağa öyle ya da böyle binecektim.
Havaalanına gittiğimde Antalyaya gidiyormuş havasındaydım. Aslında gideceğim yeri görene kadar da bu fikrimi terk etmedim. Beni Nicee iner inmez görecektiniz. O an ve onu takip eden 2 gün boyunca zannedersem depresyona girdim.
Bulutların arasından 3 saatlik bir yolculukla Nice sahillerine geldik. Yukarıdan son derece olağan gözüküyordu. Ben her tarafı denizle çevrili bir ülkede yaşamanın verdiği bir rahatlıkla "Deniz işte... ne olacak ki... bizde de var aynısı" tavırları sergiliyordum.
Nice havaalanı denizin üzerinde... Uçak beni korkutan bir iki sert dönüşle indi ve biraz sonra kendimizi takside bulduk.
Gittiğimiz yol geliş - gidiş dört şerit, ortada dev palmiyeler ,gördüğünüz tüm toprak dolu alanlar adını bilmediğim binlerce çiçekle dolu, 4 şerit genişliğinde dev bir kaldırım ve o kadar geniş bir kumsal sağda kalıyordu. Deniz turkuaz mavisi... Kesinlikle bizdeki deniz değil. Kaldırımın üzerinde ayrı bir
yolu, yayalar oradan kesinlikle yürümüyor. Sol tarafta Akdeniz mimarisi... Rengarenk binalar, renkli panjurlar... bizim apartmanlardan burada yok. Ne güzel... Kaldırımlarda çok hoş mavi renkte binlerce sandalye, tıpkı bizim evlerimizdeki gibi. Halk otursun, güneşlensin, istediğini yapsın diye. Şehir mobilyaları kesinlikle zarar görmemiş. Kimse kırmıyor, üstünü çizmiyor. İşte taksi yolculuğu boyunca bunları düşündüm. Dilimi yuttum.
Otele yerleştikten sonra Nicein meşhur meydanını aramaya başladık. Elimizde haritalar. Otel denizden uzaktı ama mimari iç taraflarda ve dağlık kısımda bile değişmemişti. Çiçekler her taraftaydı. Halk da bitkiye önem veriyor çünkü hepsinin balkonundan penceresinden dayanılmaz renkler sarkıyordu. Biraz yürüdükten sonra işte karşımızdaydı: Cours Saleya. burası çok cici ve tarihi bir meydan, aynı zamanda eski Nice burası. Cours Saleyada sabahları erkenden Pazar kuruluyor, herkes mallarını rengarenk tentelerin altında satıyor. Aynı meydanın bir tarafı Place Rosetti, burası çiçekçilerle dolu. Nicee gidecekler sabah erkenden bu pazara gidip pazarın ünlü siması Madame Theresanın sattığı ve dev sinilerde pişen bir çeşit gözleme olan "socca"yı yemeli. Ben gittiğimizin ertesi sabahı bunu yaptım ve hiç pişman olmadım. Öğle saatlerinde Pazar kalkıyor yerine meydanın sağında ve solunda yer alan cafeler masalarını koyuyor. O akşam bu kafelerden biri olan Nexus Cafede garsonun özel yemekleri olarak tanıttığı Bruchettas yedim. Kızarmış ve yörenin en iyi zeytinyağlarıyla marine edilmiş ekmek üzerine domates, mozarella peyniri ve kekik, ancak benim gibi iştahlı olanlar için doyurucu bir seçim olmadığını söylemeliyim. Cours Saleyada zaman geçirirken meydanın hemen arkasından yükselen Chateauyu seyredebiliyorsunuz. Nicein eski şatosu, ister binlerce basamağı tırmanıp çıkın ister 90 m.lik asansörü kullanın. İkisi de birbirinden zevkli. Tepeye ulaştığınız zaman St.Tropez ye kadar olan kıyıları görüyorsunuz ve o unutamayacağınız denizin rengini. Şatonun içinde bir de deniz müzesi var. Deniz onların hayatı, onu seviyorlar, deniz de onlara her şeyiyle teslim olmuş.
Nice deki ilk günümde insanların kibarlığına ve saygılarına hayran oldum.Tanımadığınız insanlarla yolda selamlaşmak çok güzel bir duygu. Yolda yürürken yaya geçidini kullanıp karşıya geçecekseniz ayağınızın ucunu kaldırımdan biraz indirmeniz tüm otomobillerin durması için yeterli. Kimse kimseye korna çalmadı. Nice de dört gün kaldım ve sadece 3 polis gördüm. Bu benim için çok ilginçti.
Nice anlar var Nice için anlatılacak... Daha neler var neler...
Prenses29