Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Yıldızların Yaşamı Fizikçi Sir
Arthur Eddington, daha 1920'li yıllarda, çok uzak olmayan bir gelecekte, yıldız
gibi 'basit'bir cismin nasıl çalıştığının anlaşılabileceğini söylemişti.
Nitekim, 30 yıl içerisinde gerçekten, bir yıldızın nasıl 'çalıştığı'sorusu
çözüldü. Geceleri, gökyüzüne baktığımızda, binlerce yıldız görürüz.
Gördüğümüz bu yıldızlar, genellikle yeryüzüne diğerlerine oranla daha yakın, bu
nedenle de parlak görünen yıldızlardır. Bu parlak noktaların güzelliği ve
ulaşılmazlığı, çok eski çağlardan bu güne insanların ilgisini çekmiş; onların
oluşturdukları şekilleri, birtakım tanrılara; mitolojik kahramanlara ya da
günlük hayatta kullanılan araç-gerece benzetmişlerdir. Sadece bununla da
kalmayıp, gökyüzünü belirli bölümlere ayırarak, her bölgeye içinde bulunan
takımyıldızın ismini vermişlerdir. Yıldız katologları oluşturarak, her bölgedeki
gökcisimlerini konumlarına göre isimlendirmişlerdir. 19. yüzyılın
sonlarına doğru, teleskopların ve gökbilimin gelişmesine bağlı olarak,
gökcisimlerinin de yapıları anlaşılmaya başlandı. Bugün, bir yıldızdan
kaynaklanan ışığı, yeryüzünde yapacağımız birkaç basit işlemle
hesaplayabiliyoruz. Bir takım spektroskopik ve fotometrik ölçümler (tayf ve ışık
ölçümleri) yardımıyla bir yıldızın nasıl çalıştığını anlayabiliyoruz.
Hertzsprung ve Russell adlı iki astrofizikçi, 20. yüzyılın başında,
yıldızların yaydıkları ışımanın şiddetine karşı sıcaklıklarını bir grafik haline
getirdiler. Hertzsprung ve Russell, bekledikleri gibi, bir yıldızın sıcaklığı ve
ışıma şiddeti arasında sistematik bir ilişkinin olduğunu gördüler. Çıplak gözle
gördüğümüz yıldızların hemen hemen hepsi, ana kol adı verilen bir eğri
oluşturuyordu. Hertzsprung ve Russell'in oluşturdukları bu diagram, (H-R
diagramı) yıldızların özelliklerinin anlaşılmasında önemli bir role sahip oldu.
H-R diagramında, parlaklığı çok az, ancak sıcaklığı çok yüksek olan beyaz
cüceler; ya da, parlaklığı çok fazla (Güneş'ten binlerce defa fazla) buna karşın
sıcaklığı düşük olan kırmızı devler, anakolun dışında kalırlar. Eğer,
bir yıldız, termodinamik açıdan dengeye gelmişse, bu yıldızın parlaklığı ve
sıcaklığı arasında bir ilişki vardır. Toplam ışıma şiddeti, yarıçapı r olan
bir kürenin yüzey alanı (4 x pi x r2) ve sıcaklığın dördüncü kuvvetiyle
orantılıdır. Yıldızın mutlak ışıma şiddeti biliniyorsa (mutlak ışıma şiddeti,
belirli bir uzaklıktaki ölçülen ışıma miktarıdır), bu yıldızın yarıçapı
hesaplanabilir. Güneş'in yaydığı toplam ışıma gücü, 4x1026 Watt'tır ve
yüzey sıcaklığı 6000 K (Kelvin) olarak ölçülmektedir. Güneş'in çekirdeğindeki
sıcaklık ise, ancak yapısının anlaşılmasından sonra belirlenebildi. Buna göre,
Güneş'in merkezindeki sıcaklık yaklaşık 10 milyon derecedir. Güneş,
ortalama bir yıldız olduğuna göre diğer yıldızları onunla karşılaştırabiliriz.
