Üsteğmen
Üyelik tarihi: Feb 2007
Mesajlar: 237
Tesekkür: 0
58 Mesajinıza toplam 129 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Hayata Yıllar Ekledik Yıllara Hayat Katamadık... YAŞAMIMIZ VE YENİ NESİL HAKKINDA*
Almanya'da ilk düzenli şehir içi ulaşım seferleri
ile başlangıçta orta ve alt sınıftan insanlar kenti
bir ucundan bir ucuna gezme imkânına kavuştuklarında,
Alman sosyolog Georg Simmel o korkunç teşhisi
koymuştu;
"İnsanlık tarihinde ilk kez iki insan yan yana bu
kadar yakın oturup, bedenlerine dokundukları halde
saatlerce birbirleriyle konuşmadan yolculuk
yapıyorlar"
Bir iletişimci olarak beni ilgilendiren,
düşündüren, kaygılandıran bir saptama bu.
"X Kuşağı". Bu yalnızlığa nicedir aşinayız.
Çocuklarımız bir süredir, uyku öncesi masallarını
yataklarının başucuna konan bir teypten dinliyorlar.
Oyunlarını bilgisayarda oynuyorlar. Derslerini
videodan izliyorlar, kahramanlarını televizyondan
seçiyor, sevgilileriyle internette buluşuyorlar. Bütün
bunlar olup biterken bir odanın içinde yapayalnızlar.
Yüzyılın bizi getirip bıraktığı nokta burası...
Onlara "Biberon kuşağı" demek geliyor içimden.
80 lerin ekonomik özgürlüğünü kazanmış, "yuppie"
annelerinin
"memelerim sarkar" endişesiyle emzirmeden yetiştirdiği
bebekler, büyüyüp yüzyılın sonunda ergen oldular.
Daha cinsellikle tanışamadan, AIDS ile
karşılaştılar.
Bu korkunun zoruyla, giderek yalnızlığın güvenli
ıssızlığını keşfettiler.
Şimdi "dokunmadan yaşamanın" tadını çıkarıyorlar.
Markete gitmeden, internetten sipariş verip,
bilgisayar aracılığıyla alışveriş yapıyor,
doktorlarına röntgen filmlerini "mail"leyip, uzaktan
muayene oluyorlar.
Onlara "X kuşağı" da deniliyor ; "ölü kuşak" ya
da "ne idiğü belirsiz nesil" anlamında...
En belirleyici özellikleri yalnızlıkları...
Danstan, "bir bele sarılmanın hazzı"nı anlayan
büyüklerinin aksine, kulaklarında walkmanle "techno"
ritminde tek başına dans etmekten haz alıyorlar. Sofra
başında aileyle birlikte değil, odalarında ekran
karşısında veya burgercide ayaküstü, ama mutlaka
yalnız "atıştırmayı" tercih ediyorlar.
Gazete okumuyor, "göz atıyorlar. DVD deki filmi
zıplayarak izliyor, kitabı sayfa atlayarak okuyorlar.
İnternette gezinirken, aynı anda telefonla
konuşabiliyor, yemek yiyebiliyor, televizyon
izleyebiliyor ve dergilere göz atabiliyorlar.
Uzun konuşmalar yerine, kısa sunuşları seviyorlar.
"İnternette gevezelik" sitelerinden birine girip, yarattıkları
yeni dili görmelisiniz. Hep bir yere yetişme
telaşındaymış gibi düşünen,
konuşan, yazan bir neslin kendine özgü dilini
kuruyorlar;
"Hi" ile başlayıp "Bye" ile biten "N aber"
sorusunun "N olsun"
diye yanıtlandığı garip bir geyik muhabbeti.....
En çok, kitapçılarda "ünlü roman özetleri"
türünden kitaplar görünce onları anımsıyorum.
Yüzyılın başındakilerin hayata bakışlarını değiştiren
kitapların sadece konularıyla ilgileniyorlar.
Sağlıklı yaşıyor, iyi kazanıyor, kolay
harcıyorlar....hem
parayı hem dostlarını.....
Markalarını, okullarını, kariyerlerini,
ailelerinden, arkadaşlarından, fikirlerinden daha
çok önemsiyorlar.
Hayatı "zap" layarak yaşıyorlar.
Bilgisayarlarında olduğu gibi özel hayatlarında
da "sörf" yapmayı, derine dalmadan yüzeysel ilişkiler
kurmayı, kök salmadan dolaşmayı yeğliyorlar.
Bu "kök salamama" meselesi, Türkiye açısından
özellikle önemli....
Geçenlerde bir arkadaşım "Farkında mısın? "dedi,
"hiçbirimiz dedemizin mezarının olduğu kentte
oturmuyoruz artık" .
Hrant Drin' in televizyonda anlattığı öykü daha
da dramatikti.
Her gittiği yeri çiçeklerle bezeyen bir dostunun, son
yerleştiği evinin
bahçesini çırılçıplak bulunca nedenini sormuş.
Hrant şu yanıtı almış;
"Ne zaman bir ağaç ektim de meyvesini yiyebildim ki...."
Öylesine köksüz, öylesine göçebe, öylesine gezgin
bir toplumuz ki hala...Yerleşemedik gitti.....
Dedelerimizin mezarlarının olduğu yerleri terk
ettikten sonra, ilkin evimizi, derken işimizi, aşımızı
ve nihayet bütün yaşamımızı değiştirdik.
Bütün bunlar yarım asır içinde olup bitti ve
hepimizde öyle bir travma yaratti ki,
hala altından kalkamıyoruz.
*Yazan:?
__________________ Herşeyin bittiği anda bile bir UmuT vardır! |