Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| I. MURAD (DÖNEMI) Osmanli tarihinde Murad Hüdâvendigâr
ve Gâzi Hünkâr adlari ile anilip söhret kazanan bu hükümdar, Orhan Gazi'nin 6
oglundan yas itibari ile dördüncüsüdür. Latin kaynaklarinda Amurad adi ile
anilir.
Annesi, Yarhisar tekfurunun kizi
Nilüfer Hatun'dur. Daha önce de belirtildigine göre dogumu 1326 senesidir. Ana
bir kardesi olan Süleyman Pasa'nin ölümü üzerine o tarihlerde 36 veya 37
yaslarinda bulunan Murad, ahiler ve komutanlarin karari ile Bursa'ya davet
edilerek hükümdar ilan edilmistir. Bazi kitâbe ve eserlerde Meliku'l-Âdil
el-Gâzi es-Sultan Giyasu'd-Dünya ve'd-Din Ebu'l-Feth, Sihabu'd-Din gibi
ünvanlari tasidigi da görülmektedir.
Ordu ile milletin göz bebegi
durumunda bulunan ve çok sevilen Sehzade Süleyman'in ölümü üzerine, veliahd olup
babasinin tahtina geçen Murad, veliahd olarak yetistirilmemis olmasina ragmen
hükümdarlik sorumluluklarini devr alirken tereddüt ve saskinliga düsmeden yerine
siki basip oturmustu. Çünkü o, babasinin vefatindan önce Rumeli'de esas
kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya'da gerçeklestirdigi fetihlerle ün
kazandigi gibi idare ve yönetim isinde de pismisti. O, Bizans'a karsi yapilan
fütuhat ve kazanilan zaferlerin temsilcisi durumunda idi. Bu sebeple de devlet
islerinde büyük bir nüfuza sahip olan ahi ve gazilerin destegini alarak tahta
geçti. Tahta geçince, babasinin Trakya'da izlemekte oldugu fetih siyasetini
devam ettirmek istiyordu. onun, Rumeli'deki harp sahasindan ayrilip Bursa'ya
gelmesi üzerine Bizans kuvvetleri taarruza geçerek Türklerin elinde bulunan
Burgaz, Çorlu ve Malkara'yi geri alip, Türk kuvvetlerini sahile dogru çekilmeye
mecbur ettiler. Bunun üzerine Sultan Murad, Rumeli'ye dönmek isterken Asya'da
meydana gelen olaylar yüzünden Avrupa'daki tasavvurlarini geciktirmek zorunda
kaldi. ANKARA'NIN
YENIDEN ZAPTI
Anadolu Selçuklu Devleti'nin ortadan
kalkmasindan sonra bu devletin mirasçilari durumunda bulunan on bey arasinda
kendisini en kuvvetli hisseden Karaman Beyi olmustu. Bu bey, Osmanlilarin her an
artmakta olan güçlerinin kendisi için tehlike meydana getirdigini sezip
Osmanlilarin son tesebbüslerinden de endiselenince onlara karsi ahiler ile
Eretna Beyi'ni kiskirtmaya basladi.
Ankara, daha önce Sivas ve Kayseri
bölgesinin hükümdari olan Alaeddin Eretna'ya ait iken, onun ölümünden sonra 1354
yilinda Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa tarafindan zapt edilerek Osmanli
topraklarina katilmisti. Orhan Gazi'nin vefati üzerine Karamanoglu ile Sivas
hükümdari Giyaseddin Mehmed'in tesvikleri ile Ankara ahileri, sehirdeki Osmanli
muhafizlarini kovarak daha önceki beylerinin idare ve yönetimine döndüler.
Devamli olarak Ankara'yi kendi beyliginin hakimiyeti altinda kabul eden Eretna
Beyi, Karamanogullarinin tesvikiyle tekrar Ankara'ya hakim duruma
gelmisti.
Sultan Murad, hem Rumeli hem de
Anadolu'da meydana gelen bu tehlikeli durumda ne yapilmasi gerektigi hususunda
ulema ve devlet erkâni ile istisarede bulundu. Tehlikeli bir durum arzeden
kardesler ve Ankara probleminin çözümü için karar ve fetva aldi. Bunun üzerine
Sultan I. Murad Lala Sahin Pasa'yi Rumeli'de kaymakam birakip 25 bin askerle
Ankara üzerine yürüdü. Bu esnada Eretna Beyligi'nin idaresinden memnun olmayan
sehir halki ve ahiler, mukavemet etmeden sultani törenle karsilayarak ona
hediyeler takdim ettiler. Böylece sehir yeniden Osmanli hakimiyetine geçmis
oldu.
Hoca Saadeddin Efendi, Ankara'nin
yeniden zaptini anlatirken enteresan bazi noktalara da temas eder.
Karamanlilarin ortaligi karistirmak için Ermenilerle de is birligi yaptigini ve
Müslüman halka zulmetmek üzere anlastiklarini anlatarak söyle der:
Sultan Murad, Allah'in yardim ve
keremi eseri olarak sahlik tahtina oturunca ilk isi halkin ve askerlerin
ihtiyaçlarini görmek ve Hz. Peygamber'in seriatini yerine getirmek olmustur.
Böylece halkin dileklerini yoluna koyduktan sonra Rumeli yakasinda olan
askerlerin, baslarinda bir komutan ve serdarin bulunmamasi yüzünden sikinti
içinde olduklarini ve keremli padisahlarinin yolunu gözlediklerini bildiginden,
cihad niyetiyle ülkeler feth etmek üzere o tarafa yönelmisti. Anadolu'da ise
bazi hukkam ve mulûk, sikak ve nifak üzre ittifak meslegine sülûk edüp hususa
valiyan-i Karaman ve Ermeniye-i sugra (Karaman idarecileri ve Küçük Ermenistan)
ve civarlarinda olan bazi kötü niyetli beylerin baslica emelleri Osmanli
topragini yagmalamak oldugundan hünkârin Gelibolu'ya yöneldigini ögrenince bir
araya gelip bazi kararlar ve gizli tedbirler almakta kusur etmemislerdi. Sonu
ayrilik ve fesad olacak bu düsünce ile and içip el baglamislar. Ayrica çevredeki
kâfir hükümdarlara da kararlarini duyurmuslardi. Böylece Islâm ülkelerini
yagmalamak, Müslümanlara zarar ve ziyanda bulunmak için, Seytan'in bu takimi ile
gönül ve dil birligi etmislerdi. Böylece Islâm'in geregini bir kenara birakip
müsrik ve kin ehli ile is birligi edip bütün Osmanli ülkesini çarpip yakmak
konusunda anlasmislardi. Bunun için de bazi bölgelere (hudud boylari) saldirarak
Bursa ve Iznik üzerine yürümeye kalkismislardi. Durum, melekler ordusunun sahi
olan sultanin esigine iletilince din bilginlerini ve isleri yöneten fukahayi
toplamis, onlara amacimiz ve emelimiz dinimize destek olmak kâfirler ve
münafiklarla cihad et (Kur'an, et-Tevbe 73) emrine uymaktir. Bu emirdeki siraya
uyarak önce kâfirlerin fitnesini def etmek, yaramazlarin zararina son vermek
için bu diyara gelmistik. Fakat simdi kulagimiza Karaman beylerinin
çevrelerindeki azgin topluluklarla birlikte Islâm ülkelerini yagmalamak
konusunda is birligi ettikleri, bazi bölgeleri yakip yiktiktan sonra Iznik ve
Bursa üstüne düstükleri haberi geldi. Bu nifak takiminin büyük ülkeme yaklasmis
olduklari su sirada zararlarini ortadan kaldirmaya, saçtiklari fitne atesini
söndürmeye çalismazsak, Islâm ülkeleri harap, halk ve köylüler de berbat
olurlar. Hal böyle olunca ulemanin fetvasi ve akil sahibi kisilerin görüsleri
nedir diye sormustu. Faziletli kisiler topluca, tehlikenin def edilmesi isinin
öne alinmasindan yana görüs bildirdiler. Münafiklarin ortaya çikardiklari
karisikligin aradan giderilmesinin önemini belirttiler. Bunun üzerine Gâzi
Hüdâvendigâr da ulemanin fetvasini bayrak ve rehber edinerek Anadolu yakasina
geçti. Zaferleri tasiyan askerleri ile Karaman beylerini ülkesinden çikarip
sinir boyunu tutmak için Ankara kalesini kusatti. Bu arada ol nifak ehli ile is
birligi eden bazi yaramazlari ve kötü yolun yolcularini yakalayip, bunlara
katilanlar veya onlardan umut bekleyenler kirilip dökülünceye kadar kovaladi.
Ankara'ya sahib olan istiklâl davasina düserek bu kaleyi ve çevresini ele
geçiren Ahi adini tasiyan cemaat, adalet issi Sultan Murad Han Gazi'nin yüce
kuvvetini ve erisilmez gücünü görünce direnmeye imkân olmadigini anlamislar,
hediye ve armaganlar derleyip padisahlara has peskeslerle sultanin otagina
gelmisler, boyun egdiklerini bildirip kalenin anahtarlarini teslim etmislerdi.
Onlarin bu tutumu padisahlik merhametine, sahlik yüceligine uygun düstügünden
tamami devlet hizmetine alindilar. Kale ile hisarin korunmasi için asker ve
dizdar birakildiktan sonra yakin çevrede bulunan bazi kaleler de yöneticilerinin
elinden alinarak Osmanli ülkesine katildi. Bu güzel sehir, yani Ankara pek çok
geliri olan bir beldedir. Tarim ürünleri yaninda zirh yapimiyla da taninmistir.
Ayrica yün, moher ve daha baska nefis kumaslar burada dokunurdu. Bunlar, Iran,
Arabistan, Bizans ve Prenk diyarina yollanirdi.
O dönemlerin, büyük ölçüde tarim ve
hayvanciliga dayali gelismis ekonomisi ile temayüz eden Ankara, birçok devlet ve
beyligin dikkatlerini üzerinde topluyordu. Bunun içindir ki Ankara'dan
bahsederken Hammer de söyle söyleyecektir:
Iskender'in, Küçük Asya'daki
fetihlerinin kuzey noktasi olan bu sehir, Hilafetin ve Bizans Imparatorlugu'nun
yükselis çaglarinda Amuryum (Anamur) gibi, Kostantiniyye (Istanbul) ve Islâm
hükümdarlari arasinda sürekli bir çekisme konusu idi. Harun Resid ile Me'mun
Ankara'yi feth ettiler.
Harun Resid, Dogu Roma Imparatorlugu
arazisi üzerindeki zaferinin hatirasini ebedilestirmek için Ankara'nin muhtesem
iki kapi kanadini Bagdad'a nakl ettirdi. Ankara'nin elde bulunmasi, Murad için
önemli idi. Zira Orta Asya ticaretinin merkezi, Suriye ve Ermenistan'dan Türkiye
ve Kilikya sahillerine giden yollarin merkez noktasi idi. Küçük Asya'nin en
zengin vilayetlerinden biri olan Ankara, eski çaglarda yagli kuyruklu koyun
sürüleri, uzun ve yumusak tüylü keçileri ile meshur oldugu gibi zamanimizda dahi
örtüleri, yünleri, bina harçlarinin saglamligi, otuz alti çesidi sayilan
armutlarinin lezzeti, elmalari, üzümleri gibi meyveleri de az söhretli degildir.
Ayas sulari da kaplica olmak ve içilmek için en sifali sulardir. Keza Ankara,
pehlivan yetistirmek ve ibadethaneleri ile de söhret kazanmistir. SULTAN MURAD'IN
TESKILATÇILIGI
Murad Hüdavendigâr, Ankara'yi alip
Karaman beyi tarafindan yapilan kiskirtmalarin sebep oldugu karisikliklari da
bastirdiktan sonra gözlerini Avrupa'ya çevirdi. Bu arada Sultan Murad, zamanin
gerektirdigi bazi yeni kanun ve tesislere de bas vurmaktan geri kalmiyordu.
Nitekim kendisinden önce bir sefere baslamadan evvel o çagda en büyük ve mertebe
bakimindan en yüksek sayilan taht merkezi olan Bursa kadiliginin, ordu kadiligi
ile birlestirilmesini emr eder. Böylece ilk defa kadiaskerlik müessesesi
dogmus oldu. Böyle bir müessesenin teskiline de ihtiyaç vardi. Çünkü daha önce
her sefere çikista rütbesi en yüksek olan taht kenti kadisi, seferlerde
anlasmazliklari çözer, askerlerin törelere göre nizam içinde hareket etmelerine
bakardi. Murad zamaninda asker sayisinda meydana gelen büyük artis, böyle bir
makamin ihdasina ihtiyaç gösterdi. Savasta ve barista islerin yürütülmesi,
anlasmazliklarin giderilmesi, her türlü özel durumlarin incelenmesi ve terekenin
hesaplanmasi görevlerinin kadiaskerlere birakilmasi uygun görüldü. Böylece bu
göreve getirilen kimse, asker olan ve olmayan idareciler üzerinde üstün bir
kontrol hakkina sahip bulunacaktir. O siralarda Bursa Kadisi olan Çandarli
(Cendereli) Kara Halil Hayreddin Pasa en selahiyetli kisilerden ve kadilarin en
ulularindan oldugu için bu göreve getirilmis oldu.
Sultan Murad, zaman ve sartlarin
gerektirdigi yenilikleri yapma ve tedbirlere bas vurmaktan çekinmiyordu.
Gerçekten, atalari en büyük çocuklarini ordulara komutan tayin ederek onlari
beylerbeyi sifati ile ülkeler zapt etmeye gönderiyorlardi. Sultan Murad'in,
delikanlilik çagina gelmis oglunun bulunmamasindan dolayi en kidemli beylerden
ve saltanatin temel direklerinden olan Lala Sahin Bey'in, asker ve ordunun
tertibi, savas araçlarinin saglanmasi için beylerbeyilik görevi ile basa
geçirilmesi uygun görülmüstü. Bundan sonra o, deniz kenarinda, sayisiz askerin
karsi tarafa geçisini saglayacak gemiler yaptirmakla da
görevlendirildi.
Hammer, Beylerbeyligin, hanedanin
disindan birine verilmesini daha degisik bir açidan degerlendirerek söyle
der:
Lala Sahin, beylerbeyi ünvaniyla
Osmanli ordularina bas komutan oldu. Beylerbeyi me'muriyeti Ayni zamanda
vezirlik görevini de içine almaktadir önceki padisahlar zamaninda onlarin en
yakin akrabasina veya büyük ogullarina verilirdi. Nasil ki Orhan'in biraderi
Alaeddin ve ondan sonra oglu Süleyman'in bu iki hizmeti idare ettiklerini
görmüstük. Murad, bu sistemde bir karisiklik ve saltanat için bir tehlike
sezerek bundan sonra ogullarini müsavere meclisine kabul etmemek ve asker bas
komutanligini yabancilara tevdi' etmek suretiyle eski usûlü bozdu. Hükümete yeni
bir güven veren bu sistem, Birinci Murad'dan sonra gelenler tarafindan da
degistirilmemis ve ona uyulmustur.
SULTAN
MURAD'IN RUMELI SIYASETI
Lala Sahin Pasa'nin orduyu toplamasi
ve askerî hazirliklarin yapilmasindan sonra Rummeli yakasina geçildi. Padisah
ilk önce kardesi Süleyman Pasa'nin mezarini ziyaret edip onun adina ve sevabi
ona ait olmak üzere sadaka dagitmisti. Sultan Murad bununla da yetinmeyerek onun
adina vakiflar tesis etmisti. Bundan sonra hükümdar cihad için yoluna devam
etmisti. Ilk önce Gelibolu'dan fazla uzakta bulunmayan ve Elespon üzerinde
kurulmus olan Bontos kalesi kusatildi. Kale tekfuru böyle sayisiz ve heybetli
bir ordunun karsisinda tutunamayacagini anlayip kaleyi teslim eyledi. Bundan
sonra da Çorlu üzerine yürüyen Sultan Murad, orayi da fethederek yeniden ele
geçirdi. Daha önce belirtildigi gibi Edirne'ye varip orayi da fetheden Murad
Hüdavendigâr, artik Balkanlar'da yerlesmek, mekan tutmak ve orayi yurt edinmek
üzere buraya yerlesir.
Bilindigi gibi Edirne, Meriç, Tunca
ve Arda nehirlerinin kavsak noktasinda bulunmaktadir. Bu bakimdan buranin
gülsuyu ve gülyagi Misir ve Iran'dakilerle boy ölçüsecek bir durumdaydi. Sabunu,
Suriye sabunlarini, sekerlemeleri Konya'ninkileri aratmazdi. Yerinin ve halkinin
güzelligi dillere destandi. Osmanlilar, burayi Cenab-i Hak tarafindan özellikle
korunan ve medeniyetçe pek ileri bir sehir saymislardir. Burasi sehri süsleyen
yapilar, saraylar, çarsilar, camiler, okullar ve köprüler bakimindan pek çok
seyyahin dikkatini çekmekteydi.
Gerçekten de Edirne, askerlik,
siyaset ve ticaret münasebetleri bakimindan sahip oldugu stratejik mevkii
dolayisiyla Osmanli padisahlarinin taht merkezi olmaya degerdi. Bununla beraber
Sultan Murad, ikametgah olarak Dimetoka'yi seçmis ve orada bir saray
yaptirmisti. Sultan Murad'in, Edirne yerine Dimetoka'yi seçmesinin sebebi, o
dönemde Dimetoka'nin daha bayindir ve mamur olmasi ile sarayinin Edirne'dekine
göre daha iyi olmasi olarak gösterilmektedir. Padisah, Beylerbeyi Lala Sahin
Pasa'nin Edirne'de oturmasini ve Kuzey Trakya'da fetihlere devam etmesini
istemisti. Bu arada Evrenos da bu bölgenin güneyinde Gümülcine ve Vardar gibi
yerleri aldi. Bu iki sehirde Evrenos'un hatirasi, sadece bunlari feth etmis
oldugu için degil, fakat birçok cami ile kervansaray yaptirdigi ve onlar için
yeteri kadar tahsisat bagladigi için de sakli kalmistir. Lala Sahin'e gelince o,
zafer sancaklarini Balkan eteklerine kadar ulastirmis ve en önemli yerlerden
olup Belgrad'a kadar bütün memlekete pirinç vermekte olan iki Zagra (Eski ve
Yeni) ile Filibe'yi almistir. Lala Sahin de Evrenos gibi Osmanli ülkesine
kattigi sehirlere ziynet veren ihtisamli yapilarla adini yasatmistir. Bunlar
arasinda Filibe'de iki ok atimi uzunlugunda ve iki arabanin yanyana geçebilecegi
bir tas köprü anilabilir.
Lala Sahin Pasa'nin, Zagra'yi feth
etmesinden sonra Osmanlilarin eline pek çok esir düsmüstü. Esir sayisi o kadar
artmisti ki, bir adamin degeri yüz yirmi bes akça gibi çok az sayilabilecek bir
meblaga düsürmüstü. Hoca Saadeddin Efendi, gerek bu dönem ve gerekse önceki
dönemde ortaya çikan Pencik vergisi" hakkinda bilgiler verir. Buna göre
Karaman'da dogan fakih Kara Rüstem, Karaman'dan Sultan Birinci Murad'in yanina
gelir. Elde edilen diger ganimetlerin taksiminde olan uygulamanin esirler
konusunda uygulanmadigini ve seriatin emr ettigi beste bir vergi ödemenin
yapilmadigini görür. Bunun üzerine hemen devrin kadiaskeri olan Çandarli Kara
Halil'in huzuruna çikip diger ganimetlerden alindigi gibi esirlerden de beste
bir hissenin devlet için alinmasi gerektigini söyler. Çandarli Halil'in, durumu
Sultan'a arz etmesi üzerine o da Kur'an ve Sünnetin gereginin yerine
getirilmesini ister. Durumun takdiri için toplanan bir hey'et, her esir için 125
akça fiyat takdir eder. Bu fiyatin beste biri olan 25 akçanin pencik (humus)
vergisi olarak devlet adina alinmasina, bu isin tedviri için de Kara Rüstem'in
memur edilmesine karar verir.
Sultan Murad, Edirne'den Bursa'ya
dönünce komsu hükümdarlara Edirne'nin feth edildigine dair fetihnameler
gönderdi. Bunlardan birinin örnegi Feridun Bey Münseati (I, 93)'te
verilmektedir. BALKANLAR'DA
OSMANLILAR'A KARSI KURULAN ILK ITTIFAK VE SIRP SINDIGI SAVASI
Osmanlilar, ele geçirdikleri yerlerde
teskilât kurup arazi islerini tanzim etmeye çalisirlarken, Sirp ve Bulgarlar da
Edirne ile Filibe'nin geri alinmasi için faaliyetlerde bulunup papa vasitasiyle
Avrupa'yi harekete geçirmek istiyorlardi. 1364 yilinda Filibe'yi Osmanlilara
teslim ederek ailesi ile birlikte Sirbistan'a gitmis olan Rum kale komutani,
Sirbistan krali besinci Uros'a bas vurarak Türk kuvvetlerinin azligindan bahis
ile onu Osmanlilar aleyhine kiskirtir. Sayet simdi bu isin üzerine ciddiyetle
varilmaz ve göz yumulacak olursa vaziyetin ileride çok daha vahim olacagini
bildirir. Bundan baska Papa V. Urban'in tesviki ile Macar Krali Layos basta
olmak üzere Bulgar, Sirp, Eflak ve Bizanslilar arasinda bir ittifak saglanir.
Balkanlar üzerinde bir nüfuz kurmak isteyen Macar Krali, bu ittifak neticesinde
Osmanlilara karsi yapilan sefere bizzat istirak eder. Müttefik kuvvetlerin,
Türkleri Balkanlardan atmak için Meriç vadisi boyunca Edirne'ye dogru yürümesi
üzerine Edirne'de bulunan Lala Sahin Pasa, bu tehlikeli durum karsisinda derhal
Bursa'da bulunan Sultan I. Murad'a haber göndererek yardim ister. O, bununla da
kalmayarak, maiyyetindeki komutanlardan Haci Ilbeyi'ni de 10.000 kisilik bir
kuvvetle ileri gönderir. Haci Ilbeyi, müttefikler Meriç nehrini geçtikten sonra
onlara yetisebilmisti.
Haci Ilbeyi, Meriç nehrini geçen ve
kendilerine mukabele edilmedigi için pervasizca hareket eden düsmanin gaflet ve
sarhoslugundan istifade edip cesurane bir karar verir. Haci Ilbeyi 10.000
kisilik akinci kûvveti ile gece yarisi düsman ordugâhina üç koldan baskin yapar.
Asil büyük Türk ordusunun kendilerini bastigini zanneden Haçlilar, büyük bir
bozguna ugradilar. Bir kismi kirildi, bir kismi da Meriç'te boguldu. Gün
dogarken kalabalik düsman ordusunun imha edilmeyen döküntüleri kendilerini Meriç
nehrine zor attilar. Bunlardan büyük bir kismi da nehirde boguldu. Macar krali
Layos ise canini zor kurtardi. Rivayete göre bu kurtulusunu devamli olarak
boynuna asili vaziyette üzerinde tasidigi Meryem'in tasvirine haml ettigi için
memleketine döndügünde bir sükrane isareti olarak onun adina bir kilise
yaptirmisti.
Osmanli tarihlerinde Sirp Sindigi,
yabanci tarihlerinde ise Meriç veya Çirmen muharebesi diye bildirilen bu zafer
ile Edirne ve Bati Trakya daha da emniyet altina alindi. Meriç nehri ise tamamen
Osmanli kontrolüne girdi. Bu savasla Avrupa'da Osmanlilara karsi yapilan
müsterek bir mukavemete büyük bir darbe indirildi. Sirp Sindigi savasi ile
Türklerin Rumelide sür'atle ilerlemeleri saglandi. Bu sayede, Bosna'da oldugu
gibi Balkan devletleri üzerinde de hakimiyet tesis etmek isteyen Macarlarin
nüfuzu kirilmis oldu.
Macarlarla Türkleri ilk defa karsi
karsiya getiren bu savas, düsmanda öyle bir korku izi birakmistir ki, Hammer'in
ifadesiyle bu korkuyu ancak Hunyad (Kazikli Voyvoda) gibi birisi onu izale
edebilmistir.
Osmanlilarin, Balkanlardaki basarisi,
Papa'yi yeni bir ittifak kurulmasi arayis ve tesebbüsüne sevk etti. Bizans
Imparatoru, Macar Krali ve Italya'daki prenslerle is birligi yapmaya çalisan
Papa, Türklere karsi Haçli seferi açildigini bildiren bir bildiri yayinladi.
Ancak buna tek ciddi cevap, Savoy Dükü U. Amadeo'dan geldi. Amadeo'ya bagli bir
filo, 1366 yilinda
Gelibolu'yu ele geçirip tekrar
Bizanslilara verdi. Fakat bu sirada Türkler, Trakya bölgesine, durumun
kendilerini pek etkilemeyecegi kadar yerlesmislerdi. Zaten kisa bir süre sonra
Gelibolu tekrar alinacakti.
Sultan Murad, müttefik düsman
kuvvetlerinin Edirne üzerine geldikleri haberini alinca derhal kuvvetlerini
toplayip yola koyuldu. Fakat daha önce yol üzerinde bulunan ve icabinda
Rumeli'den dönerken korsan gemileri ile kendilerini tehdid edecek olan ve
Katalan'larin elinde bulunan Biga'yi bizzat kendisi karadan, Edincik ve
Gelibolu'dan getirttigi donanma da denizden muhasara etmisti. Böylece hem
denizden hem de karadan kusatma altina alinan Biga zapt edilmisti. Biga'nin
fethi esnasinda Sirp Sindigi zaferinin haberi gelmisti. Sultan buna çok sevinmis
ve Allah'a hamd etmisti. Sultan Murad, Biga'daki evlerin gazilere taksim
edilmesi ve kiliselerin cami haline getirilmesini de emr etmisti. Biga'nin
fethinden sonra Bursa'ya dönen Sultan Murad, Sirp Sindigi muzafferiyetinin
sükranesi olarak Bilecik'te bir cami. Yenisehir'de bir imâret ve Gazi Erenlerden
Postin pus Baba'ya bir tekke; Bursa hisarinda bir cami ile Çekirge'de bir
imâret, medrese, kaplica ve han yaptirmisti. Sultan Murad'in yaptirdigi bu hayir
isleri ile ilgili olarak vakfiyesinden ögrendigimize göre o, bütün bunlari
ahiret azigi olarak insa ettirmis ve bunlara vakiflar tahsis
etmistir.
Anlasildigi kadari ile Osmanlilar,
Trakya'da kazandiklari bu Sirp Sindigi zaferi ile gururlanip gevsemediler.
Gerçek gayeleri, Balkanlar'da yerlesip yurt tutmak oldugundan bu Haçli seferi
kendilerini ikaz ettigi için arkadan gelecek olan tehlikelere karsi daha çok
hazirlikli bulunmayi gerektiren tedbirleri almaktan geri kalmadilar. Muharebe ve
dönemin siyasî olaylari icabi 1365 yilinda devlet merkezini Bursa'dan Edirne'ye
nakl ettiren Sultan Murad, kilicini yeniden kinindan çikarmak lazim geldigini
anlamisti. Zira barut kokusunu yakindan almaya baslayan Hiristiyanlik âlemi,
artik kendileri için ortaya çikan bu tehlikenin farkina varmis bulunuyordu. Bu
sebeple Haçli seferlerini bir daha denemek isteyeceklerdi. Merkezin, Edirne'ye
nakl edilmesinden sonra bu yeni taht sehri, saray, cami, medrese, imâret gibi
hayir eserleri ile dolduruldu. SÜNNET DÜGÜNÜ ve
BURSA'DAKI HAYIR ESERLERI
Sultan Murad, Avrupa'da fetihlere
devam etmek üzere Bursa'dan hareket etmeden önce üç sehzadesi Bâyezid, Yakub ve
Savci'nin sünnet dügünlerini yapti. Gerek bu dügün gerekse Bursa'da yapilan
eserler hakkinda Hoca Saadeddin, su bilgileri vermektedir:
îhsan ve lütfu bol olan padisah,
sapiklik yapilarini tek tek yikarak ülkeler feth ederken bütün puthaneleri viran
eylemisti. Ama bundan sonra hayir yapilarini onarmak ve faydali binalari
arttirmak gayesiyle bütün gayretlerini sarf etmisti. Iyilik yapmak, adaletle
hüküm sürmek, halki koruyacak tedbirleri almaya devam etmek ve Hz. Peygamberin
sünnetini yüceltmek için elinden geleni yapiyordu.
Tahtkent Bursa'da nüfus o kadar
çogalmisti ki, cami ve mescidleri artirmak, imâret ve ibadethaneleri yeniden ele
almak gerekiyordu. Çevre ülkelerde, güzel yaradilisli padisahin adaleti, ihsani
ve basarili olanlari yükselttigi duyulmus oldugundan faziletli insanlar
padisahin, otagini ziyarete heveslenmislerdi. Taninmis bilginlerin artisi ve
kerem sahibi kisilerin çogalmasi her gün biraz daha kendini hissettirdiginden,
gelip gidenleri agirlamak bu makamin sahibine aid olmakla ve geçmis
hükümdarlarin tutumlari da dikkate alinarak âlimler ve fazilet sahibi kimseler
için konaklayacaklari binalari yaptirmak da ona düsmüstü. Ilmin yayilmasi
yolunda medrese ve egitim müesseseleri insa ettirilmesini öngördükleri kadar,
temiz inançlari ve saf duygulan ile her zaman âbid, zâhid ve sâlih kisilerden,
mesayih ve irsad sahiplerinden (mürsid) dilekleri oldugundan bu gibilere,
yurtlarindan ayri düsenlere (garib), fakir ve zavallilara oturacaklari yerlerin
yapilmasini da buyurmustu.
Anlatildigina göre bu mutlu günlerde
Istanbul tekfuru, Yalova sahillerini yagmalamak ve Islâm topraklarina zarar
vermek için bir kaç gemi ile asker göndermeye cesaret etmisti. Ama Allah'in
yardimi, Islâm askerlerine siper olmus, böylece bu saskin gürûh (kalabalik)
çevrilip yok edilmisti. Bu savasta ele geçirilenler arasinda bazi sanatkârlar da
bulunuyordu. Öbür ganimetlerle birlikte bunlar da baglanarak padisahin otagina
gönderilmislerdi. Bunlar içinde bir de becerikli ve hüner sahibi bir mimarin
bulundugu anlasilinca hükümdar onu azad ederek yaptirilan hayir binalarina mimar
ve usta basi tayin etmisti. Hükümdar, sarayin karsisina derhal bir cami
yapilmasini emr etti. 767 (M. 1365) yilinda bu hayirli ise baslandi. Sehrin arka
yakasinda hâlâ Kaplica adi ile bilinen temizlik ve güzelligi ile övülen bir
hamam yaptirdi. Bunun yani basinda da bir imâret ve misafirhane ile mescid,
mescidin üst katinda medrese ve ögrenci hücreleri insa ettirdi. Gerçekte bu iki
cami de deger ve yapi bakimindan yerlerini bulmuslardir. Sofa ve eyvanlarinin
genisligi, sütun ve kemerlerinin yapisi, iman ve inanan açik belgeleri olarak
gözükür. Tamamlandiklari günden zamanimiza kadar sabahin ilk isiklarinin
dogusundan uykuya çekilen ana kadar genis alanlarinda farz ve nafile namazlar
eda olunur. Zikir ve tesbihler edilir. Yine Bursa'da, Gökdere'nin su taksim
yerinde bulunan mescid de bu Gazi Hünkâr'in hayir eseridir. Ayrica Bilecik'te
bir mescid, Yeni sehirde ise Postin pus demekle söhret bulmus olan dervis için
de bir hankah yaptirmistir. Bunlara benzer daha nice yapilari vardir.
Padisahlik burcunun yildizlan, devlet
gögünün pariltilari olan sehzadeleri ki her biri birer çinar gibiydiler. Yani
bunlarin Bayezid Han, Yakub çelebi ve Savci Bey'in Hz. Peygamber'in sünneti
geregince sünnet edilmeleri, ülkeler sahibi sultanin arzusu olmakla saltanat
otaginda el baglamis kisiler, dügün hazirliklarini yapmak ve gereken tertibati
almakla görevlendirildi.
Sözü edilen yilin ilk baharinda,
çiçeklerin açtigi demde sevinç ve nes'e içinde öyle güzel dügün ve dernek edildi
ki, bu gök kubbe, altin bir sahan gibi parlayan günes ve gümüs tabagi andiran
ay'la donatildigindan beri, mislini görmemis. Isabetli tedbirler alan kisiler de
benzerine rastlamamisti. Dernek kurulup davet edilenler yerlerini alinca
sehzadelerin sünnet edilmeleri buyrulmustu. Ondan sonra seyhlere, bilginlere
kiymetli hil'atler ve hediyeler verildi. Fakir ve fukara da kurulan sofralarda
doyuruldu. En sonunda davetliler, kiymetli armaganlarini, sayisiz hediyelerini
kerem sahibi sahin otagina sundular. BALKANLAR'DA
YENI FETIHLER
Sultan Murad, Bursa'dan Rumeli'ye
geçip Bolonya zaferini kazandiktan sonra Edirne'ye dönmüs ve kisi orada
geçirmisti. Bu esnada Vezir-i azam Çandarli Hayreddin Pasa'yi, Rumeli'nin bati
yakasinda bulunan Borlu, Iskete (Iskeçe) ve Marolya kalelerini almak üzere
buralara göndermisti. Evrenos Bey de Çandarli'nin idaresine verilmisti. Çünkü
Evrenos Bey bu bölgeyi iyi taniyan bir kimse idi. Gümülcine'ye geldikleri zaman
Hayreddin Pasa'nin bu sehirde kalmasi uygun görülerek Evrenos Bey, öbür beylerle
birlikte Borlu ve Iskeçe üzerine yürüdü. Aldigi güzel tedbirlerle bu ülkeyi ele
geçirip, halkini da yurtlarinda birakti. Kalelere de isi bilen ve durumu
kavrayacak olan erleri yerlestirdikten sonra Marolya kalesine geldi. Marolya
aslinda bir kadin olup adi geçen kalenin sahibi idi. Bu kadin, Serez hakiminin
de akrabasi idi. Marolya, Serez'den yardim taleb etti. Oradan gelecek yardima
güvendigi için baslangiçta direndi. Yigitçe savasti. Bu yüzden savas uzadi.
Sonra Serez'den yardim gelmeyecegini anlayinca baris istemek zorunda kalip,
kaleyi teslim etti. Sahibinin bir kadin olmasindan dolayi, daha sonra buraya
Avrathisari dendi.
Marolya kusatmasi devam ederken
Sultan Murad, Serez üzerine de Deli Balaban adinda gözü pek bir yigidi
göndermisti. Deli Balaban, Serez'i kusatma altina aldigi için Marolya'ya yardim
gelmemisti. Sultan Murad, Balaban'a yardim etmek üzere Lala Sahin komutasinda
kalabalik bir birlik gönderdi. Lala Sahin önce Kavala kalesine yüklenmis burayi
bir hamlede zapt ederek gümüs madenlerini ele geçirmisti. Oradan da Drama
kalesine yönelmis ve kaleyi kisa bir zaman içinde feth etmisti. Oradan da
Zihne'yi ele geçirmisti. Halka karsi yumusak davranmis, herkesi kendi topraginda
birakarak onlarin, sultanin adaletinden hosnud olmalarini saglamaya çalismisti.
Bu sekildeki tutum ve davranisin bir sonucu olarak Serez kalesine de baris yolu
ile girilmisti. Ondan sonra da Karaferye kalesinin halkini zimmîlik hukukuna
tabi kilacagina inandirip söz verdikten sonra almisti. Feth edilen kalelerin
bakim, onarim ve korunmasi islerini tamamladiktan sonra 776 (1374/1375)
tarihinde toplanan ganimetlerle birlikte Sultan Murad'in yanina döndü. Sultan,
bu kadar ganimeti ve ülkeleri kendisine baris eden Allah'a hamd ettikten sonra
Bursa'ya dogru harekete geçmek istiyordu. Tam bu sirada Sirplarin kendi
topraklarina hücum etmek gayesiyle büyük bir ordu ile harekete geçmek üzere
olduklari haberini aldi. Bunun üzerine Sultan Murad, kalabalik bir ordu
hazirlayarak büyük oglu Yildirim Bayezid'i otaginda birakarak Gelibolu'ya gitti.
Oradan da hiç vakit kayb etmeden Sirp diyarina yöneldi. Sirbistan hükümdari,
Islâm askerinin kalabalik oldugunu görünce, dizginlerini kaçis yönüne çevirerek
hazine ve kiymetli esyalarini kalelere koyup, ekili araziyi yaktirip zahireyi
yok ettikten sonra kaçip gitmisti. Ülkenin halki da daglara çekilerek memleketi
hos birakmisti. Ülkenin bos ve ekinlerin yakilmis olmasindan dolayi askerler bir
kitlikla karsi karsiya kaldilar. Dört ay kadar süren bu hareketin sonunda
Semendire yakininda bulunan Nis kalesinin feth edilmesine karar verilir.
Bizans'in en müstahkem dört mevkiinden biri ve Trakya, Sirp ve Panuni arasindaki
ulasim noktalarinin merkezi olan Nis üzerine yürüyen Sultan Murad, zorlu ve
kanli bir mücadele ile burayi ancak 25 gün sonra feth edebildi. Hoca
Saadeddin'in ifadesine göre kalenin saglamligina güvenen kâfir, O yörenin bütün
malini bu kalede saklamisti. Buradan bir çok mal ve esir ganimet olarak alindi.
Böylece ordudaki kitlik da giderilmis oldu. Büyük Konstantin'in dogum yeri olan
Nis'in Osmanlilarin eline geçtiginin duyulmasi üzerine Lazar baris istemek
zorunda kaldi. Hammer'in ifadesine göre her sene Padisaha bin libre gümüs
göndermek istegi yerine getirildi. Hoca Saadeddin ise bu konuda söyle der:
Padisah'a layik hediyeler ve armaganlarla elçi gönderip, kulluklarini bildirip
kapiya kabul edilmelerini diledi. Üç yillik harac çikartip cihan hakiminin
otagina sundu. Ayrica her yil elli okka gümüs göndermeyi de kabul etti. Bundan
sonra Nis kalesi ile çevresinin korunmasi için tedbirler alindi. Bu arada harp
ve sefer yorgunlugundan gücünü yitirmis olan gazilere yurtlarina dönme izni
verildi.
Sultan Murad, ayni yil Sisman ile de
baris yapti. Çünkü Sisman, Sultan Murad'a birçok hediye takdim etmis, bunun
karsiliginda da sultan onu diger hükümdarlardan daha üstün tutmus, onu tekrar
ülkesinin hakimi olarak yerinde birakmisti. Sadece her seferde padisahtan
gelecek emre göre hazir olmasi gerektigi yolunda kendisine bir ferman
verilmisti. Hammer, Sisman (Sosmanos)'in, vergi vermekten kurtulmak için kizini
Sultan Murad'a verdigini belirtir.
Sonunda Avrupa'da baris kurulmustu.
Orhan'in oglu (Sultan Murad), bütün yorgunluklarini bir kenara atip artik
dinlenebilirdi. Kisi, yeni devlet merkezi olan Edirne'de geçirdi. Murad,
üzüntüsüz, kedersiz ve savassiz alti yil içinde devletin iç isleri ile ugrasti.
Ordu teskilâti düzeltildi. Sipahilerin timar usûlü ve bir nevi ulastirma askeri
olan Voynuklarin kurulusu, mükemmel ve olgun duruma getirildi. Askerî
malikâneler (yurtluk)in timar ve zeâmete bölünmesi, bazi kurallara baglandi.
Islâm'in diger sancaklarindan ayird edilmek üzere sipahi sancaklari için kirmizi
renk seçildi. Hz. Peygamber, alemi (sancak) için günes rengini (sanyi)
begenmisti. Fâtimîler zemin (yesil), Emevîler gündüz (beyaz), Abbasîler gece
(siyah) renkleri almislardi. Osmanlilar da kan rengini kabul ettiler, Iran'da
sofiler tarafindan o kadar saygi görmüs olan gök mavisi, birçok asirdan beri
Bizans sarayinin ve devletin seçkin memurlarinin begendikleri renkti. Osmanlilar
zamaninda bu renge hiç ragbet gösterilmedigi gibi mavi, Mûsevîlerin pabuç ve
serpuslarina tahsis edilmistir. Voynuk teskilati, padisahin tebeasindan olan
hiristiyanlardan meydana gelmis bir asker grubu idi ki, seferlerde bayagi
hizmetlerde kullaniliyorlardi. Ahirlari temizlemek, atlarin bakimi ve arabalari
sürmek bunlarin isi idi. Bu hizmetlerinden dolayi bunlar her türlü vergiden muaf
idiler. Osmanli sancaklarinin renginin tanzimi, askerî malikânelerin islahi,
voynuklarin tesisi gibi önemli kuruluslar, savasin sonuna dogru vefat eden Lala
Sahin'in ölümü üzerine beylerbeyi seçilen Timurtas'in himmeti ile
olmustu. ÇIRMEN
ZAFERI
Osmanlilarin Balkanlardaki fetihleri,
kisa bir zaman diliminde gerçeklesmisti. Bir bakima 10 yil içinde Gelibolu'dan
Sirbisbtan'a kadar gelinmis, Adriyatik Denizi'ne kadar nüfuz ve tesir sahasi
kurulmustu. Avrupa, Osmanlilara karsi U. Haçli seferini tertipleyerek Sirp
Sindigindan 7 yil sonra tekrar talihini denemek istedi. Bununla beraber bu defa
ki kuvvetlerinin eskiye göre biraz daha az oldugu, esas ve temel kuvvetlerin
Sirplar tarafindan teskil edildigi anlasilmaktadir. Tarihte Ikinci Meriç veya
Çirmen savasi diye anilan bu muharebede Sirp Krali Vukasin ile kardesi veliahd
prens Uglesa maktul düsmüslerdi. Eflak (Romanya) prensi ise kaçmisti. Savasin bu
sekilde sonuçlanmasi üzerine Sirbistan'da hanedan ve iktidar degismisti. 26
Eylül 1371'de kazanilan bu zaferle, Osmanlilar için Makedonya'nin kapilari
açilmisti. Eski idarecilerinin tahakkümünden bikan halk, buralarda yeni bir
sistem ve adalet anlayisi getiren Osmanlilari bekliyordu. Zira Sirp ve
Bulgarlarin idaresi Bizans'inkinden de kötü idi.
Bu muharebe neticesinde Gazi Evrenos
kuvvetleri tarafindan ikinci defa elde edilen Gümülcine'den baska Borla, Iskeçe
ve Marolye; Kadiaskerlikten vezirlige yükseltilmis bulunan Kara Halil Hayreddin
Pasa tarafindan da Kavala, Drama, Zihne ile Makedonya, Sirp kralliginin mühim
sehirlerinden olan Serez ve daha sonra Karaferye zapt edildi.
Sultan I. Murad, Serez ve havalisine
Anadolu'dan asiretleri getirip yerlestirmisti. Osmanli Devleti'nin bu iskân
politikasi, kurulustan itibaren devam etmekteydi. Osmanli Devleti, kurulus
devrinde konar-göçer Türk asiretlerini yeni alinan bölgelerin Türlestirilmesinde
kullandigi gibi, yerlesik ahaliye nazaran savasçi vasiflari, bir disiplin ve
teskilât içinde olmalari sebebiyle de anlari fethedilen bu bölgelere nakl
etmistir. Nitekim Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda asiretlerin Rumeli'ye
geçirilip iskân edilmelerinde, feth edilen topraklardan kaçan halkin yerini
doldurmak gayesi de kismen rol oynamistir. Bu kabil iskan hareketleri, kurulus
devrinde devletin sik sik müracaat ettigi sürgün usulü ile yapilmakta idi.
Bunlarin yanisira sonradan Rumeli'den de Anadolu'ya insan topluluklari
nakledilmistir. Osmanlilar'in daha Rumeli'ye geçtikleri andan itibaren Türk
topluluklarinin buraya nakledildikleri bilinmektedir. Türk topluluklarinin
Rumeli'ye nakledilmeleri sirasinda, devlet tarafindan kendilerine zengin
topraklar vermek, bütün akrabalari ile geçecek olanlara ise yurtluk, toprak ve
timar gibi imtiyazlar tanimak suretiyle mühaceret tesvik edilmistir. Bu durum,
fütuhati tesvik amaci tasidigi kadar, memleketin senlendirilmesi ve iskani
gayesini de tasimaktaydi.
Çirmen zaferinden faydalanan Türk
akincilari, bir taraftan Adriyatik sahillerini, diger taraftan Yunanistan'a
inerek Attika yarimadasini taradilar. Bu sekilde Osmanli Devleti'nin tesir
sahasi, hemen hemen bütün Balkanlari içine alan bir genislige ulasti.
Çirmen zaferinin meyveleri derhal
toplanmaya baslandi. Bunun için
Sultan Murad, Rumeli fütûhati plânini
emin, metin ve seri adimlarla gerçeklestirmeye çalisiyordu. Bu plânin iyi bir
sekilde uygulanabilmesi için de gerekli tesebbüslerde bulunuluyordu. Nitekim bu
maksatla Evrenos Bey, uc olarak kabul edilen Serez'i kendisine merkez yapti.
Fakat daha sonra Bizans Imparâtorunun oglu olan Selanik valisi Manuel, Serez'i
ele geçirmek için bir ayaklanma tertipledi ise de bu ayaklanma vezir Halil
Hayreddin Pasa tarafindan bastirilmisti.
Bütün bu muvaffakiyetlerden sonra
Osmanli kuvvetleri, Vardar nehri vadilerine girerken karsilarinda durabilecek
bir kuvvet kalmamisti. Böylece bir buçuk veya iki sene gibi, harp ve devletler
tarihi için çok az denebilecek bir sürede Vardar'in dogusundaki yerler Osmanli
hakimiyeti altina girmisti. Bu esnada akinci kuvvetleri de Balkan yarimadasinin
batisina dogru akinlarina baslamislardi.
Bulgar Krali Sisman ile Makedonya
Sirp Krali'nin Samakov'da birlikte maglup olduktan sonra Köstendil'in elden
çikmasi beklenen bir hadise idi. Hammer'in ifadesine göre, birçok kaplicasi,
hasmetli kubbelerle örtülü on iki kükürtlü suyu, sehrin her tarafina içilecek su
dagitan kanallari ve dagdan inen irmaklarla sulanan bahçeleri ile taninan
Köstendil, ayni zamanda yakinlarinda altin ve gümüsten para basilan bir yer
olmasi bakimindan da dikkat çekerdi. 1372 yilinda Köstendil ile çevresi feth
edilerek burada bulunan Bulgar Prensi Çariçe Evdokia'nin oglu Kostantin, her
türlü vergiden muaf olma karsiliginda sehrin (Köstendil) anahtarini Sultan
Murad'a teslim etti. Böylece Kostantin, Osmanli hakimiyetini kabul ile vergi ve
gerektiginde asker vermeyi taahhud etti. Hoca Saadeddin, Köstendil'in fethi ile
ilgili olarak sunlari söyler:
Adaleti ile ülkeleri tutan padisah,
Allah'in verdigi destek ile açilan bahtini degerlendirerek cihad töresini
sürdürmek ve yeni ülkeler zapt eylemek için bütün tedbirlerini almis
bulunuyordu. Devletin gelismesi ile kendi öz benliginde yeni fetihlerin ve
özlenen basarilarin belirmis olmasi, onu cihad sancaklarini açma yolunda bütün
gayret ve himmetiyle çalismaya yöneltmisti. Rumeli uclarinda cihad yolunda
ugrasan iyi niyetli beylerin, ülkeler feth eden padisahi çagirmalari üzerine 773
(M. 1372) yilinin baharinda büyük bir ordu ile tekrar Rumeli yakasina geçti. Ilk
is olarak Lala Sahin'in Köstendil bölgesinde almis oldugu yerleri korumak ve
geride kalan topraklar üzerinde kendi bayraklarini açmak için bu bölgeye hareket
etti.
Köstendil tekfuru olan Konstantin,
ülkesinin genisligi ve ordusunun kalabalikligi ile çevrede taninmis, Bulgar
diyarinin hükümdari, altin ve gümüs madenlerinin bulundugu bölgelerin de hâkimi
olmakla söhret yapmisti. Gücünün üstünlügüne gururlanarak çevresindeki mulûke
itaat etmez bagimsizlik arzusu kara kafasindan çikmazdi. Ama ülkeler açan
padisahin heybeti yüregine tesir etmekle onun üstün gücü ve kudreti ile kendi
ülkesine dogru gelisi, devlet ve ikbal ile üzerine yürüyüse geçtigi haberi
kulagina ulasinca, yenilecegini anlamis ye boyun egme yolunu tutmasi gerektigini
kavramisti. Bunun için Kostantin, padisahi kendisine layik hediyeler ve degerli
armaganlarla karsiladi. Sahip oldugu kalelerin anahtarlarini teslim ederek
kulluk yolunda gerekenleri yerine getirdi. Böylece padisahin iltifatini
kazanmakla sevindi. Ödeyecegi cizye ve harac ta tesbit edildikten sonra
memleketini yönetme görevinin kendisine verildigini bildiren fermani aldi.
Zamanin hükümdari da bu basaridan sonra tekrar Bursa'ya döndü.
Osmanlilarin, Makedonya'yi feth
ederek Köstendil'e gelmeleri Yukari Sirbistan despotu Lazar Grebliyanoviç'i,
Sultan Murad'la anlasmaya zorladi. Lazar, Osmanlilara vergi ile birlikte asker
vermeyi de kabul ediyordu. Bu sekilde kral, prens ve despotlarin hakimiyetini
taniyarak vergi ve gerektigi zaman muharebelerde yardimci kuvvet vermeleri genis
ölçüde fetihlerde bulunan Türk devleti için büyük faydalar ve basarilar temin
etti. PADISAHIN
RUMELIYE TEKRAR DÖNÜSÜ
Sultan Murad, Bursa'da bulundugu
sirada 774 (1373) yilinda Vize sancak beyi Sirmerd Bey'den bir haber almisti. Bu
haberde, Bizans Imparatoru'nun asker göndererek Vize çevresini yagmalamaya ve
halka zarar vermeye kalkistigi, ayrica kaleyi almaya yeltendigi bildiriliyordu.
Bu istihbarat üzerine hükümdar, derhal ordunun toplanmasini emr ederek sür'atle
Gelibolu'dan karsi tarafa geçti. Kuvvetlerini Malkara'da topladi. Lala Sahin,
Evrenos Bey ve diger beyler, Malkara'da padisaha iltihak ettiler. Askerin bir
kismini Ipsala civarindaki Ferecik kalesinin zaptina gönderip kendisi de Çatalca
taraflarina yürüyerek Incegiz ve Çatalburgaz kalelerini aldi. Çatalburgaz
hakimi, Incegiz hâkiminin akibetini ögrenmis bulundugundan hisari Sultan Murad'a
teslim etti. Bu sebeple de hükümdarin ihsanlarina mazhar oldu.
Tam bu esnada Lala Sahin Pasa'nin da
Ferecik kalesini aldigi haberi geldi. Bu haberden kisa bir müddet sonra bizzat
Lala Sahin Pasa bir çok mal ve ganimetle padisahin otagina geldi. Sultan,
buradan Incegiz yöresinde bulunan Bolonya (Apolonya) kalesini almak üzere
hareket etti. Burada on bes gün kadar bir savas oldu. Buna ragmen kale bir türlü
düsmüyordu. Sultan, bu kadar önemsiz bir kale ile vakit kayb etmeye
degmeyecegini düsünmüs olmali ki, kusatmayi devam ettirmek için orada küçük bir
kuvvet birakip oradan ayrilmaya karar vermek üzere iken kale duvarlarindan
birinin yikilmak üzere oldugunu ögrenir. Bunun üzerine Padisah, Lala Sahin
Pasa'yi hemen kale üzerine gönderir o da orayi feth eder. Zengin ganimetlerle
hükümdarin otagina dönen Pasa, kale halkini yer ve yurtlarinda
birakmisti.
Sultan Murad, Bolonya kalesinin
duvarlarinin yikilmak üzere oldugu haberini aldigi zaman bir çinar agacina
dayanmakta idi. Bu agaç, o zamandan beri ugurlu Çinar diye anilir oldu. Fakat
Hoca Saadeddin bunun çinar degil kavak oldugunu ve kendisine Devletlû Kavak
dendigini belirtir ki, hükümdarin dolastigi yesil çayirlik ifadesi de bunun
kavak olacagini göstermektedir.
Osmanli Tarihi, Üsküf adi verilen
islemeli külahlarin ilk defa kullanilmasini bu muharebe sonunda ulasilan zafer
ve Bolonya'nin fethine baglar. Altin tellerle islenen bu külahlar Kapi kullarina
tahsis edilmistir. Rivayetler bu olayin söyle gerçeklestigini belirtirler:
Kaleyi kusatanlar, pekçok altin ve gümüs ganimetlerle Bolonya'dan çekildikleri
sirada hükümdar, askerlerinden birinin basina ve külahinin altina bir tas koymus
oldugunu fakat bunu tamamiyla gizleyemedigini görmüs. Bunun üzerine o askeri
huzuruna çagirarak beste biri hazineye ait olan degerli bir seyi gizlemeye
çalismasini ayiplar. Hoca Saadeddin Efendi bu hadiseyi anlatirken söyle der:
Sipahi, padisahin keremine ve ulu tutumuna güvendiginden lütuf ve ihsaninin
genisligine, himmetinin bolluguna inandigindan gizledigi sirri açikladi ve
kaptirmak korkusuyla sakladigi tasi meydana çikardi. Sonra söyle
dedi:
Sahimin devleti, ben, yoluna toprak
olana bu sevinç külahini giydirmekle mutlu kilmistir. Onu baskasinin elinden
kurtarmak için böyle yaptim demisti. Bu açik sözler, bas taci edilecek bu
dogruluk, o kiymetli tac kadar degerli davranis, keremli olmayi seven sah,
yüceler yücesi padisah katinda deger bulmus, kerem dolu yeller lütûf denizlerini
dalgalandirmis ve o altin taci (tas) anilan gaziye armagan etmesine sebep
olmustu. Padisah, tasi askere biraktiktan sonra bunun bir hatirasi olmak üzere
de muhafizlari ile subaylarinin bundan böyle sirma islemeli külah giymelerini
emretti. Sultan Murad'in elbisesi satafatli degildi. O zamana kadar Germiyan
fabrikalarinda yapilmis kumaslardan kirmizi renkli kaftan ve cübbe giyerdi.
Basina da yine ayni bölgede islenmis beyaz renkte ince bir bez sarardi. Fakat
sonradan bu basligini degistirmisti.
Tarihlerde verilen bu bilgilerin
dogrulugunu tesbit, biraz zor görünmektedir. Hoca Saadeddin'in ifadesine göre
muhtemelen o kilik kiyafet o günlerde yayilmis olabilir. Üsküfün, Gazi Süleyman
Pasa'nin bir bulusu oldugu kesindir.
Osmanli akinlari Rumeli'de devam
ederken padisah, devletin iç ve dis siyasetini belli bir ölçü dahilinde tarassut
ediyordu. Padisahin uyanik ve keskin bakisi, gerek Anadolu, gerek Bizans ve
Balkanlarin siyasî ve ictimaî düzensizligini, avucunun içi kadar açik görüyor,
onun için de çapraz menfaatlerin ugras meydani olan Rumeli cografyasini tepeden
inme bir müdahale ile önce siyasî ve askerî mânâda ele geçirmek sonra da ictimaî
ve medenî alanda yeni bir nizama tabi tutmak zaruretini hissediyordu.
Bu dönemde Orta Avrupa olsun,
Balkanlar olsun, birbirlerini disleyen, kemirip kanini içen düsman unsurlarin
kaynasip çarpistigi bir sel yatagi haline gelmisti. Hele gittikçe kabugunun
içine büzülen Bizans Imparatorlugunda, debdebe ve tesrifattan ibaret kalmis
ülkesiz bir imparator vardi ki, bir yandan Osmanlilara boyun egerken, bir yandan
da o bitip tükenmez iç kavgalari, kanli didismeleri vahset ve zulüm aliskanligi
tarihî ve an'anevî dekoru içinde bütün dehsetiyle devam etmekte bulunuyordu.
Baska bir ifade ile Bizans kötü idare ediliyordu. Nitekim tarihçi Dukas,
Imparator Ioannis Paleologos'u su cümlelerle tavsif ederken bir hakikata parmak
basmis oluyordu.
Imparator Ioannis, budala idi.
Yalniz kadinlarin güzel veya çirkin olup olmadiklarini ve kimin karisi
bulundugunu ve nasil ele geçirecegini bilirdi. Diger hususat için memleketi
gelisi güzel idare ederdi. BALKANLAR'DAKI
FETIHLER
Sirp Sindigi zaferinden sonra
Balkanlar'daki uc bölgelerini sag, orta ve sol kanatlara bölen Sultan Murad, üç
koldan fetih hareketlerini baslatti.
Sag kanat yani dogu sinir bölgesi
dogrudan dogruya Sultan Murad'in kendi komutasi altinda idi. Sol kanat yani bati
bölgesi komutani Evrenos Bey, orta kol komutani ise Kara Timurtas Pasa
idi.
1365 yilinda Dalmaçya kiyilarinin
güneyindeki Dubrovnik (Raguza) Cumhuriyeti, Osmanli himayesini kabul eden bir
muahede imzaladi. Ticaretle ugrasan bu küçük Slav cumhuriyetinin ileriyi
görebilmesi, onun asirlarca devam edecek olan hayatini garanti altina almasina
sebep olmustu. Osmanlilar, yillik vergi karsiliginda bu devletçigin iç islerine
karismadiklari gibi onu ortadan kaldirip ilga da etmediler. Dubrovnik'in himaye
altina alinmasi ile Türkler, Adriyatik denizine dayanmis oluyorlardi. Halbuki bu
esnada daha Akdeniz'e çikmamislardi.
Gümülcine'yi ikamet merkezi olarak
seçen Gazi Evrenos Bey, Sirp Sindigi'dan kisa bir müddet sonra Serez'i zapt
etmisti. Fakat henüz Drama ile Kavala, Bizans'in idaresinde idi.
Sultan Murad, Sirp Krali Stefan
Dusan'in ölümünden sonra Bulgar Prensi Ivan Aleksandr tarafindan alinan
Trakya'nin Karadeniz kiyilarini denetimi altina aldi. Böylece Bizans'in Avrupa
ile olan son karayolu bagi da kesildi. Bizans Imparatoru bu duruma bir çare
bulabilmek için Roma'ya gitti. Dört kardinal huzurunda ve Saint Plerre
Kilisesi'nde Ortodoks mezhebinin sapikliklarindan tevbe ve istigfar edip Latin
Kilisesi'nin (Katolik) evladi oldu. Buna karsilik olarak da Papa, Bati
dünyasindan kendisi için büyük ölçüde yardim temin edecegi vaadinde
bulundu.
Fakat bu merasim, sahsî menfaatlerin
disinda samimi bir alis veris degildi. Bunun en belirgin delili ise Imparator'un
Bizans'a döndügü zaman, gittiginden daha da eli bos kalmasi ve ümid ettigi
yardimdan bir zerre dahi bulamamasi idi. 1369'da Roma'da resmen Katolik olan
Imparator, Istanbul'a döner dönmez tekrar Ortodoks mezhebine döndü. Böyle siyasî
manevralar ile padisahin itimadini da büsbütün kayb eden Bizans Imparatoru, daha
da zebun ve çaresiz kalmis bulunuyordu.
Bu asirlarda Ortodoks ve Katolik
mezhepleri arasinda münaferet ve çekisme o dereceye varmisti ki, bir Ortodoks,
Türk idaresini Katolik idareye tercih ediyordu. Katolikler için de durum bundan
pek farkli degildi.
1367'de Kara Ali Bey oglu Timurtas
Pasa, Tunca üzerindeki Yanbolu'yu, Lala Sahin Pasa ise Samakov'u aldi. Samakov,
Sofya'nin 50 km. kadar güneydogusunda idi. Sultan Murad da 1368'de Hayrabolu'yu,
1369 yilinda Kirkkilise (Kirklareli), Pinarhisar ve Vize'yi Bizanslilardan geri
aldi. Buralar daha önce feth edilmis olmalarina ragmen bir ara Bizans tarafindan
tekrar isgal edilmislerdi. Bölgenin bu önemli sehirlerinin yeniden Osmanlilarin
idaresine geçmesi üzerine, Bizans'in elinde Trakya'da fazla bir sey
kalmadi.
Tuna nehrinden Rodop Balkanlarina
kadar orta ve güney Bulgaristan ile Osmanli fetihlerinden önce de kismen
Trakya'ya sahip olan Bulgar Krali Yuvan Sisman, Osmanlilarla basa çikamayacagini
anlayinca onlarla baris antlasmasi yapti. Böylece Osmanli himayesini benimsedigi
gibi vergi vermeyi de kabul etmek zorunda kaldi. Bu arada Kral Sisman,
kizkardesi prenses Marya'yi da Sultan Murad'la evlendirmek suretiyle akrabalik
tesis etmek ve bu sayede Osmanlilarin gücünden de istifade etmek istiyordu.
Gerçekten de Sisman, kendisine muhalefet edip Macarlari Vidin'e sokmus olan
kardesi Stratisimir'e karsi Murad'la Ulahlardan yardim alarak Vidin üzerine
gitmisse de muvaffak olamadi. Bu siralarda Türklerin, Bulgaristan fütuhati devam
etmeye kararli görünüyordu. Bu durumu gören ve daha önce devlet merkezi olan
Tirnova'ya gelmis olan Bulgar Krali Sisman, Sirbistan Krali ile anlasarak
birlikte Osmanlilar üzerine hücum etmeyi kararlastirdilar. Lala Sahin Pasa, bu
orduyu perisan etti. Bu Çamurlu meydan muharebesi ile Kuzey Bulgaristan kapilari
da Türkler'e açilmis oldu. SULTAN MURAD'lN
ANADOLU SIYASETI ve YILDIRIM BÂYEZID'IN EVLENMESI
Birinci Murad'in, savas günlerinde
oldugu gibi baris zamanlarinda da yegâne emeli, Avrupa ve Asya'da fetihleri
devam edip sinirlarini genisletmekti. Bu sebeple o, Rumeli'deki hâkimiyetini
saglamlastirirken, Anadolu birligini saglamak gayesiyle de buradaki beylikleri
de topraklarina katma siyaseti güdüyordu. Fakat bunu gerçeklestirmek için
Anadolu'daki beyliklerle çatismaya girmemeye ve barisçi bir siyaset takip etmeye
azamî dikkati gösteriyordu: Bu siyaseti büyük bir maharetle uygulayan Sultan
Murad, Karaman ogullarinin tehdid ve tazyiki karsisinda Osmanlilara dayanmak
ihtiyacini duyan Germiyan oglu Süleyman Sah (1361-1387)'in arzusu üzerine oglu
Bayezid'i, Süleyman Sah'in kizi Devlet Hatun ile evlendirdi. Tarihî
kaynaklarimizda uzun uzadiya anlatilan ve hakkinda teferruatli bilgi verilen bu
evlilik, Süleyman Sah'in arzusu üzerine olmustu. Buna göre Süleyman Sah, oglu
II. Yakub Bey'i yanina çagirip kendilerinin ve memleketlerinin Karamanlilardan
korunmasinin güç oldugunu, bu yüzden Osmanlilar ile yakinlik kurmayi
düsündügünü, bunun için de kizi Devlet Hatun'u Murad'in oglu Bâyezid'e vermeyi
düsündügünü söylemisti. Yakub Bey, yasli babasinin bu teklif ve arzusunu kabul
etmis olmali ki, Sultan Murad'a, Ishak Fakih adinda saygi deger bir kisi ile
Germiyan ülkesinin bazi ileri gelenlerini elçilikle görevlendirip
gönderirler.
Her ne kadar Hammer, Bu sebeple
büyük oglu Yildirim Bâyezid'e komsusu Germiyan hâkiminin kizini almak istedi. Bu
evlilik, padisahin arzularina pek uygun düsüyordu. Çünkü genç prenses çeyiz
olarak kocasina babasinin en güzel yerlerini getiriyordu diyorsa da o günün
sartlari ve gittikçe yildizi parlayan Osmanlilarin durumu düsünülünce bu
teklifin bizzat Germiyan Beyi Süleyman Sah'tan gelmis olmasi yadirganmamalidir.
Bununla beraber bu meselenin daha önce gayri resmî olarak görüsülüp konusuldugu,
ancak her iki tarafin arzusunun açikça ortaya konmasi üzerine erkek tarafi
olarak ilk resmî tesebbüsün Sultan Murad'dan geldigini düsünebiliriz.
Germiyan Beyi Süleyman Sah'in
elçisini, Edirne'de kabul eden Sultan Murad, onun getirdigi kiymetli hediyeleri
kabul ettikten ve onu ülkesine gönderdikten sonra dügün hazirliklarina baslamak
üzere kendisi de Bursa'ya gelir. Ilk is olarak bu mutlu ve neseli dügüne
katilmak için Müslüman hükamdar ve beylere davetiyeler götürmek üzere elçiler
gönderir.
Hicrî 783 (1381) yilinda gerçeklesen
bu dügünle ilgili olarak kaynaklar, su ortak bilgileri vermektedirler: Murad ,
kizi istemek üzere Kütahya'ya Bursa kadisi Hoca Mahmud Efendi, Kapi kullarindan
Emir-i âlem Aksungur Aga, Samsa Çavus'un oglu Çavusbasi Demirhan, Yildirim
Bâyezid'in dadisi ile Kadi Mahmud Efendi'nin ve Aksungur'un eslerini
(zevcelerini) gönderdi. Süleyman Sah da Cemaleddin Ishak Fakih'i bir heyetle I.
Murad'a gönderdi. Ishak Fakih bu heyetle giderken yaninda pek çok hediyeler de
götürmüstü. Bu hediyelerin içinde meshur Germiyan atlari, Denizli bezleri, altin
ve gümüs gibi gayet kiymetli esya bulunuyordu. Her iki taraf da kendi
memleketlerinde tantanali bir sekilde dügün yapmislardi. Murad'in Bursa'da
yaptigi dügün hakkinda kaynaklarda bir hayli bilgi bulunmaktadir. Bu bilgi
sayesinde o günün örf, adet, kültür ve folkloru hakkinda önemli sayilacak
malumata sahip oluyoruz. Bu da bize dönemin ekonomik, sosyal ve siyasî
vaziyetini gösterme bakimindan önem tasimaktadir. Buna göre dügün söyle
olmustur:
Hazirliklar tamamlandi. Etrafin
beylerine davetçiler gönderdiler. Karamanoglu, Hamidoglu, Menteseoglu,
Saruhanoglu, Kastamonu'da Isfendiyar ve Misir Sultanini davet ettiler. Kendi
ülkesindeki sancak beylerini de çagirdilar. Evrenos Gazi'yi de davet ettiler.
Ondan sonra dügüne basladilar. Etrafin elçileri geldiler. Beylerden hediyeler
getirdiler. Iyi atlar, katarla develer ve fevkalade seyler getirdiler. Herkes
âdet üzre hediyesini verdi. Herkes mertebesine göre yerli yerinde oturdu. Misir
Sultani'nin elçisi dahi gel-di. O da hediyesini (saçu) takdim etti. Ona bütün
elçilerin üstünde yer gösterdiler, oturdu. Bunlar, tamam olup oturduktan sonra
izin verildi. Kendi sancak beyleri geldi. Hepsi mertebesine göre hediyelerini
arz ettiler. Evrenos Gazi'nin hediyeleri ileri geldi. Yüz kul ve yüz kizoglan
cariye. On oglanin elinde içi flori dolu on gümüs tepsi. Ve on oglanin elinde
dahi on altin tepsi ve seksenin elinde gümüs ibrik ve gümüs masrapa. Elhasil
bunlarin her birinin eli bos degildi. Bütün etraftan gelen elçiler hayrette
kaldilar ki, bu hanin bir kulu böyle büyük hediyelerle geldi. Murad Han Gazi gör
ki neylese gerektir? Evrenos Beyin getirdigi kullan, karavaslari (câriye)
etraftan gelen bu elçilere taksim etti. Etrafin elçilerinin getirdigi atlari da
Evrenos'a verdi. Gelen paradan bir kismini da Evrenos'a verdi. Kalanini bilgin
ve yoksullara dagitti. Kendisine bir sey birakmadi.
Bu dügün kim Murad Han etti
kardas
Yayildi sofralar döküldü çok
as
Bir ay tamam yenildi
nimetler
Fakir ü gani vü hem yedi
evbas.
Sultan Murad, gelini almak üzere
Bursa kadisi Hoca Efendi'yi, Sancaktari Aksungur'u, Samsa Çavus'un oglu
Çavusbasi Demirhan'i, kadi efendi ile sancaktarin eslerini ve Yildirim'in
dadisini bin kisiden fazla bir birlikle Kütahya'ya gönderdi. Sultanin
temsilcileri Kütahya'ya yaklasinca Germiyanoglu Süleyman Sah, ülkesinin ileri
gelenlerini karsilayici olarak göndererek agirlamada, ikram ve iltifatta
bulunmus, gereken saygiyi eksiksiz yerine getirmisti. Misafirlerin her birini
durumlarina göre bir konaga indirmis ve herkesin degerine göre uygun yerler
göstermisti. Bu suretle ziyafetler çekilmis, ev sahipliginin gerektirdigi bütün
görevler hakkiyla yerine getirilmisti. Bundan sonra da dügün ve nikah
törenlerine baslandi. Nikah, ser'-i serif üzere kiyildi. Nikahtan sonra kizini
gelin olarak veren Süleyman Sah, çeyiz olarak sunulan Kütahya, Simav, Egrigöz
(Emet) ve Tavsanli'nin devir tarihini de belirterek Çasnigirbasi Pasacik Aga'yi
da yanlarina vererek gönderdi. Aksungur Aga, teslim alinacak kalelerin muhafaza
tedbirlerini aldiktan sonra hep birlikte padisahin otagina (Bursa) dogru yola
koyuldular. Bursa'ya yaklastiklari zaman devletin ileri gelenleri, padisahin
yakinlari ve davetliler, sevinç içinde onlari karsilayip sultanin sarayinda
harem dairesine indirdiler.
Gerçek gayesi, Rumeli fütuhatini daha
batilara götürmek olan Sultan Murad, bir taraftan bu plânini uygularken bir
taraftan da Anadolu'da birligi kurmaya gayret ediyordu. Bununla beraber mümkün
mertebe Anadolu'da savas yapmadan bunu gerçeklestirmek istiyordu. Zira
Anadolu'daki beyliklerin sakinleri de müslümandi. Bunun için de bazi tedbirlere
basvuruyor ve çareler düsünüyordu. Bu gayesinin gerçeklesmesi için akrabalik
tesisine gayret ediyordu. Nitekim Kütahya, Simav, Egrigöz (Emet) Ve Tavsanli'nin
Osmanli idaresine geçmesi bu akrabaliklardan biri vasitasi ile gerçeklesmistir
ki bu da, bir zamanlar babasi Orhan Gazi'ye kafa tutmus olan Germiyanoglu'nun,
daha önce pençelestigi adamin oglu ile hos geçinmekten baska çaresinin
olmadigini anlamasi ile mümkün olmustur. Germiyanoglu, er geç Osmanli hududlari
içine girmesi mukadder olan topraklarini pâdisaha, kizini da sehzâdesi Bâyezid'e
vermek suretiyle siyaset sahnesinden sessizce uzaklasmaya ve sakin bir hayat
yasamaya baslamisti.
Mükrimin Halil Bey, Osmanlilara
verilen yerler arasinda zikredilen Kütahya'nin, beyligin merkezi olmasi
hasebiyle verilemeyecegini ileri sürmekte ise de arsiv belgeleri, Kütahya'nin da
verildigini göstermektedir. Nitekim Süleyman Sah da buranin verilmesi üzerine
Kula'ya çekilmistir. Süleyman Sah, Karaman ogullarindan korunmak için beyligin
devaminin bu yolda mümkün olacagini görmüstür. 1381 yilinda yapilan dügün
dolayisiyla çeyiz olarak verilen bir kisim Germiyan topraginin tesbiti Tapu
Tahrir Defterlerinden de mümkün olmaktadir.
BAZI
SEHIRLERIN HAMID OGULLARI'NDAN SATIN ALINMASI
Anadolu Beylikleri arasinda padisahin
tasavvurlarini sezerek Germiyanoglunu takib eden Hamideli Emiri de Germiyan'la
Karaman arasindaki topraklarini satmak suretiyle hem izzet-i nefsini kurtarmis,
hem de boy ölçüsemeyecegi bir rakibin karsisinda haddini bilerek zararli
çikmamistir.Yildirim Bâyezid'in dügününün sonunda
misafirlerin dagilmasi esnasinda Murad Hüdavendigâr, Hamideli Beyi olan
Hüseyn'in elçisine Hoca Saadeddin'in dili ile Biraderim Hüseyin Bey'e bizden
selam edüp diyesin ki aramizda olan sevgi ve dostluk ve birlik geregi bir
iltimasimiz (istegimiz) vardir. Kabul ettigini bildiren cevabini ve bununla
ilgili haberi bekledigimizi bileler. Bundan sonra Karaman beylerinin kendi
ülkesine karsi iyi niyet ve dostluk beslemedigini, Karaman tarafinda,
Hamideli'ne bagli birçok kale, sinirlarimizin korunmasi bakimindan bize
gerekmektedir dedikten sonra o kalelerin usulünce satilip kendi mülkleri haline
getirilmesini ister. Bu sayede de ikisi arasinda (Osmanli-Hamideli) yeniden
kuvvetli dostluk baglan kurulmus olsun. Bu dönemde Hüseyin Bey de zaman zaman
Karamanlilarin saldirilarina ugramakta ve onlardan zarar görmekte idi. Simdi
Sultan Murad'in ne demek istedigini anlamis ve onun komsusu olmayi ister
olmustu. Fakat, kararlastirilmamis olan satis meselesi öylece duruyordu. Bu
esnada Sultan Murad, Kütahya'yi ziyaret etmek üzere yola çikmisti ki, Hamid eli
hakimi Hüseyin Bey, padisahin bu geziyi kendi ülkesini ele geçirmek için
tertipledigini sanarak biraz önce sözü edilen konuyu tekrar ele alarak padisaha
satma isine razi olduguna dair haber gönderdi. Bu haber padisaha ulasinca,
Beysehir, Seydisehir, Yalvaç, Karaagaç ve Isparta kalelerini satin almak üzere
temsilcisini göndererek bu kaleler için epeyce bir para (80000 altin) öder.
Hüseyin Bey, sözünden dönmeyerek anilan para karsiliginda isimleri zikr edilen
kaleleri satmaya karar verir. Sultanin temsilcisi ile kanunlara uygun olarak
Müslüman kadilarin imzalari ile satis akdi gerçeklesmis olur. Böylece bu
sehirler de Osmanli Devleti'nin idaresine girmis oldu. Bu sehirlerin Osmanli
idaresine girmesi ile Osmanlilarin Anadolu'daki varliklari daha iyi bir sekilde
hissedilmeye baslandi. 783 (M. 1381) tarihinde gerçeklesen bu satis
muamelesinden sonra Sultan Murad, adi geçen kalelere, kendi adamlarim
yerlestirerek oralari timar haline getirdikten sonra Bursa'ya tekrar
döner.
Görüldügü gibi Bâyezid'in evlenmesi,
Osmanli Devleti'ne genis ve zengin bazi topraklari baglamisti. Yine bu evlilik
törenleri esnasinda Hamideli hakimi Hüseyin Bey'den Karaman'a komsu olan alti
sehir alinmisti. Öyle anlasiliyor ki, Hüseyin Bey, baslangiçta buralari vermek
istememekteydi. Fakat padisahin gücü karsisinda duramayacagini anlayinca bu
sehirleri satmak zorunda kalmisti. Bu satis isinden sonra Anadolu'da Selçuklu
topraklarini bölüsen beyliklerden üçü, beyliklerinin Osmanli Devleti idaresine
girdigini görmüs oluyorlardi. Bunlar, Karesi, Germiyan ve Hamideli beylikleri
idi. Bunlardan ilki Orhan Gazi'nin fetihleri ile, ikincisi kizinin Bâyezid ile
evlenmesi ile, üçüncüsü de satisla olmustu.
OSMANLI-CANDAROGULLARI MÜNASEBETLERI
Candarogullari'nin, Osmanli
hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmasi, Anadolu birliginin kurulmasi
bakimindan atilmis önemli bir adimdir. Kastamonu, Sinop ve çevrelerinde bir
beylik kurmus olan Candarogullari, aslen Türkmen bir ailedendir. Beyligin
kurucusu Semseddin Yaman Candar'dir.
Osmanli Devleti'nin, Balkanlar'da
giristigi sistemli ve planli fetihlerden sonra Anadolu'da Germiyanogullari ile
Hamidogullari'na ait bazi yerlere sahip olmasi, Candarogullari tarafindan endise
ile karsilaniyordu. Candaroglu Beyi Kötürüm Bâyezid (Celaleddin Bâyezid Bey),
babasi Adil Bey'in vefati üzerine hükümdar olmustu. Çok sert ve hasin bir kimse
oldugu anlasilan Celaleddin Bey zamani, iç ve dis gaileler sebebiyle huzursuzluk
ve mücadeleler içinde geçmisti. Celaleddin Bey, memleketinin idaresini en çok
sevdigi oglu Iskender Bey'e vermeye mütemayildi. Bu durumu fark eden büyük oglu
Süleyman Sah, babasinin bu arzusuna içerleyerek kardesini öldürüp ortadan
kaldirmak için firsat kollamaya basladi. Bu firsati yakaladigi anda da kardesi
Iskender'i Öldürmüstü. Osmanli tarihlerinde Kötürüm Bâyezid diye anilan
Celaleddin Bâyezid'in sert ve hasin tavrini ortaya koymasi bakimindan, ehemmiyet
arz eden bir hadiseyi burada zikr etmek gerekir. O, oglu Iskender'i öldüren
büyük oglu Süleyman'in, biri kiz digeri erkek iki çocugunu, yani kendi
torunlarini öldürmekten çekinmemistir.
Gerçi Kötürüm Bâyezid, baslangiçta
Sultan I. Murad'a itaatini arz etmekle beraber, gittikçe büyüyen Osmanli
tehlikesi karsisinda yakin komsulari ile de iyi münasebetler kurmaya çalismakta
idi. Daha önce de temas edildigi gibi Kötürüm Bâyezid, tahtini küçük oglu
Iskender'e birakmak niyetinde idi. Fakat büyük oglu Süleyman, kardesi Iskender'i
öldürerek babasina isyan etmisti. Bu isyan esnasinda Süleyman, Osmanlilara
siginip onlardan yardim istemisti. Sultan I. Murad tarafindan bu yardim istegi
kabul edilmis olacak ki, Osmanli kuvvetleri Kötürüm Bâyezid üzerine harekete
geçmisti. Süleyman, Osmanli kuvvetleri ile Kastamonu'ya gelmis babasiyla harb
ederek onu Sinop'a siginmak zorunda birakmisti. Hicrî 785 (M. 1383) yilinda
cereyan eden bu hadise üzerine Candarogullari Beyligi, merkezleri Sinop ve
Kastamonu olmak üzere ikiye ayrilmisti. Bununla beraber Süleyman'in hükümdarligi
uzun sürmemisti. Durumu, Anadolu birligini saglamak bakimindan kendi hesabina
uygun gören Sultan Murad, Süleyman Pasa'yi tevkif ederek Candar Beyli'ginin
Kastamonu subesini ülkesine ilhak eder. Fakat Sultan Murad'in bu hareketi,
Süleyman Bey'e bagli olan Kastamonu halki tarafindan iyi karsilanmamistir. Bir
firsatini bulup Osmanlilarin hapsinden kaçan Süleyman Pasa, kendine bagli
taraftarlarini topladiginda Osmanli kuvvetleri Kastamonu'dan ayrilmaya mecbur
olmuslardi. Böylece Süleyman Pasa tekrar hükümdarligina kavusmus oldu. Fakat
durumu dikkatle izleyen Süleyman Pasa'nin babasi Kötürüm Bâyezid, Sinop'tan
gelerek Süleyman Pasa'yi firara mecbur etmisti. Süleyman Pasa, Sultan Murad'dan
tekrar yardim istedi. Sultan Murad, onu tekrar himayesi altina aldi. Sultan
Murad, bununla da yetinmeyerek onu Osmanli hanedanina damat yapti. Süleyman, bu
akrabalik ve himaye sayesinde Kastamonu'yu tekrar ele geçirdi. Bundan sonra
Osmanlilarla dost geçinen Süleyman, Osmanlilarin gerek Balkanlar'da gerekse
Beylikler üzerine yaptiklari seferlerde yardimci kuvvet göndermekten geri
kalmadi.
Görüldügü gibi, Osmanli hükümdari I.
Murad'in yardimiyla beyligini sürdüren Süleyman Pasa, Osmanlilarla dost geçindi.
Bu sebeple Birinci Kosova muharebesinde ve onu takiben Yildirim Bayezid'in
hükümdarliginin ilk senelerinde Anadolu beylerinin Osmanlilar aleyhine olan
hareketlerinde o, Bâyezid'e yardimda bulundu.
SEHZÂDE SAVCI
ISYANI
Osmanli tarihinde, ilk ciddi taht
kavgasi olarak gösterilen bu isyan hakkinda Osmanli ve Bizans tarihleri arasinda
farkli görüsler bulunmaktadir. Yeri, zamani ve hatta Savci Bey'in o zamanki yasi
hakkinda degisik görüsler bulunmasina ragmen bu olay, ileride meydana gelecek
olan ve kardes katline sebep olacak olaylara öncülük etmesi bakimindan önemli
bir olay olarak kabul edilmesi gerekir. Sultan Murad'in üç oglundan biri olan
Savci Bey'in, babasina karsi ayaklanmasi, Osmanlilari oldugu kadar Bizansi da
ilgilendiriyordu. Çünkü bu isyanda Bizans Imparatoru Ioannes'in büyük oglu
Andronikos da bulunmaktaydi. Zira imparator, Selanik valiliginde bulunan ikinci
oglu Manuel'i, saltanat ortagi yapmayi düsünmüstü. Böylece büyük oglu
Andronikos'un hakkini ondan daha küçük olan kardesine verecekti. Bu,
Andronikos'un kizmasina ve ondan intikam almasina sebep olmustu. Bu sebeple her
ne pahasina olursa olsun imparatorlugu ele geçirmeyi düsünüp firsat kolluyordu.
Bu firsat, babasinin kendisini vekil birakarak Sultan Murad ile birlikte bazi
âsi beyleri cezalandirmak üzere Anadolu'da bulundugu bir sirada ele geçmisti.
Tam bu esnada Sultan Murad'in, Edirne'de yerine vekil biraktigi Sehzâde Savci
ile birleserek babalarinin aleyhine bas kaldirdilar. Bu hadiseden haberdar olan
Sultan Murad, derhal Rumeli'ne geçerek Istanbul yakininda asi kuvvetleri bozguna
ugratir. Dimetoka'ya kaçan Savci'yi da yakalatarak gözlerine mil çektirir. Buna
karsilik Imparator Ioannes, istemeyerek de olsa oglunun gözlerini tamamen kör
olmayacak sekilde kaynar sirke ile yaktinr. Hammer'in ifadesine göre Ionnes bunu
Sultan Murad'in baskisi üzerine yapmak zorunda kalmistir.
Osmanli tarihlerinde bu olay daha
farkli bir sekilde verilmektedir. Buna göre yeni ülkeler feth etmek üzere
Rumeli'ye geçen Sultan Murad, büyük oglu Bayezid (Yildirim)'i, güvenlik ve huzur
kaynagi olmak, bakimli ülkeleri korumak göreviyle Anadolu hududunda, Germiyan
vilayetinde birakip Kütahya'da oturmasini uygun görmüstü. Ortanca oglu Yakub
Çelebi'yi Karesi vilayetinde, küçük oglu Savci Beyi de Bursa muhafizliginda
birakmisti. Savci Bey, gençlik heyecani ve atilganligi ile basina buyruk olmak,
diledigini yapmak hevesine kapilmisti. Onun bu toylugunu, bazi kötü arkadaslari
da desteklemislerdi. O da bu düsüncelere kanarak babasina karsi bas kaldirmisti.
Böylece padisahlik sevdasina düsmüstü. Tahta oturdugunu ilan ederek kendisine
bagli olanlara hazineyi dagitti. Bu tutumuyla bazi eskiyayi yanina çekmis ve
ülkeyi istedigi sekilde idare etmeye baslamisti. Hatta adina hutbe okutarak
çevresine karsi saldirilara baslamisti. Bütün bunlar, padisahin kulagina
ulasinca o da Edirne'den hareketle bu büyük fitneyi bastirmak ve bu fesad
atesini söndürmek üzere Bursa'ya dogru yürüdü. Olayin kansiz bir sekilde ortadan
kaldirilmasi için de söyle bir plan tasarlanmisti. Savci Bey'in hareket ve
tutumundan habersizmis gibi davranilacak, Biga çevresinde büyük bir sürek avi
tertiplenecek. Savci Bey de Bursa'dan çikip padisahi ve ordusunu burada
karsilayacakti. Böylece baba, bu yigit oglu ile Biga'da at kosturacak ve
avlanacakti. Çikartilan bu ferman sehzadeye ulasinca o, verilen emre itaat
etmemis, çevresinde ordu toplayip savas hazirliklarina baslamisti. Onun bu
tutumu padisaha bildirilince hükümdar derhal Bursa üzerine yürümeye karar verdi.
Savci Bey ise yandaslari ile birlikte padisahla savasmak üzere Bursa'dan çikip
Kite ovasinda babasini karsilar. Sonuçta hükümdara bagli olan askerlerin gayreti
ile sehzâdeye bagli olan eskiya grubu hezimete ugrayip dagilip kaçar. Sehzâde de
yakalanip padisahin huzuruna getirilir. Suçunu kabul edip özür dilemesi
gerektigi ve bu sayede babasinin kendisini af edecegi bildirildigi halde o böyle
bir yola girmemis, aksine sert ve gerçek disi sözlerle babasina karsi gelmeyi
sürdürmüstü. Bunun üzerine gözlerine mil çekilerek kör edilmisti.
Böylece Andronikos ve sehzade Savci
Bey gailesini ortadan kaldiran Sultan Murad, bu sefer baska bir olayla mesgul
olma zorunda kaldi. Bu da dogrudan dogruya Bizans ile ilgili bir hadise idi Bu
olay, o dönemlerde Bizans'in, Osmanlilar karsisindaki durumunu ortaya koymasi
bakimindan da dikkat çekmektedir. Hammer bu olayi bize su ifadelerle nakl
etmektedir: Imparatorun oglu Manuel, vali bulundugu Selanik'e yakin olan Serez'i
Osmanlilarin elinden alma tasavvurunda bulununca padisah, onun bu hainligini,
veziri Hayreddin Pasa'yi Selanik'i almakla görevlendirmek suretiyle
karsilamistir. Manuel de ölü veya diri ek geçirilecekti. Manuel, kendi
kuvvetinin üç misli olan bu askere karsi koyamayacagini anlayinca sehri yüz üstü
birakip deniz yolu ile Bizans'a dönmüstü. Fakat imparator, yeniden Murad'in
süphesini çekmek ve hiddetine ugramak korkusuyla firari ogluna siginma hakki
tanima cesaretini gösteremedi. Bunun üzerine Manuel Midilli'ye siginmak
istediyse de, adanin Ceneviz valisi de onu kabule cesaret edemedi. Sonunda
Manuel, her seyi göze alarak padisahin affina ve büyüklügüne bas vurdu. Ümidi de
bosa çikmadi. Sultan Murad, düsmaninin kendisine güvenmesinden haz duyacak kadar
yüksek bir ahlakî fazilete sahipti. Manuel'i karsiladi. Hareketinden dolayi
yumusak sözlerle onu ayiplamakla yetindi. Manuel de hatasini kabul ederek
suçunun bagislanmasini istedi. Padisah da onu bagisladi. Hatta daha da ileri
giderek daha önce kendisini kabul etmeyen babasinin yanina yolladi ve onu iyi
karsilamasini istedi.
Iste bu zamanlarda Osmanlilarin güç
ve kuvvetleri o derece yüksek ve Bizans'in kuvveti o kadar gevsek idi ki;
Imparator, kendi ogluna bile devlet merkezinin kapilarini müttefikinin izni
olmadikça açamiyordu.
Sultan Murad'in en degerli ve
teskilatçi komutanlarindan biri olan ve son zaferi olmak üzere Selânik'i Osmanli
ülkesine katmis bulunan Hayreddin Pasa'nin ölümü, bu siradadir. Hayreddin Pasa,
vefati tarihi olan 10 Zilhicce 789 (22 Aralik 1387) da padisahin yaninda olmayip
Rumeli'deki ordunun basinda idi.
Çandarli Halil Hayreddin Pasa, ordusu
ile Yenice-i Vardar'da bulunurken hastalandigi için Serez'e nakl edilmis ve
orada vefat etmis ise de cesedi Iznik'te defn edilmistir. Türbesi Iznik
surlarinin disinda Lefke kapisina yakin bir mezarligin ortasindadir. Halil
Hayreddin Pasa vefat edince geride Ali, Ilyas ve Ibrahim isimlerinde üç erkek
evlat birakmisti. Müstakimzâde, Osmanlilarin üçüncü veziri olarak gösterdigi
Halil Hayreddin Pasa'nin ilim ve fazlindan bahseder. Onun, Celaleddin
Kazvinî'nin belagat ilminden Telhisu'l-Miftah adli eserini serh eyledi yazar.
Gerek Osmanli, gerek yabanci tarihlerdeki kayitlardan Hayreddin Pasa'nin çok
degerli ve teskilatçi bir devlet adami ve muktedir bir komutan oldugu
anlasiliyor. Filhakika bu zat, idarî, askerî, malî ve siyasî sahalarda ve
Osmanli Devleti'nin kurulmasinda birinci derecede rol oynamistir. Iznik'te Yesil
Cami adindaki camisi ve yine orada eski ve yeni imâret denilen iki imâreti,
Gelibolu ve Serez'de de camileri vardir. Halil Hayreddin Pasa'nin vefati üzerine
padisahin yaninda bulunan büyük oglu Ali Pasa vezir olur.
Devletin, dirayetli ve maharetli bir
generali; akilli, zeki ve tedbirli bir veziri olan Hayreddin Pasa, kendisinden
daha asagi bir derecede bulunmayan ve hatta bazi yönleri ile kendisinden çok
daha üstün olan bir padisahin veziri idi. Fetihlerin gerçeklesmesi ve devletin
gelismesinde el ele veren bu iki kisi, basarili bir grafik
sergilemislerdir.
Gerek Rum, gerekse Osmanli
tarihçileri arasinda Hayreddin Pasa ile ilgili en fazla belge birakanin,
Halkondil oldugu söylenir. Bu tarihçi, bu söhretli zatla ilgili vesikalar
arasinda, Sultan Murad ile Hayreddin Pasa arasinda geçen su konusmayi nakl
eder:
Hayreddin Pasa bir gün Sultan Murad'a
der ki:
— Efendimiz, ordularinla arzu edilen
bir amaca erisebilmek için harp islerini nasil idare etmek gerekir?
Padisah bu soruya söyle cevap
verir:
— Elverisli firsatlardan faydalanmak,
ihsan ve merhametle askerin sevgisini kazanmak suretiyle.
— Ama firsatlardan faydalanmak
demekle neyi kast ediyorsunuz?
— Gayeye ulasmak için her vasitayi,
degisik ihtimallere göre hesaplamak, ona göre ölçmek ve karsilastirmak
gerektigini söylemek istiyorum.
Bunun üzerine Hayreddin gülmeye
baslayarak söyle der:
— Büyük bir akillilik ile
yaratilmissin. Bunu görüyorum. Ancak yapilmasi veya yapilmamasi gereken seyleri
önceden bilmedigin ve kendi kendine danisarak bir ciheti red ve digerini kabul
etmeye gücün yetmedigi durumlarda, bu vasitalari nasil hesaplayip
ölçeceksin?
— Bir seye karar verildigi zaman onu
hemen yerine getirmek gerekir. Maharetli bir komutan, danismalarinda gayet
ihtiyatli davranmali; ama icrada yildirim gibi sür'at göstermeli, ordusunun
basinda da örnek olacak derecede yigitlik sahibi oldugunu isbat
etmelidir.
Iste vezir ile Sultan Murad arasinda,
bu konusmalarin çerçevesine uygun sekilde Bizans Imparatorlugu'nun fethine
hazirlanma basladi.
Sultan Murad'in, gerek siyasî, gerek
idarî, gerekse medenî sahalardaki basarisinin sirrini onun yaratilis, karakter
ve anlayisina baglayan bu ifadelere göre o, olaylar karsisinda cesurane kararlar
veren bir kimsedir. Hiç bir zaman acz belirtisi gösterip kararsizlik
sergilemeyen, aksine bütün ihtimalleri degerlendirip ona göre çareler düsünen
bir kimsedir. Olaylari degerlendirirken çok ihtiyatli, karar verildigi andan
itibaren yildirim sür'atiyle onu uygulayan bir kimsedir. Bu yönü ile o, XVI. ve
XVII. Asirlarda Osmanlilar ve Ispanya adli eserin müellifi olan Leopold Won
Ranke'nin, Osmanli Devleti'nin kudretini teskil eden üç unsurdan biri olarak
kabul ettigi hükümdar sahsiyetleri ifadesine hak kazanmis
görünmektedir.
OSMANLILARIN
BALKANLAR'DAKI MUVAFFAKIYETLERININ MANEVÎ SEBEPLERI
Kurulusundan itibaren Müslüman bir
topluma istinad eden bünyesi ile ser'î hukuku hem amelî, hem de nazarî bir
sekilde uygulayan Osmanli Devleti, bu anlayisim devletin bütün sistem ve
organlarinda devam ettiriyordu. Çünkü bu devlette din asil, devlet ise onun bir
fer'i olarak görülmüstür. Bu bakimdan Osmanli Devleti'nin bütün müesseselerinde
bu anlayisin hakim olmasi ve sosyal bünyenin buna göre organize olmasi normal
karsilanmalidir. Bu anlayis sebebiyledir ki, Osmanlilar, Balkanlarda idarelerine
aldiklari yerli unsurlarin din ve vicdan hürriyetlerine müdahale etmedikleri
gibi onlari diger milletlerin her türlü baskisindan da
kurtarmislardi.
Her ne kadar Osmanlilar, kurulus
yillarinda askerî islere fazla ehemmiyet veriyor ve askerî basarilarini bu
sayede hazirliyorlarsa da, onlarin bu muvaffakiyetlerinin sebebini sadece askerî
saha ile sinirlandirmak mümkün degildir.
Bilindigi gibi, tarihî bir yerlesim
bölgesi olarak Balkan Yarimadasi'nin güneyinde Akdeniz bulunmaktadir. Burada
yüzlerce adasiyla Ege, adeta Balkanlar içindedir. Batida Adriyatik Denizi,
kuzeyde ise Tuna irmagi bulunmaktadir. Farkli kültürlere sahip insanlarin
yasadigi bu bölge, jeopolitik yönü ile önemli idi. Balkan yarimadasi içinde
stratejik massif daglik bölgeler, bogaz ve geçitler, devletin kurulus
asamalarini belirlemistir denebilir. Bu jeopolitik faktör, Balkanlarda
Osmanlilarin yayilis ve fetih dönemlerini anlamak için büyük bir önemi
haizdir.
Öyle anlasiliyor ki bazi kimseler,
Osmanlilarin Balkanlardaki ilerleyisini ve oradaki hakimiyetini sadece Osmanli
askerî gücü ve karsi tarafin daginik olmasina baglamak istiyorlar. Böylece bir
bakima Osmanlilarin fazla bir sey yapmadiklarini anlatmaya çalisiyorlar. Nitekim
bu konuda:
Osmanlilarin Balkanlardaki
genislemesi, hem iç islerini halletmis olmalari, hem de fetih yöntemleri
yüzünden kolaylasiyordu. Balkanlarda cografya ve siyaset, siki bir sekilde
birbirine baglidir. Daglar, ordularin geçisine hesaba katilir bir engel
olusturmazlar. Bir kaç su yolunun denetim altina alinmasiyla Tuna vadisine geçit
bulunur. Eger Tuna'ya Demir-Kapi'nin ilerisinde bir noktadan erisilirse
Macaristan ve Orta Avrupa akinlara müsaittir. Bölgeyi isgal etmek isteyenler,
Eflak ve Bogdan yönünde hareket edebilir, daha sonra da Karadeniz kiyisi boyunca
ilerleyebilirler. Böylesi genis bir arazinin savunulmasi siyasî birlik ve bunun
olmayisi halinde de isbirligi ve es güdüm ister. Ondördüncü yüzyilin son
çeyreginde Balkanlar, siyasî bakimdan birlesik degildi. Burada oturanlar, kendi
aralarindaki rekabet ve karsilikli kiskançliklarla hirpalanmis bulunduklarindan
Osmanlilara karsi birlikte direnis gösterecek takatten mahrumdular. denilip
fikirler ileri sürülmektedir.
Osmanli fetihlerini ve bu
fetihlerdeki basariyi, bölge halklari arasindaki çekisme ve cografî sebeplere
baglayacak kadar basite indirgemek, her halde dogru olmasa gerekir. Zira
Osmanlilardan önce de bölge, defalarca istilaya ugramisti. Fakat bunlarin hiç
birinde Osmanli Türkü'nün gösterdigi basariya denk bir muvaffakiyete tesadüf
edilmemistir. Aksine Balkan ülkeleri, zaman zaman gelen bu kavimleri kendi
bünyelerinde eritmesini bilmislerdir. Bu bakimdan Osmanlilarin basarili
olmasinda ve hatta herhangi bir zorlama olmadan bölge halklarini kendi dinlerine
sokmalarinda baska sebepler aramak lazim gelecektir.
Gerçekten Osmanlilar, vicdan
hürriyetini temel tasi kabul eden, ekonomik ve sosyal haklara saygi gösteren bir
anlayisla, idareleri altina giren kavimleri yumusak ve müsavatçi prensipler ile
idare ediyorlardi. Onlar, bundan baska türlü davranamazlardi. Çünkü mensubu
bulunduklari Islâm, onlarin baska türlü davranmalarina ve idarelerindeki
insanlara karsi baska türlü muamelede bulunmalarina izin vermiyordu. Islâm,
Müslümanlarin feth ettigi topraklarda yasayan hiç bir kimsenin zorla dine
girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve fikrinde serbest birakir. Hak ile
bâtilin neler oldugunu, inançlar arasindaki orta ve dogru yolun hangisi oldugunu
bildirmekle yetinir. Zorlama sonunda müslüman olma keyfiyetinin Islâmi bir
hareket olmadigini beyan etmekten çekinmez. Bu sebepledir ki Müslüman Türklerle
Hiristiyan Balkanlilar arasinda çok iyi bir ahenk tesis edilmis, aralarinda din
ayriligindan baska bir sey kalmamisti. Islâm'i kabul etmeyenler bile Osmanli
idaresinden o kadar memnundular ki, sözde kendilerini kurtarmaya gelen Haçlilara
hiç iltifat etmediler. N. Jorga (Geschichte des Osmanischen Reiches, I, 456) bu
mevzuda sunlari söyler: Ne kadar tedkik edersek edelim, Osmanli
Imparatorlugu'nun idaresine giren bir sehir veya bir millet içinde, Osmanli
idaresine karsi en ufak bir memnuniyetsizlige bile rastlamiyoruz. Balkanlari
kurtarmaya gelen ve ekseriya bütün Hiristiyan âleminin vicdanlarina hitab
edebilecek bir surette Haçli seferleri karakteri tasiyan bütün Avrupa
milletlerinin istirak ettikleri o büyük seferlerde bile Osmanli idaresinde
bulunan yerli Hiristiyan halkin bunlara katilmak arzusunu göstermediklerini
katiyyetle görüyoruz."
Osmanlilar, sadece idareleri altinda
yasayan milletlerin, dinî hürriyet ve serbestisini saglamakla kalmamis, ayni
zamanda Balkanlar'daki milletlerin de bunu kazanmalarina yardim etmislerdi.
Sayet Türkler, Rumeli'ye ayak basip Balkan Türklügü'nü kurmamis ve farkli
kavimlere vatan olmus Balkan cografyasi üstünde hâkim ve efendi millet olarak
teskilat ve idaresini tesis etmemis bulunsalardi, bugün ne Sirp, ne Sloven, ne
Bulgar, ne Romen ne de bir Yunan milleti kalmis olurdu. Zira Ortodoks Balkan
Hiristiyanligi ne çekmisse dindaslari olan Katolik Latinlerden çekmistir. Öyle
ki bu zulüm ve ceberut, Ortodoks mezhebindeki Balkan topluluklarim eritip
ortadan kaldirmak yoluna giderken, ancak Türklerin Rumeli'ye adim atmalari ile
Katoliklerin bu imha ve kolonizasyon politikasina son vermistir. Büyük Lui
(Ludwig I, 1342-1382) devrinde Avrupa'nin en büyük devletlerinden biri haline
gelen Macaristan, Balkanlara göz dikmis ve Vidin Prensligini zapt ederek,
Katolikligi büyük bir enerji ve tazyikle Balkanlara yaymaya baslamisti. Bu
tazyik sonucu olarak Balkanlar, Katolik mezhebine girmeye mahkum olmustu. Fakat
Osmanlilarin, Macarlari önlemek üzere derhal kuzeye atilmalari bu tehlikeye bir
set çekmis ve Balkanlarda Ortodoks mezhebinin serbestçe yasamasini mümkün
kilmisti.
Uzunçarsili da bu dönemden
bahsederken: Görülüyor ki, yeni dogan Osmanli devletinin sür'atle
genislemesinde, denizi asarak Balkanlari isgalinde yalniz fütûhatin ve devletler
arasindaki ihtilaflardan istifadenin ve siyasetteki maharetin degil, ayni
zamanda mânevî sebeplerin de tesiri vardir. Ancak bu sayededir ki Türkler,
Rumeli'de isgal ettikleri (feth ettikleri) genis ülkeleri bir avuç kuvvetle elde
tutmuslardir. Ve yine bu sayede Timur'un sadmesiyle Osmanli Devleti, Anadolu'da
parçalandigi halde Rumeli'de dimdik durmustur demektedir. Tarihî olaylara
bakildigi zaman bu ifadelerin ne kadar gerçek olduklari görülür.
Gerçi Osmanli Beyligi, daha kurulus
safhasinda iken askerî ve adlî teskilatla ise baslamisti. Bu esnada özellikle
askerî islere fazla agirlik verilerek muvaffakiyetin sebepleri hazirlanmisti.
Bununla beraber bu zahirî (görünür) kudret, halki tamamen ayri dinde olan
yabanci bir bölgede, yani Balkanlar'da göz kamastiran hizli ve suurlu bir
yayilma ve yerlesme için kâfi degildi. Bunun birtakim manevî ve ruhî sebepleri
de vardi.
Osmanli Beyligi, Anadolu'daki
fetihleri esnasinda hiç bir siyasî firsati kaçirmamaya gayret ediyordu. Onlar,
feth ettikleri yerlerdeki halkla kaynasarak onlarin dinî, örfî ve sosyal
islerine karismiyorlardi. Onlarin, vicdan hürriyetlerine hürmet etmis ve agir
vergiler altinda ezilmis olan yeni tebeasindan belli bir vergi (cizye) almakla
Yetiniyorlardi. Kanunlara aykiri olarak keyfî hiçbir muameleye müsaade
etmediler. Bundan dolayi Osmanli Türklerinin sür'atle ilerlemeleri ve feth
edilen bölge halkinin Türk idaresini kendi idarelerine tercih etmelerinin
sebebini anlamak kolaydir. Bu konuda ilk Osmanli eserlerinde (Asikpasazâde,
Nesrî) epey bilgi vardir. Nitekim 1355 yilinda Osmanlilara esir düsmüs olan
Selanik bas piskopos'i Gregory Palamas'in mektubu da bu durumu açik bir sekilde
ortaya koymaktadir. O, Hiristiyanlari tam bir serbesti içinde görmüstü. Orhan'in
oglu Süleyman Pasa, ona hiristiyanlik hakkinda serbestçe bazi sorular sormustu.
Isin daha enteresan tarafi, bizzat sultan Orhan, Palamas ile görüsür ve ulema
ile onun arasinda bir münazaranin yapilmasini emreder.
Osmanlilar, Anadolu'da nasil
Hiristiyan varliklarini ve idare tarzlarini bozmayarak onlari kendi nüfuzlari
altina aldilarsa bu müsaadeyi Rumeli'de daha genis bir sekilde ve onlarin eski
varliklarini muhafaza etmek üzere tatbik etmislerdir ki, bunu Osmanli tahrir
defterlerinde birçok örnekleri ile görmekteyiz. Gerçekten, dogrudan dogruya
Osmanli yönetimi altina alinan topraklarda Osmanlilar, yerli senyör ailelerinin
çogunu eski feodal topraklarinda timar sahibi olarak birakiyordu. Böyle bir
mazhariyete nail olabilmek için bunlarin eski dinlerini birakmalari sarti
aranmiyordu. 1500 tarihine kadar Rumeli'de pek çok Hiristiyan timar sahibi
bulunuyordu. Yani halk gibi yerli aristokrasi de sadece yeni bir hanedani
Osmanli hanedanini tanimaktan ve onun hizmetine girmekten baska bir sey
yapmiyordu. Henüz ilhak olunmayan bölgelerde, tâbi despotluk veya senyörlükler,
kendi aralarindaki anlasmazliklar için metbulari olan sultana bas
vuruyorlardi.
Zaten, bastan basa hiristiyanlarla
meskûn olan Balkan Yarimadasinda bu tarzdaki hareket ve davranisin Osmanli
fetihlerini kolaylastirdigi bir gerçektir. Kisa zamanda bölgeyi bir Osmanli
topragi haline getiren âmil, bu âdilâne hareket ve idarî siyasetteki inceliktir.
Bir taraftan Bizans Imparatorlugunun bozulmus olan idare tarzi, vergilerin keyfi
olmasi, Rum bey ve hatta imparatorlarinin kendi küplerini doldurmak isteyerek
halki soymalari, asayissizlik ve ekonomik buhran gibi âmiller, halkin Osmanli
idaresini memnuniyetle karsilamasina sebep olmustu. Bizans ve diger derebeylerin
idare tarzina karsilik Osmanlilarin disiplinli hareketleri ve feth edilen
yerlerin halkina karsi adaletli, sefkatli ve taassuptan tamamen uzak bir siyaset
takip etmeleri, vergilerin tebeanin ödeme imkânlarina göre tertip edilmis olmasi
ve bilhassa Ortodoks olan Balkan halkini Katolik mezhebine girmek için ölümle
tehdid edenlere karsi Türklerin buralardaki unsurlarin dinî ve vicdanî hislerine
hürmet göstererek bu ince ve hassas noktayi prensip olarak kullanmalari,
Balkanlilarin Katolik tazyikine karsi Osmanli idaresini bir kurtarici olarak
karsilamalarina sebep olmustur. Balkan milletleri bunu yapmakla, Osmanlilara
karsi böyle bir tavir sergilemekle yerinde bir karar vermislerdi. Çünkü Osmanli
rejimi, din ve irk ayirimi gözetmeyen, bütün tebeayi Osmanli Devleti semsiyesi
altinda birlestiren siyasî bir idare idi. Osmanlilar, devletlerini kurarken
kitleleri çeken bu uzlasici, koruyucu ve hos görülü siyaseti suurlu bir sekilde
takib ediyorlardi. Onlarin idare sistemi, tamamen insanî idi. Hiç kimse dininden
veya irkindan dolayi küçük görülmemis, zorlanmamis ve sadece bu sebepten dolayi
öldürülmemistir. Bir Batili yazarin bu konudaki görüsleri, Osmanlilarin gayr-i
müslimlere karsi takindiklari tavirin nasil oldugunu açik bir sekilde ortaya
koymaktadir. Ona göre Osmanli idaresinin insanî yönünü ortaya koyan faktörlerden
biri de sudur:
Kendi idaresi altinda yasayan
Hiristiyan ve Mûsevîler, vergilerini zamaninda verdikçe ve Müslümanlari
kizdiracak kiskirtici bir harekette bulunmadikça onlara en güzel bir sekilde
muamele etmek.
Osmanli fetihlerinin en açik ve bariz
özelliklerinden biri de, onlarin bu hareketlerinin gelisigüzel bir macera veya
rastgele bir yerlesme ugruna olmamis olmasiydi. Onlarin her hareketi, bilinçli
bir yerlesmeye yönelik olarak yapilmistir. Bu da feth edilen yerlerdeki halkin
hosnutluguna ve yeni idareden memnun olmalarina istinad ettirilmistir. Fetih
prensiplerinden biri de yeni elde edilen stratejik yerlere, büyük ve önemli
sehir ile kasabalara Anadolu'dan göçmenler getirtilerek yerlestirmek (iskân)
olmustur. Elde edilen topraklar da mirî, mülk ve vakif suretiyle muhtelif
kisimlara ayrilip sehir ve kasabalarda derhal ilmî ve sosyal müesseseler vücuda
getirilmistir. Bu isabetli siyaset, gerek Anadolu, gerek Rumeli'nin fethinde o
kadar maharetle tatbik edilmistir ki, halk bu yeni idareyi yadirgamadiktan baska
gösterilen muamele ve müsamahadan memnun kalmistir.
Osmanlilarin hosgörüsünden bahseden
birçok yabanci yazar, sadece Balkanlari degil, daha sonraki dönemleri hatta
Istanbul'un fethinde gösterilen müsamahadan söz ederek Osmanlilarin ne kadar hos
görülü olduklarini anlatirlar. Örnek olmasi bakimindan Brockelmann'in bir
ifadesini buraya aliyoruz:
Müslüman Türkler, fetihleri
esnasinda isteselerdi hiristiyanligi tamamen yok edebilirlerdi. Fakat mensubu
bulunduklari din, buna müsaade etmez. Bu yüzden Fâtih Sultan Mehmed, nasil ki
daha önce dedeleri, kendi kilise teskilatinda serbest birakmak suretiyle
Bulgarlari rahatsiz etmedilerse o da eski dinî gelenekle taninmis Islâmî devlet
görüsüne de tamamiyle uygun olarak Ortodoks Rum ruhanî sinifinin silsile-i
meratibini bütün selahiyetleri ile tanidi. Hatta o, hiristiyanlar üzerindeki
medenî hukuk alaninda kaza hakkini tanimak suretiyle kilisenin nüfuzunu artirdi
bile. der.
XV. yüzyilin ilk yarisi içinde (II.
Murad zamani) Rumeli'yi gezerek Türklerle diger Balkan hiristiyanlarinin sosyal
durumlari hakkinda bir mukayese yapmis olan ve Türklerin her konuda
Balkanlilardan üstün olduklarini gösteren Bertrandon de la Broqulere ise sunlari
söylemektedir:
Büyük bir refah içinde bulunan Türk
köylüleri, Hiristiyan köylülerin çogunun aksine olarak hiç bir zaman yalin ayak
gezmezler, dizlerine kadar çikan sari çizme giyerler; Türkler, erken kalkar ve
islerine erken giderler. Sükûnet ve büyük bir gayretle is görürler. Rumlar,
Sirplar ve Bulgarlarin aksine olarak Türkler, evlerinin kendilerine mahsus olan
kisminda ehlî hayvan bulundurmazlar. Hiç bir Türk, temizce yikanmadan evinden
çikmaz. Bir hayvanin yedigi yemegi bir Türk yemez. Bir tavuk kesmek istedigi
takdirde bile onu bir müddet temiz yiyecekle besler. Merhamet sahibi olan Türk,
harpte mecburiyet altinda insan öldürür. Tabiaten sukûtî olmasina ve çalismakla
sertlesmis bulunmasina ragmen siir kabiliyeti yüksek, ilme meyil ve istidadi
çoktur...
Bunlari söyleyen seyyah, ahlâk
bakimindan da Türklerin Balkanlilardan üstün olduklarini söyle
anlatiyor:
Türkiye'de giristigim her is ve
bulundugum her münasebette Türkler'de Rumlara nazaran çok daha fazla arkadaslik
duygusunun mevcud oldugunu gördüm. Ve Türklere Rumlardan ziyade itimad ettim.
dedikten sonra:
Gerek sehirde, gerek köyde Türkler
kuvvetli, cengaver, kanaatkâr isçi, namuslu tüccar, sadik arkadas ve himaye
edici efendilerdir. Kisaca, dogru ve samimi kimselerdir.
Iste Balkanlari fethe baslayan küçük
Osmanli Beyligi'nin manevî ve sosyal cephesi de böyleydi. Bu karakter ve manevî
cephe, devletin suurlu siyaseti, azim ve irade kudreti ile bir ahenk teskil
edince bunun neticesinin ne olabilecegini yine Osmanli tarihi
gösteriyor. OSMANLI
KARAMANLI MÜNASEBETLERI
Daha önce, Anadolu Selçuklu
Devleti'ne merkezlik (payitaht) yapmis bulunan Konya'nin yeni sahipleri olan
Karamanogullari, bir bakima kendilerini Selçuklularin vârisi gördüklerinden,
Anadolu'da üstünlük iddiasinda bulunuyorlardi. Bu sebeple de Osmanlilarin,
Anadolu'daki gelisme ve genisleme hareketlerine karsi koymaya çalisiyorlardi.
Gerçi Osmanli-Karamanli rekabeti, Osmanlilarin Eretna Beyligi'nden Ankara'yi
aldiklari zamanda baslamisti. Fakat Sultan Birinci Murad, bir çatismaya girmemek
ve Müslüman kani dökmemek için büyük bir gayret sarf ediyordu. Ancak
Osmanlilarin, Germiyan ve Hamid ogullan arazisinden bir kismini evlenme, bir
kismini da para ile satin alip Karamanogullan'nin kalbi durumunda olan Konya'ya
dogru büyük bir ilerleme kayd etmeleri, iki tarafi ayni sinirlan paylasan komsu
iki devlet haline getirmisti. Böyle olmakla beraber kizi Nefise Sultan'i
Karamanoglu Beyi Alaeddin Ali Bey ile evlendiren Sultan Murad, Karamanlilar'la
akrabalik kurmak suretiyle Anadolu'dan emin vaziyette Rumeli harekâtina devam
edecegini ümit ediyordu. Gerçekten de Sultan Murad'in gayesi, Anadolu'daki
Müslümanlarla degil, Bati'daki Hiristiyan devletlerle mücadele etmek, oralarda
fetihlerde bulunmakti. Nitekim Karamanoglu'nun isyanini ve kendi topraklarina
saldirisini duyunca söyle demekten kendini alamamisti:
Su ahmak zalimin yaptigi isleri
görün. Ben, Allah Teâlâ yolunda din gayretiyle çalisarak ülkemi birakip, bir
aylik yol kâfir içine gireyim. Gece ve gündüz ömrümü gazaya sarf etmek için
niyet edeyim, yeyip içmeyi terk edeyim, bela ve mihneti seçeyim, o gelip bir
bölük mazlum Müslümanlarin üzerine düssün. Yagma edip anlari incitsin. Ey
gaziler, bu zalimleri nasil edeyim? Beni gazadan men ederek, bana, Müslümanlar
üzerine kiliç sallamak kötü isini isletir. Eger vaz geçip cihad ve gaza ile
mesgul olursam, Müslümanlar zâlim eline düser. Eger üzerine varirsam gaza kilan
gazilerin kiliçlarini mü'minlerin üzerine döndürmek lâzim gelir diyerek bir
hayli tereddüd geçirmisti. Nihayet, Karamanli'nin bu zulmü karsisinda çaresiz
kalinca, tekrar Anadolu'ya geçerek Bursa'ya gelir. Hayreddin Pasa'yi da
Rumeli'nde birakir. Sultan Murad, daha sonra bizzat Karamanoglu'na da söyle
diyecektir:
Hey bedbaht, müfsid, zâlim, benim
kastim ve isim gece gündüz gazaya adanmaktir. Benim gazama mani olur. Ben gazada
iken Müslümanlari incitirsin. Ahd ü emân bilir adam degilsin. Senin kökünü
kazimayinca huzur ile gaza edemem. Nasil barismak, zira gazaya mani olan ile
gaza, en büyük gazadir diyecektir. Hemen hemen bütün Osmanli tarihlerinde buna
benzer ifadelerin bulundugunu söylemek mümkündür. Bütün bunlardan, Sultan
Murad'in, Karamanli ile bir savasa girmek istemedigini, zira Müslüman kaninin
akitilmasina gönlünün razi olmadigini çikarmak mümkündür. Kendi öz kizini
Karaman Beyine nikahlayip onunla akrabalik bagi kurmasi da bunun açik delilidir.
Fakat Venedik, Sirbistan ve Papalik gibi Hiristiyan devletler, Osmanlilarin
Balkan fetihlerini basarisizliga ugratmak için Karamanogullari'ni Osmanlilara
karsi tahrik edip kullanmakta idiler. Bu tahriklere kapilan Alaeddin Ali Bey,
1386 yilinda Osmanlilarin elindeki Hamid Ogullari topraklarina saldirir.
Karamanlilar, Osmanlilarin; Hamid Ogullarindan satin aldiklari Beysehri'ni isgal
etmekle harbi baslatirlar. Halbuki Osmanli Devleti'nin bir köyüne taarruz etmek,
büyük imparatorluklarin dahi cesaret edemedigi bir hareket iken, kiskirtmalar
sonucunda Karamanoglu bu cesareti göstermisti. Bu da onun ne kadar dar görüslü,
ileriyi görmeyen bir kimse oldugunu göstermektedir. Esasen diger Anadolu
beyliklerinin Osman ogullari gibi dahi yetistirememesi, onlari sonunda
Osmanlilara katilma mecburiyetinde birakan mühim sebeplerden biri
olmustu.
Osmanlilar açisindan bu tecavüze
baktigimiz zaman, olaylarin baska bir boyut kazandigini görürüz. Zira bu tecavüz
kalmadigi takdirde Karamanlilarin ve ondan cesaret alacak olan diger
beyliklerin, Balkan fütuhatinin en kritik anlarinda Osmanlilar'i Anadolu'da
rahatsiz edeceklerini çok iyi takdir eden Sultan Murad, derhal Anadolu'ya geçip
Bursa'ya gelir. Sultan Murad, Anadolu'daki beylikler üzerindeki nüfuzunu
göstermek için Candarogullari'ndan yardimci birlik ister. Bu birlik gelince Ali
Pasa ve oglu Sehzade Bâyezid Bey'le birlikte Karaman seferine hazirlanir.
Osmanli ordusunun içinde, antlasma geregi iki bin kadar da Sirpli asker
bulunuyordu. Bunlar, yardimci kuvvet niteliginde idiler. Böylece Sultan Murad,
Anadolu beylerine kudretinin derecesini göstermek istiyordu. Onlar, Osmanlilarin
bu gücünden ne kadar çekinirlerse, Anadolu'da o kadar az Müslüman Türk kani
akacakti.
1386 Kasim'inda Konya yakinlarinda
cereyan eden meydan muharebesinde Osmanli ordusu, Karamanlilari kolayca
yenilgiye ugratti. Muharebede Bâyezid büyük bir kabiliyet göstererek zaferin
kisa zamanda kazanilmasini sagladi. Bu muharebedeki muvaffakiyetinden dolayi
kendisine Yildirim lakabi verildi.
Büyük bir yenilgiye ugrayan Alaeddin
Ali Bey, Konya kalesine siginmak zorunda kaldi. Padisah, bu zaferden sonra
Konya'yi kusatma altina aldi. Ordu mensuplarinin, kusatilan halktan herhangi bir
sey almalari yasaklandi. Yasaklara uymayanlar için çok agir cezalar kondu.
Birkaç Sirpli, emir disi hareket ettiklerinden, idam cezasina çarptirildilar.
Sultan Murad, sehri on iki günden beri kusatma altinda bulunduruyordu. Fakat
henüz hücuma geçilmemisti. Karaman Beyi, mevkiinin tehlikeli durumunu idrak
etmeye baslayinca esi ve Sultan Murad'in kizi Nefise Hanim'i, Konya'nin ileri
gelenleri ile birlikte ricada bulunmak ve kendisini af etmek için padisaha
gönderdi. Kizinin ricasi üzerine Karamanoglunu af eden Sultan Murad, bizzat
gelip af dilemek ve elini öpmek sartiyle onu af edecegini bildirdi. Bunun
üzerine Karamanoglu, Osmanli ordugâhina gelip kayinbabasinin elini öptü ve ondan
af istirhaminda bulundu. Sultan Murad, Karaman ülkesini yine kendisine vererek
isyan eden Beysehri üzerine yürüdü. Birkaç gün içinde orayi tekrar kendine
bagladi. Burada bulunuldugu bir sirada Tekke Beyi'nin isyan ettigi haberi ve bu
habere dayanarak Tekke üzerine yürümesi hususunda Sultan Murad'a tekliflerde
bulunuldu. Fakat Sultan Murad, bu teklifleri reddederek:
Tekke Beyi fakirdir. Hükümeti
Istenos ve Antalya sehirlerine inhisar etmistir. Bana isyan edecek ne gücü var,
simdi onun üzerine varmak bizim için ardir. Sivrisinek kovalamak sahine (veya
arslan) yakismaz diyerek tekrar Bursa yolunu tutar.
Konya önündeki maglubiyeti üzerine
Karamanlilarin Anadolu'daki nüfuzlari kirilmis, Sultan Murad'in seferde
gösterdigi basarili taktik sayesinde bütün Anadolu'da yildizi parlamisti.
Böylece, Osmanlilarin Anadolu birligini gerçeklestirecegi kesin bir sekilde
anlasilmis oluyordu. Gerçekten bes yil sonra Yildirim Bâyezid'in Anadolu'yu zapt
edebilmesinde Sultan Murad'in bu seferde takib ettigi siyasetin birinci derecede
tesiri olmustur. Takriben bir buçuk asir devam edecek olan Osmanli-Karamanli
harplerinin ilki olan bu savasta yenilmesine ragmen Karamanoglu, Osmanli
hâkimiyetini hiç bir zaman kabule yanasmamistir. Bunun içindir ki Sultan Murad
uzaklasir uzaklasmaz, Kosova'yi hazirlamakla mesgul olan Haçlilarla müzakerelere
girismis, fakat korkusundan Kosova muharebesinde Osmanli ordusuna katilmak üzere
bir birlik göndermekten de geri kalmamistir. Böylece iki yüzlü bir siyaset takip
etmistir. BALKAN ITTIFAKI
VE KOSOVA SAVASI
Siyasî ve askerî sahada Avrupa'yi
titreten Sultan Murad, gerektiginde Anadolu'ya atlayip Karamanoglu ile ellesiyor
ve bu namli Türk beyini sindirip tekrar Rumeli'ye geçiyordu. Fakat onu burada da
bekleyen düsmanlari eksik degildi. Garp dünyasini titreten bu basiretli ve hakim
adam, arkadan kendisine karsi birlesen kuvvetleri Kosova Meydan Muharebesinde
ezecekti. Sonra da magluba kin ve intikam gösterecegi yerde, bir ruh ve mânâ
medeniyeti kurmus olan devletinin o muhtesem insanlik anlayisi ile dünkü
düsmanlarina kollarini açacak ve anlari, dindaslarindan görmedikleri bir
müsamaha, rifk ve yumusaklikla bayraginin gölgesinde toplayacakti.
Sultan Murad, Karamanoglunu dize
getirdikten ve kendisinden söz aldiktan sonra tekrar Bursa'ya döndü. Çünkü
devletinin içinde bulundugu siyasi durum ve düsmanlarinin devleti için meydana
getirdigi ittifak, onun uzun müddet baris içinde yasamasina ve sürekli asayisten
faydalanmasina elverisli degildi. Sirbistan taraflarinda yeni bir firtina bas
gösterdiginden, Sultan Murad gerekli tedbirleri almak için dinlenmeyi birakmak
zorunda kaldi.
Osmanli saflarinda Karaman Beyi ile
savasan Sirplar, memleketlerine döndükleri zaman kendilerine istedikleri gibi
riayet edilip saygi gösterilmedigi ve Konya önünde bazi kardeslerinin
öldürüldügünü söyleyerek halkin Osmanlilara karsi harekete geçmesine sebep
oldular. Sirp kralina mübalagali bir sekilde anlatilan haksizlik ve öldürme
hadisesi, aslinda basit bir olaydi. Çünkü Konya'nin muhasarasi esnasinda sehrin
yagma edilmemesi, bizzat Sultan Murad tarafindan istenmis, aksine davrananlarin
öldürülerek cezalandirilacaklari söylenmisti. Buna ragmen bazi Sirplarin emre
muhalefet etmesi, böyle bir olayin meydana gelmesine sebep olmustu. Sikâyetler
üzerine Sirplar, isyana baslamislar ve Osmanlilara ait olan bazi yerleri isgal
etmislerdi. Bütün bir Sirp halki, bölge halklari ve hatta Bulgarlarin
kendilerine yardim edeceklerine güvenerek ayaga kalktilar. Bulgar Krali Sisman,
Sultan Murad'in dostu ve kayinbabasi olmakla beraber gizlice Sirp Krali Lazar
ile ittifak etti.
Bu arada Karamanoglu ile daha önce
muharebe edip anlasan Bosna kralligini da cezalandirmak gerekiyordu. Balkanlari
siyasî nüfuz altinda bulundurmak ve bölge halklarinin Osmanliya karsi olabilecek
ittifakina mani olmak için daha önce buralarda (Bosna) bulunan Kula Sahin Pasa
komutasindaki 20.000 kisilik bir Osmanli ordusunun hareketini gözleyen ve
onlarin maksadini anlayan düsman, Nis yakinlarinda Ploçnik denen yerde 30.000
kisi ile Osmanli ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Osmanli ordusu üzerine
saldiran bu müttefik ordu, öyle hareket etti ki Osmanli askerinden ancak bes
bini, bu kana susamislarin genel katliamindan kurtulabildi. 1388'de meydana
gelen bu muharebede Hammer'in dedigi gibi ancak bes bin Osmanli askeri kurtulup
geri dönebilmisti.
Osmanli kuvvetlerinin Ploçnik'te
bozguna ugramasindan büyük bir cesaret alan ve Sultan Murad'in da Anadolu'da
bulunmasini firsat bilen Bosna, Sirp ve Bulgar krallari, Osmanlilari
Balkanlardan sürüp atmak için ikinci bir ittifak kurdular. Bu ittifak, sonucu I.
Kosova meydan muharebesinde belli olacak Osmanli Türklerine karsi UI. Haçli
Seferi'ni hazirlamaya sevk etmistir. Düsmanin faaliyet derecesini ve ittifakin
önemini kavrayan Sultan Murad, bu ittifakin saglayacagi gücü, askerî ve siyasî
yollardan küçültmeye gayret etti. Bunun için sür'atli bir sekilde tedbirler
almaya basladi. O zaman Teke, Aydin, Mentese, Saruhan ve Karaman beylerinin
askerleri de Sultan Murad'in emrine girdiler. Sultan Murad, hemen savas
hazirliklarina giristi. Yoklugunda Anadolu'nun âsâyisini korumak için, ülkesini
bes sancaga böldü. O zamana kadar Bâyezid'in idare ettigi Germiyan'i, sehzadenin
kardesi Yakub ile birlikte o da Avrupa'ya geçtiginden dolayi vezir Timurtas'a
havale etti. Baska bir Timurtas (Subasi), Sivrihisar ile Sakarya'nin suladigi
bölgeye tayin edildi. Yine Subasilardan Kutlu Bey, Hamid bölgesinde Egridir'e
tayin edildi. Sultan Murad, Asya topraginda kalacaklarla Avrupa'ya gidecek
askerin komutanlarini da önceden tayin etti.
Bütün savas hazirliklari
tamamlanmisti. Bununla beraber Sultan Murad, seferden önce Sehzâde Bâyezid'in üç
oglunun sünnet dügünü ve kendisi ile iki oglunun üç Bizans Prensesi ile
evlenmelerini kutlamak için Yenisehir'e gitti. Padisah, Yenisehir'de yapilan bu
dügünler sirasinda hediyeler göndermek ve Karamanoglu'na karsi yapilan savastan
önce gösterdigi dostluga karsilik vermek için, Yazicioglu'nu elçilikle Misir'a
gönderdi.
Dügün henüz bitmisti ki, Ali Pasa,
hükümdarin emri ile hainliginden dolayi Sisman'i yola getirmek ve Bulgaristan'da
Türklerin elinde bulunmayan son yerlerin fethini ve müttefiklerle birlesmeye
mahal birakmadan Bulgar kuvvetlerini ortadan kaldirmak için 30.000 kisilik bir
ordu ile yola çikti. Pravadi'ye karsi Beylerbeyi Timurtas Pasa'nin oglu Yahsi
Bey komutasinda bes bin kisi ayirdiktan sonra, NadirDerbent bogazindan Sumnu
üzerine yürüdü. Balkan'in en dogu bogazinda bir tepenin ortasinda bulunan
Pravadi, hücumla alindi. Osmanli Devleti'nin daha sonralari Rusya ile meydana
gelen harplerinde ordunun merkezi olacak olan Sumnu, Sisman'in eski kalesi olan
Tirnova'nin düstügünü duyunca teslim oldu. Sisman ise Nigbolu'ya kapanmisti.
Gücünün, karsi gelmeye yetmeyecegini anlayinca Ali Pasa'dan kendisi ile Padisah
arasinda araci olmasini istemisti. Sultan Murad, Silistre'yi kendisine birakmak
ve zamani gelen vergi taksidini ödemek sartiyla barisa razi oldu. Bundan sonra
Ali Pasa, Kosova'ya dogru bir birlik gönderdi. Bu akinci firkasi birçok esir ile
döndü. Ali Pasa, Çetehezar (Hezargrad) kalesinin teslimi sarti ile esirleri
Sisman'a geri vermeye niyetlendi ise de gerek Sisman'in Söz verdigi halde
Nigbolu'yu birakmaktan vazgeçmeyerek onu yeni istihkâmlarla kuvvetlendirmesi,
gerekse kendisinin de Hezargrad'i elde etmesi dolayisiyla is sonuçsuz kaldi.
Bunun üzerine savas daha hizla yeniden basladi. Ali Pasa bir hisar ve bir sehri
aldiktan sonra bütün kuvveti ile Nigbolu önlerine vardi. Orayi kusatti. Bulgar
Krali her taraftan sikistigini ve artik karsi koymanin faydasiz oldugunu
anlayinca bütün aile halki ile birlikte sartsiz teslim oldu. Osmanli, Pasasi,
krali, çocuklarini ve hazinelerini Sultan Murad'in ordugâh olarak seçtigi
TaYHshi'ya gönderdi. Padisah, Sisman hakkinda âlicenab ve civanmerdâne bir
davranisgosrerdLOnun hayatina ilismedigi gibi kendisine durumuna lâyik tahsisat
ta bagladi. Ancak onun Bulgaristan'daki topraklarini elinden aldi.
Sirp Krali Lazar, müttefikinin maglub
olup düstügünü ögrenince, mevkiinin tehlikeli durumunu anlamakta gecikmedi.
Firtinanin sinirlarina dogru yavas yavas yaklastigini görünce zorlu bir karsi
koymaya hazirdandi. O, sadece bununla da yetinmedi. Bu firtinaya karsi koymak
için taarruza karar verdi. Lazar, generali Dimitriyus'a, Bulgar sinirinda dik
bir dagin tepesinde bulunan Sehirköyü almasini emretti. Sehirköy'ün çevresinde
bulunan askerler, o zaman Osmanli ordusunda bulunduklarindan sehir, Sirplilarin
eline geçti. Ancak Ali Pasa'mn gönderdigi on bin civarindaki asker sehri geri
aldi. Sirp muhafizlarini da esir alip istihkamlarini da yiktilar.
Lazar bu yenilgiye kizdiysa da
cesaretini kaybetmedi. Sadece bir mevkiin kaybedilmesinden dolayi kendisini
maglub saymayarak bir kat daha cesaretlendi. Bosna ve Arnavutluk hükümdarlarini
kendisine baglamakta olan eski antlasmayi yenilemek için bir tesebbüste bulundu.
Onlarin yardimindan emin olarak padisahi kesin bir savasa çagirmakta tereddüd
göstermedi. Kralin komsulari ile haberlesmesi sirasinda Sultan Murad da ogullari
Bâyezid ve Yakub'u yanina getirdi. Bunlar, yanlarina almis bulunduklari Kütahya
ve Karesi sancaklari askerlerinden baska Saruhan, Mentese, Aydin ve Hamid
illerinin paylarina düsen yardimci kuvvetlerini de almislardi. Bunlara Dobruca
Tatarlan komutani Sarac ile Köstendil Prensi Konstantin'in yardimlarina ilaveten
o sirada Hac'dan dönen Evrenos Bey de katildi. Bulgaristan isini halletmis olan
Çandarli Ali Pasa, Yanbolu'da padisah ile bulusarak orduya katildi.
Osmanli ordusu, Yanbolu'da
Tatarpazarcigi yolu ile Sofya'ya geldi. Oradan güneybatiya sapilarak Köstendil'e
varildi. Bu istikamette oldugu haber alinan Haçli ordusuna dogru gidildi.
Ordunun öncü kuvvetleri Hicaz'dan dönmüs olan Evrenos Bey ile Pasa Yigit
komutasinda idiler. Sirp despotunun merkezi olan Piristine'nin güneybatisindaki
Kosova (Kara Tavuk ovasi) düzlügünde müttefik ordusu ile Osmanli ordusu karsi
karsiya geldi. Sirp kaynaklarina göre Osmanli ordusu geçtigi hiç bir yerde zulüm
ve tahribat yapmamisti. Ordunun Kosova'ya varisinin ertesi gününde harbe karar
verilecekti.
Osmanlilarin, Balkanlardaki durumunu
tayin edecek olan bu muharebenin tarihi, kaynaklarda farkli olarak
verilmektedir.
Sirp, Bosna, Macar, Arnavut, Eflak
(Romanya), Bogdan (Moldovya), Hirvat, Bohemya ve bir kisim Bulgarlardan meydana
gelen bu muazzam Haçli ordusundaki asker mevcudunun, Osmanli kuvvetlerinin bes
kati oldugu belirtilmektedir. Bununla birlikte bu ordunun 100.000 civarinda,
Osmanlilar'in da 60.000 kadar askerden meydana gelen askerî bir birlige sahip
oldugu kabul edilmektedir. Aradaki büyük sayi farkina ragmen Sultan Murad,
komutanlari ile müzakerede bulunur. Onlarin, nasil bir çare ve tedbir almak
gerektigini düsünmelerini ve düsündüklerini de hiç çekinmeden açik bir sekilde
ortaya koymalarini söyler. Bazi komutanlar, Macar atlarinin henüz deveye alisik
olmadiklarini söyleyerek anlari atlara karsi canli bir engel gibi kullanmanin
mümkün olabilecegini ifade ile bu develerin düsman atlarina dehset ve
düzensizlik vermeleri için ordunun ön cephesine konulmasi teklifinde bulunurlar.
Fakat Sadrazam, Gazi Evrenos Bey, Timurtas Pasa ve Sehzade Bâyezid bu teklife
karsi çikip söyle dediler:
Develer, süvarilerin atlarina dehset
vermek söyle dursun, agir silahli süvariyi görünce kendileri ürkeceklerdir. Bu
durumda bizim saflarimizin üstüne atilip kargasalik ve karisiklik dogmasina yol
açabilirler. Ayrica, Osmanli askeri gibi din ve devleti ugrunda feday-i cani,
cana minnet bilen saf ve güvenilir bk askerin itikad zaafina da sebep
olabilecegini söylediler. Bu bakimdan hiç bir seyden korkmadan ve sadece Allah'a
güvenerek meydan muharebesi yapip düsmana saldirmayi teklif ettiler. Bu görüs,
bütün askerî erkân tarafindan kabul edildi. Bundan sonra herkes gayet mesrur bir
sekilde ve kararli olarak, sabahla birlikte baslayacak olan savasa hazirlanmak
üzere birliklerinin basina gitti.
Bu arada bir sey padisahin dikkatini
çekmisti. Düsman tarafindan esmekte olan rüzgâr, Osmanli askerinin gözüne toz
toprak savuruyordu. Padisah, böyle bir durumun savasta sebep olabilecegi
felaketi düsünüp üzüldü. Bütün gece Allah'a yalvarip O'ndan yardim diledi. Zafer
karsiliginda kendisinin din yolunda sehid olmasi için dua etti. Osmanli
tarihleri Sultan Murad'in o geceki münacat ve yakarisini su sekilde ifade
ederler:
Ab-i rûy-i Habib-i Ekrem
için
Kerbelâda revan olan dem (kan)
için
Veda gecesi aglayan göz
için
Askin ugruna sürünen yüz
için
Ehl-i derdin dil hazini
için
Cana tesir eden enini için
Eyle ya Rab, lütfunu hem
râh
Hifzini eyle bize püst u
penah
Ehl-i Islâma ol muin u
nasir
Dest-i a'dayi bizden eyle
kasir
Ya Rab, mücahidini etme
telef
Tir-i a'daya (düsman okuna) bizi
kilma hedef.
Bakma ya Rab bizim
günahimiza
Bak sen can ve gönülden
ahimiza
Sakla gözümüzü cengin
tozundan
Islâm erini koru
saldiridan
Bunca yil süren
gayretlerimizi
Gazalarda sanli kil
ismimizi
Etme ya Rab kahrinla beni
fena
Yüzümü halk içinde etme kara Dinin ugruna ben feda
olayim
Askerim önünde ben heba
olayim.
Din yolunda beni sehid
eyle
Ahirette beni said eyle
Mülk-i Islâmi paymal etme
Menzil-i firka-i dalal
etme
Keremin çoktur ehl-i
Islâma
Dilerim kim erise itmama.
Gerçekten, ertesi sabah safakla
birlikte yagan yagmur, tozlan bastirdigi gibi agir silahli olan düsman
süvarisinin atlarinin, seri bir sekilde hareket etmelerine de mani
olmustu.
O gece, birlesik Haçli ordusu da
Osmanlilara karsi nasil bir hareket içinde bulunmasi gerektigini, toplamis
oldugu harp meclisinde görüsmeye baslamisti. Generallerden bir kismi, gece
ansizin Türklerin üzerine hücum edilmesini teklif etmisti. Fakat kendinden çok
emin bulunan ve mutlaka galip geleceklerine inanan Yorgi Kastriyota, gece
karanliginin düsmanin firarini kolaylastiracagini, böylece Osmanlilarin büsbütün
yok olmaktan kolayca kurtulmus bulunacaklarini ifade ederek bu teklifi
reddetti.
Osmanli ordusunun aldigi savas
düzenine göre Sultan Murad, ordunun merkezinde bulunuyordu. Ordunun sag kolunda
veliahd sehzade Bâyezid, sol kolunda da sehzade Yakub bulunuyorlardi. Evrenos
Beyin tavsiyesi üzerine ordunun her iki cenahina ihtiyat olmak üzere 1000'er
kisilik okçu birlikleri yerlestirilmisti. Bunlar, muharebenin en kizgin
devresine kadar müdahalede bulunmayacaklar, savasin tam kizgin devresinde
düsmani oklamaya baslayacaklardi. Rumeli Beylerbeyi Kara Timurtas Pasa
Bâyezid'in, Anadolu Beylerbeyi Sanca Pasa da Sehzade Yakub'un maiyetinde idiler.
Evrenos Bey'in birlikleri sag cenahta, Anadolu beyliklerinin birlikleri ise sol
cenahta yer almisti.
Balkan ve Orta Avrupa milletlerinden
çogunun bulundugu birlesik Haçli ordusunun merkezinde Sirp krali Lazar, sag
kolunda yegeni ve damadi prens Brankoviç, sol kolda da Bosna krali Tvartko
bulunuyorlardi.
Sirplarin top atisiyla baslayan büyük
meydan muharebesi, sekiz saat içinde kesin bir sekilde neticelendi.
Kendilerinden sayi, techizat ve araziyi tanima bakimindan kat kat üstün olan
müttefik Haçli ordusu karsisinda Osmanlilar, büyük bir basari elde ettiler. Bu
basarida Bâyezid (Yildirim)'in büyük bir payi bulunuyordu. Baslangiçta bozulmak
üzere olan Osmanli'nin sol cenahina kendine has pek hizli bir manevra ile
yetisip düsmani çeviren veliahd sehzade, müttefiklerin korkunç yarma
hareketlerine ragmen kiskacini açmadi ve bu kiskaçta perisan olan düsmani yok
etmeyi basardi. Bas komutan Lazar da dahil olmak üzere düsman ordusu Kosova
sahrasinda kaldi. Kaçmak isteyen küçük ve daginik düsman birlikleri de
arkalarindan yetisen Sehzade Yakub tarafindan imha ediliyorlardi.
Böylece Allah, Sultan Murad'in yüzünü
kara çikarmamis, onun geceki dua ve niyazlarina icabet ederek onu muzaffer
kilmisti. Fakat bu muzafferiyetin bir bedeli daha olacakti. Çünkü Sultan Murad,
duasinda sehadeti de istemisti. Hükümdar, harpten sonra harbin yapildigi sahrayi
dolastigi sirada ölüler arasinda yarali olarak bulunan Lazar'in damadi Milos
Obiliç, müslüman olacagini ve padisaha gizli bir sözü bulundugunu söylemek
istedigini bildirince Sultan Murad'in müsaade etmesi üzerine yanma yaklasarak
yeninde saklamis oldugu hançer ile onu kalbinden yaralayarak attan düsürmüstü.
Bu suikast üzerine katil, Sultan Murad'in maiyyetinde bulunanlar tarafindan
yakalanip öldürülmüstü. Bu olay, tarihlerde farkli sekillerde anlatilmakta ise
de neticesi hep ayni oldugundan fazla teferruata girmek istemedik. Sultan Murad
yaralandiktan sonra bir müddet yasamis, yakinlarinin üzüntü ve kederlerini su
sözlerle hafifletip onlara vasiyette bulunmustu:
Islâm'in zaferi için kendimin sehid
olmasini Allah'tan ben istedim. Dualarim Allah tarafindan kabul oldu. Binlerce
hamd ve sena olsun ki, Islâm askerini muzaffer görerek hayata veda ediyorum.
Oglum Sultan Bayezid'e uyunuz ki o sizi ogullari gibi görsün. Milos'un beni
yaralamasina üzülmeyin. Sakin reâyayi incitmeyin. Mal ve irzlarina tecavüz
ettirmeyin. Eger reâyanin mesru haklarini muhafaza ederseniz Cenab-i Hak da sizi
ve devletinizi muhafaza ve payidar eyler, çünkü rizasi ondadir.
Sultan Murad'in yarali olarak düstügü
yere hemen bir çadir kurulup muhafaza altina alinir. Hükümdarin yarasi agirdi.
Hayatindan ümid kesilince derhal Veliahd Bâyezid'e haber verilerek oraya
çagrilir. Düsman takibinde bulunan Bâyezid, bu kötü ve feci haberi alir almaz
derhal oraya gelir. Babasini kanlar içinde görünce kendine hâkim olamaz. Fakat
Murad Hüdavendigâr, bu an, aglanip feryad edilecek bir an degildir. Ölüm denilen
sey herkesin basina gelecektir. Fakat baskalari ile mukayese edildigi zaman
sehidligin cana minnet bir nimet oldugunu söyleyerek oglunun üzüntüsünü
hafifletmeye çalisir. Ogluna askerî ve siyasî bazi tavsiyelerde bulunduktan
sonra bu fani hayata gözlerini kapar.
Ordu merkezinde cereyan eden bu
hadiseden kollardaki sehzadeler ile diger komutanlarin haberleri olmamisti. Yine
bu sirada Osmanli kuvvetleri tarafindan sarilmis bulunan Lazar, maiyeti ile
beraber yakalanarak o esnada ölmek üzere olan Sultan Murad'a karsilik
öldürülmüslerdi. Kosova muharebesi, Osmanlilarin Rumeli'de kalmak için Sirp
Sindigi savasindan sonra kazandiklari ikinci büyük muharebedir.
Biraz önce belirtildigi üzere Sultan
Murad'in ölümünü müteakib, devlet adamlarinin da karari üzerine zaten o maksatla
babasinin yanina çagrilmis bulunan Sehzade Bâyezid (Yildirim Bâyezid) hükümdar
ilân edilmisti. Durumdan haberi olmayan ve düsmani kovalamakta olan Sehzade
Yakub Çelebi de fitne katldan daha siddetlidir hükmüne göre Baban seni
istiyor denilerek ordu merkezine davet edilmisti. Gelip otagdan içeri girince
hemen öldürülmüstü. Çünkü daha önce, Savci Bey olayi meydana gelmis ve devlet
büyük bir siyasî çalkanti içinde kalmisti. Bir daha böyle bir olayin meydana
gelmemesi için Sehzade Yakub Osmanli tarihçilerinin ifadesi ile sehid
edilmistir. Büyük bir askerî birlige komuta eden Yakub Çelebi'nin saltanat
davasina kalkisacagi göz önünde bulundurularak böyle bir çareye bas vurulmustur
ki bu, bütün devlet erkaninin teklifi ve yeni hükümdar olan Yildirim Bayezid'in
tasvibi üzerine olmustu.
Sultan Murad ölünce, çikarilan iç
organlari, sehid düstügü yere gömüldü. Daha sonra cenazesi, oglu Yakub Bey'in
cenazesi ile birlikte Bursa'ya gönderilerek Çekirge'deki türbeye defn edildi.
Sultan Murad'in yaralanip öldügü (sehid edildigi) ve iç organlarinin
defnedildigi yere Meshed-i Hüdavendigâr adi verilen bir türbe yapilmis, daha
sonra da buna bir cami ilave edilmistir. Bu türbe zamanimiza kadar Balkan
Müslümanlarinin ziyaret ettikleri bir ziyaretgâh olmustur.
Sultan Murad'in sehadeti, bütün Islâm
âlemini teessür içinde birakmisti. Bunun bir belirtisi olmak üzere Memlûk
Sultani Meliku'z-Zahir Ebû Said Berkuk, onun Bursa'daki türbesine konmak üzere
Kur'an-i Kerim cüzleri gönderip vakf etmistir.
Gazi Hünkâr ve Murad Hüdavendigâr
diye meshur olan Sultan I. Murad'in hükümdarligi 27 veya 28 sene devam etmis
olup hicrî 791 (M. 1389) yilinda vefat ettigi zaman genel olarak kabul edilen
görüse göre 63 veya 64 yaslarinda bulunuyordu. Bu arada onun vefati esnasinda
yasinin 66 oldugunu söyleyen tarihçilerin bulundugunu da belirtmek
gerekir.
Muhtelif rivayetlerden anlasildigina
göre Murad Hüdavendigâr'in, Bâyezid (dogm. 761=1360), Yakub (dogm. 769=1367),
Savci (dogm. 773=1371) adinda üç oglu olmustu. Bazi kaynaklara göre Savci'nin en
büyük ogul oldugu kayd edilmekte ise de bu, gerçege pek uygun degildir. Bundan
baska Ibrahim adinda baska bir oglundan bahs edilmekte ise de kaynaklarda
bununla ilgili bir bilgi bulunmadigindan bunun küçük yasta vefat etmis oldugu
düsünülebilir.
Otuz yila yakin (27 yil 3 ay) bir
zaman, dünya sahnesinin ender rastladigi bir ustalik ve maharetle devletinin
mukadderatini sevk ve idare eden Murad Hüdavendigâr, pek çok hayir yeri meydana
getirmekle de söhret bulmus bir kimsedir. Günümüze kadar gelen vakfiyesi, onun
neler yaptigini, hayrat hakkinda neler düsündügünü göstermektedir. Onun su
tesisleri bu konuda bize bir fikir vermektedir: Bursa'da Çekirge'deki cami,
medrese, imâret, misafirhane. Bursa hisarinda sarayinin yaninda Hisar Camii,
Bilecik ve Yenisehir'de birer cami, yine Yenisehir'de gazi erenlerden Postin pûs
Baba için yaptirdigi zâviye. Çekirge'de bulunan vakfa, vezir Hayreddin Pasa'yi
hem mütevelli hem de nâzir olarak tayin etmistir. Keza o, annesi adina Iznik'te
de 790 Cemayizelevvel ayi baslari (Mayis 1388) tarihli bir imâret yaptirmistir.
O, ahiret azigi olarak insa ettigi imâret ve diger tesislerine pek çok arazi
vakf etmistir. Islâmî gelenege göre tesis edilen vakfiye bize vakiflarinin
idaresi hakkinda, kimlerin bu vakiflardan nasil ve ne sekilde istifade
edecegini, vakfi bozmaya, haksiz sekilde ondan yararlanmaya kalkanlara nasil
muamele edilecegini de açiklamis bulunmaktadir. Bilgi edinilmesi bakimindan onun
787 Cemaziyelahir ortalan (Temmuz 1385) tarihini tasiyan vakfiyesinden bazi
pasajlari buraya almayi faydali buluyoruz.
Vakf, hibe ve rehin olunmaz, kimse
mâlik olamaz. Telef ve helâk olmaz. Kimse halef olup vâris olamaz. Kiyamete
kadar devam eder. Sebeplerden bir sebeple kimse elini uzatamaz, asli üzere
kalir. Sartlari üzere devam eder. Günlerin geçmesiyle vakif ve vakfiye bozulmaz.
Allah ve Resûlüne ve ahiret gününe iman edenlerden, Allah'in ve yarattiklarindan
melik, kadi, vezir, muhtesibden ve insanlarin tamamindan hiç bir kimse bu vakfi
bozamaz. Bir kimse onu tahvil ve tebdil ederse günah irtikhab etmis olur.
Allah'in kitabina ve Resûlünün sünnetine muhalefet eden ve din kardesinin
vakfinin fesadina sa'y eden (çalisan) Allah'in gazabina ugrar. Onlarin üzerine
Allah'in, meleklerin ve bütün insanlarin laneti olsun. Görüldügü gibi bu
ifadeler vakfin muhafazasi gayesine yönelik bulunmaktadirlar. Bundan baska bir
de vakiftaki hizmet ve onlardan yararlanma ile ilgili bilgiler bulunmaktadir ki
buna göre hiç kimse imârete inmekten men olunamaz. Hizmetçiler, gelenlere güzel
bir sekilde hizmet etmek zorundadirlar. Hele fakirlere bu hizmeti çok daha iyi
yapmalilar. Çünkü onlar, kalbi kirik kimselerdir. Bu konuda da vakfiyenin kendi
ifadesi ile söyle demektedir:
Imârete, büyüklerden, âlimlerden,
seyh ve sâdattan birisi inerse hizmetçi bunlara hizmet eder. Bunlarin sanina
göre onlara hizmet eder. Hayvanlarina da hizmet eder. Bu hizmet sadece büyüklere
mahsus olmaz. Imârete inenlerin tamamina böyle muamele yapilir. Hatta fakir ve
miskinlere bu yolda hizmet daha evladir. Çünkü onlar, kalbi kirik olanlardandir.
Imâretteki kalislar 3 günü geçerse bu, mütevellinin reyine baglidir.
Sükrullah, gazi ve sehid sultanin
yaptirdigi hayirlardan bahs ederken sunlari söyler:
Bursa'da ahiret için bir yapi
yaptilar. Hem konuk evi, hem cami, hem medresedir. Kimsesizler, yoksullar için
paçalardan, tatlilardan, eksilerden daha güzeli olmayan yemeklerin hepsinden
verilmesini, konuklarin hayvanlarinin da yemlendirilmesini buyurdu. Hatiplere,
hafizlara, müderrislere muridlere ve ögrencilere vazife karsiligi akça bagladi.
O evin karsisinda bir kubbe yapilmasini buyurdu. Her gün ayrica otuz hafiz o
kubbede güzel sesle Kur'an okuyup hatm etmektedirler. Mübarek vücudu o kubbede
dinlenmektedir. Gerek bu, gerekse daha önce verilen bilgiler, Sultan Murad'in
nasil hayir yaptigini, kurdugu vakiflar vasitasiyla onlarin devamini sagladigi
ve insanlara hizmeti bir ahiret azigi olarak kabul ettigini
göstermektedir.
Sultan Murad, tahta çikinca babasinin
sikkelerinde oldugu gibi Selçuk paralarini taklid etmek suretiyle sikke
kestirmistir. Baslangiçta kûfiye yakin, daha sonra da nesih yazisi ile
kestirdigi sikkeleri görülür. Kûfi hatli olan sikkelerinin bir tarafinda
kelime-i sehâdet, etrafinda ilk dört halifenin isimleri ve diger yüzünde de
Murad b. Orhan halladallahu mülkehû ibareleri bulunmaktadir. Sonradan kesilen
akçalarin bazilarinda kelime-i sehadet ile kendisinin ve babasinin isimleri,
bazilarinda da akçanin her iki tarafinda Murad b. Orhan yazisi görülmektedir.
Sultan Murad'in 790 (1388) tarihli bakir sikkesinde kesildigi tarih ve ay
bulunmaktadir.
Daha önce de kisaca temas edildigi
gibi Osmanli Devleti'nin kurulus hamurunda mayasi bulunan teskilâtlardan biri de
ahilikti. Bu bakimdan ilk Osmanli padisahlari, bu teskilâtin birer mensubu ve
hatta reisleri durumunda idiler. Bazi vesikalar, Murad Hüdavendigâr'in bu
teskilatin reislerinden biri oldugunu göstermektedir. Nitekim bu hususta onun
Receb 767 (Mart 1366) tarihli olarak Malkara'da Ahi Musa için yaptirmis oldugu
zaviye vakfiyesindeki ahilerden kusandigim kusagi Ahi Musa'ya kendi elimle
kusadup Malkara'ya ahi diktim ifadesi, onun ahi reislerinden biri oldugunu
göstermektedir.
Vakfiyesinde de görüldügü gibi Sultan
Murad, bilgin, talebe, garip ve fakir olan kimselere karsi son derece sefkatle
muamele eden bir hükümdardir. Hz. Peygamber'in soyundan gelen seyyid ve
seriflere karsi ise özel bir ilgisi bulunmakta, onlara saygiyi Hz. Peygamber'e
yapilmis saygi olarak kabul etmektedir. Bu sebepledir ki o, ülkesinde bulunan
seyyid ve serifleri her türiü vergiden muaf sayan fermanlar isdar etmistir.
Nitekim, 787 (1385) tarihli bir ferman, onun Seyyid Büzürg Ali'nin evladlarini
vergiden muaf saydigini su ifadelerle ortaya koymaktadir:
... Seyyid Büzürg Ali'nin ogullan
yaslan ile kapima gelip ettiler. Bizim atamiz sizin duaciniz idi. Biz fakir
kullariniz dahi size duacilariz. Biz kullarina bir hüküm sadaka eyle ki sizden
sonra gelen bizi ve evladimizi ve kullarinizi ve karaveslerimizi (câriye)
incitmeyeler. Hem simdiye degin atamiz bir dâne ösür vermedi. Ve koyun hakkin
vermedi. Biz kullarina bir ihsan eyle bizden ve evladimizdan ösürlerin ve
koyunlari haklarin kimesne taleb etmeyeler deyicek emr olundu ki, bu sâdâtlarin
evladlari, kullari ve karavesleri ve bir damla kanlan deme can ola. Onlar, benim
her defterimden ihrac olalar. Her kim bu hükmü görüp Seyyid Büzürg adini
yazanlara teaddi ederse lânet ba'lânet ola. Rumeli kadilari ve sancak beyleri ve
subasilari ve sipahiler her kanginizin yerinde eker biçerse bir dâne ösürlerin
almayasiniz. Ben bagisladim canim için olsun. Benim devletime duaya mesgul
olalar. Her kande hatirlari dilerse yürüyeler... SULTAN MURAD'IN
SAHSIYETI
Tarihler, Osmanli padisahlari içinde, Murad ismini
tasiyanlarin ilki olan Sultan Murad'i, orta boylu, yuvarlak yüzlü, sahin
bakisli, koç burunlu, seyrek disli, uzun boyunlu, iri parmakli, sen ve yakisikli
bir padisah olarak tasvir ederler.
Dahi bir asker ve devlet adami olan Sultan Murad,
bütün hareketlerinde belli bir plân çerçevesinde hareket etmis, son anina kadar
kabiliyet ve dehasindan bir sey kayb etmemistir. Azim ve idare kudreti, iyilik
severligi, tebeasina karsi merhametli olusu ve ordusunda inzibatli, verdigi
emrin yapilmasini isteyen ve bunlari takib eden bir hükümdardi. Bütün tarihler
onun bu özelliklerinde birlesirler. Nesrî bu konuda sunlari söyler:
Bu Gazi Murad Han dahi, atasi gibi sahib-i hayr
idi. Adil ve kâmil, din perver, adalet yayici, âli himmet, kesiru'l-menfaat
(menfaat saglamasi çok), fakir dost, garip oksayici, düskünlere yardimci, rey ve
tedbir sahibi, pehlivan, cesur ve yigit idi. Bütün ömrünü gazaya sarf etmistir.
Bunun ettigi gazayi Osman'in neslinden hiç bir padisah etmedi. Himmet ve
cömertlik sahibi idi ki kapisina gelen hiç kimse mahrum gitmezdi.
Sultan Murad'in sahsiyetinin azametinde ve Türk
tarihi bakimindan oynadigi rolün ehemmiyetinde, Osmanli tarihçileri oldugu gibi
yabanci tarihçiler de mütefiktirler. Nitekim, Osmanlilari sevmemekle birlikte
Sultan Murad'in vasiflarini ortaya koymaktan da kendini alamayan Gibbons, onun
hakkinda su degerlendirmeyi yapar:
Otuz sene kadar bir müddet Murad, zamaninin hiç
bir devlet adami tarafindan üstüne çikilamayan bir kiyâset ile Osmanlilarin
mukadderatini sevk ve idare etmistir. Fâtih ve Kanunî hakkinda çok sey
bildigimiz için Murad, Osmanli sultanlari içinde kendine layik olan yere
geçememistir. Onun hayati esnasinda meydana gelen inkilablar, bütün tarihin en
hayret veren olaylarindan biridir. Onun fetihleri 1878'deki Berlin antlasmasina
kadar bes asir devam etmistir. Kendisinin harb hususundaki cevvaliyet ve
gayreti, babasininki gibi idi. Fakat babasinin tahayyül ettiginden daha genis
bir icraat sahasina yayilmis oldugu için daha müskül vaziyetlere maruz kaldigi
halde gevsemedi. Emrindeki komutan-valilerin hiç birisi ile arasinda bir
anlasmazlik olmadi. Rumlara karsi muamelesi, onlarin seciyesini tayinde mükemmel
bir feraseti oldugunu gösteriyor. Bizans Kilisesi erbabi nazarinda, bir kâfir ve
Isa'nin düsmani idiyse de, onlara Papalardan daha iyi muamele etmekle teveccüh
ve muhabbetlerini kazanmistir. Hem irkî, hem de dinî mahiyette olan temsil
mes'elesinde kazandigi tam muvaffakiyetin en parlak delilini görmek için
Ortodoks Patriginin 1385'te Papa VI. Urben'e yazdigi mektuptan daha iyi bir
vesika olamaz. Bunda Patrik, Sultan Murad'in kiliseye hareketlerinde tam bir
serbestî verdigini söyler. dedikten sonra Osman, etrafina bir irk toplamistir.
Orhan bir devlet kurmustur. Imparatorlugu kuran ise Murad olmustur.
der.
Bizansli tarihçi Chalcondyle ise onun hakkinda
sunlari söyler:
Murad, hayatinda pek çok tehlikeler atlatmis ve
pek çok hayir isleri görmüstür. Rumeli ve Anadolu'da 37'den fazla büyük ve
mesakkatli harbi idare ederek hepsinden galip ve muzaffer olarak ayrilmistir.
Düsmana muharebe meydanini biraktigi ve arka çevirdigi asla görülmemistir.
Isleri güzel bir sekilde tanzim ile, münasib vakti geldiginde menfaatlerini
koruyup yerine getirmekte mahirdi. Muharebede çok cesurdu. Sasirip telas
göstermezdi. Askerini istirahat ettirdigi zaman kendisi av ile vakit geçirir,
dinlenmek nedir bilmezdi. Gençliginde oldugu gibi ihtiyarliginda da çaliskan,
enerjik ve sertti. Her seyden önce iyice düsünür, maksat ve meramina ermek için
hiç bir seyi ihmal etmez ve unutmazdi. Kendisine boyun egip itaat eden bütün
milletlere ve sarayindaki efrada yumusaklikla muamele ederdi. Yeri geldigi ve
gerektigi zaman mükâfatlandirmaktan geri kalmazdi. Herkesi adi ile çagirmak
adeti idi. Harbe girilecegi zaman askerini münasib nutuklarla cesaretlendirir,
yapilan en küçük hataya tekrar etmemesi için göz yummadan müsebbibini
cezalandirirdi. Verdigi sözü tutan hükümdarlardandi. Aleyhinde dolaplar
döndürmek isteyenler elinden kurtulamazlardi.
Hammer, Sultan Murad'in dahiyâne denilebilecek
faaliyetlerini belirttikten sonra adaleti ve gerektiginde siddeti cihetiyle
halki, kendisini hem sever hem de korkardi. Ser'î kanunlari itina ile muhafaza
eylediginden, kurmakta oldugu devlete, o kanunlari te'kid ve te'yid edecek
gayretlerin hiç birinde kusur etmezdi. der.
Kaynak: Osmanli
tarihi Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |