Beyin evrendeki nesnelerin en karmaşık olanıdır. Öyle ki beynimizdeki nöron
sayısı ile Samanyolu Galaksisi´ndeki yıldız sayısı eşittir. Son yıllarda beyin
araştırmalarında çok büyük mesafeler kat edilmiş olmasına karşın, beyin ve
beynin faaliyetleri konusunda daha bilmediğimiz çok şey var. Beyin ile ilgili
yanıt bekleyen 10 ana soru şu:
1-Bilgi sinir hücrelerine nasıl kodlanır?
2-Anılar nasıl kaydediliyor ve anımsanıyor?
3- Beynin istirahat halindeki faaliyeti neyi
gösteriyor?
4-Beyin geleceği nasıl kurguluyor?
5-Duygu nedir?
6-Zekâ nedir?
7-Zaman beyinde nasıl bir yol izliyor?
8- Beyin niçin uyur ve rüya görür?
9- Beynin bir konuda uzmanlaşmış sistemleri, bir diğeri ile nasıl
bütünleşiyor?
10- Bilinç nedir?
Sinirbilimcilerin bu 1.5 kilo ağırlığındaki gri ve beyaz maddeden oluşan
kütle ile ilgili esrar perdesinin her gün biraz daha aralıyor olması, beyin ile
ilgili 10 temel sorunun yanıtı için çok beklemeyeceğimizi gösteriyor. Bu sorular
yanıtlandığı takdirde kim olduğumuzu tüm boyutlarıyla anlayabileceğiz. 1) BİLGİ SİNİR HÜCRELERİNE NASIL KODLANIR? Beyin hücreleri dış membranlarında kısa elektrik atımları üretir. Bu
elektrik atımları hücrelerin akson adı verilen uzantılarında yol alır ve beynin
herhangi bir yerinde kimyasal sinyalleri serbest bırakır. Bu ya-hep-ya-hiç
atımlarının dünya ile ilgili bilgileri taşıdığı varsayılıyor. Örneğin Ben ne
görüyorum?, Aç mıyım?, Hangi yöne dönmeliyim? vb..
Fakat milisaniye süresindeki bu elektrik atımlarının kodu nedir? Atımlar,
farklı zamanlarda beynin farklı yerlerinde farklı şeyler taşır. Merkezi sinir
sisteminde (beyin ve omurilik), atımların hızı ile, bir renk veya bir yüzün
varlığı gibi tanımlanabilir dış özellikler arasında bir ilişki vardır. Periferik
(çevresel) sinir sisteminde daha fazla atım daha fazla ısı, daha yüksek ses veya
daha güçlü bir kas kasılması anlamına gelir.
Ancak beynin derinliklerine inildikçe, daha karmaşık nöron topluluklarıyla
karşılaşırız. Bu karmaşık olaylara örnek olarak değer yargıları, gelecekle ile
simülasyonlar, bir eşe sahip olma isteği vb.. gibi düşünsel faaliyetleri
gösterebiliriz. Burada sinyalleri deşifre etmek daha zordur. Bu, bir
bilgisayarın kutusunu açarak, birkaç transistorun birbiri ile nasıl
haberleştiğini anlamaya ve sörf edilen web sayfasının içeriğini tahmin etmeye
benzer.
Zihinsel bilgilerin tek bir hücreye değil, hücre topluluğuna kaydedilmiş
olduğu düşünülüyor. Ancak hangi nöronun hangi spesifik gruba dahil olduğunu
anlamak şu an için mümkün değil. Daha da kötüsü bugünkü teknolojiler birkaç bin
nöronu aynı anda ölçmeye uygun değil. Hâttâ tek bir nöronun bile bağlantılarını
kontrol edecek donanıma sahip değiliz. Kaldı ki kortekste tipik bir nöron,
10.000 diğer nörondan sinyal alır.
Yol almakta olan elektrik atımları beynin dört bir yanına sinyalleri hızla
taşırken, sinir sistemi içinde bilgiyi taşıyan tek yolun bu elektriksel
sinyalleri olmama olasılığı büyüktür. Şu anda araştırmacılar olası, başka bilgi
taşıyıcıların üzerinde duruyor. Bu olası taşıyıcılar glia hücreleri (tam olarak
ne olduğu bilinmeyen beyin hücreleri, nöronlardan 10 misli daha fazla),
hücrelerarası diğer türdeki sinyalleme mekanizmaları (son günlerde keşfedilen
gazlar ve peptitler) ve hücrelerin içinde oluşan biyokimyasal faaliyetler
olabilir. 2) ANILAR NASIL KAYDEDİLİYOR VE NASIL ANIMSANIYOR? Birisinin ismi gibi yeni bir şey öğrendiğiniz zaman beynin yapısında
fiziksel değişiklikler meydana gelir. Ancak bu değişikliklerin ne olduğunu,
geniş bir alana yayılmış sinapslar ve nöronlar denizinde bunların nasıl
yönlendirildiğini, bilgiyi nasıl kalıcı hale getirdiğini ve onlarca yıl sonra bu
bilgilere tekrar nasıl erişildiğini henüz tam olarak bilemiyoruz.
Zorluklardan biri, anıların çeşitli olmasından kaynaklanıyor. Beynin, kısa
vadeli bellek (birinin telefon numarasını çevirme süresince akılda tutmak gibi)
ve uzun vadeli bellek (geçen yaş gününüzde ne yaptığınızı anımsamak gibi)
arasında ayırım yapabildiği ileri sürülüyor. Uzun vadeli bellek içinde, bildiri
amaçlı bellek (isimler ve olaylar) bildiri amacı taşımayan bellekten (
e
binmek, reklamlardan etkilenmek vb..) ayırt edilebilir. Bu genel kategorilerin
arasında alt kategoriler de yer alır. Farklı beyin yapıları, farklı öğrenme ve
bellek türlerini destekliyor gibi görünüyor.
Bellek ile ilgili tüm kuramlarda anı kaydının sinapslara bağlı olduğu ileri
sürülüyor. Sinaps beyin hücreleri arasındaki bağlantıdır. İki hücre aynı anda
faal duruma geçince, bunların arasındaki bağlantı güçlenir. İkisi aynı anda faal
değilse, bağlantı zayıflar. Bu sinaptik değişikliklerden çağrışım dediğimiz olgu
doğar.
Ancak yalnızca çağrışımlara bakarak belleği açıklamak mümkün değildir.
Belleğin en büyük gizi, şeyler arasındaki ilişkiye, şeylerin ayrıntılarından
daha fazla yer vermesidir. Bir melodiyi ezberlediğiniz zaman notalar arasındaki
ilişkiyi kodlarsınız, notaları tek tek öğrenmezsiniz. . Bu nedenle o melodiyi
farklı bir anahtarda söyleyebilirsiniz.
Bellekteki anıları geri çağırmak anıları depolama işleminden daha gizemlidir.
Bu konuda kesin olarak bilenen tek şey anıların anımsandıkça dengesini
yitirmesidir. Geçmişteki bir olayı anımsadığınız zaman, bellek geçici olarak
silinme riski ile karşı karşıya kalır. Son yıllarda yapılan bir araştırma, bu
geçici süre içinde anıların yeniden oluşumunu kimyasal olarak bloke etmenin
mümkün olduğunu gösteriyor. Bu da yeni etik soruların gündeme gelmesine yol
açıyor. 3) BEYNİN İSTİRAHAT HALİNDEKİ FAALİYETİ NEYİ GÖSTERİYOR? Sinirbilimciler, genellikle bir resim, dokunma veya ses gibi laboratuvar
ortamında yaratılabilen bir uyarıya tepki veren beyin faaliyetlerindeki
değişiklikleri inceler. Ancak istihat halindeki beynimizin faaliyetleri
-baseline activity, taban faaliyeti- zihinsel yaşamımızın en temel unsurlarından
biridir. Uyanık ve istirahat halindeki beyin, toplam kütlemizin %2´sini
oluşturmakla birlikte, vücudun toplam oksijeninin %20´sini tüketir. Bu taban
faaliyetin bir kısmı, beynin geri planda bilgiyi yeniden kurması, olayların
gelecekte nasıl olacağına ilişkin simülasyonları oluşturması veya anıları elden
geçirmesi gibi süreçlere ayrılmış olabilir. Önem verdiğimiz pek çok şey -anılar,
duygular, dürtüler, planlar vb..-bir dış uyarı olmadan ve dışarıdan gözlenebilen
bir davranış şekline dönüşmeden yapılabilir.
Beynin bu taban faaliyeti ile ilgili ipuçları, sinir-görüntüleme
deneylerinden elde edilir. Bu görüntüler, kişi hedefe yönelik bir işi fiilen
yapmadan önce, bazı beyin bölgelerinde faaliyetin azaldığını gösterir.
Faaliyetin azalmış olduğu bölgeler, yapılacak işin ayrıntılarından bağımsız
olarak hep aynıdır. Bu bölgelerin hep aynı olması, bu bölgelerin taban
programları çalıştırıyor olduğu anlamına gelebilir.
Algılama ile ilgili geleneksel görüşe göre, dış dünyadan gelen bilgi
duyguların içini doldurur, beyinde kendine bir yol açar ve kendini bilinçli bir
şekilde görülebilir, işitilebilir ve duyumsanabilir kılar. Fakat pek çok bilim
adamı, bugün artık duyusal bir girdinin beyinde sürmekte olan bir içsel
faaliyete yalnızca ince ayar çektiğine inanıyor. Örneğin, duyusal bir girdi
algılama için gereksizdir. Uyku sırasında gözleriniz kapalıyken çok zengin
görsel bir deneyim yaşayabilirsiniz. Uyanıklık ile uykudaki durum, kısmen bir
dış uyarıya takılmış olmanın dışında büyük bir olasılıkla aynıdır. Bu görüşe
göre insanların bilinçli yaşamı, uyanıkken rüya görmek gibi bir şeydir. 4) BEYİN GELECEĞİ NASIL KURGULUYOR? Bir itfaiye şefi, yangına müdahale etmek için olay mahaline geldiği zaman
çok büyük bir hızla adamlarını en uygun şekilde nasıl konuşlandırması
gerektiğini düşünür. Gelecek ile ilgili bu tür simülasyonlar yapmak -Felsefeci
Karl Popper´ın dediği gibi- varsayımlarımızın bizim yerimize ölmesini sağlar.
Bu nedenle akıllı bir beynin kilit görevlerinden biri olası bir geleceği
kurgulamaktır.
Buna karşın geleceğe ilişkin beyin simulatörünün nasıl çalıştığı konusunda
çok az şey biliyoruz, çünkü geleneksel sinirbilim teknolojileri, beyin
faaliyetlerini, zihinsel hayallerle değil, kesin davranışlarla ilişkilendirir.
Bu konuda ortaya atılan görüşlerden biri, beynin kaynaklarının yalnızca
uyarıların işlemden geçirilmesine ve tepki verilmesine ayrılmadığı yönünde. Buna
göre, beynin kaynakları dış dünyanın bir iç modelinin yaratılmasına da olanak
tanıyor. İçerde yaratılan modeller yalnızca motor davranışlarda değil,
algılamada da etkili oluyor. Örneğin görme duyusu, yalnızca retinadan değil,
beyinden önemli ölçüde bilgi alarak kullanıyor. Pek çok sinirbilimci son
yıllarda, algılamanın çıkış noktasının, küçük veri parçalarının bir araya
gelmesi değil, gelen duyusal verilerin zihinde yaratılan beklentiler ile ne
kadar uyum sağladığı ile ilgili olduğuna inanıyor.
Ancak beyin gibi bir sistem, dünya ile ilgili bu kadar başarılı tahminleri
nasıl yapabiliyor? Bir görüşe göre bellek belki de yalnızca bu amaca hizmet
ediyor. Bu yeni bir fikir değil. İki bin yıl önce Aristo ve Galen, belleğin
gelecek ile ilgili başarılı tahminler yapılmasında en ideal araç olduğunu
vurguluyordu. 5) DUYGU NEDİR?
Beynin bir bilgi işleme sistemi olduğunu düşünürüz. Ancak duygu, motivasyon,
korku ve ümit gibi unsurlardan yoksun bir beyni düşünemeyiz. Yoğun duygular
(emotions) belirli uyarılara verilen, ölçülebilir fiziksel tepkilerdir. Korkuya
eşlik eden şiddetlenen kalp atışları ve ter; kedi ile karşı karşıya kalan
farenin donup kalması; öfke ile kaslardaki gerilimin artması bunlara iyi bir
örnektir. Oysa hisler (feelings) bazı süreçlere eşlik eden öznel deneyimlerdir.
Bu süreçler mutluluk, kıskançlık, üzüntü vb..... Yoğun duygular (emotions)
bilinçaltı bir mekanizmayı devreye sokar. Örneğin yoğun duygularla ilgili beyin
bölgeleri kısa bir süre gösterilen ve daha sonra maske ile kapatılan kızgın
yüzlere tepki verir. Ancak denekler bu sırada yüzü gördüklerinin farkında bile
değildir. Farklı kültürlerde, temel duyguların ifadesi dikkati çekecek kadar
birbirine benzer. Ve Darwin´in de belirttiği bi bu ifadeler memelilerde büyük
ölçüde aynıdır. İnsanların, sürüngenlerin ve kuşların korku , öfke ve evlat
sevgisi karşısında
gösterdiği fizyolojik tepkiler de birbirine benzer.
