Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Öğretici Bilgiler

Uyarılar

OSMAN GAZI VE BEYLIK

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler OSMAN GAZI VE BEYLIK Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Güçlü bir komutan oldugu kadar sabirli ve olgun bir idareci idi. Yaninda çalisanlar, kendisine karsi büyük saygi gösterirlerdi. En zorba kimseler bile onun huzurunda saygi ile hareket ederlerdi. O, kuvvet ve zenginlikten ziyade adalete daha çok önem veren, güçlü bir ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi

OSMAN GAZI VE BEYLIK

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 12:57 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart OSMAN GAZI VE BEYLIK

Güçlü bir komutan

oldugu kadar sabirli ve olgun bir idareci idi. Yaninda çalisanlar, kendisine

karsi büyük saygi gösterirlerdi. En zorba kimseler bile onun huzurunda saygi ile

hareket ederlerdi. O, kuvvet ve zenginlikten ziyade adalete daha çok önem veren,

güçlü bir irade ve hosgörüye sahip bir hükümdardi.

Osman, Ertugrul Bey'in, Gündüz Alp ve San Yatu

(Savci Bey)'den sonra Sögüt'te dünyaya gelen küçük ogludur. Ibn Kemâl, onun

dogum tarihini Hicrî 652 (M. 1254) senesi olarak göstermekte ise de genellikle

onun 656 (1258) senesinde dogdugu belirtilir. Bununla beraber bu tarihin 650

(1252) veya 657 (1259) oldugunu söyleyenler de bulunmaktadir. Sögüt'te dünyaya

gelen Osman, Ertugrul Bey'in küçük oglu idi. Ertugrul Bey, 93 yasinda vefat

edince, onun idaresi altinda bulunan asiretler, gerek kabiliyet, gerekse

hareketliligi sebebiyle Osman'in, babasinin yerine basa geçmesini istiyorlardi.

Gerçi Osman, babasinin son dönemlerinde ona vekâlet etmek suretiyle yönetimle

ilgili konularda kardeslerinden farkli bir hüviyete sahip oldugunu ortaya

koymustu. Kardesleri bakimindan pek büyük bir sikintisi olmayan Osman, amcasi

Dündar Bey'le ugrasacaga benziyordu. Zira Ertugrul Bey'in kardesi Dündar Bey de

birlige reis olmak istiyordu. Bu yüzden Osman'la amcasi arasinda ihtilaf

(anlasmazlik) meydana geldi. Zira, Kayi asiretinden baska bazi asiretler de

Dündar Bey'in basa geçmesini istiyorlardi. Bununla beraber Osman'in reisligini

isteyen taraf daha etkili görünüyordu. Bunun için Dündar Bey, reislik arzusundan

vazgeçerek Osman'in asiret reisi olmasini kabul etmek zorunda

kaldi.

Gerçekten, Osman Bey, Ertugrul Gazi'nin

vefatindan sonra cesaret, mertlik ve ahlâkî meziyetleri sebebiyle asiret, kavim

ve kabileye bas olacak bir vasifta görülmüstü. Amcasi Dündar Bey de dahil oldugu

halde herkes ona itaat ve bagliligini bildirdi. Baslangiçta o, babasinin komsu

Rum tekfurlari ile iyi geçinme siyasetine devam etti. Asiretin basina geçtigi

zaman yirmi üç yasinda bir genç olmasina ragmen, siyaseti iyi bilen, halim selim

bir kimse olmakla birlikte, gerçekleri savunma konusunda korkusuz ve cesurdu. O,

tam bir cihad eri idi. Bu sebeple Osman Bey, kisa zamanda etrafinin yigitlerden

meydana gelen bir hâle ile çevrelendigini gördü. Bu hâlenin içinde Konur Alp,

Turgut Alp, Abdurrahman Gazi, Akça Koca, Gündüz Alp, Karamürsel, Saltuk Alp,

Samsa Çavus gibi isimler vardi. Büyük bir kismi garip ve vatanlarim birakip

gelmis olan bu insanlarin, Osman Bey etrafinda toplanmalari, devletin

güçlenmesine sebep olmustu. Osman Bey, bunlarin tabiî bir lideri durumuna geldi.

Bundan baska, Osman Bey'in, Uc'lardaki Türkmenler arasinda büyük bir nüfuza

sahip olan Seyh Edebali ile yakinlik ve akrabalik tesis etmesi, basta ahiler

arasinda olmak üzere Uc'lardaki diger topluluklarin kendisine baglanmasina sebep

oldu. Böylece Osman Gazi, kendisini hem etrafindaki asiret reislerine sevdirmis,

hem de onlarin kendisine bagladigi umutlari bosa çikarmamisti. Gerçekten de o,

çevresindeki Türkmen komsulari ile mümkün mertebe çatismaya girmemek için gayret

sarf ediyordu.

Ertugrul Bey'in üç oglu arasinda Osman Bey'e

düsen taht, kardeslerini birer saltanat rakibi olarak degil, yeni devletin

kurulup gelismesinde müsterek bir gayretle el ele verdiren ve saltanat ihtirasi

yerine, feragat, fedakârlik ve basirete götüren bir metod takip etmelerinin

sebebi nedir? Ileride tafsilatli bir sekilde anlatilinca görülecegi gibi, Osman

Gazi de kendisine yurt ve istiklâl veren Selçuklu sultanina karsi ayni

hassasiyeti göstermis, o, hayatta bulundugu müddetçe istiklâlini ilân etmemisti.

Böylece o, edep ve irfani, sahsî ve nazarî kaliplar halinde birakmayip devlet

bünyesinde de ifadesini bulan bir anlayis olarak cemiyete mal

olmustu.OSMAN BEY VE AHILIK

Abbasî halifesi en-Nâsir li-Dinillah

(575-622/1180-1225) rehberliginde kuruldugu kabul edilen ahilik, kisa zamanda

Islâm ülkelerinde tesirini göstermeye basladi. Son derece düzenli ve disiplinli

olarak çalisan bu teskilât, miladî X. asirda genellikle ilk Müslüman Türk

devleti kabul edilen Karahanlilar vasitasiyla Türk dünyasinda da boy göstermeye

basladi. XI. asrin ikinci yansindan (1071Malazgirt) sonra, kapilarini Müslüman

Türklere açmis bulunan Anadolu'ya, dogudan birçok göçler olmustu. Daha önce de

Anadolu'nun Urfa'dan (Sanliurfa) baslayarak Adana'ya kadar giden sinirlarindan,

zaman zaman giren Abbasî ordulari, Nigde, Nevsehir, Kirsehir, Kayseri, Yozgat ve

Ankara bölgelerine akinlar yapmislardi. Ordu mensuplarindan bir kismi akinlar

sonunda ele geçirilen bu yerlerde bazan da yerlesip kaliyorlardi. Özellikle

VIII. yüzyilin ikinci yansindan itibaren Abbasî ordusunun ayrilmaz bir parçasi

durumunda olan Türkler de, bu ordu ile Anadolu'nun içlerine kadar gelmislerdi.

Türkler, iklim ve jeolojik yapi bakimindan Orta Asya'ya benzeyen Kirsehir

yöresini begenerek burayi yerlesim bölgesi olarak seçmislerdi. Bundan sonra

normal ve isteyerek devam eden göçleri, XIII. asirdaki Mogol istilasindan kaçma

takib etti. Bu istiladan önceki göçlerde daha iyi bir iklime gelme, hayvanlar

için daha iyi bir kislak ve yaylak bulma düsüncesi hakimdi. Bu sebepledir ki,

Mogol baskinindan önce gelenler, daha ziyade göçebe, asker ve hayvan

yetistiricisi idi. 1225 tarihinden sonra gelenlerin ekonomik ve sosyal

durumlari, bu ilk gelenlerden daha farkli idi. Zira, korkunç bir katliamdan

kurtulmak için gelen bu sonuncular çogunlukla, esnaf, tüccar, zengin ve

sanatkârdi. Bu yeni göçmenler, geçimlerini saglayabilmek için, yerli ve müslüman

olmayan esnafla rekabete girmek zorunda idiler. Bu rekabetin kuvvetli, tesirli

ve kisa zamanda meyvesini verebilmesi için bunlarin birlesip bir teskilât içinde

hareket etmeleri gerekiyordu. Bu teskilât, özellikle hayvancilikla ugrasan,

baska bir ifade ile atli göçebelerin ihtiyaç duyduklari bir sahaya cevap

vermeliydi.

BU DIPNOTUN YERI NERESI

Böyle bir çalisma faaliyetinin içinde

bulunuldugu sirada yeni bir Mogol tehlikesi bas gösterdi. Bu tehlikenin merkez

üssü Anadolu idi. Daha önce gelip buraya yerlesmis bulunan Müslüman Türkler için

büyük bir tehlike olan Mogollara karsi bazi kimselerin farkli sahalarda

faaliyette bulundugu görülür. Bunlar: Ahi Evran ismiyle bilinen Seyh Nasirüddin

Mahmud (ö. 1262), Baba Ilyas, Haci Bektas ve Mevlânâ Celâleddin Rumî gibi önemli

sahsiyetlerdi. Bas gösteren Mogol tehlikesine karsi farkli alanlarda halki irsad

etmeye yönelik çalismalardan birisi de esnaf ve sanatkâri bir birlik altinda

toplamaya muvaffak olan Ahi Evran tarafindan yapiliyordu. Böylece o, sanat ve

ticaret ahlâkini, üretici ve tüketici menfaatlerini güven altina almayi, bu

vesile ile kötü politik ve ekonomik atmosfer içinde, onlara yasama ve direnme

gücü vermeye çalisiyordu. Bu yüzden ilk defa Kirsehir'de XIII. yüzyilda kurulan

ahilik, kisa bir zaman içinde Anadolu'nun hemen her tarafina yayilmis oldu. XIV.

asir Islâm dünyasi ile birlikte Türklük âlemini canli levhalar halinde

gözlerimizin önüne seren Ibn Batûta (1304-1369), Anadoludaki seyahatlerinde,

kaldigi birçok ahi zaviye ve tekkesinden bahsetmekle kalmaz, onlar hakkinda

genis ve doyurucu bilgiler de verir.

Anadolu'daki ekonomik ve sosyal hayatin

düzenlenmesinde XIII. yüzyildan itibaren büyük bir rol oynadigini gördügümüz

Ahilik, sanatkâr ve esnaf zümreleri arasinda yayilmis, sosyoekonomik özelligi

agir basan bir teskilat olarak görünmektedir. Anadolu'nun sosyal ve ekonomik

yapisina Müslüman Türk sanatkâr ve esnafinin is ahlâki, insan terbiye ve

egitimi, fazilet sahibi olma, sosyal yardimlasma ve dayanismada örnek olma gibi

hususlarda etkili olan bu teskilat hakkinda bir hayli bilgiye sahip

bulunuyoruz.

Osmanli Devleti'nin kurulus hamurunda mayasi

bulunan ahiligin oynadigi rol, küçümsenemeyecek kadar büyüktür. Gerçekten de

Osman Bey'in faaliyetleri esnasinda Anadolu'da ahilik, büyük bir güç olarak

faaliyetlerine devam ediyordu. Osman Bey, ahi reislerinden olan ve Eskisehir

civarinda Itburnu denilen mevkide tekkesi bulunan Seyh Edebali'nin kizi ile

evlenmekle ahilerin nüfuzundan yararlanabilmistir. Seyh Edebali, o havalinin en

itibarli ve sözü dinlenen, kendisine hürmet edilen bir sahsiyeti idi. Sam

taraflarinda tahsilini ikmal etmis, zengin, tekke ve zaviye sahibi bir kimse

idi. Herkese yardim eden bir kimse olmakla birlikte fakir ve dervis görünümlü

olmayi tercih eden bu zatin damadi olmakla Osman Bey, ahilerin gücünden istifade

etmisti. Nitekim Seyh Mahmud Gazi, Ahi Semseddin ve oglu Ahi Hasan ile sonradan

Osmanlilarda kadi, kadiasker ve vezir olan çandarli (Cendereli) Kara Halil de

ahilerden olup bunlarin tamami Osmanli Beyliginin kurulmasinda ve büyümesinde

hizmet etmislerdi.

Gerçekten, bu dönemde Anadolu'nun sosyal

bünyesine hakim olan ulema, dervis, sanatkâr ve kahramanlar kadrosunu bir arada

düsünmemiz gerekir. Mücahede sevkini ve Islâm birligi susuzlugunu en ileri ve

yüksek voltaja ayarlamasini bilen bu iman adamlarinin, Selçuklulara müvazi bir

mukadderat çizgisi üstünde yürüyecek olan Osmanli Beyligi'nin kurulusu

hadisesine fiilen katilmis olmalari, devletin ve Islâm ümmetinin bir talihi

olmustur. Öyle ki bir tarafta olgun, sözü dinlenir ve seviyeli bir seriat

ulemasi ile beraber yürüyen, Sünnî ve muhtesem bir tasavvuf anlayisinin

dogurdugu teskilât; öbür tarafta Âsik Pasazâde'nin, Gaziyan-i Rûm, Abdalan-i

Rûm, Ahiyan-i Rûm, Bâciyan-i Rûm dedigi organize ve hamasîdinî teskilât. Biraz

önce de belirtildigi gibi gerek Osman Bey, gerekse onu takib eden ilk hükümdar

ve sehzâdeler ile idare ve devlet adamlari, tasavvuf müessesesinin veya yine bu

teskilatin müsterek esaslarina sahip ahiligin gaye, terbiye ve disiplinine göre

yetismis, cesur, dinamik, mert ve iç âlemleri kontrollü kimselerdi. Bu sebeple

yeni devlet, muhtesem oldugu kadar âdil ve müsavatçi bir idare tezgahina, renk,

sekil ve ahenk yetistiren bir iç ve dis kuvvetler dengesini dünyaya hediye

etmeye hazirlaniyordu.

Hem akil hem de imanla desteklenen yeni

devlet, adeta tabiatin himayesine kabul edilerek daha ilk yillarda mücahid ve

yekpare çehresini kazanmisti. Su da var ki, Osman Bey'in etrafini çevreleyen

ilim ve hikmet kadrosu, yalniz yasadiklari devrin irfan, iman, ahlâk, idare ve

hukuk haritasini çizmiyorlardi. Onlarin hizmet ve hedefleri, bir hanedan veya

bir zümre ile belirli bir zamana has degildi. Bir medeniyet ve ideolojiyi

devirler ölçüsünde gerçeklestirmek için genç padisahin sahsinda gelecek han,

hakan ve kütlelere yol açip öncülük ediyorlardi.

Böylece yeni devlet, tam bir ahenk ve üslup

ile ise baslamis, müsterek bir tezgahin basinda, istikbalin dokusunu örmeye ve

gelecek zamanlara miras birakmaya hazirlaniyordu.

Görüldügü gibi, devleti, bir yandan mantikî,

bir yandan da manevî temellere oturtan Osmanlilar, merkezî ve idarî otoritenin,

politika ahlâkini kontrol eden bir yardimci kuvvetler halkasi tesis etmekle de

icra ve tesriî organlarini hak ve adalet unsurlarinin murakabesine vermis

oldular.

Gerçekten, Avrupa'nin kuvvetten baska bir güç

ve otorite tanimadigi bir dönemde, yeni yeni filizlenip gelisen Osmanli

Devleti'nde adalet, hak ve hukuk prensiplerine göre davranip hareket etmek

babadan ogula nesilden nesle (neslen ba'de neslin) vasiyet ediliyordu. Hoca

Saadeddin Efendi (tarihçi, Seyhülislâm), Osman Gazi'nin, oglu Orhan'a olan

vasiyetini su ifadelerle nakleder:

Dilerim ey sahib-i ikbâl u

câh

Etme sen cânib-i zulme nigâh

Adl ile bu âlemi âbad kil

Resm-i cihâd ile beni sâd kil

Râh-i cihâd içre edüp ictihâd

Memleket-i Rum'da kil adl u

dâd...

Görüldügü gibi Osman Gazi, devlet iç

teskilâtinda sakat ve zayif bir taraf birakmamak, bir çatlak ve gedige meydan

vermemek için basta devlet adamlari olmak üzere her ferdin kendi durumuna göre

Islâm'in arzuladigi adalet anlayisi çerçevesinde hareket etmesini istemektedir.

Osmanlilarda, nesilden nesile vasiyet edilerek devam eden bu anlayisin sonucu

olarak ortaya çikan uygulamaya bakan Gibbons, Osmanlilari sevmemekle birlikte su

sözleri söylemekten kendini alamaz:

Yahudilerin toptan öldürüldügü ve engizisyon

mahkemelerinin ölüm saçtigi bir devirde Osmanlilar, idaresi altinda bulunan

çesitli dinlere bagli kimseleri baris ve ahenk içerisinde yasatiyorlardi.

Onlarin müsamahakârligi, ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu, isterse

lakaydî neticesi meydana gelmis olsun, su vak'aya itiraz edilemez ki,

Osmanlilar, yeni zaman tarihinde milliyetlerini tesis ederken dinî hürriyet

umdesini (prensibini) temel tasi olmak üzere vaz' etmis ilk millettir. Ardi

arkasi kesilmeyen Yahudi ta'zibati (iskence) ve engizisyona resmen yardim

mesuliyeti lekesini tasiyan asirlar esnasinda, Hiristiyan ve Müslümanlar,

Osmanlilarin idaresi altinda ahenk ve baris içinde

yasiyorlardi.OSMAN GAZI'NIN RÜYASI

Osmanli kaynaklan, tamamen ilahî takdirin bir

tecellisi sonucunda, Osman Gazi'nin gördügü bir rüya ve buna bagli olarak

evliliginden bahsederler. Osmanli kaynaklarinda birbirine yakin ifadelerle

anlatilan bu rüya, Hammer gibi Bati'li yazarlar tarafindan biraz da hayâl gücü

ile süslenerek bir sahne oyunu gibi dramatize edilir.

Devrin, egitim, din, kültür, sosyal, ekonomik

ve hatta folklorik anlayisi hakkinda fikir vermesi bakimindan bu rüyayi degisik

kaynaklardaki anlatilislarini günümüz Türkçesine yakin bir ifade ile buraya

almakla dönemin anlayis ve fikrî seviyesi bakimindan bir degerlendirme yapmaya

imkan vermis olacagiz.

Osman Gazi biraz aglayip dua ve niyaz eder.

Derken uykusu gelip uyur. Rüyasinda kerameti açik ve belli olan bir seyhin kendi

halki arasinda bulundugunu görür. Herkes bu seyhe güvenirdi. Aslinda onun

dervisligi gizli idi. Öyle görünürdü. Dünyaligi, mali, mülkü ve koyunlari çoktu.

ilim sahibi bir kimse idi. Misafirhanesi devamli herkese açikti. Osman Gazi, bu

dervise konuk olurdu. Osman Gazi rüyasinda bu azizin kusagindan bir ayin

dogdugunu ve gelip kendi koynuna girdigini görür. Bu ay, Osman Gazi'nin koynuna

girince hemen onun göbeginden bir agaç biter ki gölgesi dünyayi tutar.

Gölgesinin altinda daglar var, her dagin dibinden sular çikar, o sulardan da

kimileri içer, kimileri bahçe sular kimileri de çesmeler yaptirir. Osman Gazi

gelip bunu seyhe haber verir. Bunun üzerine seyh Osman'a Ogul Osman, padisahlik

sana ve senin nesline mübarek olsun ve benim kizim Malhun Hatun senin helalin

oldu. deyip hemen nikahini kiydi.

Âsikpasazâde, Osman Gazi'nin rüyasini

yukaridaki ifadelerie anlatirken Nesrî su ifadelerle olayi nakl

eder:

Meger Osman'in halki arasinda aziz bir seyh

vardi. (Ona) Edebali derlerdi, gayet kemal sahiplerindendi. Veliligi, kerameti

belli olmustu. Halkin itikad ettigi kimse idi. Bütün illerde meshur olmustu.

Rüya ilmini iyi bilirdi. Dünyaligi sonsuzdu. Fakat fakirmis gibi görünürdü.

Hatta (kendisine) dervis (fakir) lakabi ile hitab ederlerdi. O, bir zâviye yapip

gelene ve gidene hizmet ederdi. Zaman zaman Osman da onun zâviyesinde misafir

olurdu. Bir gece Osman Gazi, rüyasinda bu seyhin koynundan bir ay çikarak, gelip

kendisinin koynuna girdigini, hemen göbeginden bir agaç bittigini, âlemi

tuttugunu, gölgesinde daglarin bulundugunu, bu daglarin dibinden pinarlarin

çikip aktigini, kiminin bahçesini suladigini, kiminin çesmeler akittigini görür.

Osman Gazi, ertesi gün gelip bu düsünü o azize anlatti.

Seyh ona Ya Osman, müjdeler olsun. Hak Teâlâ

sana ve senin evladina saltanat verdi. Bütün dünya evladinin himayesi altinda

olacak, hem de kizim Mal Hatun sana helâl (es) oldu diyerek, hemen kizini Osman

Gazi ile evlendirdi. Osman Gazi'nin düsünü yordugu sirada, Seyh'in Turgut adli

bir müridi de orada bulunuyordu. Ya Osman, sana padisahlik verildi, sükrâne

(olarak) bize ne verirsin? dedi.

(Osman) Sana bir sehir vereyim

dedi.

Dervis Su köycegize de raziyim, bana bir nâme

(yazili kâgit, mektup, belge) ver dedi.

Osman Gazi Ben yazi yazmasini bilmem. Bir su

kabi ile bir kilicim var. (Onlari) nisan olsun diye sana vereyim. Benim evladim

anlari senin elinde görüp ibka etsinler dedi.

O su kabi ile kiliç onlarin elinde kaldi.

Simdi dahi padisah olanlar, onu (o köyü) görüp ziyaret ederler, o dervisin

evladina nimetler (verirler) ve ihsanlar ederler.

Bu Edebali dedigimiz seyh, yüz yirmi yasinda

öldü. Ömründe, birini gençliginde, digerini de yasliliginda (olmak üzere) sadece

iki hatun aldi, ilk hatununun kizini Osman Gazi'ye verdi, sonraki hatunu

Taceddin Kürd'ün kizi idi. Hayreddin Pasa ile bacanak oldular.

Bu menakib, Edabali oglu Mehmed Pasa'dan

nakledildi.Ayni rüya, Solakzâde tarafindan da su

sekilde verilmektedir:

Osman Han, merhum babasinin yoluna devam

ederek, Anadolu'daki kumandanlar arasinda ve gaza meydaninda kendini gösterdi.

Âlimlere ve seyhlere çok fazla itikadi vardi. O zamanin yüce makam sahibi, hal

bilen seyhi, Seyh Edebali hizmetine devam ederek onun dua ve hürmetini rica ve

istid'a ederdi. Bir gece âdeti oldugu üzre, Cenâb-i Allah'a münacatta bulunup

hâcet dilerken, kendileri uykuya daldilar. Rüya âleminde, Seyh Edebali'nin

koynundan bir ayin dogup gelerek kendi koynuna girdigini gördüler. Bu ay

kendisinin göbeginden nihayeti olmayan bir agaç seklinde biterek dali ve budagi

ile bütün dünyayi kusatir. Cihan halkinin bir kismi bostan sular, bir kismi

ziraat yapar, bir kismi seyran eder, bir kismi da dolasir.

Osman Gazi bu güzel yerden uzak kalinca sabah

namazini eda edip seyh hazretlerinin huzuruna varir. Gördügü rüyayi bir bir

anlatir. Seyhin bu rüyayi tabir etmesini diler. Seyh Edebali biraz kendi iç

âlemine baktiktan sonra basini kaldirip Osman Gazi'ye;

Ey yigit müjdeler olsun! Sana ve senin

nesline padisahlik verildi. Rüyanda gördügün o ay, koynumdan çikip senin koynuna

girdi. Sen benim kizimi alip bana damad olacaksin. Bundan çocuklarin ve soyun

olacak. Kiyamete kadar yedi iklimde hüküm süreceklerdir dedi.

Seyh Edebali hemen orada bulunan Müslümanlarin

huzurunda kizi Rabia'yi Osman Gazi'ye nikahladi. Orhan Gazi bundan dünyaya

gelmistir.

Daha önce de temas edildigi gibi Osmanli

kaynaklari tarafindan tamamen ilahî bir takdirin tecellisi gibi nakl edilen bu

rüya, Hammer gibi Batili yazarlarca degisik sekillerde verilir. Hammer, benzer

rüyalarin görüldügüne dair haberlerin çok eskilere dayandigini ve hemen hemen

birçok padisah, hükümdar ve hanedan için böyle rüyalarin görüldügüne dair

nakillerin bulundugunu ifade ile söyle der:

Büyük padisahlarin dogumundan önce gelecekte

nail olacaklari (ulasacaklari) güç, kudret ve kuvveti göstermek üzere bu neviden

rüyalarin nakli Sark (Dogu) tarihçilerinde zaman zaman görülen bir istir.

Bununla beraber bu âdet, sadece onlara has bir is degildir. Benzer haberler,

gerek çagdas, gerekse eski Bati tarihçilerinde de görülür.

Osman Gazi ile ilgili rüya hakkinda böyle

diyen Hammer, kendisi de ayni rüyayi degisik ifadelerle anlatmaktan geri kalmaz.

Bu sebeple biz de Osmanli kaynaklari ile Hammer'in ifadesini karsilastirmak

isteyenlere bir kolaylik olsun diye onun verdigi bilgiyi de temel

hususiyetlerini bozmadan özet halinde vermek istiyoruz:

Karamanin Adana sehrinde dogmus olan Seyh

Edebali, Suriye'de (Sam'da) Fikih (îslâm Hukuku) tahsil ettikten sonra

Eskisehir'e yakin Itburnu köyüne gelip yerlesmisti. Osman, zaman zaman oraya

gelip seyhle görüsürdü. Osman bir gece Edebali'nin kizi Malhatun'u görüp âsik

oldu. Fakat seyh, Osman'in iyi niyetine tam olarak güvenemedigi ve bu genç ile

kizi arasinda mevcud olan esitsizligi göz önünde bulundurarak evlenmelerini

uygun görmedi. Osman, derdini silah arkadaslarina ve komsularina açar. Bunlardan

biri olan Eskisehir beyi, Osman'in anlatmasi üzerine Malhatuna gönül verir. Kizi

kendisi için istedi. Fakat o da geri çevrildi. Edebali, Osman'dan çok Eskisehir

Beyi'nin öc almasindan korktugu için, o beyin topraklarini terk ederek gelip

Ertugrul bölgesine yerlesti. Bu yer degisimi, iki bey arasinda büyük bir

düsmanliga yol açti.

Bir gün Osman, kardesi Gündüzalp ile birlikte

komsusu ve dostu olan Inönü beyinin evinde iken, Eskisehir beyinin müttefiki ve

Harman Kaya hakimi olan Köse Mihal ile birdenbire çikageldigi görülür. Bunlar,

ellerinde silahla Osman'in kendilerine teslim edilmesini istiyorlardi. Inönü

beyi, gerçek misafirperverligin bu sekilde bozulmasini kabul etmeyerek onlari

vermeyecegini söyledi. Bu esnada Osman ile Gündüzalp ileri atilip mücadeleye

basladilar. Eskisehir beyi korkup kaçarken Köse Mihal esir alindi. Bunun üzerine

Köse Mihal kendisini esir alan bu güçlü insana karsi bir sevgi duydu ve ona tabi

oldu. Daha sonra Osman, babasinin yerine geçince, Köse Mihal atalarinin dinini

birakarak Müslüman oldu. O andan itibaren de Osman'in yükselmekte olan gücünün

saglam dayanaklarindan biri oldu.

Böylece Osman, Rumlar arasinda bir dost

kazanmis, ama henüz sevdigi insana kavusamamisti. Aradan iki yil geçti. Bu iki

sene zarfinda kuskular ve süpheler onun yakasini birakmiyordu. Ondan sonra Mal

Hatun'un babasi, Osman'in sebatkârligindan duygulanarak ilahî bir isaret olarak

gördügü rüyayi onun lehinde yorar. Buna göre: Osman Gazi, Seyh Edebali'ya

misafir olarak gelir. Sabirla yatagina girip yatar. Uyuyunca su rüyayi

görür:

Ev sahibi yaninda yatiyordu. Birdenbire ev

sahibi Edebali'nin gögsünden bir hilâl çikti. Gittikçe büyüyen hilâl tam bir

dolunay seklini alinca gelip kendi koynuna girer. Ondan sonra yanlarindan bir

agaç belirir. Bu agaç dallanip budaklaniyor, gittikçe güzellik ve yesilligi

artiyordu. Dallarin gölgesi, üç kita ufuklarinin nihayetlerine kadar karalari ve

denizleri kaplayiverdi. Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlar gibi dört büyük

siradag silsilesi, bu yapraklar çadirinin dört destegi gibi görünüyordu. Agacin

kökünden deniz gibi gemilerle örtülmüs olarak Dicle, Firat, Nil ve Tuna

fiskiriyordu. Kirlar, ekinlerle çevrilmisti. Daglar ise sik ormanlarla taçlanmis

bulunuyordu. Bu daglardan çikan bereketli sular, gül bahçeleri ve servilikler

arasinda dolasa dolasa akiyordu. Uzaktan kubbeler, ehramlar, dikili taslar,

sütunlar, hasmetli kulelerle süslü sehirler görünüyordu. Bütün bunlarin

zirvelerinde birer hilâl parildiyordu. Minarelerin serefelerinden ezanlar,

mü'minleri namaza çagiriyordu. Tam bu sirada hizla esen bir rüzgâr çikmisti.

Agacin yapraklarini dünyanin bütün sehirleri üzerine, özellikle iki denizin

birlestigi, iki karanin kucak açtigi iki dünyayi çeviren bir halkanin en degerli

tasi niteliginde olan Istanbul'a dogru savuruyordu. Osman, halkayi (yüzügü)

parmagina geçirmek üzere iken uyandi.

Böylece, Osman ile Mal Hatun'un birlesmesinden

dogacak olan soyun kuvvet ve kudretini tahmin ettirmekte olan bu rüyanin tabiri,

genç savasçinin Edebali'nin kizi ile evlenmesinde araya giren engelleri bertaraf

ediverdi. Dügün söleni, hükümdarlarin dügünü gibi degil, Peygamberin seriatina

ve gösterdigi örnege uygun olarak yapildi. Iki sevgilinin nikâhini, Edebali'nin

müridlerinden müttaki bir zat olan Turud (baska kaynaklarda Turgud) adindaki

dervis kiydi.

Bu evlilik münasebetiyle olsa gerek ki, Osman

Bey, zevcesine (esi) Bilecige bagli Kozagaç adindaki köyün gelirlerini pasmaklik

olarak tahsis etmistir. Bilahare o da bu hasilati, tekkeye vakf etmistir. Bu

konuda 985 (1577) senesi tarihini tasiyan ve Bilecik kadisina gönderilen bir

hükümde söyle denilmektedir:

Bilecik kadisina hüküm ki, ecdad-i izamimdan

merhum Sultan Osman Han elayhi'rrahme ve'l-gufran, mesayih-i izâmdan Edebâli

merhum'un kerimesin tezevvüc eylediklerinde kaza-i mezbûre tabi Kozagaç nâm

karyeyi pasmaklik ihsan etmegin müsârun ileyha dahi karye-i mezbûrenin mahsûlun

zâviyesine vakf edüp âyende ve revendeye sarf olunurken hâla karye-i mezkûrede

sâkin olan...

Tarihlerde, Osman Bey'in zevcesi olarak

gösterilen Mal Hatun veya Rabia Hatun, Seyh Edebali'nin Osman'la evlendirdigi,

Orhan ve Alaeddin'in annesi olarak belirtilmektedir. Halbuki Gazi Orhan Bey'in

724 (1324) tarihli vakfiyesinde Mal Hatun bint Ömer kaydinin olmasi bu kadinin

Seyh Edebali'nin degil, Ömer Bey'in kizi oldugunu göstermektedir. Ayni sekilde

birçok tarihteki rivayetlere göre Mal Hatun ve babasi Seyh Edebali, Osman'in

vefatindan üç ay önce Bilecik'te vefat etmislerdir. Halbuki vakfiyede ismi geçen

Mal Hatun, Osman Bey'in vefatindan sonra hâla hayattadir.

Mal Hatun, herhalde Osman Bey'in oglu Orhan'in

annesi idi. Osman Bey'in öbür zevcesi (esi) ve Seyh Edebah'nin kizi olan Bâlâ

Hun (Bala Hatun) ise muhtemelen Osman Bey'in oglu Alâeddin'in annesi

idi.OSMAN GAZI'NIN SAHSIYETI

Osmanli tarihinin en dikkate layik

sahsiyetlerinden biri olan Osman Bey, bir devlet kurucusu olarak tarih

sahnesinin önemli kisilerinden biridir. Gerçekten de Selçuklu Bizans

hududlarinda tesekkül eden bir uc beyliginin kisa bir müddet içinde büyüyerek

tarihin akisini degistirecek bir güç ve kuvvete erismesi, yeni bir din ve

kültürün tasiyicisi olarak eski Bizans Imparatorlugunun enkazi üzerinde kurulan

yeni devlete Müslüman Türk damgasini vurabilmesi hadisesi, tarihçiler arasinda

henüz tam anlamiyla izah edilememis bir mesele halinde münakasa edilmektedir.

Tarihte benzerine ender rastlanilan bir devletin kurucusu olarak Osman Bey ve

ondan sonra gelen haleflerinin sahsî meziyetleri bu gelismede büyük ölçüde rol

oynamis görünmektedir. nitekim bu konuya dikkat çeken yabanci bir arastirici,

Osmanli Devleti'nin kudret kaynagi olarak gördügü üç ana unsurdan birinin

hükümdarlarinin sahsiyetleri oldugunu belirtir.

Bir devletin gelisip büyümesinde hükümdarlarin

kabiliyet, ileriyi görüs, anlayis ve hareketlerinin önemli derecede rol oynadigi

bilinmektedir. Bu durum, günümüzden önceki asirlarda daha büyük bir ehemmiyet

arz ediyordu. Bu anlayistan hareketle Osman Gazi'ye baktigimiz zaman, onun gerek

siyaset, gerek adalet ve gerekse halkina karsi olan sevgi ve merhamet bakimindan

devrine göre özel bir yeri oldugu görülür. Bu sebepledir ki tarihler, onun,

babasinin yerine geçtikten sonra Karacahisar'daki faaliyetlerinden bahs

ederlerken söyle derler:

Osman, bey ünvanini alip beyligin basina

geçtikten sonra ikametgâhi olan Karacahisar'daki kiliseyi camiye çevirdi. Bir

imam ve hatip tayin etti. Bir de her türlü islere bakmak ve halk arasinda

meydana gelen davalari hafta sonu olan Cuma günlerinde karara baglamak için bir

Molla (Kadi) seçti. Kayinbabasi Edebali ve dört silah arkadasi (kardesi

Gündüzalp, Turgutalp, Hasanalp ve Aykutalp) ile istisare ettikten sonra, Seyh

Edebali'nin talebesi olan Karamanli Dursun Fakih'i imam olarak tayin etti.

Pazarlarda din ve milliyet farki gözetmeksizin düzeni koruma görevini de ona

verdi. Bir Cuma günü Germiyan Türk Beyi Alisir'in tebeasindan bir Müslüman ile

Bilecik Rum liderine bagli bir Hiristiyan arasinda çikan kavgada Osman,

Hiristiyanin lehine hüküm verdi. Bunun üzerine bütün ülkede Ertugrul'un oglu

Osman'in hak ve adalet severüginden söz edilmeye baslandi. Bunun sonucunda da

halk Karacahisar pazarina daha çok gelmeye basladi.

Sâmiha Ayverdi'nin ifadesi ile Müslüman

Türkler aleyhine hakikatleri degistirmeyi muamele ve âdetleri haline getirmis

olan Garpli tarihçiler arasinda bulunan Gibbons, zaman zaman gerçekleri

teslimden de geri kalmayarak yakistirmaciliktan vaz geçer. Osmanli

Imparatorlugu'nun Kurulusu adli eserinde Osmanlilar aleyhinde iftira derecesine

varacak sekilde ifadeler kullanan Gibbons, Osman Bey'den bahs ederken su sözleri

söylemekten de kendini alamaz: Osman, etrafini teshir eden icazkâr bir

sahsiyetti. Öyle bir sahsiyet ki, kabiliyetleri itibariyle kendisi ile rekabet

edecek olanlar veya kendisinden üstün olanlar bile maiyetinde seve seve hizmet

ederlerdi. Osman, isinin erbabi adamlari kullanacak kadar büyük bir adamdi. Orta

kirattaki bir çok kimsenin yaptigi gibi, rakiplerini aradan çikarmak ve etrafina

yalniz kendisinden asagi simalari toplamak suretiyle üstünlügünü meydana koymak

ihtiyacini duymazdi. Gerek kendini, gerekse baskalarini inzibat altinda tutmayi

bilirdi. Bir bina kurucu, binasindan belli olur.

Gerçekten, Osman Gazi'nin gerek hak ve hukuk

anlayisi, gerekse insanlari belli bir düzen içinde disiplinli bir sekilde

çalistirmasini bilmesi, onu zamanindaki birçok idareciden daha üstün bir

sahsiyet haline getirmisti. Zira bina kurucu binasindan belli oluyordu. Bu

sebeple olsa gerek ki halk, onun idaresindeki sehirlerin pazarlarinda haksizliga

ugrama korkusu olmadan alis verisini yapiyordu. Bu da ekonomik bakimdan oldugu

kadar sosyal ve idarî bakimdan da komsu ve çevre hükümdarlarin tebeasi

bulunanlarin (uyrugunda olanlarin) psikolojik olarak Osman Gazi ile beyligine

sempati ve hatta gipta ile bakmasina sebep oluyordu. Osman Gazi'nin,

çevresindeki bir çok pürüzü ortadan kaldirip hakimiyetini tesis etmesi de bu

anlayisla mümkün olmustur. Nitekim, Osmanlilar hakkindaki ilk Türkçe kaynak

olarak kabul edilen Ahmedî'nin manzum eserinde:

Oldi Osman bir ulu gâzi kim ol, Nereye kim vardiysa buldi

yol

seklindeki ifadesinden de anlasildigi gibi

Osman Gazi, sahsiyeti, anlayisi, hal ve hareketleriyle bütün islerin üstesinden

gelmeyi becerebilen nadir sahsiyetlerdendir. Bunun içindir ki vefat edip idareyi

oglu Orhan'a biraktigi zaman, babasinin kendisine biraktigi topragin dört

mislini ogluna birakmistir. 1281'de Ertugrul Gazi'nin ogluna biraktigi miras

4800 km2'den fazla degildi. Insan, XVI. asirdaki Osmanli Devleti'ni düsündügü

zaman bu rakamin üzerinde heyecanla titremekten kendini alamaz. Zira bu toprak

parçasi, o muazzam devlet için çok basit ve küçük bir parçadan öteye bir mana

tasimaz. Bu topraklar, Bilecik'in Sögüt ve Bozöyük kazalarini, Kütahya'nin

Domaniç kazasini, yani en kuzeyindeki çikintiyi, Eskisehir'den Yarimca

nahiyesini, yani Porsuk ile Sakarya arasindaki kismi, Eskisehir sehrini disarida

birakip sehrin varoslarini yalayacak sekilde ihtiva ediyordu.

Osman Bey'in 1324'te biraktigi miras 16000

km2 olmustur. Stratejik fetihlerin hayatî

ehemmiyeti bir yana, bu rakamdaki dikkate deger nokta, baba mirasinin 43 yil

ugrasilarak üç veya üç buçuk misline çikarilmis olmasidir.

Osman Bey 1291'de Karacahisar'i alip Porsuk'a

iyice güney sirtini dayamis, 1299'da Bilecik, Yarhisar ve Inegöl fethedilmis,

1302'de Koyunhisar ve 1301'de Yenisehir alinarak Marmara'ya 15, Iznik Gölü'ne 10

km. yaklasilmistir. 1308'de Lefke (Osmaneli), Gölpazari, Yenipazar, Geyve,

Tarakli, Akyazi, bir müddet sonra da Hendek alinmis, Sakarya'nin bütün dogu

kiyilari ele geçirilmistir. 1313'te Inegöl'ün kuzeybatisindaki Akhisar alinarak

Inegöl-Yenisehir feth edilerek Gemlik Körfezi güney kiyilari, Kestel dahil

Bursa'nin bütün varoslari Türklere geçmistir.

Onun siyasî dehasina isaret eden Hammer, isim

benzerliginden yola çikarak Osman Gazi'yi, Allah elçisi Hz. Muhammed'in üçüncü

halifesi Hz. Osman (24-35/644-656)'a benzeterek söyle der:

Peygamberin üçüncü halifesi olan Osman'dan

beri, Islâm kanunlarina bagli bulunan ülkelerin tahtlari üstünde bu isimle hiç

bir hükümdar söhret kazanmamistir. Bu halifenin, fatih ve kanun koyucu sifaati

ile kazandigi nurlu san ve söhret, yediyüz yil sonra, Osman adinin hatirlattigi

gibi Ertugrul'un oglunda ve onun daha sonraki kusaklarinda yine parlak bir

sekilde gözükecekti.

îleride daha genis bir sekilde temas edilecegi

gibi o, devlet olmanin geregi olan kanunlarin yürürlüge konup uygulanmasinda, o

dönem için devlet erkâni diyebilecegimiz arkadaçlan ile istisare ettikten sonra

karara vanyordu. Nitekim Âsikpasazâde'nin ifadesine göre Bâc-i bazar denilen

pazar vergisinin tarhi böyle bir istisareden sonra olmustur. Keza, o dönem ve

daha sonraki asirlarda devrine göre fevkalade ileri bir düsüncenin mahsûlü olan

Dirlik sistemi de yine onun tarafindan uygulanmaya konmustu. Toprak sisteminin

önemli bir bölümünü meydana getiren timar, Osmanli toprak rejiminin temelini

teskil eder. Zira bu cemiyette, iktisadî, ictimaî, askerî ve idarî teskilâtlarin

tamami büyük ölçüde toprak ekonomisine dayanmaktadir. Toplum hayatinda en küçük

vazife sahibinden, devletin basinda bulunan hükümdara varincaya kadar hemen

hemen bütün sosyal gruplar geçimini toprak gelirleri ile temin etmekteydiler.

Bunun içindir ki Osman Gazi, feth ettigi yerleri silah arkadaslarina dirlik

olarak verirken bununla ilgili bazi kanunlar da koyar. Nitekim bu konuda

Âsikpasazâde'nin ifadesi ile o söyle der:

Her kime kim bir timar virem âni sebebsiz

elinden almayalar. Ve hem ol öldügü vakitte ogluna ve eger küçücük dahi olsa

vireler. Hizmetkârlari sefer vakti olicak sefere varalar tâ ol sefere

yarayincaya. Ve her kim kanun düzse Allah ondan razi olsun. Ve eger neslimden

bir kisi bu kanundan gayri bir kanun koyacak olursa edenden ve ettirilenlerden

Allah Teâlâ razi olmasin. Bu ifadelerden maddeler halinde su sonuçlari çikarmak

mümkündür:

1- Hiç kimsenin timari sebepsiz olarak elinden

alinamaz.

2- Timar sahibinin ölümü halinde timari ogluna

intikal eder.

3- Sayet ogul küçükse, sefere gidecek yasa

gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlarinin sefere gitmesi

gerekmektedir.OSMAN BEY'IN SIYASI

FAALIYETLERI


Daha önce de temas edildigi gibi, Ertugrul

Bey'in vefatindan sonra, Kayi boyunun idaresini üstlenebilecek kudret ve vasifta

görülen Osman Bey, 23 yaslarinda iken beyligin basina getirilir. Filhakika Osman

Bey, babasinin son günlerinde de beylige vekâlet etmekte idi. Onun, beyligin

basina getirilmesi, alti asirdan daha uzun bir süre yasayacak olan devlete

Osmanli adinin verilmesine sebep oldu. Böylece Hammer'in de isaret ettigi gibi

Islâm dünyasinda, UI. Halife olan Hz. Osman'dan sonra bir Osman daha tarih

sahnesine çikiyordu.

Beyliginin ilk dönemlerinde Kastamonu Uc

beylerinden Çobanogullari ile irtibati olan ve hatta bir bakima onlara bagli

oldugu söylenen Osman Bey'in, Çobanogullarinin gazâ faaliyetlerini durdurmalari

üzerine harekete geçip gazaya devam ettigi belirtilmektedir.

Osman Bey'in, Uc'larda gazâ faaliyetlerine

baslayip liderligi eline geçirmesi, kudret ve nüfuzunun günden güne artmasina

sebep oldu. Bununla beraber o, babasi Ertugrul Bey'in Rum tekfurlari ile iyi

geçinme siyasetine itina gösteriyor, onlarla dostane münasebetleri devam

ettirmek için azamî derecede gayret sarf ediyordu. Fakat bazi Rum tekfurlari

onun güçlenmesinden kusku duyup rahatsiz olmaktaydi. Bu sebeple Imdi bunlari bu

vilayetten çikarmazsaniz veya kovmazsaniz ahir (son) pismanlik fayda vermez

gibi sözler söylüyorlardi. Bu tekfurlar içinde özellikle Inegöl tekfuru, komsu

tekfurlara Osman Bey'in ileride kendileri için büyük bir tehlike olacagini

bildiriyor ve Osman Bey'e bagli Türk kabilelerine bir takim zararlar vermekten

geri kalmiyordu. Bunun üzerine Inegöl'ün zaptina karar veren Osman Bey, bir

miktar kuvvet ile kaleyi almak için yola çikar. Inegöl tekfurunun Ermenibeli'nde

pusu kurdugu ögrenilmesine ragmen Osman Bey, pusu kurmus ve gücü bilinen bu

kuvvetli düsman ile çarpismaktan çekinmez. Bu çarpismada Osman Bey'in yegeni ve

kardesi Saru Yatu'nun oglu Bay Koca sehid düser. Bu sehid, muharebe sahasina

yakin olan ve adi geçen yerin alt taraflarinda Hamza Bey köyü arazisinde harap

bir kervansaray yaninda defn edilir. Bu savastan birkaç gün sonra Inegöl'e yakin

bir mesafedeki Kolaca kalesi basildi, ahalisi teslim oldu ve kale zapt edildi.

Asikpasazâde'nin ifadesine göre hicretin 684. (1284) yilinda meydana gelen bu

hadise, Osman Gazi'nin ilk fethidir. Bu olay, Inegöl tekfurunun Karacahisar

tekfuru ile ittifakina sebep oldu. Bir müddet sonra Osman Bey, Domaniç civarinda

Inegöl tekfuru ile yeniden karsilasir. Karacahisar tekfurunu da yanina alan

Inegöl tekfuru bu sefer yenilmekten kurtulamadi. Osman Bey, bu muvaffakiyetten

sonra Karacahisar'i feth etti. Bununla beraber Osman Bey'in kardesi San Yatu da

bu savasta sehid düstü(1288). Saru Yatu'nun naasi, Sögüt'e getirilerek orada

babasi Ertugrul'un türbesine defn edildi. Bu muharebe esnasinda Karacahisar

beyinin en genç kardesi Latos (veya Kalanos) da öldürüldü.

