Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Öğretici Bilgiler

Uyarılar

I. MURAD (DÖNEMI)

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler I. MURAD (DÖNEMI) Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Osmanli tarihinde Murad Hüdâvendigâr ve Gâzi Hünkâr adlari ile anilip söhret kazanan bu hükümdar, Orhan Gazi'nin 6 oglundan yas itibari ile dördüncüsüdür. Latin kaynaklarinda Amurad adi ile anilir. Annesi, Yarhisar tekfurunun kizi Nilüfer Hatun'dur. Daha önce de belirtildigine göre dogumu ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi

I. MURAD (DÖNEMI)

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 12:58 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart I. MURAD (DÖNEMI)

Osmanli tarihinde Murad Hüdâvendigâr

ve Gâzi Hünkâr adlari ile anilip söhret kazanan bu hükümdar, Orhan Gazi'nin 6

oglundan yas itibari ile dördüncüsüdür. Latin kaynaklarinda Amurad adi ile

anilir.

Annesi, Yarhisar tekfurunun kizi

Nilüfer Hatun'dur. Daha önce de belirtildigine göre dogumu 1326 senesidir. Ana

bir kardesi olan Süleyman Pasa'nin ölümü üzerine o tarihlerde 36 veya 37

yaslarinda bulunan Murad, ahiler ve komutanlarin karari ile Bursa'ya davet

edilerek hükümdar ilan edilmistir. Bazi kitâbe ve eserlerde Meliku'l-Âdil

el-Gâzi es-Sultan Giyasu'd-Dünya ve'd-Din Ebu'l-Feth, Sihabu'd-Din gibi

ünvanlari tasidigi da görülmektedir.

Ordu ile milletin göz bebegi

durumunda bulunan ve çok sevilen Sehzade Süleyman'in ölümü üzerine, veliahd olup

babasinin tahtina geçen Murad, veliahd olarak yetistirilmemis olmasina ragmen

hükümdarlik sorumluluklarini devr alirken tereddüt ve saskinliga düsmeden yerine

siki basip oturmustu. Çünkü o, babasinin vefatindan önce Rumeli'de esas

kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya'da gerçeklestirdigi fetihlerle ün

kazandigi gibi idare ve yönetim isinde de pismisti. O, Bizans'a karsi yapilan

fütuhat ve kazanilan zaferlerin temsilcisi durumunda idi. Bu sebeple de devlet

islerinde büyük bir nüfuza sahip olan ahi ve gazilerin destegini alarak tahta

geçti. Tahta geçince, babasinin Trakya'da izlemekte oldugu fetih siyasetini

devam ettirmek istiyordu. onun, Rumeli'deki harp sahasindan ayrilip Bursa'ya

gelmesi üzerine Bizans kuvvetleri taarruza geçerek Türklerin elinde bulunan

Burgaz, Çorlu ve Malkara'yi geri alip, Türk kuvvetlerini sahile dogru çekilmeye

mecbur ettiler. Bunun üzerine Sultan Murad, Rumeli'ye dönmek isterken Asya'da

meydana gelen olaylar yüzünden Avrupa'daki tasavvurlarini geciktirmek zorunda

kaldi.

ANKARA'NIN

YENIDEN ZAPTI


Anadolu Selçuklu Devleti'nin ortadan

kalkmasindan sonra bu devletin mirasçilari durumunda bulunan on bey arasinda

kendisini en kuvvetli hisseden Karaman Beyi olmustu. Bu bey, Osmanlilarin her an

artmakta olan güçlerinin kendisi için tehlike meydana getirdigini sezip

Osmanlilarin son tesebbüslerinden de endiselenince onlara karsi ahiler ile

Eretna Beyi'ni kiskirtmaya basladi.

Ankara, daha önce Sivas ve Kayseri

bölgesinin hükümdari olan Alaeddin Eretna'ya ait iken, onun ölümünden sonra 1354

yilinda Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa tarafindan zapt edilerek Osmanli

topraklarina katilmisti. Orhan Gazi'nin vefati üzerine Karamanoglu ile Sivas

hükümdari Giyaseddin Mehmed'in tesvikleri ile Ankara ahileri, sehirdeki Osmanli

muhafizlarini kovarak daha önceki beylerinin idare ve yönetimine döndüler.

Devamli olarak Ankara'yi kendi beyliginin hakimiyeti altinda kabul eden Eretna

Beyi, Karamanogullarinin tesvikiyle tekrar Ankara'ya hakim duruma

gelmisti.

Sultan Murad, hem Rumeli hem de

Anadolu'da meydana gelen bu tehlikeli durumda ne yapilmasi gerektigi hususunda

ulema ve devlet erkâni ile istisarede bulundu. Tehlikeli bir durum arzeden

kardesler ve Ankara probleminin çözümü için karar ve fetva aldi. Bunun üzerine

Sultan I. Murad Lala Sahin Pasa'yi Rumeli'de kaymakam birakip 25 bin askerle

Ankara üzerine yürüdü. Bu esnada Eretna Beyligi'nin idaresinden memnun olmayan

sehir halki ve ahiler, mukavemet etmeden sultani törenle karsilayarak ona

hediyeler takdim ettiler. Böylece sehir yeniden Osmanli hakimiyetine geçmis

oldu.

Hoca Saadeddin Efendi, Ankara'nin

yeniden zaptini anlatirken enteresan bazi noktalara da temas eder.

Karamanlilarin ortaligi karistirmak için Ermenilerle de is birligi yaptigini ve

Müslüman halka zulmetmek üzere anlastiklarini anlatarak söyle der:

Sultan Murad, Allah'in yardim ve

keremi eseri olarak sahlik tahtina oturunca ilk isi halkin ve askerlerin

ihtiyaçlarini görmek ve Hz. Peygamber'in seriatini yerine getirmek olmustur.

Böylece halkin dileklerini yoluna koyduktan sonra Rumeli yakasinda olan

askerlerin, baslarinda bir komutan ve serdarin bulunmamasi yüzünden sikinti

içinde olduklarini ve keremli padisahlarinin yolunu gözlediklerini bildiginden,

cihad niyetiyle ülkeler feth etmek üzere o tarafa yönelmisti. Anadolu'da ise

bazi hukkam ve mulûk, sikak ve nifak üzre ittifak meslegine sülûk edüp hususa

valiyan-i Karaman ve Ermeniye-i sugra (Karaman idarecileri ve Küçük Ermenistan)

ve civarlarinda olan bazi kötü niyetli beylerin baslica emelleri Osmanli

topragini yagmalamak oldugundan hünkârin Gelibolu'ya yöneldigini ögrenince bir

araya gelip bazi kararlar ve gizli tedbirler almakta kusur etmemislerdi. Sonu

ayrilik ve fesad olacak bu düsünce ile and içip el baglamislar. Ayrica çevredeki

kâfir hükümdarlara da kararlarini duyurmuslardi. Böylece Islâm ülkelerini

yagmalamak, Müslümanlara zarar ve ziyanda bulunmak için, Seytan'in bu takimi ile

gönül ve dil birligi etmislerdi. Böylece Islâm'in geregini bir kenara birakip

müsrik ve kin ehli ile is birligi edip bütün Osmanli ülkesini çarpip yakmak

konusunda anlasmislardi. Bunun için de bazi bölgelere (hudud boylari) saldirarak

Bursa ve Iznik üzerine yürümeye kalkismislardi. Durum, melekler ordusunun sahi

olan sultanin esigine iletilince din bilginlerini ve isleri yöneten fukahayi

toplamis, onlara amacimiz ve emelimiz dinimize destek olmak kâfirler ve

münafiklarla cihad et (Kur'an, et-Tevbe 73) emrine uymaktir. Bu emirdeki siraya

uyarak önce kâfirlerin fitnesini def etmek, yaramazlarin zararina son vermek

için bu diyara gelmistik. Fakat simdi kulagimiza Karaman beylerinin

çevrelerindeki azgin topluluklarla birlikte Islâm ülkelerini yagmalamak

konusunda is birligi ettikleri, bazi bölgeleri yakip yiktiktan sonra Iznik ve

Bursa üstüne düstükleri haberi geldi. Bu nifak takiminin büyük ülkeme yaklasmis

olduklari su sirada zararlarini ortadan kaldirmaya, saçtiklari fitne atesini

söndürmeye çalismazsak, Islâm ülkeleri harap, halk ve köylüler de berbat

olurlar. Hal böyle olunca ulemanin fetvasi ve akil sahibi kisilerin görüsleri

nedir diye sormustu. Faziletli kisiler topluca, tehlikenin def edilmesi isinin

öne alinmasindan yana görüs bildirdiler. Münafiklarin ortaya çikardiklari

karisikligin aradan giderilmesinin önemini belirttiler. Bunun üzerine Gâzi

Hüdâvendigâr da ulemanin fetvasini bayrak ve rehber edinerek Anadolu yakasina

geçti. Zaferleri tasiyan askerleri ile Karaman beylerini ülkesinden çikarip

sinir boyunu tutmak için Ankara kalesini kusatti. Bu arada ol nifak ehli ile is

birligi eden bazi yaramazlari ve kötü yolun yolcularini yakalayip, bunlara

katilanlar veya onlardan umut bekleyenler kirilip dökülünceye kadar kovaladi.

Ankara'ya sahib olan istiklâl davasina düserek bu kaleyi ve çevresini ele

geçiren Ahi adini tasiyan cemaat, adalet issi Sultan Murad Han Gazi'nin yüce

kuvvetini ve erisilmez gücünü görünce direnmeye imkân olmadigini anlamislar,

hediye ve armaganlar derleyip padisahlara has peskeslerle sultanin otagina

gelmisler, boyun egdiklerini bildirip kalenin anahtarlarini teslim etmislerdi.

Onlarin bu tutumu padisahlik merhametine, sahlik yüceligine uygun düstügünden

tamami devlet hizmetine alindilar. Kale ile hisarin korunmasi için asker ve

dizdar birakildiktan sonra yakin çevrede bulunan bazi kaleler de yöneticilerinin

elinden alinarak Osmanli ülkesine katildi. Bu güzel sehir, yani Ankara pek çok

geliri olan bir beldedir. Tarim ürünleri yaninda zirh yapimiyla da taninmistir.

Ayrica yün, moher ve daha baska nefis kumaslar burada dokunurdu. Bunlar, Iran,

Arabistan, Bizans ve Prenk diyarina yollanirdi.

O dönemlerin, büyük ölçüde tarim ve

hayvanciliga dayali gelismis ekonomisi ile temayüz eden Ankara, birçok devlet ve

beyligin dikkatlerini üzerinde topluyordu. Bunun içindir ki Ankara'dan

bahsederken Hammer de söyle söyleyecektir:

Iskender'in, Küçük Asya'daki

fetihlerinin kuzey noktasi olan bu sehir, Hilafetin ve Bizans Imparatorlugu'nun

yükselis çaglarinda Amuryum (Anamur) gibi, Kostantiniyye (Istanbul) ve Islâm

hükümdarlari arasinda sürekli bir çekisme konusu idi. Harun Resid ile Me'mun

Ankara'yi feth ettiler.

Harun Resid, Dogu Roma Imparatorlugu

arazisi üzerindeki zaferinin hatirasini ebedilestirmek için Ankara'nin muhtesem

iki kapi kanadini Bagdad'a nakl ettirdi. Ankara'nin elde bulunmasi, Murad için

önemli idi. Zira Orta Asya ticaretinin merkezi, Suriye ve Ermenistan'dan Türkiye

ve Kilikya sahillerine giden yollarin merkez noktasi idi. Küçük Asya'nin en

zengin vilayetlerinden biri olan Ankara, eski çaglarda yagli kuyruklu koyun

sürüleri, uzun ve yumusak tüylü keçileri ile meshur oldugu gibi zamanimizda dahi

örtüleri, yünleri, bina harçlarinin saglamligi, otuz alti çesidi sayilan

armutlarinin lezzeti, elmalari, üzümleri gibi meyveleri de az söhretli degildir.

Ayas sulari da kaplica olmak ve içilmek için en sifali sulardir. Keza Ankara,

pehlivan yetistirmek ve ibadethaneleri ile de söhret kazanmistir.

SULTAN MURAD'IN

TESKILATÇILIGI


Murad Hüdavendigâr, Ankara'yi alip

Karaman beyi tarafindan yapilan kiskirtmalarin sebep oldugu karisikliklari da

bastirdiktan sonra gözlerini Avrupa'ya çevirdi. Bu arada Sultan Murad, zamanin

gerektirdigi bazi yeni kanun ve tesislere de bas vurmaktan geri kalmiyordu.

Nitekim kendisinden önce bir sefere baslamadan evvel o çagda en büyük ve mertebe

bakimindan en yüksek sayilan taht merkezi olan Bursa kadiliginin, ordu kadiligi

ile birlestirilmesini emr eder. Böylece ilk defa kadiaskerlik müessesesi

dogmus oldu. Böyle bir müessesenin teskiline de ihtiyaç vardi. Çünkü daha önce

her sefere çikista rütbesi en yüksek olan taht kenti kadisi, seferlerde

anlasmazliklari çözer, askerlerin törelere göre nizam içinde hareket etmelerine

bakardi. Murad zamaninda asker sayisinda meydana gelen büyük artis, böyle bir

makamin ihdasina ihtiyaç gösterdi. Savasta ve barista islerin yürütülmesi,

anlasmazliklarin giderilmesi, her türlü özel durumlarin incelenmesi ve terekenin

hesaplanmasi görevlerinin kadiaskerlere birakilmasi uygun görüldü. Böylece bu

göreve getirilen kimse, asker olan ve olmayan idareciler üzerinde üstün bir

kontrol hakkina sahip bulunacaktir. O siralarda Bursa Kadisi olan Çandarli

(Cendereli) Kara Halil Hayreddin Pasa en selahiyetli kisilerden ve kadilarin en

ulularindan oldugu için bu göreve getirilmis oldu.

Sultan Murad, zaman ve sartlarin

gerektirdigi yenilikleri yapma ve tedbirlere bas vurmaktan çekinmiyordu.

Gerçekten, atalari en büyük çocuklarini ordulara komutan tayin ederek onlari

beylerbeyi sifati ile ülkeler zapt etmeye gönderiyorlardi. Sultan Murad'in,

delikanlilik çagina gelmis oglunun bulunmamasindan dolayi en kidemli beylerden

ve saltanatin temel direklerinden olan Lala Sahin Bey'in, asker ve ordunun

tertibi, savas araçlarinin saglanmasi için beylerbeyilik görevi ile basa

geçirilmesi uygun görülmüstü. Bundan sonra o, deniz kenarinda, sayisiz askerin

karsi tarafa geçisini saglayacak gemiler yaptirmakla da

görevlendirildi.

Hammer, Beylerbeyligin, hanedanin

disindan birine verilmesini daha degisik bir açidan degerlendirerek söyle

der:

Lala Sahin, beylerbeyi ünvaniyla

Osmanli ordularina bas komutan oldu. Beylerbeyi me'muriyeti Ayni zamanda

vezirlik görevini de içine almaktadir önceki padisahlar zamaninda onlarin en

yakin akrabasina veya büyük ogullarina verilirdi. Nasil ki Orhan'in biraderi

Alaeddin ve ondan sonra oglu Süleyman'in bu iki hizmeti idare ettiklerini

görmüstük. Murad, bu sistemde bir karisiklik ve saltanat için bir tehlike

sezerek bundan sonra ogullarini müsavere meclisine kabul etmemek ve asker bas

komutanligini yabancilara tevdi' etmek suretiyle eski usûlü bozdu. Hükümete yeni

bir güven veren bu sistem, Birinci Murad'dan sonra gelenler tarafindan da

degistirilmemis ve ona uyulmustur.

SULTAN

MURAD'IN RUMELI SIYASETI

Lala Sahin Pasa'nin orduyu toplamasi

ve askerî hazirliklarin yapilmasindan sonra Rummeli yakasina geçildi. Padisah

ilk önce kardesi Süleyman Pasa'nin mezarini ziyaret edip onun adina ve sevabi

ona ait olmak üzere sadaka dagitmisti. Sultan Murad bununla da yetinmeyerek onun

adina vakiflar tesis etmisti. Bundan sonra hükümdar cihad için yoluna devam

etmisti. Ilk önce Gelibolu'dan fazla uzakta bulunmayan ve Elespon üzerinde

kurulmus olan Bontos kalesi kusatildi. Kale tekfuru böyle sayisiz ve heybetli

bir ordunun karsisinda tutunamayacagini anlayip kaleyi teslim eyledi. Bundan

sonra da Çorlu üzerine yürüyen Sultan Murad, orayi da fethederek yeniden ele

geçirdi. Daha önce belirtildigi gibi Edirne'ye varip orayi da fetheden Murad

Hüdavendigâr, artik Balkanlar'da yerlesmek, mekan tutmak ve orayi yurt edinmek

üzere buraya yerlesir.

Bilindigi gibi Edirne, Meriç, Tunca

ve Arda nehirlerinin kavsak noktasinda bulunmaktadir. Bu bakimdan buranin

gülsuyu ve gülyagi Misir ve Iran'dakilerle boy ölçüsecek bir durumdaydi. Sabunu,

Suriye sabunlarini, sekerlemeleri Konya'ninkileri aratmazdi. Yerinin ve halkinin

güzelligi dillere destandi. Osmanlilar, burayi Cenab-i Hak tarafindan özellikle

korunan ve medeniyetçe pek ileri bir sehir saymislardir. Burasi sehri süsleyen

yapilar, saraylar, çarsilar, camiler, okullar ve köprüler bakimindan pek çok

seyyahin dikkatini çekmekteydi.

Gerçekten de Edirne, askerlik,

siyaset ve ticaret münasebetleri bakimindan sahip oldugu stratejik mevkii

dolayisiyla Osmanli padisahlarinin taht merkezi olmaya degerdi. Bununla beraber

Sultan Murad, ikametgah olarak Dimetoka'yi seçmis ve orada bir saray

yaptirmisti. Sultan Murad'in, Edirne yerine Dimetoka'yi seçmesinin sebebi, o

dönemde Dimetoka'nin daha bayindir ve mamur olmasi ile sarayinin Edirne'dekine

göre daha iyi olmasi olarak gösterilmektedir. Padisah, Beylerbeyi Lala Sahin

Pasa'nin Edirne'de oturmasini ve Kuzey Trakya'da fetihlere devam etmesini

istemisti. Bu arada Evrenos da bu bölgenin güneyinde Gümülcine ve Vardar gibi

yerleri aldi. Bu iki sehirde Evrenos'un hatirasi, sadece bunlari feth etmis

oldugu için degil, fakat birçok cami ile kervansaray yaptirdigi ve onlar için

yeteri kadar tahsisat bagladigi için de sakli kalmistir. Lala Sahin'e gelince o,

zafer sancaklarini Balkan eteklerine kadar ulastirmis ve en önemli yerlerden

olup Belgrad'a kadar bütün memlekete pirinç vermekte olan iki Zagra (Eski ve

Yeni) ile Filibe'yi almistir. Lala Sahin de Evrenos gibi Osmanli ülkesine

kattigi sehirlere ziynet veren ihtisamli yapilarla adini yasatmistir. Bunlar

arasinda Filibe'de iki ok atimi uzunlugunda ve iki arabanin yanyana geçebilecegi

bir tas köprü anilabilir.

Lala Sahin Pasa'nin, Zagra'yi feth

etmesinden sonra Osmanlilarin eline pek çok esir düsmüstü. Esir sayisi o kadar

artmisti ki, bir adamin degeri yüz yirmi bes akça gibi çok az sayilabilecek bir

meblaga düsürmüstü. Hoca Saadeddin Efendi, gerek bu dönem ve gerekse önceki

dönemde ortaya çikan Pencik vergisi" hakkinda bilgiler verir. Buna göre

Karaman'da dogan fakih Kara Rüstem, Karaman'dan Sultan Birinci Murad'in yanina

gelir. Elde edilen diger ganimetlerin taksiminde olan uygulamanin esirler

konusunda uygulanmadigini ve seriatin emr ettigi beste bir vergi ödemenin

yapilmadigini görür. Bunun üzerine hemen devrin kadiaskeri olan Çandarli Kara

Halil'in huzuruna çikip diger ganimetlerden alindigi gibi esirlerden de beste

bir hissenin devlet için alinmasi gerektigini söyler. Çandarli Halil'in, durumu

Sultan'a arz etmesi üzerine o da Kur'an ve Sünnetin gereginin yerine

getirilmesini ister. Durumun takdiri için toplanan bir hey'et, her esir için 125

akça fiyat takdir eder. Bu fiyatin beste biri olan 25 akçanin pencik (humus)

vergisi olarak devlet adina alinmasina, bu isin tedviri için de Kara Rüstem'in

memur edilmesine karar verir.