Bu, onların yapısının anlaşılmasında oldukça yardımcı olmaktadır. Bu nedenle,
genellikle Güneş'in özellikleri diğer yıldızları tanımlarken birim olarak kabul
edilir. Güneş'in kütlesi 2x1033 gram; yarıçapı ise yaklaşık 700 bin
kilometredir. Diğer yıldızlara baktığımızda, Güneş'in %5'i kadar
kütleden başlayıp, 100 Güneş kütlesine kadar değişen kütleler görmekteyiz. Daha
küçük kütlelere sahip yıldızlar yoktur; çünkü, bu kütlelerde, yıldızın çekirdeği
nükleer tepkimeleri başlatacak kadar ısınamaz. Kütlesi çok büyük olan bir yıldız
ise o kadar ısınır ki, merkezindeki ışımanın yarattığı basınç yıldızı patlatır.
Peki, bir yıldızın parçalarını bir arada tutan kuvvet nedir? Bu kuvvet,
kütle çekimidir. Yıldızlar, genellikle durağan bir yapıya sahip olduklarına
göre, kütle çekimine karşı koyacak ve çökmeyi durduracak, içerden kaynaklanan
bir basınç kaynağına ihtiyaç vardır. Bir yıldızı oluşturacak gaz bulutu çökmeye
başladıkça, basıncının artmasıyla birlikte, sıcaklığı da artar. Gaz
bulutu, belirli bir sıcaklığa ulaştığında, merkezindeki sıcaklık, yeterli
basıncı yaratarak çökmeyi durdurabilir. Ancak, sıcak gazın oluşturduğu bu
yıldız, enerjinin korunumu ilkesine göre, yaydığı ışınımdan dolayı enerji
kaybedecektir ve bu nedenle zamanla soğuyacaktır. Çökmeyi durduran basınç
kaynağını kaybeden yıldız ise çökmeye başlayacaktır. 19. yüzyılda,
Güneş'i ve diğer yıldızları inceleyen bilim adamları, bu gökcisimlerinin ışıma
şiddetlerinin; dolayısıyla da enerji yayma güçlerinin önemli ölçüde
değişmediğini fark ettiler. Bu cisimlerin, çok büyük yapıya sahip olduklarını
göz önüne alarak soğumalarının milyonlarca yıl alacağını düşündüler. Ancak,
Dünya'daki bazı jeolojik kaynaklardan elde edilen veriler, Güneş'in çok daha
yaşlı olduğunu gösteriyordu. Bunun üzerine, astrofizikçiler, Güneş'in sürekli
bir enerji kaynağı olması gerektiğini düşündüler. Dünya'daki jeolojik
kaynaklardan edinilen bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda, Dünya'nın yaşının
yaklaşık beş milyar yıl olduğu hesaplandı. Güneş'in de en azından beş milyar
yaşında olduğunu hesaplayan bilim adamları, yaydığı ışımayı ölçerek Güneş'teki
her bir atoma ne kadar enerji düştüğünü buldular. Bu hesaba göre, Güneş'in her
atomunun, yaklaşık bir milyon elektron Volt enerji yaymış olması gerekiyor.
Bu miktardaki bir enerjinin, kimyasal olaylar yoluyla ortaya çıkması
olanaksızdı. 1919-1920 yıllarında, Fransız fizikçi Jean Perrom ve İngiliz
fizikçi Arthur Eddington, bu enerjinin kaynağının nükleer dönüşümler olduğunu
iddia ettiler. Bu iddia, bilim adamlarının ne kadar güçlü bir önseziye sahip
olduklarını gösteriyor. Çünkü, bu enerjinin ortaya çıkabilmesi için, atom
çekirdeklerinin devreye girmesi gerekir. O tarihlerde, atom çekirdeklerinin
varlığı ve ne kadar enerjiye sahip oldukları bilinmesine karşın, nükleer
tepkimeler (çekirdek tepkimeleri) daha bütün yönleriyle anlaşılmış değildi.