Osman Bey, özellikle Karacahisar'in fethinden

sonra siyasî bir sahsiyet kazanmis görünmektedir. Nitekim o, bu basarisindan

dolayi Anadolu Selçuklu Sultani'nin kendisine gönderdigi hâkimiyet (beylik)

sembollerini (alamet) alarak bir sancak beyi durumuna geldi.

Gerçekten, Selçuk hükümdari Giyasu'd-Din

Mes'ud, umumî siyaseti cümlesinden olarak uc beylerini taltif ettigi sirada

Osman Bey'e de bir ferman göndererek ona Sögüd'ü temlik etmis idi. Feridun Bey

Münseati'nda belirtildigine göre Sögüd'ün temlik ve iktasini gösteren ferman 683

(1284) tarihini tasimaktadir. Keza 688 (1289) tarihini tasiyan ve Kara Balaban

Çavus ile gönderilen ikinci ve daha kapsamli fermana göre artik o, Uc Beyi

olmustur. Fermanla birlikte kendisine tug, alem, kiliç ve gümüs takimli at gibi

hediyeler de gönderilmisti. Bu fermanda Sögüt ve Eskisehir'in ilhaki ile teskil

olunan sancaga Osman Sah Bey'in tayin edildigi ve o siralarda Selçuklu

hükümetince alinan mirî vergilerin tamamindan muaf oldugu bildirilerek söyle

deniyordu:

... Bir sancaklik yer itibariyle saadetimden

müsarünileyhe taklid edüp verdim ve buyurdum ki, sol ki mukteday-i zat-i adalet

simattir mesned-i emânet ve eyalette kemâl-i vekar ve sekine birle temekkün ve

karar eyleyüp... mefhumun siâr ve disar edünüp serr-i zâlimi, mazlumdan def ve

ates-i mezâlimi ruy-i zeminden ref etmesine cidd ve cühd gösterüp... fevaidinden

behremend olmaga çalisip zaman-i hükümette vadi' (alçak) ve serifgani (zengin)

ve fakir, alim ve cahil, karib ve baid (yakin ve uzak) müsafir ve mücavire

cümleten yeksan bakup...

Osman Bey, 691 (1291)'de Eskisehir civarinda

bulunan Karacahisar'i aldiktan sonra Mudurnu taraflarinda bulunan Samsa Çavus ve

kardesi Sulamis ile de görüserek bir plân hazirlar. Buna göre kendisi ile

tesrik-i mesai etmis olan Harmankaya Rum Beyi Köse Mihal da olmak üzere Sakarya

vadisindeki Sorkun (veya Sorgun köyü), Tarakli Yenicesi, Mudurnu ve Göynük

taraflarina akinlar yaparlar.

Osman Bey'in, günden güne yeni topraklar elde

edip basari kazanmasi, çevredeki Rum tekfurlarini oldukça tedirgin etmeye

baslar. Bu sebeple bunlar, Osman Bey'i ortadan kaldirma çarelerini aramaya

basladilar. Bununla beraber savas ve çatisma olmaksizin Mudurnu ve Göynük

taraflarina yapilan akinlar üzerinden tam yedi sene geçti. Bu müddet esnasinda

Osman Bey, kuvvetlerini iyi bir disiplinle yetistirmekten geri kalmiyordu.

Böylece gün geçtikçe durumunu kuvvetlendiriyordu. Fakat civarda bulunan Bizans

tekfurlarinin da ona karsi olan düsmanliklari artiyordu. O zamana kadar her sene

asiretin kiymetli esyasini kendi kalesinde muhafaza etmekte olan Bilecik tekfuru

bile Osman Bey'in düsmanlari arasina girip onlarin saflari arasinda yer almisti.

Köse Mihal, kizinin dügünü esnasinda bu dügüne davet edilen Rum beylerini Osman

Gazi ile baristirmak istedi ise de bunda muvaffak olamadi. Aksine onlar, Osman

Bey'in dostu olan Köse Mihal'i de kendi taraflarina çekmek istediler. Bu arada

da Osman Bey'e karsi bir suikast plani hazirladilar. Bu suikastin uygulanmasi

için Yarhisar (Yenisehir ile Lefke yani Osmaneli arasinda) tekfurunun kizinin

dügünü uygun bir firsatti.

Bilecik'in, Osman Gazi tarafindan fethi ile

sonuçlanacak olan bu dügünde, zaman, mekan ve uygulama için uygun sartlarin bir

araya gelmesi neticesinde bir suikast plâni hazirlandi. Buna göre Yarhisar

tekfurunun kizi ile evlenecek olan Bilecik tekfuru dügününe Osman Beyi de davet

eder. Suikast plâni da bu esnada gerçeklestirilecektir. Fakat Osman Bey'i dügüne

dâvete gelmis olan Harmankaya Rum Bey'i Mihal, Osman Bey'i durumdan haberdar

etmis ve kendisi için hazirlanan suikasti bütün teferruatiyla ona anlatmisti.

Bunun üzerine dâveti kabul eden Osman Bey, karsi tedbir aldi. Bu gaye ile Osman

Bey, dügün hediyesi olarak bir sürü kuzu gönderiyor, dügünü müteakib bütün

kabilenin yaylaya çikmak zorunda bulundugunu ve eskiden beri oldugu gibi

kabilenin bütün kiymetli esyasinin yasli kadinlar vâsitasi ile kaleye

gönderilmesine müsaade edilmesini taleb ediyordu.* Bilecik tekfuru, güzel bir firsat yakaladigini hesaplayarak

buna memnun olmus ve dügün yeri olarak kararlastirilan Bilecik'e birkaç saat

mesafedeki Çakir Pinari denilen yere gitmisti. Osman Bey ise asiretin agir ve

kiymetli esyasi yerine atlara silah yükleyip 40 kadar yigit ve seçkin gaziyi de

kadin kiyafetine sokarak Bilecik'e gönderdi. Bu gaziler, dügün münasebetiyle bos

kalip ihmal edilecek olan kaleyi zapt edeceklerdi. Gerçekten de bu karsi plana

göre tam zamaninda hareket edip Bilecik kalesini kolaylikla ele geçirdiler.

Gazilerinin basarisindan haberdar olan Osman Bey de yanindaki diger gazilerle

birlikte Kaldirik (Âsikpasazâde'ye göre Kildirik s. 16) Derbendi denilen yerde

dügünden dönen Bilecik tekfuruna pusu kurdu ve onu hezimete ugratti. Bu esnada

tekfur ve maiyeti de dahil olmak üzere dügün halkinin çogu öldürüldü. Osman Bey,

sabaha karsi Yarhisar üzerine yürüdü. Yapilan ani bir baskinla kale kusatilip

feth olundu. Halkin büyük bir kismi da esir alindi. Geline ait esya ganimet

olarak alindi. Daha sonra Bilecik'e dönüldü. Osman Bey, Bilecik ve Yarhisar'in

fethinin dogurdugu saskinlik ve düsmanin psikolojik durumunun bozulmasindan

istifade için derhal Turgut Alp'i bir miktar süvari kuvveti ile Inegöl üzerine

gönderdi. Kaleyi kusatma altina alan Turgut Alp, harp yapmak suretiyle burayi

ele geçirmeye muvaffak oldu. Kalenin tekfuru ile ganimetleri Osman Gazi'ye

getirdi. Osman Bey, bu vak'alarda elde edilen ganimet ile esirlerden, gelin ve

ona ait esyanin disinda kalani tamamiyle gazilere dagitti. Nilüfer adindaki

gelini de bu hadiselerde pek çok yararligi görülen oglu Orhan'la evlenirdi.

Bilahere bundan Murad Han Gazi ile Süleyman Pasa dünyaya

geleceklerdir.

Asikpasazâde, Osman Gazi'nin, oglu Orhan'la

evlendirdigi Nilüfer ve dügün hakkinda su bilgileri verir:

Osman Gazi, onu oglu Orhan Gazi'ye verdi kim

Ülüfer Hatun'dur. (Lolofira, Lülüfer=Nilüfer) Orhan Gazi ol demde yigit olmustu.

Ve bir oglu dahi vardi kim onu göç üzerinde koyup dururdu. Bu dört pare

hisarlari yerine mukarrer ettiler. Elhasil Osman Gazi dügün eyleyip Nilüfer

Hatun'u oglu Orhan Gazi'ye vermek ister. Ve hem öyle etti. Ülüfer (=Nilüfer)

Hatun oldur ki, Kaplica kapisina yakin yerde Bursa hisari dibinde tekyesi var.

Nilüfer suyu köprüsünü ol hatun yapti. Ve o suya Nilüfer deyü ad verdiler. Ve

hem Murad Han Gazi ve Süleyman Pasa dahi onun ogludur. Ikisinin dahi atasi Orhan

Gazi'dir. Ol hatun vefat edince Orhan Gazi ile defn ettiler.

Miladî 1299 senesinde meydana gelen bu üç

fetihten itibaren Osman Bey'in gücü daha ziyade artmisti. O, yeni fetih

haberlerini bildirmek ve alinan ganimetten takdim etmek üzere Anadolu Selçuklu

Sultani'na bir adam göndermek üzereyken, Sultan UI. Alaeddin Keykûbad'in,

Ilhanli hükümdari Gazan Han kuvvetleri tarafindan esir alinip Iran'a

götürüldügünü ögrenir. Bu durumda ona hediye takdimine gerek kalmamis oluyordu.

Bununla beraber, müstevli Ilhanli kuvvetlerinin Osman Bey'in Uc Beyligi'ne zarar

verme ihtimaline karsi asiret ve oymagin savunma isine önem verdi. Bunun için

tedbirler aldi. Su kadar var ki, Osman Bey, Selçuklu Sultani UI. Alaeddin

Keykûbad'in yoklugunun meydana getirdigi bassizlik ve serbestlik üzerine, daha

rahat hareket etme imkânini da buldu. Bu sebeple, ipekçilik, dokuma ve demir

madenleri ile meshur olan Bilecik'in merkez olmasi düsünülmeye baslandi.

Gerçekten buranin alinmasi büyük bir basari oldugundan Osman Bey, fetih

faaliyetlerine devam etmek üzere Uc Beyligi merkezini buraya nakl eder. Osman

Bey, merkezini buraya nakl etmekle birlikte Selçuklulara olan bagliligini da

devam ettiriyordu. Hoca Saadeddin Efendi, Osman Gazi'nin, Selçuklulara olan

bagliligindan bahs ederken, Selçuklularin, Mogollar karsisindaki zaafini firsat

bilen çevredeki diger bazi beylerin nasil bagimsizlik sevdalarina düstüklerini

anlatarak söyle der: Selçuklu Devleti, Mogollara yenilince Selçuklularin

parlakligi gitmis (yildizi sönmüs), ülke Mogollarin eline geçmisti. Selçuk

hanedaninin elinde çok az yetki kalmisti. Bu hanedanin, nimetlerle besledikleri

çevredeki beyler, artik onlara boyun egmez hale geldiler. Bunlardan her biri

bagimsizlik sevdasma düserek güçleri yettigince ülkelere sahip olmaya

basladilar. Ama Osman Gazi'nin dostlugu geçici olmayip, bu hakikatsizlerin

tuttuklari yola gitmekten kaçinmis, geçmis hukuku saymis, gücü ve kudreti

ölçüsünde Selçuklu topraklarini korumus, cihad sancagini dikip ülkeler feth

etmekle düsman gözünde ürkülecek, savas meydanlarinda korkulacak bir kisi

olmustu.

Firhakika gerek Osman, gerekse ondan sonra

gelen halefleri, öyle manevî bir disipline bagli idiler ki, Selçuklu hatirasini

onlarin bütün hareketlerinde görmek mümkündü. Bu sebeple Selçuklularin tabiî

varisi olan Osmanli Beyligi, çikis ve yükselis devirlerinin dinamizmi içinde yer

alan bu terbiye ve anlayisa aktif bir örnek teskil etmistir. Nitekim Osman Bey,

kendisine yurt ve istiklâl tanimak zorunda bulunan Sultan'a karsi, o, saltanat

ve hayattan çekilinceye kadar siyasî istiklâlini ilân etmemekle, edep ve irfani,

sahsî ve nazarî kaliplar halinde birakmayip devlet bünyesinde de ifade bulan bir

anlayis olarak cemiyete mal etmistir.

Gerçekten de Selçuklu Sultani Alaeddin

Keykûbad tarafindan bagimsizlik nisanesi olarak davul, sancak vs. gönderildigi

zaman, Osman Bey'in, çalinan nevbeti ayakta dinlemis olmasi, Osmanlilarda önemli

bir gelenek (an'ane) haline gelerek ikiyüz sene muhafaza edilmistir. Binaenaleyh

Osmanli Padisahlari, bes vakit namaz esnasinda mehterhane çalindigi zaman onu

ayakta dinlemislerdir. Bu gelenek 210 sene devam ettikten sonra Fâtih Sultan

Mehmed tarafindan kaldirildi.OSMAN GAZI'NIN BAGIMSIZLIK

KAZANMASI


699 (1299) yili gerek Osman Gazi, gerekse genç

ve yeni devlet için birçok bakimdan önemli bir yil olmustu. Fetihler ve meydana

gelen bazi olaylar, Osman Bey'in önemli kararlar almasini gerektiriyordu. Bu

bakimdan tarihler onun bu yilda bagimsizligini ilân ettigini ve artik Han

olarak halki etrafina toplayip devlet müesseselerini islettigini

anlatirlar.

Osman Bey'in, yürüttügü gaza hareketlerinde

büyük basarilar elde etmesi, Anadolu'nun diger bölgelerindeki gazilerin de gelip

etrafinda toplanmalarina sebep olmustu. Selçuklu Sultani'nin ugradigi agir

muamele karsisinda Selçuklu emir ve askerleri dagilip baska yerlere gitmek

zorunda kalmislardi. Bunlardan büyük bir kismi ve bilhassa kiliç erleri,

Bizans'a karsi cihad ve gaza isi ile mesgul olup onlara galebe çalan Osman

Bey'in bulundugu yere yönelerek onun yanina geldiler. Ayrica Selçuklu ve

Beyliklerin topraklarinda göçebe bir hayat yasayip Mogollara tabi olmak

istemeyen Türkmen asiretleri de beyleri ile birlikte Osman Bey'in ülkesinde

yasamaya ragbet ediyorlardi. Beri taraftan Selçuklu devletinin ugradigi zaaftan

dolayi bulunduklari yeri ve hizmetleri terk ederek bassiz kalan bir kisim

Selçuklu ümerasi da kendilerine bir bas ve siginilacak bir yer ariyorlardi.

Bunun için de en müsait yer, Osman Bey'in topraklan idi. Böylece buralarda

hizmet ve is imkâni da bulacaklardi. Bu sebeple onlar da Osman Bey'in çevresinde

yavas yavas toplanmaya basladilar. Böylece hududlardaki Türkmenler ile

Mogollardan kaçip Uc'a gelen Türkler, Osman Bey'in mintikasina gelerek onun daha

da kuvvetlenmesine yardimci olmuslardi.

Selçuklu Devleti'nin hududlarinda ortaya çikan

Uc beylikleri ve bilhassa garptakiler, Mogol (Ilhanli) Devleti'nin istilasina

maruz kalmaktan endise ediyor ve Sultan'in esir olarak Iran'a götürülmesinden

sonra Selçuklu Devleti'nin artik sona erdigine kani bulunuyorlardi. Osman Bey'in

reislik yaptigi asiret ve oymaklar, bu durum karsisinda hükümdarligin mesru

olarak Kayi Han evladina düsecegini, bu sebeple Osman Gazi'nin emâret ve

riyasete (emirlik ve reislik) getirilmeye hak kazandigini söylüyorlardi. Nihayet

oymak beyleri, Türkmen kabilelerinin reisleri ve Selçuklu Devleti bölgesinden

gelen muhacirler (göçmen) toplanip:

Mogol istilasi Selçuklu memleketlerinde karar

kilmis ve devam etmektedir. Artik Selçuklu devleti münkarizdir. Düsmanlari

kuvvetlidir. Hâlen Selçuklu Sultanlarindan hiç birisi Ilhanli Devleti'nin

elinden mülkü geri almaga gelmedi. Buna muktedir degillerdir. Bu uc

memleketlerin korunmasi ve himayesi ise kuvvet, kudret, iktidar ve liyakat

sahibi bir sultanin istiklâl ile hareket etmesini zaruri kiliyor, böylece

düsmanlarin ve zalimlerin bu taraflara müdahalesi önlenebilir. Türkmen boy ve

kavimleri arasinda haseb ve neseb, iyi ahlâk, secaat ve semahat ile buna layik

olan Osman Bey'dir. O, hem Kayilardan semahat ile buna layik olan Osman Bey'dir.

O, hem Kayilardandir, hem de dindar ve müslümandir deyip onu basa geçirdiler.

Osman Bey de bu umumi arzuya uydu ve karari kabul etti. Ona baglilik merasimi

Oguz han töresine göre yapildi. Herkes Osman Bey'in önünde diz çöktü. Bu ona

itaatin bir delili idi. Iste Osmanli Devleti'nin istiklâli bu hadise ile (1299)

basladi. Bu merasim ile Osman Bey, fiilen ve hukuken devlet reisi olarak padisah

olmustu. Bu durum her tarafa da böylece bildirilmisti.

Osman Bey, istiklâlini ilandan sonra büyük bir

dikkatle Mogollarin hareketlerini gözetlemeye basladi. Kendisi de dahil olmak

üzere müstakil veya yari müstakil uc beyleri, bagli bulunduklari Selçuklu

Sultanligi'nin hayatina son veren Ilhanli Devleti tarafindan kendileri hakkinda

nasil bir hareket takib edilecegini beklemeye basladilar. Bununla beraber bu

zaman zarfinda Osman Gazi'nin, bu yeni devletinin dinî, hukukî, sosyal ekonomik

vs. gibi müesseselerini tanzim etmesi ve bunun için gerekli tedbirleri almasi

tabiî idi. Âsikpasazâde bu konuda söyle der:

Karacahisar'i alinca sehrin evleri bos kaldi.

Germiyan vilayetinden ve baska yerlerden bir hayli adamlar geldi. Osman Gazi'den

evler istediler. Osman Gazi de verdi. Kisa bir zaman içinde mamur oldu. Birçok

kiliseyi de mescid yaptilar. Pazar da kurdular. Halk toplanip Cuma namazi

kilalim ve bir kadi isteyelim dedi. Dursun Fakih denilen aziz bir kisi vardi.

O, halka imamlik ederdi. Durumlarini ona söylediler. O da gelip Osman Gazi'nin

kayinatasi Edebali'ya söyledi. Daha söz bitmeden Osman Gazi geldi. Sorup

muradlarini ögrendi. Size ne lazimsa onu yapin dedi. Dursun Fakih Hanim!

Sultan'dan izin gerektir der. Osman Gazi: Bu sehri kendi kilicimla aldim.

Bunda Sultan'in ne dahli var ki ondan izin alayim? Ona sultanlik veren Allah,

bana da hanlik verdi. Eger minneti su sancak ise ben kendim dahi sancak kaldirip

kâfirlerle ugrastim. Eger o, ben Selçuk hanedanindanim derse ben de Gök Alp

neslindenim. Eger bu vilayete (ülkeye) ben onlardan önce geldim derse,

Süleymansah dedem de ondan evvel geldi.

Halk razi oldu kadiligi ve hatipligi Dursun

Fakih'e verdi. Cuma hutbesi ilk önce Karacahisar'da okundu. Bunun tarihi

hicretin 699 (1300)'unda vaki oldu.

Nesrî, Osman Gazi'nin istiklâli ve Selçuklu

Sultani Alaeddin'den kendisine gönderilen hükümranlik nisaneleri hakkinda söyle

der:

Hülasa Osman'a davul ve bayrak gelince, o da

ganimet malindan 1/5 (beste bir)'ini ayirarak hadsiz (hesapsiz) hediyeler ve

nihayetsiz armaganlarla (birlikte) Konya'ya giderek, bu sultan U. Alaeddin'le

bulusmak, rizasini alarak veliahdi olmak amacini güttü. Zira, bu Feramürz oglu

Alaeddin Keykûbad'in oglu yoktu. O, Osman'i hemen (hemen) oglu yerinde görerek

(ona) davul, bayrak (alem) ve kiliç göndermisti.

Osman Gazi de Sultan Alaeddin zamaninda her ne

kadar bir nevi istiklâl bulmussa da lakin edebe riayet ederek, hutbeyi ve

sikkeyi yine sultan adina kilmisti.

Sultan Osman, nezdine gitmek hazirliklarini

yaptigi sirada, Sultan Alaeddin'in öteki dünyaya intikal ettigi (öldügü), oglu

kalmadigi için yerine veziri Sâhib'in geçtigi haberi geldi. Osman bunu isitince

hüküm yüce ve ulu Allah'indir diyerek derhal buyurdu: Dursun Fakih'i

Karacahisar'a hem kadi hem de hatip yaptilar. Zira bu Dursun Fakih bir aziz kisi

idi. Halka imamlik ederdi. Edebali ile de tanisikligi vardi.

Karacahisar'a da Germiyan'dan ve baska

yerlerden hayli Müslümanlar gelmis, senlenmisti. Osman Gazi adina okunan ilk

hutbe, Karacahisar'da okundu. Bazilari, Sultan Alaeddinden davul ve bayrak

gelmesi, Bilecik'in feth edilmesinden nice yillar öncedir. Karacahisar alindigi

vakit, Akdemirle gönderdi dediler.

Daha önce de temas edildigi gibi Osman Gazi,

Selçuklu sultanina bagli kalmis, onun gönderdigi hükümranlik nisânelerini

almakla birlikte ona karsi saygisizlik mânâsina gelebilecek bir harekete

tevessül etmekten kaçinmisti. Hatta, elde ettigi ganimetlerin beste birini ona

göndermekle, onu devletin yegane reisi olarak tanidigini ve Islâm hukuk

anlayisina göre Beytü'l-mal hakki olan bu miktarin, yerine sarf edilmek üzere

onun hazinesine göndermisti. Gerçekten, Feridun Bey'in Münseâtinda da

belirtildigi gibi Selçuklu Sultani Alaeddin b. Feramürz'dan mensurla birlikte

kendisine gönderilen davul, sancak, kiliç gibi hükümranlik alhameti olarak kabul

edilen bu esyanin gönderilme tarihi hicretin 688. (M. 1289)

senesidir.

Osman Gazi, bagimsizligini (istiklalini) ilân

edip kendisi adina hüküm verecek olan kadi ve yine kendi adina hutbe okuyacak

hatib tayin ettikten sonra, devlet olmanin gerektirecegi yeni kanun, nizam ve

sistemleri yürürlüge koyup yerlestirmek zorunda idi. Bütün bunlarin yapilmasinda

çevresindeki arkadaslarinin görüslerinden de istifade ediyordu. Nitekim Osmanli

döneminin ilk vergisi diye kabul edebilecegimiz bâc ile ilgili kanunu yürürlüge

koyarken sadece kendi çevresinin degil, baska beyliklerin vatandaslarindan olan

insanlarin fikir ve uygulamasini da dikkate almisti. Keza onun hükümranliginin

taninmasi da bu sekilde olmustu. Bu konuda en eski kaynaklardan biri olan

Âsikpasazâde söyle der:

Kadi ve Sübasi konuldu. Halk kanun ister

oldu. Germiyan'dan birisi geldi. Bu pazarin bâcini (vergisini) bana satin

dedi. Halk, Han'a git diye cevap verdi. O kisi hana varip sözünü söyledi.

Osman Gazi sordu: Bâc nedir? Adam dedi ki: Pazara ne gelse ben ondan para

alirim. Osman Gazi: Senin bu pazara gelenlerde alacagin mi var ki akça

istersin? dedi. O adam: Hânim! Bu töredir. Bütün vilayetlerde vardir ki

padisah olanlar alir dedi. Osman Gazi: Tanri mi buyurdu yoksa beyler kendileri

mi yapti? diye sordu. O adam: Töredir hânim, ezelden kalmistir. dedi. Osman

gazi çok kizdi: Bir kisinin kazandigi, baskasinin olur mu? Onun mülkünde

(malinda) benim ne dahlim var ki ondan akça alayim. Bre kisi, var git artik bana

bu sözü söyleme. Sana ziyanim dokunur. dedi.

Bunun üzerine halk dedi ki: Hânim! Bu, pazar

beylerine âdettir ki, bir nesnecik vereler. Osman Gazi: Mâdem ki siz öyle

diyorsunuz öyleyse pazara bir yük getirip satan herkes iki akça versin.

Satamayan ise bir sey vermesin. Kim bu kanunu bozarsa Allah onun dinini de

dünyasini da bozsun dedi.

Görüldügü gibi dönemin ekonomik ve sosyal

sartlarina göre devlet ile idare için önemli bir gelir kaynagi olan ve Bâc-i

bazar denilen vergi, bir Germiyanli'nin teklifi üzerine kabul edilmistir. Bu

teklifin kabulünde Osman Gazi'nin yakin arkadaslari da tesirli olmus

görünmektedirler. Osman Gazi'nin uygulamaya koydugu kanunlardan biri de daha

önce temas edildigi gibi timarla ilgilidir. Savasa istirak karsiligi (daha sonra

genellikle eskinci timari) olarak verilen timarlarin sahipleri sefer aninda

harbe gitmek zorunda idiler.

Osman Gazi, biraz önce belirtilen kanunlari

uygulamaya koyduktan sonra eskiden beri Oguzlarin âdeti üzere elde edilmis olan

yerleri kardes, ogul ve silah arkadaslarina dirlik olarak verdi. Bu cümleden

olarak Karacahisar sancagi ki ona Inönü derler oglu Orhan Bey'e verdi.

Sübasiligini kardesi Gündüz'e verdi. Yarhisar'i Hasan Alp'a verdi ki bu da yarar

bir yoldasti ve kendileri ile birlikte gelmisti. Inegöl mintikasini Turgut Alp'a

verdi. Simdi dahi o azizin adi anilir. Inegöl yöresinde köyleri var ki ona

Turguteli derler. Kayin atasi Seyh Edebali'ya Bilecik ösür ve resimlerini

(vergi) verdi. Hanimini Bilecikte babasi ile birlikte birakti. Kendisi

Yenisehir'e giderek gazilere ev yapiverdi.

Bu uygulama ile Seyh Edebali, hem beylik

ailesine nezaret ediyor, hem de Bilecik kalesine hakim

oluyordu.

Hoca Saadeddin Efendi, Osman Gazi'nin dirlik

olarak verdigi yerler hakkinda su bilgileri verir:

Osman Gazi 701 (1301-1302) tarihinde hükmü

altinda bulunan bel-delere keremli çocuklarini ve güzel yaradilisli beylerini

tayin etti. Sultanönü demekle meshur olan Karacahisar sancagini Orhan Gazi'ye

verdi. Eskisehir'i Gündüz Alp'a, Inönü kalesini Aygud Alp'a, Yarhisar'i Hasan

Alp'a ve Inegöl'ü Turgud Alp'a verdi. Ogullarindan yigit Alaeddin Pasa'yi

keremli ve faziletli annesi ile birlikte Bilecik'te Seyh Edebali'nin yaninda

biraktigi gibi, bu sehrin gelirini de seyhin harcamalarina ve çevresindeki

fakirlerin ihtiyaçlarina sarf edilmek üzere ayirdi. Devleti için Yenisehir'i

merkez ve adaletin duragi edinerek askerlere konaklar yaptirip mescid ve

hamamlar insa ettirmeye yöneldi.

Görüldügü gibi, Bilecik kalesini ailesinin

ikamet mahalli olarak seçen Osman Gazi, Beyligini bes idare bölgesine ayirdi.

Bunlari, savaslarda yararliliklari görülenler ile güvendigi kimselere tevcih

etti. Bu arada Iznik üzerine yapilabilecek bir harekatin tertip ve tanziminde

elverisli bir konumda bulunan Yenisehir'i de hükümet merkezi olarak

seçti.

Gaza faaliyetlerine devam edip ülkesini

genisletmek isteyen Osman Gazi'nin akinlari, bir müddet sonra Köprühisar'a

yöneltildi. Köprühisar'in çevresi yagmalanmakla birlikte kale zapt edilemedi.

Içerdekiler mahsur kaldi. Bu esnada (1302) söyle bir hadiseden bahsedilir: Osman

Gazi, fethini lüzumlu gördügü Köprühisar üzerine hareket etme tesebbüsüne

geçecegi ve bu hususta gaziler ile beylerin de ayni fikirde olmalarina ragmen

amcasi Dündar Bey'in, seferin aleyhinde bulundugu görülür. Dündar Bey,

Köprühisar'inin alinmasi bir taraftan Germiyanogullarinin, öbür taraftan da Rum

tekfurlarinin düsmanligini celb edecegini söyler. Bu görüsünde de israr edip

harbe mani olmak ister. Osman Bey, kuvvetleri arasinda bozgunluk ve tefrika

çikarmaya sebep olacak bu hareket karsisinda, rivayete göre aniden sinirlenerek

amcasini okla öldürür. Nesri'nin bu kaydini mubalagali ve hatali bulanlar, Osman

Gazi'nin ihtiyar amcasina karsi böyle bir hareketine mani bulunamayacagini ileri

sürenler de vardir. Nihayet Osman Bey, Yenisehir ovasinda topladigi kuvvetlerini

alarak Köprühisar'a gelir. Halka sulh (harb etmeksizin, baris) yolu ile teslim

olmasini teklif eder. Bu teklifin kabul edilmemesi üzerine muhasara ve cenk

baslar. Osman Bey, fethi çabuklastirmak için askerlerine yagmaya müsaade

ettigini bildirir. Bunun üzerine yapilan kuvvetli bir hücumla kale feth olunur.

Çok siddetli bir çarpisma olmasina ragmen halkin hayatina

dokunulmaz.

Daha önce de Osman Bey'in bagimsizlik

hareketinden bahs edilirken temas edildigi gibi bu esnada Ilhanli hükümdari

Gazan Mahmud Han, Misir'daki Memlûk Devleti'ne karsi hareket ile Haleb'e gelmis,

bilahare seferin ikmalini emîrlerinden Çoban Bey'e havale edip Tebriz'e

dönmüstü. Fakat Anadolu beylerini de onun maiyetinde bulunmaya memur etmisti.

Ilhanli hükümdarindan gelen bu neviden emirlere itaat, kendi ülkelerinde yari

müstakil ve civardaki Bizanslilar ile harp ve sulh etmek haklarina sahip Anadolu

beyleri için bir vecibe kabul ediliyordu. Osman Bey de Köprühisar fethinden

döndügü zaman bu emri almisti. Bunun üzerine oglu Savci Bey'i bir miktar askerle

gönderdi ise de kisin siddetli ve yollarin kapali olmasindan dolayi bu askerî

birlik geri döndü. Böylece Ilhanli hükümdarinin emri de yerine getirilmis

oldu.

Osman Bey'in, Rum tekfurlarina karsi basari

ile yürüttügü gaza harekati, Anadolu'daki diger gazilerin gelip etrafinda

toplanmalarina sebep oldu. Osman Gazi, 1303 senesinde Yenisehir'den Iznik

üzerine hareket etti. Yolu üzerindeki Marmara'ya gelince buranin tekfuru itaat

edip el öptü. Bunun üzerine Osman Gazi de kendisini yerinde birakti. Halkin

evlerine ve mallarina dokunulmadi. Bu savaslarin sonunda yurduna dönen Osman

Gazi, dinlenmek üzere bir müddet bekledikten sonra Iznik üzerine yürümüstü.

Harekattan haberdar olan bazi köylerin halki, Iznik kalesine siginmisti. Bir

taraftan Iznik muhasara edilirken, diger taraftan da akincilar çevre köylere

akinlarda bulunuyordu. Böylece gerek Iznik, gerekse çevresi sikistirilmis

oluyordu. Bununla beraber çok müstahkem ve muhafizlari da kalabalik olan bu

mühim kalenin zapti pek kolay görünmüyordu. Bunun için uzun bir müddet ugrasmak

gerekiyordu. Muhasaranin kaldirilmasina karar verilmekle beraber, Iznik'in

devamli sekilde tazyik ve baski altinda tutulmasini temin maksadiyla güneyindeki

dagin etegine bir kale insa olundu. Içine levazim ve mühimmat konulan bu kalenin

dizdarligi Taz Ali adinda gazi bir yigide havale edildi. Burasi Iznik'in

fethinden sonra yikilmis fakat harabesi XVI. asra kadar ayakta

kalmistir.

Osman Bey, Iznik kusatmasindan döndükten sonra

bir müddet hareketsiz kalir. Bunun sebebini Gazan Mahmud Han'in yerine Ilhanli

hükümdarligina geçen Olcaytu Muhammed Hudabende Han'in, Anadolu beylikleri

hakkinda takib edecegi siyasetin gelismesinde aramak lazimdir. Zira o dönemde,

Karamanogullari beyligi Ilhanlilar tarafindan siddetle cezalandirilmisti.

Mamafih bu sükûnet hali, Bursa tekfurunun reisligi altinda bir ittifakin

kuruldugunun duyulmasindan sonra bozulacakti.KOYUNHISARI MUHAREBESI ve

SONRASI


Osman Gazi ve beyligi için büyük bir

ehemmiyeti haiz olan Koyunhisari muharebesi, döneminin strateji bakimindan en

önemli muharebelerinden biridir. Bu muharebe, Osman Bey'in Iznik sehrini baski

altinda tutmasi üzerine ilk defa Bizanslilarla karsi karsiya gelmesine de sebep

olmustu. Osman Bey ve arkadaslarinin basarilan, Bizans Imparatoru ile komsu Rum

beylerini harekete geçirdi. Bu sebeple 1306 senesinde kendi aralarinda bir

toplanti yaptilar. Bu toplantida basta Bursa Rum valisi olarak Atranos (bugünkü

Orhaneli kazasinin merkezi olan Adrianos kasabasi), Kete (Kite, halen Bursa'da

bir köy) Bednos (Mednos, Madenos, Bursa'nin kuzey batisinda bugünkü Balat köyü)

ve Kestel tekfurlan bu toplantida hazir bulunmuslardi. Bursa tekfuru, onlara

uzun bir hitabede bulunarak Osman Gazi ve devletinin kendileri için nasil büyük

bir tehlike oldugunu anlatmakla kalmamis ayni zamanda birbirleri ile nasil

yardimlasacaklarini ve günden güne büyüyen bu tehlikeyi nasil bertaraf

edeceklerini de bildirmisti. Buna göre tekfurlar büyük kuvvetler toplayarak ani

bir baskinla bu tehlikeyi ortadan kaldirmaya karar verdiler. Bu arada Bizans'tan

da Muzalon komutasinda iki bin kadar yardimci bir kuvvet geldi. Osman Gazi,

casuslari vasitasiyla beyligi aleyhine düsünülen bu baskindan zamaninda haberdar

oldu. Bu yüzden kuvveti sayica çok az olmasina (bes bin civari) ragmen bu

müttefik orduyu Koyunhisari (Izmit'in Kuzey Dogusunda eski bir kale Baphaeon)

mevkiinde karsilamaya karar verdi. Az ve fakat çevik bir kuvvetle hazir bekleyen

Osman Bey, muharebeye girmekten çekinmedi. Bu muharebede iki taraf ta çok zayiat

verdi.

Tarihçi Hoca Saadeddin Efendi bu siddetli

çarpismayi söyle tasvir eder:

Kirilasica düsman edince cûs u hurûs Saflar

kaynayip deniz misali eyledi cûs

Yigitlerin oklari, güzellerin gözleri gibi

fitneler saçmaya, Osmanlinin keskin kilici asiklarin kirpikleri gibi kanlar

dökmele, ugursuz düsmanin kelleleri boru ve davul nagmeleri ile oynamaya

baslayinca, kan deryasina gömülen kara kafalarinda yuva kuran fesad tohumlari,

bozdoganlarin vuruslari altinda kirilmis, Islâm ordusu yeni bir basari ve zafer

kazanmisti. Gerçekten çok çetin geçen bu savasta, Osman Gazi'nin yegeni ve

Gündüz Bey'in oglu Aydogdu sehid oldu. Gerek bu vak'a gerekse Osman Bey'in

kuvvetlerinin azligi, Osmanli kuvvetlerinin duraklamasina sebep olduysa da

bizzat Osman Bey'in ileri atilip orduyu tesyi etmesi sonucunda düsman geri

çekilme zorunda kaldi. Maglubiyeti kabul edip çekilen düsman ordusu, takib

edildi. Bu takib, Dinboz (Sogukpinar Nahiyesine bagli bir köy)'a kadar sürdü.

Burada yeniden siddetli bir çarpisma meydana geldi. Kestel ve Bednos tekfurlari

burada maktul düstüler. Böylece Bizans tarafindan da desteklenen birlesik ordu

maglub oldu. Bursa ve Adrenos tekfurlari kendi kalelerine çekildiler. Kite

tekfuru ise Ulubat tekfuruna sigindi. Osman Bey kuvvetlerinin, bu tekfura karsi

büyük bir kin ve hinçlari vardi. Bu sebeple onu takib ederek Ulubat tekfurundan

teslimini istediler. Tekfur, kale halkinin istek ve israrlarina dayanamayarak

bir sartla onu teslim edebilecegini söyler. Buna göre Osmanli kuvvetleri Ulubat

nehri köprüsünden geçmeyeceklerdi. Gerçekten de gerek Osman Bey'in hayatinda,

gerekse onun halefleri zamaninda bu söz tutularak adi geçen köprüden geçilmedi.

Ancak gerektigi zaman nehrin denize döküldügü yerden kayiklar ile karsi tarafa

geçerlerdi. Böylece Kite beyinin öldürülmesi ile bura ve Kestel de Osman Bey'in

beyligine katilmis oldu. Bu muvaffakiyet, Osman Bey'in çevresinde hatiri sayilir

bir Bey haline gelmesine sebep oldugu gibi düsmanlarinin da kendisinden

çekinmesine sebep olmustu. Bu esnada Ulubat Gölü'ndeki Alyos Adasi Aygut Alp

oglu Kara Ali Bey tarafindan sulh yolu ile feth olunmustu. Adanin içinde büyük

bir kilise bulunuyordu. Bu kilisenin rahibi, halk arasinda çok söhretli bir

kimse kabul edildiginden evi kutsal bir mekân olarak ziyaret ediliyordu. Kara

Ali, bu rahibi ailesi ile birlikte Osman Gazi'nin huzuruna getirdi. Osman Gazi,

rahibin güzel kizini Kara Ali ile evlendirdi.

Koyunhisari muharebesi sonucunda, Bursa'nin

kuzey tarafi hariç olmak üzere üç taraftan yolu kesilip tek basina ve yalniz

birakildi. Bununla beraber, kuvvetli bir savunmaya sahip olan Bursa'ya deniz

yolu ile Bizans'tan yardim malzemesi gelmeye devam ediyordu. Osman Bey

kuvvetleri, Bursa önüne kadar akin yapiyorlarsa da uzun müddet devam edecek bir

muhasarada bulunamiyorlardi. Bununla beraber artik Izmit yolu da Osmanlilara

açilmis bulunuyordu.

Bir taraftan Osman Bey'e bagli kuvvetlerin

faaliyetleri, diger taraftan öteki uclardaki Türk beylerinin Bizans kale ve

topraklarina olan hücumlari sonucunda kazandiklari basarilarindan telasa düsen

Bizans Imparatoru Ikinci Andronikos, kizkardesi prenses Maria'yi Ilhanli

hükümdarina vererek Mogollarin yardimlarini kazanmak istiyordu. Bu sayede

Osmanli tehlikesinden kurtulmus olacakti. Her ne kadar Ilhanli hükümdari,

Türkleri tehdide tesebbüs etmis ise de bunun pek fazla müsbet bir neticesi

görülmedi. Zira Ilhanlilar bu sirada hem içerde mesgul hem de hariçte Memlûk

sultani ile mücadele halinde bulunduklarindan uclardaki harekâta bakacak durumda

degillerdi. Bunun için Osman Bey, faaliyetlerine devam ederek Iznik ile Izmit

yolu üzerinde olup Iznik'in en mühim karakolunu teskil eden ve Türkler

tarafindan Karahisar denilen Trikokiya (Karahisar)'yi aldi. Temmuz 1308'de

gerçeklesen bu fetih sayesinde Osman Bey, Iznik'i sikistirmaya

basladi.

Bizans Imparatorunun, güçlü bir sekilde ortaya

çikan bu yeni hareket karsisindaki tavri ile ilgili olarak Gökbilgin de söyle

demektedir: Bizans Imparatoru, Türk fütûhatindan kurtarilmasi için daha önce

Mahmud Gazan Han'a nisanladigi hemsiresi (kizkardesi) Maria (Meryem)'yi, bu defa

da Ocaytu Muhammed Hudabende Han'a nisanlamis idi. Bu sihriyetten (akrabalik)

memnun olan Ilhanli hükümdari, büyükçe bir orduyu (Uzunçarsili, Le Beau, XXIII.

105. fasil 53'ten naklen bu ordunun otuz bin kisilik bir kuvvet oldugunu

belirtir.) seferber ederek, Bizans'a yardima gönderecek oldu. Bu ordu, tasavvura

göre hem Osman Gazi'ye karsi, hem de Bati Anadolu'daki Türk beyleri tarafindan

sikistirilip muhasara altina alinan Efes, Tire ve Salihli gibi Bizans sehir ve

kalelerini kurtarmak vazifesi ile görevlendirilmisti. Fakat daha önce bu konuda

uc beylerine yapilan ikaz ve ihtarlar herhangi bir fayda saglamadigi gibi, bu

defa da prenses Maria'nin, Mogol yardiminin bir an önce gelmesi için Iznik'e

gelerek, Osman Bey'e müstakbel esi Ilhanli hükümdarinin kirk bin kisi ile hududa

dogru ilerledigi seklinde haber göndermesi de bir sonuç vermedi. Bati

Anadolu'daki sehir ve kaleler, birer birer Türklerin eline geçiyordu. Maria'nin,

tehdidini bilhassa Osman Gazi'ye tevcih etmesi, bu taraftaki akinlarin

siddetinden ve bu yerlerin de imparatorluk merkezine çok yakin olmasindan ileri

geliyordu. Osman Bey ise bu kadinin kullandigi magrurane tavir ve lisandan hiç

ürkmüyor, bilakis daha cür'etli hareket etmeye basliyordu. Bu sebeple Bizans

topraklarina akinlar siklastirildi. Köyler yagmalanip birçok esir

alindi.

Osman Gazi, bütün bu basarilarindan sonra

biraz dinlenmeye ve halkinin idaresi ile daha iyi mesgul olmaya baslamak için

Yenisehir'e dönmüstü (1310). Aradan bir iki sene geçti. Bu zaman zarfinda bir

devlete yarasir sekilde düzen kurulup egemenlik saglamlastiriliyordu. Bundan

sonra zafer kazanmaya ve galip gelmeye alisik olan gaziler 713 (1313) senesinde

bir araya toplanip Osman Bey'e hitaben: Ey Gazi Han, Allah'a hamd ve minnet

olsun, kâfir maglub oldu. Simdiden sonra, vakit kaybederek bos oturmak size reva

degildir. Gaza ile mesgul olmak gerek dediler. Bu tesvik üzerine Osman Bey:

Evvela Köse Mihal'i davet edelim, Islâm'i kabul etsin, eger müslüman olursa ne

alâ, her nereye derseniz gidelim, eger o Müslüman olmazsa evvela onun memleketi

Harmankaya'yi çevresi ile birlikte talan edelim dedi. Bu karardan sonra hemen

Köse Mihal'e haber göndererek Hemen gelesin, büyük seferimiz vardir, bütün

gaziler hazirdir, seni bekliyoruz dedi.

Köse Mihal, bu haberi alir almaz

hazirliklarini tamamlayip süratle geldi. Osman Gazi huzurunda hazir oldu. El

öptükten sonra Osman Gazi'ye kalbinin bütün samimiligi ile: Bana iman arzet,

Müslüman olayim dedi. Böylece Köse Mihal, Osman Gazi'nin önünde Müslüman oldu.

Bütün beyler ve pasalar bu ihtidaya sevindiler.

O zamana kadar Osman Bey'le yaptigi ittifaktan

ayrilmayan, gerektigi sekilde sadakat ve feragat gösteren Köse Mihal, artik

Abdullah Mihal olmustu. Osman Bey, ona agir (kiymetli ve pahali) bir hil'at

verdi. Ona karsi olan sevgi ve muhabbeti bir kat daha artti. Oglunu da hizmetine

aldi. Daha önce idare ettigi yerleri tekrar ona birakarak kendisine bir sancak

verdi. Köse Mihal'e sancak verilmesi, vaktiyle Selçuklu sultaninin Osman Gazi'ye

göndermis oldugu sancaga bir nazire gibi idi. Böylece kendisi hükümdar, Köse

Mihal de maiyyeti beylerinden biri telakki edebilecek bir muameleye tabi

tutuluyordu. Böyle bir hareket, Osman Bey tarafindan ilk defa

yapiliyordu.

Osman Bey, bundan sonra Germiyanogluna karsi

müdafaa ve muhafaza etmek üzere, oglu Orhan Bey'i Saltuk Alp ile birlikte

Karacahisar'a gönderdi. Öbür oglu ise daha önce belirtildigi gibi anasi ile

birlikte Bilecik'te idi.

Osman Bey, Germiyan'dan gelebilecek tehlikeye

karsi tedbir aldiktan sonra kilavuzlukta kullandigi Köse Mihal'in delâleti ile

Hakk'a (Allah'a) siginarak Leblebici Hisari (Lubluce) denilen ve Ulu Dag'in

eteginde bulunan Cubuclea kalesi tarafina akina basladi. Buradaki tekfur, Osman

Bey'i karsilamaya çikarak itaat ettigini bildirdi. Bunun üzerine Osman Bey, onu

yerinde birakti. Ayrica tekfurun ricasi üzerine ogullarinda birini yanina aldi.

Bundan sonra harekât, Lefke (Osmaneli) irmagi vadisine intikal ettirildi. Bu

harekatin sonunda Lefke ve Mekece hisarlarinin tekfurlari da itaat arz ettiler.

Böylece onlar da daha önceki imtiyaza sahib oldular. Yerlerinde birakildiklari

gibi mülk ve arazileri de hasardan korunmus oldu. Yeni feth edilen bu yerler

hakkinda bilgisi olan Samsa Çavus, bu tekfurlarin itaatlerinin kerhen (zorla)

oldugunu, firsat bulduklarinda bunlarin tekrar Bizans hakimiyetini kabul

edebileceklerinin uzak bir ihtimal olmadigini belirterek:

Olamaya ki, cemaat kendi milletlerine rücu'

göstereler diye düsüncesini açiklayarak buralarin kendisine verilmesini istemis

ise de Osman Bey, bu adamlarin mülk ve memleketlerinden tamamen mahrum

edilemeyecegini, bu yüzden yerlerinde birakilmalari gerektigini ifade ile Samsa

Çavus'a vermemistir. Bununla beraber Samsa Çavus'un sözünü de pek yabana

atmayarak ona da Yenisehir suyunun Sakarya nehrine döküldügü yerde ve bu irmak

kenarindaki küçük bir hisari (Hisarcik) temlik etti. Böylece Samsa Çavus,

tekfurlarin harekatini gözetlemeye memur edildi. Bu köy, halen Osmaneli

köylerinden biri olarak bilinmektedir. Daha sonraki dönemlerde Osmanli Devleti

teskilatinda ve bilhassa saray vazifelileri arasinda rol oynayan çavus tabiri

ve rütbesi ilk defa bu gazi tarafindan tasinmistir. Osman Bey'in gazileri bundan

sonra Geyve Akhisari tarafina hareket ettiler. Bu kalenin tekfuru, birkaç bin

süvari ile karsilik verdiginden siddetli bir harp oldu. Maglup olan tekfur önce

kaleye çekildi, fakat kalenin sikistirilmasi üzerine müdafaa edemeyecegini

anlayinca sarp bir kaya üzerinde bulunan Karacebesi hisarina kaçti. Akhisar ise

gazilerin eline geçti. Daha sonra da Geyve üzerine varildi. Gazilerin hareketini

haber alan tekfur, kaleyi bosaltarak halkini da yanina almis olarak Kuru Dere

denilen müstahkem bir vadiye gitmisti. Burasi sarp ve geçilmesi zor bir derbende

sahipti. Gaziler, kisa bir zamanda burayi da feth ettiler. Tekfurunu

yakaladilar. Bol ganimet elde ettiler. Osman Bey, burada bir aydan daha fazla

bir müddet kalarak o memlekete eman ve emniyet gösterdi. Köylerini de gazilere

timar olarak verdi. Bu arada Geyve'ye bagli bulunan Tekür pinari denilen çetin

ve metin kalenin de zapti gerekiyordu. Fakat bir aydan daha uzun bir süre

seferde bulunan Osman Bey'in, hükümet merkezine dönmesini gerektiren acil ve

önemli bir hadise zuhur etti. Bu yüzden Tekür pinarinin alinmasi Aykut Alp'in

oglu Kara Ali'ye birakildi. Osman Bey ise Yenisehir'e döndü. Osman Bey'in,

Yenisehir'e dönmesini gerektiren olay, Ilhanli hükümdari Olcaytu Muhammed

Hudabende tarafindan, Çoban Bey idaresinde büyük bir ordunun Anadolu'ya

sevkedildigi hakkinda alinan haberdi. Bu ordunun kime ne zaman taarruz edecegi

bilinmediginden zamaninda tedbir almak gerekiyordu. Bu arada Kara Ali çok kisa

bir zamanda Tekür pinanni aldi. Bu kale ve civarindan birçok ganimetler elde

ederek Osman Gazi'ye gönderdi. Bu hizmetine mükafat olarak da Kara Ali'ye Tekür

pinari ve çevresi timar olarak verildi.

Osman Bey, Sakarya vadisinde ve Marmara

havzasinda bazi mevkileri ele geçirirken, basta Bursa olmak üzere Iznik ve

Izmit'in zaptini da hedefleri arasinda sayiyordu. On seneden fazla sürecek olan

Bursa kusatmasinin baslangicinin 1314 yili oldugu

anlasilmaktadir.

Osman Bey, 1314 yilinda gaziler ile Bursa

üzerine yürür. Kalenin kapilarindan birini kendine karargah olarak seçer. Bu

Bizans kalesinin metinligi, sarpligi ve nüfusu ile muhafizlarinin çoklugu

eskiden beri biliniyordu. Kale tekfuru, Osman Bey ile yaptigi meydan

savaslarinda maglub oldugu için kaleye çekilmisti. Osman Gazi tarafindan yapilan

askerî ve istisarî bir toplantida Bursa kalesinin hücum ile zaptedilemeyecegi

kanaatine varildi. Osman Gazi Buna sabir gerektir diyerek kale üzerine havale

(kontrol altinda bulundurmak için) yapilmasini emr eder. Bunun için iki hisar

yapildi. Bunlardan biri kaplicalar tarafinda, digeri de yukari dag tarafina

bakiyordu. Birincisi Osman Bey'in yegeni Ak Timur'un, ikincisi de Balabancik

adindaki kölesinin dizdarligi altinda idi. Osman Bey, insaatlarini bir yilda

bitirdigi bu hisarlarin yapilmasi esnasinda etrafa akinlar tertib ettirdi. Her

tarafi vurdurdu. Bu esnada düsman kaleden çikamiyordu. Hatta Asikpasazâde'nin

ifadesine göre kâfir, hisardan tasra parmagin çikaramazdi.

Bu hisarlarin insa edilmesinden sonra

Yenisehir'e dönen Osman Gazi'nin bu yigit komutanlari, Bursa'nin fethine kadar

on seneden fazla bir müddet burada kaldilar. Komutalari altindaki elliser

cengaverle sehre disardan yardim ve erzak sokmamak, içeriden çikacaklara mani

olmak ve böylece Bursa'yi devamli bir sekilde baski altinda bulundurmak vazifesi

ile mevkilerinde sebat ettiler. Bu esnada birçok köylü, Bursa'ya siginmaktansa

Osman Bey'e tabi olmayi tercih ediyor ve onlarin himayesinden faydalaniyordu.

Osman Bey, aldigi yerlerin mahsul ve gelirlerini beylik için (beytu'l-mal,

hazine) zapt ediyor, köy ve nahiyeleri de timar olarak gazilere

dagitiyordu.

îlhanli Devleti, Anadolu Selçuklu ülkesine

hakim oldugu zaman, Anadolu'ya birçok asiret gelmisti. Bunlardan bir kismi da

Germiyanlilarin hakim bulundugu Germiyan ili mintikasina yerlesmisti. Bunlardan

biri de Osmanli kaynaklarinda Çavdarlu, Çavdaroglu, Bizans kaynaklarinda ise

Tohar seklinde geçen Çavdar asireti idi. Bu asiret, Çavdaroglu diye bilinen

bir reisin idaresinde idi. Asiret, Osman Bey'in ülkesinin hududunda konar göçer

bir halde yasiyordu. Bunlar, diger bazi göçer asiretler gibi firsat buldukça

yel gibi eser, sel gibi yol keser ve ansizin köy basarlardi.Germiyanogullari ile Osman Bey'in gazileri ve halki arasinda

bu siralarda mevcud olan sogukluk ve geçimsizligin baslica sebebi de bu

idi.

Kaynaklar, Osmanlilar ile Çavdarli asireti

arasinda meydana gelen bir hadiseyi söyle nakl ederler:

Osman Gazi, Lefke kazasina gittiginde,

Germiyan'dan Çavdar Tatari, Karacahisar pazarina hücum edip basmisti. Bunlar,

bununla da kalmayarak pazari da yagmalamisti. Bu esnada Eskisehir'de at

nallatmakta olan Orhan Gazi'ye haber gönderilmis. Bu haberi alan Osmanli

yigitleri, derhal Orhan'in yanina gelip toplanirlar. Orhan, süratle yola koyulup

Çavdar Tatarina yetismek ister. Daglar arasinda, Oynashisari denilen harabe bir

hisarin yaninda onlara yetisir. Onlara göz açtirmayan Orhan, aldiklarini

tamamiyle biraktirdigi gibi onlardan bir kismini da yakalatip Karacahisar'a

getirdi. Yakalananlar arasinda Çavdar Tatari'nin oglu da vardi. Orhan, babasi

gelinceye kadar bunlari sakladi. Osman Gazi gelince Çavdar oglunu getirdiler.

Osman Gazi Ogul, bu zâlim, komsudur. Hem de Müslümandir, öldürmek olmaz.

Beyleriyle birlikte bunlara da and verelim ve onlari serbest birakalim, varsin

memleketlerine dönsünler dedi. Öyle de yaptilar. o zamandan tâ Yildirim

zamanina kadar düsmanlik olmadi. Simdi dahi onlardan kalanlara Çavdarli

denmektedir.

Görüldügü gibi Germiyan taraflarindan gelip

kendisini rahatsiz eden, pazarini basan ve oradaki mallara el koyan Çavdar

Tatari'na karsi Osman Gazi, gayet yumusak davranmistir. Gerek komsuluk hakki,

gerekse müslüman olmasindan dolayi onu öldürmemis, sadece bir daha böyle bir

harekete girismeyecegine dair kendisinden söz almakla yetinmisti. Bununla

beraber tedbiri de elden birakmamaktaydi. Caydirici olmasi bakimindan kendisi

orada bulunacak, gazaya, oglu Orhan'i gönderecektir. Gönderirken de Çavdarli

Tatari hakkinda söyle diyecektir: Ogul Orhan, her ne kadar bu Tatarla ahd edip,

and vererek gönderdik ise de, bu Tatar and tutar taife olmaz. Ben burada

oturayim. Bu defa var sen gaza et. Hak Teâlâ'nin sana zafer vermesi ümid

olunur.

Babasinin, Orhan'i kendi basina sefere

göndermesi, ona olan güveninin bir ifadesi idi. Bundan böyle Bizans'a karsi olan

fütuhatlarda o, komutan olarak tayin ediliyor, maiyetine de Akçakoca, Gazi

Abdurrahman, Konur Alp ve Köse Mihal gibi ünlü gaziler

veriliyordu.ORHAN GAZI'NIN KOMUTANLIGI

Biraz önce temas edildigi gibi, Orhan Gazi,

Germiyan'dan gelip Karacahisar pazarini yagmalayan Çavdaroglu'nun pesine düsmüs,

Oynashisari denilen yerde onu maglup ederek perisan etmisti. Hatta onu esir

alarak babasina götürmüstü. Bu muvaffakiyet, Osman Gazi'nin itimad edip

güvendigi genç oglu Orhan için idarecilik ve komutanlik kapisinin aralanmasina

sebep olmustu. Bu yüzden, Osman Gazi tarafindan harp idare ve sevkini ögrenmek

böylece tecrübe kazanmak üzere Sakarya nehri ile Karadeniz arasindaki yerlerin

feth edilmesi görevi ona verildi. Bununla beraber, Osman Gazi, henüz toy bir

delikanli denebilecek oglunun yanina yirmi senelik bir sadakat ve baglilik ile

güvenilirlikleri isbatlanmis olmakla bitmeyen ayrica harb ile tecrübe edilmis en

cesaretli silah arkadaslarindan dördünü de onun komutasinda gönderdi. Bunlar:

Akça Koca, Konur Alp, Gazi Abdurrahman ile daha önce Müslüman olmus olan Köse

Mihal idi.

Kaynaklarimiz bu konuda su bilgileri

vermektedirler:

Bir gün Osman Gazi dedi ki: Ogul Orhan, bu

Tatara gerçi and verdik. Ancak bunlarin Tatarligi gitmez. Gel, sen bu gazilerle

Kara Çebis ve Kara Tekin'e var. Allah, sana basari verir diye

umarim.

Orhan Gazi: Hanim! Her ne buyurursan kabul

ederim. dedi. Akça Koca, Konur Alp, Gazi Abdurrahman ve Köse Mihal'i yarar

yoldastir diye Orhan Gazi'nin yanina verdi. Gaziler! Ha göreyim sizi ki din

yolunda nasil davranirsiniz dedi. Orhan Gazi'nin yalniz basina gittigi ilk

gazasi budur.

Orhan, babasinin duasini aldi. Himmet kilicini

kusandi. Gaza niyeti ile sefere çikti. Dogruca Kara Çebis'e yürüdü ki, Osman

Gazi dahi oraya (önceden) gitmisti. Hisara varmaya bir konaklik mesafe kalmisti.

Orada gazileri üç bölük (kisim) ettiler. Bir bölügü vardi hisarin üstüne yürüdü

ki, Orhan onlarla beraberdi. Bir bölügü geceleyin hisarin ötesine geçti. Bir

bölügü de hisarin yaninda bir dereye girdi.

Orhan Gazi, bir kaç gün hisar önünde savasti.

Savas ederken kendilerini sarsilmis gibi gösterip kaçtilar. Bunun üzerine

kâfirler Türkler kaçti deyip hisar önüne çiktilar. Bir Türk buldular. Tutup

tekfura götürdüler. Tekfur daha baska Türk var mi diye sordu. O da yoktur

hepsi bu kaçanlardir diye cevap verdi. Tekfur bu sözü isitince çok sevindi.

Gözcüler gönderdi. Hiç Türk görmediler. Hisar kapisini açti. Varalim, Türklerin

ardini basalim dedi. Türkleri dereden çikartmayalim dedi. Hemen atina binip

sürdü.

O esnada yan tarafta gizlenmis olan Türkler,

hisar kapisini tuttular. Yukaridaki Türkler de gözüktü. Bunu gören tekfur Hey

daha Türk varmis deyip döndü. Fakat hisar önünde duran Türkler ile karsilasti.

Gaziler onu yakalayip hisari feth ettiler. Malini da gazilere bölüstürdüler.

Sipahisini çikarip hisari saglamlastirdilar.

Bu hisarin asagi tarafinda Ap Suyu (Ebe Suyu)

denen bir hisar daha vardi. Tekfuru alip oraya getirdiler. Onu da ahd ile

aldilar. Bu iki hisara el koydular. Konur Alp'a Kara Çebisi, Akça Koca'ya da Ap

Suyu'nu verdiler.

Orhan Gazi, bu tekfuru ordusu ile birlikte

Akhisar'a getirdi. Halka emniyet ve eman verdi, kâfileri yerli yerinde birakti.

Ama Konur Alp, zaman zaman çikip Akyazi'ya hücum ederdi. Akça Koca da Ayan Gölü

(Sapanca Gölü)'nun suyunun aktigi yerde Bes Köprü'de bir bogazcik vardi orayi

durak edindi (üs olarak kullandi). Oradan orman arasinda olan yere hücum ederdi.

Elhasil Orhan Gazi bu ucu saglamlastirdi. Kâfirleri de babasi Osman'a gönderdi.

Kendisi Kara Tekin üzerine yürüdü. Hisarin beyine haber gönderdi ki: Bu hisari

bana ver, seni yine hisarda birakayim. Ad benim olsun. Benim istek ve hedefim

Iznik'tir dedi. Kâfir bu sözü isitince hayli gücüne gitti, kaleyi vermedi.

Bunun üzerine Orhan Gazi: Gaziler! Islâm gayretidir. Yürümek gerek ki, bu

hisari yagma edelim diyerek kalenin yagma edilmesini emr etti.

Gaziler, derhal kalenin kapisini kirarak

yagmaladilar, tekfuru yakalayip öldürdüler. Orhan Gazi, tekfurun kizini büyük

bir ganimetle birlikte babasina gönderdi. Orhan, alinan esirleri, gazilerden

tekrar satin aldi. Onlari ahd ve emânla hisara yerlestirdi. Samsa Çavus'u da

hisara birakarak Yenisehir'de bulunan babasi Osman'in yanina

döndü.

Bundan sonra Kara Çebis'teki Konur Alp'a ve

Kara Tekin'deki Samsa Çavus'a Iznik'e havale gibi olsunlar (kontrol altinda

tutsunlar) diye adam gönderdiler. (Onlar) zaman zaman gidip Iznik'in bahçelerini

harab ederlerdi. Böylece Iznik'e rahatlik vermezlerdi. Bir taraftan Konur Alp

Akyazi ile, diger taraftan da Akça Koca Izmit ile mesgul oldular. Bu uclar son

derece isler oldu. Söyle ki, gaziler gece ve gündüz at sirtindan inmeyerek

fetihlerden fetihlere kostular. Konur Alp, Akyazi'da Tuz Pazarini aldi.

Uzuncabel'de bulusarak iki gün iki gece kaldi. Kâfiri döndürerek yine Tuz

Pazarina geldi. Akça Koca da Akdemir'le birlikte Akova'ya hücum etti. Gazi

Abdurrahman da Istanbul tarafindaki il'e hücum ederdi. Bunun üzerine

Istanbul'dan kâfir seçerek, gazilere karsi gönderirlerdi. Gazi Abdurrahman da

Istanbul'dan gelen kâfirleri kirardi. Her vakit bu hâl ile durusurlardi,

vurusurlardi. Islâmiyet için can ve bas (ile) oynarlardi. Böylece Sakarya ile

Karadeniz ve Sapanca Gölü sahasindaki bazi kalelerin zapti basarilmis oldu.

