Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Öğretici Bilgiler

Uyarılar

ORHAN GAZI DÖNEMI

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler ORHAN GAZI DÖNEMI Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Dedesi Ertugrul Gazi'nin vefat ettigi 680 (1281-1282) senesinde dünyaya gelen Orhan Bey'i, 1324 yilindan itibaren hükümdar kabul etmek mümkündür. Tahta cülûsu esnasinda bir sehzadesi dünyaya gelen Orhan Bey'in bu ogluna, kutlu ve mübarek olmasi için Murad adi verilir. Tahti, kardesine ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi

ORHAN GAZI DÖNEMI

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 12:59 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart ORHAN GAZI DÖNEMI

Dedesi Ertugrul Gazi'nin vefat ettigi 680

(1281-1282) senesinde dünyaya gelen Orhan Bey'i, 1324 yilindan itibaren hükümdar

kabul etmek mümkündür. Tahta cülûsu esnasinda bir sehzadesi dünyaya gelen Orhan

Bey'in bu ogluna, kutlu ve mübarek olmasi için Murad adi verilir.

Tahti, kardesine teklif edip ondan

feragat edebilecegini söyleyecek kadar özverili bir kimse olan Orhan'in bu

teklifi, Alaeddin Ali tarafindan geri çevrilir. Zira Alaeddin Ali, tahtin

kendisine daha layik oldugunu, bu sebeple onun bey, kendisinin de ona yardimci

olarak kalmasini istemisti.

Çevresindeki ulema, gazi ve silah

arkadaslari tarafindan oy birligi ile reislige getirilen Orhan, Sükrullah'in

ifadesine göre güzel yüzlü, begenilir özlü ve herkese karsi eli açik cömert

birisi idi. Savas gününde de sanki Sâm veya Nerimandi. Okundan kaza, kilicindan

ölüm ders alirdi. Mü'mine rahmet, kâfire zahmetti. Gerek siyaset, gerekse

savasta tükenmeyen bir enerji ve ustaliga sahip bir hükümdardi. Gerçekten,

babasi gibi güçlü ve büyük bir hükümdar oldugunu isbatlayan Orhan, tahta çikar

çikmaz topraklarini genisletmek ve tebeasinin varligini çogaltmak için fetihlere

basladi. Aslinda, onun askerî yeteneklerinin üstünlügünü gören babasi, daha

ölümünden önce onun kendi yerine geçmesini istemisti. Bununla beraber o, yine de

tahti kardesine teklif etmekten çekinmemisti.

Osmanli Devleti'nin kurulus yillarinda

zeka, cesaret, güvenirlilik ve taktikleri uygulama bakimindan fevkalade bir

sahsiyet olan Orhan Bey'in özellikleri (hilye, fizikî yapi) hakkinda su bilgiler

verilmektedir: Bursa kalesinin fatihi Ebu'l-guzat Sultan Orhan, uzunboylu, ak

benizli, ela gözlü, koç burunlu, genis gögüslü, iri yapili, heybetli ve vakur

bir padisah idi. Ancak yumusak huylu olup kimseyi incitmez, kimsenin hatirini

kirmazdi. Güler yüzlü, tatli sözlü idi. Bünyesi kuvvetli, sakal ve biyigi sik

olup parlakti. Sag kulaginin altinda bir ben vardi ki, bu bir güzellik alâmeti

olarak kabul ediliyordu.

Babasinin kendisine 16.000 km2 olarak biraktigi yeni beyligin basina geçtigi zaman,

beyliginin yayilip gelisecegi çevrede irili ufakli bir çok devlet vardi.

Gerçekten bu dönemde Anadolu'da Karaman, Germiyan, Saruhan, Aydin, Karasi,

Mentese, Çandarogullari gibi Türk beyliklerinden baska Amasra'da Cenevizliler,

Trabzon'da Komnenoslar, Marmara ve Ege'de Bizanslilar, Ak Deniz adalarinda

Cenevizliler ile Venedikliler bulunuyordu.

Tarihî olay ve bunlardan bahs eden

kaynaklarin belirttigine göre bu yeni devletin siyasî anlayis ve hareketinde,

Müslüman Türk beyliklerinden önce, Türk ve Müslüman olmayan unsurlarin tasfiye

edilme isteginin agirlik kazandigi anlasilmaktadir.

1324 Subat'indan baslayip 1362 Mart'ina

kadar devam eden Orhan Bey'in idaresi, 38 yil sürmüstür. Tarihin bu zaman

dilimi, fetih ve idarî müesseselerin kurulup yerlestirilmesi ile geçer.

Devletin, Ilhanlilarin etkisinden çikarak tamamen bagimsiz hale gelmesi de yine

bu hükümdar döneminde olmustur. dinamik, faal ve cesur bir kuvvetin basinda,

mahirâne bir strateji takib ederek çevresindekilerle münasebetlerini devam

ettirip gelistiren Orhan Gazi, ileride de görülecegi gibi bu iliskilerinde

hasimlarina karsi bile âdil davranan, onlarin kisiliklerini rencide etmeyen ve

kisilik haklarina riayet eden bir davranis içinde

olmustur.ORHAN GAZI DONEMI

FETIHLERI


Babasinin, kendisine biraktigi vatan

topragini dinamik ve faal kadrosu ile kisa zamanda birkaç katina çikaran Orhan

Bey, fetih hareketlerine daha babasi hayatta iken baslamisti. 1320 yilindan

itibaren faal siyasî hayattan çekildigi anlasilan Osman Bey'in yerini, oglu

Orhan'in aldigi görülmektedir.BURSA'NIN FETHI

Osmanli Devleti'nin ilk baskentlerinden

biri olmasi hasebiyle Bursa, devletin, idarî, siyasî, dinî, ilmî, kültürel,

sosyal ve ekonomik hayatinda önemli derecede rol oynayan bir merkezdi. Çok daha

sonralari gelecek olan Keçecizâde Fuad Pasa'nin Bursa Osmanlinin dibacesidir

sözü, Bursa'nin Osmanli tarihinde oynadigi role isaret

etmektedir.

Kurulusu, milattan önceki yillara dayanan

Bursa, daha sonra Romalilarin eline geçer. Roma'nin Dogu ve Bati olmak üzere

ikiye bölünmesinden sonra çevresi ile birlikte Dogu Roma Imparatorlugunun

(Bizansin) idaresinde kalmistir.

Osmanli Devleti'nin kurucusu olan Osman

Bey'in siyasi faaliyetlerinden bahsedilirken isaret edildigi gibi Osman Bey,

Bursa'yi kusatma altina almis fakat fethine muvaffak olamamisti. Bununla beraber

Bursa'ya Bizans'tan gelecek yardima mani olmak için, sehrin yakinlarina iki kale

yaptirmis, bunlardan birine Ak Timur'u, digerine de Balabancik'i muhafiz olarak

tayin etmisti. Böylece Osman Bey, Bursa'ya disardan gelebilecek yardim yollarini

denetim altina almis oluyordu. Bu sebeple 1315 yilindan iti. baren Bursa,

Osmanlilar tarafindan çevresinde insa edilen kaleler vasitasiyle bir mânâda

muhasara altina alinmis oluyordu.

Orhan Bey, 1326 yilinda büyük bir

kuvvetle Bursa üzerine yürür.

Âsikpasazâde ve Nesrî gibi kaynaklar,

Osman Gazi'nin, Bursa'nin fethinden önce oglu Orhan'a:

Ogul, sen önce Adranps (Orhaneli)'a git

ki, o kâfirin babasi Dinboz gazasinda benim Bay Koca'min düsmesine sebep oldu.

diyerek onu Gazi Mihal (Köse Mihal), Turgut Alp, Seyh Mahmud ve Edebali'nin

kardesi oglu Ahi Hasan'la gönderdi. Orhan Bey, bu tecrübeli komutanlarla

görüserek Bursa'nin güneyinde ve bir bakima Bursa'nin anahtari durumunda olan

Adranos kalesini alip yiktirir. Orhan Bey'in gelisinden önce kaleyi bosaltip

Elete dagina çikmis olan halk ve kale beyi, Orhan'a itaatini bildirirler. Bunun

üzerine tekrar yerlerine iade edilen halka karsi Orhan Bey, insaf ölçülerini

asmayacak derecede merhamet ve hosgörülü bir sekilde davranir.

Bundan sonra Bursa önlerine gelen Orhan

Gazi, Pinarbasi mevkiinde karargahini kurup kaleyi kusatir. Bizans'tan beklenen

yardimin gelmeyecegini anlayan ve kaleyi kurtarmaktan da ümidini kesen kale

beyi, Gazi Mihal Bey vasitasiyle ve bazi sartlarla Bursa'yi teslim edecegini

bildirdiginden 2 Cemayizelevvel 727 (6 nisan 1326) tarihinde Bursa Osmanlilara

teslim edilir. Kale muhafizi olan Evrenos da Müslüman olarak Osmanlilarin

hizmetine girer. Orhan Bey, burayi aldiktan sonra babasinin na'sini buraya

getirterek sonradan Gümüslü Künbed diye meshur olan yere defn

ettirir.

Gerek strateji, gerekse psikolojik

bakimdan Osmanlilar için büyük bir mânâ ve ehemmiyet ifade eden Bursa'nin

fethini küçük bir hadise olarak göstermeye çalisan Gibbons, bunu özellikle

Istanbul'daki iç çekismelere ve halkin maddî sikinti içinde bulunmasina baglar.

Bu arada Bursa'nin fethinden sonra Evrenos Bey'in müslüman oldugunu, birçok

kimsenin de ona uyarak yeni fatihlerin (Osmanlilarin) dinini kabul ettigini de

belirtir. Böylece kurulus dönemindeki Osmanli Beyligi'nin gücünü ve

çevrelerindeki insanlar üzerinde meydana getirdikleri olumlu havaya da isaret

eder.

Bursa'nin fethinden sonra, Orhan Gazi

için ele geçirilmesi gereken hedef artik Iznik olmustur. Marmara havzasinda bir

sanayi sehri olan Iznik, o dönemlerde Bursa'dan daha mühim bir sehir olma

özelligine sahipti. Burasi Bizans'in, Anadolu'daki en büyük sehirlerinden biri

olmakla kalmiyor, ayni zamanda hiristiyanlik için dinî bir merkez olma

hüviyetini de tasiyordu. Nitekim miladî takvimin 325. senesinde Büyük Kostantin

tarafindan günümüz hiristiyanliginin akidelerinin tesbitinde rol oynayan en

mühim konsil burada toplanmisti. 1074 yilindan Birinci Haçli Seferi (1097) ne

kadar Anadolu Selçuklu Devleti'ne baskentlik eden Iznik, belirtilen tarihten

itibaren Bizanslilarin elinde idi. Hatta 1204 yilindan 1261 yilina kadar da

Bizans Imparatorlugu'nun merkezi olmustu. Bundan baska Iznik, Kocaeli yarimadasi

bakimindan stratejik önemi haiz olan önemli bir sehirdir.

Bursa'nin zaptindan sonra Osmanli

Beyligi'nin merkezi buraya nakl edilmistir. Yeni hükümdar burayi yeni binalarla

süslemisti. Insa edilen dinî ve sosyal eserlerle sehir, Müslüman Türk sehri olma

hüviyetini kazanip yeni bir çehreye büründü. Orhan Bey, daha isin basinda eski

kiliseleri mescid ve medreselere çevirdi. Bursa'da fakir ve yoksullari doyurmak

için imâret yaptirip onlara vakiflar tahsis eyledi. Buradaki bilgin ve hafizlara

da maas bagladi.PELEKANON MUHAREBESI VE IZNIK'IN

FETHI


Gerek Osmanli, gerekse Yakin Sark tarihi

bakimindan mühim bir hadise olan Pelekanon muharebesi, VI. Mirmiroglu'nun isaret

ettigi gibi Osmanli tarihçileri tarafindan üzerinde fazla durulmayan veya

kendisinden yeterince bahsedilmeyen bir muharebedir. O, bu konuda söyle

demektedir:

Osman Bey, Vatheos (Koyun Hisari)

civarinda 27 Temmuz 1302 tarihinde Bizans askerlerini maglub ederek emâretini

(beyligini) etrafa tanitmis oldugu gibi, oglu Orhan Bey dahi Bizans askerlerini

maglub ederek Pelekanon muharebesini kazanmis ve bu sayede Britinya'nin en güzel

yerlerini ve en büyük sehirlerini zapta muvaffak olmustur. Bu sebepten nasi

Pelekanon muharebesi Yakin Sark (Yakin Dogu) tarihi için mühim bir merhale

teskil etmektedir.

