Klostrofobi Nedir?
Klostrofobi: Latince claustrum (kapalı kalınan yer) kelimesiyle, Yunanca phobia (φόβος), yani “korku” kelimelerinden oluşmuştur
Kapalı, sıkışık ortamlarda bulunmaktan korkmaya psikiyatride Klostrofobi adı veriliyor. Klostrofobisi olanlar, tren, asansör, uçak gibi yerlerde panik atağı yaşamaktan veya panik atağı yaşama korkusundan yakınıyorlar. Yine, panik atağı yaşayanlarda sıklıkla klostrofobi ortaya çıktığı da gözlenmiş...
Eğer panik atağı, kapalı bir mekanda ortaya çıkıyorsa, bunun sebebi olarak “dışarı çıkamama korkusu” gösterilir. Klostrofobikler kapalı mekanlarda nefes almakta zorlandıklarını zannederler. Pek çok psikiyatrik problem gibi, klostrofobi de, çocuklukta yaşanan travmalara bağlı olarak gelişebilir..
Klostrofobikler, tıpta sıklıkla kullanılan tanı yöntemlerinden olan MR (Manyetik Rezonans görüntüleme) kullanımı sırasında da sıkıntılar yaşarlar. Bu problem, klostrofobinin sıklığının diğer fobi türlerine göre daha doğru ölçülebilmesine yol açmıştır. ABD’de MR çekilmeden önce geçmişi sorgulanan kişilerin % 5 ila 10.6’sında klostrofobi olduğu gözlenmiştir. Bundan başka, hastaların %7’sinde tanımlanmamış klostrofobi bulunduğu ve MR çekimi sırasında işlemi yarıda keserek cihazdan çıktıkları belirlenmiştir. Hastaların %30′unda ise, kapalı bir ortamda uzun süre kapalı kalmaya bağlı hafif endişe hali görülmüştür.
Klostrofobi’nin yaşam boyu görünme ihtimali %7.2 ila %11.3 arasındadır.Bir başka deyişle Türkiye nüfusunu 70 milyon kabul edersek, Türkiye’de yaklaşık 5-8 milyon klostrofobik bulunduğunu söyleyebiliriz.
Klostrofobi, diğer fobiler gibi, davranış terapisinden ilaç tedavisine kadar geniş bir yelpazedeki tedavi şekilleriyle tedavi edilir. Hipnozun da tedavide yeri olduğu söylenmektedir.
George Washington ölmeden önce uşaklarından ne istemişti biliyor musunuz? Onu bilmiyorsanız, intercom sistemli tabutları, “Toprağı bol olsun” sözünün kökenini de bilmiyorsunuzdur. “Bunların klostrofobiyle ne alakası var?” demeyin. Çünkü kapalı alanlarda kalma korkusu, bir sektörün ortaya çıkmasına yol açmış...
Ortaçağ’da Avrupa’da, öldü zannedilenlerin diri diri gömülmelerine sıkça rastlandığı bilinmektedir. O yıllarda mezarlıklarda yer kalmayınca bazı mezarların boşaltılarak, yerine başkalarının defnedilmesi fikri ortaya atılır. “Yer nasıl yetmemiş?” demeyin. O dönemde pislik içinde yüzen Avrupa’da veba gibi onlarca hastalık onbinlerce ölüme sebep olurlar ve bu ani ölümler sebebiyle mezarlıklarda yer bulunmaması pek de garip değildir.
Zaten Avrupa’da mezarların boşaltılması çok zor da değildir. Zira o yıllarda Avrupa’da ölüler yüzeye çok yakın gömülürler. Bu yüzden yabani hayvanlar ölüleri kolayca topraktan çıkarır, hastalıkların daha da yayılmasına sebep olurlar. “Toprağı bol olsun” ifadesinin o günlere dayandığı söylenir.
Mezarlıkları boşaltarak ölülere yer açmak isteyenler, garip bir durumla karşılaşırlar: Açtıkları her 25 tabutun (Wikipedia 20 olduğunu söylüyor) birinde, tabutun iç tarafında kazıntı izleri olduğu görülür. Buradan, insanların diri diri gömüldüğü anlaşılır.
Buraya kadar genel kabul olsa da, bu noktadan sonra, farklı kişiler birbirinden tamamen farklı fikirler ortaya atıyorlar.
İnternet sitelerinde sık dolaşan bir yazı, konuyu şöyle devam ettiriyor:
O yıllarda bu haberlerle dehşete düşenler, değişik korunma yöntemleri üretirler. Kimisi çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağlamayı uygun bulur. Bir kişinin bütün gece mezarlıkta oturup zili dinlediği söylenir ki, bu işe mezarlık nöbeti (graveyard shift) adı vermeyi uygun görürler.
Gömülenlerin bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell), bazıları da kurtulamaz dead ringer olur.
Bazı İngilizce kaynaklar ise, “saved by the bell” (Zil sayesinde kurtuldu) ifadesinin bokstan gelen bir deyim olduğunu, “dead ringer”ın at yarışlarında kullanıldığını ve “graveyard shift” ifadesinin de 20. yüzyılda ortaya çıktığını söylüyorlar.
ABD’nin ilk başkanı George Washington, bu tarihi hikayeleri bildiğinden olacak, ölüm döşeğindeyken, hizmetçilerinin kendi ölümünden sonra defin için 3 gün bekleyeceklerine söz vermelerini ister..
Eh bu konu fazla dillere dolanınca, “Arz-talep” dengesi devreye girer, “Ya başımıza böyle bir şey gelirse?” diye konuya bir çözüm arayanlar için enteresan projeler geliştirilir...
Arkadaşın evine gidilir ve gece kalınacaktır.Her şey güzeldir, fakat arkadaşın annesi sigara içmeye izin vermez evin içinde.
kamil :ayşe teyze biz biraz dışarı çıkıp hava alalım diyoruz.
ayşe teyze :neden?
kamil :şey ıı..benim klostrofobim var da.
ayşe teyze :o ne demek evladım...
kamil :kapalı ortamda fazla bulunamama hastalığı.bilirsiniz işte
ayşe teyze :hımm.. faruk oğlum arkadaşının evinin üstü açık galiba.