Bir çekirdek tepkimesini anlayabilmek için, Kuantum Mekaniği'nin
anlaşılması gerekiyordu. 1920'li yıllarda, Kuantum Mekaniği'nin matematiksel bir
teori olarak ortaya çıkarılmasıyla birlikte, çekirdek tepkimeleri de anlaşılmaya
başlandı. Einstein'in ünlü E=mc2 formülüne göre, enerji farkının, kütle farkının
ışık hızının karesiyle çarpımına eşit olması (E1-E2=(m1-m2)c2 ) gerekir.
Bu bilgilerin, astrofiziğe uygulanması hemen hemen aynı zamanlara
rastlıyor. Evren'deki temel madde olan hidrojenin atom çekirdeklerinin dördü bir
araya geldiğinde bir helyum atomu çekirdeği ve belirli bir miktar enerji ortaya
çıkar. Atkinson ve Guthermans adlı iki fizikçi, bu enerjinin yaklaşık 6 milyon
elektron Volt olduğunu buldular ve yıldızın ortasında iki hidrojen atomunun
çarpışarak bir helyum atomu oluşturma ihtimalini hesapladılar. Bunu Güneş'in
yaymakta olduğu enerjiyle karşılaştırdıklarında Güneş'i dengede tutabilecek
enerjinin kaynağını bulduklarını anladılar: Hidrojenin helyuma dönüşmesi.
Yıldızların anlaşılmasında ilk adım olan bu olayın güzel bir hikayesi
vardır. 1929 yılında, Guthermans ve Atkinson, konuyla ilgili makalelerini yazıp
bitirdikten sonra, Guthermans kız arkadaşıyla bir yürüyüşe çıkar. Arkadaşının,
Yıldızlar ne güzel parlıyor! sözüne karşılık, Guthermans, böbürlenerek şöyle
der: Ben, dünden beri onların niçin parladıklarını biliyorum. Bu ilk
adımdan sonra, birçok bilim adamı konuya yöneldi. Araştırmalar yapıldı. Bunların
sonucunda, bir takım basit hesaplarla, bir yıldızın kütlesi ne kadar olursa,
içerisindeki sıcaklık ne olmalı? Bu sıcaklıkta enerji üretimi ne kadar olur?
Enerji üretimi yıldızın çekimini hangi yarıçapta dengeler? türünden sorulara
yanıtlar bulundu. Bir yıldızın denge durumunda kalabilmesi için, kütle
çekiminin oluşturduğu kuvvetin bir şekilde, karşı bir kuvvetle dengelenmesi
gerekmektedir. Dışarı doğru olan kuvvetleri yaratan basınç, içeriye doğru olan
kütleçekiminin yarattığı basınçtan daha az olmamalıdır ki, yıldızın çökmesine
engel olsun. Bu duruma, hidrostatik denge adı verilmektedir. Öte
yandan, yıldızın parlaması için, içeriden dışarıya doğru bir enerji akışı olması
gerekir. Enerji, yıldızda basıncın ve sıcaklığın en yüksek olduğu çekirdek
kısmında üretilir. Çekirdek, tepkimelerin gerçekleştiği bölgedir. Yıldızın
dengede kalabilmesi için, üretilen enerjinin dışarı atılması gerekir. Yıldızın
çok sıcak çekirdeğinde üretilen enerji, yıldızın içerisinden geçerek, yüzeyden
dışarı çıkar. Bir yıldızın ürettiği enerji ne kadar fazlaysa, ışıma şiddeti de o
kadar fazla olur. Bir yıldızın yapısı, enerji üretimi, sıcaklık, basınç
ve yoğunluk gibi değerleri birbirine bağlayan denklemler çözülerek,
anlaşılabilir. Bu denklemlerin hassas çözümleri, ancak 1950'li yılların ilk
kuşak bilgisayarları ile gerçekleştirilebildi. Örneğin, sıcaklığı bilinen bir
yıldızın, yarıçapı, parlaklığı, kütlesi ve bunlara bağlı olarak da ömrünün ne
kadar olacağı hesaplanabildi. 1920'li yıllardan bu yana, geçen süre
içinde temel fizik kanunları ve nükleer fizik (çekirdek fiziği) kullanılarak,
yıldızların yapısı ve evrimi aşama aşama çözüldü. Yapılan hesapların doğruluğu,
gözlemlerle de kanıtlandı. Bugün, bazı nükleer tepkimeler Dünya'da reaktörlerde
ve nükleer silahlarda kullanılıyor. Termonükleer tepkimeler olarak
adlandırılan, hidrojenin helyuma dönüştürülmesi olayının Dünya'da
gerçekleştirilmesi, muazzam bir enerji kaynağı olabilir; ancak, şu anda ciddi
mühendislik problemleri bunun gerçekleştirilebilmesini engelliyor. Yeryüzünde,
henüz, ortaya çıkacak bu denli yüksek sıcaklıklara dayanabilecek bir ortam
yaratılabilmiş değil. Yıldızlarda ise, termonükleer tepkimeler kendiliğinden,
doğal olarak gerçekleşiyor. Kütle çekimi, hidrojeni, tepkimeler için gerekli
olan basınçta ve sıcaklıkta tutabiliyor. Yıldızların yapısının
anlaşılması, Evren'de en çok bulunan madde olan hidrojenin dışındaki maddelerin
nasıl oluştuğunu da açıklığa kavuşturdu. Evren'deki, hidrojenden ağır, demire
kadar bütün maddeler, yıldızların içerisinde, nükleer tepkimelerle (çekirdek
tepkimeleriyle); demirden ağır olanlar ise, bu yıldızların patlamalarıyla oluşan
süpernovaların ortaya çıkardıkları çok büyük enerji sayesinde oluşmaktadır.
Patlamalarla dağılan maddeden yeni yıldızlar oluştukça, Evren'deki
maddenin kompozisyonu zenginleşmektedir. Vücudumuzu ve etrafımızdaki maddenin
çoğunu, yıldızlarda ve süpernovalarda oluşan elementler meydana getirir. Bizi ve
etrafımızdaki tüm cisimleri oluşturan maddenin, yıldızlarda pişirilmiş
olduğunu düşünebiliriz. Bir yıldızın, evrimine hidrojeni yakarak
başladığını belirtmiştik. Yıldız ilk aşamada enerjisini, hidrojeni helyuma
dönüştürerek üretir. Bir yakıtı tüketen yıldız, bir diğerini yakmaya başlar.
Çekirdekteki hidrojenin tükenmesiyle, helyum atomları birbirleriyle tepkimeye
girer ve karbon atomları oluşur. Helyumun yanmasıyla birlikte, yıldızın
merkezindeki sıcaklık, çok daha yüksek bir düzeye ulaşır ve çekirdeğin
etrafındaki hidrojenin de yanmasını sağlar; bu da, içerideki basıncın daha da
artarak yıldızın genişlemesine yol açar. Yıldız bu aşamada, H-R diagramında,
ömrünün büyük bir dönemini geçirdiği ana koldan ayrılır. Böylece, yıldız bir
kırmızı dev haline gelir. Eğer yakıt miktarı ve yakıtı oluşturan
maddeler sonsuz miktarda olsaydı, yıldızın evrimi sürekli olacaktı. (Büyük
kütleli bir yıldız, çekirdeğindeki nükleer tepkimelerde sırasıyla şu maddeleri
yakar: Hidrojen, helyum, karbon, neon, oksijen, silisyum.) Ancak, yakıtın
sınırlı oluşunun yanında, tepkimeler, en düşük ve kararlı enerjiye sahip olan
demir oluşana kadar devam eder. Bu aşamada, çekirdekteki tepkimeler sona ererek
yıldız evriminin çekirdek yanması kısmı sona erer. Artık basıncı dengeleyecek
bir kuvvet kalmadığı için, kütle çekimi galip gelir. Dengelenemeyen kütle çekimi
yıldızın çökmeye başlamasına yol açar. Farklı yakıtların yakıldığı her
aşamada biraz daha yüksek sıcaklıklar ortaya çıkar. Bu nedenle, yakıt daha çabuk
tükenir; yani, her evre bir öncekinden daha hızlı geçer. Son evrelerde, artık bu
bir patlama şeklinde gerçekleşir ve ortada yalnızca demirden bir çekirdek kalır.
Bu aşama, yıldızın ölümü olarak kabul edilir. Artakalan maddenin kütlesine
bağlı olarak oluşacak cisimler ise üç gruba ayrılır: Beyaz cüceler, nötron
yıldızları ve karadelikler. Beyaz cüceler, aşağı yukarı güneş kütlesinde
ve yarı çapları Dünya'nınki kadar olan cisimlerdir. Bu çok yoğun cisimleri
çökmeden koruyan kuvvet dejenere elektron basıncı olarak adlandırılır. Pauli
Prensibi'ne göre, iki elektronun aynı yerde bulunması olanaksızdır. Burada,
dejenere elektron basıncı devreye girer. Bir beyaz cücede, çöken madde öyle
yoğun hale gelir ki, elektronlar birbirlerinin üzerine gitmeye zorlanırlar.
Nötron yıldızları ise, beyaz cücelere kıyasla çok daha yoğun
cisimlerdir. Yıldızın, bir nötron yıldızı olabilmesi için, yıldızdan artakalan
çekirdeğin kütlesinin, 1,4 ile 2,5 güneş kütlesi arasında olması gerekir. Tipik
bir nötron yıldızının çapı, yaklaşık 10 kilometredir ve yoğunluğu da yaklaşık
100 milyon ton/cm3'tür. Yani nötron yıldızının bir çay kaşığı miktarı yaklaşık
100 milyon ton ağırlıktadır.Bir atomu oluşturan temel parçacıklar,
nötronlar, protonlar ve elektonlardır. Bir nötron yıldızının içerisinde ise
sadece nötronlar vardır. Çünkü, basınç o kadar yüksektir ki, elektronlar ve
protonlar birleşerek nötronlara dönüşürler. Bir nötron yıldızının içerisindeki
yoğunluk, bir atomun çekirdeğindeki kadardır. Yani nötronlar birbirine bitişik
olarak durmaktadırlar. Aynı, Pauli Prensibi'nde elektronlar için olduğu gibi, bu
basınçta, nötronlar daha fazla sıkışamazlar ve yıldız denge konumuna gelir.
Nötron yıldızları, gözlenebilen en yoğun yıldızlardır. Çökmeden önce,
belirli bir açısal hıza sahip olan yıldızın hızı, yıldız çökmeye başladıkça
giderek artar. (Bu, kolları yana açık olarak dönen bir buz patencisinin,
kollarını kapatarak hızlanmasına benzer.) Nötron yıldızları gibi çok çökmüş
gökcisimleri çok hızlı dönerler. İletken bir cisim çökerse, yani yoğunluğu
artarsa, manyetik alan şiddeti de artar. Buna dayanarak nötron yıldızlarının
manyetik alana sahip olduklarını söyleyebiliriz. Bu çok güçlü ve çok
hızlı dönen mıknatıslar, elektromanyetik dalgalar üretirler. Nötron
yıldızlarını, Evren'de kendi kendine oluşmuş birer radyo istasyonu olarak
düşünebiliriz. Bu radyo istasyonu her yöne yayın yapmaz. Çünkü, dönen
bir mıknatıs her yöne değil, kutupları doğrultusunda ışınım yapar. Kutuplarda
ivmelenen yüklü parçacıklar, kutupların doğrultusunda bir ışınım fışkırmasına
yol açarlar. Eğer, bu ışınımın yönü tesadüfen bizim yönümüzdeyse, biz bu ışınımı
atmalar (pulse) olarak görürüz. Yıldızın her dönüşünde, bu ışınım bakış
doğrultumuzdan bir kez geçer. Bu şekilde gözlenen nötron yıldızlarına atarca
(pulsar) adı verilir. İlk atarca, 1967 yılında tesadüfen keşfedildi.
Doktora öğrencisi Joustin Bell tarafından farkedilen düzenli bir sinyal yaklaşık
bir yıl boyunca bilim adamlarının kafasını karıştırdıktan sonra, olayın aslı
anlaşıldı. Çok düzenli ve hızlı olan bu sinyallerin, ancak küçük çaptaki bir
gökcisminin dönüşünden kaynaklanabileceğini tahmin eden astronomlar, böylece, o
zamana değin sadece teoride varolan nötron yıldızlarının varlığını kanıtladılar.
Bugün bilinen yaklaşık 600 atarca vardır. Bilinen en hızlı atarca ise saniyede
642 defa dönmektedir. Eğer, ölen yıldızdan artakalan çekirdeğin kütlesi
2,5 Güneş kütlesinden büyükse, artık bu yıldızı dengede tutacak herhangi bir
kuvvet yoktur. O halde, bu yıldız sonsuza değin çökecek; ancak, biz bunu belli
bir aşamadan sonra göremeyeceğiz. Bir cismi görebilmemiz için, bu cisimden
kaynaklanan ya da yansıyan ışığın gözlerimize ulaşması gerekir. Eğer,
2,5 güneş kütlesindeki bu cisim, 3 kilometreden küçük bir çapa kadar sıkışırsa,
bu cismin kütleçekimi, hiçbir şeyin, ışığın bile bu cisimden kaçmasına olanak
tanımaz. Bu nedenle bu cisimlere karadelik adı verilir. Hiç ışık
yaymadığı ve yansıtmadığı için, bir karadeliği doğrudan gözlemek mümkün
değildir; ancak, çeşitli yöntemlerle, varlığını anlamak hatta kütlesini ölçmek
mümkün olabiliyor. Yöntemlerden birisi şudur: Eğer, bir ikili yıldız sisteminin
üyerinden birisi kara delikse, ve eğer yıldızdan karadeliğe bir madde akışı
oluyorsa, karadeliğin etrafında dönerek, içerisine düşen madde güçlü x-ışınları
yayar. Bu güçlü ışınım, bir karadeliğin varlığının göstergesi olabilir.
Diğer bir yöntem, kütleçekimsel mercek olarak bilinen etkiden
yararlanılmasıdır. Karadeliğin yarattığı çok güçlü kütleçekimi, yakınından geçen
ışık ışınlarının bükülmesine neden olur. Yani karadelik, bir mercek gibi
davranır. Eger bir karadelik, uzaktaki bir ışık kaynağıyla Dünya'nın arasına
girerse, bu cismin görüntüsü, mercek etkisinden dolayı bozulmalara uğrar.
Bugüne kadar, Samanyolu içerisinde, bir kütleçekimsel mercek etkisine
rastlanmadı. Buna karşın, çok uzaklarda bulunan kuasarlarla aramıza giren
karadelikler tespit edildi.
Siyaset, Bilim Ve Tarih Bilinci (Doğan Özlem )The Benefits Of TreesEnerji TasarrufuAlternatif Ucuz Enerji KaynaklarıErozyonun Tanımı Ve ÇeşitleriDünyamızın HareketleriDoğalgazDeve KuşlarıTeknolojik CellatlarımızKüresel IsınmaÇimento İşkolu Ve SorunlarıAtmosferin Başlıca Gaz KirleticileriNükleer EnerjiYapay KristallerHyrogen Fuel The Fuel Of FutureKentiçi Ulaşımı Ve Çevre SorunlarıPrcı HakkındaÇevre Kirliliği Ve SonuçlarıSivil SavunmaUluslararası Hukuk Ve Çevre Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |