Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Kütlesel Çekim Bu çekim, en yoğun cisimeleri ve boşluğu eşit
oranda donatır. Ondan korunmanın ya da onu etkilemenin hiçbir yolu yok.
Uzaklıkla azalır; ama hiçbir şekilde kaybolmaz. Atmosferi Yerküre'nin çevresinde
tutan kuvvet ya da bizim Evren boşluğuna uçup gitmemizi engelleyen kuvvet,
Dünya'nın uyguladığı kütle çekimi kuvvetidir. Bir yapma uyduyu, Dünya
yörüngesine yerleştirmek için gerekli hız, saniyede 8 kilometreden (8 km/s) az
değildir. Dünya'nın çekiminden kurtulmak ve onu temelli terketmek için saniyede
11.2 kilometre hız yapmak gerekir. Güneş'in kütle çekimi daha büyüktür. Çünkü
Güneş'in kütlesi, Dünya'nınkinin 400 bin katıdır. Güneş'in kütlesel çekimini
aşabilmek için saniyede 16.7 kilometrelik hız gerekir.Kuşkusuz insanoğlu
çok eski zamanlarda da kütle çekimini sezmiş ve onu hesaba katmış olmalı.
İlginçtir, bilinen bu eski kuvvet, çağlar boyu açıklanamamış olarak kaldı. Kütle
çekimi için bilimsel bir kuram geliştiren ve bunu Evren'i kapsayacak kadar
genişleten, büyük İngiliz bilimcisi Sir Isaac Newton (1642-1727)
idi.Masa üzerindeki bir kitabı inceleyelim. Kitaba herhangi bir etki
olmadıkça kitap, masa üzerinde hareketsiz kalır. Şimdi, kitabı yatay doğrultuda
sürtünme kuvvetini yenecek büyüklükte bir kuvvetle sağa doğru itelim. Sürtünme
kuvveti kitapla masa arasında varolan bir kuvvettir.Kitaba uygulanan
kuvvet, sürtünme kuvvetine eşit ve zıt yönlü ise kitap sabit bir hızla hareket
edebilecektir. Uygulanan kuvvet sürtünme kuvvetinden büyükse kitap ivmelenir.
Uygulanan kuvvet ortadan kalkarsa sürtünme kuvvetinin etkisi ile kısa bir süre
hareket ettikten sonra durur (negatif ivmelenme sonucu).Şimdi, kitabın
karşıdan karşıya kaygan hale getirilmiş yüzeyde itildiğini düşünelim. Kitap,
yine duracak fakat önceki durumda olduğu gibi çabucak durmayacaktır. Döşemeyi,
sürtünmeyi tamamen ortadan kaldıracak kadar cilalar, parlatırsanız kitap, bir
defa harekete geçtikten sonra, karşı duvara çarpıncaya kadar aynı hızla hareket
edecektir.Galileo, cisimler hareket halinde iken, durmaya ve hızlanmaya
direnme (eylemsizlik) tabitanıa sahip olduğu sonucuna da varmıştı. Bu yeni
yaklaşım daha sonra Newton tarafından formülleştirilerek, kendi adıyla anılan
Newton'un Birinci Hareket Yasası olarak tanımış ve şöyle ifade edilmiştir:
Bir cisme bir dış kuvvet (bileşke kuvvet) etki etmedikçe, cisim durgun ise
durgun kalacak, hareketli ise sabit hızla doğrusal hareketine devam
edecektir.Daha basit bir anlatımla, bir cisme etki eden net kuvvet
sıfırsa ivmesi de sıfırdır. Newton'un birinci yasası, bir cisme etki eden dış
kuvvetlerin bileşkesi sıfır olduğu zaman cismin davranışındaki değişmeleri
inceler. Bir cisim üzerine sıfırdan farklı bir bileşke kuvvet etki ettiği zaman
neler olur? Bu sorunun yanıtını Newton'un ikinci yasası verir.Çok
düzgün, cilalı, parlatılmış yatay bir yüzey üzerinde, sürtünme kuvvetini
önemsemeyerek bir buz kalıbını ittiğinizi düşünün. Buz kalıbı üzerinde yatay bir
F kuvveti uygularsanız, kalıp a ivmesi ile hareket edecektir. Kuvveti iki
katına çıkarırsanız ivme de iki katına çıkacaktır. Bu tür gözlemlerden bir
cismin ivmesinin, ona etkiyen bileşke kuvvet ile doğru orantılı olduğu sonucuna
varırız.Peki bileşke kuvveti aynı tutarken cismin kütlesini iki katına
çakrsak ne olur? İvme yarısına düşer; üç katına çıkarılırsa üçte birine düşer.
Bu gözleme göre, bir cismin ivmesinin kütlesi ile ters orantılıdır. Buna göre
Newton'un ikinci yasası şöyle anlatılabilir: Bir cismin ivmesi, ona etki eden
kuvvetle doğru orantılı, kütle ile ters orantılıdır.Elbette ki
gezegenler, Kepler Yasalarına göre hareket ediyordu. Ama neden gezegenler
değişik ve üstelik düzgün bir hızla hareket etmiyordu? Gezegenlerin gökyüzünde
hareket etmeleri için onları iten bir gücün olması gerektiği düşünülüyordu.
Ama bu güç neydi? Newton'un yaşadığı dönemde hiç olmazsa birçok insan
astrolojiyi ciddiye almıyordu; yani gezegenleri meleklerin itmediği kesindi.
Newton, Kepler'in formüllerini çıkarmak için kütlesel çekim (gravitasyonal alan)
yasasını kullanmştı.Newton, Galileo'nun sarkaç deneylerini inceledi ve
buradan boşlukta serbestçe dolaşan gezegenlere etkiyen bir çekimin bulunması
gerektiği sonucuna kolayca vardı. Çünkü o, düşünür ve matematikçiydi.
Gezegenler, eliptik yörüngeler izliyordu. Bu yörüngeler üzerinde dolanırken
Güneş'e daha yakın oldukları yerlerde hızları artıyor, sonra Güneş'ten
uzaklaştıkça hızları azalıyordu.Newton, kuvvet bilinirse, bunu kütle
denen büyüklüğe bölünce ivmenin bulunabileceğini varsaymıştır. Burada kütle,
harekete karşı koymanın bir çeşiti olarak görünür: kütlesi bir başka
arabanınkinin iki katı olan çok yüklü bir araba, aynı beygirin etkisi altında
birincinin yarısı kadar bir ivme kazanır. Kısacası kütle, hareket edenin
eylemsizliğini bildirir ve bu yüzden ona eylemsizlik kütlesi adı verilir. Buna
göre her cismin, olanaklı bütün kuvvetlere karşı gösterebileceği tepkiyi
belirleyen özel bir eylemsizliği vardır. Bunu saptadıktan sonra geriye kuvvet
denen şeyin ne olduğunu anlamak kalıyordu.Newton kuvveti şöyle
tanımlaıyor: Kuvvet, cisimleri hareketsizlik durumu ya da düzgün hareketei
değiştirecek biçimde etkileyen bir eylemdir. merkezcil bir kuvvet, cisimleri bir
merkeze ya da belli bir noktaya doğru çeker ya da çekilme eğilimi içinde
bulunmalarına yolaçar.Böylece Dünya, Ay'etkilediği zaman ona bir kuvvet
uyguluyordu. Ay, Dünya'dan ne kadar uzaksa bu kuvvet de o kadar zayıftı. Daha
kesin olarak söylenirse Newton, uzaklık iki kat olunca, kuvvetin ilk değerinin
dörtte birine indiğini varsaydı. İki madde birbirlerini kütllelerinin çarpımı
ile doğru. aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı bir kuvvetle çeker.
Bunların hepsi çekim sabiti denen evrensel bir sabitle çarpılır.İki
elektrik yükü arasındaki kuvvet de aralarındaki uzaklığın karesi ile ters
orantılıdır ama; bunun kütle ile hiçbir ilgisi yoktur. Evrensel kütle çekimi
yasası nda, kütlenin rolünün birden değiştiğine dikkat edelim. Kütlenin bu yeni
görevini iyice belirtmek için, ağırlık katsayısı (çekim sabiti) ortaya
çıktığında buna çekim kütlesi denmesi uygun görüldü. O halde Newton'un
varsayımı şöyle dile getirilebilir: Çekim kütlesi, eylemsizlik kütlesine
eşittir.Bu özelliğin, ister Ay kadar büyük, isterse Ay modülü kadar
küçük olsun bir gök cisminin yörüngesinin kütlesinden bağımsız olarak aynı
olduğu sonucunu vermesi ilginçtir. Newton, kütle çekimi yasasını çok farklı
olaylara uyguladı ve onu bilinen Evrenin tümünü kapsayacak şekilde cesaretle
yaygınlatırdı. Merkür'ün yaramazlığı dışında bir sorunla karşılaşmadan 200 yıl
kendini korudu.Kütleçekim alanlarının temel nitelikleri şöyle
sıralanabilir:Kütle çekim kuvvetleri Evrenseldir. Yani Evrendeki her
cisim bu kuvvetlerden etkilenir. Bir kütle çekim alanı mutlaka çekici
kuvvetlere neden olur. Kütleçekim alanları, uzun erimlidir; yani bir
cismin etrafında oluşan çekim alanının etkileri zayıflayarak da olsa çok uzak
mesafelere kadar uzanabilir. Duran iki cisim düşünüldüğünde, bu iki
cismin birbirine etki ettirdiği çekim kuvveti; cisimlerin arasındaki uzaklığın
karesi ile ters, cisimlerin kütleleri ile doğru orantılıdır. Newton böylece
doğanın temel sabitlerinden birini de bulmuştu.Newton, bir matematik
sihirbazıydı. Çünkü çok uzun süre onun dışında kimse diferansiyel denklemlerin
içinden çıkamıyordu. Newton'dan 60 - 70 yıl önce, büyük Alman bilim adamı
Johannes Kepler (1571-1630), gezegenlerin Güneş çevresindeki hareketlerini
yöneten temel yasaları bulmuştu.Tarihçe kısaca şöyledir: Eski bilginler
gezegenlerin gökyüzündeki hareketlerini gözlemleyerek onların Dünya ile birlikte
Güneş çevresinde döndüğü sonucuna vardılar. Bu sonuç daha sonra Copernicus
tarafından da bağımsız olarak keşfedildi. İnsanlar keşfin daha önce yapıldığını
unutmuşlardı. Bundan sonra araştırılacak soru şuydu: Güneş çevresinde tam olarak
nasıl dönüyorlardı? Güneş'in merkez olduğu bir çember üzerinde mi, yoksa
başka bir eğri boyunca mı? Hızları neydi? Bunların yanıtlanması daha zun zaman
aldı. Copernicus sonrası dönemler, gezegenlerin gerçekten Dünya'yla birlikte
Güneş etrafında mı döndükleri, yoksa Dünya'nın Evren!in merkezinde mi olduğu
sorularının tartışıldığı dönemlerdi.Daha sonra Danimarkalı astronom
Tycho Brahe (1546-1601), soruyu yanıtlamak için bir yöntem önerdi. Eğer
gezegenler çok dikkatle gözlenip gökyüzündeki yerleri tam olarak kaydedilirse,
teorilerin durumu belki açıklığa kavuşabilirdi. Bu, modern bilimin anahtarı ve
doğanın gerçekten anlaşılmasının başlangıcı oldu: birşeyi gözlelek, ayrıntıları
kaydetmek ve bu bilgilerin şu veya bu yorumu çıkarmayı sağlayacak ipuçlarını
içerdiğini ummak.Zengin bir kişi olan Tycho'nun Kopenhag yakınlarında
bir adası vardı. Buraya pirinçten yapılmış kocaman daireler yerleştirdi ve özel
gözlem yerleri yaptırdı; sonra, geceler boyunca gezegenlerin konumlarını
kaydetti. İşte ancak bu tür yorucu ve yoğun çalışmalar yoluyla birşeyler
bulunabilir.Toplanan bütün bilgi Kepler'in eline verildi; o da
gezegenlerin Güneş etrafında ne türlü bir hareket yaptığını incelemeye koyuldu.
Bunun için deneme yanılma yöntemini uyguladı. Bir ara yanıtı bulduğunu sandı:
Gezegenler, Güneş'in merkez olduğu çemberler üzerinde hareket ediyorlardı. Ancak
daha sonra bir gezegenin, Mars'ın sekiz dakikalık bir yay kadar sapma yaptığını
farketti. Kepler, Tycho Brahe'nin bu ölçüde bir hata yapamayacağını
düşünüp, yanıtın doğru olmadığı sonucuna vardı. Deneylerin çok dikkatli yapılmış
olması nedeniyle başka bir yol deneyerek sonunda üç şey keşfetti. İlk olarak,
gezegenler Güneş'in odak olduğu elips şeklinde bir yörünge izliyorlardı.
Elips bütün ressamların bildiği bir eğridir: basık bir daire. Çocuklar
da onu iyi bilir; iki ucu tesbit edilmiş bir ipe bir halka geçirip halkaya da
bir kalem sokulunca elips çizilebileceğini birileri onlara
söylemiştir.İkinci olarak, bir gezegenin Güneş çevresindeki yörüngesi
bir elipstir; Güneş de odakların birindedir. Bundan sonra gelen soru şuydu:
Güneş'e yaklaştıkça hızı artıyor, uzaklaştıkça yavaşlıyor mu?Kepler,
bunun da yanıtını buldu. Bulduğu yanıt şöyle açıklanabilir: Örneğin üç hafta
gibi belirli bir ara içeren iki farklı zamanda gezegenin konumun saptayalım.
Sonra, yörüngenin başka bir bölümünde, gezegenin yine üç hafta ara ile iki ayrı
konumunu saptayalım ve Güneş'le gezegeni birleştiren doğruları çizelim (bilimsel
deyimiyle bunlar yarıçap vektörleridir).Üç hafta ara ile çizilen iki
doğru ve yörenge arasında kalan alan, yörüngenin her bölgesi için aynıdır. Demek
ki, gezegen Güneş'e daha yakın olduğu yerlerde daha hızlı hareket ediyor ve
uzaklaştıkça aynı alanı taramak için daha yavaş ilerliyor.Birkaç yıl
sonra Kepler, üçüncü bir kural keşfetti. Bu kural yalnızca tek bir gezegenin
Güneş çevresindeki hareketiyle ilgili değildi; farklı gezegenler arasında da
ilişki kuruyordu. Bu kurala göre, bir gezegenin Güneş çevresinde tam bir devir
yapması için gereken zaman, yörüngenin boyutuna bağlıdır; bu zaman da yörüngenin
boyutunun küpünün kare kökü ile orantılıdır. Yörüngenin boyutu elipsin en büyük
çapıdır.Kepler'in bu üç yasası şu şekilde özetlenebilir: Yörünge bir
elipstir; eşit sürelerde eşit alanlar taranır ve bir devir için geçen süre,
boyutun üç bölü ikinci kuvvetiyle orantılıdır; yani boyutun küpünün kareköküyle.
Kepler'in bu üç yasası gezegenlerin Güneş çevresindeki hareketlerini tam olarak
belirlemektedir.Bundan sonraki soru şuydu: Gezegenleri Güneş çevresinde
hareket ettiren şey nedir? Keplerle aynı dönemde yaşamış bazı kişiler bu soruyu
şöyle yanıtlıyorlardı: Melekler kanatlarını çırparak gezegenleri arkadan yörünge
boyunca iterler. Daha sonra göreceğiniz gibi bu yanıt gerçeğe pek de uzak
sayılmaz. Tek fark, meleklerin farklı yönlerde oturup kanatlarını içeriye doğru
çırpıyor olmalarıdır.Aynı sıralarda Galileo da Dünya'daki sıradan
cisimlerin hareket kurallarını inceliyor, bu inceleme sırasında da bazı deneyler
yapıyordu. Toplar eğik bir düzlemden aşağı doğru nasıl yuvarlanıyor, sarkaçlar
nasıl sallanıyordu?Galileo eylemsizlik ilkesi denilen önemli bir kural
keşfetti.Kural şuydu: Düz bir doğru üzerinde belirli bir hızla hareket
eden bir cisim, hiçbir etken olmazsa bu doğru boyunca, aynı hızla, sonsuza kadar
gitmeye devam edecektir. Bir topu durmamacasına yuvarlamaya çalışmış olan herkes
için buna inanmak güç olsa da; bu ideal şartların varlığında, yerdeki sürtünme
gibi etkenler olmasa, top gerçekten de düzgün bir hızla sonsuza kadar
gidecektir.Daha sonraki gelişme Newton'un şu soruyu tartışması ile
başladı: Eğer cisim düz bir doğru boyunca hareket etmiyorsa ne olur? Buna
verdiği yanıt da şu oldu: Hızı herhangi bir şekilde değiştirmek için kuvvet
uygulamak gerekir. Örneğin, bir top hareket ettiği yönde itilirse hızı
artar.Eğer gidiş yönü değişmişse kuvvet yandan uygulanması gerekir.
Kuvvet iki etkinin çarpımı ile ölçülebilir.Ufak bir zaman aralığında hzının ne
kadar değiştiği, ivme olarak tanımlanır. Bunu cismin kütlesi veya eylemsizlik
katsayısı ile çarparsık kuvveti buluruz. Bu ise ölçülebilir.Örneğin bir
ipin ucuna bağlanmış bir taşı başımızın üzerinde döndürürsek, ipi çekmemiz
grektiğini farkederiz. Nedeni şudur: Taşın hızı sabit olmakla birlikte, bir
çember çizerek döndüğü için yönü değişmekte, bu nedenle de taşı sürekli içeriye
doğru çekin bir kuvvet gerekmektedir; bu kuvvet de kütle ile
orantılıdır.Şimdi iki ayrı taş alıp önce birini sonra diğerini
döndürelim ve ikinci taş için gereken kuvvveti ölçelim. Bu kuvvet, birinciden,
kütlelerinin farklılığıyla orantılı olarak daha büyük olacaktır. Hızı
değiştirmek için gereken kuvveti saptamak, kütleyi ölçmek için bir yönetem
oluşturur.Newton, bundan bir başka sonuç çıkardı. Onu da basit bir
örenkle açıklayalım: Eğer bir gezegen Güneş çevresinde bir çember boyunca
gidiyorsa, onun yana doğru, teğet boyunca gitmesi içi kuvvete gerek yoktur. Eğer
herhangi bir kuvvet olmasaydı başını alır giderdi.Ancak gezegen bunu
yapmıyorr;kuvvetin olmaması durumunda bir süre sonra gitmiş olcaeğı ta uzaklarda
değil, Güneş'e yakın bir yerde bulunuyor. Başka bir deyişle,hızı ve hareketi
Güneş'e doğru sapıyor; yani meleklerin, kanatlarını sürekli Güneş'e doğru
çarpmaları gerekiyor.Bir gezegenin düz bir doğru boyunca hareket
etmesinin bilinen bir nedeni yoktur. Nesnelerin sonsuza dek gitmeyi
sürdürmelerinin nedeni bulunamamıştır. Eylemsizlik Kuramı'nın da bilinen bir
kökeni yoktur. Melekler gerçek olmasa da harektin süregittiği bir
gerçektir.Ancak,düşme olgusu için kuvvete gereksinim vardır ve kuvvetin
kökeninin Güneş'e doğru olduğu da anlaşılmıştır. Newton, eşit sürelerde eşit
alan taranması kuramının, hızdaki bütün değişmelerin Güneş yönünde olduğu
savının doğrudan bir sonucu olduğunu; bunun eliptik yörünge için de geçerli
olduğunu göstermeyi başardı.Bu yasayı kullanarak Newton, kuvvetin Güneş
yönünde olduğunu ve eğer gezegenlerin periyotlarının Güneş'ten olan
uzaklıklarıyla nasıl değiştiği bilinirse, bu kuvvetin uzaklık ile nasıl
değiştiğinin de bulunabileceğini gösterdi ve kuvvetin, uzaklığın karesi ile ters
orantılı olduğunu saptadı.Buraya kadar Newton, pek bir şey söylemiş
sayılmaz; çünkü yalnızca kepler'in ifade ettiği iki şeyi farklı biçimde dile
getirmiş oluyordu. birincisi, kuvvetin Güneş yönünde olduğunu söylemekle; ikinci
de kuvvetin, uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğunu söylemekle aynı
şeydi.İnsanlar Jüpiter'in uydularının Jüpiter çevresinde nasıl hareket
ettiklerini teleskopla görmüşlerdi. bu hareket tıpkı Güneş Sistemi'nde olduğu
gibiydi; sanik uydular Jüpiter'e doğru çekiliyorlardı. Ay da Dünya'nın
çekimindedir; Dünya'nın çevresinde döner ve Dünya'ya doğru çekilir. Sanki her
şeyin birbirinin çekimi altınrdaymış gibi görünmesi bir sonraki kuramı;
genelleme yapacak olursak her cismin her cismi çektiği yolunda olması sonucunu
getirdi.Eğer bu doğru ise, Güneş'in gezEgenleri çektiği gibi dünya da
Ay'ı kendisine doğru çekiyordu. Dünya'nın cisimleri çektiği bilinen bir şeydi
(hepimiz havada uçmak isetesek de iskemlemizde sık sıkı oturduğumuzu biliyoruz).
Yeryüzü'ndeki çekim, yerçekimi olgusu olarak ilyi bilrdiğimiz bir
şeydir.Newton, Ay'ı yörüngede tutan çekimin, nesneleri Dünya'ya çeken
kuvvetle aynı şey olabileceğini düşündü. Daha sonra Newton birçok yeni şey
ortaya çıkardı. Çekim Yasası'nın ters kare olması durumunda yörüngenin şeklinin
ne olacağını hesapladı ve bunu bir elips olarak buldu.Ayrıca birçok
farklı olaya da açıklama getirildi. Bunlardan biri gel-git olayıydı. Gel-git,
Dünya ve denizlerin Ay tarafından çekilmesinden kaynaklanıyordu. Bu, daha
önceleri de düşünülmüştü; ancak ortada bir pürüz vardı: Olay, Ay'ın denizleri
çekmesinden kaynaklanıyorsa Ay'ın bulunduğu taraftaki sular yükselecek, o zaman
günde ancak bir gel-git olacaktı.Gerçekte ise yaklaşık oniki saatte bir,
yani günde iki gel-git olduğunu biliyoruz. Farklı bir sonuca varan bir düşünce
ekolü daha vardı. Buna göre de Dünya, Ay tarafından suyun dışına çekiliyordu.
Gerçekte ne olup bittiğini ilk farkeden Newton oldu: Ay'ın aynı uzaklıktaki kara
ve denizler üzerindeki çekim kuvveti aynıydı.Gerçekte Dünya da Ay gibi
bir çember boyunca hareket eder. Ay'ın Dünya'ya uyguladığı kuvvet
dengelenmiştir; ama dengeleyici nedir? Ay'ın Dünya'nın çekim kuvvetini
dengelemek için dairesel bir yörünge üzerinde hareket etmesi gibi, Dünya da
dairesel bir yörünge üzerinde hareket etmektedir. Bu dairenin merkezi Dünya'nın
içinde bir noktadadır ve Ay'ın kuvvetini dengelemek için darisel bir hareket
yapmaktadır.İkisinin de ortak bir merkez etrafında dönmesiyle, Dünya
açısından kuvvetler dengelenmiş oluyor; ancak bir yöndeki su öteki yöndekine
göre daha çok çekildiği için su iki yanda da kabarıyor. Herneyse, gel-git olayı
ve günde iki kez gerçekleşmesinin nedeni böylece açıklanmış oluyordu. Bu arada
açıklanan daha birçok şey vardı: Dünya, her şey içe doğru çekildiği için
yuvarlaktı; kendi ekseni etrafında döndüğü için de yuvarlak değildi. Dış
bölgeler biraz uzaga itilmişlerdi ve denge oluşuyordu.Bilim ilerleyip
daha hassas ölçümler yapıldıkça Newton Yasası da daha zorlu sınamalarla
karşılaştı. Bunlardan ilki Jüpiter'in gezegenleriyle ilgiliydi. Uzun süre
dikkatle yapılmış gözlemlerle hareketlerinin Newton Yasası'na uyumu
saptanabilirdi. Ancak sonuç bunun doğuru olmadığını
gösteriyordu.Jüpiter'in gezegenleri, Newton Yasası ile hesaplanmış
zamana göre, bazen sekiz dakika ileri, bazen sekiz dakika geri olan bir fark
oluşturuyorlardı. Bu fark Jüpiter'in Dünya'ya yakın olduğu zamanlarda ileri,
uzak olduğu zamanlarda ise geriye doğruydu. Bu tuhaf bir
durumdu.Yerçekimi yasasına güveni tam olan Danimarkalı astronom Roemer
(1644-1710), bu durumda ışığın Jüpiter'in gezegenlerinden Dünya'ya gelmesinin
zaman aldığı gibi ilginç bir sonuç çıkardı Ayrıca bu gezegenlere baktığımız
zaman gördüğümüz şey onların o andaki durumu değil, ışığın bize gelmesi için
geçen zamandan önceki durumuydu.Jüpiter bize yakın olduğunda ışık daha
kısa sürede, uzak olduğunda ise daha uzun sürede geliyordu. Bu neden Roemer'in
gözlemleri zaman farkı yönünden şu kadar erken, bu kadar geç olmalarına görüe
düzeltilmesi gerekiyordu. Bu yolla ışğın hızını ölçmeyi başarmış, ışığın bir
anda yayılan birşey olmadığını da ilk kez göstermiş oldu.Eğer bir yasa
doğru ise başka bir yasanın bulunmasına da yol açabilir. Eğer bir yasaya
güveniyorsak, ona ters bir şeyin ortaya çıkması bizi başka bir olguya doğru
yöneltir. Yerçekimi yasasını bilmeseydik Jüpiter'in gezegenlerinden ne
bekleyeceğimizi de bilemezdik; ışığın hızını ölçmek ise çok daha sonralara
atılmış olurdu.Bu süreç, adeta bir keşifler çağına yol açtı. Her yeni
keşif, bir yenisine daha yol açan araçları da beraberinde getirir. 400 yıldan
beri süregelen ve büyük bir hızla sürmele devam edecek olan bu çağ, işte bu
şekilde başlamıştır.Daha sonraları ortaya yeni bir sorun çıktı. Newton
Yasası'na göre gezegenler yalnızca Güneş'in çekiminde değildi; birbirlerini de
biraz çekiyorlardı. Öyleyse yörüngeleri eliptik olmamalıydı. Gerçi bu küçük bir
çekimdi; ancak küçük olan da önem taşıyabilir ve hareketi
etkiler.Jüpiter, Satürn ve Uranüs'ün büyük gezegenler oldukları
biliniyordu. Herbirinin diğerleri üzerindeki çekimi sonucu, yörüngelerinin
Kepler'in kusursuz elipslerinden ne ölçüde farklı olduğunu saptayacak hesaplar
ve gözlemler yapıldı. Sonuçta Jüpiter ve Satürn'ün hesaplamalara uygun hareket
ettikleri; Uranüs'ün ise 'tuhaf' davrandığı ortaya çıktı.Adams ve
Leverrier adındaki iki astronom, birbirinden bağımsız olarak yaptıkları
çalışmalar sonucunda neredeyse aynı anda, Uranüs'ün hareketlerinin görünmyen bir
gezegenden etkilendiğini iler sürdüler. Herbiri kendi gözlemevine teleskopunuzu
çevirin ve orayı gözleyin. yeni bir gezgen göreceksiniz şeklinde birer mektup
yolladılar.Gözlemevlerinden birinin tepkisi Saçma! Eline kalem kağıt
alıp oturan biri, bize gezegen bulmak için nereye bakacağımızı söylüyor
şeklindeydi. Diğer gözlemevinin yöntemi farklıydı ve Neptün'ü buldu.20.
yy'ın başlarında Merkür'ün hareketinin tam da doğru olmadığı anlaşıldı.
Einstein, Newton Yasalarının biraz hatalı olduğunu ve değiştirilmeleri
gerektiğini gösterinceye dek bu durum hayli sıkıntıya yol açtı. Şimdi de bu
yasanın kapsamının genişliği sorusu ortaya çıkıyor.Yasa, Güneş Sistemi
dışında da geçerli midir? Galaksimizi birarada tutan şey, yıldızlar arasındaki
çekim kuvvetidir. Dünya'dan Güneş'e olan uzaklık sekiz ışık dakikası olduğu
halde, galaksilerin uzunlukları 50.000-100.000 ışık yılıdır. Ancak çekim
kuvvetinin bu büyük yıldız yığınlarında, bu ölçekteki uzaklıklarda bile geçerli
olduğundan kuşkulanmak için bir neden yoktur.Çekim kuvvetinin
varolduğunu doğrudan kanıtlayabileceğimiz uzaklık bu kadar; yani Evren'in
büyüklüğünün onda biri veya yüzde biri kadar uzaklıktır. Buna göre, gazetelerde
birşeylerin Dünya'nın çekim kuvveti dışına çıktığına ilişkin haberler okusanız
da, Dünya'daki yerçekiminin kesin bir sonu yoktur.Bu yerçekimi,
uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak giderek zayıflar; uzaklık iki katın
çıkınca o da dört kat zayıflar ve böylece diğer yıldızların güçlü alanlarının
karmaşasında kaybolur. Çevresindeki yıldızlarla birlikte başka yıldızları
çekerek galaksi oluşturur; bu galaksi de diğer galaksileri çekip bir galaksiler
kümesi oluşturur. Böylece Dünya'nın çekim alanı hiç bitmez; ancak belirli ve
düzenli bir şekilde zayıflayarak belki de Evren'in sınırlarına kadar
gider.Çekim Yasası, diğer yasaların çoğundan farklıdır. Evren'in
ekonomisi ve mekanizması için çok önemli olduğu açıktır ve Evren yönünden birçok
pratik uygulaması da vardır. Ancak, diğer fizik yasalarından farklı tipik bir
özelliğe sahiptir: bilinmesi pek az pratik yarar sağlar.Bir galaksiyi
oluşturan birçok yıldız değil, sadece gazdır. Belki de her şeyi başlatan, bir
şok dalgası olmuştur. Bundan sonraki olaylar, çekim kuvvetinin etkisiyle gazın
gittikçe sıklaşarak toplanması, büyük gaz ve toz yığınlarının ve topların
oluşmasıdır. Bunlar içeriye doğru düşerken, düşmenin yol açtığı ısıyla yanar ve
yıldız haline gelirler.Böylece yıldızlar, çekim etkisiyle gazın sıkışıp
biraraya gelmesiyle ortaya çıkıyorlar. Yıldızlar bazen patladıklarında toz ve
gaz püskürtür, bu toz ve gazlar tekrar biraraya toplanıp yeni yıldızlar
yaratırlar.
Siyaset, Bilim Ve Tarih Bilinci (Doğan Özlem )The Benefits Of TreesEnerji TasarrufuAlternatif Ucuz Enerji KaynaklarıErozyonun Tanımı Ve ÇeşitleriDünyamızın HareketleriDoğalgazDeve KuşlarıTeknolojik CellatlarımızKüresel IsınmaÇimento İşkolu Ve SorunlarıAtmosferin Başlıca Gaz KirleticileriNükleer EnerjiYapay KristallerHyrogen Fuel The Fuel Of FutureKentiçi Ulaşımı Ve Çevre SorunlarıPrcı HakkındaÇevre Kirliliği Ve SonuçlarıSivil SavunmaUluslararası Hukuk Ve Çevre Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |