ŞİFALI TÜRK MÜZİĞİ MAKAMLARI
*Nihavent pertatonik: Genel bir barış ve rahatlık duygusu verir. Kan dolaşımını ve tansiyonu düzenler. Kasları rahatlatır. Öğleyin daha etkilidir.
* Rast makamı: Başa, gözlere ve felce iyidir. Neşe verir. Seher vakti ve gece yarısı daha etkilidir.
* Rehavi makamı: Genel rahatlık hissi verir. Başa ve gözlere iyidir. Seher vakti daha etkilidir.
* Hüseyni makamı: İç organlara, kalp, mide ve karaciğere iyidir. Sükunet ve rahatlık verir.
* Hicaz makamı: Böbreklere faydalıdır.
* Acemaşiran makamı: Yaratıcılık ve sonsuzluk hissi verir. Doğumda rahatlık sağlar.
* Uşşak makamı: Ayaklara yararlıdır. Gülme hissi ve uyku verir. Gün batarken etkilidir.
* Segah makamı: Kalbe kuvvet verir. Beyne faydalıdır. Rahatlık ve cesaret verir.
* Saba makamı: Şecaat, cesaret, kuvvet ve rahatlık verir.
* Buse makamı: Karın bölgesine ve kaslara faydalıdır. Kan dolaşımını ve tansiyonu düzenler.
* Isfahan makamı: Kadın hastalıklarına iyidir.
* Neva makamı: Kalça ve bel ağrılarına iyi gelir.
* Baksı dansı: Eski Türklerde baksı adı verilen Kılkopuz ile yapılan müzik uygulaması.
* Arşetipikal hareketleri: Kol, omuz ve baş hareketleri ile hazırlık ve terapi sağlar.
* Irak makamı: Esmer tenlilerde tesirlidir. Anlamayı ve öğrenmeyi kolaylaştırır. Konsantrasyonu sağlar.
MAKAMI BUL HASTALIĞI YEN...
Binlerce yıllık müzikterapi yöntemiyle tedavi ygulayan Rahmi Oruç Güvenç'e göre her makamın farklı hastalığı iyileştirici gücü var.Psikolojik rahatsızlıklar başta olmak üzere göz hastalıkları, spazmlar, yorgunluk, huzursuzluk gibi sorunlara müzik, ilaç gibi geliyor
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim dalında yardımcı doçentliğe yükselen Rahmi Oruç Güvenç, bu dönemden sonra etnik müziklerle ilgili çalışmalarına başlamış. Müzikterapi'nin bin yıldan fazla bir zamandır kullanıldığını belirten Güvenç, 800'lü yıllarda yaşayan Ebu Bekir Razi'den Farabi'ye, İbni Sina'ya kadar pek çok bilginin bu konudaki çalışmalarının günümüze kadar geldiğini söylüyor. Yaklaşık 100 yıl öncesine kadar Osmanllı'nın da kullandığı müzikterapi şimdi Yrd. Doç. Güvenç sayesinde Avrupa'da da çok yaygın. Avusturya, Almanya, İspanya, İsviçre'de müzikterapist yetiştiren okullar açan Güvenç, hem üniversite hem de hükümetlerin desteğini alıyor. Güvenç, "Eski tıpta müzikle tedavi diğer tedavi sistemleriyle birlikte kullanılıyordu. Bugünkü tıbba baktığımız zaman yavaş yavaş kabullenilmeye başlayan bir fenomen. Önce alternatif tıpta yer edindi, sonra tamamlayıcı tıp içinde gereği ortaya çıktı. Şimdi bizim yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz Avrupa'nın çeşitli hastanelerinde kliniklerde müzikterapiyi, terapi olarak uyguluyorlar. Buna ait projeler gerçekleştiriliyor. Nöroloji, kardiyoloji alanındaki çalışmalar tamamlandı. Avusturya'da komada olan ve artık iyileşme umudu kalmayan hastalara kimse ulaşamadı ama müzik ulaştı. Şimdi yaşlılık ve bağışıklık sistemi projeleri üzerinde çalışılıyor."
İLACI MÜZİK
Müzikterapi yöntemi diğer tedavi şekillerinden oldukça farklı. Çünkü ilacı müzik. Eski tıbba baktığımız zaman psikolojik rahatsızlıklar başta olmak üzere, göz hastalıkları, spazmlar, kas ve eklem rahatsızlıkları, yorgunluk, huzursuzluk gibi hastalıkların yanı sıra fiziksel hastalıkların çoğunda müzikterapinin kullanıldığına dair bilgiler var. Ancak müzikterapi için şu anda oldukça küçük bir mekana sahip olduklarını söyleyen Güvenç'in asıl amacı üniversitelerin ve devletin desteğini alarak bir merkez kurmak. Şu anda kendilerine ulaşmak isteyenlere çıkarttıkları CD'lerle yardımcı olmaya çalışan Rahmi Oruç Güvenç, "Kültür Bakanlığı'ndan izinli CD'ler hazırladık. Bugüne kadar 40 kadar makam, müzik terapi için kullanılmış. Biz 15 - 16 makamı CD haline getirdik. Aslında Türk Müziği'nde 490 kadar makam bulunuyor. Bunları da bilimsel olarak kanıtlayarak çalışır hale getirmek istiyoruz" diyor.
TERAPİ SEANSI
Sultanahmet'teki Otağ Müzik Merkezi'nin atmosferi insanı bin yıl öncesinin Orta Asyası'na götürüyor. Otantik kıyafetler, duvarlarda bölgeye ait onlarca müzik aleti ve sıra sıra sedirler... Sedirin üstünde Kırgız başlığıyla, kaftanı ve kılkopuz isimli aletiyle Yrd. Doç. Dr. Güvenç oturuyor. Az sonra bir müzikterapi seansı başlayacak. İsviçreli Anna'nın da aralarında olduğu 4 kişi bir daire oluşturmuş. Müziğin ritmi eşliğinde çeşitli hareketler yapılıyor. Bu hareketlerle tam bir konsantrasyonla yapıldığında vücudun iç dengesi sağlanıyor. Bu hareketli seansın ardından sıra pasif seansa geliyor. Sert bir minderin üzerine İsviçreli Anna uzanıyor. Gözlerini kapatıp, kendini müziğin ritmine bırakıyor. Tamamen gevşeyip müziğe konsantre olarak bu seansın da sonuna geliniyor.
ESKİ TÜRKLERDE MÜZİK İLE TEDAVİ
Müzik bütün insanlık tarihinde duygu ve bilgilerin anlatım biçimi olarak bilinir. Müzikal sesleri diğer seslerden ayıran en önemli özellik, belirli bir ritim kalıbı içinde, birbirleriyle uyumlu sesler yumağı veya topluluğu olarak algılanmasıdır.
Çeşitli insan toplulukları, sosyal oluşuma paralel olarak kültür değerlerinin ulaştığı vasata göre, müziğin etkilerini keşfetmişler ve pek çok konuda müzikten ve onun çok yakın öğeleri olan ritim ve danstan yararlanmışlardır.
Tarih belgelerine başvurarak Türk kültürünün eski devirlerdeki oluşumuna yöneldiğimizde oldukça eski sayılacak bilgilere ulaşmaktayız: " Proto-Türk Kültürü: ... Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre, bu kültürün merkezi Shensi ve Kansu eyaletleridir ve bu kültürü yaşatanlar, bilhassa yüksek düzlük yerlerde oturmaktaydılar. Bu kültürü getirenlerin, sonraki Türklerin ataları olduğuna şüphe yoktur. Onlar ilk göründükleri zamanlar, yani M.Ö. 3'üncü bin yılın ortalarında bile, sonraları da taşıdıkları vasıflara haiz bulunuyorlardı."
" M.Ö. 3 binden itibaren Altay -Türk kültürü, aynı zamanda Altay -Türk müzik kültürünün de belirleyicisidir. Altay -Türk kültürü biraz olsun dış tesirlere açıktı. Bunların kuzeyinde kapalı olan iki bölge vardı ki , bunlar da Hakas ve Tuva bölgeleri gibi, eski Türk kültürünün çok değerli hazineleriydi. Bu her iki kültür çevresi de Altay -Türk kültür çevresi ile ilişki halindeydiler.Bu devrin Altay kültürünün başlıca özelliği ise, Güney Sibirya Kültür Karakterine girmesidir. Bunun sonucu müziklerinde benzer özellikler bulunmaktadır. Altaylılar, Orhun kıyıları, Moğol bozkırları ve İrtiş boylarına etkide bulunarak ve M.Ö. II. binden itibaren de ilk yurtlarından ayrılarak gelecekteki Orta Asya Türk müzik kültürünün temellerini hazırlamışlardır."
M.Ö. II. bin ve III. bin yıllarında Doğu Türkistan'daki Kalıntılarda flüt görülmekte. Özbekistan'ın orta bölgesinde bulunmuş, M.Ö. I. yüzyıla ve M.S. I. yüzyıla ait heykelciklerin elinde çalgı vardır. Fergana vadisi bölgesinde ise zurna çok sıkça kullanılmıştır. Tambur , Dutar, Çapraz Flüt, Balaban, Dombra topluluklarda en çok kullanılan enstrümanlardandır.
" M.Ö. II. yüzyılda Türkler, Orta Asya'nın Kuça, Balasagun gibi önemli merkezlerinde yaşarlarken buraya görevli olarak gelen Çin generalinin, dönüşünde Türklerden götürdüğü çalgılarla Çin Sarayında bir müzik takımı kurup Türk ezgileri çaldırdığı ve bu çalgıların Hunlara ait olduğu, o çağın tarihçileri tarafından günlük saray kayıtlarına geçirildiği bilinmektedir. Bu sazlardan birinin "houkya" adında, ileriden boynu dönük, üzerinde perde delikleri bulunan ve sesinin gücü ile bilinen bir boru olduğu yine aynı kayıtlardan öğrenilmektedir."
Türk müzik ve dans tarihi bilgileri, Türklerde müzik ve dans ile tedavi konusunun önemli malzemesi olmaktadır. Bu konuda ilgi çekici bazı belgelerden söz etmek gerekmektedir. Doğu Türkistanlı yazar Abdulhekim Baki ( Çin Halk Cumhuriyeti Azınlık Milletler Yazarları Cemiyeti'nin üyesi, Urumçi Yazarlar Birliğinin Başkan Yardımcısı ve Genel Sekreteri, Tanrıdağ Edebiyat Mecmuasının Başyazarı) tarafımıza ulaşan bir araştırma makalesinde şu bilgileri vermektedir:
" Yazılı kaynaklara göre Uygur Türklerinin bilinen en eski müzik numuneleri günümüzden 6000-8000 yılları öncesine kadar dayanmaktadır. 'Şincang (Doğu Türkistan) Medeniyet Numuneleri' adlı araştırma dergisinin 1985 yılında yayınlanan 1. sayısında yer alan bir incelemede Hoten vilayetine bağlı Çerçen kazasındaki Mülçe Irmağı mecraında bulunan Mingyarkaya resminde dans eden figürlere rastlanılmıştır. Arkeologların ilmi tetkiklerine göre bu kaya resimleri zamanımızdan 6000-8000 yıl öncesine aittir. Uygur Türklerinin 3000 yıl önce Şaman dinine mensup olduğu çağlarda Şaman, Pirhon ve Bahşılar şarkılar söylemek ve dans etmek sureti ile hasta tedavi seansları ve merasimleri icra ederlerdi. Uygur Türkleri eski zamanlarda ölülerini şarkı söyleyerek ve dans ederek uğurlarlardı.
401 yılında ünlü Uygur Türk Alimi Kumuraciva Doğu Türkistan'ın Kuşen şehrinden Çin'in tarihi Başkenti Çangen'e giderek, dil, edebiyat, müzik ve heykeltıraşlık konularında dersler vermiş ve bu sahalarda 800 kadar öğrenci yetiştirmiştir."
Melodi ve ritim birliği müzikal olgunun gereği olarak görülür. Türklerde dans, melodi ve ritim birçok amaç için kullanılıyordu. Özellikle şamanik inanç çerçevesinde ayinlerin en önemli malzemeleri melodi, ritim ve danstı. Bu ayinler sırasında kullanılan müzik aletleri kutsal kabul edilirdi. Müzik eşliğinde icra edilen danslar genellikle bazı kutsal figürlerin taklidi şeklinde olurdu. Kazak ve Kırgız Türklerinde müzik ve dans ile tedavi örneği olarak, çok eskiden beri devam eden bir dans olan "Karacorga" bir atın yürüyüşünü simgelemektedir. Kartal, kurt, ayı, geyik, kuğu, 7 evliya, at, kaz bu simgelerden bazılarıdır. Eski inanışa göre bu figürler Ataruhunu temsil etmektedirler. Adı geçen at yürüyüşünü temel alan ve günümüze kadar gelebilmiş tedavi dansı örneği olan Karacorga (Baksı Dansı)nın benzer örneklerini Azerbaycan Gobustan kayalıklarındaki figürlerde görmekteyiz. Yazılı kaynaklardan bu konuda şu bilgilere ulaşmaktayız: " Baku'dan doğu istikametine gidilirse, bir saat kadar sonra karşınıza bir kadim insanın daha resmi çıkacaktır. Kobustan'da karmakarışık kaya yığınları arasında ansızın kayalar üzerine çizilmiş resimler göze çarpıyor: Av sahneleri, tören dansları oynayan bir grup insan, burun kısmında güneş işareti olan çok kürekli bir kayık, aslana benzeyen acayip hayvanlar. 12 bin yılı aşkın bir zaman önce burası kadim sakinlerin yerleşim yeriydi.
Diğer bir kitapta aynı konu şöyle dile getiriliyor: "... Azerbaycan'da yaşamış halkların iptidai ilkin raks formlarının meydana çıktığı yer respublikanın güney reyonlarıdır. Alimler Baku'nun yakınlarında Gobustan'da kadim rakslardan haber veren kaya tasvirlerinin raks eden figürleri aşikare çıkarmışlardır. Uzak geçmişin ressamı bu tasvirini takriben sekiz-on bin yıl bundan evvel yaratmıştır. Rakslar yalnız merasim karakterli rakslar olmuştur. Raks hiç de temaşa edilmek için değildi; aksine muayyen bir merasimin vacip elementi gibi lazım gelirdi."
Eski Türklerde tedavi amacıyla kullanılan müzik ve dans konusu, sosyal hayatta mistik alanda önemli bir yer bulmuştur. Baksı ve Kam adı verilen tedaviciler, bu tedaviyi bir merasimle, müzik ve ritim ve de dans ile harekete geçen sezgileriyle gerçekleştiriyorlardı. Miladi VI-VII. yüzyıllarda kuzey Çin'de hüküm süren Türk soyundan bir Tabgaç hükümdarı hakkında Miladi 576 tarihli bir Çin kaynağı şunu anlatıyordu: "Hükümdar ve soydaşları, Çin'de bilinmeyen ve hoş görülmeyen bir tarzda, gök ayini sırasında raks ediyorlardı. Ayinin sonunda, kadın kamlar davullar çalarken Tabgaçlar, doğu yönünde yükselen kurban taşına doğru secde etmekteydiler."
Miladi 569'da Batı Türk Hakanına Bizans elçisi olarak gelen Zemarkhos da, Semerkand'da Gök-Türk kamlarının davullar ve çıngıraklar çalarak, ateş etrafında devran ettiklerini görmüştü.
Din dışı rakslar ile de merasim yapılırdı. Miladi VI-VII. yüzyıllardan Çin kaynakları, Gök-Türklerin, bir ayak ile hareketli bir top üzerinde durarak, denge için kollarını iki yana açıp, diğer ayakla çok hızlı bir şekilde döndüklerini anlatır.
"...Adı geçen bu raksın Milad devrinde de uygulandığı, iç Asya göçebelerinin eski ili olan Kuzey Çin'de bir mezar duvarındaki tasvirlerden bilinir. Rakkas sağ ayağı ile bir top üzerinde denge kurmuş, arkaya doğru uzanan sol ayağı ile dönmektedir. Açılmış kollarının yenleri uçuşur gibidir. Rakkasın önünde bir diz üzerine çökmüş müzisyen davul çalmaktadır."
Türk müziği ve folkloru tarihi bütün Türk illerini ve kültürün pek çok dalını içine aldığı için bazı konuların birbiriyle örülü olduğunu gözlemek mümkün olmaktadır. Baksı veya Kam adı verilen tedavicilerin bir çok işlevi üstlenmeleri bu konuya güzel bir örnektir. Tedavici, icra ettiği müzik, ritim ve danslarla bir sanatçı gibi görünür, ama o trans içinde sezgi bilgisinden bahsettiği için medyumdur. Toplumun ihtiyacı ve sorularına cevap verdiği için sosyolog ve pedagog ve de psikolog rolünü de üzerine almıştır. Ulaştığı trans'ın sezgi neticesi oluşturduğu bilgi derinliği açısından, insanların duygularına yön verme imkanı sebebiyle hekim ve de manevi ihtiyaçlara cevap verme yeteneği ve konumu sebebiyle de ruhiyatçı rolünü oynamaktadır. Dede Korkut misalinde olduğu gibi. Dede Korkut bir yanda öğüt verir, bir yanda destan söyler, diğer yanda kopuz çalar, hasta tedavi eder ve çeşitli konularda iyi sonuçlar alınması için dua eder. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere eski Türklerde müzik ve dansla tedavi basit bir hekim işi değil sosyo-kültürel ve spiritüel bir fenomendir. Bu konuya açıklık getirmek için bazı örnekler şöyle sıralanabilir: "XI. yüzyıl tarihçilerinden Gardizi, Kırgızlara dair şu malumatı veriyor: Kırgızlar arasında Faginum (Kam) dedikleri bir kişi vardır; her yıl muayyen bir günde gelir, çalgıcıları ve her türlü çalgı aletlerini getirirler. Çalgıcılar çalmaya başlar, Kam bayılarak düşer; bundan sonra ondan o yıl neler olacağını, kıtlık, bereket, yağmur, kuraklık, tehlike, emniyet, düşman saldırısı hakkında sorarlar. Kam hepsini söyler ve ekseriya onun dediği olur." İptidai şamanizmde şaman ile tabibin aynı şahıs olduğu kabul görür.
"...Kamların tanrılar ve ruhlar hakkındaki tasavvurları dini törenlerde okudukları dua ve ilahilerdeki tavsiflerden anlaşılabilirdi. Fakat bu ilahileri ve duaları tespit etmek güçtür. Ayinlerden sonra kam bu okuduklarını tekrarlayamaz, çünkü kam dualarını istiğrak (trans) halinde irticalen söyler ve unutur."
Balasagunlu Yusuf Hacip 'Kutadgu Bilig'de kamları otaçılar (tabibler) ile bir tutmuş; kamların insan topluluğu için yararlı kişiler olduğuna işaret etmiştir.
Kerek tut otaçı, kerek kam
Ölügligke her giz asıg kılmaz em"
(Gerek hekim, tabib tut, gerek kam tut;
Eceli gelene ilaç fayda vermez.)
Bir başka sözü de şöyle söylüyor:
"Kamug igke ot ol emi belgülüg
Ol ig emlegüçi kam belgülüg"
(Her derdin belli ilacı,
tedavi edecek kamı bulunur.)
Kanaati temsil eden Odgurmış adlı zahid, hakana nasihat verirken "bazı insanlar yoksul; bazı insanlar da kaygı ile yıpranmışlardır. Bunların ilacı, dertlerine derman sendedir. Bunları tedavi et, bunların Kam'ı ol" diyor ki dikkate değer.
"Seningde turur kör bularnıng emi
Otagıl daru birle bolgıl kamı."
İslamlaşmaya başlayan kamların dualarına Peygamber'in, meleklerin, evliyanın ve şeyhlerin adları girmeye başlamıştır. Doğu Türkistan Türkleri, Yakutlar gibi, erkek şamana "oyun" derler. Kırgız-Kazaklar'da şaman yerini tutan ve onun ödevlerini uygulayan kişiye "Baksı" ya da "Bahşı" denir.
Baksı veya Kam adı verilen bu Asya Türk tedavicileri, tedavi seansı sırasında kutsal saydıkları müzik aletlerine özel önem verirlerdi. Bunlar içinde kopuz kelimesiyle ifade edilen, yay,ağız ve parmakla çalınan aletlerin manevi ve terapatik bağlantıları vardı. Kazakistan'ın Almatı kentinde tanıştığımız bir kopuzcu olan Simetay'ın aktardığı bilgiler önem taşımaktadır: " Kopuz Dede Korkut'un sazıdır ve yayla çalınır. Baş kısımdaki tellerin bağlandığı ses burgularından birisi güneşi diğeri ayı temsil eder. Gövdede telleri taşıyan köprü kısmının altı yeri, üstü de göğü temsil etmektedir. Ses yayın sürtünmesi ile ikisinin arasından çıkar; bu ses ata ruhu ile bağlantı kurmaya yardımcı olur.
Hakas, yani eski Kırgız Türklerinin yurdu, Kem ırmaklarının çevrelerinden başlar; ünlü Yenisey ırmağının başlangıçlarına kadar uzanır. Göktürk yazıtlarının Yenisey yazıtları adlı bölümü buradadır. Eski Türk sazlarının veya kopuzlarının en orijinal ve en eski şekli de buradan belgeleniyor. Vertkoy bu Hakas komıs veya kopuzunu şöyle tarif ediyor: ... Komis 2 veya 3 telli bir sazdır. Altay çevresinde, Tobşur denen saz ile Tuva'daki Topşulur adlı sazlarla aynı kökten gelir. Teknesi ve sapı aynı kütükten çıkarılır. Alt kısmı koyun veya geyik boynuzu ile kaplanır. Telleri at kılı veya koyun barsağı ile yapılır. İki telinden biri ak diğeri kara idi. 70-80 santim kadar uzunluğu vardır.
Yazarın şu tespitleri önem taşımaktadır: " ... adı geçen bu musiki aleti önce deri ile kaplanıyor; derinin üzeri de geyik boynuzları ile perçinleniyordu; boğuk ve iniltili ses sihir dolu olarak böyle bir tekneden çıkıyor ve çevreye yayılıyordu.... Müzik, yalnızca zevk, neşe, aşk, hüzün ve eğlence katkısı değildir. Devlet, millet birliğini oluşturan; savaşta orduya duygu veren, yürüyüş ve hareketini düzenleyen de, ses ve ritimdir. Müzik ve kopuz veya saz, tedavi eden, ruhları dinlendiren, iradelere güç etkisi veren, aynı zamanda toplulukta birlik yaratan sosyal aletlerdi.
Velilik ve ululuk sembolü idi. Dede Korkut'ta görüldüğü gibi.
Gazi erenlerin başına ne geldiğini söyleyen bir sembol idi.
Ulularla haberleşme; medet ve yardım isteme sesiydi.
Kopuzla övülen yiğitlere güç veren, boğaları ve buğraları yenmelerine imkan veren ilahi bir sesti. Kanturalı hikayesinde olduğu gibi.
Topluluğa haber veren, halkı uyaran kutlu ses de kopuzun kutlu sesidir. Beyrek'in yurduna dönüşünde, atını verip bir kopuz alması gibi...
İyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan kutlu ses de kopuzun sesidir.
"... yarı müslüman, bahşı adlı kopuzcular, sihir, fal, tedavi, iyi ruhları çağırma, kötü ruhları kovma törenlerinde yalnız kopuz kullanıyorlardı."
Prof. Dr. Bahaeddin Ögel'in Radlof'dan aktardığı şu bilgiler kopuz hakkında daha net tarifler vermektedir:
"... Baksa, çok eski şamanların zamanımıza kadar gelen örneklerinden biridir. Hastalıklarda, yardımcı olmak için çağrılırlardı. Baksa'ların, şamanların davulu yerine iki telli bir kemençeleri vardır. Kenarları zillerle ve ses veren maden parçaları ile süslenmiştir. Buna kobus derler. Bir de asa taşırlardı. Değnek şeklindeki bu asanın başında da bir çıngırak ve maden parçaları vardı...."
Kazak ve Kırgızların inanışına göre, Korkut Ata en büyük velilerden sayılır. Kazakların kopuz ve tombure, dombra gibi sazlarını icat eden de yine Korkut Ata idi.
Eski Türkler'de müziğin çeşitli alanlarda ve bu alanlar içinde hasta tedavisi için kullanıldığını çeşitli kaynaklardan inceledikten sonra, Türk müziğinin tonal yapısı üzerinde durabiliriz. Müzikolog Mahmud Ragıp Kösemihal ve Ahmet Adnan Saygun bu tonal yapıyı pentatonizm (beş seslilik) üzerine inşa etmektedirler. Yedili sistemde oktavıyla 'sekiz ses'ten oluşan "gam" veya "dizi" tarifine karşı pentatonizmde oktavıyla beraber 6 ses bulunmaktadır. Batı'da sistemleştirilerek açıklanan ve formüllerle gösterilen majör ve minör gamlar gibi.
Do- Re- Mi- Fa- Sol- La- Si- Do
1 1 ½ 1 1 1 ½ Majör gamı örneği
La- Si- Do- Re- Mi- Fa- Sol- La
1 ½ 1 1 ½ 1 1 Minör gamı örneği
bir çok değişik pentatonik gamlar dünyanın bir çok yerinde tespit edilmiştir.
Sol- La- Si- Re- Mi- Sol-
1 1 1½ 1 1½ Majör Pentatonik Örnek
Sol- Si(b)- Do- Re- Fa- Sol
1½ 1 1 1½ 1 Minör Pentatonik Örnek
Japon Müziğinde pentatonik melodiler çok fazla bulunmakta olup.Japon müzikologlar bu pentatonik dizilere 'minyo', 'gagakulitsu', 'riyuku', 'miyakobuşi' gibi adlar vermişlerdir.
Kazak Türkleri'nin tedavi seanslarında, dombra ve kılkopuz eşliğinde söyledikleri melodik sözler ve Kazan Türkleri geleneğinde halen örnekleri bulunabilen Ural tedavicilerinin dombra, koray ve ağız kopuzu (gubuz) ile söyledikleri şarkı ve dualar tamamen pentatonik özellikler göstermektedir. Kazak, Kırgız, Altay, Ural, Tuva, Hakas, Saha, Karaçay , Çuvaş vb. Türk topluluklarının bugüne kadar gelmiş ve halk içinden derlenmiş, notaya alınıp kaydedişmiş pek çok pentatonik şarkı, dua, melodi, küy (enstrümantal olarak icra edilen ve bir konuyu dile getiren müzikal eser. Örnek: "Nazlı Hanımın yürüyüşü") vardır.
Pentatonik müzik formunun eski Türklerin tedavisinde temel elemanlardan birisi olduğu bilgisiyle bu tonal özellikleri incelemek yerinde olacaktır:
"Pentatonik müzik tarihten önceki çağlardan kalmadır ve bir Asya malıdır. Alman müzikolog Kurt Sachs: Ezcümle pentatonizm bir yandan şimal kenarında-İskoçya'da, Laponlar arasında- bir yandan da cenupta, Macaristan'da, Gregua tegannisinde, eskilerin musikisinde ve hatta İspanya'da bulunuyor. Bu halde Pentatonizm (major) ve (minör) makamlarından daha eski olmak lazımdır. "Dava şudur: ortada bir 'pentatonik çatı' hakikati var; en eski ve Asyai olan öz budur. A) Aslında heptatonik iken bu pentatonik çatı ananesine göre sadeleştirilmiş ezgileri bulmak, B) ve aslında öz pentatonik iken süs notları, geçici notlar veya çarpmalar gibi yarım-tonlarla heptatonik bir renk almış (fakat çatı notlarının dizisi gene pentatonik kalan) ağızları meydana koymak ayrı ayrı çalışma mevzularıdır; bu yollarda bulunacak örnekler, öz pentatonik ( pentatonik anhemitonik) tiplerinin kadrosunu genişletmeye yararlar..."
"... Değerli kompozitör Bela Bartok'un bir iki umumi incelemesini okumakla iktifa edelim: Eski çığırdaki Macar ezgilerinin arkaik boyası ve parlando-rubato ritmi bize, bu ezgilerin köylü sınıfı arasında saklı kalmış yaşlı bir musiki kültürünün bakiyelerini temsil ettikleri ihtimalini düşündürüyor. Eskilik taşıyan karakterleri, en başta pentatonik bir dizi olan şu en kuvvetli ses dizisinden ileri gelir: Sol, Si bemol, Do, Re, Fa, Sol..... Pentatonik dizi sistemleri daha ziyade ilk Macarların Asya'dan getirmiş oldukları yaşlı bir musiki kültürü ile karşı karşıya bulunduğumuz sanısını verir: Çeremislerin, Tatarların ve Kırgızların pentatonik musikileri ile doğrudan doğruya ilişikli bulunması muhtemel bir musiki....."
Fransız yazar M.H.Prunieres, müzikolog Dr. R. Lachmann,Prof. Hornbestel, Fransız M. Alexis Chottin Afrika'daki Berberi ve Tuareg musikilerini incelemişler ve Türkistan pentatoniklerinin temiz ve net örneklerini gözlemlemişler ve Afrika- Orta Asya müzikal bağlantılarına işaret etmişlerdir.
1979 yılı Kasım ayında Londra'da bulunan Nordoff-Robbins müzik terapi enstitüsünü ziyaret etmiştim. Meşhur keman virtüözü Y. Menuhin'in yöneticisi olduğu bu enstitünün ikinci başkanı Juliette Alvin'le görüşmüş ve otistik çocukların müzikle tedavi seanslarını izlemiştim. Bu seanslarda piyano ve ritim sazlar eşliğinde pentatonik melodilerle terapi icra ediliyordu. Sayın J. Alvin pentatonik müzik icraatının çocuklarda kendine güven ve kararlılık duygusu oluşturduğunu ve bu duygularla otizmin tedavi edildiğini bana açıklamıştı. Benim gözlemlerim de bu teoriyi doğrular biçimde idi.
Avrupa'nın pek çok ülkesinde " WALDORFSCHULE" adı altında Rudolf Steiner adındaki Antroposophi biliminin kurucusunun eğitimini sürdüren okullar bulunmaktadır. Sanat ile eğitimi ön planda tutan bu okullarda müzik, en önemli eğitim konusu olarak ele alınmakta ve özel olarak yapılmakta olan 'arp' ve 'flütler' ile pentatonik müzik eğitimi verilmektedir. Modern caz müziğindeki improvizasyon kolaylığı ve sezgi bağlantısının gerisinde pentatonik gamlardan yararlanılması bulunmaktadır. Günümüz caz ustalarından Amerikalı tanınmış virtüöz piyanist Keith Jarret. Şöhretini cazda kullandığı pentatonik skalalara borçludur.
Dünyanın bir çok bölgesinde (Orta Asya; Ural, Başkurt, Kırgız, Kazak, Sibirya, Tuva, Hakas, Saha, Altay,Anadolu, Çuvaş, Çin, Japon, Endonezya, Hindistan, Afrika, İskoçya, Kuzey,Orta ve Güney Amerika ve Eskimo) pentatonik müzik örnekleri çeşitli amaçlar için kullanılmaktadır. Bu amaçlar içinde trans ve tedavi konuları özellik taşımakta ve önemli sayılmaktadır. Pentatonik melodilerin uygun bir konsantrasyon durumunda iç duygulardan üretilip kolayca şuur vasatına ulaştığı ve improvizasyon şeklinde sonsuz denecek kadar velud varyantlara ulaştığı bilinmektedir.
Asya Baksı'ları ve Kam'ları bazen günlerce süren ayinlerinde pentatonik melodileri irticalen icra edip trans haline girebilmektedirler. Bu konuda yazılı bir belgeyi aynen aktarmakta fayda görüyorum: "Sıtma ve Şamanizm:Burada ben müthiş bir sıtmaya tutulmuştum. Bu bende Buhara'dan beri vardı. Hükümet azasından Abdülhamit Arifov kinin getirmişti. O da kulaklarıma kötü tesir ediyordu. Bir gün dediler ki yakında aq-car ismindeki köyde çok tecrübeli bir baksı yani şaman var. Ona tedavi ettirelim. Ben de çarnaçar razı oldum. Bahşıya haber verdiler köyüne gittik. Meğerki bunlar Karlıklar'danmış; o bir gün hazırlığını görecekmiş. İkinci gün akşamı gittik. Bir Özbek çadırı içinde büyük bir ateş yakılmıştı. Kapkara sakallı 40 yaşlarında görünen sağlam yapılı Baksı normal bir insan sıfatıyla çay içip konuştuktan sonra arkadaşlarıyla bir daire yaptı. Elinde düngür denilen davulu çalarak şamani şarkılarını söyleyip dönmeye başladı. Başkaları da dönüyorlardı. Bu merasim uzun sürünce Baksı Bana geldi. Sen bize inanmıyorsun; ruhlar gelmiyor,okumayı tatil edelim dedi. Ben de aman tatil etme, ben inanırım dedim. Yine bir müddet döndüler, çaldılar şarkı söylediler. Nihayet bunlardan biri vecde geldi. Ağzından beyaz köpükler çıktı ve kendini kaybetti. Onu bir kenara çıkarıp yatırdılar, böylece birkaç kişi vecde geldikten sonra nihayet Baksı'nın kendisi de vecde geldi. Orada hazır bir demir kürek vardı. Onu yanan ateşe koymuşlardı. Bir ağaç sap sokarak Baksı küreği kaldırdı. Ağaç saplar yanmaya başladı. Ağzına su atıp küreğe püskürttü. Ateşten sıçrayan su tanecikleri yüzüme geliyor ve beni yakıyordu. Kokma korkma iyidir dediler. Nihayet o Baksı ateşte yanan bu demir küreği dişleriyle ağzına aldı. Birkaç defa etrafımda bu şekilde dolaştı ve tekrar ateşe attı. Bu arada Baksı'ya her taraftan sualler soruluyordu. Benim iyi olacağımı söyledi. Emir'in muvaffak olup olmayacağını sordular. Nihayet o kendine geldi; bana da artık iyileşeceksin ilaç filan almayın dedi. Ağzına yanmış küreği aldığı halde siyah bıyıkları yanmamıştı. Ateşin sahte olmadığını da sıçrayıp yüzüme kadar gelen su damlacıklarından biliyorum. İşte bu suretle hayatımda ilk defa olarak hakiki bir şaman ayini görmüş oldum; gerçi küçüklüğümde de böyle bir hastalığımı bizde 'Bağucu' denilen Baksı tedavi etmişti. Bundan sonra kinin almadım ve sıtmayı da hissetmedim. Bu zat dolandırıcı olmayıp hakiki Baksı sayılıyormuş. Hiçbir ücret veya hediye kabul etmedi. Bu şaman ayinlerini yaptırmam burada yaşayan Özbeklerin bana karşı münasebetlerinde daha samimi olmalarına sebep oldu. Bu muhitte Özbekler bana çok hürmet ederler ve molla diye konuşurlardı. Cebbar Bek bir gün Özbek eşrafından 40'a yakın zevatı beni tanıtmak üzere çağırmıştı. Bunlar emir taraftarı değillerdi. Onlarla çok güzel sohbetler yaptık. Böylece Cebbar'ın yanında bir aydan fazla zaman kaldım."
Türk müzik terapi geleneğinin temel malzemesi olan melodik yapının pentatonik özellikler göstermesi konusunda şu tespitler önem taşımaktadır.
" Pentatonizmin eskiliği: Gerek Firikya pentatonikleri hakkındaki Grek notlarının, ve gerek Macarların Asya'dan getirdikleri ezgilerin ana çatısının gene o olması keyfiyeti, pentatoniğin Asyai eskiliğini belirtmeye yetecek ilk deliller gibi sayılır. Fakat gelecek kitapta, bir takım Leh, İskandinav, İskoç ve İrlanda şarkılarında ve Afrikanın Berberi müziklerinde de pentatonizmin şümullü yeri bulunduğunu görünce, onun 'eskiliği' maddesinden başka en uzak göçlerle olan ilişiği meselesi üzerinde de düşünmek gerekli olduğuna inanacağız. İşte böylece, Türk halk musikisinin en eski tonal tipinin "pentatonik çığır" olduğu anlaşılmış oluyor, çeşitlerini mukayeseli bir şekilde belirtmek işi Türk müzikolojisinin başlıca endişelerinden olmaktadır."
Günümüzde eski Baksı'ların trans, dans, kopuz, dombra, davul birlikteliği ile örülen tedavi seansları, Kazakistan,Altay, Saha, Kırgızistan Tuva, Ural bölgelerinde hala yaşamaktadır. Karacorga adı verilen eski Baksı dansı, tarafımızdan aktif müzik terapinin yaşayan en eski örneği olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan 11 merkez ( Madrid, Barselona, Zürich, Viyana, Rosenau, Berlin, Mannheim, Freiburg, Almatı, Bişkek, İstanbul) ve 6 okul (Rosenau, Zürich, Berlin, Mannheim, Madrid, Barselona) faaliyeti kapsamında hem eğitim için hem de çeşitli hasta gruplarının tedavisi için kullanılmaktadır ve öğretilmektedir. Münih Yüksek Müzik Akademisi (Hochschule für müsic), Rosenau müzik terapi enstitüsü ve Marmara Üniversitesi eğitim öğretim kooperasyonu bünyesinde, akademik müzik terapi eğitiminde eski Türklerin müzik ve dans terapi geleneği öğrencilere tarafımızdan öğretilmektedir.
Dünyaca tanınan kalp cerrahı Prof. Dr. Mehmet Öz ölüm korkusu yüzünden kalp ameliyatlarında ölüm vakalarının çokluğunu belirtirken, eski Türklerin müzik terapi uygulamalarının örnek melodik icra şekillerini içeren ve tarafımızdan hazırlanan müzik terapi CD'lerinin dinletilmesiyle ölüm vakalarının azaldığını ve tedavide başarı sağlandığını kendi kitabında tarafımıza ayırdığı sayfalarında yazarak belirtmektedir.
Günümüzde hala yaşayan ve çok eski zamanlardan beri Türk kültüründe özenle yaşatılan bir örnek, Kazak, Kırgız, ve Altay Türklerinde 'Baksı Dansı', 'Karacorga' veya 'Baksı tedavi seansı' olarak bilinen bir müzik - movement terapi şeklidir. Bu seansı yöneten Baksı (görücü, gören, bakan) Ata ruhunun seçtiği ve görevlendirdiği bir kişi olarak toplumca kabul edilmiş, terapi seanslarındaki isabetli uygulamaları sebebiyle kendisine saygı duyulan bir kimsedir. Baksı önce dua ile 'Ata-ruhu'na iltica eder ve yavaş yavaş ilk bağlantıyı kurduğu yerden ayağa kalkarken spiral şeklindeki el-kol hareketleriyle spiritüel enerjiye konsantre olup, o enerjinin kollarında oluşmasına çalışır. Bu sırada Dombra , Kılkopuz, Şangobız, adlı enstrümanlar ve su sesi ile müzisyenler kendisine eşlik eder. İkinci safhada adı geçen enerji omuzlara yöneltilir ve omuz hareketleri ile birlikte ritim ve melodi değişir. Fizik bedendeki son durak olan baş hareketi başladığında müzisyenler ritmi ve melodiyi uygun şekilde icra ederler. Sonraki bölüm seansın en önemli yeri olup; Baksı, bu bölümde serbest ritim ve melodi ile sezgilerine yönelir ve improvize ( içine doğduğu gibi ) dans ile trans (vecd, istiğrak, duyguların yücelmesi) haline girer. Trans sırasında hasta için neler yapılması gerektiğine ait bilgileri, sezgileri ile algılar ve uygular. Bu bölüm sonsuzluk ve ölümsüzlük, değişmeyen bilgi ile bir olma bölümü olarak tarif edilir. Daha sonra dönüş başlar, baş, omuz ve kol hareketleri sıra ile uygulanıp yer bağlantısı sonucu oturularak seansa son verilir. Seansın süresini genellikle Baksı tayin eder.
Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç ve Teo. Psk. Gerhard Kadir Tuçek (Avusturya Doğu Müzik Terapisi Okulu Müdürü) tarafından geliştirilen ve Avrupa'da bir çok hastane ve tedavi merkezlerinde uygulanan aktif müzik terapi seansı: Bu uygulamada ana düşünce; unutulmuş duyguları yeniden uyarmak ve yeni duygular üreterek kişinin içinde bulunduğu hali değiştirmek ve sağlıklı yaşama şartlarına adaptasyonu sağlamaktır. Bu amaçla, uygun hareketlerle, tabiatta bozulmadan devam eden uyuma ve dengeye ulaşma faaliyeti olarak tarif edilebilecek olan seans; pentatonik ve yarı pentatonik ve otantik olarak yaşayan Türk musikisi repertuarı ile, tabii, otantik enstrümanların icrası beraberliğinde yürütülmektedir. Otistik, nevrotik, pasif, korkak, çekingen, sıkıntılı kişiler ile spastik, özürlü kişilerde hem duyguların değişmesi şeklinde hem de egzersiz vasıtası ile hareket kabiliyetinin gelişmesi yönünde olumlu terapi etkileri bu seans ile sağlanabilmektedir.
SEANSIN UYGULANMASI:
1. hareket el, göz ve kalp arasında denge sağlamak ve elleri tanımak ( Beyindeki nöronların en çoğu eller ile dile ayrılmıştır.)
Hareket kolların dıştan içe daire çizmesi şeklinde olup; tarifi, dış tesir ve uyarılardan uzaklaşıp, bize bahşedilen gerçek değerlere ve kendi özümüze yönelmek. Sağlık için, birlik ve bütünlük duygularına ulaşmak için iç konsantrasyon.
Hareket kolların dıştan içe geniş kavis çizerek, yere paralel hareketi. Kavuşma, yol ve mesafe kat etme, ulaşma, yüzme, uçma, koşma gibi tabii hareketlerle rezonans çalışması.
Hareket stres ve fizik-enerji blok merkezleri olarak bilinen omuzları ve sırt-göğüs kas ve kemiklerini çalıştıran bir hareket. Eller belde sabit tutularak iki omzun da öne arkaya ve sağa-sola hareketi esas alınır.(Baksı dansı örneği).
Hareket eller belde olmak üzere başın öne-arkaya ve yanlara hareketidir. Özellikle ense ve boyun kasları ile beyne giden sinir ve damarlar için geliştirici ve yol açıcı egzersiz olarak tarif edilir.(Baksı dansı örneği).
Hareket seans boyunca öğrenilen hareketlerin tabiat hareketlerindeki uyum ve denge düşünülerek zorlama olmadan - içe doğacak ve derinden hissedilecek şekilde icraatı. (Kuş uçuşu, at koşuşu, su akışı, rüzgar esişi vb. gibi). Bu seans sonunda ayağa kalkılır ve bütün vücut hareket eder, yavaş yavaş ağırlaşarak seans biter.
Türk tarihi ve kültüründe önemli bir yeri olan müzik, dans ve bunlarla yapılan tedavi konusunda; pentatonik müzik formu ve Baksı-Kam tedavi geleneğinin yanısıra olgunlaşıp yerleşen 'makam müziği ile tedavi' günümüz tıbbında yeniden güncelleşmiş bulunmaktadır. Bin yıldan daha önceki zamanlarda Orta Asya'da; Horasan ve Uygur bölgelerinde gelişerek yayılan makam musikisi hakkında Farabi,İbn-i Sina, Ebu Bekir Razi, Hasan Şuri, Hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi, Haşim Bey eserler yazmışlar ve makamların duygular ve organlarla ilişkilerini tasniflerle belirtmişlerdir. Pentatonik müzik Türk illerinde gelişmeye devam ederken, yedili sistem olan ve bir tam sesin dokuz komadan oluşması esasına dayalı makam sistemi, takriben dört yüzü geçen makam zenginliği ile kültür ve sanatımıza büyük katkıda bulunmuştur.
PASİF ( RECEPTİV) TERAPİ M.S. 834-932 yıllarında yaşamış olan müslüman Türk bilginlerinden Ebu Bekir Razi, melankoliklerin tedavisi üzerine yazdığı bir eserinde şöyle diyor: " ... melankolik hasta kesinlikle meşguliyetle tedavi edilmelidir. ... melankolik hasta balık tutma veya avlanma gibi eğlenceli işlerden biri ile uğraşmalıdır. Mümkünse çeşitli oyunlara alıştırılmalıdır; huyunu, ahlakını, davranışlarını beğendiği ve sevdiği kimse ile buluşup görüşmeli özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir."
Büyük Türk Bilgini Farabi (870-950) makamların ruha etkisini şöyle sınıflandırır:
Rast makamı: İnsana sefa (neşe, huzur) verir.
Rehavi makamı: İnsana beka (sonsuzluk fikri) verir.
Küçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir.
Büzürk makamı: İnsana havf (korku) verir.
İsfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti ve güven hissi verir.
Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.
Uşşak makamı: İnsana gülme 'dilhek' verir.
Zirgüle makamı: İnsana uyku 'nevm' verir.
Saba makamı: İnasana şecaat (cesaret, kuvvet) verir.
Puselik makamı: İnsana kuvvet verir.
Hüseyni makamı: İnsana sulh ( sükunet, rahatlık) verir.
Hicaz makamı: İnsana tevazu (alçak gönüllülük ) verir.
Büyük islam bilgin ve filozoflarından İbn-i Sina ( 980-1037), musikinin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlamaktadır: " ...tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek , onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir..."
İbn-i Sina, Farabi'nin eserlerinden çok yaralandığını ve hatta musikiyi de ondan öğrenerek Tıp mesleğinde tatbike koyduğunu söylemektedir. Arapça yazdığı Kitap'ün necat ve Kitab'ün Şife'deki12 fasıl tamamen musikiye ayrılmış olduğundan, bu kısım Baron Rodolph Dearlangar tarafından Fransızca olarak 'La musique Arap' adıyla yayınlanmıştır.
Eski Türk hekimlerinden Şuuri'nin 'Tadil-i Emzice' adlı eserinde müzik ile tedavi hakkında geniş bilgi vardır. Şuuri, 'Tadil-i Emzice'de belirli makamların günün belirli zamanlarında etkili olduğunu belirtmektedir. Ona göre:
Rast ve Rehavi makamları: Seher zamanları etkilidir.
Hüseyni makamı: Sabahleyin etkilidir.
Irak makamı: Kuşlukta etkilidir.
Nihavend makamı: Öğleyin etkilidir.
Hicaz makamı: İki ezan arası etkilidir.
Buselik makamı: İkindi zamanı etkilidir.
Uşşak makamı: Gün batarken etkilidir.
Zengüle makamı: Gurubdan sonra etkilidir.
Muhalif makamları: Yatsıdan sonra etkilidir.
Rast makamı: Gece yarısı etkilidir.
Zirefkend makamı: Gece yarısından sonra etkilidir.
Şuuri'ye göre musikinin meclis adamlarına olan etkileri de birbirlerinden farklıdır.
Ulema ( Alimler ) Meclisine: Rast ve Tevabii makamları
Ümera ( Emirler ) Meclisine: Isfahan ve Tevabii makamları
Dervişler Meclisine: Hicaz ve Tevabii makamları
Sufiler Meclisine: Rehavi ve Tevabii makamları etkilidir.
Günümüzden 900 sene önce Selçuklu Sultanı Nureddin Zengi tarafından Şam'da yaptırılan Nureddin Hastanesi'nde musiki makamları tedavi amacıyla kullanılmıştır.
Sonraki dönemlerde Amasya, Sivas, Kayseri, Manisa, Bursa, İstanbul (Fatih Külliyesi) ve Edirne şifahanelerinde musiki ile tedavi uygulanmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde şöyle yazılıdır: " Merhum ve mağfur Bayezid Veli ... Vakıfnamesinde hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def'i sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tahsis etmiştir ki, üçü hanende biri neyzen, biri kemani, biri musikari, biri santuri, biri udi olup, haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı verirler..."
Anlaşıldığına göre, Horasan kaynaklı Türk Sanat musikisi ve Horasan-Anadolu musiki makamlarımızın olgunluğu ile gelişen pasif-receptiv müzik terapi geleneği icrası sırasında hastalar rahat bir şekilde oturarak veya uzanarak dinlenme halinde idiler. Bu tedavi şeklinde amaç, hastaların emosyonel durumlarını değiştirerek onları rahatlatmak ve kendine güvenlerini kazanmalarına yardımcı olma idi.
Günümüzde tarafımızdan uygulanan teknikte bu esaslara sadık kalınmıştır. Hasta istirahat pozisyonunu alır, bir seans süresince geniş ve rahatlatıcı bir ritim ve su sesi eşliğinde, Ney, Rebab, Çeng, Ud, Dombra ve Rübab ile emprovize (ritimli taksim) yapılır ve uygun makamlar üzerinde çalışılır. Bu şekilde bir icra sırasında, otizm'den ve psikolojik çocuk hastalıklarından Geriatri'ye kadar çeşitli psikolojik ve fizik hastalıklarda olumlu değişmeler ve iyileşmeler gözlenmektedir. Bu konuda Dr. L. Gutjahr ve Prof. V. Mechleid tarafından EEG ölçümleri yapılmış ve en az 1000 yıllık bu gelenek bugünün labarotuvarında doğrulanmıştır. 400'den fazla olduğu bilinen bu makamlardan önemli olan 10-15 tanesi üzerinde uygulamalardan sonra tedavide kullanılacak kaset ve CD'ler tarafımızdan vücuda getirilmiştir.
Viyana'da Meidling Rehabilitasyon Merkezi'nde komada bulunan hastalara Türk musikisi makamları dinletilerek terapi uygulamaları yapılmakta olup, beyinde alfa ve teta dalgalarının değiştiği tespit edilmiştir ve bir çok hastanın müzik terapi seansları ile komadan çıktıkları gözlenmiştir.Kaynak:Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç
http://www.tumata.com/muzikletedavi.html