Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Güneş Sistemi Uzay Çağı'nın başlangıcından bu yana yapılan çalışmaların büyük bölümü,
Güneş Sistemi'ni keşfetmek içindi. Bugün, gerek bu çalışmalara gerekse
çevremizdeki başka olası gezegen sistemlerine bakarak Güneş Sistemi'mizin oluşum
öyküsünü anlatabiliyoruz.Güneş Sistemi'nin bir bulutsudan oluştuğu
düşüncesini, aynı zamanda bir fizikçi de olan Prusyalı filozof, Immanuel Kant
ortaya attı. Kant, ilkel Evren'in ince bir gazla dolu olduğunu canlandırdı
düşüncesinde. Başlangıçta homojen dağılmış bu gazda, doğal olarak zamanla bir
takım kararsızlıklar ortaya çıkmalıydı. Bu kütleçekimsel kararsızlıklar,
kütlelerin birbirini çekmesine, dolayısıyla da gazın belli bölgelerde
topaklaşmaya başlamasına yol açacaktı. Peki, bu topaklar neden disk biçimini
alıyordu?Kant, bunu da çözdü. Başlangıçta çok yavaş dönmekte olan gaz
topakları, sıkıştıkça hızlanıyordu. Bu, çok temel bir fizik ilkesine,
Momentumun Korunumu İlkesi ne dayanır. Bu ilke, genellikle bir buz patencisi
örneğiyle açıklanır: Kolları açık, kendi çevresinde dönen buz patencisi,
kollarını kapadığında hızlanır. Benzer olarak, kütleçekiminin etkisiyle
sıkışmaya başlayan gazlar da giderek hızlanır. Dönmenin etkisi gaz topağının
incelerek bir disk biçimini almasını sağlar. İşte, bu disklerden birisi Güneş
Sistemi'mizi oluşturmuştur.Kant'ın bu düşüncesi, daha sonra birçok
gökbilimci tarafından kabul gördü; ancak, herhangi bir yıldızın çevresinde böyle
bir oluşum gözlenemediği için, 1980'lere değin bu düşünce, bir varsayım olarak
kaldı, kanıtlanamadı. Sonra, gökbilimciler, T Boğa türü yıldızların, yaklaşık
üçte birinin, normalin çok üzerinde kızılötesi ışınım yaydığını keşfettiler.
Yıldızın etrafındaki toz bulutu, yıldızın yaydığı kısa dalgaboylu
ışınımı soğuruyor; sonra daha uzun dalga boyunda, yani kızılötesi ve radyo dalga
boylarında ışınım yayıyordu.Birkaç yıl sonra, gökbilimciler bazı yıldız
oluşum bölgelerine radyo teleskoplarla baktıklarında yıldızların etrafındaki
karanlık, toz içeren diskleri doğrudan görebildiler. Hubble Uzay Teleskopu'nun
keskin gözleriyle yapılan gözlemlerde, 1600 ışık yılı uzaklıktaki Orion
Bulutsusu'ndaki yıldız oluşum bölgeleri incelendi. Böylece, genç yıldızların
etrafındaki gaz ve toz diskleri ilk kez görünür dalgaboyunda görüntülenmiş oldu.
Güneş Bulutsusu Güneş Sistemi'ni oluşturan madde, çok büyük
oranda, 12-16 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlama'nın ürünü olan hidrojen
ve helyumdan meydana gelmişti. Bugün, Evren'e baktığımızda, bazı elementlerin
çok, bazılarınınsa pek az miktarlarda bulunduğunu görüyoruz. En yaygın element
hidrojen, tüm gökadaların ve yıldızların dörtte üçünü oluşturuyor. İkinci baskın
element olan helyumla birlikte hidrojen, Evren'deki maddenin %98'ini
oluşturuyor. Öteki tüm elementlerse sadece %2 oranında
bulunuyorlar.Bugün, Güneş Sistemi'ni oluşturan bulutsudan geriye pek
birşey kalmadı. Bu maddenin bir bölümü gezegenleri, asteroidleri ya da
kuyrukluyıldızları oluşturdu. Kalanını, ya Güneş yuttu ya da Güneş ışınlarının
yarattığı basınçla yıldızlararası ortama itildi. Ancak, bulutsudan kalan
maddenin korunduğu çok iyi yerler var: Kuyrukluyıldızlar. Bu
gökcisimleri, küçük olmaları ve çoğu zaman Güneş'ten çok uzakta yeralmaları
sayesinde, oluştukları andaki maddeyi bozulmamış halde saklıyorlar. Henüz, bir
kuyrukluyıldızı doğrudan inceleme fırsatı olamadı; ancak, onlardan kopup gelen
bazı parçalar laboratuvarlarda incelenebiliyor. Gezegenleri,
göktaşlarını ve kuyrukluyıldızları oluşturan diskten artakalan parçacıkların bir
bölümü, atmosferin üst katmanlarından özel uçaklarla toplanabiliyor. Bir
elektron mikroskobuyla incelendiklerinde, bu parçacıkların bazı minerallerden ve
organik bileşiklerden oluştukları görülüyor. Kozmik toz parçalarının çoğu hemen
hemen aynı büyüklükte, 0,1 mikron çapındadır. Bu toz parçaları, 4,5 milyar yıl
önce, Güneş Sistemi'ni oluşturan bulutsudan arta kalmıştır. Gezegenler
oluşmadan önce, Güneş'i çevreleyen disk, merkeze, yani Güneş'e yakın yerlerde
çok sıcak; kenarlardaysa çok soğuktu. Çünkü, Güneş'in güçlü ışınımı, bulutsunun
ona yakın katmanlarının çok ısınmasına yol açıyordu. Bunun yanı sıra, Güneş'in
kütleçekimi sayesinde, diskin merkezine yakın katmanları, daha yoğun ve kalındı.
Bu bölgelerdeki sıcaklık, gezegenlerin oluşumu sırasında, suyun buz
halinde katılaşmasını engelliyordu. Burada yoğunlaşan maddenin çoğu,
silikatlardan ve öteki ağır minerallerden oluşuyordu. İşte bu mineraller,
karasal gezegenleri oluşturdular. Sıcaklık, diskin kenarlarına doğru
ilerledikçe düşüyordu. Burada, su katı halde bulunabiliyordu. Su ve gaz
moleküllerini içeren kar taneleri de dev gezegenleri oluşturdu. En dışta
yeralan en soğuk bölgede yoğunlaşan madde, tamamıyla katı haldeydi ve çok
dağınık halde bulunduğundan bir gezegeni oluşturabilecek topaklanmayı
sağlayamadı. Bunun yerine, çok sayıda, gezegenlere oranla küçük gezegenimsi
göktaşları oluştu. Bu göktaşları, yani kuyrukluyıldız çekirdeklerinin
bulunduğu bölgeye Kuiper Kuşağı deniyor. Güneş'i çevreleyen diskin topaklaşarak
gezegenleri, göktaşlarını ve kuyrukluyıldızları oluşturması, Güneş'in yaşam
süresiyle karşılaştırdığımızda çok kısa bir süre, sadece 10 milyon yıl aldı.
Karasal Gezegenler Karasal (kayasal) gezegenlerin, sadece,
bulutsudaki toz parçacıklarının bir araya gelerek oluştuğunu söylemek pek
yeterli olmaz. İç Güneş Sistemi'nde, günümüze değin kalmış göktaşları büyük
oranda kondritlerden oluşur. Kondritlerin büyük bölümü, asteroidlerin
çarpışmasıyla gezegenlerarası boşluğa saçılan parçalardır. Kondritler,
kondrül denen küresel biçimli küçük parçacıkların bir araya gelmesiyle
oluşmuştur. Kondrüler, başlangıçta 1500-1900 kelvin'i bulan sıcaklıklarda
oluştular. Soğuyarak katılaştıklarında, onları şimdi gördüğümüz gibi, bir araya
gelmemişlerdi; damla biçimleriyle Güneş'in çevresinde dönüyorlardı. Yüz
yılı aşan bir süre önce, mikroskopuyla göktaşlarını inceleyen Henry Cliffton
Sorby adlı bir bilim adamı, kondritlerin, yağmur damlasına benzeyen camsı
parçacıkların bir araya gelerek oluşturduğu taşlar olduğunu söyledi. Sorby, aynı
zamanda, bu göktaşlarının gezegenlerin oluşumundan artakalan madde olduklarını
da öne sürdü. O zaman için oldukça iyi bir yaklaşımdı bu. Daha sonra,
kondrülleri laboratuvar fırınlarında yapma deneyleri gösterdi ki bunların
göktaşlarındaki özelliklerini kazanmaları için, bir saatten kısa sürede
soğumaları gerekiyor. Bu, kondrüllerin bulutsunun merkezi yakınlarındaki yüksek
sıcaklıkta eridiği düşüncesinin doğru olmadığını gösteriyor. Çünkü, bu bölgede,
bir saat gibi kısa bir sürede soğumaları olası değil. Bu, ancak, diskin
iç bölgelerinin, birtakım yüksek enerjili olaylarla daha dışarıda kalan
katmanları etkilemesiyle açıklanabilir. Bu tür yüksek enerjili atmaların doğası
hakkında pek bir şey bilinmiyor; aslında, gerçek olup olamayacakları da...
Kondrüller ve toz parçalarının nasıl olup da bir araya gelerek
kondritleri oluşturmaya başladığı pek de iyi anlaşılmış değildir. Çünkü, bu
küçük cisimler arasındaki kütleçekimi, birbirlerine yapışmalarını sağlayacak
kadar güçlü olamaz. Saniyede bir metrelik hızla çarpışan parçacıklar,
birbirlerine Van der Waals çekiminin (elektrostatik yüklerin neden olduğu kısa
menzilli kuvvet) etkisiyle yapışabilirler. Ancak, sadece Van der Waals
kuvvetleri, bulutsunun çalkantılı ortamında çarpışarak birleşen bu parçacıkları
bir arada tutamaz. Nasıl olduğu tam olarak anlaşılmış olmasa da herkes,
gezegenlerin bir şekilde bu parçacıkların birleşmesiyle oluştuğundan emin. Bu
topaklanmalar sonucu, birkaç cm çapa ulaşan parçalar, artık ortamdaki
çalkantılardan daha az etkilenirler. Yörüngede dolanan katı bir cisim,
(bir parça kondrit gibi) Güneş'in kütleçekimi sayesinde dengede kalır. Ancak
ortamda bir miktar gaz varsa, bu gaz, cismin hızının azalmasına ve sarmal bir
yol izleyerek Güneş'e doğru yakınlaşmasını sağlar. Yani, cisim, çapı giderek
küçülen bir yörünge izler. Merkeze doğru ilerleyen kondrit parçaları,
buralarda birikirler ve bir araya gelerek büyürler. Bu tür bir cisim, yaklaşık
bir kilometrelik çapa ulaşınca, artık gaz direnci onun üzerindeki etkisini
kaybetmeye başlar ve cisim hemen hemen sabit bir yörüngede kalır. Yaklaşık bu
boyuta ulaşan gökcisimlerine gezegenimsi denir. Yeni oluşmakta olan
bir gezegen sisteminde, benzer boyutlarda çok sayıda gezegenimsi bulunur.
Yörüngeleri, birbirlerine göre az ya da çok farklı olacağından, birbirlerinden
farklı hızlarda hereket ederler. Birbirlerine yakın yörüngede olanlar, yakın
hızlarla hareket ederler ve kütleçekimleri birbirlerini etkiler. Kütleçekimi,
yörüngelerde küçük sapmalara neden olur ve bu da çarpışmalara yol açabilir.
Eğer çarpışma yeterince yavaş gerçekleşirse, iki kütle birleşir ve daha
büyük bir gezegenimsi ortaya çıkar. Çarpışmalar sürdükçe cisim büyür. Eğer,
çarpışma hızlı gerçekleşirse, her iki cisim de dağılabilir. Bilim
adamları, bir sistemdeki gezegen oluşumunun ne kadar süreceğini, bilgisayar
yardımıyla hesaplamaya çalışıyorlar. Yaptıkları hesaba göre, gezegenimsiler
oluştuktan yaklaşık 20 bin yıl sonra Ay boyutunda yüzlerce cisim ortaya çıkıyor.
Gezegenlerin hemen hemen tam boyutlarına ulaşmalarıysa yaklaşık 10
milyon yıl alıyor. Kalan gezegenimsilerse sonraki 10 milyon yıl içerisinde
gezegenlerce yutuluyor. Bu çarpışmalar nedeniyle, gezegenler oluşumlarının ilk
dönemlerinde sürekli etkin kalıyorlar. Asteroid Kuşağı Karasal
gezegenlerle dev gezegenler arasındaki bölgede Asteroid Kuşağı yer alır. Burada,
bir gezegen olarak nitelendirilebilecek kadar büyük bir gökcismi yoktur; kuşağın
toplam kütlesi, Ay'ınkinden küçüktür. Güneş Sistemi'ndeki gezegenlerin
dağılımına baktığımızda, bir düzen olduğu fark edilir. Her gezegenin
yörüngesi, bir içtekinden %75 geniştir. Bu düzene göre, Asteroid Kuşağı'nın
yerinde de bir gezegen olması gerekirdi. Peki, bu gezegene ne oldu? Bu konuda
kesin bir kanıt olamamakla birlikte, bazı gezegenbilimcilere göre, bir zamanlar
burada oluşmakta olan bir gezegen Jüpiter'in çok güçlü kütleçekiminin etkisiyle
parçalandı. Ya da, buradaki gezegenimsiler hiçbir zaman bir araya gelerek
gezegen oluşturamadılar. Kuşakta bulunan asteroidlerin toplam kütlesinin
az olması, Jüpiter'in ya da birbirlerinin kütleçekimlerinin etkisiyle
yörüngelerinden çıktığı düşüncesini destekliyor. Yörüngeden ayrılan cisimler, ya
Güneş'in çevresinde başka bir yörüngeye oturuyorlar ya da Güneş ya da dev
gezegenler tarafından yutuluyorlar. Zaman zaman, karasal gezegenlerle de
çarpışabiliyorlar. Dev Gezegenler Güneş bulutsusunun dış
katmanları, iç katmanların aksine suyun katı halde bulunabilmesine olanak
tanımıştı. Bu ikinci bölgede, kar taneleri, iç bölgelere oranla 10 kez fazlaydı.
Gaz moleküllerinin bu bölgede çok daha fazla olması nedeniyle, kuşkusuz burada
oluşacak gezegenlerin kimyasal bileşimleri de karasal gezegenlerden çok farklı
olmalıydı. Suyun ana bileşenlerinden oksijen Güneş Sistemi'nde
magnezyum, silisyum ve demir gibi karasal gezegenleri oluşturan elementlerden
çok daha fazladır. Bu da dev gezegenlerde bol miktarlarda su bulunması
gerektiğini düşündürüyor. Ne var ki, en büyük gezegenler Jüpiter ve
Satürn, beklendiği gibi ağırlıklı olarak sudan değil, büyük oranda hidrojen ve
helyumdan oluşuyor. Yani, bu gezegenlerin bileşimi, Güneş'inkiyle benzerlik
gösteriyor. Jüpiter ve Satürn'ün bileşimleri, saf hidrojen ve helyumdan oluşmuş
kar taneleri sayesinde oluşmuş olamaz. Çünkü, gezegenlerin oluşumları sırasında,
ortam bu gazların yoğunlaşabilmesi için fazla sıcaktı.Jüpiter ve Satürn,
kütlelerinin önemli bir bölümünü, doğrudan bulutsudan almış olmalılar. Yani,
karasal gezegenler gibi, toz ve buzdan oluşmuş çekirdekleri, yeterli kütleye
ulaştığında, bulutsudaki gazı kütleçekimleriyle toplamış olabilirler. Jüpiter ve
Satürn'ün hidrojen ve helyum ağırlıklı bileşimlerine karşılık, Uranüs ve Neptün
çoğunlukla katı halde bulunabilen gazlardan oluşur: Su, amonyak ve metan.
Ayrıca, dış katmanlarda hidrojen ve helyum bulunur. Gezegenlerin çekirdeğiyse
kaya ve demirden oluşur. Uydular Uyduların oluşumuyla ilgili en
popüler modellerden birisi şöyle: Dev gezegenler, yoğunlaşmanın etkisiyle
başlangıçta çok sıcaktı. Sıcaklığın etkisiyle, günümüzdekine oranla çok daha
geniştiler. Zamanla soğuduklarında küçüldüler. Oluşum aşamalarının sonlarına
doğru, gezegenleri oluşturan gaz ve tozun artakalanı onların çevrelerinde
dönmeyi sürdürüyordu. Zamanla, gazın büyük bölümü ya gezegenlerce yutuldu ya da
dağıldı. Kalan toz ve bir miktar gaz, küçük bir Güneş Sistemi gibi, bir araya
gelerek uyduları oluşturdular. Uyduların çoğu yukarıda söz ettiğimiz
biçimde oluşmuş olsa da, bazı uyduların gezegenler tarafından sonradan
yakalanmış oldukları düşünülüyor. Bu uydular ya çok elips biçimli yörüngelerde
dolanıyorlar ya da dönme düzlemleri farklı. Bu uydular arasında, Phoebe, Triton
ve pek çok küçük uydu var. Mars'ın uyduları Phobos ve Deimos da öyle.
Bizim doğal uydumuz Ay'ın oluşumu başlı başına bir öykü. Ay'ın oluşumu
üzerine ortaya konan en iyi varsayım, onun Dünya'ya çarpan bir gezegenimsi
tarafından koparıldığı şeklinde. Çarpışma, Dünya'dan önemli miktarda erimiş kaya
ve gazı kopararak, çevresine dağıttı. Bu maddenin bir bölümü Dünya'ya geri
düşerken, bir bölümü de uzaya saçıldı. Roche sınırı denen ve Dünya'nın
yüzeyine yaklaşık 10 bin km'den uzakta kalan cisimler, yörüngeye girdiler ve
topaklaşmaya başladılar. (Roche sınırı altında kalan cisimler, gezegenin güçlü
kütleçekimi etkisinden dolayı bir araya gelemezler.) Zamanla, parçalar bir araya
geldi ve Ay oluştu. Kuyrukluyıldızlar Güneş Sistemi nerede
bitiyor sorusuna verilen geleneksel cevap, Plüton'un yörüngesidir genellikle.
Buna karşın, günümüzde biliyoruz ki, Güneş Sistemi'nin sınırları çok daha
ötelere gidiyor. Günümüzden yaklaşık 50 yıl önce, Kenneth Edgeworth ve Gerard
Kuiper, birbirlerinden bağımsız olarak, Plüton'un yörüngesi civarında,
gezegenleri oluşturan maddeden artakalan bir kuşak bulunması gerektiğini
öngördüler. Nitekim, son yıllarda yapılan teleskoplu gözlemler, bu
cisimlerin varlığını kanıtladı. Bu kuşakta, her biri yaklaşık bir kilometre ya
da daha büyük çaplı, 200 milyon gökcismi olduğunu hesapladı. Kuiper Kuşağı
olarak adlandırılan bu kuşak, Plüton ve uydusu Charon'u da içeriyor. Büyük
olasılıkla Neptün'ün uydusu Triton da bir zamanlar bu kuşağın üyesiydi. Triton
ve bu iki uydu, bu kuşağın en büyük üyeleri olmalı. Kuşaktaki
gökcisimlerinin yörüngelerinden çıkıp iç Güneş Sistemi'ne yönelmelerini sağlayan
etki kendi aralarındaki çarpışmaların yarattığı kararsızlıklardır. Kısa dönemli
kuyrukluyıldızlar, büyük olasılıkla Kuiper Kuşağından gelirler. Uzun dönemli
kuyrukluyıldızların geldiği başka bir bölge daha olmalı. 1950 yılında,
gökbilimci Jan Hendrick Oort, bu cisimlerin kaynağıyla ilgili bir varsayım
ortaya attı. Oort'a göre, uzun dönemli kuyrukluyıldızlar, Güneş'i
küresel biçimde çevreleyen bir bölgeden geliyorlardı. Oort Bulutu olarak
adlandırılan bu bölge hiç görülmediyse de, yakınlarımıza gelen uzun dönemli
kuyrukluyıldızların yörüngelerine baktığımızda, bizi oraya götürüyor.
Oort Bulutu'nun oluşumu şöyle anlatılıyor: Dev gezegenler, özellikle de
Jüpiter, yakınlarından geçen gezegenimsileri çok basık yörüngelere yerleştirir.
Hatta bazen bu cisimler, Güneş'in çekim kuvvetinden kurtularak bir daha dönmemek
üzere yıldızlararası ortama gönderilirler. Ancak, büyük bir kısmı, Güneş'in
çekim etkisinden kurtulamaz ve basık, elips biçimli yörüngelerinde dönerler.
Güneş'ten uzak olduklarında, hızları da azaldığından, zamanlarının büyük
bölümünü, yörüngelerinin uzak yarısında, yani Oort Bulutu'nda geçirirler. Oort
Bulutu'nun dış sınırının yarıçapı, yani Güneş'e uzaklığı yaklaşık bir ışık
yılıdır. İşte, bu uzaklıktan sonra, Güneş Sistemi'nin bittiğini; yıldızlararası
ortamın başladığını söyleyebiliriz.
Siyaset, Bilim Ve Tarih Bilinci (Doğan Özlem )The Benefits Of TreesEnerji TasarrufuAlternatif Ucuz Enerji KaynaklarıErozyonun Tanımı Ve ÇeşitleriDünyamızın HareketleriDoğalgazDeve KuşlarıTeknolojik CellatlarımızKüresel IsınmaÇimento İşkolu Ve SorunlarıAtmosferin Başlıca Gaz KirleticileriNükleer EnerjiYapay KristallerHyrogen Fuel The Fuel Of FutureKentiçi Ulaşımı Ve Çevre SorunlarıPrcı HakkındaÇevre Kirliliği Ve SonuçlarıSivil SavunmaUluslararası Hukuk Ve Çevre Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |