MÜZİKTEN NEFRET ETMİŞTİ
Ayyaş baba Johann, gözü yükseklerde olan bir adamdı. Oğlunun müziğe ilgisini keşfedince büyük bir hırsa kapıldı. Kendi elde edemediği ünü ve parayı yetenekli oğlunun kazanmasını, onun yeni bir Mozart olmasını istiyordu. Oğlunu eğitmek için çok sert, çılgın ve zalim bir yöntem uygulamaya başladı. 4 yaşındaki çocuğu saatlerce klavsen başında tutar, geceleri eve ayık gelirse, onu uykudan kaldırıp sabahlara kadar çalıştırırdı. Çocuk, yorgunluk, uykusuzluk ve soğuktan ötürü hata yaptığı zaman ise dayak başlardı. Beethoven, daha sonra açıkça söylediği gibi müzikten öylesine nefret etmiş ki, bu işten vazgeçmeyi bile düşünmüştür.
MUTSUZ ÇOCUKLUK
Beethoven mutsuz bir çocukluk geçirdi. Yoksul bir evde sarhoş bir babayla, kasları ağrıyana ve yorgunluktan başı dönene kadar piyano başında esaretle geçiyordu günleri. Yapılan hatalar için dayak vardı ama, başarılı bir ders sonunda hiç güzel söz duymadı. Işin kötüsü hiç arkadaşı yoktu. Çirkin bir çocuktu. Davranışları ve giyimi dağınık ve pasaklıydı. Son derece sakardı. Olağanüstü duygusal ve utangaçtı. Yaşıtları ondan uzak dururlar, oda onlara yanaşmazdı. Bu yüzden çocuk oyunlarının anlamını hiç öğrenemedi. Hayatındaki tek sıcaklık annesinden geldi. Annesinin yumuşaklığı, sevecenliği, sabır ve anlayışı, babasının zalimliğini bir ölçüde telafi ediyordu.
NASIL BİR ADAMDI?
Bu konuda çağdaşlarının anlattıkları çok değişiktir ve birbirleriyle çelişmektedir. Kimine göre Beethoven az konuşan, somurtuk bir adamdı. Kimi onu derbeder bulur; kimi de çok şık giyindiğini söylerdi. Birçok kişi onu insanlardan kaçan, içine kapanık bir adam olarak görür, başkalarıysa samimi, açık kalpli bulurdu. Onu dinlenme, eğlenme saatlerinde görenler için, çok neşeli, hoşsohpet, şakacı bir adamdı. Kafasına denk arkadaşları, ahbapları arasında ruhuna uygun bir hava bulunca güler, söyler, halinden pek memnun görünürdü.
HASTALIK KOLEKSİYONU
Beethoven, Goethe ile karşılaştığı Tepliz’e ünlü kaplıca sularında tedavi olmak için gitmişti. Peki hangi hastalığın tedavisi için? Bazı kaynaklara göre, besteci geçirdiği şiddetli bir sinir krizinden sonra dinlenmek, biraz kendini toparlamak için gitmişti oraya. Aslında, nöro-psikiyatr ve psikanalist Edward Larkin’in son çalışmaları sayesinde bugün, Beethoven’in kolit, romatizma, romatizmal ateş, cilt hastalıkları, çıbanlar, bitip tükenmez enfeksiyonlar, göz yangısı, tansiyon ve dejeneratif tipte damar hastalıklarından muzdarip olduğunu biliyoruz. Wegeler’in anlattığına göre, 1807 yılında Beethoven, bir çıban yüzünden neredeyse bir parmağını kaybediyordu. 1808’de yine bir çıban yüzünden çenesinin şekli bozuldu ve 1813’de ayağındaki bir enfeksiyon ateşini öyle yükseltti ki, tüm duyularını kaybedebilirdi.
DOSTLARININ ARASINDA
Sanatçıların toplantı yerleri olan lokanta ve gazinolarda Beethoven’a sık sık rastlanırdı. Bir iki kadeh içki içtiği de olurdu, ama içkiyi hiç bir zaman aşırıya vardırmamıştı. Bir arkadaşına yazdığı mektupta, “İçki yaratma gücümü arttırıyorsa da, içime bir sıkıntı veriyor” demişti. Beethoven lokantaya gidince bir masaya oturur, bira getirtir, gözlerini yumarak koca piposunu tüttürürdü. Bir dostu yanına gelip de omzuna dokununca rüyadan uyanır gibi gözlerini açar, konuşma defterini uzatır, yüksek sesle, sormak istediğini oraya yazmasını söylerdi. Siyaset hakkında konuşmayı severdi. Çok kitap okuduğu için her konuda geniş bilgisi vardı.
BEETHOVEN ALKOLİK MİYDİ?
Beethoven’in ölümünden hemen sonra alkolik olduğu söylentisi yayıldı. Herhangi bir dayanaktan yoksun, çok tuhaf bir söylentiydi bu. Anton Schindler, bestecinin çok az alkol aldığını ve soğuk kaynak suyunu çok sevdiğini anlatır.
Beethoven’in sevdiği asıl içki kahveydi. Alkolik söylentisine inananlar, bestecinin sirozdan öldüğünü ve hayatının son yıllarında yüzünün yaygın bir kızartıyla lekelenmiş olmasını kanıt olarak ileri sürüyorlardı. Oysa birazcık şarap yada bira içtikten sonra beste yapamadığını biliyoruz.
SAĞIRLIĞI NASIL FARK EDİLDİ?
1796 yılında bir konserin sonunda Beethoven tuhaf bir olayla karşılaştı. Alkışlar kesildiği halde kulakları, beyni uğulduyor, çağlayan sesi gibi bir gürültü duyuyordu. Sonra ona söylenenleri pek iyi duymadığını fark etti. Anlamıştı. Daha önce hafiften hafife başlamış olan sağırlığı artmıştı.
1801 yılında bir akşam, Viyana’da bir arkadaş toplantısında piyano çalıyordu. Dinleyenler bir ara şaşırıp kaldılar, birbirlerine baktılar. Beethoven’in parmakları oynadığı halde piyanodan hiç ses çıkmıyordu. Dikkatle bakınca gördüler ki, bestecinin parmakları tuşlara değiyor ama basmıyordu. Bunu, hasta olmasına, belki de ellerinden rahatsız olmasına yordular. Gerçekte ise, bestecinin sağırlığı birden artmıştı. Piyanoya bakmadan çaldığı için parmaklarının tuşlara hafifçe dokunduğunu, duymadığı içinde piyanodan ses çıkıp çıkmadığını fark etmemişti. Durumu sonradan anladı. Bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Senin Beethoven’in korkunç bir felakete uğramış bulunuyor. Şunu bil ki, en değerli yanım, işitme duyum bozuldu… Gittikçe de artıyor. Kim bilir, belki de hiç düzelmeyecek…”
Beethoven bestelerini yaparken dişlerinin arasına bir çubuk alıp piyanoya dayıyor, böylece ses titreşimlerini duyuyordu.
Beethoven’in sağırlığının neden ileri geldiği geniş bir tartışma konusu olmuştur. Bestecinin çağdaşları bunun, babasının ayyaşlığından, annesinin veremli oluşundan ileri geldiğini öne sürmüşlerse de günümüzün doktorları, iç kulak kemiklerinin kireçlenmesine yoruyorlar. Bugün böyle bir kusur ameliyatla düzeltilebiliyor…
BEETHOVEN “AKIL SAHİBİ”
Beethoven, akrabalarına da dostlarına olduğu gibi haşin davranıyor, sevgisini sert davranışlarla gizlemeye çalışıyordu. Başarılı bir işadamı olan kardeşi Johann övünmekten hoşlanırdı. Büyük bir arazi satın aldığnı herkesin öğrenmesini istediği için kartvizitine “Johann van Beethoven – Toprak sahibi” yazdırmış, bir tane de ağabeyine göndermişti. Beethoven de kartın arkasına bir şey yazdı. “Ludwig van Beethoven – Akıl sahibi”.
BEETHOVEN’İN BİR GÜNÜ
Beethoven yaz kış erken kalkardı. Yüksek kuştüyü yatağından iner inmez çalışma masasının başına geçer, aklına gelen bir melodi yazar, ya da o gece yarım bıraktığı besteyi gözden geçirirdi. Sıkıntılı, dertli günlerinde traş olmadığı, elini yüzünü iyi yıkamadığı, yakalık değiştirmediği olursa da keyfi yerinde olduğu zamanlar temizliğe o devirde pek az rastlanacak kadar düşkündü. Yalnız, koku kullanmayı pek sevmezdi. Oysa o devirde birçok kişi iyi yıkanmaz, bunun yerine kokular sürünürdü. Sonra kahve faslı başlardı. Beethoven kahvesini kendi eliyle hazırlardı. Kahvedanlığın içine kahve tanelerini birer birer sayarak koyardı. 70 tane olacaktı. Kahvaltıdan sonra yine masasının ya da piyanosunun başına geçerdi. Sonra çalışmasına ara verir, yürüyüşe çıkardı. Hava iyiyse kırlara uzanır, yağmurluysa şehirde dolaşırdı. Vitrinlere baka baka, ağır ağır yürür, özellikle antika eşyayı büyük bir merakla seyrederdi.
Gezintiden döndükten sonra yine çalışmaya koyulurdu. Canı istediği zaman yemek yerdi. Iyi yemeğe düşkündü. Öğleden sonra birkaç saat daha çalışır, sonra da kırlarda dolaşmaya çıkardı. Akşam yemeğinin saati yoktu. Akşamları çok az şey yer, çoğunlukla yalnızca çorba içerdi. Gece yine çalışır, Goethe, Schiller, Homeros, Plata, Shakespeare gibi sevdiği yazarlardan bir kaç sayfa okurdu.
ESERLERİNDE “TÜRK” ETKİSİ
Beethoven’in eserlerinde Türk etkisine rastlanır. Oyun yazarı August Kotzebue “Atina Harabeleri” adlı oyunu için müzik isteyince Yunanistan’da Türk egemenliğine dayalı konusu nedeniyle kente uzaktan yaklaşan bir yeniçeri marşı eklemiştir. Ayrıca 9. Senfoni’nin son bölümünde tenorun yiğitliği öven şarkısına ziller ve başka vurma çalgılarla bir mehter marşı katılır. “Wellington’un Zaferi” adlı düşük düzeyli eserde ise gene mehter renklerine rastlanır.
Alıntıdır..