Sultan Murad, Edirne'den Bursa'ya

dönünce komsu hükümdarlara Edirne'nin feth edildigine dair fetihnameler

gönderdi. Bunlardan birinin örnegi Feridun Bey Münseati (I, 93)'te

verilmektedir.

BALKANLAR'DA

OSMANLILAR'A KARSI KURULAN ILK ITTIFAK VE SIRP SINDIGI SAVASI


Osmanlilar, ele geçirdikleri yerlerde

teskilât kurup arazi islerini tanzim etmeye çalisirlarken, Sirp ve Bulgarlar da

Edirne ile Filibe'nin geri alinmasi için faaliyetlerde bulunup papa vasitasiyle

Avrupa'yi harekete geçirmek istiyorlardi. 1364 yilinda Filibe'yi Osmanlilara

teslim ederek ailesi ile birlikte Sirbistan'a gitmis olan Rum kale komutani,

Sirbistan krali besinci Uros'a bas vurarak Türk kuvvetlerinin azligindan bahis

ile onu Osmanlilar aleyhine kiskirtir. Sayet simdi bu isin üzerine ciddiyetle

varilmaz ve göz yumulacak olursa vaziyetin ileride çok daha vahim olacagini

bildirir. Bundan baska Papa V. Urban'in tesviki ile Macar Krali Layos basta

olmak üzere Bulgar, Sirp, Eflak ve Bizanslilar arasinda bir ittifak saglanir.

Balkanlar üzerinde bir nüfuz kurmak isteyen Macar Krali, bu ittifak neticesinde

Osmanlilara karsi yapilan sefere bizzat istirak eder. Müttefik kuvvetlerin,

Türkleri Balkanlardan atmak için Meriç vadisi boyunca Edirne'ye dogru yürümesi

üzerine Edirne'de bulunan Lala Sahin Pasa, bu tehlikeli durum karsisinda derhal

Bursa'da bulunan Sultan I. Murad'a haber göndererek yardim ister. O, bununla da

kalmayarak, maiyyetindeki komutanlardan Haci Ilbeyi'ni de 10.000 kisilik bir

kuvvetle ileri gönderir. Haci Ilbeyi, müttefikler Meriç nehrini geçtikten sonra

onlara yetisebilmisti.

Haci Ilbeyi, Meriç nehrini geçen ve

kendilerine mukabele edilmedigi için pervasizca hareket eden düsmanin gaflet ve

sarhoslugundan istifade edip cesurane bir karar verir. Haci Ilbeyi 10.000

kisilik akinci kûvveti ile gece yarisi düsman ordugâhina üç koldan baskin yapar.

Asil büyük Türk ordusunun kendilerini bastigini zanneden Haçlilar, büyük bir

bozguna ugradilar. Bir kismi kirildi, bir kismi da Meriç'te boguldu. Gün

dogarken kalabalik düsman ordusunun imha edilmeyen döküntüleri kendilerini Meriç

nehrine zor attilar. Bunlardan büyük bir kismi da nehirde boguldu. Macar krali

Layos ise canini zor kurtardi. Rivayete göre bu kurtulusunu devamli olarak

boynuna asili vaziyette üzerinde tasidigi Meryem'in tasvirine haml ettigi için

memleketine döndügünde bir sükrane isareti olarak onun adina bir kilise

yaptirmisti.

Osmanli tarihlerinde Sirp Sindigi,

yabanci tarihlerinde ise Meriç veya Çirmen muharebesi diye bildirilen bu zafer

ile Edirne ve Bati Trakya daha da emniyet altina alindi. Meriç nehri ise tamamen

Osmanli kontrolüne girdi. Bu savasla Avrupa'da Osmanlilara karsi yapilan

müsterek bir mukavemete büyük bir darbe indirildi. Sirp Sindigi savasi ile

Türklerin Rumelide sür'atle ilerlemeleri saglandi. Bu sayede, Bosna'da oldugu

gibi Balkan devletleri üzerinde de hakimiyet tesis etmek isteyen Macarlarin

nüfuzu kirilmis oldu.

Macarlarla Türkleri ilk defa karsi

karsiya getiren bu savas, düsmanda öyle bir korku izi birakmistir ki, Hammer'in

ifadesiyle bu korkuyu ancak Hunyad (Kazikli Voyvoda) gibi birisi onu izale

edebilmistir.

Osmanlilarin, Balkanlardaki basarisi,

Papa'yi yeni bir ittifak kurulmasi arayis ve tesebbüsüne sevk etti. Bizans

Imparatoru, Macar Krali ve Italya'daki prenslerle is birligi yapmaya çalisan

Papa, Türklere karsi Haçli seferi açildigini bildiren bir bildiri yayinladi.

Ancak buna tek ciddi cevap, Savoy Dükü U. Amadeo'dan geldi. Amadeo'ya bagli bir

filo, 1366 yilinda

Gelibolu'yu ele geçirip tekrar

Bizanslilara verdi. Fakat bu sirada Türkler, Trakya bölgesine, durumun

kendilerini pek etkilemeyecegi kadar yerlesmislerdi. Zaten kisa bir süre sonra

Gelibolu tekrar alinacakti.

Sultan Murad, müttefik düsman

kuvvetlerinin Edirne üzerine geldikleri haberini alinca derhal kuvvetlerini

toplayip yola koyuldu. Fakat daha önce yol üzerinde bulunan ve icabinda

Rumeli'den dönerken korsan gemileri ile kendilerini tehdid edecek olan ve

Katalan'larin elinde bulunan Biga'yi bizzat kendisi karadan, Edincik ve

Gelibolu'dan getirttigi donanma da denizden muhasara etmisti. Böylece hem

denizden hem de karadan kusatma altina alinan Biga zapt edilmisti. Biga'nin

fethi esnasinda Sirp Sindigi zaferinin haberi gelmisti. Sultan buna çok sevinmis

ve Allah'a hamd etmisti. Sultan Murad, Biga'daki evlerin gazilere taksim

edilmesi ve kiliselerin cami haline getirilmesini de emr etmisti. Biga'nin

fethinden sonra Bursa'ya dönen Sultan Murad, Sirp Sindigi muzafferiyetinin

sükranesi olarak Bilecik'te bir cami. Yenisehir'de bir imâret ve Gazi Erenlerden

Postin pus Baba'ya bir tekke; Bursa hisarinda bir cami ile Çekirge'de bir

imâret, medrese, kaplica ve han yaptirmisti. Sultan Murad'in yaptirdigi bu hayir

isleri ile ilgili olarak vakfiyesinden ögrendigimize göre o, bütün bunlari

ahiret azigi olarak insa ettirmis ve bunlara vakiflar tahsis

etmistir.

Anlasildigi kadari ile Osmanlilar,

Trakya'da kazandiklari bu Sirp Sindigi zaferi ile gururlanip gevsemediler.

Gerçek gayeleri, Balkanlar'da yerlesip yurt tutmak oldugundan bu Haçli seferi

kendilerini ikaz ettigi için arkadan gelecek olan tehlikelere karsi daha çok

hazirlikli bulunmayi gerektiren tedbirleri almaktan geri kalmadilar. Muharebe ve

dönemin siyasî olaylari icabi 1365 yilinda devlet merkezini Bursa'dan Edirne'ye

nakl ettiren Sultan Murad, kilicini yeniden kinindan çikarmak lazim geldigini

anlamisti. Zira barut kokusunu yakindan almaya baslayan Hiristiyanlik âlemi,

artik kendileri için ortaya çikan bu tehlikenin farkina varmis bulunuyordu. Bu

sebeple Haçli seferlerini bir daha denemek isteyeceklerdi. Merkezin, Edirne'ye

nakl edilmesinden sonra bu yeni taht sehri, saray, cami, medrese, imâret gibi

hayir eserleri ile dolduruldu.

SÜNNET DÜGÜNÜ ve

BURSA'DAKI HAYIR ESERLERI


Sultan Murad, Avrupa'da fetihlere

devam etmek üzere Bursa'dan hareket etmeden önce üç sehzadesi Bâyezid, Yakub ve

Savci'nin sünnet dügünlerini yapti. Gerek bu dügün gerekse Bursa'da yapilan

eserler hakkinda Hoca Saadeddin, su bilgileri vermektedir:

îhsan ve lütfu bol olan padisah,

sapiklik yapilarini tek tek yikarak ülkeler feth ederken bütün puthaneleri viran

eylemisti. Ama bundan sonra hayir yapilarini onarmak ve faydali binalari

arttirmak gayesiyle bütün gayretlerini sarf etmisti. Iyilik yapmak, adaletle

hüküm sürmek, halki koruyacak tedbirleri almaya devam etmek ve Hz. Peygamberin

sünnetini yüceltmek için elinden geleni yapiyordu.

Tahtkent Bursa'da nüfus o kadar

çogalmisti ki, cami ve mescidleri artirmak, imâret ve ibadethaneleri yeniden ele

almak gerekiyordu. Çevre ülkelerde, güzel yaradilisli padisahin adaleti, ihsani

ve basarili olanlari yükselttigi duyulmus oldugundan faziletli insanlar

padisahin, otagini ziyarete heveslenmislerdi. Taninmis bilginlerin artisi ve

kerem sahibi kisilerin çogalmasi her gün biraz daha kendini hissettirdiginden,

gelip gidenleri agirlamak bu makamin sahibine aid olmakla ve geçmis

hükümdarlarin tutumlari da dikkate alinarak âlimler ve fazilet sahibi kimseler

için konaklayacaklari binalari yaptirmak da ona düsmüstü. Ilmin yayilmasi

yolunda medrese ve egitim müesseseleri insa ettirilmesini öngördükleri kadar,

temiz inançlari ve saf duygulan ile her zaman âbid, zâhid ve sâlih kisilerden,

mesayih ve irsad sahiplerinden (mürsid) dilekleri oldugundan bu gibilere,

yurtlarindan ayri düsenlere (garib), fakir ve zavallilara oturacaklari yerlerin

yapilmasini da buyurmustu.

Anlatildigina göre bu mutlu günlerde

Istanbul tekfuru, Yalova sahillerini yagmalamak ve Islâm topraklarina zarar

vermek için bir kaç gemi ile asker göndermeye cesaret etmisti. Ama Allah'in

yardimi, Islâm askerlerine siper olmus, böylece bu saskin gürûh (kalabalik)

çevrilip yok edilmisti. Bu savasta ele geçirilenler arasinda bazi sanatkârlar da

bulunuyordu. Öbür ganimetlerle birlikte bunlar da baglanarak padisahin otagina

gönderilmislerdi. Bunlar içinde bir de becerikli ve hüner sahibi bir mimarin

bulundugu anlasilinca hükümdar onu azad ederek yaptirilan hayir binalarina mimar

ve usta basi tayin etmisti. Hükümdar, sarayin karsisina derhal bir cami

yapilmasini emr etti. 767 (M. 1365) yilinda bu hayirli ise baslandi. Sehrin arka

yakasinda hâlâ Kaplica adi ile bilinen temizlik ve güzelligi ile övülen bir

hamam yaptirdi. Bunun yani basinda da bir imâret ve misafirhane ile mescid,

mescidin üst katinda medrese ve ögrenci hücreleri insa ettirdi. Gerçekte bu iki

cami de deger ve yapi bakimindan yerlerini bulmuslardir. Sofa ve eyvanlarinin

genisligi, sütun ve kemerlerinin yapisi, iman ve inanan açik belgeleri olarak

gözükür. Tamamlandiklari günden zamanimiza kadar sabahin ilk isiklarinin

dogusundan uykuya çekilen ana kadar genis alanlarinda farz ve nafile namazlar

eda olunur. Zikir ve tesbihler edilir. Yine Bursa'da, Gökdere'nin su taksim

yerinde bulunan mescid de bu Gazi Hünkâr'in hayir eseridir. Ayrica Bilecik'te

bir mescid, Yeni sehirde ise Postin pus demekle söhret bulmus olan dervis için

de bir hankah yaptirmistir. Bunlara benzer daha nice yapilari vardir.

Padisahlik burcunun yildizlan, devlet

gögünün pariltilari olan sehzadeleri ki her biri birer çinar gibiydiler. Yani

bunlarin Bayezid Han, Yakub çelebi ve Savci Bey'in Hz. Peygamber'in sünneti

geregince sünnet edilmeleri, ülkeler sahibi sultanin arzusu olmakla saltanat

otaginda el baglamis kisiler, dügün hazirliklarini yapmak ve gereken tertibati

almakla görevlendirildi.

Sözü edilen yilin ilk baharinda,

çiçeklerin açtigi demde sevinç ve nes'e içinde öyle güzel dügün ve dernek edildi

ki, bu gök kubbe, altin bir sahan gibi parlayan günes ve gümüs tabagi andiran

ay'la donatildigindan beri, mislini görmemis. Isabetli tedbirler alan kisiler de

benzerine rastlamamisti. Dernek kurulup davet edilenler yerlerini alinca

sehzadelerin sünnet edilmeleri buyrulmustu. Ondan sonra seyhlere, bilginlere

kiymetli hil'atler ve hediyeler verildi. Fakir ve fukara da kurulan sofralarda

doyuruldu. En sonunda davetliler, kiymetli armaganlarini, sayisiz hediyelerini

kerem sahibi sahin otagina sundular.

BALKANLAR'DA

YENI FETIHLER


Sultan Murad, Bursa'dan Rumeli'ye

geçip Bolonya zaferini kazandiktan sonra Edirne'ye dönmüs ve kisi orada

geçirmisti. Bu esnada Vezir-i azam Çandarli Hayreddin Pasa'yi, Rumeli'nin bati

yakasinda bulunan Borlu, Iskete (Iskeçe) ve Marolya kalelerini almak üzere

buralara göndermisti. Evrenos Bey de Çandarli'nin idaresine verilmisti. Çünkü

Evrenos Bey bu bölgeyi iyi taniyan bir kimse idi. Gümülcine'ye geldikleri zaman

Hayreddin Pasa'nin bu sehirde kalmasi uygun görülerek Evrenos Bey, öbür beylerle

birlikte Borlu ve Iskeçe üzerine yürüdü. Aldigi güzel tedbirlerle bu ülkeyi ele

geçirip, halkini da yurtlarinda birakti. Kalelere de isi bilen ve durumu

kavrayacak olan erleri yerlestirdikten sonra Marolya kalesine geldi. Marolya

aslinda bir kadin olup adi geçen kalenin sahibi idi. Bu kadin, Serez hakiminin

de akrabasi idi. Marolya, Serez'den yardim taleb etti. Oradan gelecek yardima

güvendigi için baslangiçta direndi. Yigitçe savasti. Bu yüzden savas uzadi.

Sonra Serez'den yardim gelmeyecegini anlayinca baris istemek zorunda kalip,

kaleyi teslim etti. Sahibinin bir kadin olmasindan dolayi, daha sonra buraya

Avrathisari dendi.

Marolya kusatmasi devam ederken

Sultan Murad, Serez üzerine de Deli Balaban adinda gözü pek bir yigidi

göndermisti. Deli Balaban, Serez'i kusatma altina aldigi için Marolya'ya yardim

gelmemisti. Sultan Murad, Balaban'a yardim etmek üzere Lala Sahin komutasinda

kalabalik bir birlik gönderdi. Lala Sahin önce Kavala kalesine yüklenmis burayi

bir hamlede zapt ederek gümüs madenlerini ele geçirmisti. Oradan da Drama

kalesine yönelmis ve kaleyi kisa bir zaman içinde feth etmisti. Oradan da

Zihne'yi ele geçirmisti. Halka karsi yumusak davranmis, herkesi kendi topraginda

birakarak onlarin, sultanin adaletinden hosnud olmalarini saglamaya çalismisti.

Bu sekildeki tutum ve davranisin bir sonucu olarak Serez kalesine de baris yolu

ile girilmisti. Ondan sonra da Karaferye kalesinin halkini zimmîlik hukukuna

tabi kilacagina inandirip söz verdikten sonra almisti. Feth edilen kalelerin

bakim, onarim ve korunmasi islerini tamamladiktan sonra 776 (1374/1375)

tarihinde toplanan ganimetlerle birlikte Sultan Murad'in yanina döndü. Sultan,

bu kadar ganimeti ve ülkeleri kendisine baris eden Allah'a hamd ettikten sonra

Bursa'ya dogru harekete geçmek istiyordu. Tam bu sirada Sirplarin kendi

topraklarina hücum etmek gayesiyle büyük bir ordu ile harekete geçmek üzere

olduklari haberini aldi. Bunun üzerine Sultan Murad, kalabalik bir ordu

hazirlayarak büyük oglu Yildirim Bayezid'i otaginda birakarak Gelibolu'ya gitti.

Oradan da hiç vakit kayb etmeden Sirp diyarina yöneldi. Sirbistan hükümdari,

Islâm askerinin kalabalik oldugunu görünce, dizginlerini kaçis yönüne çevirerek

hazine ve kiymetli esyalarini kalelere koyup, ekili araziyi yaktirip zahireyi

yok ettikten sonra kaçip gitmisti. Ülkenin halki da daglara çekilerek memleketi

hos birakmisti. Ülkenin bos ve ekinlerin yakilmis olmasindan dolayi askerler bir

kitlikla karsi karsiya kaldilar. Dört ay kadar süren bu hareketin sonunda

Semendire yakininda bulunan Nis kalesinin feth edilmesine karar verilir.

Bizans'in en müstahkem dört mevkiinden biri ve Trakya, Sirp ve Panuni arasindaki

ulasim noktalarinin merkezi olan Nis üzerine yürüyen Sultan Murad, zorlu ve

kanli bir mücadele ile burayi ancak 25 gün sonra feth edebildi. Hoca

Saadeddin'in ifadesine göre kalenin saglamligina güvenen kâfir, O yörenin bütün

malini bu kalede saklamisti. Buradan bir çok mal ve esir ganimet olarak alindi.

Böylece ordudaki kitlik da giderilmis oldu. Büyük Konstantin'in dogum yeri olan

Nis'in Osmanlilarin eline geçtiginin duyulmasi üzerine Lazar baris istemek

zorunda kaldi. Hammer'in ifadesine göre her sene Padisaha bin libre gümüs

göndermek istegi yerine getirildi. Hoca Saadeddin ise bu konuda söyle der:

Padisah'a layik hediyeler ve armaganlarla elçi gönderip, kulluklarini bildirip

kapiya kabul edilmelerini diledi. Üç yillik harac çikartip cihan hakiminin

otagina sundu. Ayrica her yil elli okka gümüs göndermeyi de kabul etti. Bundan

sonra Nis kalesi ile çevresinin korunmasi için tedbirler alindi. Bu arada harp

ve sefer yorgunlugundan gücünü yitirmis olan gazilere yurtlarina dönme izni

verildi.

Sultan Murad, ayni yil Sisman ile de

baris yapti. Çünkü Sisman, Sultan Murad'a birçok hediye takdim etmis, bunun

karsiliginda da sultan onu diger hükümdarlardan daha üstün tutmus, onu tekrar

ülkesinin hakimi olarak yerinde birakmisti. Sadece her seferde padisahtan

gelecek emre göre hazir olmasi gerektigi yolunda kendisine bir ferman

verilmisti. Hammer, Sisman (Sosmanos)'in, vergi vermekten kurtulmak için kizini

Sultan Murad'a verdigini belirtir.

Sonunda Avrupa'da baris kurulmustu.

Orhan'in oglu (Sultan Murad), bütün yorgunluklarini bir kenara atip artik

dinlenebilirdi. Kisi, yeni devlet merkezi olan Edirne'de geçirdi. Murad,

üzüntüsüz, kedersiz ve savassiz alti yil içinde devletin iç isleri ile ugrasti.

Ordu teskilâti düzeltildi. Sipahilerin timar usûlü ve bir nevi ulastirma askeri

olan Voynuklarin kurulusu, mükemmel ve olgun duruma getirildi. Askerî

malikâneler (yurtluk)in timar ve zeâmete bölünmesi, bazi kurallara baglandi.

