O Her zaman bir şeyler istedi.
Kimi zaman isteklerinin  çeşitliliği o kadar çok oluyor ki, kendi bile onların farkına varamadı.
Sabah evden çıkıyor, sıkış tepiş belediye otobüsünde ayakta işe giderken oturacak bir yeri olsun istiyor. Biraz sonra inecek olan yolculardan biri oturduğu yerden kalkmaya kalkışırken, hızla o tarafa ilerleyip koltuğu kapıyor.  Artık oturdu, çok önemli bir isteği gerçekleşti. Ancak oturmuş olmanın sevinci pek uzun sürmüyor, çünkü artık pencereden dışarısını rahatlıkla seyredebiliyor. Otobüsün yanından geçen arabalar… Gözü arabalarda… “Ne olurdu ben de işe böyle rahat rahat gidebilsem… Tek başıma… İstediğim müziği dinleyerek… Ne vardı sanki otobüsten kurtulsam” diye düşünüyor.
Gel zaman, git zaman işe giderken hep aynı istek yankılanıyor, hiç bitmeyen senfoni… Her sabah her akşam beyninin içinde bir araba arzusu dönüp dolaşıyor… “Küçücük de olsa, ikinci el de olsa, ucuz da olsa bir araba… Bana ait bir araba…” diyor kendi kendine
Bir gün iş şartları değişiyor ve ikinci el küçük, ucuz bir araba alacak parası oluyor. Gidip hemen bir araba alıyor bunun karşılığında… Tam hayalini kurduğu gibi, kırmızı, küçük, ucuz, temiz kullanılmış…
Şimdiye kadar büyük şehir trafiğine hiç arabayla çıkmamıştı, ilk defa arabayı kendi kullanarak Barbaros Bulvarı’ndan yukarıya çıkacak, bu defa İstanbul’un dar ve dik yokuşlarıyla tekrar tanışacaktı. Bu sefer ki tanışma hem heyecanlı, hem de biraz ürkütücü olacaktı.
Arabalı olarak şehre alışması bir ay kadar sürdü, bu bir ay boyunca arabasını sevmeye pek vakti olmadı. Yokuşlar, vites, debriyaj onu zaten yeterince meşgul etti. Bir ayı devirdikten sonra ilgisini arabasına ve nihayet trafiğe vermeye başladı.
Tüm bu araba kullanma seremonisine alıştıktan sonra,  artık araba kullanırken arabanın dışında olanlarla da ilgilenebiliyordu. Arabasının yanından geçen daha güzel arabalarla… Neden onun böyle güzel bir arabası yoktu? Neden o da daha üst model bir arabaya binmiyordu… Her gün aynı düşünceler beyin hücrelerini meşgul etti…
Ekonomik koşulları değişir değişmez hemen bir üst model arabayla takas etti arabasını… Artık kullandığı araba sıfırdı. Yeni arabanın kokusunu ciğerlerine kadar içine çekiyordu. Başlangıçta içinde sigara bile içmedi, düzenli oto yıkamaya götürdü…
Birkaç ay sonra aynı özen kalmamıştı artık… Kanıksamıştı arabasını… Arabasının yanından trafikte başka arabalar geçerken gözü daha üst modellerdeydi… Daha büyük… Daha yüksek… Motor gücü daha fazla… O öyle bir araba istiyordu… Ve bir gün ona da kavuştu… Güzel bir jeep kullanmaya başladı… Başlangıçta çok sevdi arabasını… Sonra onu da kanıksadı…  Çok uğraşarak elde ettiği arabası sıradanlaştı…
Yıllarca isteği değişmedi… Hep gözü daha üst model bir arabadaydı… Bir gün arabası bozuldu ve İstanbul’un bir yakasından diğerine otobüsle geçmeye karar verdi. Otobüs durağı evinin dibindeydi nasıl olsa. Otobüste yer buldu oturdu… Etrafı seyretti… Otobüs köprüye yaklaşırken Boğaz’ın güzelliği gözünü kamaştırdı. Yıllardır varlığını unutmuştu bu güzelliğin …
Arabası otobüs kadar yüksek değildi, çevrede tek görebildiği trafikteki diğer araçlardı. Oysa otobüste hem yüksekteydi, hem de araba kullanmıyordu… Manzaranın tadını çıkarıyordu.
Birden otobüsün yanından geçen arabalara baktığında, kullandığı onca güzel arabanın içinde bile kendini hep otobüste gibi hissettiğini anladı. Kullandığı o arabalara hiçbir zaman gönülden sahip olmamıştı.
Başlangıçta otobüste otururken o hep aşağıya bakıp diğer arabaları görüyordu. Oysa şimdi, yıllar sonra, o artık otobüste camdan ileriye bakıyordu. Aynı otobüsün içinde mutluydu. Gördüğü güzellikler içini huzurla doldurmuştu.
Bunca yıl araba için bu kadar çabalamak yerine otobüste sadece baktığı yönü değiştirmesi gerekiyormuş oysa. Bir tek boyun hareketiymiş yapması gereken mutlu olmak için… Küçücük bir eylem yapması gerektiğini anlaması ona çok büyük emeğe ve kaçırdığı onca güzel manzaraya mal olmuştu.
www.astroistanbul.com
Yurdahal
24.10.2008
Bostancı