Miladî takvimlerin 1318 senesini gösterdigi bu zaman diliminde Akça Koca,

bilahare kendi adi (Koca Ili, Kocaeli) ile anilacak olan Sakarya Nehri'nin

batisindan Izmit kalesine kadar olan yerleri feth etti. Bu yüzden, hakli olarak

bu bölge onun adi ile adlandirilmistir.

Bütün bu olaylardan sonra Bizans

Imparatorlugu, hududlarinin en önemli noktasi olan Iznik'in yavas yavas ve adim

adim, hasimlari olan Osmanlilar tarafindan muhasara altina alindigini görmüs

oluyordu.

Gibbons'un: Osman, cihanin bildigi en büyük

imparatorluklardan birinin, vahsi Asya kani ile en eski ve en yeni Avrupa

unsurunu kaynastirmis olan tarihteki yegane milletin ve alti asir inkitaa

ugramaksizin (kesilmeksizin) erkekler vasitasiyle devam etmekle temayüz eden bir

hanedanin müessisidir dedigi Osman Gazi, artik ihtiyarlayip yorulmustu. Bu

arada Romatizmadan da muzdaripti. Bu sebeple 1320 tarihinden itibaren oglu Orhan

Bey'i kendisine vekil tayin etmis oldugu söylenebilir. Bununla beraber, islerin

daha iyi idare edilebilmesi için kanun, nizam ve töreler vaz' edilmesi ile

mesgul oldugu, basit bir sekilde de olsa divan toplayarak istisarelerde

bulundugu muhakkaktir. Bir yandan, uc beyliginden müstakil bir devlet haline

geçiste ortaya çikan islerin görülmesi ve memleketin mütemadiyen genislemesi

için gereken tedbirler alinirken, diger taraftan da müslüman ve hiristiyan

tebeanin asayis ve huzurunun bir kat daha artmasina dikkat gösterilmekte

idi.

Bilindigi gibi Osman Gazi, teskilât ve

müesseseler mevzuunda Selçuklulari kendine örnek almisti. Bu sebepledir ki, daha

önce de belirtildigi gibi Bizans hududunda üç aded uc bölge ihdas etmisti.

Bunlarin basina da ümerâdan ve gazilerden Konur Alp, Akça Koca ve Samsa Çavus'u

tayin etmisti. Bunlardan ilki yani Konur Alp, memleketin en kuzeyinden

Karadeniz'e kadar olan yerlere, ikincisi yani Akça Koca, Izmit, (Nikomedia),

üçüncüsü olan Samsa Çavus ise Iznik (Nicea)'e müteveccih

idi.OSMAN BEY'IN ÖLÜMÜ

Tarihî kaynaklar, Osman Gazi'nin 1320

tarihinden itibaren faal hayattan çekildigini ve idareyi oglu Orhan'a

biraktigini kayd ederler. Yakalandigi Nikris hastaligi yüzünden fiilen harblere

istirak edemeyen Osman Bey, asker gazileri ve ümerayi Yenisehir ovasinda

toplayarak herkesin huzurunda Bursa'nin fethi isi ile Orhan Bey'i görevlendirdi.

Onun maiyetine de Köse Mihal, Turgud Alp, Seyh Mahmud Gazi, Seyh Edebali ve

kardesi Ahi Semseddin'in oglu Ahi Hasan'i tayin etti. Fakat daha önce, vaktiyle

kardesinin oglu Aydogdu'yu sehid eden Etranos (Orhaneli) tekfurunun

cezalandirilarak kalesinin alinmasini, bundan sonra Bursa'nin fethine tesebbüs

edilmesini emretti. Osman Bey'in, idareyi ogluna biraktiktan sonra ne kadar daha

yasadigi kesin olarak belli degildir. Hatta, Osman Bey'in ölümünden sonra mi

Orhan'in hükümdar oldugu, yoksa henüz o hayatta iken mi hükümdar kabul edildigi

meselesi henüz kesinlik kazanmis degildir. Bununla birlikte onun vefatinin 724

(1324) yilinda oldugu kabul edilmektedir. Zira 1324 tarihli bir vesika ile

Orhan'in bu tarihte hükümdar bulundugu ve ilk akçasinin tedkikinden de ayni

senenin üçüncü ayinda (724) Rebiülevvel = 1324 Subat) Osmanli Beyi oldugu

anlasiliyor. Uzunçarsili, Belleten'deki makalesinde bu konuda farkli görüsleri

de vererek söyle der:

Osman Bey'in vefati senesi tarihimizde

birbirine uymamaktadir. Halil-i Konevî ile Sükrullah'da, Osman Gazi'nin vefati

710 (1310) senesinde, Idris-i Bitlisî'de 721 (1321), Lütfi Pasa'da 718 (1318),

Gibbons'un (Osmanli Imparatorlugu'nun Kurulusu, s. 33) adli eserinde 726 (1326)

tarihinde gösterilmis olup, Asikpasazâde, Tâcu't-Tevârih, Hammer, Ali ve

Meskûkât kataloglari hep bu sonuncu tarihi kabul ederler. Halbuki elimizdeki 724

(1324) tarihli vakifnâme, Orhan'in bu tarihte hükümdar oldugunu göstermektedir.

Su halde Osman Bey'in vefat tarihini 1324'ten evvel veya o tarih baslarinda

kabul etmek lazimdir. 723 Ramazan (1323 Eylül) tarihli Asporçe Hatun

vakfiyesindeki kayda göre Osman Gazi'nin bu tarihte hayatta oldugu

anlasildigindan vefati 1323 Eylül ile 1324 senesi Mart'i arasinda

olmalidir.

Gerek bu görüsler, gerekse Bursa'nin fethi ve

Osman Gazi'nin cenazesinin oraya nakli meselesi gözönüne alindigi zaman, vefat

tarihinin 1326 yili olmasi icab eder. Bununla beraber Orhan Gazi'nin

hükümdarliginin da 1324 yilinda oldugu kabul edilebilir.

Solakzâde'nin, bize karayagiz, yassi burunlu,

orta boylu, degirmi çehreli, ela gözlü, seyrek sakalli ayakta durdugu zaman

kollarinin dizine kadar uzandigi, tatli sözlü ve heybetli biri olarak tasvir

ettigi Osman Gazi, iyi bir idare, keskin ve saglam bir görüs, itidalli, yüksek

kabiliyeti, rakiplerine kendisini sevdirmesi ve mücadelesinde planli hareketi,

sabirli ve müsamahali olmasi ile etrafindaki asiretleri de nüfuzu altina almayi

basaran bir kimsedir. Fahrüddin lakabini tasiyan Osman Bey, Bursa'nin fethi

haberini ölüm döseginde almisti. Orhan Bey gibi degerli ve hayirli bir halef

biraktigi için gözü açik gitmeyecekti. Osman Bey, ölüm döseginde iken etrafina

oglu Orhan ile hükümetin büyükleri olarak kabul edilen gazilerden Turgut Alp,

Seyh Ahi Semseddin, Ahi Hasan, Çandarli Kara Halil ve Kara oglan gibi devlet

ricalini topladi. Onlara ve özellikle Orhan'a nasihatlarda bulunarak söyle dedi:

Ben ölüyorum, ama esef edip üzülmüyorum. Çünkü senin gibi bir halef

birakiyorum. Adaletli ol, merhametli ol, iyi adam ol. Idare ettigin halka karsi

esit muamele et, herkese karsi musavatli olup onlari himaye et. Islâm dininin

nesrine çalis. Çünkü yeryüzündeki padisahlarin vazifesi budur. Ancak bu suretle

Allah'in lütfuna nail olursun. Bilmedigin seyleri ulemaya danis. Bir seyi iyice

bilmeden harekete baslama. Sana muti (itaat edenleri) olanlan hos tut. Beni

Bursa'da Gümüslü kubbeye (Gümüslü Künbet) defn et. Buna göre Osman, oglu

Orhan'a Bursa'yi baskent yapma vasiyetinde de bulunmus oluyordu. Üç ay kadar

önce kayinbabasi Seyh Edebali'yi, ondan hemen sonra da hanimi ve Edebali'nin

kizi olan Mal Hatun (Malhun Hatun)u kayb eden Osman Bey, bizzat kendi eli ile

anlari Bilecik'te defn etmisti. Osman Gazi öldügü zaman (dogum tarihinin farkh

kabul edilmesine bagli olarak) 66 veya 69 yasinda idi. Techiz ve tekfini ile

Çandarli Kara Halil ile imami Yahsi Fakih mesgul olmuslardi. Önce Sögüt'te

muvakkaten defn edilen Osman Bey'in nasi, daha sonra vasiyeti geregi Bursa'da

Gümüslü Künbed'deki türbesine nakl edildi. Bu türbede, XVUI. asir baslarina

kadar Osman Gaziye ait olan ve ziyaretçilere gösterilen iri taneli bir tesbih

ile büyük bir davulun kasnagi vardi. Rivayete göre bunlar, Sultan Alaeddin'in

hediyeleri idi. Fakat ne yazik ki bu iki tarihî hediye XIX. asrin ortalarinda

Bursa'da çikan bir yanginda yok olmuslardi.

Kaynaklarin verdigi bilgiye göre Osman Gazi,

çok sade bir hayat yasadi. Elbisesi, Islâm'in ilk muhariplerininki gibi sade

idi. O, ne altin ne de gümüs birakti. Terekesi içinde fazla kiymetli bir sey

yoktu. Kalan esya Denizli bezinden yapilmis sariklik bez, at için zirh takimi

(yançuk), bir tuzluk, bir kasiklik, bir çift çizme, Alasehir dokumasindan

kirmizi renkli sancaklar, sade bir kiliç (Ruhî ve Hammer'e göre iki uclu), bir

tirkes, bir mizrak, bir kaç at, misafirlerine ikram için besledigi üç sürü koyun

idi. Bunlardan baska iri taneli bir tesbih ile Selçuklu sultani tarafindan

Karacahisar'in fethinden sonra kendisine hediye edilen davulun kasnagi da zikr

edilir.

Kendi döneminde kara lakabi ile anilan Osman

Gazi'ni saç, sakal ve biyiklari da kara idi. Türkmenler arasinda cesur kimseler

için kullanilan bu lakab, ondan baska insanlar için de kullanilmistir. Nitekim

Karasi Bey, Kara Iskender, Kara Yülük, Kara Yusuf ve Karakoyunlu gibi isimlerle

zikr edilen bu neviden lakablara tesadüf etmek mümkündür.

Daha önce de kisaca temas edildigi gibi Osman

Bey, bir yöneticide bulunmasi gereken bütün vasiflan kendi sahsinda toplamisti.

O, adaletle hareket etme ve halka karsi cömertçe davranma gibi özelliklere de

sahipti. Akinlarindan bizar duruma düsen Rum ahalî, onun himayesi altina girince

her türlü taarruzdan masun ve mahfuz bulunuyordu. Bundan baska bütün haklari da

teminat altina aliniyordu. Kendi tekfurlarindan görmedikleri âdilâne muameleyi,

Osman Gazi'ye tabi olunca hemen elde ediyorlardi. Bu hal, devletin ilk kurulus

yillarinda onun etrafinda toplanan cemiyeti kalabaliklastiran ve senlendiren

sebepler arasinda sayilmaktadir. Beytülmalden hiç bir sey almadigi, kendi toprak

ve sürülerinden elde edilen gelir ile geçindigi, tarihçilerin ittifakla

söyledikleri gerçeklerdendir. Bu arada ganimetlerden kendi hissesine düsen

miktar da onun varidatinin (gelirlerinin) bir kismini teskil ediyordu. Bir

Germiyan'linin istegi üzerine halka tarh ettigi Bac-i bazar vergisi, reâyanin

gönül hoslugu ile ödedigi ve Bizans vergileri ile mukayese edilemeyecek kadar az

ve adaletli bir vergi idi.

Osman Gazi'ye, kendi döneminde daha sonraki

Osmanli hükümdarlari için kullanilan sah, padisah ve sultan gibi ünvanlar

verilmemisti. Diger bütün Türkmen beyleri gibi, baslangiçta sadece Osman Bey

denildigi, istiklâlinden sonra da bazan han denildigi kabul

edilmektedir.OSMAN BEY'IN ÇOCUKLARI

Osmanli tarihleri, Osman Gazi'nin vefati

esnasinda gerek miras taksimi, gerekse idareyi ele alma bakimindan Orhan ve

Alaeddin adinda iki oglundan bahs ederier. Buna karsilik Halkondil, Osman'in üç

ogul biraktigini söyler. Halbuki vakfiye bize Osman Bey'in müteaddid ogullarini

ve bir kizinin mevcudiyetini haber vermektedir. Buna göre Osman Bey'in Orhan'dan

baska Alaeddin Ali, Pazarlu, Melik, Çoban, Hamid adinda ogullari ile Fatma

adinda bir kizi bulunmaktadir. Bununla beraber bu çocuklarin hangi veya kaç

hanimdan olduklarini belirtmemektedir. Bu sebeple Osman Gazi'nin gerçekte kaç

hanimla evlendigi ve çocuklarinin hangi hanimlardan olduguna dair henüz tam bir

bilgiye sahip degiliz. Su kadar var ki, Alaeddin Ali Bey'in, Seyh Edebali'nin

kizi Bala Hatun'dan, Orhan'in da Ösman Bey'in ilk zevcesi ve Ömer Bey'in kizi

Mal Hatun'dan dogduklari bilinmektedir. Bununla beraber digerlerinin bu

kadinlardan mi yoksa baska kadinlardan mi oldugu henüz kesin olarak tesbit

edilebilmis degildir.

Alaeddin Ali Bey, Orhan'dan küçüktü. Osman

Bey'in sagliginda dedesi Edebali'nin yaninda Bilecik'te, daha sonra da babasinin

yaninda Yenisehir'de bulunmustur. Alaeddin Ali Bey, babasinin ölümünden sonra

kardesi Orhan Bey'e beylerbeyi olmus sonra kendisine temlik edilen Kite

ovasindaki Futra veya Fodra (Âsikpasazâde, s. 37'de Kurada) çiftliginin hâsilati

ile geçinmistir. Âsikpasazade'nin ifadesi ile bu köyü bizzat Alaeddin Bey

istemistir. Orhan da o köyü kendisine vermisti. Alaeddin Bey, Kükürtlü'de bir

tekke yapti. Bursa'da Kaplica kapisina girilecek yerde kale içinde bir mescid,

kapidan yukariya dogru ikinci bir mescid ve yaninda evler yaptirdi. Kendisi de

orada sakin oldu. Alaeddin Bey, Orhan döneminde vefat ederek Bursa'da babasi

Osman Bey'in türbesine defn edilmistir. Görüldügü gibi Alaeddin Ali Bey, Bursa

ve çevresinde vakiflar tesis etmek suretiyle birçok hayir islerinde de

bulunmustur. Alaeddin Bey'in ogullari daha sonralari ellerindeki yerler ve

babalarinin vakiflarini idare ederek hayatlarini

sürdürmüslerdir.

Osman Gazi'nin diger ogullarindan yalniz

Pazarlu Bey'in Iznik muhasarasi ve Pelakanon (Darica civan) muharebesinde

bulundugu kayd edilmektedir.

Osman Bey'in Çocuklari

- Melik Bey

- Fatma

- Hamid Bey

- Orhan Bey

- Alaeddin Bey

- Çoban Bey

- Pazarlu Bey

Kaynak: Osmanli tarihi

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


OSMAN GAZI VE BEYLIK

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler OSMAN GAZI VE BEYLIK Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Güçlü bir komutan oldugu kadar sabirli ve olgun bir idareci idi. Yaninda çalisanlar, kendisine karsi büyük saygi gösterirlerdi. En zorba kimseler bile onun huzurunda saygi ile hareket ederlerdi. O, kuvvet ve zenginlikten ziyade adalete daha çok önem veren, güçlü bir ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 07:30 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.