Istanbul'un fethinden 124 yil evvel vaki

olan bu muharebede Osmanli askerleri, Bizans askerlerini payitahtlarinin

yakinlarinda* maglub ve perisan, imparatorlarini

yaralayip kaçmaya mecbur ettiklerinden dolayi, Osmanlilar Anadolu'daki Türkmen

beylikleri arasinda mümtaz bir mevki almis olduklari halde maalesef Osmanli

tarihçileri bu muharebe için ya bir sey yazmiyorlar veya pek az malumat

veriyorlar.

Daha önce de temas edildigi gibi Orhan

Bey, Bursa'nin fethinden sonra bütün dikkatlerini Iznik üzerinde toplamisti.

Iznik'in Osmanlilar tarafindan ele geçmesi, Bizans'in Marmara havzasindaki en

kuvvetli dayanaklarindan birisini kayb etmesi demekti. Gerçekten de Türklerin,

Kocaeli yarimadasindaki kaleleri alarak yavas yavas Bogaza dogru ilerlemeleri,

Bizans Imparatorlugunu telasa düsürüyordu. Hem zapt edilen kaleleri geri almak,

hem de uzun zamandan beri muhasara altinda bulunan Iznik'i kurtarmak için bizans

Imparatoru III. Andronikos (1328-1341) gizlice hazirliklara

baslar.

Andronikos, planini uygulamaya, Karasi

emiri ve Bulgarlarla bir baris antlasmasi yaparak baslar. Ayni maksatla Kizikos

(Kapidagi Yarimadasi)'a geçer. Süphe uyandirmamak için de Artaki (Erdek)'te

bulunan Hz. Meryem'in mukaddes Ikonunu (tasvirini) ziyareti bir vesile olarak

gösteriyordu. Bütün bunlar, Orhan Bey'i hazirliksiz olarak yakalamak içindi.

Erdek'ten Biga'ya gelen Imparator, burada Karasi Beyi Demir Han ile bir

saldirmazlik antlasmasi imzalar. Daha önce de benzer bir muahedeyi Bulgar krali

III. Mihal ile yapmisti. Bu sekilde siyasî bir basari kazanmis görünen

Imparator, Osmanlilara karsi sefere hazirlandi. Bu sebeple 1329 senesinin Mayis

ayinda mümkün oldugu kadar sür'atle Trakya'dan iki bin civarinda asker getirtip

Istanbul ve çevresinde bulunan mevcut askerlere katar. Bu askerlerle Anadolu

yakasinda bulunan Üsküdar'a geçer. Bunu haber alan Orhan Bey, Iznik

muhasarasinda bir miktar asker birakarak sekiz bin kisilik ordusunun basinda

Pelekanon** denen mevkide Imparatorun

komutasindaki Bizans ordusu ile meydan muharebesine girisir. Böylece, Osmanli

tarihinin ilk mühim meydan savasi baslamis oldu. Gün boyu deva eden muharebe,

aksama kadar sürmüstü. Gece muharebeye devamin tehlikeli oldugunu gören

Imparator, ordugahina döner. Bu sirada vaziyeti fark eden Orhan Bey, firsati

kaçirmayarak siddetli bir taarruza geçer. Bu ani taarruz, Bizans ordusunda büyük

bir panik havasinin yasanmasina sebep olur. Yaralanan Imparator, deniz yolu ile

zorlukla Istanbul'a ulasir. Bu muharebede Orhan'in kardesi Pazarlu Bey de

komutan olarak bulunmustu.

Orhan Bey, Pelekanon zaferinden sonra

tekrar Iznik üzerine döner. Artik Bizans'tan herhangi bir yardim imkâninin

olamayacagini anlayan Iznik Rum Beyi, bazi sartlarla teslim olur. Bursa'nin

zaptindan sonra halka gösterilen yumusaklik ve müsamaha ile teslim sartlarina

riayet edilmis olmasi, Iznik'in tesliminde de gösterildi. Sehir ve kaleyi teslim

alan Orhan Bey, halktan, isteyenlerin esyasi ile birlikte gitmesine müsaade

etti. Hatta bu müsamahakârlik ve müsamahada o kadar ileri gitti ki, Iznik

halkindan isteyenlerin kendi tebeasi olma ve sadece cizye vermek sartiyle kendi

örf, âdet ve geleneklerini muhafaza edebileceklerini ilân etti. Bunun üzerine

halkin büyük bir kismi Iznik'te kalmaya karar verdi. Fakat Rum Beyi, deniz yolu

ile Istanbul'a gitti. Iznik, Orhan Bey'e kapilarini açtiktan sonra çevresindeki

bazi yerler de alinmisi. Iznik, bölge itibariyle harb sahasina yakin olmasindan

dolayi geçici bir müddet için beylik merkezi haline getirildi.

Iznik kusatmasi esnasinda kalede bulunan

Rum muhafizlari ile halktan gerek muharebede, gerekse açlik, hastalik, vs. gibi

sebepler yüzünden ölen erkeklerin dul kalmis olan kadinlari, Iznik'te bulunan

Orhan Bey'e basvurarak kendilerine bakacak kimselerinin bulunmadigini

söylemislerdi. Bunun üzerine Orhan Bey, askerlerden arzu edenlerin bu kadinlari

nikahla alabileceklerini ve bunlarla evlenenlerin Iznik muhafazasinda

birakilacaklarini açikladi. Böylece, kimsesiz kalan kadinlarin evlenmesini

saglayarak bu sosyal problemi de ortadan kaldirmisti.

Iznik'in 1330 yilinda feth edilmesi,

Avrupa'da büyük bir hadise olarak yankilandi. Bu fetih, Bizans için de büyük bir

ümitsizlik sebebi oldu. Hele buradaki Ayasofya Kilisesinin camie çevrildigi

haberi, büsbütün bir teessüre sebep olmustu.

Biraz sonra temas edilecegi gibi Orhan

Gazi, Iznik'i feth ettikten sonra orada pek çok eser meydana getirdi. Halka

karsi büyük bir sefkat ve merhamet örnegi gösteren Orhan Bey, halktan

isteyenlerin bütün esyasi ile birlikte sehri terk edebilecegini söylemisti.

Fakat halk, Orhan Gazi'nin idare ve adaletine meftun olmustu. Bu yüzden çok az

kimse sehri terk etti. Hammer bu olayi su ifadelerle nakl eder:

Iznik muhafizlarinin pek azi bu

serbestiden istifade ederek tekfurla birlikte gittiler. Idarecilerin

haksizligindan dolayi me'yus olmus ve Hiristiyan imparatordan ziyade Orhan'in

müsamahasindan ümitvar olmus olan digerleri, sehir halki ile birlikte galibi

(Orhan Gazi'yi) karsilamaya çiktilar. Padisah, Yenisehir kapisindan sehrin

güneyine girdi. Orhan'in buradaki davranisi, yüce gönüllü ve zafer haklarini

akilli bir siyaset ugruna gözden çikarmasini bilen bir hükümdarin hareketi oldu.

Böylece hesaplari da bekledigi sonucu verdi.

Göründügü kadari ile Orhan Bey'in hareket

ve bu harekete yön veren anlayisi, onun böyle bir siyaset uygulamasina sebep

olmustu. Nitekim, Orhan Gazi'nin, kocalari ölen veya kimsesiz kalan dul

kadinlari gazilerle ser'î nikah üzere evlendirmesi bu anlayisin bir sonucudur.

Osmanli tarihleri de devrin anlayis ve dili ile bu hadiseyi asagidaki ifadelerle

nakl ederler:

Sonra güzel yüzlü kadinlar geldiler.

Orhan: Bu kadinlar nedir? diye sorunca kendisine:

Sultanim, bunlarin erlerinin kimisi

açliktan, kimisi de savasta kirilmistir. Yüksek evlerde de bos kalmislardir.

dediler. Bunun üzerine Orhan, gazilere bunlari ser'î nikahla almalarini buyurdu.

Gaziler, bunun üzerine bu kadinlarla evlendiler. Hazir ev, hazir avrat buldular,

geçip saray gibi evlerde oturuverdiler.

Görüldügü gibi kadinlarin ser'î nikahla

alinmasi, onlara normal bir vatandas muamelesinin yapilmasi demekti. Böylece

Orhan, onlari esir veya cariye durumuna düsürmekten kurtarmis oluyordu. Halbuki

galib olan Orhan ve Osmanli idaresi, onlara karsi istedigi sekilde muamele

yapmakta serbest idi. Bu sekildeki bir hareketine de mani olabilecek bir güç

mevcut degildi. Hammer ise Orhan Gazi'nin tamamen insanî olan ve hatta yirmi

birinci asra girmek üzere oldugumuz su günümüzde bile uygulanamayan bu insanî

muameleye kendi açisindan farkli bir sekilde bakmaktadir. Ona göre Orhan,

Iznik'in kendiliginden teslim olmasindan dolayi bol ganimetlerden yoksun kalan

silah arkadaslarina mükâfati unutmamistir. Söz gelimi, uzun bir kusatmanin,

alisilmis sayilabilecek veba ve kitligin tesiri ile baba ve anneden,

kocalarindan yoksun kalan ve yari yikik saraylarinda oturan Rum kadin ve

kizlarini onlara bölüstürdü. Böylece, ordusunun subaylarina bu yapilarin

mirasçilari ile evlenmelerine izin vermekle bu ihtisamli konutlarin yeniden

senlenmelerine yol açilmis oldu.

Kaynaklarin verdigi bilgilerden

anlasildigi kadari ile Orhan Gazi, Iznik'i feth ettikten sonra derhal sehre bir

Müslüman Türk hüviyeti kazandirmak için faaliyetlere girisir. Bu sebeple büyük

bir kiliseyi Cuma mescidi haline getirir. Orhan, umuma ait binalari kitâbe ve

güzel sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Dogu'nun eski bir gelenegine uyan ilk

Osmanli padisahidir. Onun, sultanlik günlerinden baslayarak bütün camiler,

medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler Osmanli ülkesinin hemen

her târafinda yaptiranlarin (bânilerinin) adlarini ve yapilis tarihlerini

seyyahlara göstermektedirler. Bu âbide (anit)ler üzerinde çogu zaman Kur'an'dan

alinmis tasvir, tesbih ve benzetme bulunan âyetler okunur. Orhan Gazi, Iznik'te

bir manastiri da medreseye (yüksek okul = fakülte) çevirdi. Medresenin

müderrisligini (profesör) Davud Kayserî denilen birine verdi. Konya'da Mevlânâ

Siraceddin Konevî'nin ögrencisi olan Taceddin el-Kürdî, bu medresede, Davud

Kayserî'ye halef olmustu. Taceddin'in ölümünden sonra da Alaeddin Esved, daha

çok yaygin olan adi ile Kara Hoca o göreve atanmistir.

Orhan Gazi'nin Iznik'te bulunan ve bazi

kaynaklarda bir manastirdan çevrilmis oldugu belirtilen medresesinin, kilise

veya manastirdan degil, bizzat kendisi tarafindan insa ettirildigi Mecdî gibi

bazi kaynaklarda belirtilmektedir. Mecdî, Seyh Davud Kayserî'nin biyografisinden

bahs ederken Orhan Han Gazi Hazretleri, Iznik nâm kasabada bir medrese-i ulya

peyda edüp seyh hazretlerine tayin eyledi diyerek Osmanli Devleti'nin bu ilk

medresesinin bizzat Orhan Gazi tarafindan yaptirildigini anlatir. Ayrica Osmanli

dönemi ilk medreseleri üzerinde arastirma yapan Mustafa Bilge de Orhan Gazi

vakfiyesinden yola çikarak ayni kanaatte oldugunu söyle ifade

eder:

Bu medresenin, Nesrî ve diger bazi

kaynaklarda belirtildigi sekilde Iznik'te bulunan manastir veya kiliselerden

çevrilmis olmayip insa edilmis oldugunu belirten en kuvvetli delil, elimizde

bulunan vakfiyedir. Orhan Gazi, Iznik'teki medresesini yaptiktan sonra tanzim

ettigi ve Molla Hüsrev tarafindan 841 H./1437 M. 'de tescil edilen vakfiye

suretinde, medresenin bina edildigi ve Hayreddin Pasa Camii'nin yaninda oldugu

açikça belirtilmektedir. Sultan Orhan, bu medreseye sahibi bulundugu Kozluca

köyünün gelirlerini sahih ve seriata uygun bir sekilde vakf etmistir. Gerçekten

çok daha sonraki tarihlere (1136=1724) ait bir arz belgesi, Iznik'e bagli

Kozluca köyünün Orhan Gazi medresesine vakf edildigini

göstermektedir.

Iznik, Türklerin eline geçtikten sonra,

Orhan Bey buradaki yerli halktan isteyenlerin mallari ile birlikte sehri terk

etmelerine müsaade etti. Gitmeyenlerin ise Osmanli tebeasindan olmak ve sadece

vergi (cizye) vermek sartiyle din, gelenek ve göreneklerini muhafaza

edebileceklerini bildirdi. Burayi bir müddet kendisine merkez yaparak Iznik'in

bir Müslüman Türk sehri olmasina gayret etti. Bunun için orada cami, imâret ve

medrese gibi dinî, sosyal ve kültürel müesseselerin temelini atti. Ayrica

zevcesi Nilüfer Hatun tarafindan bir imâret, oglu Süleyman Pasa tarafindan da

bir medrese insa edildi. Bundan baska diger hayir sahiplerinin yaptirdiklari

tesislerle kisa bir müddet sonra Iznik, istenilen Müslüman-Türk sehri hüviyetini

kazandi.

Kaynaklar, Orhan Gazi'nin buradaki

faaliyetlerinden bahs ederken onun bir hükümdar gibi degil, herhangi bir

vatandas gibi davrandigini belirtirler. Nitekim onun yaptigi imârette pisirilen

yemekleri bizzat kendisinin dagitmis olmasi, aksam olunca kandillerini bizzat

kendi eli ile yakmis olmasi bunu göstermektedir.

Orhan Gazi, Iznik ve bilahere Izmit'in

fethinden sonra idarî bir sistem kurarak memleketi buna göre idarî bölgelere

ayirdi. Buna göre Izmit, oglu Süleyman Pasa'ya verilmis, onu Yenice, Göynük ve

Mudurnu'ya havale etmisti. Bursa'yi da oglu Murad Han Gazi'ye vererek adini Bey

Sancagi koymustu. Karacahisari amcasinin oglu Gündüz'e verdi. Kendisi de bütün

bunlarin üstünde memleketi idare ediyordu.IZMIT'IN FETHI

Bir ticaret merkezi durumunda bulunan

Izmit, Iznik'in fethinden hemen sonra Osmanlilar tarafindan alinmak istenmis ve

hatta bir ara elde edilmis ise de sonradan yine Rumlara verilmisti. Osmanli

kuvvetleri Iznik'in fethinden bir sene yani 1331 Haziran'indan sonra sehri

kusatmislarsa da Bizans Imparatoru UI. Andronikos'un yardima gelmesi üzerine

Orhan Bey, Imparatoria anlasarak kusatmayi kaldirmisti. Orhan Bey, bu kusatmadan

alti sene sonra (1337) sehri siddetli bir sekilde tekrar kusatti. Bu kusatma

üzerine disardan yardim alamayan sehir, teslim olmak zorunda kaldi. Kale

muhafazasinda bulunan Paleologos hanedanina mensup Marika, mallarini alarak bir

gemi ile Istanbul'a gitti. Izmit'in fethi ile Kocaeli Yarimadasinin tamami

Osmanlilarin eline geçmis oluyordu. Orhan Gazi, Izmit ve havalisinin idaresini

oglu Süleyman Pasa'ya verdi. Süleyman Pasa'nin halka karsi din ve milliyet farki

gözetmeden âdil bir sekilde davranmasi, ve çevrelerinin tamamen Osmanlilar ile

kusatilmis olmasindan dolayi civarda bulunan bir çok kale (Tarakli Yenicesi,

Göynük, Mudurnu) de birer teslim oldular. Ayni sekilde Izmit Körfezindeki

Gemlik, Armutlu gibi mevkiler de Kara Timurtas Bey vâsitasiyle Orhan Bey

kuvvetlerinin eline geçmisti.KARESI BEYLIGI'NIN

ILHAKI


1340 yilina kadar Bizans topraklarinda

fetih hareketlerine girisip sinirlarini genisleten Osmanli Devleti, fethedilen

yerlere dogudan gelen Türkleri yerlestiriyordu. Bununla beraber Bizans

topraklarinda genislemekte olan bir Türk devleti için bu kafi degildi. Çünkü

Anadolu'da bulunan diger beyliklerin sinirlari, Osmanlilarin dogrudan dogruya

bütün Bizansi çevirmesine imkân vermiyordu. Bu sebeple Karesi Beyligi

topraklarinin alinmasi gerekiyordu. Bu, Bizanslilara karsi kazanilan zaferlerden

daha önemliydi. Zira bu sayede Osmanlilar, Çanakkale'ye kadar gelerek, bogazin

güney kiyilarini ellerinde bulunduracaklardi. Bu da ilk firsatta Avrupa'ya geçme

imkânini saglayacakti. Böylece Orhan Gazi, Bizans'in taht kavgalarindan istifade

edecek ve hatta topraklarina akinlar düzenleyip isgal edebilecekti. Gerçekten de

batiya dogru açilip genisleyebilmek için sadece Istanbul Bogazina yaklasmak kâfi

degildi. Ayni sekilde Çanakkale Bogazi'na da yaklasmak gerekiyordu. Zira sadece

bir taraftan tutulan Marmara ile stratejik güç haline gelmek imkansizdi. Bu

küçük iç deniz (Marmara) iki taraftan kiskaç içine alinmaliydi. Ancak bu sayede

batiya geçilebilirdi. O dönemde batida Karesi ogullan vardi. Fakat bunlar,

Çanakkale Bogazi'nin Asya yakasini elinde bulundurmanin stratejik nimetini

takdir edebilecek deha ve imkâna sahip degillerdi. Bu arada Bizans da bütünüyle

Güney Marmara'dan çekilmis degildi. Osmanlilar ile Karesiler arasinda Bizans'a

ait bazi topraklar vardi. Osmanlilar, 741 (1342) tarihinde Ulubat, Mihaliç ve

Kirmasti gibi yerleri Bizans'tan alip feth etmek suretiyle, merkezi Balikesir'de

bulunan Karesiogullari Beyligi ile ayni hududlari paylasir

oldular.

Bu siralarda Karesi Beyligi'nde çikan bir

hadise, Orhan Bey'e Türklerle meskûn bulunan bu topraklarin zaptinda ilk firsati

verdi. O zamana kadar Osmanlilar, sadece Bizans'la muharebe etmis ve ülkelerini

özellikle Bizans Imparatorlarindan aldiklari yerlerle genisletmislerdi. Ne Osman

ne de oglu Orhan, Küçük Asya'da bulunan diger beylere karsi hasmane bir

tesebbüste bulunmamislardi.

Osmanli kaynaklarina göre Karesi Beyi'nin

ölümünden sonra yerine oglu Demirhan geçmisti. Fakat kardesi Dursun Bey, buna

muhalefet ederek veya biraderi tarafindan öldürülmekten korkarak Osmanlilara

iltica etmisti. Beyligin basina geçen Demirhan'in fena ve kötü hareketlerinden

dolayi Karesi ileri gelenleri (ümera), Haci Ilbeyi vasitasiyle Orhan Bey'in

sarayinda bulunan Dursun Bey'i hükümdar olmak için tesvik ederler. O da Osmanli

hükümdari Orhan Gazi'ye Balikesir, Aydincik ve Bergama'yi verme teklifinde

bulunur. Kendisi de Truva mintikasindaki Kizilca Tuzla ile Bayramiç gibi

yerlerde hükümdarligini sürdürecekti. Bu teklif ile Orhan Bey'i tahrik ve tesvik

eden Dursun Bey, büyük bir ihtimalle 1345 yilinda meydana gelen Karesi seferine

Orhan Bey'le birlikte istirak eder. Balikesir üzerine yürüyen Orhan'in gelisini

haber alan Demirhan, Bergama kalesine siginir. Bu arada Balikesir ümerasi basta

Haci Ilbeyi oldugu halde Evrenos, Ece Halil ve Gazi Fazil Bey'ler, Orhan Bey'i

karsilarlar. Orhan Gazi, iki kardesi baristirmak için Dursun Bey'i Haci Ilbeyi

ile beraber Bergama kalesine gönderir. Bunlar kale önüne gelip görüsmek

isterler. Fakat kaleden atilan bir okla Dursun Bey maktul düser. Bundan çok

müteessir olan Orhan Gazi, Bergama'ya gelip kaleyi muhasara eder. Halkin

israrina dayanamayan Karesi Bey'i kaleden çikip Orhan Gazi'ye teslim olmak

zorunda kalir. Bundan sonra Bursa'ya getirilen Demirhan gelisinden iki sene

sonra Yumrucak (taun, veba) hastaligindan vefat eder.

Böylece Karesi Beyligi'ne ait olan

Balikesir, Manyas, Kapidagi ve Edincik gibi sehirler Osmanli topragina ilhak

olunur. Karesi Beyligi'nden birçok sahil bölgesinin Osmanlilara geçmesi ile

Rumeli'ye geçis kolaylasir. Bu ilhakin Orhan Bey bakimindan önemli bir yönü de

bu beylige tabi degerli komutan ve emirlerin Osmanli hizmetine girmis

olmalaridir. Biraz önce isimlerinden bahs edilen ve Çanakkale bogazi ile

çevresini çok iyi taniyan bu degerli komutanlar sayesinde Rumeli fetihleri

kolaylasmisti. Zira bunlar denizciligi de iyi biliyorlardi. Osmanlilar, Haci

Ilbeyi, Ece Halil, Gazi Fazil Bey ve Evrenos Bey gibi askerî ve idarî bakimindan

yönetici olacak durumdaki bu insanlardan istifade edip bilgilerinden

yararlanmislardir.

Karesi Beyligi'nin ilhakindan sonra uzun

bir müddet önemli sayilabilecek bir fetih hareketine girisilmedigi

anlasilmaktadir. Hammer bu sessizligin sebebi ve bu konudaki yanlis

degerlendirmeler hakkinda asagidaki ifadelerle bir gerçege parmak basarak söyle

der:

Karesi'nin fethinden sonra yirmi sene

zarfinda Osmanli ülkesi yeni ve önemli bir fetih ile genislemedi. Bununla

beraber tarihçilerin buradaki derin sessizlikleri, Bizanslilarin zannettigi gibi

devamli kayiplarin ve bozgunluklarin bir soncu degildir. Aksine, bu dinlenme

çaginda, Alaeddin (ulemadan)'in akillica görüsleri ile kurulan yeni ordunun tam

ve disiplinli bir düzene sokulmasi, içerde güvenlik durumunun sarsilmaz sekilde

saglanmasi gibi isleri gelistirdi. Bu ifadelerin gerçek sahidi ise Karesi

bölgesinin fethinden sonra insasina baslanan câmi, medrese, imâret ve

kervansaray gibi büyük binalardir. Nitekim, Orhan'in dindarligi sebebiyle

meydana gelen bu müesseseler, (bes sene önce ilk medrese ve imâretin tesis

olundugu) Iznik'teki müesseselerle kisa zamanda rekabet edip boy ölçüsebilecek

duruma geldiler.

îleride daha genis bir sekilde ele

alinacagi gibi Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti, Orhan Gazi zamaninda

kurulmustu. Bursa ve Iznik'in zapt edilmesi, Osmanli Beyligi'nin ilk devir

tarihinde önemli hâdiseler olarak mütalaa edilebilir. Orhan Gazi Beyligi'nin

hududlari, artik devamli olarak genisliyordu. Yeni müesseseler ile saglam

temellerin atilmasi bu siyasî varliga ve birlige bir hayatiyet saglayacakti.

Zira bu beylik, yavas yavas eski asiret usûl ve kaidelerinden ayrilmak zorunda

idi. Ancak bu sayede modern bir devlet olma özelligini kazanabilirdi. Bu sebeple

devlet, idarî sahada adalet, askerî sahada da yeni bir sistem ve teskilât

meydana getirmek ihtiyacini hissetmeye basladi. Bu konularda ulema sinifindan

gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa kadisi Cendereli (Çandarli) Kara Halil

faaliyetlerde bulundular.

Osmanli Devleti'nin mucizeli bir sür'atle

yükselis ve inkisafini bir yandan tarihî halet ve gerçeklerde, bir yandan da

Islâmî prensiplerin adalet, insaf ve dinamizmine gösterilen sadakat ve saygida

aramak icab eder.

Onun için de, devletin kurulus ve

yükselis hadisesini fikirden aksiyona çeviren ve kuvvetler birligini vücuda

getiren faaliyetin sirrini, bu faaliyete istirak eden din, ilim, hukuk ve idare

otoritelerinin kollektif idealizmi ile izah, isabetli bir inanis olsa

gerekir.

Orhan Gazi, Mevlânâ Sinan, Dursun Fakih,

Davud Kayserî ve Taceddin Kürdî gibi büyük âlimler; Akça Koca, Konur Alp,

Abdurrahman Gazi gibi seçme yigitler; Taptuk Emre, Gülsehrî gibi mutasavvif

sairler; Abdal Musa, Abdal Murad, Doglu Baba, Geyikli Baba, Ahi Evren, Ahi

Semseddin gibi ululara, çevresinde yer vermekle gerek devleti, gerek hükümdarlik

makamini bir idealist üreticiler zümresine dayamis oluyordu.

Gerçekten, seneler süren ve Osmanlilari

bir hayli yoran cenklerden sonra orduyu, idareyi ve cemiyeti mayalayip yoguran

manevî temsilcilerin fetih tarihindeki hikâyeleri, Asikpasazâde, Nesrî ve Ibn

Kemâl gibi kaynaklarda anlatilir. Biz bu ulularin hizmet ve hikâyelerine örnek

olmasi bakimindan Asikpasazâde tarihindeki bir rivayeti nakl etmekle yetinmek

istiyoruz. Olay, Âsikpasazâde'nin dilinden söyle ifade edilir:

Hele simdi görelim Orhan Gazi Bursa'da

neyler: Devletle geldi imâret yapti. Vilâyetin dervislerini teftis eylemeye

basladi. Inegöl yöresinde Kesis Dagi (Uludag)'nin arasinda bir nice dervis

gelmisti. Anda makam tutmuslardi. Bu dervislerden biri ayrilir varir dagda

geyiciklerle yürür ve ol Turgud Alp âni sever. Orhan Gazi'ye adam gönderdi kim

benim köylerim yaninda bir dervis daim ânin yanina gelir. Âninla musahabet eder.

Turgut Alp pir olmustu (yaslanmisti). Geldi mukim oldu. Hayli mübarek dervistir

dedi. Orhan Gazi eydür: Aceb kimin mürididir? Eydür: Sorun kendinden der.

Geldiler sordular. Eydür: Baba Ilyas müridiyim der. Seyyid Ebu'l-Vefa

tarikatindanim dedi. Emr etti kim getirin dedi. Geldiler davet ettiler,

gelmedi. Dervis dahi haber gönderdi kim sakin gelmesin. Orhan Gazi'ye haber

verdiler. Orhan Gazi yine haber gönderdi kim niçin gelmez. Veya beni niçin komaz

anda varmaya. Cevab verdi kim dervisler göz ehli olur. Gözetirler dahi vaktinde

varirlar kim dualari makbul olur.

Bir nice günden sonra bir kavak agacini

omuzuna kodu. Dogru Bursa'nin hisarina geldi, padisahin hisarina (sarayina)

girdi. Gördüler, Han'a haber verdiler. Ol dervis geldi bir agaç dahi getirdi,

kapida dikiyor. Orhan Gazi çikti gördü tamam dikmis. Dahi sormadin, Han'a eydür

teberrükümüz oldukça dervislerin duasi makbuldur dedi. Hemandem dua etti,

durmadi geri mekânina vardi.

Kavak agaci simdi dahi vardir

(Asikpasazâde zamani). Orhan Gazi dahi dervisin mekanina vardi. (Ey) Dervis bu

Inegöl nevahisi senin olsun dedi. Dervis eydür: Mülk ve mal Hakk (Allah)'indir,

ehline verir biz ânin ehli degiliz, der. Sordular: Ehli kimdir? Ayudtu: Hak

Teâlâ dünya mülkünü sizin gibi Hanlara ismarladi. Kullari birbirleri ile

mesalihin görsün deyü. Orhan Gazi eydür: Dervis! Nola benden su sözü kabul

etsen. Dervis eydür:

Sol karsiki tepecikten bericigi

dervislerin havlicigi olsun dedi. Orhan Gazi dahi bu sözü dua aldi yine mekânina

gitti.

Kendisiyle görüsmek isteyen hükümdardan

köse bucak kaçan, ne onun yanina varmaya yanasan, ne de onu kendi mekânina

isteyen büyük istigna, iç zenginligi, ezeli tokluk ve gönül saltanati. Ne malda

gözü var, ne mülke tamah düsürmüs. Gazi Hünkâr: Sol Inegöl nevahisini al senin

olsun deyince biz onun ehli degiliz diyor. Beyin israrlari karsisinda ufku

göstererek Su tepecikten bericigi dervislerin avlucugu olsun diyor. Sirtladigi

fidani hünkarin bahçesine dikmekle de, Allah'in, mülk ve mali kendilerine

ismarladigi han ve hükümdarlara yardimci ve destek oldugunu açiklamak

istiyor.

Âsikpasazâde sözlerine devamla söyle der:

Orhan Gazi o dervisin üzerine kubbe yapti. Yaninda tekye yapti. Bir de Cuma

mescidi yapti. Simdiki vakitte onarilip bes vakitte padisahin ruhuna dua

ederler. O zâviyeye Geyikli Baba Tekkesi derler.

Devletin kurulus hamurunda mayasi bulunan

tasavvuf erbabi ile Orhan Gazi'nin ilgi ve münasebetlerini anlatan Hammer,

Orhan'in bu konuda babasini örnek aldigini söyleyerek su sekilde fikrini beyan

eder:

Orhan, Dervis Turud ile Kumral Abdal için

tekke insa eden babasina uyarak Geyikli Baba'ya uygun bir zâviye bina ettirdi.

Pek çok ziyaretçisi bulunan bu zâviye, Uludag'in eteginde ve sehrin dogu

taraflarinda idi. Adi geçen dagin yüksek bir yerinde ve Gökpinari denilen yerde

Doglu Baba'nin türbesi bulunur. Sehrin kapilarinda ve Uludag'in zirvesinden

dogan Alisir Irmagi kenarinda Horasan'da dogmus olan Dervis Abdal Murad'in

tekkesi, batida ve Kaplica yakininda Abdal Musa'nin tekke ve mezari

bulunmaktadir. Bu iki baba, Bursa muharebesinde iki Abdal veya iki aziz kisi ile

Sultan Orhan'a refakat ederek, gerek dualari gerekse kerametleri ile neticenin

kisa zamanda alinmasina vesile olmuslardir. Bursa fatihi (Orhan Gazi), bu

insanlarin civarlarinda medfun bulunduklari birçok zâviyenin insasiyle onlara

karsi minnettarligini ebedîlestirmistir.

Bu iki muttaki zatin (Geyikli ve Doglu

Baba) isimleri, onlarin tabiat ve ahlâklarini çok güzel izah etmektedir.

Bunlardan ilki geyiklerle birlikte yasadigi, digerinin de sadece yogurt yiyerek

hayatini sürdürdügünü göstermektedir.

Rivayete göre Geyikli Baba muhasara

ordusunun önünde elinde altmis okkalik bir kiliçla bir ceylana binmis olarak

harb etmistir. Abdal Murad'in, dört arsin uzunlugundaki agaç kilicindan baska

bir silahi olmadigi halde hayrete deger yigitlikler gösterdigi de söylenir.

Abdal Musa da pamuk ile ates toplamistir.

Geyikli Baba Hoy'da dogmus, Osman

zamaninda kerameti ile söhret bulmustu. Bu zat, daima tasavvufu vecd içinde

yasar ve Uludag'da ormanlar arasinda geyiklerle birlikte günlerini geçirirmis.

Orhan çagirmadikça oradan inmezmis.

Rivayete göre yine bir gün geyige binmis

ve omuzunda bir çinar dali bulundugu halde sultanin sarayina gelir. Devletin

bahtliligina bir isaret ve belirti olmak üzere fidani bahçeye diker. Osmanli

Devleti'nin, bu agaç gibi kök salarak dallarini uzaklara ulastiracagini ve

göklere kadar yükselecegini söyler. Bu ve benzeri rivayetler, toplumun maserî

vicdaninda bir karsilik (makes)bulmus olacak ki, sosyal bir vak'a olarak

günümüze kadar uzantisi devam etmektedir.ANKARA'NIN ZAPTI

Osmanlilar, Anadolu'da bulunan devlet ve

beyliklerin topraklarini zapt edip anlari hakimiyetleri altina almak yerine bati

ve hatta Trakya'da bulunan bölgeleri feth etmeyi yegliyorlardi. Çünkü

Anadolu'daki beylikler de kendileri gibi Müsluman ve Türk unsurlardan meydana

geliyordu. Bu bakimdan kendileri ile hasmane hareketlerde bulunmayan bu

beyliklerin topraklarina karsi tamahkârlikta bulunup hiç bir sebep yokken onlari

ele geçirdikleri söylenemez.

Kurulus dönemindeki mütevazi imkânlarina

ragmen, Islâm'i Anadolu'nun batisindaki topraklara tasimayi hedefleyen

Osmanlilar, bu gayelerini gerçeklestirmek ve daha fazla müslüman nüfustan

istifade için zaman zaman komsu Müslüman beyliklere de müdahalede bulunmuslardi.

Bu sayede Istanbul ve Çanakkale bogazlarinin batisinda bulunan bölgelere de

Islâm'in sesini ulastirabileceklerdi. Bunun için de Rumeli'nin fethedilmesi ve

Müslümanlarin eline geçmesi gerekiyordu. Fakat bu da büyük bir nüfus ve insan

gücüne sahip olmaya bagliydi. Bu sebeple Müslüman Türk nüfusu çogaltmak

gerekiyordu. Bu düsüncede bulunan devlet ve idare adamlari, Bolu taraflarindan

baska Ankara cihetine dogru da genislemek ve buradaki Türk nüfusundan istifade

etmek gerektigine kanaat getirdiler. Öyle anlasiliyor ki Orhan Bey, Germiyan ve

Karamanlilar'dan toprak kazanmayi düsünmüyordu. Zira güçlü ve kuvvetli olan bu

iki Müslüman Türk Beyligi ile, ne kadar sürecegi süpheli olan bir maceraya

girismek, Osman Gazi ile oglu Orhan'in takip ettikleri politikaya tamamen aykiri

idi. Halbuki Bizans ve Müslüman olmayan diger devletlere karsi elde edilecek

muvaffakiyetlerin verecegi san ve seref Osmanlilari o kadar yükseltecekti ki,

zaman içinde Germiyan, Karaman ve diger beylikler herhangi bir çatismaya mahal

kalmadan Osmanlilarin idaresini kabul edebilecek hale geleceklerdi. Osman Bey,

oglu ve torununun bu politikasi ile dinî ve siyasî anlayisi, onlarin bütün

davranislarinda kendini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Bu sebeple, Türk

devletleri ile harbe girisip kuvvetlerini yipratmak Osmanlilarin aklindan bile

geçmiyordu. Zira bu yol, onlari ileriye degil, geriye sürüklerdi. Öztuna'nin

dedigi gibi Rumeli maddî, fakat Anadolu mânevî güçle feth

olunacakti.

Osmanlilarin, komsu ve kardes beyliklerle

herhangi bir çatismaya girismeksizin ihtiyaç duyduklari Türk nüfusunu çogaltmak,

bir bakima Aricara'nin ele geçirilmesi ile mümkündü. O dönemde Ankara Ahi'lerce

idare edilen müstakil bir sehir devleti idi. Karamanogullari'nin Ankara üzerinde

birtakim emelleri varsa da fiilen onlarin topragi ve sinirlari içinde

bulunmadigi için bu yüzden Osmanlilarla harb etmeyi göze

alamazlardi.

Anadolu'nun mühim merkezlerinden birisi

olan Ankara, merkezi Sivas olmak üzere kurulmus bulunan Eretna Beyligi

(1335-1381)'nin idaresi altinda bulunmakta ve bu beyligin en bati ucunda yer

almakta idi. Eretna Beyi Alaeddin'in vefati üzerine yerine geçen ogullari

zamanindaki karisiklik, Ankara'yi bir müddet Karamanogullari'na daha sonra da

müstakil bir idarenin, Ahilerin eline geçmesine sebep oldu. Bu karisikliklardan

istifadeyi düsünen Orhan Bey, oglu Süleyman Pasa komutasinda gönderdigi bir ordu

ile Ankara'yi zapt ederek (1354) Osmanli ülkesine katar. Böylece Osmanlilarin

dogu hududunda bulunan kuvvetli bir nokta elde edilmis oldu. Ankara'nin

Osmanlilar'a ilhaki mühim bir hadisedir. Bu hadise (Ankara'nin ilhaki),

Osmanlilari Sakarya ile Kizilirmak arasindaki topraklara hakim kilmistir.

Kizilirmak çevresinin bütünüyle fethi de bir mânâda Anadolu hâkimiyeti demekti.

Ankara 1361-1362 arasinda 1 yil kadar Osmanlilarin elinden çikmissa da, 1362'de

Sultan Murad tarafindan çevresi ile birlikte tekrar Osmanlilara

kazandirilmisti.RUMELIYE GEÇIS

Bilindigi gibi Asya, eskiden beri bilinen

ve insanlik tarihinin besigi olarak kabul edilen bir kitadir. Bu bakimdan gerek

Türk, gerek Avrupali ve gerekse diger bir çok milletin ilk

yurdudur.

Kavimler göçü sonunda insanlar, farkli

bölgelere dagilarak hayatlarini sürdürdüler. Bu siralarda bazi Türk kabileleri

de Asya'dan Avrupa'ya geçerek göçmen milletler arasindaki yerlerini aldilar.

Buna göre Avrupa ve özellikle Balkan Yarimadasi daha o zamandan beri Türklere

yabanci olmayan ve onlar tarafindan taninan bir yerdi.

Avrupa'ya geçmis bulunan Türk kavim ve

kabileleri, asirlari içine alan uzun bir zaman zarfinda surada burada vakit

geçirmis olduklarindan tarih sahnesinde pek gözükmeye imkân bulamamislardi.

Bunlar, ancak Bulgar, Macar, Sirp, Ulah ve diger kavimlerin, Bizans

Imparatorlugu ile yapilan mücadelelerinden sonra meydana çikmislardi.

Osmanlilardan önce Avrupa'ya geçmis bulunan bu insanlar, Türk, Peçenek, Kuman,

Alan, Yürük, Türkmen ve Tatar gibi isimlerle ortaya çikmislardi. Bunlar, bazan

Bulgar, bazan Macar, bazan da Ulah gibi kavimlerle birleserek Bizans'a karsi

mücadeleye giristikleri gibi bazan da kendi baslarina ve yalniz olarak mücadele

etmislerdir. Bu Türkler, kendileri ile tesrik-i mesaide bulunduklari milletlerle

zaman içinde kaynasmis, onlarin kültür degerlerine katkida bulunmus, meydana

gelen harplerde büyük kahramanliklar göstermislerdir. Bununla beraber zaman

zaman da savaslarda maglub olan bu Türklerden bir kismi yine kendi öz yurtlari

olan Asya'ya dönmüs, bir kismi da galip gelen devletlerin içinde ve onlarin

dinleri olan Hiristiyanligi kabul ederek hayatlarini devam ettirmislerdir. Bu

sebepledir ki, Türkler Rumeli'ye ayak bastiklari zaman yer yer Ortaasya

göçlerinden artakalmis ve zamanla Ortodoks kilisesine baglanmis topluluklarla

karsilasmislar. Zira, bilhassa 5. asirdan beri Ortaasyadan bosalircasina akan

Türk kavimleri bugünkü Rusya'yi asip Dogu Avrupa'ya, Mora'ya, Adriatik

kiyilarina ve Avrupa'nin kuzey sahillerine kadar uzanarak zaman zaman

hakimiyetler kurmus, kismen Cermenler, daha genis ölçüde de Slavlar ile

karsilasarak dil ve din degistirmislerdir. Bilhassa Bizans Imparatorlugunun

siyasî hududlari içine yerlesen kavimler, Ortodoks birligine girmis olmakla

beraber, bu topluluklardan dillerini, millî ve kavmî özelliklerini muhafaza

edenler de oldukça mühim bir yekûn teskil ediyorlardi. Hatta X. asir Bizans

ordulari içinde Slavlar, Iskandinavyalilar, Ruslar, Iberler, Kafkasyalilar,

Araplar, Sicilya Normanlari oldugu gibi, Hazarlar, Peçenekler ve Fergana

Türkleri gibi Türk kavimleri de mühim bir yekûn tutuyorlardi.

Malazgirt zaferi ile Müslüman Türkler

lehine neticelenen Selçuklu-Bizans karsilasmasinda, bir ifadeye göre Bizans

ordusunda bulunan Uz veya Peçenekler kendi dillerini konusan, kendi kanlarini

tasiyan irkdaslarina karsi cenk etmeyi kabul etmeyerek atlari ve silahlari ile

beraber Selçuklu ordusuna katilmislardi.

Daha önce de kismen temas edildigi gibi

asirlar boyu dalgalana dalgalana kabarip tasan Türk seli, ayak bastigi ülkelerin

siyasî, ictimaî ve etnik bünyesinde derin iz ve eserler birakmis olmakla

beraber, bazan da kendileri bu tesirlerin altinda kalmislardi. Nitekim,

Bizans'in dinî temellere dayali olarak kolonize ettigi diger kavimlerle birlikte

Türkleri de Ortodoks birligine çektigi anlasilmaktadir. Bu yüzden Bizanslilar,

Türkleri de bu kültür ve din kaynasmasiyla kendi millî hüviyetlerinden soyma

politikasi güdüyorlardi. Öyle ki bazan harp esiri olan Türk hükümdarlari,

ordulariyla birlikte hiristiyanligi kabul ediyor, bazi kabileler de reisleriyle

beraber din degistiriyorlardi. Bizans devlet politikasinin, asilzâdelik ünvanini

vermek ve toprak bagislamak gibi tavizleri, yine Ortodoks cemaatine yeni

dindaslar kazandiriyordu. Bazan da mecburî göçler yaptirilmak suretiyle Türk

kavimleri, Helen harsinin (kültür) kesif oldugu bölgelere sürülüyordu. Böylece

onlari kendi kültürleri içinde eritip yok etme politikasini

güdüyorlardi.

Esasen, asirlardir binlerce kilometreyi

asarak Ortaasya'dan gelen çesitli Türk kabileleri, bir yandan Cermen, bir yandan

Slav tesiri altinda yerli halkin dillerini, dinlerini, toplum ve site

hayatlarini benimseyerek onlarin içinde erimis bulunuyorlardi. Buna paralel

olarak Bizans da hududlari içinde iskân edilen veya vazife alan yahut da esir

edilen zümreleri, Ortodoks birligi ve Helen kültürünün baskisi altinda kavmî ve

millî hüviyetlerinden çikarmis bulunuyordu.

Kilise ve misyon teskilâti, Türk

kabilelerinin alnindaki tarihî kaseyi örtmek için Bizans'a bir hayli yardimci

olmustur. Bizans'in bu neviden faaliyetleri her zaman asiri olagelmistir. O

kadar ki, Yukari Tuna Steplerinden Kafkaslara ve Habesistan'a kadar bütün güney

ülkeleri halkini, Incil'e baglamak yolunda muazzam bir teskilât hüküm

sürmüstü.

Görüldügü gibi bir koldan Stepler

memleketine, Dogu Avrupa'ya Bizans ve Mora'ya; bir koldan da Iran, Mezopotamya,

Suriye ve Arap ülkelerine yayilan Türk kabileleri farkli baskilar altinda eriyip

yok olmus bulunuyorlardi. Iste Çin, iste Hind, iste Iran, asirlarca topraklarina

yürüyen bu dalgalari kendinden seçilmez hâle getirmis, hatta defalarca

kurduklari siyasî hâkimiyete ragmen adlari ve sanlari bile silinip

gitmistir.

Surasi üzerinde dikkatle durulmasi

gereken bir husustur ki, eger arkadan Osmanlilar yetismeselerdi Küçükasya

Türklügü de ayni akibete ugrayacakti.

Tarihin, gerçekleri konusan dudagi

sahittir ki, zaman sisleri arasinda kaybolagelen mazi miraslarini geri alip dört

basi mamur bir Türk devleti kurmak ve onu tarihî hassalari ile yasatmak

kudretini yalniz Osmanlilar gösterebilmistir.

Iste yine bu Müslüman Osmanli Türklügüdür

ki, Rumeliye adim atar atmaz çesitli devletlerin kültür ve diplomasisi

tarafindan temsil edilmis bir Ortaasya bakiyesi ile karsi karsiya geldi. Bu

topraklarda yerlesmis fakat kültür ve kavmî itiyadlarini kiskanç bir

muhafazakârlikla saklamis olan bu Türk topluluklari da hakim millet olarak

karsilarina çikan irkdaslarina derhal sarildilar ve onlarin idarelerine girmekte

tereddüd etmedikten baska, fütuhat ve yerlesme davalarinda soydaslarina yardimci

oldular.

Böylece idarî, askerî, sosyal, dinî ve

tekmil bütün müesseseleri ile Rumeli'ye akmaya baslayan Osmanlilar, yalniz kendi

irk ve medeniyetleri için yeni bir ülkeye sahip olmakla kalmayacaklardir. Zira

asirlardir çesitli kavimlerin bir cenk ve mücadele sahnesi olmus bulunan

Balkanlar'da baris ve huzuru iade ederek tarihe karsi serefli bir borcu yerine

getirmeye hazirlaniyorlardi.

Gerçekten de Hammer'in tesbitlerine göre

Süleyman Pasa'nin Rumeli'ye geçisi, Türkler tarafindan gerçeklestirilen 18.

geçis olmaktadir. Bundan önce Türkler su veya bu sekilde Rumeli'ye ayak basmis

ve bölgede çesitli faaliyetlerde bulunmuslardi. Fakat bunlar genellikle geçici

bir süre için oldugundan bilhassa Osmanli tarihçileri tarafindan üzerinde fazla

durulmamistir. Ama Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa'nin geçisi, artik Müslüman

Türklerin orayi vatan edinmelerine zemin hazirlamisti. Osmanli tarihçileri, daha

önceki geçisler üzerinde fazla durmazlar. Zira onlara göre önceki geçisler,

devamli bir fetih ve yerlesmeye yetecek kadar bir sebep teskil etmezler. Bu

bakimdan bu geçisler, üzerinde fazla durmaya degmez görünmüstür. Bizans

tarihçilerinden de sadece Kantakuzen, Süleyman Pasa'nin geçisinden fazla

teferruata girmeden ve geçisin detaylarina inmeden ana hatlari ile söz eder.

Buna karsilik Türk tarihçileri bu geçisi tafsilatli bir sekilde anlatirlar.

Böylece, halk arasinda Osman Gazi'nin rüyasinin yavas yavas gerçeklesmek üzere

oldugu kanaati da yayginlasmaya baslar.

Bilindigi gibi XIV. asrin baslarindan

itibaren içten içe çökmeye yüz tutan Bizans Imparatorlugu'nun topraklarinda,

Sirbistan ile Bulgaristan devletlerinin gözü vardi. Bu devletler, imparatorlugun

varisleri olmak için bazi faaliyet ve çalismalarda bulunuyorlardi. Bu dönemde,

siyasî, ekonomik, sosyal ve hatta dinî buhranlar içinde bulunan Bizans'in fazla

uzun ömürlü olamayacagi biliniyordu. Bu bakimdan, adi geçen devletin mirasindan

Osmanlilar da istifade etmeyi düsünmek zorunda kaldilar.

Bu üç devlet, gayelerini gerçeklestirmek

ve en büyük hisseyi elde etmek için büyük gayretler sarf ediyorlardi. Bu

bakimdan Osmanli Beyligi'nin ilk müessisi Osman Bey ve özellikle oglu Orhan,

Bizans'in gerek iç, gerekse dis durumunu yakindan takip ediyorlardi. Hatta bu

yüzden olsa gerek ki, ya basta bulunan idarecilere (hükümete) yardim etmek veya

partilerden birini rakiplerine karsi daha faal bir rol oynamak için desteklemeye

çalisiyorlardi. Osmanlilarin, Bizans Devleti'ni sadece Avrupa kitasina sürmüs

olmakla iktifa etmeyerek, orada da Osmanli Beyligi'nin menfaatlerini temine

ugrasmalari bunun içindir. Lakin bu ilk faaliyetlerden her zaman kat'i ve fiili

neticeler beklenmeyecegi de muhakkakti. Yani Osmanlilarin baskin yaptiklari

veyahut yardim maksadiyla girdikleri yerleri istilaya kalkismayarak evvela

kendilerine zemin hazirlayacaklari gayet tabii idi. Orhan Bey,henüz babasi Osman

Bey'e vekâlet ettigi tarihlerden itibaren, Trakya sahillerine birçok çikartmalar

yaptirarak bu havalinin vaziyetini iyi bir surette ögrenmisti.

Gerek Katalanlar, gerekse Latinlerle iyi

iliskileri olmayan ve Latinlerin Istanbul'u alip Bizans Imparatorunu Anadolu'ya

atmak için gösterdikleri çabalar yüzünden Bizans Imparatoru, Osmanlilara karsi

zaman zaman yumusak bir siyaset takib etme ihtiyacini duymustu. Hatta bu

ihtiyaç, onun Osmanlilar'dan yardim istemesine kadar variyordu. Bizans

Imparatoru Kantakuzenos'un sik sik Osmanlilarin yardimina ihtiyaç duymasi,

gelecekteki bu tür seferler için Bolayir yakinindaki Çimbi (Çimpe)'yi askerî bir

üs olarak Osmanlilara vermesine sebep oldu. Bu konu ile ilgili kaynaklar su

bilgileri vermektedir:

Damadi Orhan Bey'in verdigi kuvvetler

ile, sikisik bir durumdan kurtulmaya muvaffak olan Kantakuzenos, zaman zaman da

Papaya müracaat edip Haçli seferlerinin tertip edilmesini isterken, basi

sikistikça da Orhan Bey'e bas vurmaktan geri kalmiyordu. Nitekim 1349'da

Sirbistan krali Stefan Dusan, Selanik sehrini zapt etmek üzere iken

Kantakuzenos'un Orhan Bey'e müracaat ile temin ettigi ve Orhan Bey'in oglu

Süleyman Pasa idare ve komutasinda bulunan 20.000 kisilik Osmanli kuvveti, onun

lehine olmak üzere vaziyeti kurtarmisti. Bu sirada Bizans donanmasi ile birlikte

bir miktar Osmanli deniz kuvvetlerinin de harekata istirak ettigi görülür. Bu

hadiseden kisa bir müddet sonra Kantakuzenos ile imparatorluk ortagi olan V.

Ioannes arasinda mücadele alevlendigi zaman Orhan Bey, Cenevizliler ile birlikte

yine Kantakuzenos tarafini tutmus ve yardimci kuvvetlerini göndererek bir

taraftan Edirne'de kusatma altinda bulunan Kantakuzenos'un oglu Mateos'u

kurtarmis, öbür taraftan da 10.000 kisilik bir kuvvetle Dimetoka'da Sirp ve

Bulgarlara karsi mühim bir galibiyet elde etmisti. 1352 yilinda meydana gelen bu

hadisede Osmanli kuvvetlerine Süleyman Pasa komuta ediyordu. Süleyman Pasa, bu

vazifesini basari ile yapip Anadolu'ya dönerken, bir miktar askerini de

Kantakuzenos'un bu yardima karsilik olarak Gelibolu yarimadasinda vermis oldugu

Çimbi kalesinde birakmisti.

Böylece Osmanlilar, Bizans'taki taht ve

saltanat mücadelesine 1345'ten itibaren karismis, fakat buna karsilik hem

ileride kendi hesaplarina yapacaklari Rumeli fütuhati için tecrübe kazanmis, hem

de Rumeli yakasinda yerleserek bir hareket üssüne sahip olmus

bulunuyorlardi.

Gerçekten, Orhan Bey saltanatinin üçüncü

ve son devresi, 1353'ten itibaren Rumeli'ye yerlesmek seklinde basladi. Bu

yerlesme ve fütuhat, Kantakuzenos ile de ciddi anlasmazliklarin meydana

gelmesine yol açti. Zira Kantakuzenos, Osmanlilarin Avrupa mintikasina

yerlesmelerinin kendileri için ne kadar tehlikeli oldugunu anlamisti. 1354'te

Orhan Bey kuvvetlerinin Bolayir ve Tekirdagi'na kadar bütün Marmara kiyilarina

sahip olduklarini gördükten sonra buna mani olmayi düsünmüstü. Bu sebeple Orhan

Gazi'ye haber gönderip 10.000 altin karsiliginda Çimbi'yi satin almak istedigini

bu arada Türk kuvvetlerinin Gelibolu'yu terk ve tahliye etmelerini, Izmit'te

kendisi ile görüsmek arzu ettigini bildirdi. Buna karsilik Orhan Gazi,

imparatorun kendisine yardim karsiligi verdigi Çimbi'yi teklif geregince terk

edebilecegini, fakat Gelibolu'yu bizzat kendi kuvvetlerinin zapt etmis

olmasindan dolayi iade edemiyecegini ve hastaligi sebebiyle de kendisi ile

görüsemeyecegini bildirdi. Gerçekten Kantakuzenos Izmit'e kadar gelmis olmasina

ragmen Orhan Bey ile görüsemeden Istanbul'a döndü. Kantakuzenos bu durumda Sirp

ve Bulgarlarla birlikte olup Balkanlarin Osmanlilara karsi muhafaza ve müdafaa

edilmesi hususunda basarisiz bir tesebbüste bulundu. Kantakuzenos, bundan kisa

bir müddet sonra Bozcaada'daki hapishaneden, Venediklilerin yardimi ile kurtulup

gelen rakibi Ioannes'e saltanati birakmak zorunda kaldi. Bundan sonra bir

manastira çekilen Kontakuzenos damadi Orhan Bey ile olan bütün münasebetlerini

kesti.

Gelibolu yarimadasinin Osmanlilar

tarafindan feth edilmesi, Bizans'i alt üst etmisti. Kantakuzenos buna sebebiyet

vermekle itham edilmis, bu yüzden imparatorluk tahtindan da feragat edip bir

manastira çekilmek zorunda kalmisti.

Böylece, Osman Gazi'nin, oglu Orhan

tarafindan titizlikle takip edilen dahiyane projesi, gerçeklesmis oluyordu.

Artik, Ege ile Karadeniz'e hakim olan Marmara'nin bir iç deniz haline

getirilmesi an meselesiydi.

Süleyman Pasa, 1354'ten itibaren

Rumeli'de (Gelibolu) kendisi için yaptirdigi sarayda oturmaya basladi. Orhan

Bey, ogluna büyük bir selahiyet ve yetki vermisti. Bu arada Orhan Bey'in ikinci

oglu ve Süleyman Pasa'niri ana baba bir kardesi Murad Bey, Haci Ilbeyi, Lala

Sahin pasa, Evrenos Gazi, Gazi Fazil ve Ece Yakub Bey gibi degerli komutanlar,

Süleyman Pasa'nin kurmay heyetini teskil ediyorlardi.

1358 veya 1359 yilinda bir avi takib

ederken atindan düsüp kaza neticesi vefat eden Süleyman Pasa, o siralarda 43

yaslarinda bulunuyordu. Süleyman Pasa'nin vefati üzerine o siralarda 33 yasinda

bulunan kardesi Murad Bey, onun yerine tayin edildi. Böylece Murat Bey veliahd

da olmus oluyordu.

Gazi Siileyman Pasa'nin vefati üzerine

Rumeli'deki fütuhat harekatinda bir duraklama görüldüyse de bu durum Lala Sahin

Pasa, Haci Ilbeyi ve Evrenos Bey gibi dirayetli emirler tarafindan büyük bir

çözülmeye sebep olmadan ber taraf edildi.

Süleyman Pasa, feth ettigi yerlerde yerli

halka çok iyi davraniyordu. Onlara, Bizans idaresinden çok daha iyi imkânlar

hazirliyordu. Böylece halefi olan ve daha sonra Sultan I. Murad adini alacak o

büyük hükümdara fütuhatinin yollarini çizmis oluyordu. Süleyman Pasa, feth

ettigi Bolayir'daki türbesine defn edildi. Kendisinden asirlarca sonra gelecek

ve gerçekten büyük bir hükümdar olan Sultan II. Abdülhamid, bu mezari yeniden

yaptirmistir.

Süleyman Pasa'nin, Melik Nasir, Ismail ve

Ishak adinda üç oglu ile iki kizinin bulundugu belirtilmektedir. Ogullarindan

Melik Nasir denizde bogulmustur ki bu hadise Süleyman Pasa'nin sagliginda

olmalidir.

Büyük oglunun ölümü haberiyle son derece

sarsilan Orhan Bey, Bolayir'a gelip oglunun kabrini ziyaret eder. Fütuhati,

veliaht olan oglu Murad Bey'e emanet ettikten sonra Bursa'ya

döner.

Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki

misli büyüterek, teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Gazi, Mart 1362'de

vefat etti. Onun vefati esnasinda oglu Murad, Rumeli'de devletin esas

kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya fetihleri ile büyük ve hakli bir ün

kazandigindan baska, Bizans'a karsi yapilan savas ve fütuhat politikasini temsil

ettiginden, o dönem devlet islerinde büyük bir nüfuzu bulunan ahiler ile

gazilerin destegini alarak babasinin yerine tahta geçti.

Osmanlilarin, Gelibolu'ya yerlesmeleri,

Avrupa'nin dikkatini çekmisti. Bu hareket, Müslüman bir toplumun kendi

kitalarinda yerlesmesi tehlikesini gündeme getirmisse de Balkan devletlerinin

birbirleri ile ugrasmalari yüzünden o taraflarda bulunan Türkler için bir

tehlike arz etmiyordu. Bu bakimdan Osmanlilarin Balkan yarim adasina yayilma

düsüncesi, esas politikayi teskil ediyordu. Bununla beraber Sirp, Bulgar, Macar,

Bizans ve Venediklilerin birlikte müdahale etmeleri ihtimali göz önünde

bulundurularak derhal köklü bir yerlesme siyasetinin tatbikine baslandi. Bu

gayenin gerçeklesmesi için Anadolu'daki Osmanli arazisinden (Yani Karesi

taraflarindan) bir kisim yörükleri nakl edip yerlestirdiler. Bu konuda

Asikpasazâde, Süleyman Pasa'nin, babasi Orhan'dan oraya yerlestirilmek üzere

nüfus nakline dair olan arzusu hakkinda su bilgileri verir.

Atasi Orhan Gazi'ye haber gönderdi kim

devletlu himmetinle Rum eli feth olunmaga sebep olundu. Kâfirler gayet zebundur.

Imdi söyle malum ola kim bu taraftan feth olan hisarlara ve vilayetlere ehl-i

Islâm'dan çok âdem gerektir. Bu feth olunan hisarlar içine koymaya ve hem yarar

gaziler gönderin. Orhan Gazi dahi kabul etti. Vilayetine göçer Kara Arap evleri

gelmisti. Onlari Rum eline geçirdi. Bir nice zaman Gelibolu nevahisinde sakin

oldular. Orhan Gazi bununla da yetinmeyerek, feth edilen bu yerlerdeki

insanlardan askerî sinifa mensub olanlari da Anadolu'ya naklettirmisti. Nitekim

kaynagimiz bu konuya temasla söyle der:

Rumeli'ye yerlestirilen bu yörüklere

karsilik elde edilen yerlerin askerî sinifina mensub Rumlarini da ileride isyan

çikarabilir endisesiyle Balikesir ve havalisine nakl ettiler.

Anlasilan o ki Osmanlilar, Rumeli'ye

geçtikten sonra sadece askerî tedbirlerle buralarda kalamayacaklarini

biliyorlardi. Bunun için köklü bazi tedbirlere bas vurmak gerekiyordu. Bu

tedbirlerin basinda, yabanci unsurlarin bulundugu yerlerde o bölgenin siyasî ve

askerî emniyetini saglamak ve bos bulunan sahalari iskâna açmak için Anadolu'dan

Rumeli'ye Müslüman Türk unsurunun geçirilmesi geliyordu.

Biraz önce de temas edildigi gibi bu

sebeple Balikesir bölgesinde yasayan Türk asiretlerinden bir grup 1357 tarihinde

Rumeli'ye geçirildi. Bu grup önce Gelibolu bölgesine, sonra da Hayrabolu'ya

yerlestirildi. Ilk grubun geçmesinden sonra akillica yapilan propagandalar,

Anadolu'dan pe çok ailenin Rumeli'ye geçmesini sagladi. Bunlarin büyük bir

kismi, verimli topraklara yerlesip ziraatla mesgul olmaya basladi. Bir kismi ise

Gelibolu'nun kuzey bati taraflarina giderek begendikleri yerlere yerlestiler.

Bunlar, gerektigi zaman toplu olarak akinlara bile katildilar.

Osmanli kaynaklan, büyük ölçüde

birbirlerinden nakiller yapmak suretiyle Süleyman Pasa'nin, Çimbi kalesinin

karsisinda ve Anadolu sahillerinde bulunan Viranca Hisar'dan Rumeli sahiline

nasil adam geçirdiklerini ve o sahillerde nasil faaliyetlerde bulunduklarini

detayli bir sekilde anlatirlar. Asikpasazâde'nin verdigi bilgi, tarihî bir

malumat olarak bu konuda su ifadelere yer vermektedir:

Bir gün memleketi gezerken Aydincik'a

geldi. Temasa etmeye basladi. Bir garip binalar gördü. Biraz durdu. Hiç kimseye

söylemedi. Ece Beg derler bir aziz er vardi. Hayli bahadir olarak anilirdi.

Süleyman Pasa'ya:

Han'im düsünceye daldin dedi. Süleyman

Pasa: Bu denizi geçmeyi düsünüyorum, öyle geçsem ki kâfirin haberi olmaya

dedi. Ece Beg ve Gazi Fazil: Biz ikimiz geçelim, Han'im görsün dediler.

Süleyman Pasa: Nereden geçersiniz dedi. Dedtier ki Han'im! Burada bir yer var

ki yakindir. Geçecek yerlerdir. Gittiler. O yere vardilar ki orasi Görece'den

asagi deniz kenarinda Viranca Hisar'dir.

Çimbi'nin karsisinda Ece Beg ile Gazi

Fazil çabucak bir sal yaptilar. Bindiler, Çimbi Hisari'nin civarina çiktilar.

Baglarinin arasinda bir kâfir ele girdi. Getirdiler, sala koydular. Hemen

Süleyman Pasa'ya getirdiler.

Süleyman Pasa bu kâfire bir kaftan

giydirdi. Basina bir sapka verdi. Beline bir kusak ayagina da ayakkabi verdi.

Kâfiri donatti. Kâfire dedi ki:

Sizin hisarinizda yer var midir ki,

kâfirler duymadan içeri girelim. Kimse bizi görmesin? Kâfir Ben sizi söyle

ileteyim ki kimse görmeden sizi hisara koyayim dedi. Çabuk birkaç sal daha

yaptilar. Süleyman Paça yetmis-seksen yarar er aldi. Geceleyin geçtiler. Bu

kâfir, dogru Çimbi Hisari'nin bir ters dökecek yeri vardi. Bu müslümanlari oraya

götürdü. Hemen oradan hisara girdiler. Kâfirlerin de çogu disarda baglarinda ve

harmanlarindaydi. Zira o vakit, harman vakti idi. Elhasil hisari aldilar.

Kâfirlerini incitmediler. Belki kâfirlere dahi ihsanlar ettiler. Içinden bir kaç

taninmis kâfiri tuttular. Bu hisarin limaninda gemiler vardi. O gemilere

koydular. Karsida oturan askere gönderdiler. Velhasil o gün ikiyüz adam

geçirdiler.

Ece Beg, hisarin atlarina bindi. Bolayir

yaninda Akça Liman derler bir liman vardi, oradaki gemileri yakti. Oradan sürdü

yine hisarina geldi. Bu hisarin (Çimbi) limaninda olan gemileri sakladilar.

Durmadilar, adam geçirdiler. Elhasili askerlerin çogunu yanlarina getirdiler. Bu

kâfirlerden hiç kimseyi incitmediler, gönüllerini aldilar. Onlar da kendilerini

güvenlik içinde buldular. Kadinlarini da kendilerini de hos tuttular. Kâfirlerin

gemicilerini gemilere koydular. Kendileri baslarinda durdular. Daha hayli adam

geçirdiler. Bir iki gün içinde iki bin er geçirdiler. Bu kâfirler (Çimbi

kâfirleri) gaziler ile ittifak ettiler.

Yürüdüler. Bir gece Ayaslonca

(Ayasilonya) derler bir hisar vardi, onu dahi aldilar. Ehl-i Islâm elinde hisar

iki oldu. Bunun halkinin dahi gönlünü hos tuttular. Bu iki hisari

saglamlastirdilar. Hayli adamlar da Aydincik'tan gemi ile geldiler. Süleyman

Pasa Bu hisarlardan sipahi olan kâfirleri çikarin. Evleri ile Karesi iline

iletin ki, bunlardan sonunda bize bir kötülük gelmeye dedi. Öyle

yaptilar.

Bir iki ay bu hisarlari iyice

saglamlastirdalar. Durmadilar. Her yerden istegi olani

getirdiler.

Birgün, Gelibolu'nun kâfirleri bunlarin

üzerine gelmek için toplandi. Bunlar da hemen karsiladilar. Savas oldu,

kâfirleri kirdilar. Hisarin kapisini yaptirdilar. Yakub Ece'ye ve Gazi Fazil'a

yoldaslar verdiler. Bunlari Gelibolu'ya havale ettiler. Gece, gündüz bunlar

Gelibolu kâfirlerine huzur vermez oldular. Iskelesine dahi gemi birakmaz oldular

ki çika. Bu iki gaziye hayli yarar gaziler verdiler. Onlari Gelibolu ucuna

koydular. Bolayir'da oturdular.

Bu tarihî metinden anlasildigina göre

Osmanli, daha o dönemlerde bile müslüman olmayan ve hatta kendileri ile mücadele

eden bu insanlara karsi gerçek bir hosgörü ile muamele etmisti. Osmanlilarin,

hareket ve davranislarindaki basarinin sirrini bu anlayista aramak

gerekir.EDIRNE'NIN FETHI

Osmanli fethinden önce küçük bir sehir

olan ve günümüzde Kaleiçi denilen sinirla çevrili bölgeden ibaret olan Edirne,

Balkanlara geçip orada tutunmak ve hakimiyet kurmak için stratejik önemi haiz

olan bir sehirdi. Bizans Imparatorlugu'na bagli idi.

Süleyman Pasa'dan sonra Rumeli'nin ikinci

fatihi diyebilecegimiz Sultan I. Murad, bu sehrin askerî önemini anlamisti.

Bunun için de Edirne'yi feth etmeyi kendisine hedef olarak seçmisti. Ankara'nin

yeniden alinmasindan sonra artik sira Edirne'ye geliyordu.

Kaynaklardan büyük bir kisminin, Sultan

Murad'in, babasini müteakip Osmanli tahtina geçmesinden sonra feth edildigini

bildirdigi Edirne'nin zapti, Osmanlilarin Avrupa'ya kesin bir sekilde yerlesmeye

çalistiklarinin isareti idi.

Sultan Murad, Ankara'dan döndükten sonra

Trakya'ya geçip faaliyetlere baslar. Gerçi Osmanlilar, Imparator Kantakuzenos'a

defalarca yardima geldikleri zaman, gerek Edirne'nin, gerekse bütün bir bölgenin

ehemmiyetini anladiklari gibi ulasim ve stratejisini de anlamislardi. Bundan

dolayi Edirne'nin gerisini emniyet altinda bulundurmak ve Istanbul tarafindan

gelebilecek bir Bizans taarruzuna mani olmak için Tzurulon denilen ve daha önce

alinip sonradan elden çikmis bulunan Çorlu'nun alinmasi gerekiyordu. Buraya

hücum eden Osmanli birlikleri, kisa zamanda burayi tekrar alip surlarini

yiktilar. Buradan piskoposluk merkezi olan ve Arkadiopolis denilen Lüleburgaz'a

geçtiler. Burayi da kisa bir zamanda ele geçiren Osmanlilar, buranin surlarini

da yiktilar. Lüleburgaz'in zaptindan hemen sonra Anadolu'dan göçmenler nakl

edilerek buraya yerlestirildi. Bu, Büyük Selçuklularin Anadolu'daki yerlesme

siyasetlerinin bir benzeri idi. Böylece Osmanlilar'in Trakya'yi da

Islâmlastirmaya yönelik gerçek maksatlari ortaya çikmis

oluyordu.

Bizans tarihinden bahs eden Dukas, Sultan

Murad'in Trakya'daki faaliyetlerinden bahs ederken söyle der:

Ayni sene zarfinda, Türk basbugu Orhan

dahi vefat ederek, beyligini oglu Murad'a terk eyledi. Murad Bey, Trakya

sehirlerinden birçoklarini hükmü altina aldiktan sonra, Edirne'yi muhasara etti.

Selanik'ten baska bütün Tesalya kitasini zapt etti. Bu suretle Murad,

Bizanslilara ait tekmil yerleri ele geçirdikten sonra Trivalya (Tuna nehri ile

Bati Trakya arasinda kalan bölge)'ya geldi.

Görüldügü gibi Sultan Murad, Edirne yolu

üzerinde bulunan ve daha önce düsman eline geçmis olan Çorlu ile Lüleburgazi

aldiktan sonra Edirne üzerine yürüyüp orayi feth etti. Bu arada Bizans'in daha

önce geri almis oldugu Malkara, Kesan ve Ipsala, Gazi Evrenos Bey tarafindan

tekrar zapt edilip Osmanli idaresine katildi. Haci Ilbeyi ise Enez Körfezi

üzerinde ve Meriç'in batisinda bulunan Dedeagaci (Megri-Makri) kasaba ve

limanini aldi. Buradan da Kuzeye dogru Meriç'i takib etmek suretiyle Didimatihon

denilen Dimetoka'yi zapt etmisti.

Evrenos ve Haci Ilbeyi, yukarida

belirtilen yerleri elde ettikleri sirada bütün komutanlarin davetiyle Lüleburgaz

mevkiinde toplanan bir harp meclisinde, verilen karar üzerine beylerbeyi Lala

Sahin Pasa büyük bir kuvvetle Edirne üzerine sevk edildi. Bulgarlarin, Rumlara

yardim etmeleri ihtimaline karsi sag koldan Karadeniz sahiline dogru ilerleyen

bir kisim kuvvetler, Kirklareli'ni isgal; Serez ve Drama taraflarinda bulunan

Sirplarin da müdahale edebilecekleri düsünülerek sol kola memur edilmis olan

Evrenos kuvvetleri de Dimetoka'nin batisina dogru sevkedilerek savunma tertibati

alindi. Nihayet Babaeski ile Pinarhisar arasinda Sazlidere mevkiine kadar gelmis

olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapilan kesin bir meydan muharebesi sonunda

düsman bozuldu. Bunun sonucunda da Edirne zapt edildi (764 H. / 1363 M.).

Edirne'de bulunan Rum komutan ise Meriç nehrinin kabarmasindan istifade ile bir

gece, maiyetinin bir kismi ile bir kayiga atlayip Enez'e kadar inerek oradan da

Sirp ülkesine kaçmaya muvaffak oldu.

Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna

koyduktan sonra Beylerbeyi Lala Sahin Paça'yi burada birakarak kendisi

Dimetoka'ya gitti. Bir müddet için orasini kendisine karargah yapti. Orada bir

cami ile kendisine bir saray yaptirdi.

Sultan Murad, bununla yetinmeyerek

faaliyetlerine devam etti. O, Lala Sahin'i kuzeyde Filibe ve Zagra taraflarina

sevk ettigi gibi Evrenos Beyi de Bati Trakya'nin fethine (Gümülcine) memur etti.

Lala Sahin Pasa pirinç ziraatiyle meshur olan Filibe (Plovdiv)'i muhasara etti.

Bu kusatmaya dayanamayacagini anlayan kale muhafizi teslim olarak ailesiyle

birlikte Sirbistan'a gitti. Evrenos Bey de Gümülcine ile o havalide bazi yerleri

aldi. Edirne'den sonra Filibe'nin de alinmasiyla Bizans, Bulgar ve

Makedonya'daki Sirplarin birbirleri ile olan irtibatlari kesilmis oluyordu.

Böylece Bizans, tamamiyla Osmanlilarca çevrilmis bulunuyordu.

Dogu Trakya'da yayilmakta olan Müslüman

Türklerin bu yayilmasini önlemek için 1361 Temmuzunda Imparator Besinci Ioannis

ile Venedikliler arasinda bir antlasma yapilmissa da bir fayda temin edilemedi.

Çünkü Osmanlilar, mütemadiyen Anadolu'dan göçmen naklederek sahilleri de siki

sikiya ellerinde tuttuklarindan ayrica yerli halka karsi çok merhametli ve

âdilane bir idare tarzi uyguladiklarindan içerde de herhangi bir isyan

hareketine rastlanmiyordu. Bundan dolayi Bizans ile Venedikliler arasindaki

ittifaktan bir netice elde edilemedi. Bunun üzerine imparator 1364'te Osmanli

Devleti ile anlasarak mevcud vaziyeti kabule mecbur olmustu. Böylece Bizanslilar

açisindan Osmanlilarin eline geçmis bulunan yerlerin tekrar alinmasi ümidi de

ortadan kalkmisti. Çünkü Imparator, Osmanlilarin aldiklari yerleri ne kendisinin

ne de Sirplarin geri almak için bir tesebbüste bulunmayacaklarini garanti

ediyordu.

Edirne ve Dogu Trakya'nin fethi,

Osmanlilarin Avrupa'da kesin olarak yerlestiklerini gösteren bir hadisedir. Bu,

Anadolu Müslüman Türk tarihi için oldugu kadar Balkanlar ve buna bagli olarak

Avrupa için de bir dönüm noktasi olmustur. Zira Osmanlilar sayesinde Avrupa,

dinî müsamaha, insana saygi ve hukuka riayet gibi kavramlarla karsilasti ki,

bunlari daha önce pek bildigi ve uyguladigi söylenemez. Osmanli fütuhatinin

manevî sebep ve faktörlerinden bahsedilirken bu konuya daha detayli bir sekilde

temas edilecegini belirtmek gerekir.

Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki

misli büyüterek teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Bey, 1362 yilinda

vefat etti. Onun vefati esnasinda devletin sinirlari 95.000 km2'ye çikmisti.ORHAN BEY ve DEVLET

TESKILÂTI


Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti Orhan

gazi zamaninda kuruldu. Daha önce küçük bir beylik olan devlet, onun zamanindaki

fetihlerle gittikçe genisleyip büyümeye basladi. Bu genisleme duraksamadan devam

ettigi için yeni müesseseler ile desteklenmesi ve saglam temellere oturtulmasi

gerekiyordu. Bu bakimdan bu siyasî varlik ve birlige bir hayatiyet ve devamlilik

kazandirmak gerekiyordu ki bu da saglam ve temelli müesseselerin kurulmasi ile

mümkündü. Beylik, yavas yavas asiret usûl ve kaidelerinden az da olsa ayrilmak

ihtiyacini hissediyordu. Çünkü o ana kadar, daha önce karsilasmadigi farkli din,

kültür, irk ve medeniyetlere sahip insanlari sinirlari içinde barindirmaya

baslamisti. Bu da ortaya çikan yeni problemlere karsi zamanin ve sartlarin

gerektirdigi çözümleri bulmakla mümkündü. Bu hareket tarzi ,ona modern bir

devlet olma anlayisini saglamisti. Idare sahasinda, adalet, askerlik, vergi gibi

konularda yeni teskilâtlarin kurulmasi icapediyordu. Bu konularda ulema

sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Cendereli Kara Halil

Efendi büyük bir gayret ve faaliyet içinde idiler. Bu maksatla Orhan Bey'in

tahta geçisinin (cülûs) üçüncü yilinda bir gümüs sikke basildi. Bu parada

Osmanlilarin mensub olduklari Kayi boyu damgasi da bulunuyordu.

Bilindigi gibi para, ekonomik ve sosyal

hayatta önemli bir rol oynamaktadir. Keza o, bir devletin istiklâl (bagimsizlik)

alâmetlerindendir. Osmanlilarin ilk defa kullandigi para birimi akça idi. Burada

üzerinde durmamiz ve belirtmemiz gereken bir nokta da simdiye kadar ilk Osmanli

akçasinin Orhan Bey zamaninda basilmis olmasi meselesidir. Halbuki yeni

arastirmalar ilk Osmanli parasinin Osman Gazi döneminde basilmis oldugunu

göstermektedir. Bununla beraber bu paranin nerede ve hangi tarihlerde basildigi

belli degildir.

Orhan Bey, idareciligi bakimindan tam bir

devlet kurucusu idi. Bütün tarih ve kaynaklar, onun Osmanli Beyligi'ni hakiki

bir devlet haline getirdiginde müttefiktirler. Orhan Bey, ilk devlet

teskilâtinda Anadolu Selçuklulari ile Ilhanlilari örnek almis ve buna göre bir

hükümet teskilati vücuda getirmisti. Bunun esas temeli ise merkezdeki Divân

idi. Henüz bey ünvanini tasiyan hükümdar bu divana baskanlik yapmaktaydi.

Divâna, hükümet reisi durumunda bulunan ve ilk dönemlerde ilmiye sinifindan

gelmesi mutad olan vezirin de icabinda baskanlik ettigi olurdu. Orhan Bey devri

ilk vezirinin Ramazan 723 (Eylül 1323) tarihli ve Orhan Bey zevcelerinden

Asporça Hatun vakfiyesinden anlasildigina göre Haci Kemaleddin oglu Alaeddin

Pasa (öl. 1340) adinda ilmiye sinifindan belki ahi ricalinden bir zat oldugu

ve bunun isim benzerligi yüzünden Orhan Bey'in küçük kardesi Alaeddin Bey ile

karistirildigi görülmektedir. Ikinci veziri Ahi Mahmud oglu Nizameddin Ahmed

Pasa idi.

Sehir, kasaba ve kazalarin idaresinde

ise, Osman Bey zamanindan itibaren elde edilen yerler, buralari feth eden

beylere verilmek suretiyle dogrudan dogruya asiretin ileri gelen ve birer askerî

komutani durumunda bulunan kimselerce kullaniliyordu. Baska bir ifade ile Orhan

Bey'in kurdugu bu sistem, Selçuklu divân dairesi ile çevrelerindekinin aynisi

idi. Mesela Eskisehir, Bilecik, Iznik, Karacahisar, Inönü, Izmit, Yenisehir,

Bursa gibi sehirler, hep birer kaza teskil ediyorlardi. Bu sebepten oralarda bir

kadi ve subasi bulunuyordu.

Orhan Bey, Osmanli Beyligi'nde muntazam

bir devlet teskilati meydana getirdigi sirada bütün timarlilari belli birlikler

halinde bazi kumanda kademelerine bagladi. O dönem Osmanli ordusunun en mühim

unsurunu teskil eden bu birlikler, bilhassa asiretlerden, hizmetleri

karsiliginda kendilerine timarlar verilmek üzere genellikle toplu bir halde

vazifeye alinan sipahilerdi. Bunlarin ileri gelenleri, kendi boy ve

oymaklarindan topladiklari adamlari ile beraber, seferde vazife aliyorlardi.

Gaza ve fetihten sonra bu gazilere baslangiçta timar (dirlik) verildigi gibi

onlari idare edenlere de daha yüksek bir timar tahsis ediliyordu. Tamami atli

olan bu timarlar, bir alay haline konularak baslarina en büyük timar sahibi olan

kimse alay beyi tayin ediliyordu. Her kazanin timarlilari birer çeribasi

idaresinde idiler. Orhan Bey devletinin dayandigi ikinci sinif askerî kuvvet

yaya ve müsellem teskilâti idi. Bu askerî teskilâtin ortaya çikmasi zaruret

halini almisti. Çünkü her zaman, vaktinde sefere gelemeyen veya uzun süre devam

eden kusatma hizmetlerinde kalamadiklarindan dolayi basarilari mahdud olan

asiret sipahilerinin yerine, devamli bir askerî birligin kurulmasi gerekiyordu.

Ancak bu sayede, Orhan Bey zamaninda, sinirlari bir hayli genisleyen beyligin

her tarafina zamaninda ulasilabilecekti.

Osmanli Beyligi'nin ilk mühim fethi olan

ve hem yeni hem de kuvvetli bir siyasî varligi ortaya koyma yolunda belki en

önemli adim, Orhan Bey'in Bursa'yi aldiktan sonra burada kurdugu ve kendisinden

sonra gelen haleflerinin de izinde yürüyerek devam ettirdikleri tesislerin, bu

sehirde büyük bir Müslüman Türk nüfusunun toplanmasina sebep olmasi gerçegi idi.

O, isin hemen basinda kilise ve manastirlari cami ve medreseye çevirmek

suretiyle ilk ihtiyaçlari karsilamis oluyordu. Burada birçok da vakif tesis

etti.

Orhan Gazi, feth ettigi ülkelerde

tebeasina karsi adaletle uyguladigi siyasete çok dikkat ediyordu. O, devletin

temellerini babasindan tevarüs ettigi adalet anlayisi üzerine kurmustu. Bu

sebepledir ki tebeasi arasinda herhangi bir ayirim yapmadan herkese gerektigi

sekilde muamelede bulunuyordu. Bununla beraber o, kendi toplumunun faydasina

olan her konuda öncülük ediyordu. Bu bakimdan zapt ettigi yerlerdeki kiliseleri

mescid ve medreselere çevirmekle yetinmemisti. Vakiflar kurmak suretiyle bu

öncülügünü sosyal alanda da göstermisti. Nitekim Bursa'da yoksullar evi yaptirip

fakirleri doyurmak için mallar vakfeder. Yoksullar evinde bilgin ve hafizlara da

maas baglar. Daha önceki Müslüman devletlerde de varligina sahid oldugumuz

imâret müessesesinin Osmanlilar'daki ilk müessesi Orhan Bey'dir. O, Iznik'in

Yenisehir kapisinda bir imâret kurar. Bu imâretin seyhligini, dedesi Edebali'nin

müridi olan Haci Hasan'a verir. Orhan Gazi bu ilk imâretin açilis merasiminde

bizzat kendisi hizmet eder. Fakirlere çorba dagitir, aksam olunca da imâretin

kandillerini, yine bizzat kendisi yakar.

Bilindigi gibi toplumun egitim ve kültür

hayatinin gelismesinde önemli derecede rolü bulunan müesseselerden biri de

medreselerdir. Iste burada da ilk defa Orhan Gazi'nin faaliyete geçtigini ve ilk

Osmanli medresesini 731 (M. 1330) yilinda Iznik'te kurdugunu görüyoruz. Yine

onun 1335 yilinda Bursa'da kurmus oldugu medrese zamanla Iznik medresesini

gölgede birakmis ve devrin yüksek tahsil müessesesi haline gelmistir. O, ilim ve

ilim adamlarina saygida kusur etmezdi. Onlari takdir etmekte mahirdi. Ilk

zamanlarinda kendisini Iznik'te ziyaret etmis olan Magribli (Fas) seyyah Ibn

Batûta, Orhan Gazi'den sitayiskâr bir sekilde bahs eder. Onun, Türkmen

meliklerinin büyügü oldugunu söylemekle kalmaz, onun yaninda gördügü ikramlari

ve onun ülkesini nasil dolastigini açik bir sekilde anlatir.

Orhan Bey'in, Süleyman Pasa, Sultan

Murad, Ibrahim, Halil ve Kasim adlarinda ogullari olmustu. 1362'de vefat ettigi

zaman Murad, Ibrahim ve Halil hayatta idiler. Orhan Bey, Kantakuzenos'un kizi

olan esi Theodora'dan dogan oglu Halil'i çok seviyordu. Ibrahim'in annesinin ise

imparator III. Andronikos'un kizi Asporça Hatun oldugu ve Orhan Bey'in bu

zevcesinden Fatma adinda bir kizinin da bulundugu sanilmaktadir. Bu sekilde

Orhan Bey, hem Kantakuzenos'un kizini almis, hem de Paleolog hanedanina damat

olmus demekti. Süleyman Pasa ile Murad Bey ise Yarhisar tekfurunun kizi olan

Nilüfer Hatun adindaki ilk zevcesinden idi.

Kaynak: Osmanli tarihi

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


ORHAN GAZI DÖNEMI

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler ORHAN GAZI DÖNEMI Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Dedesi Ertugrul Gazi'nin vefat ettigi 680 (1281-1282) senesinde dünyaya gelen Orhan Bey'i, 1324 yilindan itibaren hükümdar kabul etmek mümkündür. Tahta cülûsu esnasinda bir sehzadesi dünyaya gelen Orhan Bey'in bu ogluna, kutlu ve mübarek olmasi için Murad adi verilir. Tahti, kardesine ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 10:26 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.