SİHİR
Tek başına kalmış, bunca rüzgar görmüş ve hala sakin. Neden al aşağı olmamış ya da yan yana istiflenip kaderine yol almamış, bilemedim. Gözden kaçmış olamaz. Öyle parlak, öyle albenili ki… Ve apaçık, gözler önünde. Hatta sanki hepsinden önce de burdaydı, hepsinden sonra olduğu gibi. Yanında kardeşleri yok... Tek... Varmış da bir zaman, hepsi bin bir yere dağılmış. Uzun hikaye… Şimdi tek... Ama korku yok… Zaten O’na bakınca, güveni görüyorum. Ve sabrı kuşkusuz… Şüphenin küçücük bir esintisi bile yamacına erişmiyor, belli. Teslimiyetin sıcağında kalıp, oluşundan bu kadar emin durulabilir mi? Durulur demek…
O, koca yaşam bahçesinde, tüm mevsimlerden, bir başına geçmiş. Tek bildiği, yaşama kendisini olduğu gibi vermekmiş. Olduğu gibi…
Cesur, güçlü, benzersiz ve şahane… Topraktan gelmiş, dallarda yükselmiş, ucunda durmuş ve her an, düşmenin mi dersin, evrilmenin mi, işte onun arifesinde, kendini o muhteşem çembere açmış, kaygısızca salınıyor. Bütün olan mucizeye denk, denk olmasına da! Bahçenin dalda kalan sonuncusu olmaktan gurur da duymuyor, vay be ben neymişim de demiyor, yalnızlık da çekmiyor. Hele hele sıkılmak, hiç! Kendiyle olmaktan alası mı var? Buyrun işte, O besbelli tam da bunu yaşıyor.
O, O yani...
Ahh… Oluşuna şükrediyorum. Sonra coşup ağlıyorum sevinçten... Çünkü benimle konuşuyor. Bu sihir değildi de ne?
Beraber olmak için, değişiklik yapıp, orta boyda, bol sulu ve çekirdekli bir mandalina kılığına bürünmüş. Dediğine göre hangi isimle, hangi şekilde olursa olsun, buluşmak harikaymış. Bunun öyle kıymetli hediyeleri varmış ki… Az kalmış, hepsine kavuşacakmışız.
Birbirimize sarılıp sarmaladıkça kalbimizden yeni bir şey doğacakmış. Doğacak olan doğunca ne olacağını O da bilmiyormuş. Ama dediği o ki, MUCİZE yakınmış. Bunu söylesin diye ben çağırmışım onu buraya. O’nun kalbi olduğuna şaşırsam da, inanmasam da normalmiş bu, kim olsa, “yahu bu bildiğin mandalina, ne kalbi, neresine sarılayım ben bunun” dermiş. Ama ben bundan, KENDİM KADAR emin olabilirmişim.
Gülümsemişim farkında olmadan. Buna şaşmadığımı görünce hayret etmiş önce. Ama “dur duuurrr” demiş oluşu O’na: “Bakın, görün! Tam da bunun için bu olanlar… O buna hazır olmasa, sen O’na nasıl görünecektin? Sihre inandığını, şimdi buraya gelmesen, nerden bilecektin? Ben sana; kapı açık, ama ancak buluşunca gireceksiniz, OLANA HAZIR OLUN diye, boşuna demedim.”
Tombul turuncu haberciye ister inanır, ister es geçerdim. Ruhun fısıltısı, zihnin gümbürtüsünde boğulabilir, o alışık olduğum düzen, kendini seve seve tekrarlayabilirdi. Ama GERÇEĞİN SESİ’ni susturmaya bildik hiçbir şey yetmedi.
Ben, Ben’i seçtim. Ben, sihre inanmayı seçtim.
Çünkü biliyordum, Ben zaten, başından beri ve sonsuza dek, sihrin ta kendisiydim.
Alıntı: YEŞİM ÖZLEM