Islâm'in diger sancaklarindan ayird edilmek üzere sipahi sancaklari için kirmizi

renk seçildi. Hz. Peygamber, alemi (sancak) için günes rengini (sanyi)

begenmisti. Fâtimîler zemin (yesil), Emevîler gündüz (beyaz), Abbasîler gece

(siyah) renkleri almislardi. Osmanlilar da kan rengini kabul ettiler, Iran'da

sofiler tarafindan o kadar saygi görmüs olan gök mavisi, birçok asirdan beri

Bizans sarayinin ve devletin seçkin memurlarinin begendikleri renkti. Osmanlilar

zamaninda bu renge hiç ragbet gösterilmedigi gibi mavi, Mûsevîlerin pabuç ve

serpuslarina tahsis edilmistir. Voynuk teskilati, padisahin tebeasindan olan

hiristiyanlardan meydana gelmis bir asker grubu idi ki, seferlerde bayagi

hizmetlerde kullaniliyorlardi. Ahirlari temizlemek, atlarin bakimi ve arabalari

sürmek bunlarin isi idi. Bu hizmetlerinden dolayi bunlar her türlü vergiden muaf

idiler. Osmanli sancaklarinin renginin tanzimi, askerî malikânelerin islahi,

voynuklarin tesisi gibi önemli kuruluslar, savasin sonuna dogru vefat eden Lala

Sahin'in ölümü üzerine beylerbeyi seçilen Timurtas'in himmeti ile

olmustu.

ÇIRMEN

ZAFERI


Osmanlilarin Balkanlardaki fetihleri,

kisa bir zaman diliminde gerçeklesmisti. Bir bakima 10 yil içinde Gelibolu'dan

Sirbisbtan'a kadar gelinmis, Adriyatik Denizi'ne kadar nüfuz ve tesir sahasi

kurulmustu. Avrupa, Osmanlilara karsi U. Haçli seferini tertipleyerek Sirp

Sindigindan 7 yil sonra tekrar talihini denemek istedi. Bununla beraber bu defa

ki kuvvetlerinin eskiye göre biraz daha az oldugu, esas ve temel kuvvetlerin

Sirplar tarafindan teskil edildigi anlasilmaktadir. Tarihte Ikinci Meriç veya

Çirmen savasi diye anilan bu muharebede Sirp Krali Vukasin ile kardesi veliahd

prens Uglesa maktul düsmüslerdi. Eflak (Romanya) prensi ise kaçmisti. Savasin bu

sekilde sonuçlanmasi üzerine Sirbistan'da hanedan ve iktidar degismisti. 26

Eylül 1371'de kazanilan bu zaferle, Osmanlilar için Makedonya'nin kapilari

açilmisti. Eski idarecilerinin tahakkümünden bikan halk, buralarda yeni bir

sistem ve adalet anlayisi getiren Osmanlilari bekliyordu. Zira Sirp ve

Bulgarlarin idaresi Bizans'inkinden de kötü idi.

Bu muharebe neticesinde Gazi Evrenos

kuvvetleri tarafindan ikinci defa elde edilen Gümülcine'den baska Borla, Iskeçe

ve Marolye; Kadiaskerlikten vezirlige yükseltilmis bulunan Kara Halil Hayreddin

Pasa tarafindan da Kavala, Drama, Zihne ile Makedonya, Sirp kralliginin mühim

sehirlerinden olan Serez ve daha sonra Karaferye zapt edildi.

Sultan I. Murad, Serez ve havalisine

Anadolu'dan asiretleri getirip yerlestirmisti. Osmanli Devleti'nin bu iskân

politikasi, kurulustan itibaren devam etmekteydi. Osmanli Devleti, kurulus

devrinde konar-göçer Türk asiretlerini yeni alinan bölgelerin Türlestirilmesinde

kullandigi gibi, yerlesik ahaliye nazaran savasçi vasiflari, bir disiplin ve

teskilât içinde olmalari sebebiyle de anlari fethedilen bu bölgelere nakl

etmistir. Nitekim Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda asiretlerin Rumeli'ye

geçirilip iskân edilmelerinde, feth edilen topraklardan kaçan halkin yerini

doldurmak gayesi de kismen rol oynamistir. Bu kabil iskan hareketleri, kurulus

devrinde devletin sik sik müracaat ettigi sürgün usulü ile yapilmakta idi.

Bunlarin yanisira sonradan Rumeli'den de Anadolu'ya insan topluluklari

nakledilmistir. Osmanlilar'in daha Rumeli'ye geçtikleri andan itibaren Türk

topluluklarinin buraya nakledildikleri bilinmektedir. Türk topluluklarinin

Rumeli'ye nakledilmeleri sirasinda, devlet tarafindan kendilerine zengin

topraklar vermek, bütün akrabalari ile geçecek olanlara ise yurtluk, toprak ve

timar gibi imtiyazlar tanimak suretiyle mühaceret tesvik edilmistir. Bu durum,

fütuhati tesvik amaci tasidigi kadar, memleketin senlendirilmesi ve iskani

gayesini de tasimaktaydi.

Çirmen zaferinden faydalanan Türk

akincilari, bir taraftan Adriyatik sahillerini, diger taraftan Yunanistan'a

inerek Attika yarimadasini taradilar. Bu sekilde Osmanli Devleti'nin tesir

sahasi, hemen hemen bütün Balkanlari içine alan bir genislige ulasti.

Çirmen zaferinin meyveleri derhal

toplanmaya baslandi. Bunun için

Sultan Murad, Rumeli fütûhati plânini

emin, metin ve seri adimlarla gerçeklestirmeye çalisiyordu. Bu plânin iyi bir

sekilde uygulanabilmesi için de gerekli tesebbüslerde bulunuluyordu. Nitekim bu

maksatla Evrenos Bey, uc olarak kabul edilen Serez'i kendisine merkez yapti.

Fakat daha sonra Bizans Imparâtorunun oglu olan Selanik valisi Manuel, Serez'i

ele geçirmek için bir ayaklanma tertipledi ise de bu ayaklanma vezir Halil

Hayreddin Pasa tarafindan bastirilmisti.

Bütün bu muvaffakiyetlerden sonra

Osmanli kuvvetleri, Vardar nehri vadilerine girerken karsilarinda durabilecek

bir kuvvet kalmamisti. Böylece bir buçuk veya iki sene gibi, harp ve devletler

tarihi için çok az denebilecek bir sürede Vardar'in dogusundaki yerler Osmanli

hakimiyeti altina girmisti. Bu esnada akinci kuvvetleri de Balkan yarimadasinin

batisina dogru akinlarina baslamislardi.

Bulgar Krali Sisman ile Makedonya

Sirp Krali'nin Samakov'da birlikte maglup olduktan sonra Köstendil'in elden

çikmasi beklenen bir hadise idi. Hammer'in ifadesine göre, birçok kaplicasi,

hasmetli kubbelerle örtülü on iki kükürtlü suyu, sehrin her tarafina içilecek su

dagitan kanallari ve dagdan inen irmaklarla sulanan bahçeleri ile taninan

Köstendil, ayni zamanda yakinlarinda altin ve gümüsten para basilan bir yer

olmasi bakimindan da dikkat çekerdi. 1372 yilinda Köstendil ile çevresi feth

edilerek burada bulunan Bulgar Prensi Çariçe Evdokia'nin oglu Kostantin, her

türlü vergiden muaf olma karsiliginda sehrin (Köstendil) anahtarini Sultan

Murad'a teslim etti. Böylece Kostantin, Osmanli hakimiyetini kabul ile vergi ve

gerektiginde asker vermeyi taahhud etti. Hoca Saadeddin, Köstendil'in fethi ile

ilgili olarak sunlari söyler:

Adaleti ile ülkeleri tutan padisah,

Allah'in verdigi destek ile açilan bahtini degerlendirerek cihad töresini

sürdürmek ve yeni ülkeler zapt eylemek için bütün tedbirlerini almis

bulunuyordu. Devletin gelismesi ile kendi öz benliginde yeni fetihlerin ve

özlenen basarilarin belirmis olmasi, onu cihad sancaklarini açma yolunda bütün

gayret ve himmetiyle çalismaya yöneltmisti. Rumeli uclarinda cihad yolunda

ugrasan iyi niyetli beylerin, ülkeler feth eden padisahi çagirmalari üzerine 773

(M. 1372) yilinin baharinda büyük bir ordu ile tekrar Rumeli yakasina geçti. Ilk

is olarak Lala Sahin'in Köstendil bölgesinde almis oldugu yerleri korumak ve

geride kalan topraklar üzerinde kendi bayraklarini açmak için bu bölgeye hareket

etti.

Köstendil tekfuru olan Konstantin,

ülkesinin genisligi ve ordusunun kalabalikligi ile çevrede taninmis, Bulgar

diyarinin hükümdari, altin ve gümüs madenlerinin bulundugu bölgelerin de hâkimi

olmakla söhret yapmisti. Gücünün üstünlügüne gururlanarak çevresindeki mulûke

itaat etmez bagimsizlik arzusu kara kafasindan çikmazdi. Ama ülkeler açan

padisahin heybeti yüregine tesir etmekle onun üstün gücü ve kudreti ile kendi

ülkesine dogru gelisi, devlet ve ikbal ile üzerine yürüyüse geçtigi haberi

kulagina ulasinca, yenilecegini anlamis ye boyun egme yolunu tutmasi gerektigini

kavramisti. Bunun için Kostantin, padisahi kendisine layik hediyeler ve degerli

armaganlarla karsiladi. Sahip oldugu kalelerin anahtarlarini teslim ederek

kulluk yolunda gerekenleri yerine getirdi. Böylece padisahin iltifatini

kazanmakla sevindi. Ödeyecegi cizye ve harac ta tesbit edildikten sonra

memleketini yönetme görevinin kendisine verildigini bildiren fermani aldi.

Zamanin hükümdari da bu basaridan sonra tekrar Bursa'ya döndü.

Osmanlilarin, Makedonya'yi feth

ederek Köstendil'e gelmeleri Yukari Sirbistan despotu Lazar Grebliyanoviç'i,

Sultan Murad'la anlasmaya zorladi. Lazar, Osmanlilara vergi ile birlikte asker

vermeyi de kabul ediyordu. Bu sekilde kral, prens ve despotlarin hakimiyetini

taniyarak vergi ve gerektigi zaman muharebelerde yardimci kuvvet vermeleri genis

ölçüde fetihlerde bulunan Türk devleti için büyük faydalar ve basarilar temin

etti.

PADISAHIN

RUMELIYE TEKRAR DÖNÜSÜ


Sultan Murad, Bursa'da bulundugu

sirada 774 (1373) yilinda Vize sancak beyi Sirmerd Bey'den bir haber almisti. Bu

haberde, Bizans Imparatoru'nun asker göndererek Vize çevresini yagmalamaya ve

halka zarar vermeye kalkistigi, ayrica kaleyi almaya yeltendigi bildiriliyordu.

Bu istihbarat üzerine hükümdar, derhal ordunun toplanmasini emr ederek sür'atle

Gelibolu'dan karsi tarafa geçti. Kuvvetlerini Malkara'da topladi. Lala Sahin,

Evrenos Bey ve diger beyler, Malkara'da padisaha iltihak ettiler. Askerin bir

kismini Ipsala civarindaki Ferecik kalesinin zaptina gönderip kendisi de Çatalca

taraflarina yürüyerek Incegiz ve Çatalburgaz kalelerini aldi. Çatalburgaz

hakimi, Incegiz hâkiminin akibetini ögrenmis bulundugundan hisari Sultan Murad'a

teslim etti. Bu sebeple de hükümdarin ihsanlarina mazhar oldu.

Tam bu esnada Lala Sahin Pasa'nin da

Ferecik kalesini aldigi haberi geldi. Bu haberden kisa bir müddet sonra bizzat

Lala Sahin Pasa bir çok mal ve ganimetle padisahin otagina geldi. Sultan,

buradan Incegiz yöresinde bulunan Bolonya (Apolonya) kalesini almak üzere

hareket etti. Burada on bes gün kadar bir savas oldu. Buna ragmen kale bir türlü

düsmüyordu. Sultan, bu kadar önemsiz bir kale ile vakit kayb etmeye

degmeyecegini düsünmüs olmali ki, kusatmayi devam ettirmek için orada küçük bir

kuvvet birakip oradan ayrilmaya karar vermek üzere iken kale duvarlarindan

birinin yikilmak üzere oldugunu ögrenir. Bunun üzerine Padisah, Lala Sahin

Pasa'yi hemen kale üzerine gönderir o da orayi feth eder. Zengin ganimetlerle

hükümdarin otagina dönen Pasa, kale halkini yer ve yurtlarinda

birakmisti.

Sultan Murad, Bolonya kalesinin

duvarlarinin yikilmak üzere oldugu haberini aldigi zaman bir çinar agacina

dayanmakta idi. Bu agaç, o zamandan beri ugurlu Çinar diye anilir oldu. Fakat

Hoca Saadeddin bunun çinar degil kavak oldugunu ve kendisine Devletlû Kavak

dendigini belirtir ki, hükümdarin dolastigi yesil çayirlik ifadesi de bunun

kavak olacagini göstermektedir.

Osmanli Tarihi, Üsküf adi verilen

islemeli külahlarin ilk defa kullanilmasini bu muharebe sonunda ulasilan zafer

ve Bolonya'nin fethine baglar. Altin tellerle islenen bu külahlar Kapi kullarina

tahsis edilmistir. Rivayetler bu olayin söyle gerçeklestigini belirtirler:

Kaleyi kusatanlar, pekçok altin ve gümüs ganimetlerle Bolonya'dan çekildikleri

sirada hükümdar, askerlerinden birinin basina ve külahinin altina bir tas koymus

oldugunu fakat bunu tamamiyla gizleyemedigini görmüs. Bunun üzerine o askeri

huzuruna çagirarak beste biri hazineye ait olan degerli bir seyi gizlemeye

çalismasini ayiplar. Hoca Saadeddin Efendi bu hadiseyi anlatirken söyle der:

Sipahi, padisahin keremine ve ulu tutumuna güvendiginden lütuf ve ihsaninin

genisligine, himmetinin bolluguna inandigindan gizledigi sirri açikladi ve

kaptirmak korkusuyla sakladigi tasi meydana çikardi. Sonra söyle

dedi:

Sahimin devleti, ben, yoluna toprak

olana bu sevinç külahini giydirmekle mutlu kilmistir. Onu baskasinin elinden

kurtarmak için böyle yaptim demisti. Bu açik sözler, bas taci edilecek bu

dogruluk, o kiymetli tac kadar degerli davranis, keremli olmayi seven sah,

yüceler yücesi padisah katinda deger bulmus, kerem dolu yeller lütûf denizlerini

dalgalandirmis ve o altin taci (tas) anilan gaziye armagan etmesine sebep

olmustu. Padisah, tasi askere biraktiktan sonra bunun bir hatirasi olmak üzere

de muhafizlari ile subaylarinin bundan böyle sirma islemeli külah giymelerini

emretti. Sultan Murad'in elbisesi satafatli degildi. O zamana kadar Germiyan

fabrikalarinda yapilmis kumaslardan kirmizi renkli kaftan ve cübbe giyerdi.

Basina da yine ayni bölgede islenmis beyaz renkte ince bir bez sarardi. Fakat

sonradan bu basligini degistirmisti.

Tarihlerde verilen bu bilgilerin

dogrulugunu tesbit, biraz zor görünmektedir. Hoca Saadeddin'in ifadesine göre

muhtemelen o kilik kiyafet o günlerde yayilmis olabilir. Üsküfün, Gazi Süleyman

Pasa'nin bir bulusu oldugu kesindir.

Osmanli akinlari Rumeli'de devam

ederken padisah, devletin iç ve dis siyasetini belli bir ölçü dahilinde tarassut

ediyordu. Padisahin uyanik ve keskin bakisi, gerek Anadolu, gerek Bizans ve

Balkanlarin siyasî ve ictimaî düzensizligini, avucunun içi kadar açik görüyor,

onun için de çapraz menfaatlerin ugras meydani olan Rumeli cografyasini tepeden

inme bir müdahale ile önce siyasî ve askerî mânâda ele geçirmek sonra da ictimaî

ve medenî alanda yeni bir nizama tabi tutmak zaruretini hissediyordu.

Bu dönemde Orta Avrupa olsun,

Balkanlar olsun, birbirlerini disleyen, kemirip kanini içen düsman unsurlarin

kaynasip çarpistigi bir sel yatagi haline gelmisti. Hele gittikçe kabugunun

içine büzülen Bizans Imparatorlugunda, debdebe ve tesrifattan ibaret kalmis

ülkesiz bir imparator vardi ki, bir yandan Osmanlilara boyun egerken, bir yandan

da o bitip tükenmez iç kavgalari, kanli didismeleri vahset ve zulüm aliskanligi

tarihî ve an'anevî dekoru içinde bütün dehsetiyle devam etmekte bulunuyordu.

Baska bir ifade ile Bizans kötü idare ediliyordu. Nitekim tarihçi Dukas,

Imparator Ioannis Paleologos'u su cümlelerle tavsif ederken bir hakikata parmak

basmis oluyordu.

Imparator Ioannis, budala idi.

Yalniz kadinlarin güzel veya çirkin olup olmadiklarini ve kimin karisi

bulundugunu ve nasil ele geçirecegini bilirdi. Diger hususat için memleketi

gelisi güzel idare ederdi.

BALKANLAR'DAKI

FETIHLER


Sirp Sindigi zaferinden sonra

Balkanlar'daki uc bölgelerini sag, orta ve sol kanatlara bölen Sultan Murad, üç

koldan fetih hareketlerini baslatti.

Sag kanat yani dogu sinir bölgesi

dogrudan dogruya Sultan Murad'in kendi komutasi altinda idi. Sol kanat yani bati

bölgesi komutani Evrenos Bey, orta kol komutani ise Kara Timurtas Pasa

idi.

1365 yilinda Dalmaçya kiyilarinin

güneyindeki Dubrovnik (Raguza) Cumhuriyeti, Osmanli himayesini kabul eden bir

muahede imzaladi. Ticaretle ugrasan bu küçük Slav cumhuriyetinin ileriyi

görebilmesi, onun asirlarca devam edecek olan hayatini garanti altina almasina

sebep olmustu. Osmanlilar, yillik vergi karsiliginda bu devletçigin iç islerine

karismadiklari gibi onu ortadan kaldirip ilga da etmediler. Dubrovnik'in himaye

altina alinmasi ile Türkler, Adriyatik denizine dayanmis oluyorlardi. Halbuki bu

esnada daha Akdeniz'e çikmamislardi.

Gümülcine'yi ikamet merkezi olarak

seçen Gazi Evrenos Bey, Sirp Sindigi'dan kisa bir müddet sonra Serez'i zapt

etmisti. Fakat henüz Drama ile Kavala, Bizans'in idaresinde idi.

Sultan Murad, Sirp Krali Stefan

Dusan'in ölümünden sonra Bulgar Prensi Ivan Aleksandr tarafindan alinan

Trakya'nin Karadeniz kiyilarini denetimi altina aldi. Böylece Bizans'in Avrupa

ile olan son karayolu bagi da kesildi. Bizans Imparatoru bu duruma bir çare

bulabilmek için Roma'ya gitti. Dört kardinal huzurunda ve Saint Plerre

Kilisesi'nde Ortodoks mezhebinin sapikliklarindan tevbe ve istigfar edip Latin

Kilisesi'nin (Katolik) evladi oldu. Buna karsilik olarak da Papa, Bati

dünyasindan kendisi için büyük ölçüde yardim temin edecegi vaadinde

bulundu.

Fakat bu merasim, sahsî menfaatlerin

disinda samimi bir alis veris degildi. Bunun en belirgin delili ise Imparator'un

Bizans'a döndügü zaman, gittiginden daha da eli bos kalmasi ve ümid ettigi

yardimdan bir zerre dahi bulamamasi idi. 1369'da Roma'da resmen Katolik olan

Imparator, Istanbul'a döner dönmez tekrar Ortodoks mezhebine döndü. Böyle siyasî

manevralar ile padisahin itimadini da büsbütün kayb eden Bizans Imparatoru, daha

da zebun ve çaresiz kalmis bulunuyordu.

Bu asirlarda Ortodoks ve Katolik

mezhepleri arasinda münaferet ve çekisme o dereceye varmisti ki, bir Ortodoks,

Türk idaresini Katolik idareye tercih ediyordu. Katolikler için de durum bundan

pek farkli degildi.

1367'de Kara Ali Bey oglu Timurtas

Pasa, Tunca üzerindeki Yanbolu'yu, Lala Sahin Pasa ise Samakov'u aldi. Samakov,

Sofya'nin 50 km. kadar güneydogusunda idi. Sultan Murad da 1368'de Hayrabolu'yu,

1369 yilinda Kirkkilise (Kirklareli), Pinarhisar ve Vize'yi Bizanslilardan geri

aldi. Buralar daha önce feth edilmis olmalarina ragmen bir ara Bizans tarafindan

tekrar isgal edilmislerdi. Bölgenin bu önemli sehirlerinin yeniden Osmanlilarin

idaresine geçmesi üzerine, Bizans'in elinde Trakya'da fazla bir sey

kalmadi.

Tuna nehrinden Rodop Balkanlarina

kadar orta ve güney Bulgaristan ile Osmanli fetihlerinden önce de kismen

Trakya'ya sahip olan Bulgar Krali Yuvan Sisman, Osmanlilarla basa çikamayacagini

anlayinca onlarla baris antlasmasi yapti. Böylece Osmanli himayesini benimsedigi

gibi vergi vermeyi de kabul etmek zorunda kaldi. Bu arada Kral Sisman,

kizkardesi prenses Marya'yi da Sultan Murad'la evlendirmek suretiyle akrabalik

tesis etmek ve bu sayede Osmanlilarin gücünden de istifade etmek istiyordu.

Gerçekten de Sisman, kendisine muhalefet edip Macarlari Vidin'e sokmus olan

kardesi Stratisimir'e karsi Murad'la Ulahlardan yardim alarak Vidin üzerine

gitmisse de muvaffak olamadi. Bu siralarda Türklerin, Bulgaristan fütuhati devam

etmeye kararli görünüyordu. Bu durumu gören ve daha önce devlet merkezi olan

Tirnova'ya gelmis olan Bulgar Krali Sisman, Sirbistan Krali ile anlasarak

birlikte Osmanlilar üzerine hücum etmeyi kararlastirdilar. Lala Sahin Pasa, bu

orduyu perisan etti. Bu Çamurlu meydan muharebesi ile Kuzey Bulgaristan kapilari

da Türkler'e açilmis oldu.

SULTAN MURAD'lN

ANADOLU SIYASETI ve YILDIRIM BÂYEZID'IN EVLENMESI


Birinci Murad'in, savas günlerinde

oldugu gibi baris zamanlarinda da yegâne emeli, Avrupa ve Asya'da fetihleri

devam edip sinirlarini genisletmekti. Bu sebeple o, Rumeli'deki hâkimiyetini

saglamlastirirken, Anadolu birligini saglamak gayesiyle de buradaki beylikleri

de topraklarina katma siyaseti güdüyordu. Fakat bunu gerçeklestirmek için

Anadolu'daki beyliklerle çatismaya girmemeye ve barisçi bir siyaset takip etmeye

azamî dikkati gösteriyordu: Bu siyaseti büyük bir maharetle uygulayan Sultan

Murad, Karaman ogullarinin tehdid ve tazyiki karsisinda Osmanlilara dayanmak

ihtiyacini duyan Germiyan oglu Süleyman Sah (1361-1387)'in arzusu üzerine oglu

Bayezid'i, Süleyman Sah'in kizi Devlet Hatun ile evlendirdi. Tarihî

kaynaklarimizda uzun uzadiya anlatilan ve hakkinda teferruatli bilgi verilen bu

evlilik, Süleyman Sah'in arzusu üzerine olmustu. Buna göre Süleyman Sah, oglu

II. Yakub Bey'i yanina çagirip kendilerinin ve memleketlerinin Karamanlilardan

korunmasinin güç oldugunu, bu yüzden Osmanlilar ile yakinlik kurmayi

düsündügünü, bunun için de kizi Devlet Hatun'u Murad'in oglu Bâyezid'e vermeyi

düsündügünü söylemisti. Yakub Bey, yasli babasinin bu teklif ve arzusunu kabul

etmis olmali ki, Sultan Murad'a, Ishak Fakih adinda saygi deger bir kisi ile

Germiyan ülkesinin bazi ileri gelenlerini elçilikle görevlendirip

gönderirler.

Her ne kadar Hammer, Bu sebeple

büyük oglu Yildirim Bâyezid'e komsusu Germiyan hâkiminin kizini almak istedi. Bu

evlilik, padisahin arzularina pek uygun düsüyordu. Çünkü genç prenses çeyiz

olarak kocasina babasinin en güzel yerlerini getiriyordu diyorsa da o günün

sartlari ve gittikçe yildizi parlayan Osmanlilarin durumu düsünülünce bu

teklifin bizzat Germiyan Beyi Süleyman Sah'tan gelmis olmasi yadirganmamalidir.

Bununla beraber bu meselenin daha önce gayri resmî olarak görüsülüp konusuldugu,

ancak her iki tarafin arzusunun açikça ortaya konmasi üzerine erkek tarafi

olarak ilk resmî tesebbüsün Sultan Murad'dan geldigini düsünebiliriz.

Germiyan Beyi Süleyman Sah'in

elçisini, Edirne'de kabul eden Sultan Murad, onun getirdigi kiymetli hediyeleri

kabul ettikten ve onu ülkesine gönderdikten sonra dügün hazirliklarina baslamak

üzere kendisi de Bursa'ya gelir. Ilk is olarak bu mutlu ve neseli dügüne

katilmak için Müslüman hükamdar ve beylere davetiyeler götürmek üzere elçiler

gönderir.

Hicrî 783 (1381) yilinda gerçeklesen

bu dügünle ilgili olarak kaynaklar, su ortak bilgileri vermektedirler: Murad ,

kizi istemek üzere Kütahya'ya Bursa kadisi Hoca Mahmud Efendi, Kapi kullarindan

Emir-i âlem Aksungur Aga, Samsa Çavus'un oglu Çavusbasi Demirhan, Yildirim

Bâyezid'in dadisi ile Kadi Mahmud Efendi'nin ve Aksungur'un eslerini

(zevcelerini) gönderdi. Süleyman Sah da Cemaleddin Ishak Fakih'i bir heyetle I.

Murad'a gönderdi. Ishak Fakih bu heyetle giderken yaninda pek çok hediyeler de

götürmüstü. Bu hediyelerin içinde meshur Germiyan atlari, Denizli bezleri, altin

ve gümüs gibi gayet kiymetli esya bulunuyordu. Her iki taraf da kendi

memleketlerinde tantanali bir sekilde dügün yapmislardi. Murad'in Bursa'da

yaptigi dügün hakkinda kaynaklarda bir hayli bilgi bulunmaktadir. Bu bilgi

sayesinde o günün örf, adet, kültür ve folkloru hakkinda önemli sayilacak

malumata sahip oluyoruz. Bu da bize dönemin ekonomik, sosyal ve siyasî

vaziyetini gösterme bakimindan önem tasimaktadir. Buna göre dügün söyle

olmustur:

Hazirliklar tamamlandi. Etrafin

beylerine davetçiler gönderdiler. Karamanoglu, Hamidoglu, Menteseoglu,

Saruhanoglu, Kastamonu'da Isfendiyar ve Misir Sultanini davet ettiler. Kendi

ülkesindeki sancak beylerini de çagirdilar. Evrenos Gazi'yi de davet ettiler.

Ondan sonra dügüne basladilar. Etrafin elçileri geldiler. Beylerden hediyeler

getirdiler. Iyi atlar, katarla develer ve fevkalade seyler getirdiler. Herkes

âdet üzre hediyesini verdi. Herkes mertebesine göre yerli yerinde oturdu. Misir

Sultani'nin elçisi dahi gel-di. O da hediyesini (saçu) takdim etti. Ona bütün

elçilerin üstünde yer gösterdiler, oturdu. Bunlar, tamam olup oturduktan sonra

izin verildi. Kendi sancak beyleri geldi. Hepsi mertebesine göre hediyelerini

arz ettiler. Evrenos Gazi'nin hediyeleri ileri geldi. Yüz kul ve yüz kizoglan

cariye. On oglanin elinde içi flori dolu on gümüs tepsi. Ve on oglanin elinde

dahi on altin tepsi ve seksenin elinde gümüs ibrik ve gümüs masrapa. Elhasil

bunlarin her birinin eli bos degildi. Bütün etraftan gelen elçiler hayrette

kaldilar ki, bu hanin bir kulu böyle büyük hediyelerle geldi. Murad Han Gazi gör

ki neylese gerektir? Evrenos Beyin getirdigi kullan, karavaslari (câriye)

etraftan gelen bu elçilere taksim etti. Etrafin elçilerinin getirdigi atlari da

Evrenos'a verdi. Gelen paradan bir kismini da Evrenos'a verdi. Kalanini bilgin

ve yoksullara dagitti. Kendisine bir sey birakmadi.

Bu dügün kim Murad Han etti

kardas

Yayildi sofralar döküldü çok

as

Bir ay tamam yenildi

nimetler

Fakir ü gani vü hem yedi

evbas.

Sultan Murad, gelini almak üzere

Bursa kadisi Hoca Efendi'yi, Sancaktari Aksungur'u, Samsa Çavus'un oglu

Çavusbasi Demirhan'i, kadi efendi ile sancaktarin eslerini ve Yildirim'in

dadisini bin kisiden fazla bir birlikle Kütahya'ya gönderdi. Sultanin

temsilcileri Kütahya'ya yaklasinca Germiyanoglu Süleyman Sah, ülkesinin ileri

gelenlerini karsilayici olarak göndererek agirlamada, ikram ve iltifatta

bulunmus, gereken saygiyi eksiksiz yerine getirmisti. Misafirlerin her birini

durumlarina göre bir konaga indirmis ve herkesin degerine göre uygun yerler

göstermisti. Bu suretle ziyafetler çekilmis, ev sahipliginin gerektirdigi bütün

görevler hakkiyla yerine getirilmisti. Bundan sonra da dügün ve nikah

törenlerine baslandi. Nikah, ser'-i serif üzere kiyildi. Nikahtan sonra kizini

gelin olarak veren Süleyman Sah, çeyiz olarak sunulan Kütahya, Simav, Egrigöz

(Emet) ve Tavsanli'nin devir tarihini de belirterek Çasnigirbasi Pasacik Aga'yi

da yanlarina vererek gönderdi. Aksungur Aga, teslim alinacak kalelerin muhafaza

tedbirlerini aldiktan sonra hep birlikte padisahin otagina (Bursa) dogru yola

koyuldular. Bursa'ya yaklastiklari zaman devletin ileri gelenleri, padisahin

yakinlari ve davetliler, sevinç içinde onlari karsilayip sultanin sarayinda

harem dairesine indirdiler.

Gerçek gayesi, Rumeli fütuhatini daha

batilara götürmek olan Sultan Murad, bir taraftan bu plânini uygularken bir

taraftan da Anadolu'da birligi kurmaya gayret ediyordu. Bununla beraber mümkün

mertebe Anadolu'da savas yapmadan bunu gerçeklestirmek istiyordu. Zira

Anadolu'daki beyliklerin sakinleri de müslümandi. Bunun için de bazi tedbirlere

basvuruyor ve çareler düsünüyordu. Bu gayesinin gerçeklesmesi için akrabalik

tesisine gayret ediyordu. Nitekim Kütahya, Simav, Egrigöz (Emet) Ve Tavsanli'nin

Osmanli idaresine geçmesi bu akrabaliklardan biri vasitasi ile gerçeklesmistir

ki bu da, bir zamanlar babasi Orhan Gazi'ye kafa tutmus olan Germiyanoglu'nun,

daha önce pençelestigi adamin oglu ile hos geçinmekten baska çaresinin

olmadigini anlamasi ile mümkün olmustur. Germiyanoglu, er geç Osmanli hududlari

içine girmesi mukadder olan topraklarini pâdisaha, kizini da sehzâdesi Bâyezid'e

vermek suretiyle siyaset sahnesinden sessizce uzaklasmaya ve sakin bir hayat

yasamaya baslamisti.

Mükrimin Halil Bey, Osmanlilara

verilen yerler arasinda zikredilen Kütahya'nin, beyligin merkezi olmasi

hasebiyle verilemeyecegini ileri sürmekte ise de arsiv belgeleri, Kütahya'nin da

verildigini göstermektedir. Nitekim Süleyman Sah da buranin verilmesi üzerine

Kula'ya çekilmistir. Süleyman Sah, Karaman ogullarindan korunmak için beyligin

devaminin bu yolda mümkün olacagini görmüstür. 1381 yilinda yapilan dügün

dolayisiyla çeyiz olarak verilen bir kisim Germiyan topraginin tesbiti Tapu

Tahrir Defterlerinden de mümkün olmaktadir.

BAZI

SEHIRLERIN HAMID OGULLARI'NDAN SATIN ALINMASI

Anadolu Beylikleri arasinda padisahin

tasavvurlarini sezerek Germiyanoglunu takib eden Hamideli Emiri de Germiyan'la

Karaman arasindaki topraklarini satmak suretiyle hem izzet-i nefsini kurtarmis,

hem de boy ölçüsemeyecegi bir rakibin karsisinda haddini bilerek zararli

çikmamistir.Yildirim Bâyezid'in dügününün sonunda

misafirlerin dagilmasi esnasinda Murad Hüdavendigâr, Hamideli Beyi olan

Hüseyn'in elçisine Hoca Saadeddin'in dili ile Biraderim Hüseyin Bey'e bizden

selam edüp diyesin ki aramizda olan sevgi ve dostluk ve birlik geregi bir

iltimasimiz (istegimiz) vardir. Kabul ettigini bildiren cevabini ve bununla

ilgili haberi bekledigimizi bileler. Bundan sonra Karaman beylerinin kendi

ülkesine karsi iyi niyet ve dostluk beslemedigini, Karaman tarafinda,

Hamideli'ne bagli birçok kale, sinirlarimizin korunmasi bakimindan bize

gerekmektedir dedikten sonra o kalelerin usulünce satilip kendi mülkleri haline

getirilmesini ister. Bu sayede de ikisi arasinda (Osmanli-Hamideli) yeniden

kuvvetli dostluk baglan kurulmus olsun. Bu dönemde Hüseyin Bey de zaman zaman

Karamanlilarin saldirilarina ugramakta ve onlardan zarar görmekte idi. Simdi

Sultan Murad'in ne demek istedigini anlamis ve onun komsusu olmayi ister

olmustu. Fakat, kararlastirilmamis olan satis meselesi öylece duruyordu. Bu

esnada Sultan Murad, Kütahya'yi ziyaret etmek üzere yola çikmisti ki, Hamid eli

hakimi Hüseyin Bey, padisahin bu geziyi kendi ülkesini ele geçirmek için

tertipledigini sanarak biraz önce sözü edilen konuyu tekrar ele alarak padisaha

satma isine razi olduguna dair haber gönderdi. Bu haber padisaha ulasinca,

Beysehir, Seydisehir, Yalvaç, Karaagaç ve Isparta kalelerini satin almak üzere

temsilcisini göndererek bu kaleler için epeyce bir para (80000 altin) öder.

Hüseyin Bey, sözünden dönmeyerek anilan para karsiliginda isimleri zikr edilen

kaleleri satmaya karar verir. Sultanin temsilcisi ile kanunlara uygun olarak

Müslüman kadilarin imzalari ile satis akdi gerçeklesmis olur. Böylece bu

sehirler de Osmanli Devleti'nin idaresine girmis oldu. Bu sehirlerin Osmanli

idaresine girmesi ile Osmanlilarin Anadolu'daki varliklari daha iyi bir sekilde

hissedilmeye baslandi. 783 (M. 1381) tarihinde gerçeklesen bu satis

muamelesinden sonra Sultan Murad, adi geçen kalelere, kendi adamlarim

yerlestirerek oralari timar haline getirdikten sonra Bursa'ya tekrar

döner.

Görüldügü gibi Bâyezid'in evlenmesi,

Osmanli Devleti'ne genis ve zengin bazi topraklari baglamisti. Yine bu evlilik

törenleri esnasinda Hamideli hakimi Hüseyin Bey'den Karaman'a komsu olan alti

sehir alinmisti. Öyle anlasiliyor ki, Hüseyin Bey, baslangiçta buralari vermek

istememekteydi. Fakat padisahin gücü karsisinda duramayacagini anlayinca bu

sehirleri satmak zorunda kalmisti. Bu satis isinden sonra Anadolu'da Selçuklu

topraklarini bölüsen beyliklerden üçü, beyliklerinin Osmanli Devleti idaresine

girdigini görmüs oluyorlardi. Bunlar, Karesi, Germiyan ve Hamideli beylikleri

idi. Bunlardan ilki Orhan Gazi'nin fetihleri ile, ikincisi kizinin Bâyezid ile

evlenmesi ile, üçüncüsü de satisla olmustu.

OSMANLI-CANDAROGULLARI MÜNASEBETLERI

Candarogullari'nin, Osmanli

hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmasi, Anadolu birliginin kurulmasi

bakimindan atilmis önemli bir adimdir. Kastamonu, Sinop ve çevrelerinde bir

beylik kurmus olan Candarogullari, aslen Türkmen bir ailedendir. Beyligin

kurucusu Semseddin Yaman Candar'dir.

Osmanli Devleti'nin, Balkanlar'da

giristigi sistemli ve planli fetihlerden sonra Anadolu'da Germiyanogullari ile

Hamidogullari'na ait bazi yerlere sahip olmasi, Candarogullari tarafindan endise

ile karsilaniyordu. Candaroglu Beyi Kötürüm Bâyezid (Celaleddin Bâyezid Bey),

babasi Adil Bey'in vefati üzerine hükümdar olmustu. Çok sert ve hasin bir kimse

oldugu anlasilan Celaleddin Bey zamani, iç ve dis gaileler sebebiyle huzursuzluk

ve mücadeleler içinde geçmisti. Celaleddin Bey, memleketinin idaresini en çok

sevdigi oglu Iskender Bey'e vermeye mütemayildi. Bu durumu fark eden büyük oglu

Süleyman Sah, babasinin bu arzusuna içerleyerek kardesini öldürüp ortadan

kaldirmak için firsat kollamaya basladi. Bu firsati yakaladigi anda da kardesi

Iskender'i Öldürmüstü. Osmanli tarihlerinde Kötürüm Bâyezid diye anilan

Celaleddin Bâyezid'in sert ve hasin tavrini ortaya koymasi bakimindan, ehemmiyet

arz eden bir hadiseyi burada zikr etmek gerekir. O, oglu Iskender'i öldüren

büyük oglu Süleyman'in, biri kiz digeri erkek iki çocugunu, yani kendi

torunlarini öldürmekten çekinmemistir.

Gerçi Kötürüm Bâyezid, baslangiçta

Sultan I. Murad'a itaatini arz etmekle beraber, gittikçe büyüyen Osmanli

tehlikesi karsisinda yakin komsulari ile de iyi münasebetler kurmaya çalismakta

idi. Daha önce de temas edildigi gibi Kötürüm Bâyezid, tahtini küçük oglu

Iskender'e birakmak niyetinde idi. Fakat büyük oglu Süleyman, kardesi Iskender'i

öldürerek babasina isyan etmisti. Bu isyan esnasinda Süleyman, Osmanlilara

siginip onlardan yardim istemisti. Sultan I. Murad tarafindan bu yardim istegi

kabul edilmis olacak ki, Osmanli kuvvetleri Kötürüm Bâyezid üzerine harekete

geçmisti. Süleyman, Osmanli kuvvetleri ile Kastamonu'ya gelmis babasiyla harb

ederek onu Sinop'a siginmak zorunda birakmisti. Hicrî 785 (M. 1383) yilinda

cereyan eden bu hadise üzerine Candarogullari Beyligi, merkezleri Sinop ve

Kastamonu olmak üzere ikiye ayrilmisti. Bununla beraber Süleyman'in hükümdarligi

uzun sürmemisti. Durumu, Anadolu birligini saglamak bakimindan kendi hesabina

uygun gören Sultan Murad, Süleyman Pasa'yi tevkif ederek Candar Beyli'ginin

Kastamonu subesini ülkesine ilhak eder. Fakat Sultan Murad'in bu hareketi,

Süleyman Bey'e bagli olan Kastamonu halki tarafindan iyi karsilanmamistir. Bir

firsatini bulup Osmanlilarin hapsinden kaçan Süleyman Pasa, kendine bagli

taraftarlarini topladiginda Osmanli kuvvetleri Kastamonu'dan ayrilmaya mecbur

olmuslardi. Böylece Süleyman Pasa tekrar hükümdarligina kavusmus oldu. Fakat

durumu dikkatle izleyen Süleyman Pasa'nin babasi Kötürüm Bâyezid, Sinop'tan

gelerek Süleyman Pasa'yi firara mecbur etmisti. Süleyman Pasa, Sultan Murad'dan

tekrar yardim istedi. Sultan Murad, onu tekrar himayesi altina aldi. Sultan

Murad, bununla da yetinmeyerek onu Osmanli hanedanina damat yapti. Süleyman, bu

akrabalik ve himaye sayesinde Kastamonu'yu tekrar ele geçirdi. Bundan sonra

Osmanlilarla dost geçinen Süleyman, Osmanlilarin gerek Balkanlar'da gerekse

Beylikler üzerine yaptiklari seferlerde yardimci kuvvet göndermekten geri

kalmadi.

Görüldügü gibi, Osmanli hükümdari I.

Murad'in yardimiyla beyligini sürdüren Süleyman Pasa, Osmanlilarla dost geçindi.

Bu sebeple Birinci Kosova muharebesinde ve onu takiben Yildirim Bayezid'in

hükümdarliginin ilk senelerinde Anadolu beylerinin Osmanlilar aleyhine olan

hareketlerinde o, Bâyezid'e yardimda bulundu.

SEHZÂDE SAVCI

ISYANI

Osmanli tarihinde, ilk ciddi taht

kavgasi olarak gösterilen bu isyan hakkinda Osmanli ve Bizans tarihleri arasinda

farkli görüsler bulunmaktadir. Yeri, zamani ve hatta Savci Bey'in o zamanki yasi

hakkinda degisik görüsler bulunmasina ragmen bu olay, ileride meydana gelecek

olan ve kardes katline sebep olacak olaylara öncülük etmesi bakimindan önemli

bir olay olarak kabul edilmesi gerekir. Sultan Murad'in üç oglundan biri olan

Savci Bey'in, babasina karsi ayaklanmasi, Osmanlilari oldugu kadar Bizansi da

ilgilendiriyordu. Çünkü bu isyanda Bizans Imparatoru Ioannes'in büyük oglu

Andronikos da bulunmaktaydi. Zira imparator, Selanik valiliginde bulunan ikinci

oglu Manuel'i, saltanat ortagi yapmayi düsünmüstü. Böylece büyük oglu

Andronikos'un hakkini ondan daha küçük olan kardesine verecekti. Bu,

Andronikos'un kizmasina ve ondan intikam almasina sebep olmustu. Bu sebeple her

ne pahasina olursa olsun imparatorlugu ele geçirmeyi düsünüp firsat kolluyordu.

Bu firsat, babasinin kendisini vekil birakarak Sultan Murad ile birlikte bazi

âsi beyleri cezalandirmak üzere Anadolu'da bulundugu bir sirada ele geçmisti.

Tam bu esnada Sultan Murad'in, Edirne'de yerine vekil biraktigi Sehzâde Savci

ile birleserek babalarinin aleyhine bas kaldirdilar. Bu hadiseden haberdar olan

Sultan Murad, derhal Rumeli'ne geçerek Istanbul yakininda asi kuvvetleri bozguna

ugratir. Dimetoka'ya kaçan Savci'yi da yakalatarak gözlerine mil çektirir. Buna

karsilik Imparator Ioannes, istemeyerek de olsa oglunun gözlerini tamamen kör

olmayacak sekilde kaynar sirke ile yaktinr. Hammer'in ifadesine göre Ionnes bunu

Sultan Murad'in baskisi üzerine yapmak zorunda kalmistir.

Osmanli tarihlerinde bu olay daha

farkli bir sekilde verilmektedir. Buna göre yeni ülkeler feth etmek üzere

Rumeli'ye geçen Sultan Murad, büyük oglu Bayezid (Yildirim)'i, güvenlik ve huzur

kaynagi olmak, bakimli ülkeleri korumak göreviyle Anadolu hududunda, Germiyan

vilayetinde birakip Kütahya'da oturmasini uygun görmüstü. Ortanca oglu Yakub

Çelebi'yi Karesi vilayetinde, küçük oglu Savci Beyi de Bursa muhafizliginda

birakmisti. Savci Bey, gençlik heyecani ve atilganligi ile basina buyruk olmak,

diledigini yapmak hevesine kapilmisti. Onun bu toylugunu, bazi kötü arkadaslari

da desteklemislerdi. O da bu düsüncelere kanarak babasina karsi bas kaldirmisti.

Böylece padisahlik sevdasina düsmüstü. Tahta oturdugunu ilan ederek kendisine

bagli olanlara hazineyi dagitti. Bu tutumuyla bazi eskiyayi yanina çekmis ve

ülkeyi istedigi sekilde idare etmeye baslamisti. Hatta adina hutbe okutarak

çevresine karsi saldirilara baslamisti. Bütün bunlar, padisahin kulagina

ulasinca o da Edirne'den hareketle bu büyük fitneyi bastirmak ve bu fesad

atesini söndürmek üzere Bursa'ya dogru yürüdü. Olayin kansiz bir sekilde ortadan

kaldirilmasi için de söyle bir plan tasarlanmisti. Savci Bey'in hareket ve

tutumundan habersizmis gibi davranilacak, Biga çevresinde büyük bir sürek avi

tertiplenecek. Savci Bey de Bursa'dan çikip padisahi ve ordusunu burada

karsilayacakti. Böylece baba, bu yigit oglu ile Biga'da at kosturacak ve

avlanacakti. Çikartilan bu ferman sehzadeye ulasinca o, verilen emre itaat

etmemis, çevresinde ordu toplayip savas hazirliklarina baslamisti. Onun bu

tutumu padisaha bildirilince hükümdar derhal Bursa üzerine yürümeye karar verdi.

Savci Bey ise yandaslari ile birlikte padisahla savasmak üzere Bursa'dan çikip

Kite ovasinda babasini karsilar. Sonuçta hükümdara bagli olan askerlerin gayreti

ile sehzâdeye bagli olan eskiya grubu hezimete ugrayip dagilip kaçar. Sehzâde de

yakalanip padisahin huzuruna getirilir. Suçunu kabul edip özür dilemesi

gerektigi ve bu sayede babasinin kendisini af edecegi bildirildigi halde o böyle

bir yola girmemis, aksine sert ve gerçek disi sözlerle babasina karsi gelmeyi

sürdürmüstü. Bunun üzerine gözlerine mil çekilerek kör edilmisti.

Böylece Andronikos ve sehzade Savci

Bey gailesini ortadan kaldiran Sultan Murad, bu sefer baska bir olayla mesgul

olma zorunda kaldi. Bu da dogrudan dogruya Bizans ile ilgili bir hadise idi Bu

olay, o dönemlerde Bizans'in, Osmanlilar karsisindaki durumunu ortaya koymasi

bakimindan da dikkat çekmektedir. Hammer bu olayi bize su ifadelerle nakl

etmektedir: Imparatorun oglu Manuel, vali bulundugu Selanik'e yakin olan Serez'i

Osmanlilarin elinden alma tasavvurunda bulununca padisah, onun bu hainligini,

veziri Hayreddin Pasa'yi Selanik'i almakla görevlendirmek suretiyle

karsilamistir. Manuel de ölü veya diri ek geçirilecekti. Manuel, kendi

kuvvetinin üç misli olan bu askere karsi koyamayacagini anlayinca sehri yüz üstü

birakip deniz yolu ile Bizans'a dönmüstü. Fakat imparator, yeniden Murad'in

süphesini çekmek ve hiddetine ugramak korkusuyla firari ogluna siginma hakki

tanima cesaretini gösteremedi. Bunun üzerine Manuel Midilli'ye siginmak

istediyse de, adanin Ceneviz valisi de onu kabule cesaret edemedi. Sonunda

Manuel, her seyi göze alarak padisahin affina ve büyüklügüne bas vurdu. Ümidi de

bosa çikmadi. Sultan Murad, düsmaninin kendisine güvenmesinden haz duyacak kadar

yüksek bir ahlakî fazilete sahipti. Manuel'i karsiladi. Hareketinden dolayi

yumusak sözlerle onu ayiplamakla yetindi. Manuel de hatasini kabul ederek

suçunun bagislanmasini istedi. Padisah da onu bagisladi. Hatta daha da ileri

giderek daha önce kendisini kabul etmeyen babasinin yanina yolladi ve onu iyi

karsilamasini istedi.

Iste bu zamanlarda Osmanlilarin güç

ve kuvvetleri o derece yüksek ve Bizans'in kuvveti o kadar gevsek idi ki;

Imparator, kendi ogluna bile devlet merkezinin kapilarini müttefikinin izni

olmadikça açamiyordu.

Sultan Murad'in en degerli ve

teskilatçi komutanlarindan biri olan ve son zaferi olmak üzere Selânik'i Osmanli

ülkesine katmis bulunan Hayreddin Pasa'nin ölümü, bu siradadir. Hayreddin Pasa,

vefati tarihi olan 10 Zilhicce 789 (22 Aralik 1387) da padisahin yaninda olmayip

Rumeli'deki ordunun basinda idi.

Çandarli Halil Hayreddin Pasa, ordusu

ile Yenice-i Vardar'da bulunurken hastalandigi için Serez'e nakl edilmis ve

orada vefat etmis ise de cesedi Iznik'te defn edilmistir. Türbesi Iznik

surlarinin disinda Lefke kapisina yakin bir mezarligin ortasindadir. Halil

Hayreddin Pasa vefat edince geride Ali, Ilyas ve Ibrahim isimlerinde üç erkek

evlat birakmisti. Müstakimzâde, Osmanlilarin üçüncü veziri olarak gösterdigi

Halil Hayreddin Pasa'nin ilim ve fazlindan bahseder. Onun, Celaleddin

Kazvinî'nin belagat ilminden Telhisu'l-Miftah adli eserini serh eyledi yazar.

Gerek Osmanli, gerek yabanci tarihlerdeki kayitlardan Hayreddin Pasa'nin çok

degerli ve teskilatçi bir devlet adami ve muktedir bir komutan oldugu

anlasiliyor. Filhakika bu zat, idarî, askerî, malî ve siyasî sahalarda ve

Osmanli Devleti'nin kurulmasinda birinci derecede rol oynamistir. Iznik'te Yesil

Cami adindaki camisi ve yine orada eski ve yeni imâret denilen iki imâreti,

Gelibolu ve Serez'de de camileri vardir. Halil Hayreddin Pasa'nin vefati üzerine

padisahin yaninda bulunan büyük oglu Ali Pasa vezir olur.

Devletin, dirayetli ve maharetli bir

generali; akilli, zeki ve tedbirli bir veziri olan Hayreddin Pasa, kendisinden

daha asagi bir derecede bulunmayan ve hatta bazi yönleri ile kendisinden çok

daha üstün olan bir padisahin veziri idi. Fetihlerin gerçeklesmesi ve devletin

gelismesinde el ele veren bu iki kisi, basarili bir grafik

sergilemislerdir.

Gerek Rum, gerekse Osmanli

tarihçileri arasinda Hayreddin Pasa ile ilgili en fazla belge birakanin,

Halkondil oldugu söylenir. Bu tarihçi, bu söhretli zatla ilgili vesikalar

arasinda, Sultan Murad ile Hayreddin Pasa arasinda geçen su konusmayi nakl

eder:

Hayreddin Pasa bir gün Sultan Murad'a

der ki:

— Efendimiz, ordularinla arzu edilen

bir amaca erisebilmek için harp islerini nasil idare etmek gerekir?

Padisah bu soruya söyle cevap

verir:

— Elverisli firsatlardan faydalanmak,

ihsan ve merhametle askerin sevgisini kazanmak suretiyle.

— Ama firsatlardan faydalanmak

demekle neyi kast ediyorsunuz?

— Gayeye ulasmak için her vasitayi,

degisik ihtimallere göre hesaplamak, ona göre ölçmek ve karsilastirmak

gerektigini söylemek istiyorum.

Bunun üzerine Hayreddin gülmeye

baslayarak söyle der:

— Büyük bir akillilik ile

yaratilmissin. Bunu görüyorum. Ancak yapilmasi veya yapilmamasi gereken seyleri

önceden bilmedigin ve kendi kendine danisarak bir ciheti red ve digerini kabul

etmeye gücün yetmedigi durumlarda, bu vasitalari nasil hesaplayip

ölçeceksin?

— Bir seye karar verildigi zaman onu

hemen yerine getirmek gerekir. Maharetli bir komutan, danismalarinda gayet

ihtiyatli davranmali; ama icrada yildirim gibi sür'at göstermeli, ordusunun

basinda da örnek olacak derecede yigitlik sahibi oldugunu isbat

etmelidir.

Iste vezir ile Sultan Murad arasinda,

bu konusmalarin çerçevesine uygun sekilde Bizans Imparatorlugu'nun fethine

hazirlanma basladi.

Sultan Murad'in, gerek siyasî, gerek

idarî, gerekse medenî sahalardaki basarisinin sirrini onun yaratilis, karakter

ve anlayisina baglayan bu ifadelere göre o, olaylar karsisinda cesurane kararlar

veren bir kimsedir. Hiç bir zaman acz belirtisi gösterip kararsizlik

sergilemeyen, aksine bütün ihtimalleri degerlendirip ona göre çareler düsünen

bir kimsedir. Olaylari degerlendirirken çok ihtiyatli, karar verildigi andan

itibaren yildirim sür'atiyle onu uygulayan bir kimsedir. Bu yönü ile o, XVI. ve

XVII. Asirlarda Osmanlilar ve Ispanya adli eserin müellifi olan Leopold Won

Ranke'nin, Osmanli Devleti'nin kudretini teskil eden üç unsurdan biri olarak

kabul ettigi hükümdar sahsiyetleri ifadesine hak kazanmis

görünmektedir.

OSMANLILARIN

BALKANLAR'DAKI MUVAFFAKIYETLERININ MANEVÎ SEBEPLERI

Kurulusundan itibaren Müslüman bir

topluma istinad eden bünyesi ile ser'î hukuku hem amelî, hem de nazarî bir

sekilde uygulayan Osmanli Devleti, bu anlayisim devletin bütün sistem ve

organlarinda devam ettiriyordu. Çünkü bu devlette din asil, devlet ise onun bir

fer'i olarak görülmüstür. Bu bakimdan Osmanli Devleti'nin bütün müesseselerinde

bu anlayisin hakim olmasi ve sosyal bünyenin buna göre organize olmasi normal

karsilanmalidir. Bu anlayis sebebiyledir ki, Osmanlilar, Balkanlarda idarelerine

aldiklari yerli unsurlarin din ve vicdan hürriyetlerine müdahale etmedikleri

gibi onlari diger milletlerin her türlü baskisindan da

kurtarmislardi.

Her ne kadar Osmanlilar, kurulus

yillarinda askerî islere fazla ehemmiyet veriyor ve askerî basarilarini bu

sayede hazirliyorlarsa da, onlarin bu muvaffakiyetlerinin sebebini sadece askerî

saha ile sinirlandirmak mümkün degildir.

Bilindigi gibi, tarihî bir yerlesim

bölgesi olarak Balkan Yarimadasi'nin güneyinde Akdeniz bulunmaktadir. Burada

yüzlerce adasiyla Ege, adeta Balkanlar içindedir. Batida Adriyatik Denizi,

kuzeyde ise Tuna irmagi bulunmaktadir. Farkli kültürlere sahip insanlarin

yasadigi bu bölge, jeopolitik yönü ile önemli idi. Balkan yarimadasi içinde

stratejik massif daglik bölgeler, bogaz ve geçitler, devletin kurulus

asamalarini belirlemistir denebilir. Bu jeopolitik faktör, Balkanlarda

Osmanlilarin yayilis ve fetih dönemlerini anlamak için büyük bir önemi

haizdir.

Öyle anlasiliyor ki bazi kimseler,

Osmanlilarin Balkanlardaki ilerleyisini ve oradaki hakimiyetini sadece Osmanli

askerî gücü ve karsi tarafin daginik olmasina baglamak istiyorlar. Böylece bir

bakima Osmanlilarin fazla bir sey yapmadiklarini anlatmaya çalisiyorlar. Nitekim

bu konuda:

Osmanlilarin Balkanlardaki

genislemesi, hem iç islerini halletmis olmalari, hem de fetih yöntemleri

yüzünden kolaylasiyordu. Balkanlarda cografya ve siyaset, siki bir sekilde

birbirine baglidir. Daglar, ordularin geçisine hesaba katilir bir engel

olusturmazlar. Bir kaç su yolunun denetim altina alinmasiyla Tuna vadisine geçit

bulunur. Eger Tuna'ya Demir-Kapi'nin ilerisinde bir noktadan erisilirse

Macaristan ve Orta Avrupa akinlara müsaittir. Bölgeyi isgal etmek isteyenler,

Eflak ve Bogdan yönünde hareket edebilir, daha sonra da Karadeniz kiyisi boyunca

ilerleyebilirler. Böylesi genis bir arazinin savunulmasi siyasî birlik ve bunun

olmayisi halinde de isbirligi ve es güdüm ister. Ondördüncü yüzyilin son

çeyreginde Balkanlar, siyasî bakimdan birlesik degildi. Burada oturanlar, kendi

aralarindaki rekabet ve karsilikli kiskançliklarla hirpalanmis bulunduklarindan

Osmanlilara karsi birlikte direnis gösterecek takatten mahrumdular. denilip

fikirler ileri sürülmektedir.

Osmanli fetihlerini ve bu

fetihlerdeki basariyi, bölge halklari arasindaki çekisme ve cografî sebeplere

baglayacak kadar basite indirgemek, her halde dogru olmasa gerekir. Zira

Osmanlilardan önce de bölge, defalarca istilaya ugramisti. Fakat bunlarin hiç

birinde Osmanli Türkü'nün gösterdigi basariya denk bir muvaffakiyete tesadüf

edilmemistir. Aksine Balkan ülkeleri, zaman zaman gelen bu kavimleri kendi

bünyelerinde eritmesini bilmislerdir. Bu bakimdan Osmanlilarin basarili

olmasinda ve hatta herhangi bir zorlama olmadan bölge halklarini kendi dinlerine

sokmalarinda baska sebepler aramak lazim gelecektir.

Gerçekten Osmanlilar, vicdan

hürriyetini temel tasi kabul eden, ekonomik ve sosyal haklara saygi gösteren bir

anlayisla, idareleri altina giren kavimleri yumusak ve müsavatçi prensipler ile

idare ediyorlardi. Onlar, bundan baska türlü davranamazlardi. Çünkü mensubu

bulunduklari Islâm, onlarin baska türlü davranmalarina ve idarelerindeki

insanlara karsi baska türlü muamelede bulunmalarina izin vermiyordu. Islâm,

Müslümanlarin feth ettigi topraklarda yasayan hiç bir kimsenin zorla dine

girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve fikrinde serbest birakir. Hak ile

bâtilin neler oldugunu, inançlar arasindaki orta ve dogru yolun hangisi oldugunu

bildirmekle yetinir. Zorlama sonunda müslüman olma keyfiyetinin Islâmi bir

hareket olmadigini beyan etmekten çekinmez. Bu sebepledir ki Müslüman Türklerle

Hiristiyan Balkanlilar arasinda çok iyi bir ahenk tesis edilmis, aralarinda din

ayriligindan baska bir sey kalmamisti. Islâm'i kabul etmeyenler bile Osmanli

idaresinden o kadar memnundular ki, sözde kendilerini kurtarmaya gelen Haçlilara

hiç iltifat etmediler. N. Jorga (Geschichte des Osmanischen Reiches, I, 456) bu

mevzuda sunlari söyler: Ne kadar tedkik edersek edelim, Osmanli

Imparatorlugu'nun idaresine giren bir sehir veya bir millet içinde, Osmanli

idaresine karsi en ufak bir memnuniyetsizlige bile rastlamiyoruz. Balkanlari

kurtarmaya gelen ve ekseriya bütün Hiristiyan âleminin vicdanlarina hitab

edebilecek bir surette Haçli seferleri karakteri tasiyan bütün Avrupa

milletlerinin istirak ettikleri o büyük seferlerde bile Osmanli idaresinde

bulunan yerli Hiristiyan halkin bunlara katilmak arzusunu göstermediklerini

katiyyetle görüyoruz."

Osmanlilar, sadece idareleri altinda

yasayan milletlerin, dinî hürriyet ve serbestisini saglamakla kalmamis, ayni

zamanda Balkanlar'daki milletlerin de bunu kazanmalarina yardim etmislerdi.

Sayet Türkler, Rumeli'ye ayak basip Balkan Türklügü'nü kurmamis ve farkli

kavimlere vatan olmus Balkan cografyasi üstünde hâkim ve efendi millet olarak

teskilat ve idaresini tesis etmemis bulunsalardi, bugün ne Sirp, ne Sloven, ne

Bulgar, ne Romen ne de bir Yunan milleti kalmis olurdu. Zira Ortodoks Balkan

Hiristiyanligi ne çekmisse dindaslari olan Katolik Latinlerden çekmistir. Öyle

ki bu zulüm ve ceberut, Ortodoks mezhebindeki Balkan topluluklarim eritip

ortadan kaldirmak yoluna giderken, ancak Türklerin Rumeli'ye adim atmalari ile

Katoliklerin bu imha ve kolonizasyon politikasina son vermistir. Büyük Lui

(Ludwig I, 1342-1382) devrinde Avrupa'nin en büyük devletlerinden biri haline

gelen Macaristan, Balkanlara göz dikmis ve Vidin Prensligini zapt ederek,

Katolikligi büyük bir enerji ve tazyikle Balkanlara yaymaya baslamisti. Bu

tazyik sonucu olarak Balkanlar, Katolik mezhebine girmeye mahkum olmustu. Fakat

Osmanlilarin, Macarlari önlemek üzere derhal kuzeye atilmalari bu tehlikeye bir

set çekmis ve Balkanlarda Ortodoks mezhebinin serbestçe yasamasini mümkün

kilmisti.

Uzunçarsili da bu dönemden

bahsederken: Görülüyor ki, yeni dogan Osmanli devletinin sür'atle

genislemesinde, denizi asarak Balkanlari isgalinde yalniz fütûhatin ve devletler

arasindaki ihtilaflardan istifadenin ve siyasetteki maharetin degil, ayni

zamanda mânevî sebeplerin de tesiri vardir. Ancak bu sayededir ki Türkler,

Rumeli'de isgal ettikleri (feth ettikleri) genis ülkeleri bir avuç kuvvetle elde

tutmuslardir. Ve yine bu sayede Timur'un sadmesiyle Osmanli Devleti, Anadolu'da

parçalandigi halde Rumeli'de dimdik durmustur demektedir. Tarihî olaylara

bakildigi zaman bu ifadelerin ne kadar gerçek olduklari görülür.

Gerçi Osmanli Beyligi, daha kurulus

safhasinda iken askerî ve adlî teskilatla ise baslamisti. Bu esnada özellikle

askerî islere fazla agirlik verilerek muvaffakiyetin sebepleri hazirlanmisti.

Bununla beraber bu zahirî (görünür) kudret, halki tamamen ayri dinde olan

yabanci bir bölgede, yani Balkanlar'da göz kamastiran hizli ve suurlu bir

yayilma ve yerlesme için kâfi degildi. Bunun birtakim manevî ve ruhî sebepleri

de vardi.

Osmanli Beyligi, Anadolu'daki

fetihleri esnasinda hiç bir siyasî firsati kaçirmamaya gayret ediyordu. Onlar,

feth ettikleri yerlerdeki halkla kaynasarak onlarin dinî, örfî ve sosyal

islerine karismiyorlardi. Onlarin, vicdan hürriyetlerine hürmet etmis ve agir

vergiler altinda ezilmis olan yeni tebeasindan belli bir vergi (cizye) almakla

Yetiniyorlardi. Kanunlara aykiri olarak keyfî hiçbir muameleye müsaade

etmediler. Bundan dolayi Osmanli Türklerinin sür'atle ilerlemeleri ve feth

edilen bölge halkinin Türk idaresini kendi idarelerine tercih etmelerinin

sebebini anlamak kolaydir. Bu konuda ilk Osmanli eserlerinde (Asikpasazâde,

Nesrî) epey bilgi vardir. Nitekim 1355 yilinda Osmanlilara esir düsmüs olan

Selanik bas piskopos'i Gregory Palamas'in mektubu da bu durumu açik bir sekilde

ortaya koymaktadir. O, Hiristiyanlari tam bir serbesti içinde görmüstü. Orhan'in

oglu Süleyman Pasa, ona hiristiyanlik hakkinda serbestçe bazi sorular sormustu.

Isin daha enteresan tarafi, bizzat sultan Orhan, Palamas ile görüsür ve ulema

ile onun arasinda bir münazaranin yapilmasini emreder.

Osmanlilar, Anadolu'da nasil

Hiristiyan varliklarini ve idare tarzlarini bozmayarak onlari kendi nüfuzlari

altina aldilarsa bu müsaadeyi Rumeli'de daha genis bir sekilde ve onlarin eski

varliklarini muhafaza etmek üzere tatbik etmislerdir ki, bunu Osmanli tahrir

defterlerinde birçok örnekleri ile görmekteyiz. Gerçekten, dogrudan dogruya

Osmanli yönetimi altina alinan topraklarda Osmanlilar, yerli senyör ailelerinin

çogunu eski feodal topraklarinda timar sahibi olarak birakiyordu. Böyle bir

mazhariyete nail olabilmek için bunlarin eski dinlerini birakmalari sarti

aranmiyordu. 1500 tarihine kadar Rumeli'de pek çok Hiristiyan timar sahibi

bulunuyordu. Yani halk gibi yerli aristokrasi de sadece yeni bir hanedani

Osmanli hanedanini tanimaktan ve onun hizmetine girmekten baska bir sey

yapmiyordu. Henüz ilhak olunmayan bölgelerde, tâbi despotluk veya senyörlükler,

kendi aralarindaki anlasmazliklar için metbulari olan sultana bas

vuruyorlardi.

Zaten, bastan basa hiristiyanlarla

meskûn olan Balkan Yarimadasinda bu tarzdaki hareket ve davranisin Osmanli

fetihlerini kolaylastirdigi bir gerçektir. Kisa zamanda bölgeyi bir Osmanli

topragi haline getiren âmil, bu âdilâne hareket ve idarî siyasetteki inceliktir.

Bir taraftan Bizans Imparatorlugunun bozulmus olan idare tarzi, vergilerin keyfi

olmasi, Rum bey ve hatta imparatorlarinin kendi küplerini doldurmak isteyerek

halki soymalari, asayissizlik ve ekonomik buhran gibi âmiller, halkin Osmanli

idaresini memnuniyetle karsilamasina sebep olmustu. Bizans ve diger derebeylerin

idare tarzina karsilik Osmanlilarin disiplinli hareketleri ve feth edilen

yerlerin halkina karsi adaletli, sefkatli ve taassuptan tamamen uzak bir siyaset

takip etmeleri, vergilerin tebeanin ödeme imkânlarina göre tertip edilmis olmasi

ve bilhassa Ortodoks olan Balkan halkini Katolik mezhebine girmek için ölümle

tehdid edenlere karsi Türklerin buralardaki unsurlarin dinî ve vicdanî hislerine

hürmet göstererek bu ince ve hassas noktayi prensip olarak kullanmalari,

Balkanlilarin Katolik tazyikine karsi Osmanli idaresini bir kurtarici olarak

karsilamalarina sebep olmustur. Balkan milletleri bunu yapmakla, Osmanlilara

karsi böyle bir tavir sergilemekle yerinde bir karar vermislerdi. Çünkü Osmanli

rejimi, din ve irk ayirimi gözetmeyen, bütün tebeayi Osmanli Devleti semsiyesi

altinda birlestiren siyasî bir idare idi. Osmanlilar, devletlerini kurarken

kitleleri çeken bu uzlasici, koruyucu ve hos görülü siyaseti suurlu bir sekilde

takib ediyorlardi. Onlarin idare sistemi, tamamen insanî idi. Hiç kimse dininden

veya irkindan dolayi küçük görülmemis, zorlanmamis ve sadece bu sebepten dolayi

öldürülmemistir. Bir Batili yazarin bu konudaki görüsleri, Osmanlilarin gayr-i

müslimlere karsi takindiklari tavirin nasil oldugunu açik bir sekilde ortaya

koymaktadir. Ona göre Osmanli idaresinin insanî yönünü ortaya koyan faktörlerden

biri de sudur:

Kendi idaresi altinda yasayan

Hiristiyan ve Mûsevîler, vergilerini zamaninda verdikçe ve Müslümanlari

kizdiracak kiskirtici bir harekette bulunmadikça onlara en güzel bir sekilde

muamele etmek.

Osmanli fetihlerinin en açik ve bariz

özelliklerinden biri de, onlarin bu hareketlerinin gelisigüzel bir macera veya

rastgele bir yerlesme ugruna olmamis olmasiydi. Onlarin her hareketi, bilinçli

bir yerlesmeye yönelik olarak yapilmistir. Bu da feth edilen yerlerdeki halkin

hosnutluguna ve yeni idareden memnun olmalarina istinad ettirilmistir. Fetih

prensiplerinden biri de yeni elde edilen stratejik yerlere, büyük ve önemli

sehir ile kasabalara Anadolu'dan göçmenler getirtilerek yerlestirmek (iskân)

olmustur. Elde edilen topraklar da mirî, mülk ve vakif suretiyle muhtelif

kisimlara ayrilip sehir ve kasabalarda derhal ilmî ve sosyal müesseseler vücuda

getirilmistir. Bu isabetli siyaset, gerek Anadolu, gerek Rumeli'nin fethinde o

kadar maharetle tatbik edilmistir ki, halk bu yeni idareyi yadirgamadiktan baska

gösterilen muamele ve müsamahadan memnun kalmistir.

Osmanlilarin hosgörüsünden bahseden

birçok yabanci yazar, sadece Balkanlari degil, daha sonraki dönemleri hatta

Istanbul'un fethinde gösterilen müsamahadan söz ederek Osmanlilarin ne kadar hos

görülü olduklarini anlatirlar. Örnek olmasi bakimindan Brockelmann'in bir

ifadesini buraya aliyoruz:

Müslüman Türkler, fetihleri

esnasinda isteselerdi hiristiyanligi tamamen yok edebilirlerdi. Fakat mensubu

bulunduklari din, buna müsaade etmez. Bu yüzden Fâtih Sultan Mehmed, nasil ki

daha önce dedeleri, kendi kilise teskilatinda serbest birakmak suretiyle

Bulgarlari rahatsiz etmedilerse o da eski dinî gelenekle taninmis Islâmî devlet

görüsüne de tamamiyle uygun olarak Ortodoks Rum ruhanî sinifinin silsile-i

meratibini bütün selahiyetleri ile tanidi. Hatta o, hiristiyanlar üzerindeki

medenî hukuk alaninda kaza hakkini tanimak suretiyle kilisenin nüfuzunu artirdi

bile. der.

XV. yüzyilin ilk yarisi içinde (II.

Murad zamani) Rumeli'yi gezerek Türklerle diger Balkan hiristiyanlarinin sosyal

durumlari hakkinda bir mukayese yapmis olan ve Türklerin her konuda

Balkanlilardan üstün olduklarini gösteren Bertrandon de la Broqulere ise sunlari

söylemektedir:

Büyük bir refah içinde bulunan Türk

köylüleri, Hiristiyan köylülerin çogunun aksine olarak hiç bir zaman yalin ayak

gezmezler, dizlerine kadar çikan sari çizme giyerler; Türkler, erken kalkar ve

islerine erken giderler. Sükûnet ve büyük bir gayretle is görürler. Rumlar,

Sirplar ve Bulgarlarin aksine olarak Türkler, evlerinin kendilerine mahsus olan

kisminda ehlî hayvan bulundurmazlar. Hiç bir Türk, temizce yikanmadan evinden

çikmaz. Bir hayvanin yedigi yemegi bir Türk yemez. Bir tavuk kesmek istedigi

takdirde bile onu bir müddet temiz yiyecekle besler. Merhamet sahibi olan Türk,

harpte mecburiyet altinda insan öldürür. Tabiaten sukûtî olmasina ve çalismakla

sertlesmis bulunmasina ragmen siir kabiliyeti yüksek, ilme meyil ve istidadi

çoktur...

Bunlari söyleyen seyyah, ahlâk

bakimindan da Türklerin Balkanlilardan üstün olduklarini söyle

anlatiyor:

Türkiye'de giristigim her is ve

bulundugum her münasebette Türkler'de Rumlara nazaran çok daha fazla arkadaslik

duygusunun mevcud oldugunu gördüm. Ve Türklere Rumlardan ziyade itimad ettim.

dedikten sonra:

Gerek sehirde, gerek köyde Türkler

kuvvetli, cengaver, kanaatkâr isçi, namuslu tüccar, sadik arkadas ve himaye

edici efendilerdir. Kisaca, dogru ve samimi kimselerdir.

Iste Balkanlari fethe baslayan küçük

Osmanli Beyligi'nin manevî ve sosyal cephesi de böyleydi. Bu karakter ve manevî

cephe, devletin suurlu siyaseti, azim ve irade kudreti ile bir ahenk teskil

edince bunun neticesinin ne olabilecegini yine Osmanli tarihi

gösteriyor.

OSMANLI

KARAMANLI MÜNASEBETLERI


Daha önce, Anadolu Selçuklu

Devleti'ne merkezlik (payitaht) yapmis bulunan Konya'nin yeni sahipleri olan

Karamanogullari, bir bakima kendilerini Selçuklularin vârisi gördüklerinden,

Anadolu'da üstünlük iddiasinda bulunuyorlardi. Bu sebeple de Osmanlilarin,

Anadolu'daki gelisme ve genisleme hareketlerine karsi koymaya çalisiyorlardi.

Gerçi Osmanli-Karamanli rekabeti, Osmanlilarin Eretna Beyligi'nden Ankara'yi

aldiklari zamanda baslamisti. Fakat Sultan Birinci Murad, bir çatismaya girmemek

ve Müslüman kani dökmemek için büyük bir gayret sarf ediyordu. Ancak

Osmanlilarin, Germiyan ve Hamid ogullan arazisinden bir kismini evlenme, bir

kismini da para ile satin alip Karamanogullan'nin kalbi durumunda olan Konya'ya

dogru büyük bir ilerleme kayd etmeleri, iki tarafi ayni sinirlan paylasan komsu

iki devlet haline getirmisti. Böyle olmakla beraber kizi Nefise Sultan'i

Karamanoglu Beyi Alaeddin Ali Bey ile evlendiren Sultan Murad, Karamanlilar'la

akrabalik kurmak suretiyle Anadolu'dan emin vaziyette Rumeli harekâtina devam

edecegini ümit ediyordu. Gerçekten de Sultan Murad'in gayesi, Anadolu'daki

Müslümanlarla degil, Bati'daki Hiristiyan devletlerle mücadele etmek, oralarda

fetihlerde bulunmakti. Nitekim Karamanoglu'nun isyanini ve kendi topraklarina

saldirisini duyunca söyle demekten kendini alamamisti:

Su ahmak zalimin yaptigi isleri

görün. Ben, Allah Teâlâ yolunda din gayretiyle çalisarak ülkemi birakip, bir

aylik yol kâfir içine gireyim. Gece ve gündüz ömrümü gazaya sarf etmek için

niyet edeyim, yeyip içmeyi terk edeyim, bela ve mihneti seçeyim, o gelip bir

bölük mazlum Müslümanlarin üzerine düssün. Yagma edip anlari incitsin. Ey

gaziler, bu zalimleri nasil edeyim? Beni gazadan men ederek, bana, Müslümanlar

üzerine kiliç sallamak kötü isini isletir. Eger vaz geçip cihad ve gaza ile

mesgul olursam, Müslümanlar zâlim eline düser. Eger üzerine varirsam gaza kilan

gazilerin kiliçlarini mü'minlerin üzerine döndürmek lâzim gelir diyerek bir

hayli tereddüd geçirmisti. Nihayet, Karamanli'nin bu zulmü karsisinda çaresiz

kalinca, tekrar Anadolu'ya geçerek Bursa'ya gelir. Hayreddin Pasa'yi da

Rumeli'nde birakir. Sultan Murad, daha sonra bizzat Karamanoglu'na da söyle

diyecektir:

Hey bedbaht, müfsid, zâlim, benim

kastim ve isim gece gündüz gazaya adanmaktir. Benim gazama mani olur. Ben gazada

iken Müslümanlari incitirsin. Ahd ü emân bilir adam degilsin. Senin kökünü

kazimayinca huzur ile gaza edemem. Nasil barismak, zira gazaya mani olan ile

gaza, en büyük gazadir diyecektir. Hemen hemen bütün Osmanli tarihlerinde buna

benzer ifadelerin bulundugunu söylemek mümkündür. Bütün bunlardan, Sultan

Murad'in, Karamanli ile bir savasa girmek istemedigini, zira Müslüman kaninin

akitilmasina gönlünün razi olmadigini çikarmak mümkündür. Kendi öz kizini

Karaman Beyine nikahlayip onunla akrabalik bagi kurmasi da bunun açik delilidir.

Fakat Venedik, Sirbistan ve Papalik gibi Hiristiyan devletler, Osmanlilarin

Balkan fetihlerini basarisizliga ugratmak için Karamanogullari'ni Osmanlilara

karsi tahrik edip kullanmakta idiler. Bu tahriklere kapilan Alaeddin Ali Bey,

1386 yilinda Osmanlilarin elindeki Hamid Ogullari topraklarina saldirir.

Karamanlilar, Osmanlilarin; Hamid Ogullarindan satin aldiklari Beysehri'ni isgal

etmekle harbi baslatirlar. Halbuki Osmanli Devleti'nin bir köyüne taarruz etmek,

büyük imparatorluklarin dahi cesaret edemedigi bir hareket iken, kiskirtmalar

sonucunda Karamanoglu bu cesareti göstermisti. Bu da onun ne kadar dar görüslü,

ileriyi görmeyen bir kimse oldugunu göstermektedir. Esasen diger Anadolu

beyliklerinin Osman ogullari gibi dahi yetistirememesi, onlari sonunda

Osmanlilara katilma mecburiyetinde birakan mühim sebeplerden biri

olmustu.

Osmanlilar açisindan bu tecavüze

baktigimiz zaman, olaylarin baska bir boyut kazandigini görürüz. Zira bu tecavüz

kalmadigi takdirde Karamanlilarin ve ondan cesaret alacak olan diger

beyliklerin, Balkan fütuhatinin en kritik anlarinda Osmanlilar'i Anadolu'da

rahatsiz edeceklerini çok iyi takdir eden Sultan Murad, derhal Anadolu'ya geçip

Bursa'ya gelir. Sultan Murad, Anadolu'daki beylikler üzerindeki nüfuzunu

göstermek için Candarogullari'ndan yardimci birlik ister. Bu birlik gelince Ali

Pasa ve oglu Sehzade Bâyezid Bey'le birlikte Karaman seferine hazirlanir.

Osmanli ordusunun içinde, antlasma geregi iki bin kadar da Sirpli asker

bulunuyordu. Bunlar, yardimci kuvvet niteliginde idiler. Böylece Sultan Murad,

Anadolu beylerine kudretinin derecesini göstermek istiyordu. Onlar, Osmanlilarin

bu gücünden ne kadar çekinirlerse, Anadolu'da o kadar az Müslüman Türk kani

akacakti.

1386 Kasim'inda Konya yakinlarinda

cereyan eden meydan muharebesinde Osmanli ordusu, Karamanlilari kolayca

yenilgiye ugratti. Muharebede Bâyezid büyük bir kabiliyet göstererek zaferin

kisa zamanda kazanilmasini sagladi. Bu muharebedeki muvaffakiyetinden dolayi

kendisine Yildirim lakabi verildi.

Büyük bir yenilgiye ugrayan Alaeddin

Ali Bey, Konya kalesine siginmak zorunda kaldi. Padisah, bu zaferden sonra

Konya'yi kusatma altina aldi. Ordu mensuplarinin, kusatilan halktan herhangi bir

sey almalari yasaklandi. Yasaklara uymayanlar için çok agir cezalar kondu.

Birkaç Sirpli, emir disi hareket ettiklerinden, idam cezasina çarptirildilar.

Sultan Murad, sehri on iki günden beri kusatma altinda bulunduruyordu. Fakat

henüz hücuma geçilmemisti. Karaman Beyi, mevkiinin tehlikeli durumunu idrak

etmeye baslayinca esi ve Sultan Murad'in kizi Nefise Hanim'i, Konya'nin ileri

gelenleri ile birlikte ricada bulunmak ve kendisini af etmek için padisaha

gönderdi. Kizinin ricasi üzerine Karamanoglunu af eden Sultan Murad, bizzat

gelip af dilemek ve elini öpmek sartiyle onu af edecegini bildirdi. Bunun

üzerine Karamanoglu, Osmanli ordugâhina gelip kayinbabasinin elini öptü ve ondan

af istirhaminda bulundu. Sultan Murad, Karaman ülkesini yine kendisine vererek

isyan eden Beysehri üzerine yürüdü. Birkaç gün içinde orayi tekrar kendine

bagladi. Burada bulunuldugu bir sirada Tekke Beyi'nin isyan ettigi haberi ve bu

habere dayanarak Tekke üzerine yürümesi hususunda Sultan Murad'a tekliflerde

bulunuldu. Fakat Sultan Murad, bu teklifleri reddederek:

Tekke Beyi fakirdir. Hükümeti

Istenos ve Antalya sehirlerine inhisar etmistir. Bana isyan edecek ne gücü var,

simdi onun üzerine varmak bizim için ardir. Sivrisinek kovalamak sahine (veya

arslan) yakismaz diyerek tekrar Bursa yolunu tutar.

Konya önündeki maglubiyeti üzerine

Karamanlilarin Anadolu'daki nüfuzlari kirilmis, Sultan Murad'in seferde

gösterdigi basarili taktik sayesinde bütün Anadolu'da yildizi parlamisti.

Böylece, Osmanlilarin Anadolu birligini gerçeklestirecegi kesin bir sekilde

anlasilmis oluyordu. Gerçekten bes yil sonra Yildirim Bâyezid'in Anadolu'yu zapt

edebilmesinde Sultan Murad'in bu seferde takib ettigi siyasetin birinci derecede

tesiri olmustur. Takriben bir buçuk asir devam edecek olan Osmanli-Karamanli

harplerinin ilki olan bu savasta yenilmesine ragmen Karamanoglu, Osmanli

hâkimiyetini hiç bir zaman kabule yanasmamistir. Bunun içindir ki Sultan Murad

uzaklasir uzaklasmaz, Kosova'yi hazirlamakla mesgul olan Haçlilarla müzakerelere

girismis, fakat korkusundan Kosova muharebesinde Osmanli ordusuna katilmak üzere

bir birlik göndermekten de geri kalmamistir. Böylece iki yüzlü bir siyaset takip

etmistir.

BALKAN ITTIFAKI

VE KOSOVA SAVASI


Siyasî ve askerî sahada Avrupa'yi

titreten Sultan Murad, gerektiginde Anadolu'ya atlayip Karamanoglu ile ellesiyor

ve bu namli Türk beyini sindirip tekrar Rumeli'ye geçiyordu. Fakat onu burada da

bekleyen düsmanlari eksik degildi. Garp dünyasini titreten bu basiretli ve hakim

adam, arkadan kendisine karsi birlesen kuvvetleri Kosova Meydan Muharebesinde

ezecekti. Sonra da magluba kin ve intikam gösterecegi yerde, bir ruh ve mânâ

medeniyeti kurmus olan devletinin o muhtesem insanlik anlayisi ile dünkü

düsmanlarina kollarini açacak ve anlari, dindaslarindan görmedikleri bir

müsamaha, rifk ve yumusaklikla bayraginin gölgesinde toplayacakti.

Sultan Murad, Karamanoglunu dize

getirdikten ve kendisinden söz aldiktan sonra tekrar Bursa'ya döndü. Çünkü

devletinin içinde bulundugu siyasi durum ve düsmanlarinin devleti için meydana

getirdigi ittifak, onun uzun müddet baris içinde yasamasina ve sürekli asayisten

faydalanmasina elverisli degildi. Sirbistan taraflarinda yeni bir firtina bas

gösterdiginden, Sultan Murad gerekli tedbirleri almak için dinlenmeyi birakmak

zorunda kaldi.

Osmanli saflarinda Karaman Beyi ile

savasan Sirplar, memleketlerine döndükleri zaman kendilerine istedikleri gibi

riayet edilip saygi gösterilmedigi ve Konya önünde bazi kardeslerinin

öldürüldügünü söyleyerek halkin Osmanlilara karsi harekete geçmesine sebep

oldular. Sirp kralina mübalagali bir sekilde anlatilan haksizlik ve öldürme

hadisesi, aslinda basit bir olaydi. Çünkü Konya'nin muhasarasi esnasinda sehrin

yagma edilmemesi, bizzat Sultan Murad tarafindan istenmis, aksine davrananlarin

öldürülerek cezalandirilacaklari söylenmisti. Buna ragmen bazi Sirplarin emre

muhalefet etmesi, böyle bir olayin meydana gelmesine sebep olmustu. Sikâyetler

üzerine Sirplar, isyana baslamislar ve Osmanlilara ait olan bazi yerleri isgal

etmislerdi. Bütün bir Sirp halki, bölge halklari ve hatta Bulgarlarin

kendilerine yardim edeceklerine güvenerek ayaga kalktilar. Bulgar Krali Sisman,

Sultan Murad'in dostu ve kayinbabasi olmakla beraber gizlice Sirp Krali Lazar

ile ittifak etti.

Bu arada Karamanoglu ile daha önce

muharebe edip anlasan Bosna kralligini da cezalandirmak gerekiyordu. Balkanlari

siyasî nüfuz altinda bulundurmak ve bölge halklarinin Osmanliya karsi olabilecek

ittifakina mani olmak için daha önce buralarda (Bosna) bulunan Kula Sahin Pasa

komutasindaki 20.000 kisilik bir Osmanli ordusunun hareketini gözleyen ve

onlarin maksadini anlayan düsman, Nis yakinlarinda Ploçnik denen yerde 30.000

kisi ile Osmanli ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Osmanli ordusu üzerine

saldiran bu müttefik ordu, öyle hareket etti ki Osmanli askerinden ancak bes

bini, bu kana susamislarin genel katliamindan kurtulabildi. 1388'de meydana

gelen bu muharebede Hammer'in dedigi gibi ancak bes bin Osmanli askeri kurtulup

geri dönebilmisti.

Osmanli kuvvetlerinin Ploçnik'te

bozguna ugramasindan büyük bir cesaret alan ve Sultan Murad'in da Anadolu'da

bulunmasini firsat bilen Bosna, Sirp ve Bulgar krallari, Osmanlilari

Balkanlardan sürüp atmak için ikinci bir ittifak kurdular. Bu ittifak, sonucu I.

Kosova meydan muharebesinde belli olacak Osmanli Türklerine karsi UI. Haçli

Seferi'ni hazirlamaya sevk etmistir. Düsmanin faaliyet derecesini ve ittifakin

önemini kavrayan Sultan Murad, bu ittifakin saglayacagi gücü, askerî ve siyasî

yollardan küçültmeye gayret etti. Bunun için sür'atli bir sekilde tedbirler

almaya basladi. O zaman Teke, Aydin, Mentese, Saruhan ve Karaman beylerinin

askerleri de Sultan Murad'in emrine girdiler. Sultan Murad, hemen savas

hazirliklarina giristi. Yoklugunda Anadolu'nun âsâyisini korumak için, ülkesini

bes sancaga böldü. O zamana kadar Bâyezid'in idare ettigi Germiyan'i, sehzadenin

kardesi Yakub ile birlikte o da Avrupa'ya geçtiginden dolayi vezir Timurtas'a

havale etti. Baska bir Timurtas (Subasi), Sivrihisar ile Sakarya'nin suladigi

bölgeye tayin edildi. Yine Subasilardan Kutlu Bey, Hamid bölgesinde Egridir'e

tayin edildi. Sultan Murad, Asya topraginda kalacaklarla Avrupa'ya gidecek

askerin komutanlarini da önceden tayin etti.

Bütün savas hazirliklari

tamamlanmisti. Bununla beraber Sultan Murad, seferden önce Sehzâde Bâyezid'in üç

oglunun sünnet dügünü ve kendisi ile iki oglunun üç Bizans Prensesi ile

evlenmelerini kutlamak için Yenisehir'e gitti. Padisah, Yenisehir'de yapilan bu

dügünler sirasinda hediyeler göndermek ve Karamanoglu'na karsi yapilan savastan

önce gösterdigi dostluga karsilik vermek için, Yazicioglu'nu elçilikle Misir'a

gönderdi.

Dügün henüz bitmisti ki, Ali Pasa,

hükümdarin emri ile hainliginden dolayi Sisman'i yola getirmek ve Bulgaristan'da

Türklerin elinde bulunmayan son yerlerin fethini ve müttefiklerle birlesmeye

mahal birakmadan Bulgar kuvvetlerini ortadan kaldirmak için 30.000 kisilik bir

ordu ile yola çikti. Pravadi'ye karsi Beylerbeyi Timurtas Pasa'nin oglu Yahsi

Bey komutasinda bes bin kisi ayirdiktan sonra, NadirDerbent bogazindan Sumnu

üzerine yürüdü. Balkan'in en dogu bogazinda bir tepenin ortasinda bulunan

Pravadi, hücumla alindi. Osmanli Devleti'nin daha sonralari Rusya ile meydana

gelen harplerinde ordunun merkezi olacak olan Sumnu, Sisman'in eski kalesi olan

Tirnova'nin düstügünü duyunca teslim oldu. Sisman ise Nigbolu'ya kapanmisti.

Gücünün, karsi gelmeye yetmeyecegini anlayinca Ali Pasa'dan kendisi ile Padisah

arasinda araci olmasini istemisti. Sultan Murad, Silistre'yi kendisine birakmak

ve zamani gelen vergi taksidini ödemek sartiyla barisa razi oldu. Bundan sonra

Ali Pasa, Kosova'ya dogru bir birlik gönderdi. Bu akinci firkasi birçok esir ile

döndü. Ali Pasa, Çetehezar (Hezargrad) kalesinin teslimi sarti ile esirleri

Sisman'a geri vermeye niyetlendi ise de gerek Sisman'in Söz verdigi halde

Nigbolu'yu birakmaktan vazgeçmeyerek onu yeni istihkâmlarla kuvvetlendirmesi,

gerekse kendisinin de Hezargrad'i elde etmesi dolayisiyla is sonuçsuz kaldi.

Bunun üzerine savas daha hizla yeniden basladi. Ali Pasa bir hisar ve bir sehri

aldiktan sonra bütün kuvveti ile Nigbolu önlerine vardi. Orayi kusatti. Bulgar

Krali her taraftan sikistigini ve artik karsi koymanin faydasiz oldugunu

anlayinca bütün aile halki ile birlikte sartsiz teslim oldu. Osmanli, Pasasi,

krali, çocuklarini ve hazinelerini Sultan Murad'in ordugâh olarak seçtigi

TaYHshi'ya gönderdi. Padisah, Sisman hakkinda âlicenab ve civanmerdâne bir

davranisgosrerdLOnun hayatina ilismedigi gibi kendisine durumuna lâyik tahsisat

ta bagladi. Ancak onun Bulgaristan'daki topraklarini elinden aldi.

Sirp Krali Lazar, müttefikinin maglub

olup düstügünü ögrenince, mevkiinin tehlikeli durumunu anlamakta gecikmedi.

Firtinanin sinirlarina dogru yavas yavas yaklastigini görünce zorlu bir karsi

koymaya hazirdandi. O, sadece bununla da yetinmedi. Bu firtinaya karsi koymak

için taarruza karar verdi. Lazar, generali Dimitriyus'a, Bulgar sinirinda dik

bir dagin tepesinde bulunan Sehirköyü almasini emretti. Sehirköy'ün çevresinde

bulunan askerler, o zaman Osmanli ordusunda bulunduklarindan sehir, Sirplilarin

eline geçti. Ancak Ali Pasa'mn gönderdigi on bin civarindaki asker sehri geri

aldi. Sirp muhafizlarini da esir alip istihkamlarini da yiktilar.

Lazar bu yenilgiye kizdiysa da

cesaretini kaybetmedi. Sadece bir mevkiin kaybedilmesinden dolayi kendisini

maglub saymayarak bir kat daha cesaretlendi. Bosna ve Arnavutluk hükümdarlarini

kendisine baglamakta olan eski antlasmayi yenilemek için bir tesebbüste bulundu.

Onlarin yardimindan emin olarak padisahi kesin bir savasa çagirmakta tereddüd

göstermedi. Kralin komsulari ile haberlesmesi sirasinda Sultan Murad da ogullari

Bâyezid ve Yakub'u yanina getirdi. Bunlar, yanlarina almis bulunduklari Kütahya

ve Karesi sancaklari askerlerinden baska Saruhan, Mentese, Aydin ve Hamid

illerinin paylarina düsen yardimci kuvvetlerini de almislardi. Bunlara Dobruca

Tatarlan komutani Sarac ile Köstendil Prensi Konstantin'in yardimlarina ilaveten

o sirada Hac'dan dönen Evrenos Bey de katildi. Bulgaristan isini halletmis olan

Çandarli Ali Pasa, Yanbolu'da padisah ile bulusarak orduya katildi.

Osmanli ordusu, Yanbolu'da

Tatarpazarcigi yolu ile Sofya'ya geldi. Oradan güneybatiya sapilarak Köstendil'e

varildi. Bu istikamette oldugu haber alinan Haçli ordusuna dogru gidildi.

Ordunun öncü kuvvetleri Hicaz'dan dönmüs olan Evrenos Bey ile Pasa Yigit

komutasinda idiler. Sirp despotunun merkezi olan Piristine'nin güneybatisindaki

Kosova (Kara Tavuk ovasi) düzlügünde müttefik ordusu ile Osmanli ordusu karsi

karsiya geldi. Sirp kaynaklarina göre Osmanli ordusu geçtigi hiç bir yerde zulüm

ve tahribat yapmamisti. Ordunun Kosova'ya varisinin ertesi gününde harbe karar

verilecekti.

Osmanlilarin, Balkanlardaki durumunu

tayin edecek olan bu muharebenin tarihi, kaynaklarda farkli olarak

verilmektedir.

Sirp, Bosna, Macar, Arnavut, Eflak

(Romanya), Bogdan (Moldovya), Hirvat, Bohemya ve bir kisim Bulgarlardan meydana

gelen bu muazzam Haçli ordusundaki asker mevcudunun, Osmanli kuvvetlerinin bes

kati oldugu belirtilmektedir. Bununla birlikte bu ordunun 100.000 civarinda,

Osmanlilar'in da 60.000 kadar askerden meydana gelen askerî bir birlige sahip

oldugu kabul edilmektedir. Aradaki büyük sayi farkina ragmen Sultan Murad,

komutanlari ile müzakerede bulunur. Onlarin, nasil bir çare ve tedbir almak

gerektigini düsünmelerini ve düsündüklerini de hiç çekinmeden açik bir sekilde

ortaya koymalarini söyler. Bazi komutanlar, Macar atlarinin henüz deveye alisik

olmadiklarini söyleyerek anlari atlara karsi canli bir engel gibi kullanmanin

mümkün olabilecegini ifade ile bu develerin düsman atlarina dehset ve

düzensizlik vermeleri için ordunun ön cephesine konulmasi teklifinde bulunurlar.

Fakat Sadrazam, Gazi Evrenos Bey, Timurtas Pasa ve Sehzade Bâyezid bu teklife

karsi çikip söyle dediler:

Develer, süvarilerin atlarina dehset

vermek söyle dursun, agir silahli süvariyi görünce kendileri ürkeceklerdir. Bu

durumda bizim saflarimizin üstüne atilip kargasalik ve karisiklik dogmasina yol

açabilirler. Ayrica, Osmanli askeri gibi din ve devleti ugrunda feday-i cani,

cana minnet bilen saf ve güvenilir bk askerin itikad zaafina da sebep

olabilecegini söylediler. Bu bakimdan hiç bir seyden korkmadan ve sadece Allah'a

güvenerek meydan muharebesi yapip düsmana saldirmayi teklif ettiler. Bu görüs,

bütün askerî erkân tarafindan kabul edildi. Bundan sonra herkes gayet mesrur bir

sekilde ve kararli olarak, sabahla birlikte baslayacak olan savasa hazirlanmak

üzere birliklerinin basina gitti.

Bu arada bir sey padisahin dikkatini

çekmisti. Düsman tarafindan esmekte olan rüzgâr, Osmanli askerinin gözüne toz

toprak savuruyordu. Padisah, böyle bir durumun savasta sebep olabilecegi

felaketi düsünüp üzüldü. Bütün gece Allah'a yalvarip O'ndan yardim diledi. Zafer

karsiliginda kendisinin din yolunda sehid olmasi için dua etti. Osmanli

tarihleri Sultan Murad'in o geceki münacat ve yakarisini su sekilde ifade

ederler:

Ab-i rûy-i Habib-i Ekrem

için

Kerbelâda revan olan dem (kan)

için

Veda gecesi aglayan göz

için

Askin ugruna sürünen yüz

için

Ehl-i derdin dil hazini

için

Cana tesir eden enini için

Eyle ya Rab, lütfunu hem

râh

Hifzini eyle bize püst u

penah

Ehl-i Islâma ol muin u

nasir

Dest-i a'dayi bizden eyle

kasir

Ya Rab, mücahidini etme

telef

Tir-i a'daya (düsman okuna) bizi

kilma hedef.

Bakma ya Rab bizim

günahimiza

Bak sen can ve gönülden

ahimiza

Sakla gözümüzü cengin

tozundan

Islâm erini koru

saldiridan

Bunca yil süren

gayretlerimizi

Gazalarda sanli kil

ismimizi

Etme ya Rab kahrinla beni

fena

Yüzümü halk içinde etme kara Dinin ugruna ben feda

olayim

Askerim önünde ben heba

olayim.

Din yolunda beni sehid

eyle

Ahirette beni said eyle

Mülk-i Islâmi paymal etme

Menzil-i firka-i dalal

etme

Keremin çoktur ehl-i

Islâma

Dilerim kim erise itmama.

Gerçekten, ertesi sabah safakla

birlikte yagan yagmur, tozlan bastirdigi gibi agir silahli olan düsman

süvarisinin atlarinin, seri bir sekilde hareket etmelerine de mani

olmustu.

O gece, birlesik Haçli ordusu da

Osmanlilara karsi nasil bir hareket içinde bulunmasi gerektigini, toplamis

oldugu harp meclisinde görüsmeye baslamisti. Generallerden bir kismi, gece

ansizin Türklerin üzerine hücum edilmesini teklif etmisti. Fakat kendinden çok

emin bulunan ve mutlaka galip geleceklerine inanan Yorgi Kastriyota, gece

karanliginin düsmanin firarini kolaylastiracagini, böylece Osmanlilarin büsbütün

yok olmaktan kolayca kurtulmus bulunacaklarini ifade ederek bu teklifi

reddetti.

Osmanli ordusunun aldigi savas

düzenine göre Sultan Murad, ordunun merkezinde bulunuyordu. Ordunun sag kolunda

veliahd sehzade Bâyezid, sol kolunda da sehzade Yakub bulunuyorlardi. Evrenos

Beyin tavsiyesi üzerine ordunun her iki cenahina ihtiyat olmak üzere 1000'er

kisilik okçu birlikleri yerlestirilmisti. Bunlar, muharebenin en kizgin

devresine kadar müdahalede bulunmayacaklar, savasin tam kizgin devresinde

düsmani oklamaya baslayacaklardi. Rumeli Beylerbeyi Kara Timurtas Pasa

Bâyezid'in, Anadolu Beylerbeyi Sanca Pasa da Sehzade Yakub'un maiyetinde idiler.

Evrenos Bey'in birlikleri sag cenahta, Anadolu beyliklerinin birlikleri ise sol

cenahta yer almisti.

Balkan ve Orta Avrupa milletlerinden

çogunun bulundugu birlesik Haçli ordusunun merkezinde Sirp krali Lazar, sag

kolunda yegeni ve damadi prens Brankoviç, sol kolda da Bosna krali Tvartko

bulunuyorlardi.

Sirplarin top atisiyla baslayan büyük

meydan muharebesi, sekiz saat içinde kesin bir sekilde neticelendi.

Kendilerinden sayi, techizat ve araziyi tanima bakimindan kat kat üstün olan

müttefik Haçli ordusu karsisinda Osmanlilar, büyük bir basari elde ettiler. Bu

basarida Bâyezid (Yildirim)'in büyük bir payi bulunuyordu. Baslangiçta bozulmak

üzere olan Osmanli'nin sol cenahina kendine has pek hizli bir manevra ile

yetisip düsmani çeviren veliahd sehzade, müttefiklerin korkunç yarma

hareketlerine ragmen kiskacini açmadi ve bu kiskaçta perisan olan düsmani yok

etmeyi basardi. Bas komutan Lazar da dahil olmak üzere düsman ordusu Kosova

sahrasinda kaldi. Kaçmak isteyen küçük ve daginik düsman birlikleri de

arkalarindan yetisen Sehzade Yakub tarafindan imha ediliyorlardi.

Böylece Allah, Sultan Murad'in yüzünü

kara çikarmamis, onun geceki dua ve niyazlarina icabet ederek onu muzaffer

kilmisti. Fakat bu muzafferiyetin bir bedeli daha olacakti. Çünkü Sultan Murad,

duasinda sehadeti de istemisti. Hükümdar, harpten sonra harbin yapildigi sahrayi

dolastigi sirada ölüler arasinda yarali olarak bulunan Lazar'in damadi Milos

Obiliç, müslüman olacagini ve padisaha gizli bir sözü bulundugunu söylemek

istedigini bildirince Sultan Murad'in müsaade etmesi üzerine yanma yaklasarak

yeninde saklamis oldugu hançer ile onu kalbinden yaralayarak attan düsürmüstü.

Bu suikast üzerine katil, Sultan Murad'in maiyyetinde bulunanlar tarafindan

yakalanip öldürülmüstü. Bu olay, tarihlerde farkli sekillerde anlatilmakta ise

de neticesi hep ayni oldugundan fazla teferruata girmek istemedik. Sultan Murad

yaralandiktan sonra bir müddet yasamis, yakinlarinin üzüntü ve kederlerini su

sözlerle hafifletip onlara vasiyette bulunmustu:

Islâm'in zaferi için kendimin sehid

olmasini Allah'tan ben istedim. Dualarim Allah tarafindan kabul oldu. Binlerce

hamd ve sena olsun ki, Islâm askerini muzaffer görerek hayata veda ediyorum.

Oglum Sultan Bayezid'e uyunuz ki o sizi ogullari gibi görsün. Milos'un beni

yaralamasina üzülmeyin. Sakin reâyayi incitmeyin. Mal ve irzlarina tecavüz

ettirmeyin. Eger reâyanin mesru haklarini muhafaza ederseniz Cenab-i Hak da sizi

ve devletinizi muhafaza ve payidar eyler, çünkü rizasi ondadir.

Sultan Murad'in yarali olarak düstügü

yere hemen bir çadir kurulup muhafaza altina alinir. Hükümdarin yarasi agirdi.

Hayatindan ümid kesilince derhal Veliahd Bâyezid'e haber verilerek oraya

çagrilir. Düsman takibinde bulunan Bâyezid, bu kötü ve feci haberi alir almaz

derhal oraya gelir. Babasini kanlar içinde görünce kendine hâkim olamaz. Fakat

Murad Hüdavendigâr, bu an, aglanip feryad edilecek bir an degildir. Ölüm denilen

sey herkesin basina gelecektir. Fakat baskalari ile mukayese edildigi zaman

sehidligin cana minnet bir nimet oldugunu söyleyerek oglunun üzüntüsünü

hafifletmeye çalisir. Ogluna askerî ve siyasî bazi tavsiyelerde bulunduktan

sonra bu fani hayata gözlerini kapar.

Ordu merkezinde cereyan eden bu

hadiseden kollardaki sehzadeler ile diger komutanlarin haberleri olmamisti. Yine

bu sirada Osmanli kuvvetleri tarafindan sarilmis bulunan Lazar, maiyeti ile

beraber yakalanarak o esnada ölmek üzere olan Sultan Murad'a karsilik

öldürülmüslerdi. Kosova muharebesi, Osmanlilarin Rumeli'de kalmak için Sirp

Sindigi savasindan sonra kazandiklari ikinci büyük muharebedir.

Biraz önce belirtildigi üzere Sultan

Murad'in ölümünü müteakib, devlet adamlarinin da karari üzerine zaten o maksatla

babasinin yanina çagrilmis bulunan Sehzade Bâyezid (Yildirim Bâyezid) hükümdar

ilân edilmisti. Durumdan haberi olmayan ve düsmani kovalamakta olan Sehzade

Yakub Çelebi de fitne katldan daha siddetlidir hükmüne göre Baban seni

istiyor denilerek ordu merkezine davet edilmisti. Gelip otagdan içeri girince

hemen öldürülmüstü. Çünkü daha önce, Savci Bey olayi meydana gelmis ve devlet

büyük bir siyasî çalkanti içinde kalmisti. Bir daha böyle bir olayin meydana

gelmemesi için Sehzade Yakub Osmanli tarihçilerinin ifadesi ile sehid

edilmistir. Büyük bir askerî birlige komuta eden Yakub Çelebi'nin saltanat

davasina kalkisacagi göz önünde bulundurularak böyle bir çareye bas vurulmustur

ki bu, bütün devlet erkaninin teklifi ve yeni hükümdar olan Yildirim Bayezid'in

tasvibi üzerine olmustu.

Sultan Murad ölünce, çikarilan iç

organlari, sehid düstügü yere gömüldü. Daha sonra cenazesi, oglu Yakub Bey'in

cenazesi ile birlikte Bursa'ya gönderilerek Çekirge'deki türbeye defn edildi.

Sultan Murad'in yaralanip öldügü (sehid edildigi) ve iç organlarinin

defnedildigi yere Meshed-i Hüdavendigâr adi verilen bir türbe yapilmis, daha

sonra da buna bir cami ilave edilmistir. Bu türbe zamanimiza kadar Balkan

Müslümanlarinin ziyaret ettikleri bir ziyaretgâh olmustur.

Sultan Murad'in sehadeti, bütün Islâm

âlemini teessür içinde birakmisti. Bunun bir belirtisi olmak üzere Memlûk

Sultani Meliku'z-Zahir Ebû Said Berkuk, onun Bursa'daki türbesine konmak üzere

Kur'an-i Kerim cüzleri gönderip vakf etmistir.

Gazi Hünkâr ve Murad Hüdavendigâr

diye meshur olan Sultan I. Murad'in hükümdarligi 27 veya 28 sene devam etmis

olup hicrî 791 (M. 1389) yilinda vefat ettigi zaman genel olarak kabul edilen

görüse göre 63 veya 64 yaslarinda bulunuyordu. Bu arada onun vefati esnasinda

yasinin 66 oldugunu söyleyen tarihçilerin bulundugunu da belirtmek

gerekir.

Muhtelif rivayetlerden anlasildigina

göre Murad Hüdavendigâr'in, Bâyezid (dogm. 761=1360), Yakub (dogm. 769=1367),

Savci (dogm. 773=1371) adinda üç oglu olmustu. Bazi kaynaklara göre Savci'nin en

büyük ogul oldugu kayd edilmekte ise de bu, gerçege pek uygun degildir. Bundan

baska Ibrahim adinda baska bir oglundan bahs edilmekte ise de kaynaklarda

bununla ilgili bir bilgi bulunmadigindan bunun küçük yasta vefat etmis oldugu

düsünülebilir.

Otuz yila yakin (27 yil 3 ay) bir

zaman, dünya sahnesinin ender rastladigi bir ustalik ve maharetle devletinin

mukadderatini sevk ve idare eden Murad Hüdavendigâr, pek çok hayir yeri meydana

getirmekle de söhret bulmus bir kimsedir. Günümüze kadar gelen vakfiyesi, onun

neler yaptigini, hayrat hakkinda neler düsündügünü göstermektedir. Onun su

tesisleri bu konuda bize bir fikir vermektedir: Bursa'da Çekirge'deki cami,

medrese, imâret, misafirhane. Bursa hisarinda sarayinin yaninda Hisar Camii,

Bilecik ve Yenisehir'de birer cami, yine Yenisehir'de gazi erenlerden Postin pûs

Baba için yaptirdigi zâviye. Çekirge'de bulunan vakfa, vezir Hayreddin Pasa'yi

hem mütevelli hem de nâzir olarak tayin etmistir. Keza o, annesi adina Iznik'te

de 790 Cemayizelevvel ayi baslari (Mayis 1388) tarihli bir imâret yaptirmistir.

O, ahiret azigi olarak insa ettigi imâret ve diger tesislerine pek çok arazi

vakf etmistir. Islâmî gelenege göre tesis edilen vakfiye bize vakiflarinin

idaresi hakkinda, kimlerin bu vakiflardan nasil ve ne sekilde istifade

edecegini, vakfi bozmaya, haksiz sekilde ondan yararlanmaya kalkanlara nasil

muamele edilecegini de açiklamis bulunmaktadir. Bilgi edinilmesi bakimindan onun

787 Cemaziyelahir ortalan (Temmuz 1385) tarihini tasiyan vakfiyesinden bazi

pasajlari buraya almayi faydali buluyoruz.

Vakf, hibe ve rehin olunmaz, kimse

mâlik olamaz. Telef ve helâk olmaz. Kimse halef olup vâris olamaz. Kiyamete

kadar devam eder. Sebeplerden bir sebeple kimse elini uzatamaz, asli üzere

kalir. Sartlari üzere devam eder. Günlerin geçmesiyle vakif ve vakfiye bozulmaz.

Allah ve Resûlüne ve ahiret gününe iman edenlerden, Allah'in ve yarattiklarindan

melik, kadi, vezir, muhtesibden ve insanlarin tamamindan hiç bir kimse bu vakfi

bozamaz. Bir kimse onu tahvil ve tebdil ederse günah irtikhab etmis olur.

Allah'in kitabina ve Resûlünün sünnetine muhalefet eden ve din kardesinin

vakfinin fesadina sa'y eden (çalisan) Allah'in gazabina ugrar. Onlarin üzerine

Allah'in, meleklerin ve bütün insanlarin laneti olsun. Görüldügü gibi bu

ifadeler vakfin muhafazasi gayesine yönelik bulunmaktadirlar. Bundan baska bir

de vakiftaki hizmet ve onlardan yararlanma ile ilgili bilgiler bulunmaktadir ki

buna göre hiç kimse imârete inmekten men olunamaz. Hizmetçiler, gelenlere güzel

bir sekilde hizmet etmek zorundadirlar. Hele fakirlere bu hizmeti çok daha iyi

yapmalilar. Çünkü onlar, kalbi kirik kimselerdir. Bu konuda da vakfiyenin kendi

ifadesi ile söyle demektedir:

Imârete, büyüklerden, âlimlerden,

seyh ve sâdattan birisi inerse hizmetçi bunlara hizmet eder. Bunlarin sanina

göre onlara hizmet eder. Hayvanlarina da hizmet eder. Bu hizmet sadece büyüklere

mahsus olmaz. Imârete inenlerin tamamina böyle muamele yapilir. Hatta fakir ve

miskinlere bu yolda hizmet daha evladir. Çünkü onlar, kalbi kirik olanlardandir.

Imâretteki kalislar 3 günü geçerse bu, mütevellinin reyine baglidir.

Sükrullah, gazi ve sehid sultanin

yaptirdigi hayirlardan bahs ederken sunlari söyler:

Bursa'da ahiret için bir yapi

yaptilar. Hem konuk evi, hem cami, hem medresedir. Kimsesizler, yoksullar için

paçalardan, tatlilardan, eksilerden daha güzeli olmayan yemeklerin hepsinden

verilmesini, konuklarin hayvanlarinin da yemlendirilmesini buyurdu. Hatiplere,

hafizlara, müderrislere muridlere ve ögrencilere vazife karsiligi akça bagladi.

O evin karsisinda bir kubbe yapilmasini buyurdu. Her gün ayrica otuz hafiz o

kubbede güzel sesle Kur'an okuyup hatm etmektedirler. Mübarek vücudu o kubbede

dinlenmektedir. Gerek bu, gerekse daha önce verilen bilgiler, Sultan Murad'in

nasil hayir yaptigini, kurdugu vakiflar vasitasiyla onlarin devamini sagladigi

ve insanlara hizmeti bir ahiret azigi olarak kabul ettigini

göstermektedir.

Sultan Murad, tahta çikinca babasinin

sikkelerinde oldugu gibi Selçuk paralarini taklid etmek suretiyle sikke

kestirmistir. Baslangiçta kûfiye yakin, daha sonra da nesih yazisi ile

kestirdigi sikkeleri görülür. Kûfi hatli olan sikkelerinin bir tarafinda

kelime-i sehâdet, etrafinda ilk dört halifenin isimleri ve diger yüzünde de

Murad b. Orhan halladallahu mülkehû ibareleri bulunmaktadir. Sonradan kesilen

akçalarin bazilarinda kelime-i sehadet ile kendisinin ve babasinin isimleri,

bazilarinda da akçanin her iki tarafinda Murad b. Orhan yazisi görülmektedir.

Sultan Murad'in 790 (1388) tarihli bakir sikkesinde kesildigi tarih ve ay

bulunmaktadir.

Daha önce de kisaca temas edildigi

gibi Osmanli Devleti'nin kurulus hamurunda mayasi bulunan teskilâtlardan biri de

ahilikti. Bu bakimdan ilk Osmanli padisahlari, bu teskilâtin birer mensubu ve

hatta reisleri durumunda idiler. Bazi vesikalar, Murad Hüdavendigâr'in bu

teskilatin reislerinden biri oldugunu göstermektedir. Nitekim bu hususta onun

Receb 767 (Mart 1366) tarihli olarak Malkara'da Ahi Musa için yaptirmis oldugu

zaviye vakfiyesindeki ahilerden kusandigim kusagi Ahi Musa'ya kendi elimle

kusadup Malkara'ya ahi diktim ifadesi, onun ahi reislerinden biri oldugunu

göstermektedir.

Vakfiyesinde de görüldügü gibi Sultan

Murad, bilgin, talebe, garip ve fakir olan kimselere karsi son derece sefkatle

muamele eden bir hükümdardir. Hz. Peygamber'in soyundan gelen seyyid ve

seriflere karsi ise özel bir ilgisi bulunmakta, onlara saygiyi Hz. Peygamber'e

yapilmis saygi olarak kabul etmektedir. Bu sebepledir ki o, ülkesinde bulunan

seyyid ve serifleri her türiü vergiden muaf sayan fermanlar isdar etmistir.

Nitekim, 787 (1385) tarihli bir ferman, onun Seyyid Büzürg Ali'nin evladlarini

vergiden muaf saydigini su ifadelerle ortaya koymaktadir:

... Seyyid Büzürg Ali'nin ogullan

yaslan ile kapima gelip ettiler. Bizim atamiz sizin duaciniz idi. Biz fakir

kullariniz dahi size duacilariz. Biz kullarina bir hüküm sadaka eyle ki sizden

sonra gelen bizi ve evladimizi ve kullarinizi ve karaveslerimizi (câriye)

incitmeyeler. Hem simdiye degin atamiz bir dâne ösür vermedi. Ve koyun hakkin

vermedi. Biz kullarina bir ihsan eyle bizden ve evladimizdan ösürlerin ve

koyunlari haklarin kimesne taleb etmeyeler deyicek emr olundu ki, bu sâdâtlarin

evladlari, kullari ve karavesleri ve bir damla kanlan deme can ola. Onlar, benim

her defterimden ihrac olalar. Her kim bu hükmü görüp Seyyid Büzürg adini

yazanlara teaddi ederse lânet ba'lânet ola. Rumeli kadilari ve sancak beyleri ve

subasilari ve sipahiler her kanginizin yerinde eker biçerse bir dâne ösürlerin

almayasiniz. Ben bagisladim canim için olsun. Benim devletime duaya mesgul

olalar. Her kande hatirlari dilerse yürüyeler...

SULTAN MURAD'IN

SAHSIYETI


Tarihler, Osmanli padisahlari içinde, Murad ismini

tasiyanlarin ilki olan Sultan Murad'i, orta boylu, yuvarlak yüzlü, sahin

bakisli, koç burunlu, seyrek disli, uzun boyunlu, iri parmakli, sen ve yakisikli

bir padisah olarak tasvir ederler.

Dahi bir asker ve devlet adami olan Sultan Murad,

bütün hareketlerinde belli bir plân çerçevesinde hareket etmis, son anina kadar

kabiliyet ve dehasindan bir sey kayb etmemistir. Azim ve idare kudreti, iyilik

severligi, tebeasina karsi merhametli olusu ve ordusunda inzibatli, verdigi

emrin yapilmasini isteyen ve bunlari takib eden bir hükümdardi. Bütün tarihler

onun bu özelliklerinde birlesirler. Nesrî bu konuda sunlari söyler:

Bu Gazi Murad Han dahi, atasi gibi sahib-i hayr

idi. Adil ve kâmil, din perver, adalet yayici, âli himmet, kesiru'l-menfaat

(menfaat saglamasi çok), fakir dost, garip oksayici, düskünlere yardimci, rey ve

tedbir sahibi, pehlivan, cesur ve yigit idi. Bütün ömrünü gazaya sarf etmistir.

Bunun ettigi gazayi Osman'in neslinden hiç bir padisah etmedi. Himmet ve

cömertlik sahibi idi ki kapisina gelen hiç kimse mahrum gitmezdi.

Sultan Murad'in sahsiyetinin azametinde ve Türk

tarihi bakimindan oynadigi rolün ehemmiyetinde, Osmanli tarihçileri oldugu gibi

yabanci tarihçiler de mütefiktirler. Nitekim, Osmanlilari sevmemekle birlikte

Sultan Murad'in vasiflarini ortaya koymaktan da kendini alamayan Gibbons, onun

hakkinda su degerlendirmeyi yapar:

Otuz sene kadar bir müddet Murad, zamaninin hiç

bir devlet adami tarafindan üstüne çikilamayan bir kiyâset ile Osmanlilarin

mukadderatini sevk ve idare etmistir. Fâtih ve Kanunî hakkinda çok sey

bildigimiz için Murad, Osmanli sultanlari içinde kendine layik olan yere

geçememistir. Onun hayati esnasinda meydana gelen inkilablar, bütün tarihin en

hayret veren olaylarindan biridir. Onun fetihleri 1878'deki Berlin antlasmasina

kadar bes asir devam etmistir. Kendisinin harb hususundaki cevvaliyet ve

gayreti, babasininki gibi idi. Fakat babasinin tahayyül ettiginden daha genis

bir icraat sahasina yayilmis oldugu için daha müskül vaziyetlere maruz kaldigi

halde gevsemedi. Emrindeki komutan-valilerin hiç birisi ile arasinda bir

anlasmazlik olmadi. Rumlara karsi muamelesi, onlarin seciyesini tayinde mükemmel

bir feraseti oldugunu gösteriyor. Bizans Kilisesi erbabi nazarinda, bir kâfir ve

Isa'nin düsmani idiyse de, onlara Papalardan daha iyi muamele etmekle teveccüh

ve muhabbetlerini kazanmistir. Hem irkî, hem de dinî mahiyette olan temsil

mes'elesinde kazandigi tam muvaffakiyetin en parlak delilini görmek için

Ortodoks Patriginin 1385'te Papa VI. Urben'e yazdigi mektuptan daha iyi bir

vesika olamaz. Bunda Patrik, Sultan Murad'in kiliseye hareketlerinde tam bir

serbestî verdigini söyler. dedikten sonra Osman, etrafina bir irk toplamistir.

Orhan bir devlet kurmustur. Imparatorlugu kuran ise Murad olmustur.

der.

Bizansli tarihçi Chalcondyle ise onun hakkinda

sunlari söyler:

Murad, hayatinda pek çok tehlikeler atlatmis ve

pek çok hayir isleri görmüstür. Rumeli ve Anadolu'da 37'den fazla büyük ve

mesakkatli harbi idare ederek hepsinden galip ve muzaffer olarak ayrilmistir.

Düsmana muharebe meydanini biraktigi ve arka çevirdigi asla görülmemistir.

Isleri güzel bir sekilde tanzim ile, münasib vakti geldiginde menfaatlerini

koruyup yerine getirmekte mahirdi. Muharebede çok cesurdu. Sasirip telas

göstermezdi. Askerini istirahat ettirdigi zaman kendisi av ile vakit geçirir,

dinlenmek nedir bilmezdi. Gençliginde oldugu gibi ihtiyarliginda da çaliskan,

enerjik ve sertti. Her seyden önce iyice düsünür, maksat ve meramina ermek için

hiç bir seyi ihmal etmez ve unutmazdi. Kendisine boyun egip itaat eden bütün

milletlere ve sarayindaki efrada yumusaklikla muamele ederdi. Yeri geldigi ve

gerektigi zaman mükâfatlandirmaktan geri kalmazdi. Herkesi adi ile çagirmak

adeti idi. Harbe girilecegi zaman askerini münasib nutuklarla cesaretlendirir,

yapilan en küçük hataya tekrar etmemesi için göz yummadan müsebbibini

cezalandirirdi. Verdigi sözü tutan hükümdarlardandi. Aleyhinde dolaplar

döndürmek isteyenler elinden kurtulamazlardi.

Hammer, Sultan Murad'in dahiyâne denilebilecek

faaliyetlerini belirttikten sonra adaleti ve gerektiginde siddeti cihetiyle

halki, kendisini hem sever hem de korkardi. Ser'î kanunlari itina ile muhafaza

eylediginden, kurmakta oldugu devlete, o kanunlari te'kid ve te'yid edecek

gayretlerin hiç birinde kusur etmezdi. der.

Kaynak: Osmanli

tarihi

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


I. MURAD (DÖNEMI)

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler I. MURAD (DÖNEMI) Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Osmanli tarihinde Murad Hüdâvendigâr ve Gâzi Hünkâr adlari ile anilip söhret kazanan bu hükümdar, Orhan Gazi'nin 6 oglundan yas itibari ile dördüncüsüdür. Latin kaynaklarinda Amurad adi ile anilir. Annesi, Yarhisar tekfurunun kizi Nilüfer Hatun'dur. Daha önce de belirtildigine göre dogumu ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 05:35 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.