Modern görüşlere göre, yoğun duygular (emotions), sonuçlara bir değer biçen
ve basit bir eylem planı sağlayan beynin halleridir. Böylece duygu bir hesaplama
eylemi olarak ele alınabilir. Bu tür bir hesaplama, uygun eylemi başlatan hızlı
ve otomatik bir özettir.
Bellek dünyasında duygusal olaylar, amigdala denilen beyin bölgesindeki
paralel bir bellek sistemi tarafından tespit edilir.
Duygusal sinirbilimin hedeflerinden biri, çok sayıda duygu bozukluklarının
doğasını anlamaktır. Depresyon bunların içinde en sık görüleni ve tedavisi en
güç olanlardan biridir. Dürtüsel saldırganlık ve şiddetin, hatalı duygusal
düzenin bir sonucu olduğu düşünülüyor. 6) ZEKÂ NEDİR?
Zekâ farklı şekillerde karşımıza çıkar; ancak zekânın biyolojik olarak ne
anlama geldiği henüz bilinmiyor. Milyarlarca nöron bir bilgiyi işlemek, yeni bir
durumu değerlendirmek ve sonuç alınamayan bir bilgiyi silmek için birlikte nasıl
çalışır? İki kavramın yan yana gelip bir soruna çözüm getirmesi nasıl
gerçekleşiyor? Bir filmde katilin hiç kuşkulanılmayan koca olabileceği birden
bire kafanıza nasıl dank eder? Zeki insanlar, bilgileri daha rafine, daha
çeşitli veya daha çabuk erişilebilecek şekilde mi depoluyorlar?
Tüm bilim kurgu öyküleri akıllı robot kavramı üzerine kurgulanır. Ancak
bugüne dek yapabildiklerimiz, yalnızca robotik elektrik süpürgesinden ibarettir.
Öyleyse nerede hata yapıyor olabiliriz? Yapay zekânın yaşama geçirilmesinde bu
kadar başarısız olmamızı açıklayan iki farklı görüş söz konusu: Ya beyin
fonksiyonlarına ilişkin temel ilkeleri yeterince bilmiyoruz, ya da yeterli
miktarda nöronu birlikte çalışacak şekilde oluşturmayı başaramıyoruz. Eğer bu
sonuncusu doğruysa ortaya daha umut verici bir tablo çıkıyor. Bilgisayar
teknolojisi her geçen gün biraz daha ucuzluyor ve hızlanıyor. Dolayısıyla
Asimov´un öngördüğü tipte robotların yakında ev işlerimize yardımcı olacağı
günler çok uzak değil. Ancak pek çok bilim adamı, bu amacın ne kadar uzağında
bulunduğumuzun farkında. Halihazırdaki robotlar, deniz sümüklü böceklerinden
biraz daha akıllı ve ancak onlarca yıl sürecek yoğun araştırmalardan sonra ön
plandaki bir nesneyi geri plandan ayırt edebilecek düzeye gelebilecekler.
Son çalışmalar, kısa vadeli bellek kapasitesi, bilişsel sorunları çözme
yetisi, olaylar arasındaki güçlü ilişkileri depolayabilme yeteneği ile zekâ
arasındaki olası ilişkiyi araştırıyor. Ne yazık ki sonuçlar umut verici değil. Kaldı ki zekâ tek bir mekanizma veya tek bir nöral bölge ile desteklenmiyor
olabilir. Zekâ ne olursa olsun, Homo sapien´lerin en büyük özelliği. Diğer
türler de spesifik problemleri çözme yeteneğine sahip olabilirler, ancak bizim
soyut kavramları anlama yeteneğimiz, pek çok sorunu çözebildiğimiz ve
çözebileceğimiz anlamına geliyor. Belki de zekâ konusunu fareler ve maymunlar
üzerindeki deneylerle inceleme alışkanlığımız, başından beri yanlıştı. 7) Zaman beyinde nasıl bir yol izliyor? 100 metre koşularında başlama işareti, ışık sinyali ile değil tabanca ile
verilir, çünkü beyin sese ışıktan daha hızlı tepki verir. İnsanoğlu motor tepki
dünyasından, algılama (ne gördüğünü ve ne işittiğini belirtme) dünyasına geçtiği
anda tablo değişir. Sıra farkındalığa geldiği zaman, gelen sinyalleri senkronize
edebilmek için beyin çok büyük bir çaba harcar, çünkü bunların her biri farklı
hızlarda işlemden geçmek zorundadır.
Bu süreci daha iyi anlamak için parmağınızı önünüzde şaklatın. Ses
sisteminiz, görme sisteminizden 30 milisaniye önce sesi işlemden geçirmesine
karşın, şaklamanın görüntüsü ile sesi sanki aynı anda olmuş gibi gelir. Çünkü
beyin çok karmaşık bir düzeltme süreci sonunda, -farklı duyular bilgiyi farklı
sürelerde işlemden geçiriyor olsa dahi- eşzamanlı olayları eşzamanlı
algılamanızı sağlar.
Beynin zamanı nasıl ayarladığına bir diğer örnek de, gözünüzü
kırpıştırdığınız anda görmeniz gereken 80 milisaniyelik karanlığa ne olduğu ile
ilgilidir. Zamanla ilgili kesintisiz geçişler, beyninizin yaptığı bir
düzeltmenin sonucudur. Ancak hasta bir beyin zamanlama sorununu çözerken hata
yapabilir. Buna en tipik örnek de disleksi hastaları ve dengesini kaybedip sık
sık düşme riski taşıyan yaşlılardır. 8) BEYİN NİÇİN UYUR VE RÜYA GÖRÜR? Yaşantımızın en şaşırtıcı yönlerinden biri zamanımızın üçte birini uykuda
geçirmemizdir. Yeni doğan bebekler bu sürenin iki katını uykuda geçirirler. Tam
bir gün-gece döngüsünü uykusuz geçirmek insanı zorlar. İnsanlarda sinir
sisteminin sürekli olarak uyanık kalması akıl hastalıklarına yol açar. 10 gün
uyanık tutulan sıçanlar ölür. Tüm memeliler uyur.; sürüngenler ve kuşlar uyur;
yunuslar gibi istemli soluk alanlarda beynin bir yarıküresi uyurken, diğeri
uyanık kalır. Uykunun ne işe yaradığı net değildir.
Uykunun evrenselliği -zamanı tükettiği ve uyuyanı savunmasız bir durumda
bıraktığı halde- çok önemli bir görevi olduğunun kesin göstergesidir. Ancak
uykunun işlevi konusunda ortaya atılan açıklamalarda bir görüş birliğinin
sağlanmış olduğunu söylemek zor.. Şimdilik bu konuda üç popüler açıklama söz
konusu. Birincisi uykunun onarıcı bir işlevi olduğunu ve vücudun enerjisini
yenilediğini, tazelediğini ileri sürüyor. Ancak uyku sırasındaki yüksek sinirsel
faaliyetin sürmesi, bunun dışında başka bir şeylerin daha olduğunu işaret
ediyor. İkinci kurama göre uyku, beynin mücadele etme, sorun çözme ve diğer
kritik eylemleri gerçek dünyada uygulamadan önce, simülasyonlarını
çalıştırmasını sağlıyor. Üçüncü kuram ise -en fazla kanıtı olan- uykunun
öğrenme, anıları toparlama ve gereksiz ayrıntılardan kurtulma yolunda kritik bir
rol oynadığını ileri sürüyor. Başka bir deyişle beyin uykuda önemli şeyleri bir
kenarda biriktirip, gereksizleri çöpe atıyor.
Son zamanlarda araştırmalar REM uykusu üzerinde odaklanıyor. Bilim adamlarına
göre uykunun bu aşamasında anılar uzun vadeli belleğe dönüşüyor. Son günlerde
üzerinde en fazla uzlaşılan kuram, uykuda yeniden oynatılan bilgilerin ilerde
anımsandığı yönünde. Uyku, bu bakış açısına göre, çevirimdışı bir
egzersiz-alıştırma evresidir. Bir takım deneylerde, zor bir görev üzerinde
çalışan deneklerin, uykudan sonra başarı oranlarının yükseldiği görülmüş..
Uyku düzeni travma ve hastalık nedeniyle bozulan insanlar, uyku
araştırmalarında çok önemli bulgulara kaynak oluşturuyor. 9) BEYNİN BİR KONUDA UZMANLAŞMIŞ SİSTEMLERİ, BİR DİĞERİ İLE NASIL
BÜTÜNLEŞİYOR? Çıplak gözle bakınca beynin yüzeyi yapısal olarak aynıymış gibi görünür.
Ancak faaliyetlerini ölçünce, farklı bilgi tiplerinin her bölgede farklı
şekillerde işlendiği ortaya çıkar. Örneğin görme duyusunda, farklı bölgeler
hareketi, kenarları, yüzleri ve renkleri işlemden geçirir. Yetişkin bir insanın
beyni dünya haritasındaki ülkeler gibi çeşitli bölgelere ayrılmıştır. Sinirbilimciler beynin nasıl parçalara bölündüğüne akılcı bir açıklama
getirdikçe, beyin ağının koku, açlık, acı, hedefe kilitlenme, sıcaklık, öngörü ve
yüzlerce diğer görev arasında nasıl dağıldığını görebiliyoruz. Birbirinden
tamamen farklı işlevlerine karşın bu sistemlerin birbirleriyle sorunsuz olarak,
uyum içinde çalıştığı anlaşılıyor. Bugüne dek bunu nasıl başardığına ilişkin
tatmin edici bir açıklama getiren olmadı.
Ayrıca beynin bu bölgeler arasında nasıl eşgüdüm sağladığı da bilinmiyor.
Beyinde atımların hızı dijital bilgisayarlardaki sinyal iletim hızının yüz
milyonda biri düzeyinde. Örneğin bir insan sokakta karşılaştığı bir insanı
tanıyıp tanımadığını anında anlarken, dijital bilgisayarlar yüz tanıma konusunda
insanın çok gerisinde. Bu kadar yavaş atımları olan bir organ bu kadar hızlı
nasıl çalışabiliyor? Bu soruya verilen en mantıklı yanıt, beynin paralel bir
işlemci olduğu yönündedir; yani beyin çok sayıda işlemi aynı anda yürütebilir.
Ayrıca beyin bu paralel işlemleri tek bir çıktı çatısı altında birleştirmeyi
becerir. Bu beceri eşgüdüm sağlamak kadar önemlidir.
Beyinde farklı sistemlerden gelen bilgilerin birleştiği özel, anatomik bir
bölge yoktur. Tam tersi, uzmanlaşmış bölgeler birbirine bağlanarak, paralel
bağlantılardan oluşan bir ağ oluştururlar. Bir şekilde bizim dünya ile ilgili
oluşturduğumuz bütünleşik görüntü, bu karmaşık labirentten beslenir. Şaşırtıcı
olan, bu geniş ağ konusunda çok az araştırma yapılmış olmasıdır. Bunun nedeni
büyük bir olasılıkla beyni, dinamik bir ağ olarak değil de, derli toplu bir
montaj hattı olarak görme eğilimidir. 10) BİLİNÇ NEDİR? Modern bilimin çözemediği problemlerinden biri de bilincin açıklamasıdır.
Bunun tek bir olgu olmadığı artık biliniyor. Sinirbilimciler bilincin, beynin
maddi malzemesinden kaynaklandığını düşünüyor, çünkü beyindeki en ufak bir
değişiklik (ilaç alımı veya hastalık sonucu) öznel deneyimleri güçlü bir şekilde
altüst edebiliyor. Sorunun merkezinde, kişinin yaşadığı öznel deneyimi oluşturan
parçaların nasıl bir araya geldiği yatıyor.
Belirli bir zaman aralığında, bazı aktif sinirsel süreçlerin bilinç ile
ilişki kurarken, diğerlerinin kurmadığı biliniyor.Burada sorun, bu süreçler
arasındaki farkı ortaya çıkartmaktır. Şimdi bilim adamları nöronal faaliyetin
hangi özelliklerinin öznel deneyimlerdeki değişikliklerle uyum sağladığını
anlamaya çabalıyor.
Bilinç olgusunun altında yatan mekanizmanın çeşitli fiziksel düzeylerde yer
aldığı görüşü giderek güçleniyor. Moleküler, hücresel, devresel veya daha
tanımlanmamış bir düzeyde faaliyetini sürdüren bu mekanizma, ayrıca, bu düzeyler
arasındaki ilişkilerin de bir sonucudur. Umut verici, ancak kesinleşmemiş bir
görüşe göre, beynin yoğun geribesleme devresi, bilinç üretiminde çok önemli bir
rol oynuyor olabilir.
Yakın zamana kadar bilim adamları bilinç ile ilgili beyin bölgelerini teşhis
etmeye çalışıyordu. Şimdi sıra ikinci aşamada: Bu bölgeler aralarında nasıl
ilişki kuruyor? Bu da sinir bilimi zorlayan önemli bir soru.
Çeviri: Reyhan Oksay (Cumhuriyet Bilim Teknik)
Kaynak: Discover, Temmuz 2007