Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| ORHAN GAZI DÖNEMI Dedesi Ertugrul Gazi'nin vefat ettigi 680
(1281-1282) senesinde dünyaya gelen Orhan Bey'i, 1324 yilindan itibaren hükümdar
kabul etmek mümkündür. Tahta cülûsu esnasinda bir sehzadesi dünyaya gelen Orhan
Bey'in bu ogluna, kutlu ve mübarek olmasi için Murad adi verilir.
Tahti, kardesine teklif edip ondan
feragat edebilecegini söyleyecek kadar özverili bir kimse olan Orhan'in bu
teklifi, Alaeddin Ali tarafindan geri çevrilir. Zira Alaeddin Ali, tahtin
kendisine daha layik oldugunu, bu sebeple onun bey, kendisinin de ona yardimci
olarak kalmasini istemisti.
Çevresindeki ulema, gazi ve silah
arkadaslari tarafindan oy birligi ile reislige getirilen Orhan, Sükrullah'in
ifadesine göre güzel yüzlü, begenilir özlü ve herkese karsi eli açik cömert
birisi idi. Savas gününde de sanki Sâm veya Nerimandi. Okundan kaza, kilicindan
ölüm ders alirdi. Mü'mine rahmet, kâfire zahmetti. Gerek siyaset, gerekse
savasta tükenmeyen bir enerji ve ustaliga sahip bir hükümdardi. Gerçekten,
babasi gibi güçlü ve büyük bir hükümdar oldugunu isbatlayan Orhan, tahta çikar
çikmaz topraklarini genisletmek ve tebeasinin varligini çogaltmak için fetihlere
basladi. Aslinda, onun askerî yeteneklerinin üstünlügünü gören babasi, daha
ölümünden önce onun kendi yerine geçmesini istemisti. Bununla beraber o, yine de
tahti kardesine teklif etmekten çekinmemisti.
Osmanli Devleti'nin kurulus yillarinda
zeka, cesaret, güvenirlilik ve taktikleri uygulama bakimindan fevkalade bir
sahsiyet olan Orhan Bey'in özellikleri (hilye, fizikî yapi) hakkinda su bilgiler
verilmektedir: Bursa kalesinin fatihi Ebu'l-guzat Sultan Orhan, uzunboylu, ak
benizli, ela gözlü, koç burunlu, genis gögüslü, iri yapili, heybetli ve vakur
bir padisah idi. Ancak yumusak huylu olup kimseyi incitmez, kimsenin hatirini
kirmazdi. Güler yüzlü, tatli sözlü idi. Bünyesi kuvvetli, sakal ve biyigi sik
olup parlakti. Sag kulaginin altinda bir ben vardi ki, bu bir güzellik alâmeti
olarak kabul ediliyordu.
Babasinin kendisine 16.000 km2 olarak biraktigi yeni beyligin basina geçtigi zaman,
beyliginin yayilip gelisecegi çevrede irili ufakli bir çok devlet vardi.
Gerçekten bu dönemde Anadolu'da Karaman, Germiyan, Saruhan, Aydin, Karasi,
Mentese, Çandarogullari gibi Türk beyliklerinden baska Amasra'da Cenevizliler,
Trabzon'da Komnenoslar, Marmara ve Ege'de Bizanslilar, Ak Deniz adalarinda
Cenevizliler ile Venedikliler bulunuyordu.
Tarihî olay ve bunlardan bahs eden
kaynaklarin belirttigine göre bu yeni devletin siyasî anlayis ve hareketinde,
Müslüman Türk beyliklerinden önce, Türk ve Müslüman olmayan unsurlarin tasfiye
edilme isteginin agirlik kazandigi anlasilmaktadir.
1324 Subat'indan baslayip 1362 Mart'ina
kadar devam eden Orhan Bey'in idaresi, 38 yil sürmüstür. Tarihin bu zaman
dilimi, fetih ve idarî müesseselerin kurulup yerlestirilmesi ile geçer.
Devletin, Ilhanlilarin etkisinden çikarak tamamen bagimsiz hale gelmesi de yine
bu hükümdar döneminde olmustur. dinamik, faal ve cesur bir kuvvetin basinda,
mahirâne bir strateji takib ederek çevresindekilerle münasebetlerini devam
ettirip gelistiren Orhan Gazi, ileride de görülecegi gibi bu iliskilerinde
hasimlarina karsi bile âdil davranan, onlarin kisiliklerini rencide etmeyen ve
kisilik haklarina riayet eden bir davranis içinde
olmustur.ORHAN GAZI DONEMI
FETIHLERI
Babasinin, kendisine biraktigi vatan
topragini dinamik ve faal kadrosu ile kisa zamanda birkaç katina çikaran Orhan
Bey, fetih hareketlerine daha babasi hayatta iken baslamisti. 1320 yilindan
itibaren faal siyasî hayattan çekildigi anlasilan Osman Bey'in yerini, oglu
Orhan'in aldigi görülmektedir.BURSA'NIN FETHI
Osmanli Devleti'nin ilk baskentlerinden
biri olmasi hasebiyle Bursa, devletin, idarî, siyasî, dinî, ilmî, kültürel,
sosyal ve ekonomik hayatinda önemli derecede rol oynayan bir merkezdi. Çok daha
sonralari gelecek olan Keçecizâde Fuad Pasa'nin Bursa Osmanlinin dibacesidir
sözü, Bursa'nin Osmanli tarihinde oynadigi role isaret
etmektedir.
Kurulusu, milattan önceki yillara dayanan
Bursa, daha sonra Romalilarin eline geçer. Roma'nin Dogu ve Bati olmak üzere
ikiye bölünmesinden sonra çevresi ile birlikte Dogu Roma Imparatorlugunun
(Bizansin) idaresinde kalmistir.
Osmanli Devleti'nin kurucusu olan Osman
Bey'in siyasi faaliyetlerinden bahsedilirken isaret edildigi gibi Osman Bey,
Bursa'yi kusatma altina almis fakat fethine muvaffak olamamisti. Bununla beraber
Bursa'ya Bizans'tan gelecek yardima mani olmak için, sehrin yakinlarina iki kale
yaptirmis, bunlardan birine Ak Timur'u, digerine de Balabancik'i muhafiz olarak
tayin etmisti. Böylece Osman Bey, Bursa'ya disardan gelebilecek yardim yollarini
denetim altina almis oluyordu. Bu sebeple 1315 yilindan iti. baren Bursa,
Osmanlilar tarafindan çevresinde insa edilen kaleler vasitasiyle bir mânâda
muhasara altina alinmis oluyordu.
Orhan Bey, 1326 yilinda büyük bir
kuvvetle Bursa üzerine yürür.
Âsikpasazâde ve Nesrî gibi kaynaklar,
Osman Gazi'nin, Bursa'nin fethinden önce oglu Orhan'a:
Ogul, sen önce Adranps (Orhaneli)'a git
ki, o kâfirin babasi Dinboz gazasinda benim Bay Koca'min düsmesine sebep oldu.
diyerek onu Gazi Mihal (Köse Mihal), Turgut Alp, Seyh Mahmud ve Edebali'nin
kardesi oglu Ahi Hasan'la gönderdi. Orhan Bey, bu tecrübeli komutanlarla
görüserek Bursa'nin güneyinde ve bir bakima Bursa'nin anahtari durumunda olan
Adranos kalesini alip yiktirir. Orhan Bey'in gelisinden önce kaleyi bosaltip
Elete dagina çikmis olan halk ve kale beyi, Orhan'a itaatini bildirirler. Bunun
üzerine tekrar yerlerine iade edilen halka karsi Orhan Bey, insaf ölçülerini
asmayacak derecede merhamet ve hosgörülü bir sekilde davranir.
Bundan sonra Bursa önlerine gelen Orhan
Gazi, Pinarbasi mevkiinde karargahini kurup kaleyi kusatir. Bizans'tan beklenen
yardimin gelmeyecegini anlayan ve kaleyi kurtarmaktan da ümidini kesen kale
beyi, Gazi Mihal Bey vasitasiyle ve bazi sartlarla Bursa'yi teslim edecegini
bildirdiginden 2 Cemayizelevvel 727 (6 nisan 1326) tarihinde Bursa Osmanlilara
teslim edilir. Kale muhafizi olan Evrenos da Müslüman olarak Osmanlilarin
hizmetine girer. Orhan Bey, burayi aldiktan sonra babasinin na'sini buraya
getirterek sonradan Gümüslü Künbed diye meshur olan yere defn
ettirir.
Gerek strateji, gerekse psikolojik
bakimdan Osmanlilar için büyük bir mânâ ve ehemmiyet ifade eden Bursa'nin
fethini küçük bir hadise olarak göstermeye çalisan Gibbons, bunu özellikle
Istanbul'daki iç çekismelere ve halkin maddî sikinti içinde bulunmasina baglar.
Bu arada Bursa'nin fethinden sonra Evrenos Bey'in müslüman oldugunu, birçok
kimsenin de ona uyarak yeni fatihlerin (Osmanlilarin) dinini kabul ettigini de
belirtir. Böylece kurulus dönemindeki Osmanli Beyligi'nin gücünü ve
çevrelerindeki insanlar üzerinde meydana getirdikleri olumlu havaya da isaret
eder.
Bursa'nin fethinden sonra, Orhan Gazi
için ele geçirilmesi gereken hedef artik Iznik olmustur. Marmara havzasinda bir
sanayi sehri olan Iznik, o dönemlerde Bursa'dan daha mühim bir sehir olma
özelligine sahipti. Burasi Bizans'in, Anadolu'daki en büyük sehirlerinden biri
olmakla kalmiyor, ayni zamanda hiristiyanlik için dinî bir merkez olma
hüviyetini de tasiyordu. Nitekim miladî takvimin 325. senesinde Büyük Kostantin
tarafindan günümüz hiristiyanliginin akidelerinin tesbitinde rol oynayan en
mühim konsil burada toplanmisti. 1074 yilindan Birinci Haçli Seferi (1097) ne
kadar Anadolu Selçuklu Devleti'ne baskentlik eden Iznik, belirtilen tarihten
itibaren Bizanslilarin elinde idi. Hatta 1204 yilindan 1261 yilina kadar da
Bizans Imparatorlugu'nun merkezi olmustu. Bundan baska Iznik, Kocaeli yarimadasi
bakimindan stratejik önemi haiz olan önemli bir sehirdir.
Bursa'nin zaptindan sonra Osmanli
Beyligi'nin merkezi buraya nakl edilmistir. Yeni hükümdar burayi yeni binalarla
süslemisti. Insa edilen dinî ve sosyal eserlerle sehir, Müslüman Türk sehri olma
hüviyetini kazanip yeni bir çehreye büründü. Orhan Bey, daha isin basinda eski
kiliseleri mescid ve medreselere çevirdi. Bursa'da fakir ve yoksullari doyurmak
için imâret yaptirip onlara vakiflar tahsis eyledi. Buradaki bilgin ve hafizlara
da maas bagladi.PELEKANON MUHAREBESI VE IZNIK'IN
FETHI
Gerek Osmanli, gerekse Yakin Sark tarihi
bakimindan mühim bir hadise olan Pelekanon muharebesi, VI. Mirmiroglu'nun isaret
ettigi gibi Osmanli tarihçileri tarafindan üzerinde fazla durulmayan veya
kendisinden yeterince bahsedilmeyen bir muharebedir. O, bu konuda söyle
demektedir:
Osman Bey, Vatheos (Koyun Hisari)
civarinda 27 Temmuz 1302 tarihinde Bizans askerlerini maglub ederek emâretini
(beyligini) etrafa tanitmis oldugu gibi, oglu Orhan Bey dahi Bizans askerlerini
maglub ederek Pelekanon muharebesini kazanmis ve bu sayede Britinya'nin en güzel
yerlerini ve en büyük sehirlerini zapta muvaffak olmustur. Bu sebepten nasi
Pelekanon muharebesi Yakin Sark (Yakin Dogu) tarihi için mühim bir merhale
teskil etmektedir.
Istanbul'un fethinden 124 yil evvel vaki
olan bu muharebede Osmanli askerleri, Bizans askerlerini payitahtlarinin
yakinlarinda* maglub ve perisan, imparatorlarini
yaralayip kaçmaya mecbur ettiklerinden dolayi, Osmanlilar Anadolu'daki Türkmen
beylikleri arasinda mümtaz bir mevki almis olduklari halde maalesef Osmanli
tarihçileri bu muharebe için ya bir sey yazmiyorlar veya pek az malumat
veriyorlar.
Daha önce de temas edildigi gibi Orhan
Bey, Bursa'nin fethinden sonra bütün dikkatlerini Iznik üzerinde toplamisti.
Iznik'in Osmanlilar tarafindan ele geçmesi, Bizans'in Marmara havzasindaki en
kuvvetli dayanaklarindan birisini kayb etmesi demekti. Gerçekten de Türklerin,
Kocaeli yarimadasindaki kaleleri alarak yavas yavas Bogaza dogru ilerlemeleri,
Bizans Imparatorlugunu telasa düsürüyordu. Hem zapt edilen kaleleri geri almak,
hem de uzun zamandan beri muhasara altinda bulunan Iznik'i kurtarmak için bizans
Imparatoru III. Andronikos (1328-1341) gizlice hazirliklara
baslar.
Andronikos, planini uygulamaya, Karasi
emiri ve Bulgarlarla bir baris antlasmasi yaparak baslar. Ayni maksatla Kizikos
(Kapidagi Yarimadasi)'a geçer. Süphe uyandirmamak için de Artaki (Erdek)'te
bulunan Hz. Meryem'in mukaddes Ikonunu (tasvirini) ziyareti bir vesile olarak
gösteriyordu. Bütün bunlar, Orhan Bey'i hazirliksiz olarak yakalamak içindi.
Erdek'ten Biga'ya gelen Imparator, burada Karasi Beyi Demir Han ile bir
saldirmazlik antlasmasi imzalar. Daha önce de benzer bir muahedeyi Bulgar krali
III. Mihal ile yapmisti. Bu sekilde siyasî bir basari kazanmis görünen
Imparator, Osmanlilara karsi sefere hazirlandi. Bu sebeple 1329 senesinin Mayis
ayinda mümkün oldugu kadar sür'atle Trakya'dan iki bin civarinda asker getirtip
Istanbul ve çevresinde bulunan mevcut askerlere katar. Bu askerlerle Anadolu
yakasinda bulunan Üsküdar'a geçer. Bunu haber alan Orhan Bey, Iznik
muhasarasinda bir miktar asker birakarak sekiz bin kisilik ordusunun basinda
Pelekanon** denen mevkide Imparatorun
komutasindaki Bizans ordusu ile meydan muharebesine girisir. Böylece, Osmanli
tarihinin ilk mühim meydan savasi baslamis oldu. Gün boyu deva eden muharebe,
aksama kadar sürmüstü. Gece muharebeye devamin tehlikeli oldugunu gören
Imparator, ordugahina döner. Bu sirada vaziyeti fark eden Orhan Bey, firsati
kaçirmayarak siddetli bir taarruza geçer. Bu ani taarruz, Bizans ordusunda büyük
bir panik havasinin yasanmasina sebep olur. Yaralanan Imparator, deniz yolu ile
zorlukla Istanbul'a ulasir. Bu muharebede Orhan'in kardesi Pazarlu Bey de
komutan olarak bulunmustu.
Orhan Bey, Pelekanon zaferinden sonra
tekrar Iznik üzerine döner. Artik Bizans'tan herhangi bir yardim imkâninin
olamayacagini anlayan Iznik Rum Beyi, bazi sartlarla teslim olur. Bursa'nin
zaptindan sonra halka gösterilen yumusaklik ve müsamaha ile teslim sartlarina
riayet edilmis olmasi, Iznik'in tesliminde de gösterildi. Sehir ve kaleyi teslim
alan Orhan Bey, halktan, isteyenlerin esyasi ile birlikte gitmesine müsaade
etti. Hatta bu müsamahakârlik ve müsamahada o kadar ileri gitti ki, Iznik
halkindan isteyenlerin kendi tebeasi olma ve sadece cizye vermek sartiyle kendi
örf, âdet ve geleneklerini muhafaza edebileceklerini ilân etti. Bunun üzerine
halkin büyük bir kismi Iznik'te kalmaya karar verdi. Fakat Rum Beyi, deniz yolu
ile Istanbul'a gitti. Iznik, Orhan Bey'e kapilarini açtiktan sonra çevresindeki
bazi yerler de alinmisi. Iznik, bölge itibariyle harb sahasina yakin olmasindan
dolayi geçici bir müddet için beylik merkezi haline getirildi.
Iznik kusatmasi esnasinda kalede bulunan
Rum muhafizlari ile halktan gerek muharebede, gerekse açlik, hastalik, vs. gibi
sebepler yüzünden ölen erkeklerin dul kalmis olan kadinlari, Iznik'te bulunan
Orhan Bey'e basvurarak kendilerine bakacak kimselerinin bulunmadigini
söylemislerdi. Bunun üzerine Orhan Bey, askerlerden arzu edenlerin bu kadinlari
nikahla alabileceklerini ve bunlarla evlenenlerin Iznik muhafazasinda
birakilacaklarini açikladi. Böylece, kimsesiz kalan kadinlarin evlenmesini
saglayarak bu sosyal problemi de ortadan kaldirmisti.
Iznik'in 1330 yilinda feth edilmesi,
Avrupa'da büyük bir hadise olarak yankilandi. Bu fetih, Bizans için de büyük bir
ümitsizlik sebebi oldu. Hele buradaki Ayasofya Kilisesinin camie çevrildigi
haberi, büsbütün bir teessüre sebep olmustu.
Biraz sonra temas edilecegi gibi Orhan
Gazi, Iznik'i feth ettikten sonra orada pek çok eser meydana getirdi. Halka
karsi büyük bir sefkat ve merhamet örnegi gösteren Orhan Bey, halktan
isteyenlerin bütün esyasi ile birlikte sehri terk edebilecegini söylemisti.
Fakat halk, Orhan Gazi'nin idare ve adaletine meftun olmustu. Bu yüzden çok az
kimse sehri terk etti. Hammer bu olayi su ifadelerle nakl eder:
Iznik muhafizlarinin pek azi bu
serbestiden istifade ederek tekfurla birlikte gittiler. Idarecilerin
haksizligindan dolayi me'yus olmus ve Hiristiyan imparatordan ziyade Orhan'in
müsamahasindan ümitvar olmus olan digerleri, sehir halki ile birlikte galibi
(Orhan Gazi'yi) karsilamaya çiktilar. Padisah, Yenisehir kapisindan sehrin
güneyine girdi. Orhan'in buradaki davranisi, yüce gönüllü ve zafer haklarini
akilli bir siyaset ugruna gözden çikarmasini bilen bir hükümdarin hareketi oldu.
Böylece hesaplari da bekledigi sonucu verdi.
Göründügü kadari ile Orhan Bey'in hareket
ve bu harekete yön veren anlayisi, onun böyle bir siyaset uygulamasina sebep
olmustu. Nitekim, Orhan Gazi'nin, kocalari ölen veya kimsesiz kalan dul
kadinlari gazilerle ser'î nikah üzere evlendirmesi bu anlayisin bir sonucudur.
Osmanli tarihleri de devrin anlayis ve dili ile bu hadiseyi asagidaki ifadelerle
nakl ederler:
Sonra güzel yüzlü kadinlar geldiler.
Orhan: Bu kadinlar nedir? diye sorunca kendisine:
Sultanim, bunlarin erlerinin kimisi
açliktan, kimisi de savasta kirilmistir. Yüksek evlerde de bos kalmislardir.
dediler. Bunun üzerine Orhan, gazilere bunlari ser'î nikahla almalarini buyurdu.
Gaziler, bunun üzerine bu kadinlarla evlendiler. Hazir ev, hazir avrat buldular,
geçip saray gibi evlerde oturuverdiler.
Görüldügü gibi kadinlarin ser'î nikahla
alinmasi, onlara normal bir vatandas muamelesinin yapilmasi demekti. Böylece
Orhan, onlari esir veya cariye durumuna düsürmekten kurtarmis oluyordu. Halbuki
galib olan Orhan ve Osmanli idaresi, onlara karsi istedigi sekilde muamele
yapmakta serbest idi. Bu sekildeki bir hareketine de mani olabilecek bir güç
mevcut degildi. Hammer ise Orhan Gazi'nin tamamen insanî olan ve hatta yirmi
birinci asra girmek üzere oldugumuz su günümüzde bile uygulanamayan bu insanî
muameleye kendi açisindan farkli bir sekilde bakmaktadir. Ona göre Orhan,
Iznik'in kendiliginden teslim olmasindan dolayi bol ganimetlerden yoksun kalan
silah arkadaslarina mükâfati unutmamistir. Söz gelimi, uzun bir kusatmanin,
alisilmis sayilabilecek veba ve kitligin tesiri ile baba ve anneden,
kocalarindan yoksun kalan ve yari yikik saraylarinda oturan Rum kadin ve
kizlarini onlara bölüstürdü. Böylece, ordusunun subaylarina bu yapilarin
mirasçilari ile evlenmelerine izin vermekle bu ihtisamli konutlarin yeniden
senlenmelerine yol açilmis oldu.
Kaynaklarin verdigi bilgilerden
anlasildigi kadari ile Orhan Gazi, Iznik'i feth ettikten sonra derhal sehre bir
Müslüman Türk hüviyeti kazandirmak için faaliyetlere girisir. Bu sebeple büyük
bir kiliseyi Cuma mescidi haline getirir. Orhan, umuma ait binalari kitâbe ve
güzel sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Dogu'nun eski bir gelenegine uyan ilk
Osmanli padisahidir. Onun, sultanlik günlerinden baslayarak bütün camiler,
medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler Osmanli ülkesinin hemen
her târafinda yaptiranlarin (bânilerinin) adlarini ve yapilis tarihlerini
seyyahlara göstermektedirler. Bu âbide (anit)ler üzerinde çogu zaman Kur'an'dan
alinmis tasvir, tesbih ve benzetme bulunan âyetler okunur. Orhan Gazi, Iznik'te
bir manastiri da medreseye (yüksek okul = fakülte) çevirdi. Medresenin
müderrisligini (profesör) Davud Kayserî denilen birine verdi. Konya'da Mevlânâ
Siraceddin Konevî'nin ögrencisi olan Taceddin el-Kürdî, bu medresede, Davud
Kayserî'ye halef olmustu. Taceddin'in ölümünden sonra da Alaeddin Esved, daha
çok yaygin olan adi ile Kara Hoca o göreve atanmistir.
Orhan Gazi'nin Iznik'te bulunan ve bazi
kaynaklarda bir manastirdan çevrilmis oldugu belirtilen medresesinin, kilise
veya manastirdan degil, bizzat kendisi tarafindan insa ettirildigi Mecdî gibi
bazi kaynaklarda belirtilmektedir. Mecdî, Seyh Davud Kayserî'nin biyografisinden
bahs ederken Orhan Han Gazi Hazretleri, Iznik nâm kasabada bir medrese-i ulya
peyda edüp seyh hazretlerine tayin eyledi diyerek Osmanli Devleti'nin bu ilk
medresesinin bizzat Orhan Gazi tarafindan yaptirildigini anlatir. Ayrica Osmanli
dönemi ilk medreseleri üzerinde arastirma yapan Mustafa Bilge de Orhan Gazi
vakfiyesinden yola çikarak ayni kanaatte oldugunu söyle ifade
eder:
Bu medresenin, Nesrî ve diger bazi
kaynaklarda belirtildigi sekilde Iznik'te bulunan manastir veya kiliselerden
çevrilmis olmayip insa edilmis oldugunu belirten en kuvvetli delil, elimizde
bulunan vakfiyedir. Orhan Gazi, Iznik'teki medresesini yaptiktan sonra tanzim
ettigi ve Molla Hüsrev tarafindan 841 H./1437 M. 'de tescil edilen vakfiye
suretinde, medresenin bina edildigi ve Hayreddin Pasa Camii'nin yaninda oldugu
açikça belirtilmektedir. Sultan Orhan, bu medreseye sahibi bulundugu Kozluca
köyünün gelirlerini sahih ve seriata uygun bir sekilde vakf etmistir. Gerçekten
çok daha sonraki tarihlere (1136=1724) ait bir arz belgesi, Iznik'e bagli
Kozluca köyünün Orhan Gazi medresesine vakf edildigini
göstermektedir.
Iznik, Türklerin eline geçtikten sonra,
Orhan Bey buradaki yerli halktan isteyenlerin mallari ile birlikte sehri terk
etmelerine müsaade etti. Gitmeyenlerin ise Osmanli tebeasindan olmak ve sadece
vergi (cizye) vermek sartiyle din, gelenek ve göreneklerini muhafaza
edebileceklerini bildirdi. Burayi bir müddet kendisine merkez yaparak Iznik'in
bir Müslüman Türk sehri olmasina gayret etti. Bunun için orada cami, imâret ve
medrese gibi dinî, sosyal ve kültürel müesseselerin temelini atti. Ayrica
zevcesi Nilüfer Hatun tarafindan bir imâret, oglu Süleyman Pasa tarafindan da
bir medrese insa edildi. Bundan baska diger hayir sahiplerinin yaptirdiklari
tesislerle kisa bir müddet sonra Iznik, istenilen Müslüman-Türk sehri hüviyetini
kazandi.
Kaynaklar, Orhan Gazi'nin buradaki
faaliyetlerinden bahs ederken onun bir hükümdar gibi degil, herhangi bir
vatandas gibi davrandigini belirtirler. Nitekim onun yaptigi imârette pisirilen
yemekleri bizzat kendisinin dagitmis olmasi, aksam olunca kandillerini bizzat
kendi eli ile yakmis olmasi bunu göstermektedir.
Orhan Gazi, Iznik ve bilahere Izmit'in
fethinden sonra idarî bir sistem kurarak memleketi buna göre idarî bölgelere
ayirdi. Buna göre Izmit, oglu Süleyman Pasa'ya verilmis, onu Yenice, Göynük ve
Mudurnu'ya havale etmisti. Bursa'yi da oglu Murad Han Gazi'ye vererek adini Bey
Sancagi koymustu. Karacahisari amcasinin oglu Gündüz'e verdi. Kendisi de bütün
bunlarin üstünde memleketi idare ediyordu.IZMIT'IN FETHI
Bir ticaret merkezi durumunda bulunan
Izmit, Iznik'in fethinden hemen sonra Osmanlilar tarafindan alinmak istenmis ve
hatta bir ara elde edilmis ise de sonradan yine Rumlara verilmisti. Osmanli
kuvvetleri Iznik'in fethinden bir sene yani 1331 Haziran'indan sonra sehri
kusatmislarsa da Bizans Imparatoru UI. Andronikos'un yardima gelmesi üzerine
Orhan Bey, Imparatoria anlasarak kusatmayi kaldirmisti. Orhan Bey, bu kusatmadan
alti sene sonra (1337) sehri siddetli bir sekilde tekrar kusatti. Bu kusatma
üzerine disardan yardim alamayan sehir, teslim olmak zorunda kaldi. Kale
muhafazasinda bulunan Paleologos hanedanina mensup Marika, mallarini alarak bir
gemi ile Istanbul'a gitti. Izmit'in fethi ile Kocaeli Yarimadasinin tamami
Osmanlilarin eline geçmis oluyordu. Orhan Gazi, Izmit ve havalisinin idaresini
oglu Süleyman Pasa'ya verdi. Süleyman Pasa'nin halka karsi din ve milliyet farki
gözetmeden âdil bir sekilde davranmasi, ve çevrelerinin tamamen Osmanlilar ile
kusatilmis olmasindan dolayi civarda bulunan bir çok kale (Tarakli Yenicesi,
Göynük, Mudurnu) de birer teslim oldular. Ayni sekilde Izmit Körfezindeki
Gemlik, Armutlu gibi mevkiler de Kara Timurtas Bey vâsitasiyle Orhan Bey
kuvvetlerinin eline geçmisti.KARESI BEYLIGI'NIN
ILHAKI
1340 yilina kadar Bizans topraklarinda
fetih hareketlerine girisip sinirlarini genisleten Osmanli Devleti, fethedilen
yerlere dogudan gelen Türkleri yerlestiriyordu. Bununla beraber Bizans
topraklarinda genislemekte olan bir Türk devleti için bu kafi degildi. Çünkü
Anadolu'da bulunan diger beyliklerin sinirlari, Osmanlilarin dogrudan dogruya
bütün Bizansi çevirmesine imkân vermiyordu. Bu sebeple Karesi Beyligi
topraklarinin alinmasi gerekiyordu. Bu, Bizanslilara karsi kazanilan zaferlerden
daha önemliydi. Zira bu sayede Osmanlilar, Çanakkale'ye kadar gelerek, bogazin
güney kiyilarini ellerinde bulunduracaklardi. Bu da ilk firsatta Avrupa'ya geçme
imkânini saglayacakti. Böylece Orhan Gazi, Bizans'in taht kavgalarindan istifade
edecek ve hatta topraklarina akinlar düzenleyip isgal edebilecekti. Gerçekten de
batiya dogru açilip genisleyebilmek için sadece Istanbul Bogazina yaklasmak kâfi
degildi. Ayni sekilde Çanakkale Bogazi'na da yaklasmak gerekiyordu. Zira sadece
bir taraftan tutulan Marmara ile stratejik güç haline gelmek imkansizdi. Bu
küçük iç deniz (Marmara) iki taraftan kiskaç içine alinmaliydi. Ancak bu sayede
batiya geçilebilirdi. O dönemde batida Karesi ogullan vardi. Fakat bunlar,
Çanakkale Bogazi'nin Asya yakasini elinde bulundurmanin stratejik nimetini
takdir edebilecek deha ve imkâna sahip degillerdi. Bu arada Bizans da bütünüyle
Güney Marmara'dan çekilmis degildi. Osmanlilar ile Karesiler arasinda Bizans'a
ait bazi topraklar vardi. Osmanlilar, 741 (1342) tarihinde Ulubat, Mihaliç ve
Kirmasti gibi yerleri Bizans'tan alip feth etmek suretiyle, merkezi Balikesir'de
bulunan Karesiogullari Beyligi ile ayni hududlari paylasir
oldular.
Bu siralarda Karesi Beyligi'nde çikan bir
hadise, Orhan Bey'e Türklerle meskûn bulunan bu topraklarin zaptinda ilk firsati
verdi. O zamana kadar Osmanlilar, sadece Bizans'la muharebe etmis ve ülkelerini
özellikle Bizans Imparatorlarindan aldiklari yerlerle genisletmislerdi. Ne Osman
ne de oglu Orhan, Küçük Asya'da bulunan diger beylere karsi hasmane bir
tesebbüste bulunmamislardi.
Osmanli kaynaklarina göre Karesi Beyi'nin
ölümünden sonra yerine oglu Demirhan geçmisti. Fakat kardesi Dursun Bey, buna
muhalefet ederek veya biraderi tarafindan öldürülmekten korkarak Osmanlilara
iltica etmisti. Beyligin basina geçen Demirhan'in fena ve kötü hareketlerinden
dolayi Karesi ileri gelenleri (ümera), Haci Ilbeyi vasitasiyle Orhan Bey'in
sarayinda bulunan Dursun Bey'i hükümdar olmak için tesvik ederler. O da Osmanli
hükümdari Orhan Gazi'ye Balikesir, Aydincik ve Bergama'yi verme teklifinde
bulunur. Kendisi de Truva mintikasindaki Kizilca Tuzla ile Bayramiç gibi
yerlerde hükümdarligini sürdürecekti. Bu teklif ile Orhan Bey'i tahrik ve tesvik
eden Dursun Bey, büyük bir ihtimalle 1345 yilinda meydana gelen Karesi seferine
Orhan Bey'le birlikte istirak eder. Balikesir üzerine yürüyen Orhan'in gelisini
haber alan Demirhan, Bergama kalesine siginir. Bu arada Balikesir ümerasi basta
Haci Ilbeyi oldugu halde Evrenos, Ece Halil ve Gazi Fazil Bey'ler, Orhan Bey'i
karsilarlar. Orhan Gazi, iki kardesi baristirmak için Dursun Bey'i Haci Ilbeyi
ile beraber Bergama kalesine gönderir. Bunlar kale önüne gelip görüsmek
isterler. Fakat kaleden atilan bir okla Dursun Bey maktul düser. Bundan çok
müteessir olan Orhan Gazi, Bergama'ya gelip kaleyi muhasara eder. Halkin
israrina dayanamayan Karesi Bey'i kaleden çikip Orhan Gazi'ye teslim olmak
zorunda kalir. Bundan sonra Bursa'ya getirilen Demirhan gelisinden iki sene
sonra Yumrucak (taun, veba) hastaligindan vefat eder.
Böylece Karesi Beyligi'ne ait olan
Balikesir, Manyas, Kapidagi ve Edincik gibi sehirler Osmanli topragina ilhak
olunur. Karesi Beyligi'nden birçok sahil bölgesinin Osmanlilara geçmesi ile
Rumeli'ye geçis kolaylasir. Bu ilhakin Orhan Bey bakimindan önemli bir yönü de
bu beylige tabi degerli komutan ve emirlerin Osmanli hizmetine girmis
olmalaridir. Biraz önce isimlerinden bahs edilen ve Çanakkale bogazi ile
çevresini çok iyi taniyan bu degerli komutanlar sayesinde Rumeli fetihleri
kolaylasmisti. Zira bunlar denizciligi de iyi biliyorlardi. Osmanlilar, Haci
Ilbeyi, Ece Halil, Gazi Fazil Bey ve Evrenos Bey gibi askerî ve idarî bakimindan
yönetici olacak durumdaki bu insanlardan istifade edip bilgilerinden
yararlanmislardir.
Karesi Beyligi'nin ilhakindan sonra uzun
bir müddet önemli sayilabilecek bir fetih hareketine girisilmedigi
anlasilmaktadir. Hammer bu sessizligin sebebi ve bu konudaki yanlis
degerlendirmeler hakkinda asagidaki ifadelerle bir gerçege parmak basarak söyle
der:
Karesi'nin fethinden sonra yirmi sene
zarfinda Osmanli ülkesi yeni ve önemli bir fetih ile genislemedi. Bununla
beraber tarihçilerin buradaki derin sessizlikleri, Bizanslilarin zannettigi gibi
devamli kayiplarin ve bozgunluklarin bir soncu degildir. Aksine, bu dinlenme
çaginda, Alaeddin (ulemadan)'in akillica görüsleri ile kurulan yeni ordunun tam
ve disiplinli bir düzene sokulmasi, içerde güvenlik durumunun sarsilmaz sekilde
saglanmasi gibi isleri gelistirdi. Bu ifadelerin gerçek sahidi ise Karesi
bölgesinin fethinden sonra insasina baslanan câmi, medrese, imâret ve
kervansaray gibi büyük binalardir. Nitekim, Orhan'in dindarligi sebebiyle
meydana gelen bu müesseseler, (bes sene önce ilk medrese ve imâretin tesis
olundugu) Iznik'teki müesseselerle kisa zamanda rekabet edip boy ölçüsebilecek
duruma geldiler.
îleride daha genis bir sekilde ele
alinacagi gibi Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti, Orhan Gazi zamaninda
kurulmustu. Bursa ve Iznik'in zapt edilmesi, Osmanli Beyligi'nin ilk devir
tarihinde önemli hâdiseler olarak mütalaa edilebilir. Orhan Gazi Beyligi'nin
hududlari, artik devamli olarak genisliyordu. Yeni müesseseler ile saglam
temellerin atilmasi bu siyasî varliga ve birlige bir hayatiyet saglayacakti.
Zira bu beylik, yavas yavas eski asiret usûl ve kaidelerinden ayrilmak zorunda
idi. Ancak bu sayede modern bir devlet olma özelligini kazanabilirdi. Bu sebeple
devlet, idarî sahada adalet, askerî sahada da yeni bir sistem ve teskilât
meydana getirmek ihtiyacini hissetmeye basladi. Bu konularda ulema sinifindan
gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa kadisi Cendereli (Çandarli) Kara Halil
faaliyetlerde bulundular.
Osmanli Devleti'nin mucizeli bir sür'atle
yükselis ve inkisafini bir yandan tarihî halet ve gerçeklerde, bir yandan da
Islâmî prensiplerin adalet, insaf ve dinamizmine gösterilen sadakat ve saygida
aramak icab eder.
Onun için de, devletin kurulus ve
yükselis hadisesini fikirden aksiyona çeviren ve kuvvetler birligini vücuda
getiren faaliyetin sirrini, bu faaliyete istirak eden din, ilim, hukuk ve idare
otoritelerinin kollektif idealizmi ile izah, isabetli bir inanis olsa
gerekir.
Orhan Gazi, Mevlânâ Sinan, Dursun Fakih,
Davud Kayserî ve Taceddin Kürdî gibi büyük âlimler; Akça Koca, Konur Alp,
Abdurrahman Gazi gibi seçme yigitler; Taptuk Emre, Gülsehrî gibi mutasavvif
sairler; Abdal Musa, Abdal Murad, Doglu Baba, Geyikli Baba, Ahi Evren, Ahi
Semseddin gibi ululara, çevresinde yer vermekle gerek devleti, gerek hükümdarlik
makamini bir idealist üreticiler zümresine dayamis oluyordu.
Gerçekten, seneler süren ve Osmanlilari
bir hayli yoran cenklerden sonra orduyu, idareyi ve cemiyeti mayalayip yoguran
manevî temsilcilerin fetih tarihindeki hikâyeleri, Asikpasazâde, Nesrî ve Ibn
Kemâl gibi kaynaklarda anlatilir. Biz bu ulularin hizmet ve hikâyelerine örnek
olmasi bakimindan Asikpasazâde tarihindeki bir rivayeti nakl etmekle yetinmek
istiyoruz. Olay, Âsikpasazâde'nin dilinden söyle ifade edilir:
Hele simdi görelim Orhan Gazi Bursa'da
neyler: Devletle geldi imâret yapti. Vilâyetin dervislerini teftis eylemeye
basladi. Inegöl yöresinde Kesis Dagi (Uludag)'nin arasinda bir nice dervis
gelmisti. Anda makam tutmuslardi. Bu dervislerden biri ayrilir varir dagda
geyiciklerle yürür ve ol Turgud Alp âni sever. Orhan Gazi'ye adam gönderdi kim
benim köylerim yaninda bir dervis daim ânin yanina gelir. Âninla musahabet eder.
Turgut Alp pir olmustu (yaslanmisti). Geldi mukim oldu. Hayli mübarek dervistir
dedi. Orhan Gazi eydür: Aceb kimin mürididir? Eydür: Sorun kendinden der.
Geldiler sordular. Eydür: Baba Ilyas müridiyim der. Seyyid Ebu'l-Vefa
tarikatindanim dedi. Emr etti kim getirin dedi. Geldiler davet ettiler,
gelmedi. Dervis dahi haber gönderdi kim sakin gelmesin. Orhan Gazi'ye haber
verdiler. Orhan Gazi yine haber gönderdi kim niçin gelmez. Veya beni niçin komaz
anda varmaya. Cevab verdi kim dervisler göz ehli olur. Gözetirler dahi vaktinde
varirlar kim dualari makbul olur.
Bir nice günden sonra bir kavak agacini
omuzuna kodu. Dogru Bursa'nin hisarina geldi, padisahin hisarina (sarayina)
girdi. Gördüler, Han'a haber verdiler. Ol dervis geldi bir agaç dahi getirdi,
kapida dikiyor. Orhan Gazi çikti gördü tamam dikmis. Dahi sormadin, Han'a eydür
teberrükümüz oldukça dervislerin duasi makbuldur dedi. Hemandem dua etti,
durmadi geri mekânina vardi.
Kavak agaci simdi dahi vardir
(Asikpasazâde zamani). Orhan Gazi dahi dervisin mekanina vardi. (Ey) Dervis bu
Inegöl nevahisi senin olsun dedi. Dervis eydür: Mülk ve mal Hakk (Allah)'indir,
ehline verir biz ânin ehli degiliz, der. Sordular: Ehli kimdir? Ayudtu: Hak
Teâlâ dünya mülkünü sizin gibi Hanlara ismarladi. Kullari birbirleri ile
mesalihin görsün deyü. Orhan Gazi eydür: Dervis! Nola benden su sözü kabul
etsen. Dervis eydür:
Sol karsiki tepecikten bericigi
dervislerin havlicigi olsun dedi. Orhan Gazi dahi bu sözü dua aldi yine mekânina
gitti.
Kendisiyle görüsmek isteyen hükümdardan
köse bucak kaçan, ne onun yanina varmaya yanasan, ne de onu kendi mekânina
isteyen büyük istigna, iç zenginligi, ezeli tokluk ve gönül saltanati. Ne malda
gözü var, ne mülke tamah düsürmüs. Gazi Hünkâr: Sol Inegöl nevahisini al senin
olsun deyince biz onun ehli degiliz diyor. Beyin israrlari karsisinda ufku
göstererek Su tepecikten bericigi dervislerin avlucugu olsun diyor. Sirtladigi
fidani hünkarin bahçesine dikmekle de, Allah'in, mülk ve mali kendilerine
ismarladigi han ve hükümdarlara yardimci ve destek oldugunu açiklamak
istiyor.
Âsikpasazâde sözlerine devamla söyle der:
Orhan Gazi o dervisin üzerine kubbe yapti. Yaninda tekye yapti. Bir de Cuma
mescidi yapti. Simdiki vakitte onarilip bes vakitte padisahin ruhuna dua
ederler. O zâviyeye Geyikli Baba Tekkesi derler.
Devletin kurulus hamurunda mayasi bulunan
tasavvuf erbabi ile Orhan Gazi'nin ilgi ve münasebetlerini anlatan Hammer,
Orhan'in bu konuda babasini örnek aldigini söyleyerek su sekilde fikrini beyan
eder:
Orhan, Dervis Turud ile Kumral Abdal için
tekke insa eden babasina uyarak Geyikli Baba'ya uygun bir zâviye bina ettirdi.
Pek çok ziyaretçisi bulunan bu zâviye, Uludag'in eteginde ve sehrin dogu
taraflarinda idi. Adi geçen dagin yüksek bir yerinde ve Gökpinari denilen yerde
Doglu Baba'nin türbesi bulunur. Sehrin kapilarinda ve Uludag'in zirvesinden
dogan Alisir Irmagi kenarinda Horasan'da dogmus olan Dervis Abdal Murad'in
tekkesi, batida ve Kaplica yakininda Abdal Musa'nin tekke ve mezari
bulunmaktadir. Bu iki baba, Bursa muharebesinde iki Abdal veya iki aziz kisi ile
Sultan Orhan'a refakat ederek, gerek dualari gerekse kerametleri ile neticenin
kisa zamanda alinmasina vesile olmuslardir. Bursa fatihi (Orhan Gazi), bu
insanlarin civarlarinda medfun bulunduklari birçok zâviyenin insasiyle onlara
karsi minnettarligini ebedîlestirmistir.
Bu iki muttaki zatin (Geyikli ve Doglu
Baba) isimleri, onlarin tabiat ve ahlâklarini çok güzel izah etmektedir.
Bunlardan ilki geyiklerle birlikte yasadigi, digerinin de sadece yogurt yiyerek
hayatini sürdürdügünü göstermektedir.
Rivayete göre Geyikli Baba muhasara
ordusunun önünde elinde altmis okkalik bir kiliçla bir ceylana binmis olarak
harb etmistir. Abdal Murad'in, dört arsin uzunlugundaki agaç kilicindan baska
bir silahi olmadigi halde hayrete deger yigitlikler gösterdigi de söylenir.
Abdal Musa da pamuk ile ates toplamistir.
Geyikli Baba Hoy'da dogmus, Osman
zamaninda kerameti ile söhret bulmustu. Bu zat, daima tasavvufu vecd içinde
yasar ve Uludag'da ormanlar arasinda geyiklerle birlikte günlerini geçirirmis.
Orhan çagirmadikça oradan inmezmis.
Rivayete göre yine bir gün geyige binmis
ve omuzunda bir çinar dali bulundugu halde sultanin sarayina gelir. Devletin
bahtliligina bir isaret ve belirti olmak üzere fidani bahçeye diker. Osmanli
Devleti'nin, bu agaç gibi kök salarak dallarini uzaklara ulastiracagini ve
göklere kadar yükselecegini söyler. Bu ve benzeri rivayetler, toplumun maserî
vicdaninda bir karsilik (makes)bulmus olacak ki, sosyal bir vak'a olarak
günümüze kadar uzantisi devam etmektedir.ANKARA'NIN ZAPTI
Osmanlilar, Anadolu'da bulunan devlet ve
beyliklerin topraklarini zapt edip anlari hakimiyetleri altina almak yerine bati
ve hatta Trakya'da bulunan bölgeleri feth etmeyi yegliyorlardi. Çünkü
Anadolu'daki beylikler de kendileri gibi Müsluman ve Türk unsurlardan meydana
geliyordu. Bu bakimdan kendileri ile hasmane hareketlerde bulunmayan bu
beyliklerin topraklarina karsi tamahkârlikta bulunup hiç bir sebep yokken onlari
ele geçirdikleri söylenemez.
Kurulus dönemindeki mütevazi imkânlarina
ragmen, Islâm'i Anadolu'nun batisindaki topraklara tasimayi hedefleyen
Osmanlilar, bu gayelerini gerçeklestirmek ve daha fazla müslüman nüfustan
istifade için zaman zaman komsu Müslüman beyliklere de müdahalede bulunmuslardi.
Bu sayede Istanbul ve Çanakkale bogazlarinin batisinda bulunan bölgelere de
Islâm'in sesini ulastirabileceklerdi. Bunun için de Rumeli'nin fethedilmesi ve
Müslümanlarin eline geçmesi gerekiyordu. Fakat bu da büyük bir nüfus ve insan
gücüne sahip olmaya bagliydi. Bu sebeple Müslüman Türk nüfusu çogaltmak
gerekiyordu. Bu düsüncede bulunan devlet ve idare adamlari, Bolu taraflarindan
baska Ankara cihetine dogru da genislemek ve buradaki Türk nüfusundan istifade
etmek gerektigine kanaat getirdiler. Öyle anlasiliyor ki Orhan Bey, Germiyan ve
Karamanlilar'dan toprak kazanmayi düsünmüyordu. Zira güçlü ve kuvvetli olan bu
iki Müslüman Türk Beyligi ile, ne kadar sürecegi süpheli olan bir maceraya
girismek, Osman Gazi ile oglu Orhan'in takip ettikleri politikaya tamamen aykiri
idi. Halbuki Bizans ve Müslüman olmayan diger devletlere karsi elde edilecek
muvaffakiyetlerin verecegi san ve seref Osmanlilari o kadar yükseltecekti ki,
zaman içinde Germiyan, Karaman ve diger beylikler herhangi bir çatismaya mahal
kalmadan Osmanlilarin idaresini kabul edebilecek hale geleceklerdi. Osman Bey,
oglu ve torununun bu politikasi ile dinî ve siyasî anlayisi, onlarin bütün
davranislarinda kendini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Bu sebeple, Türk
devletleri ile harbe girisip kuvvetlerini yipratmak Osmanlilarin aklindan bile
geçmiyordu. Zira bu yol, onlari ileriye degil, geriye sürüklerdi. Öztuna'nin
dedigi gibi Rumeli maddî, fakat Anadolu mânevî güçle feth
olunacakti.
Osmanlilarin, komsu ve kardes beyliklerle
herhangi bir çatismaya girismeksizin ihtiyaç duyduklari Türk nüfusunu çogaltmak,
bir bakima Aricara'nin ele geçirilmesi ile mümkündü. O dönemde Ankara Ahi'lerce
idare edilen müstakil bir sehir devleti idi. Karamanogullari'nin Ankara üzerinde
birtakim emelleri varsa da fiilen onlarin topragi ve sinirlari içinde
bulunmadigi için bu yüzden Osmanlilarla harb etmeyi göze
alamazlardi.
Anadolu'nun mühim merkezlerinden birisi
olan Ankara, merkezi Sivas olmak üzere kurulmus bulunan Eretna Beyligi
(1335-1381)'nin idaresi altinda bulunmakta ve bu beyligin en bati ucunda yer
almakta idi. Eretna Beyi Alaeddin'in vefati üzerine yerine geçen ogullari
zamanindaki karisiklik, Ankara'yi bir müddet Karamanogullari'na daha sonra da
müstakil bir idarenin, Ahilerin eline geçmesine sebep oldu. Bu karisikliklardan
istifadeyi düsünen Orhan Bey, oglu Süleyman Pasa komutasinda gönderdigi bir ordu
ile Ankara'yi zapt ederek (1354) Osmanli ülkesine katar. Böylece Osmanlilarin
dogu hududunda bulunan kuvvetli bir nokta elde edilmis oldu. Ankara'nin
Osmanlilar'a ilhaki mühim bir hadisedir. Bu hadise (Ankara'nin ilhaki),
Osmanlilari Sakarya ile Kizilirmak arasindaki topraklara hakim kilmistir.
Kizilirmak çevresinin bütünüyle fethi de bir mânâda Anadolu hâkimiyeti demekti.
Ankara 1361-1362 arasinda 1 yil kadar Osmanlilarin elinden çikmissa da, 1362'de
Sultan Murad tarafindan çevresi ile birlikte tekrar Osmanlilara
kazandirilmisti.RUMELIYE GEÇIS
Bilindigi gibi Asya, eskiden beri bilinen
ve insanlik tarihinin besigi olarak kabul edilen bir kitadir. Bu bakimdan gerek
Türk, gerek Avrupali ve gerekse diger bir çok milletin ilk
yurdudur.
Kavimler göçü sonunda insanlar, farkli
bölgelere dagilarak hayatlarini sürdürdüler. Bu siralarda bazi Türk kabileleri
de Asya'dan Avrupa'ya geçerek göçmen milletler arasindaki yerlerini aldilar.
Buna göre Avrupa ve özellikle Balkan Yarimadasi daha o zamandan beri Türklere
yabanci olmayan ve onlar tarafindan taninan bir yerdi.
Avrupa'ya geçmis bulunan Türk kavim ve
kabileleri, asirlari içine alan uzun bir zaman zarfinda surada burada vakit
geçirmis olduklarindan tarih sahnesinde pek gözükmeye imkân bulamamislardi.
Bunlar, ancak Bulgar, Macar, Sirp, Ulah ve diger kavimlerin, Bizans
Imparatorlugu ile yapilan mücadelelerinden sonra meydana çikmislardi.
Osmanlilardan önce Avrupa'ya geçmis bulunan bu insanlar, Türk, Peçenek, Kuman,
Alan, Yürük, Türkmen ve Tatar gibi isimlerle ortaya çikmislardi. Bunlar, bazan
Bulgar, bazan Macar, bazan da Ulah gibi kavimlerle birleserek Bizans'a karsi
mücadeleye giristikleri gibi bazan da kendi baslarina ve yalniz olarak mücadele
etmislerdir. Bu Türkler, kendileri ile tesrik-i mesaide bulunduklari milletlerle
zaman içinde kaynasmis, onlarin kültür degerlerine katkida bulunmus, meydana
gelen harplerde büyük kahramanliklar göstermislerdir. Bununla beraber zaman
zaman da savaslarda maglub olan bu Türklerden bir kismi yine kendi öz yurtlari
olan Asya'ya dönmüs, bir kismi da galip gelen devletlerin içinde ve onlarin
dinleri olan Hiristiyanligi kabul ederek hayatlarini devam ettirmislerdir. Bu
sebepledir ki, Türkler Rumeli'ye ayak bastiklari zaman yer yer Ortaasya
göçlerinden artakalmis ve zamanla Ortodoks kilisesine baglanmis topluluklarla
karsilasmislar. Zira, bilhassa 5. asirdan beri Ortaasyadan bosalircasina akan
Türk kavimleri bugünkü Rusya'yi asip Dogu Avrupa'ya, Mora'ya, Adriatik
kiyilarina ve Avrupa'nin kuzey sahillerine kadar uzanarak zaman zaman
hakimiyetler kurmus, kismen Cermenler, daha genis ölçüde de Slavlar ile
karsilasarak dil ve din degistirmislerdir. Bilhassa Bizans Imparatorlugunun
siyasî hududlari içine yerlesen kavimler, Ortodoks birligine girmis olmakla
beraber, bu topluluklardan dillerini, millî ve kavmî özelliklerini muhafaza
edenler de oldukça mühim bir yekûn teskil ediyorlardi. Hatta X. asir Bizans
ordulari içinde Slavlar, Iskandinavyalilar, Ruslar, Iberler, Kafkasyalilar,
Araplar, Sicilya Normanlari oldugu gibi, Hazarlar, Peçenekler ve Fergana
Türkleri gibi Türk kavimleri de mühim bir yekûn tutuyorlardi.
Malazgirt zaferi ile Müslüman Türkler
lehine neticelenen Selçuklu-Bizans karsilasmasinda, bir ifadeye göre Bizans
ordusunda bulunan Uz veya Peçenekler kendi dillerini konusan, kendi kanlarini
tasiyan irkdaslarina karsi cenk etmeyi kabul etmeyerek atlari ve silahlari ile
beraber Selçuklu ordusuna katilmislardi.
Daha önce de kismen temas edildigi gibi
asirlar boyu dalgalana dalgalana kabarip tasan Türk seli, ayak bastigi ülkelerin
siyasî, ictimaî ve etnik bünyesinde derin iz ve eserler birakmis olmakla
beraber, bazan da kendileri bu tesirlerin altinda kalmislardi. Nitekim,
Bizans'in dinî temellere dayali olarak kolonize ettigi diger kavimlerle birlikte
Türkleri de Ortodoks birligine çektigi anlasilmaktadir. Bu yüzden Bizanslilar,
Türkleri de bu kültür ve din kaynasmasiyla kendi millî hüviyetlerinden soyma
politikasi güdüyorlardi. Öyle ki bazan harp esiri olan Türk hükümdarlari,
ordulariyla birlikte hiristiyanligi kabul ediyor, bazi kabileler de reisleriyle
beraber din degistiriyorlardi. Bizans devlet politikasinin, asilzâdelik ünvanini
vermek ve toprak bagislamak gibi tavizleri, yine Ortodoks cemaatine yeni
dindaslar kazandiriyordu. Bazan da mecburî göçler yaptirilmak suretiyle Türk
kavimleri, Helen harsinin (kültür) kesif oldugu bölgelere sürülüyordu. Böylece
onlari kendi kültürleri içinde eritip yok etme politikasini
güdüyorlardi.
Esasen, asirlardir binlerce kilometreyi
asarak Ortaasya'dan gelen çesitli Türk kabileleri, bir yandan Cermen, bir yandan
Slav tesiri altinda yerli halkin dillerini, dinlerini, toplum ve site
hayatlarini benimseyerek onlarin içinde erimis bulunuyorlardi. Buna paralel
olarak Bizans da hududlari içinde iskân edilen veya vazife alan yahut da esir
edilen zümreleri, Ortodoks birligi ve Helen kültürünün baskisi altinda kavmî ve
millî hüviyetlerinden çikarmis bulunuyordu.
Kilise ve misyon teskilâti, Türk
kabilelerinin alnindaki tarihî kaseyi örtmek için Bizans'a bir hayli yardimci
olmustur. Bizans'in bu neviden faaliyetleri her zaman asiri olagelmistir. O
kadar ki, Yukari Tuna Steplerinden Kafkaslara ve Habesistan'a kadar bütün güney
ülkeleri halkini, Incil'e baglamak yolunda muazzam bir teskilât hüküm
sürmüstü.
Görüldügü gibi bir koldan Stepler
memleketine, Dogu Avrupa'ya Bizans ve Mora'ya; bir koldan da Iran, Mezopotamya,
Suriye ve Arap ülkelerine yayilan Türk kabileleri farkli baskilar altinda eriyip
yok olmus bulunuyorlardi. Iste Çin, iste Hind, iste Iran, asirlarca topraklarina
yürüyen bu dalgalari kendinden seçilmez hâle getirmis, hatta defalarca
kurduklari siyasî hâkimiyete ragmen adlari ve sanlari bile silinip
gitmistir.
Surasi üzerinde dikkatle durulmasi
gereken bir husustur ki, eger arkadan Osmanlilar yetismeselerdi Küçükasya
Türklügü de ayni akibete ugrayacakti.
Tarihin, gerçekleri konusan dudagi
sahittir ki, zaman sisleri arasinda kaybolagelen mazi miraslarini geri alip dört
basi mamur bir Türk devleti kurmak ve onu tarihî hassalari ile yasatmak
kudretini yalniz Osmanlilar gösterebilmistir.
Iste yine bu Müslüman Osmanli Türklügüdür
ki, Rumeliye adim atar atmaz çesitli devletlerin kültür ve diplomasisi
tarafindan temsil edilmis bir Ortaasya bakiyesi ile karsi karsiya geldi. Bu
topraklarda yerlesmis fakat kültür ve kavmî itiyadlarini kiskanç bir
muhafazakârlikla saklamis olan bu Türk topluluklari da hakim millet olarak
karsilarina çikan irkdaslarina derhal sarildilar ve onlarin idarelerine girmekte
tereddüd etmedikten baska, fütuhat ve yerlesme davalarinda soydaslarina yardimci
oldular.
Böylece idarî, askerî, sosyal, dinî ve
tekmil bütün müesseseleri ile Rumeli'ye akmaya baslayan Osmanlilar, yalniz kendi
irk ve medeniyetleri için yeni bir ülkeye sahip olmakla kalmayacaklardir. Zira
asirlardir çesitli kavimlerin bir cenk ve mücadele sahnesi olmus bulunan
Balkanlar'da baris ve huzuru iade ederek tarihe karsi serefli bir borcu yerine
getirmeye hazirlaniyorlardi.
Gerçekten de Hammer'in tesbitlerine göre
Süleyman Pasa'nin Rumeli'ye geçisi, Türkler tarafindan gerçeklestirilen 18.
geçis olmaktadir. Bundan önce Türkler su veya bu sekilde Rumeli'ye ayak basmis
ve bölgede çesitli faaliyetlerde bulunmuslardi. Fakat bunlar genellikle geçici
bir süre için oldugundan bilhassa Osmanli tarihçileri tarafindan üzerinde fazla
durulmamistir. Ama Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa'nin geçisi, artik Müslüman
Türklerin orayi vatan edinmelerine zemin hazirlamisti. Osmanli tarihçileri, daha
önceki geçisler üzerinde fazla durmazlar. Zira onlara göre önceki geçisler,
devamli bir fetih ve yerlesmeye yetecek kadar bir sebep teskil etmezler. Bu
bakimdan bu geçisler, üzerinde fazla durmaya degmez görünmüstür. Bizans
tarihçilerinden de sadece Kantakuzen, Süleyman Pasa'nin geçisinden fazla
teferruata girmeden ve geçisin detaylarina inmeden ana hatlari ile söz eder.
Buna karsilik Türk tarihçileri bu geçisi tafsilatli bir sekilde anlatirlar.
Böylece, halk arasinda Osman Gazi'nin rüyasinin yavas yavas gerçeklesmek üzere
oldugu kanaati da yayginlasmaya baslar.
Bilindigi gibi XIV. asrin baslarindan
itibaren içten içe çökmeye yüz tutan Bizans Imparatorlugu'nun topraklarinda,
Sirbistan ile Bulgaristan devletlerinin gözü vardi. Bu devletler, imparatorlugun
varisleri olmak için bazi faaliyet ve çalismalarda bulunuyorlardi. Bu dönemde,
siyasî, ekonomik, sosyal ve hatta dinî buhranlar içinde bulunan Bizans'in fazla
uzun ömürlü olamayacagi biliniyordu. Bu bakimdan, adi geçen devletin mirasindan
Osmanlilar da istifade etmeyi düsünmek zorunda kaldilar.
Bu üç devlet, gayelerini gerçeklestirmek
ve en büyük hisseyi elde etmek için büyük gayretler sarf ediyorlardi. Bu
bakimdan Osmanli Beyligi'nin ilk müessisi Osman Bey ve özellikle oglu Orhan,
Bizans'in gerek iç, gerekse dis durumunu yakindan takip ediyorlardi. Hatta bu
yüzden olsa gerek ki, ya basta bulunan idarecilere (hükümete) yardim etmek veya
partilerden birini rakiplerine karsi daha faal bir rol oynamak için desteklemeye
çalisiyorlardi. Osmanlilarin, Bizans Devleti'ni sadece Avrupa kitasina sürmüs
olmakla iktifa etmeyerek, orada da Osmanli Beyligi'nin menfaatlerini temine
ugrasmalari bunun içindir. Lakin bu ilk faaliyetlerden her zaman kat'i ve fiili
neticeler beklenmeyecegi de muhakkakti. Yani Osmanlilarin baskin yaptiklari
veyahut yardim maksadiyla girdikleri yerleri istilaya kalkismayarak evvela
kendilerine zemin hazirlayacaklari gayet tabii idi. Orhan Bey,henüz babasi Osman
Bey'e vekâlet ettigi tarihlerden itibaren, Trakya sahillerine birçok çikartmalar
yaptirarak bu havalinin vaziyetini iyi bir surette ögrenmisti.
Gerek Katalanlar, gerekse Latinlerle iyi
iliskileri olmayan ve Latinlerin Istanbul'u alip Bizans Imparatorunu Anadolu'ya
atmak için gösterdikleri çabalar yüzünden Bizans Imparatoru, Osmanlilara karsi
zaman zaman yumusak bir siyaset takib etme ihtiyacini duymustu. Hatta bu
ihtiyaç, onun Osmanlilar'dan yardim istemesine kadar variyordu. Bizans
Imparatoru Kantakuzenos'un sik sik Osmanlilarin yardimina ihtiyaç duymasi,
gelecekteki bu tür seferler için Bolayir yakinindaki Çimbi (Çimpe)'yi askerî bir
üs olarak Osmanlilara vermesine sebep oldu. Bu konu ile ilgili kaynaklar su
bilgileri vermektedir:
Damadi Orhan Bey'in verdigi kuvvetler
ile, sikisik bir durumdan kurtulmaya muvaffak olan Kantakuzenos, zaman zaman da
Papaya müracaat edip Haçli seferlerinin tertip edilmesini isterken, basi
sikistikça da Orhan Bey'e bas vurmaktan geri kalmiyordu. Nitekim 1349'da
Sirbistan krali Stefan Dusan, Selanik sehrini zapt etmek üzere iken
Kantakuzenos'un Orhan Bey'e müracaat ile temin ettigi ve Orhan Bey'in oglu
Süleyman Pasa idare ve komutasinda bulunan 20.000 kisilik Osmanli kuvveti, onun
lehine olmak üzere vaziyeti kurtarmisti. Bu sirada Bizans donanmasi ile birlikte
bir miktar Osmanli deniz kuvvetlerinin de harekata istirak ettigi görülür. Bu
hadiseden kisa bir müddet sonra Kantakuzenos ile imparatorluk ortagi olan V.
Ioannes arasinda mücadele alevlendigi zaman Orhan Bey, Cenevizliler ile birlikte
yine Kantakuzenos tarafini tutmus ve yardimci kuvvetlerini göndererek bir
taraftan Edirne'de kusatma altinda bulunan Kantakuzenos'un oglu Mateos'u
kurtarmis, öbür taraftan da 10.000 kisilik bir kuvvetle Dimetoka'da Sirp ve
Bulgarlara karsi mühim bir galibiyet elde etmisti. 1352 yilinda meydana gelen bu
hadisede Osmanli kuvvetlerine Süleyman Pasa komuta ediyordu. Süleyman Pasa, bu
vazifesini basari ile yapip Anadolu'ya dönerken, bir miktar askerini de
Kantakuzenos'un bu yardima karsilik olarak Gelibolu yarimadasinda vermis oldugu
Çimbi kalesinde birakmisti.
Böylece Osmanlilar, Bizans'taki taht ve
saltanat mücadelesine 1345'ten itibaren karismis, fakat buna karsilik hem
ileride kendi hesaplarina yapacaklari Rumeli fütuhati için tecrübe kazanmis, hem
de Rumeli yakasinda yerleserek bir hareket üssüne sahip olmus
bulunuyorlardi.
Gerçekten, Orhan Bey saltanatinin üçüncü
ve son devresi, 1353'ten itibaren Rumeli'ye yerlesmek seklinde basladi. Bu
yerlesme ve fütuhat, Kantakuzenos ile de ciddi anlasmazliklarin meydana
gelmesine yol açti. Zira Kantakuzenos, Osmanlilarin Avrupa mintikasina
yerlesmelerinin kendileri için ne kadar tehlikeli oldugunu anlamisti. 1354'te
Orhan Bey kuvvetlerinin Bolayir ve Tekirdagi'na kadar bütün Marmara kiyilarina
sahip olduklarini gördükten sonra buna mani olmayi düsünmüstü. Bu sebeple Orhan
Gazi'ye haber gönderip 10.000 altin karsiliginda Çimbi'yi satin almak istedigini
bu arada Türk kuvvetlerinin Gelibolu'yu terk ve tahliye etmelerini, Izmit'te
kendisi ile görüsmek arzu ettigini bildirdi. Buna karsilik Orhan Gazi,
imparatorun kendisine yardim karsiligi verdigi Çimbi'yi teklif geregince terk
edebilecegini, fakat Gelibolu'yu bizzat kendi kuvvetlerinin zapt etmis
olmasindan dolayi iade edemiyecegini ve hastaligi sebebiyle de kendisi ile
görüsemeyecegini bildirdi. Gerçekten Kantakuzenos Izmit'e kadar gelmis olmasina
ragmen Orhan Bey ile görüsemeden Istanbul'a döndü. Kantakuzenos bu durumda Sirp
ve Bulgarlarla birlikte olup Balkanlarin Osmanlilara karsi muhafaza ve müdafaa
edilmesi hususunda basarisiz bir tesebbüste bulundu. Kantakuzenos, bundan kisa
bir müddet sonra Bozcaada'daki hapishaneden, Venediklilerin yardimi ile kurtulup
gelen rakibi Ioannes'e saltanati birakmak zorunda kaldi. Bundan sonra bir
manastira çekilen Kontakuzenos damadi Orhan Bey ile olan bütün münasebetlerini
kesti.
Gelibolu yarimadasinin Osmanlilar
tarafindan feth edilmesi, Bizans'i alt üst etmisti. Kantakuzenos buna sebebiyet
vermekle itham edilmis, bu yüzden imparatorluk tahtindan da feragat edip bir
manastira çekilmek zorunda kalmisti.
Böylece, Osman Gazi'nin, oglu Orhan
tarafindan titizlikle takip edilen dahiyane projesi, gerçeklesmis oluyordu.
Artik, Ege ile Karadeniz'e hakim olan Marmara'nin bir iç deniz haline
getirilmesi an meselesiydi.
Süleyman Pasa, 1354'ten itibaren
Rumeli'de (Gelibolu) kendisi için yaptirdigi sarayda oturmaya basladi. Orhan
Bey, ogluna büyük bir selahiyet ve yetki vermisti. Bu arada Orhan Bey'in ikinci
oglu ve Süleyman Pasa'niri ana baba bir kardesi Murad Bey, Haci Ilbeyi, Lala
Sahin pasa, Evrenos Gazi, Gazi Fazil ve Ece Yakub Bey gibi degerli komutanlar,
Süleyman Pasa'nin kurmay heyetini teskil ediyorlardi.
1358 veya 1359 yilinda bir avi takib
ederken atindan düsüp kaza neticesi vefat eden Süleyman Pasa, o siralarda 43
yaslarinda bulunuyordu. Süleyman Pasa'nin vefati üzerine o siralarda 33 yasinda
bulunan kardesi Murad Bey, onun yerine tayin edildi. Böylece Murat Bey veliahd
da olmus oluyordu.
Gazi Siileyman Pasa'nin vefati üzerine
Rumeli'deki fütuhat harekatinda bir duraklama görüldüyse de bu durum Lala Sahin
Pasa, Haci Ilbeyi ve Evrenos Bey gibi dirayetli emirler tarafindan büyük bir
çözülmeye sebep olmadan ber taraf edildi.
Süleyman Pasa, feth ettigi yerlerde yerli
halka çok iyi davraniyordu. Onlara, Bizans idaresinden çok daha iyi imkânlar
hazirliyordu. Böylece halefi olan ve daha sonra Sultan I. Murad adini alacak o
büyük hükümdara fütuhatinin yollarini çizmis oluyordu. Süleyman Pasa, feth
ettigi Bolayir'daki türbesine defn edildi. Kendisinden asirlarca sonra gelecek
ve gerçekten büyük bir hükümdar olan Sultan II. Abdülhamid, bu mezari yeniden
yaptirmistir.
Süleyman Pasa'nin, Melik Nasir, Ismail ve
Ishak adinda üç oglu ile iki kizinin bulundugu belirtilmektedir. Ogullarindan
Melik Nasir denizde bogulmustur ki bu hadise Süleyman Pasa'nin sagliginda
olmalidir.
Büyük oglunun ölümü haberiyle son derece
sarsilan Orhan Bey, Bolayir'a gelip oglunun kabrini ziyaret eder. Fütuhati,
veliaht olan oglu Murad Bey'e emanet ettikten sonra Bursa'ya
döner.
Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki
misli büyüterek, teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Gazi, Mart 1362'de
vefat etti. Onun vefati esnasinda oglu Murad, Rumeli'de devletin esas
kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya fetihleri ile büyük ve hakli bir ün
kazandigindan baska, Bizans'a karsi yapilan savas ve fütuhat politikasini temsil
ettiginden, o dönem devlet islerinde büyük bir nüfuzu bulunan ahiler ile
gazilerin destegini alarak babasinin yerine tahta geçti.
Osmanlilarin, Gelibolu'ya yerlesmeleri,
Avrupa'nin dikkatini çekmisti. Bu hareket, Müslüman bir toplumun kendi
kitalarinda yerlesmesi tehlikesini gündeme getirmisse de Balkan devletlerinin
birbirleri ile ugrasmalari yüzünden o taraflarda bulunan Türkler için bir
tehlike arz etmiyordu. Bu bakimdan Osmanlilarin Balkan yarim adasina yayilma
düsüncesi, esas politikayi teskil ediyordu. Bununla beraber Sirp, Bulgar, Macar,
Bizans ve Venediklilerin birlikte müdahale etmeleri ihtimali göz önünde
bulundurularak derhal köklü bir yerlesme siyasetinin tatbikine baslandi. Bu
gayenin gerçeklesmesi için Anadolu'daki Osmanli arazisinden (Yani Karesi
taraflarindan) bir kisim yörükleri nakl edip yerlestirdiler. Bu konuda
Asikpasazâde, Süleyman Pasa'nin, babasi Orhan'dan oraya yerlestirilmek üzere
nüfus nakline dair olan arzusu hakkinda su bilgileri verir.
Atasi Orhan Gazi'ye haber gönderdi kim
devletlu himmetinle Rum eli feth olunmaga sebep olundu. Kâfirler gayet zebundur.
Imdi söyle malum ola kim bu taraftan feth olan hisarlara ve vilayetlere ehl-i
Islâm'dan çok âdem gerektir. Bu feth olunan hisarlar içine koymaya ve hem yarar
gaziler gönderin. Orhan Gazi dahi kabul etti. Vilayetine göçer Kara Arap evleri
gelmisti. Onlari Rum eline geçirdi. Bir nice zaman Gelibolu nevahisinde sakin
oldular. Orhan Gazi bununla da yetinmeyerek, feth edilen bu yerlerdeki
insanlardan askerî sinifa mensub olanlari da Anadolu'ya naklettirmisti. Nitekim
kaynagimiz bu konuya temasla söyle der:
Rumeli'ye yerlestirilen bu yörüklere
karsilik elde edilen yerlerin askerî sinifina mensub Rumlarini da ileride isyan
çikarabilir endisesiyle Balikesir ve havalisine nakl ettiler.
Anlasilan o ki Osmanlilar, Rumeli'ye
geçtikten sonra sadece askerî tedbirlerle buralarda kalamayacaklarini
biliyorlardi. Bunun için köklü bazi tedbirlere bas vurmak gerekiyordu. Bu
tedbirlerin basinda, yabanci unsurlarin bulundugu yerlerde o bölgenin siyasî ve
askerî emniyetini saglamak ve bos bulunan sahalari iskâna açmak için Anadolu'dan
Rumeli'ye Müslüman Türk unsurunun geçirilmesi geliyordu.
Biraz önce de temas edildigi gibi bu
sebeple Balikesir bölgesinde yasayan Türk asiretlerinden bir grup 1357 tarihinde
Rumeli'ye geçirildi. Bu grup önce Gelibolu bölgesine, sonra da Hayrabolu'ya
yerlestirildi. Ilk grubun geçmesinden sonra akillica yapilan propagandalar,
Anadolu'dan pe çok ailenin Rumeli'ye geçmesini sagladi. Bunlarin büyük bir
kismi, verimli topraklara yerlesip ziraatla mesgul olmaya basladi. Bir kismi ise
Gelibolu'nun kuzey bati taraflarina giderek begendikleri yerlere yerlestiler.
Bunlar, gerektigi zaman toplu olarak akinlara bile katildilar.
Osmanli kaynaklan, büyük ölçüde
birbirlerinden nakiller yapmak suretiyle Süleyman Pasa'nin, Çimbi kalesinin
karsisinda ve Anadolu sahillerinde bulunan Viranca Hisar'dan Rumeli sahiline
nasil adam geçirdiklerini ve o sahillerde nasil faaliyetlerde bulunduklarini
detayli bir sekilde anlatirlar. Asikpasazâde'nin verdigi bilgi, tarihî bir
malumat olarak bu konuda su ifadelere yer vermektedir:
Bir gün memleketi gezerken Aydincik'a
geldi. Temasa etmeye basladi. Bir garip binalar gördü. Biraz durdu. Hiç kimseye
söylemedi. Ece Beg derler bir aziz er vardi. Hayli bahadir olarak anilirdi.
Süleyman Pasa'ya:
Han'im düsünceye daldin dedi. Süleyman
Pasa: Bu denizi geçmeyi düsünüyorum, öyle geçsem ki kâfirin haberi olmaya
dedi. Ece Beg ve Gazi Fazil: Biz ikimiz geçelim, Han'im görsün dediler.
Süleyman Pasa: Nereden geçersiniz dedi. Dedtier ki Han'im! Burada bir yer var
ki yakindir. Geçecek yerlerdir. Gittiler. O yere vardilar ki orasi Görece'den
asagi deniz kenarinda Viranca Hisar'dir.
Çimbi'nin karsisinda Ece Beg ile Gazi
Fazil çabucak bir sal yaptilar. Bindiler, Çimbi Hisari'nin civarina çiktilar.
Baglarinin arasinda bir kâfir ele girdi. Getirdiler, sala koydular. Hemen
Süleyman Pasa'ya getirdiler.
Süleyman Pasa bu kâfire bir kaftan
giydirdi. Basina bir sapka verdi. Beline bir kusak ayagina da ayakkabi verdi.
Kâfiri donatti. Kâfire dedi ki:
Sizin hisarinizda yer var midir ki,
kâfirler duymadan içeri girelim. Kimse bizi görmesin? Kâfir Ben sizi söyle
ileteyim ki kimse görmeden sizi hisara koyayim dedi. Çabuk birkaç sal daha
yaptilar. Süleyman Paça yetmis-seksen yarar er aldi. Geceleyin geçtiler. Bu
kâfir, dogru Çimbi Hisari'nin bir ters dökecek yeri vardi. Bu müslümanlari oraya
götürdü. Hemen oradan hisara girdiler. Kâfirlerin de çogu disarda baglarinda ve
harmanlarindaydi. Zira o vakit, harman vakti idi. Elhasil hisari aldilar.
Kâfirlerini incitmediler. Belki kâfirlere dahi ihsanlar ettiler. Içinden bir kaç
taninmis kâfiri tuttular. Bu hisarin limaninda gemiler vardi. O gemilere
koydular. Karsida oturan askere gönderdiler. Velhasil o gün ikiyüz adam
geçirdiler.
Ece Beg, hisarin atlarina bindi. Bolayir
yaninda Akça Liman derler bir liman vardi, oradaki gemileri yakti. Oradan sürdü
yine hisarina geldi. Bu hisarin (Çimbi) limaninda olan gemileri sakladilar.
Durmadilar, adam geçirdiler. Elhasili askerlerin çogunu yanlarina getirdiler. Bu
kâfirlerden hiç kimseyi incitmediler, gönüllerini aldilar. Onlar da kendilerini
güvenlik içinde buldular. Kadinlarini da kendilerini de hos tuttular. Kâfirlerin
gemicilerini gemilere koydular. Kendileri baslarinda durdular. Daha hayli adam
geçirdiler. Bir iki gün içinde iki bin er geçirdiler. Bu kâfirler (Çimbi
kâfirleri) gaziler ile ittifak ettiler.
Yürüdüler. Bir gece Ayaslonca
(Ayasilonya) derler bir hisar vardi, onu dahi aldilar. Ehl-i Islâm elinde hisar
iki oldu. Bunun halkinin dahi gönlünü hos tuttular. Bu iki hisari
saglamlastirdilar. Hayli adamlar da Aydincik'tan gemi ile geldiler. Süleyman
Pasa Bu hisarlardan sipahi olan kâfirleri çikarin. Evleri ile Karesi iline
iletin ki, bunlardan sonunda bize bir kötülük gelmeye dedi. Öyle
yaptilar.
Bir iki ay bu hisarlari iyice
saglamlastirdalar. Durmadilar. Her yerden istegi olani
getirdiler.
Birgün, Gelibolu'nun kâfirleri bunlarin
üzerine gelmek için toplandi. Bunlar da hemen karsiladilar. Savas oldu,
kâfirleri kirdilar. Hisarin kapisini yaptirdilar. Yakub Ece'ye ve Gazi Fazil'a
yoldaslar verdiler. Bunlari Gelibolu'ya havale ettiler. Gece, gündüz bunlar
Gelibolu kâfirlerine huzur vermez oldular. Iskelesine dahi gemi birakmaz oldular
ki çika. Bu iki gaziye hayli yarar gaziler verdiler. Onlari Gelibolu ucuna
koydular. Bolayir'da oturdular.
Bu tarihî metinden anlasildigina göre
Osmanli, daha o dönemlerde bile müslüman olmayan ve hatta kendileri ile mücadele
eden bu insanlara karsi gerçek bir hosgörü ile muamele etmisti. Osmanlilarin,
hareket ve davranislarindaki basarinin sirrini bu anlayista aramak
gerekir.EDIRNE'NIN FETHI
Osmanli fethinden önce küçük bir sehir
olan ve günümüzde Kaleiçi denilen sinirla çevrili bölgeden ibaret olan Edirne,
Balkanlara geçip orada tutunmak ve hakimiyet kurmak için stratejik önemi haiz
olan bir sehirdi. Bizans Imparatorlugu'na bagli idi.
Süleyman Pasa'dan sonra Rumeli'nin ikinci
fatihi diyebilecegimiz Sultan I. Murad, bu sehrin askerî önemini anlamisti.
Bunun için de Edirne'yi feth etmeyi kendisine hedef olarak seçmisti. Ankara'nin
yeniden alinmasindan sonra artik sira Edirne'ye geliyordu.
Kaynaklardan büyük bir kisminin, Sultan
Murad'in, babasini müteakip Osmanli tahtina geçmesinden sonra feth edildigini
bildirdigi Edirne'nin zapti, Osmanlilarin Avrupa'ya kesin bir sekilde yerlesmeye
çalistiklarinin isareti idi.
Sultan Murad, Ankara'dan döndükten sonra
Trakya'ya geçip faaliyetlere baslar. Gerçi Osmanlilar, Imparator Kantakuzenos'a
defalarca yardima geldikleri zaman, gerek Edirne'nin, gerekse bütün bir bölgenin
ehemmiyetini anladiklari gibi ulasim ve stratejisini de anlamislardi. Bundan
dolayi Edirne'nin gerisini emniyet altinda bulundurmak ve Istanbul tarafindan
gelebilecek bir Bizans taarruzuna mani olmak için Tzurulon denilen ve daha önce
alinip sonradan elden çikmis bulunan Çorlu'nun alinmasi gerekiyordu. Buraya
hücum eden Osmanli birlikleri, kisa zamanda burayi tekrar alip surlarini
yiktilar. Buradan piskoposluk merkezi olan ve Arkadiopolis denilen Lüleburgaz'a
geçtiler. Burayi da kisa bir zamanda ele geçiren Osmanlilar, buranin surlarini
da yiktilar. Lüleburgaz'in zaptindan hemen sonra Anadolu'dan göçmenler nakl
edilerek buraya yerlestirildi. Bu, Büyük Selçuklularin Anadolu'daki yerlesme
siyasetlerinin bir benzeri idi. Böylece Osmanlilar'in Trakya'yi da
Islâmlastirmaya yönelik gerçek maksatlari ortaya çikmis
oluyordu.
Bizans tarihinden bahs eden Dukas, Sultan
Murad'in Trakya'daki faaliyetlerinden bahs ederken söyle der:
Ayni sene zarfinda, Türk basbugu Orhan
dahi vefat ederek, beyligini oglu Murad'a terk eyledi. Murad Bey, Trakya
sehirlerinden birçoklarini hükmü altina aldiktan sonra, Edirne'yi muhasara etti.
Selanik'ten baska bütün Tesalya kitasini zapt etti. Bu suretle Murad,
Bizanslilara ait tekmil yerleri ele geçirdikten sonra Trivalya (Tuna nehri ile
Bati Trakya arasinda kalan bölge)'ya geldi.
Görüldügü gibi Sultan Murad, Edirne yolu
üzerinde bulunan ve daha önce düsman eline geçmis olan Çorlu ile Lüleburgazi
aldiktan sonra Edirne üzerine yürüyüp orayi feth etti. Bu arada Bizans'in daha
önce geri almis oldugu Malkara, Kesan ve Ipsala, Gazi Evrenos Bey tarafindan
tekrar zapt edilip Osmanli idaresine katildi. Haci Ilbeyi ise Enez Körfezi
üzerinde ve Meriç'in batisinda bulunan Dedeagaci (Megri-Makri) kasaba ve
limanini aldi. Buradan da Kuzeye dogru Meriç'i takib etmek suretiyle Didimatihon
denilen Dimetoka'yi zapt etmisti.
Evrenos ve Haci Ilbeyi, yukarida
belirtilen yerleri elde ettikleri sirada bütün komutanlarin davetiyle Lüleburgaz
mevkiinde toplanan bir harp meclisinde, verilen karar üzerine beylerbeyi Lala
Sahin Pasa büyük bir kuvvetle Edirne üzerine sevk edildi. Bulgarlarin, Rumlara
yardim etmeleri ihtimaline karsi sag koldan Karadeniz sahiline dogru ilerleyen
bir kisim kuvvetler, Kirklareli'ni isgal; Serez ve Drama taraflarinda bulunan
Sirplarin da müdahale edebilecekleri düsünülerek sol kola memur edilmis olan
Evrenos kuvvetleri de Dimetoka'nin batisina dogru sevkedilerek savunma tertibati
alindi. Nihayet Babaeski ile Pinarhisar arasinda Sazlidere mevkiine kadar gelmis
olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapilan kesin bir meydan muharebesi sonunda
düsman bozuldu. Bunun sonucunda da Edirne zapt edildi (764 H. / 1363 M.).
Edirne'de bulunan Rum komutan ise Meriç nehrinin kabarmasindan istifade ile bir
gece, maiyetinin bir kismi ile bir kayiga atlayip Enez'e kadar inerek oradan da
Sirp ülkesine kaçmaya muvaffak oldu.
Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna
koyduktan sonra Beylerbeyi Lala Sahin Paça'yi burada birakarak kendisi
Dimetoka'ya gitti. Bir müddet için orasini kendisine karargah yapti. Orada bir
cami ile kendisine bir saray yaptirdi.
Sultan Murad, bununla yetinmeyerek
faaliyetlerine devam etti. O, Lala Sahin'i kuzeyde Filibe ve Zagra taraflarina
sevk ettigi gibi Evrenos Beyi de Bati Trakya'nin fethine (Gümülcine) memur etti.
Lala Sahin Pasa pirinç ziraatiyle meshur olan Filibe (Plovdiv)'i muhasara etti.
Bu kusatmaya dayanamayacagini anlayan kale muhafizi teslim olarak ailesiyle
birlikte Sirbistan'a gitti. Evrenos Bey de Gümülcine ile o havalide bazi yerleri
aldi. Edirne'den sonra Filibe'nin de alinmasiyla Bizans, Bulgar ve
Makedonya'daki Sirplarin birbirleri ile olan irtibatlari kesilmis oluyordu.
Böylece Bizans, tamamiyla Osmanlilarca çevrilmis bulunuyordu.
Dogu Trakya'da yayilmakta olan Müslüman
Türklerin bu yayilmasini önlemek için 1361 Temmuzunda Imparator Besinci Ioannis
ile Venedikliler arasinda bir antlasma yapilmissa da bir fayda temin edilemedi.
Çünkü Osmanlilar, mütemadiyen Anadolu'dan göçmen naklederek sahilleri de siki
sikiya ellerinde tuttuklarindan ayrica yerli halka karsi çok merhametli ve
âdilane bir idare tarzi uyguladiklarindan içerde de herhangi bir isyan
hareketine rastlanmiyordu. Bundan dolayi Bizans ile Venedikliler arasindaki
ittifaktan bir netice elde edilemedi. Bunun üzerine imparator 1364'te Osmanli
Devleti ile anlasarak mevcud vaziyeti kabule mecbur olmustu. Böylece Bizanslilar
açisindan Osmanlilarin eline geçmis bulunan yerlerin tekrar alinmasi ümidi de
ortadan kalkmisti. Çünkü Imparator, Osmanlilarin aldiklari yerleri ne kendisinin
ne de Sirplarin geri almak için bir tesebbüste bulunmayacaklarini garanti
ediyordu.
Edirne ve Dogu Trakya'nin fethi,
Osmanlilarin Avrupa'da kesin olarak yerlestiklerini gösteren bir hadisedir. Bu,
Anadolu Müslüman Türk tarihi için oldugu kadar Balkanlar ve buna bagli olarak
Avrupa için de bir dönüm noktasi olmustur. Zira Osmanlilar sayesinde Avrupa,
dinî müsamaha, insana saygi ve hukuka riayet gibi kavramlarla karsilasti ki,
bunlari daha önce pek bildigi ve uyguladigi söylenemez. Osmanli fütuhatinin
manevî sebep ve faktörlerinden bahsedilirken bu konuya daha detayli bir sekilde
temas edilecegini belirtmek gerekir.
Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki
misli büyüterek teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Bey, 1362 yilinda
vefat etti. Onun vefati esnasinda devletin sinirlari 95.000 km2'ye çikmisti.ORHAN BEY ve DEVLET
TESKILÂTI
Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti Orhan
gazi zamaninda kuruldu. Daha önce küçük bir beylik olan devlet, onun zamanindaki
fetihlerle gittikçe genisleyip büyümeye basladi. Bu genisleme duraksamadan devam
ettigi için yeni müesseseler ile desteklenmesi ve saglam temellere oturtulmasi
gerekiyordu. Bu bakimdan bu siyasî varlik ve birlige bir hayatiyet ve devamlilik
kazandirmak gerekiyordu ki bu da saglam ve temelli müesseselerin kurulmasi ile
mümkündü. Beylik, yavas yavas asiret usûl ve kaidelerinden az da olsa ayrilmak
ihtiyacini hissediyordu. Çünkü o ana kadar, daha önce karsilasmadigi farkli din,
kültür, irk ve medeniyetlere sahip insanlari sinirlari içinde barindirmaya
baslamisti. Bu da ortaya çikan yeni problemlere karsi zamanin ve sartlarin
gerektirdigi çözümleri bulmakla mümkündü. Bu hareket tarzi ,ona modern bir
devlet olma anlayisini saglamisti. Idare sahasinda, adalet, askerlik, vergi gibi
konularda yeni teskilâtlarin kurulmasi icapediyordu. Bu konularda ulema
sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Cendereli Kara Halil
Efendi büyük bir gayret ve faaliyet içinde idiler. Bu maksatla Orhan Bey'in
tahta geçisinin (cülûs) üçüncü yilinda bir gümüs sikke basildi. Bu parada
Osmanlilarin mensub olduklari Kayi boyu damgasi da bulunuyordu.
Bilindigi gibi para, ekonomik ve sosyal
hayatta önemli bir rol oynamaktadir. Keza o, bir devletin istiklâl (bagimsizlik)
alâmetlerindendir. Osmanlilarin ilk defa kullandigi para birimi akça idi. Burada
üzerinde durmamiz ve belirtmemiz gereken bir nokta da simdiye kadar ilk Osmanli
akçasinin Orhan Bey zamaninda basilmis olmasi meselesidir. Halbuki yeni
arastirmalar ilk Osmanli parasinin Osman Gazi döneminde basilmis oldugunu
göstermektedir. Bununla beraber bu paranin nerede ve hangi tarihlerde basildigi
belli degildir.
Orhan Bey, idareciligi bakimindan tam bir
devlet kurucusu idi. Bütün tarih ve kaynaklar, onun Osmanli Beyligi'ni hakiki
bir devlet haline getirdiginde müttefiktirler. Orhan Bey, ilk devlet
teskilâtinda Anadolu Selçuklulari ile Ilhanlilari örnek almis ve buna göre bir
hükümet teskilati vücuda getirmisti. Bunun esas temeli ise merkezdeki Divân
idi. Henüz bey ünvanini tasiyan hükümdar bu divana baskanlik yapmaktaydi.
Divâna, hükümet reisi durumunda bulunan ve ilk dönemlerde ilmiye sinifindan
gelmesi mutad olan vezirin de icabinda baskanlik ettigi olurdu. Orhan Bey devri
ilk vezirinin Ramazan 723 (Eylül 1323) tarihli ve Orhan Bey zevcelerinden
Asporça Hatun vakfiyesinden anlasildigina göre Haci Kemaleddin oglu Alaeddin
Pasa (öl. 1340) adinda ilmiye sinifindan belki ahi ricalinden bir zat oldugu
ve bunun isim benzerligi yüzünden Orhan Bey'in küçük kardesi Alaeddin Bey ile
karistirildigi görülmektedir. Ikinci veziri Ahi Mahmud oglu Nizameddin Ahmed
Pasa idi.
Sehir, kasaba ve kazalarin idaresinde
ise, Osman Bey zamanindan itibaren elde edilen yerler, buralari feth eden
beylere verilmek suretiyle dogrudan dogruya asiretin ileri gelen ve birer askerî
komutani durumunda bulunan kimselerce kullaniliyordu. Baska bir ifade ile Orhan
Bey'in kurdugu bu sistem, Selçuklu divân dairesi ile çevrelerindekinin aynisi
idi. Mesela Eskisehir, Bilecik, Iznik, Karacahisar, Inönü, Izmit, Yenisehir,
Bursa gibi sehirler, hep birer kaza teskil ediyorlardi. Bu sebepten oralarda bir
kadi ve subasi bulunuyordu.
Orhan Bey, Osmanli Beyligi'nde muntazam
bir devlet teskilati meydana getirdigi sirada bütün timarlilari belli birlikler
halinde bazi kumanda kademelerine bagladi. O dönem Osmanli ordusunun en mühim
unsurunu teskil eden bu birlikler, bilhassa asiretlerden, hizmetleri
karsiliginda kendilerine timarlar verilmek üzere genellikle toplu bir halde
vazifeye alinan sipahilerdi. Bunlarin ileri gelenleri, kendi boy ve
oymaklarindan topladiklari adamlari ile beraber, seferde vazife aliyorlardi.
Gaza ve fetihten sonra bu gazilere baslangiçta timar (dirlik) verildigi gibi
onlari idare edenlere de daha yüksek bir timar tahsis ediliyordu. Tamami atli
olan bu timarlar, bir alay haline konularak baslarina en büyük timar sahibi olan
kimse alay beyi tayin ediliyordu. Her kazanin timarlilari birer çeribasi
idaresinde idiler. Orhan Bey devletinin dayandigi ikinci sinif askerî kuvvet
yaya ve müsellem teskilâti idi. Bu askerî teskilâtin ortaya çikmasi zaruret
halini almisti. Çünkü her zaman, vaktinde sefere gelemeyen veya uzun süre devam
eden kusatma hizmetlerinde kalamadiklarindan dolayi basarilari mahdud olan
asiret sipahilerinin yerine, devamli bir askerî birligin kurulmasi gerekiyordu.
Ancak bu sayede, Orhan Bey zamaninda, sinirlari bir hayli genisleyen beyligin
her tarafina zamaninda ulasilabilecekti.
Osmanli Beyligi'nin ilk mühim fethi olan
ve hem yeni hem de kuvvetli bir siyasî varligi ortaya koyma yolunda belki en
önemli adim, Orhan Bey'in Bursa'yi aldiktan sonra burada kurdugu ve kendisinden
sonra gelen haleflerinin de izinde yürüyerek devam ettirdikleri tesislerin, bu
sehirde büyük bir Müslüman Türk nüfusunun toplanmasina sebep olmasi gerçegi idi.
O, isin hemen basinda kilise ve manastirlari cami ve medreseye çevirmek
suretiyle ilk ihtiyaçlari karsilamis oluyordu. Burada birçok da vakif tesis
etti.
Orhan Gazi, feth ettigi ülkelerde
tebeasina karsi adaletle uyguladigi siyasete çok dikkat ediyordu. O, devletin
temellerini babasindan tevarüs ettigi adalet anlayisi üzerine kurmustu. Bu
sebepledir ki tebeasi arasinda herhangi bir ayirim yapmadan herkese gerektigi
sekilde muamelede bulunuyordu. Bununla beraber o, kendi toplumunun faydasina
olan her konuda öncülük ediyordu. Bu bakimdan zapt ettigi yerlerdeki kiliseleri
mescid ve medreselere çevirmekle yetinmemisti. Vakiflar kurmak suretiyle bu
öncülügünü sosyal alanda da göstermisti. Nitekim Bursa'da yoksullar evi yaptirip
fakirleri doyurmak için mallar vakfeder. Yoksullar evinde bilgin ve hafizlara da
maas baglar. Daha önceki Müslüman devletlerde de varligina sahid oldugumuz
imâret müessesesinin Osmanlilar'daki ilk müessesi Orhan Bey'dir. O, Iznik'in
Yenisehir kapisinda bir imâret kurar. Bu imâretin seyhligini, dedesi Edebali'nin
müridi olan Haci Hasan'a verir. Orhan Gazi bu ilk imâretin açilis merasiminde
bizzat kendisi hizmet eder. Fakirlere çorba dagitir, aksam olunca da imâretin
kandillerini, yine bizzat kendisi yakar.
Bilindigi gibi toplumun egitim ve kültür
hayatinin gelismesinde önemli derecede rolü bulunan müesseselerden biri de
medreselerdir. Iste burada da ilk defa Orhan Gazi'nin faaliyete geçtigini ve ilk
Osmanli medresesini 731 (M. 1330) yilinda Iznik'te kurdugunu görüyoruz. Yine
onun 1335 yilinda Bursa'da kurmus oldugu medrese zamanla Iznik medresesini
gölgede birakmis ve devrin yüksek tahsil müessesesi haline gelmistir. O, ilim ve
ilim adamlarina saygida kusur etmezdi. Onlari takdir etmekte mahirdi. Ilk
zamanlarinda kendisini Iznik'te ziyaret etmis olan Magribli (Fas) seyyah Ibn
Batûta, Orhan Gazi'den sitayiskâr bir sekilde bahs eder. Onun, Türkmen
meliklerinin büyügü oldugunu söylemekle kalmaz, onun yaninda gördügü ikramlari
ve onun ülkesini nasil dolastigini açik bir sekilde anlatir.
Orhan Bey'in, Süleyman Pasa, Sultan
Murad, Ibrahim, Halil ve Kasim adlarinda ogullari olmustu. 1362'de vefat ettigi
zaman Murad, Ibrahim ve Halil hayatta idiler. Orhan Bey, Kantakuzenos'un kizi
olan esi Theodora'dan dogan oglu Halil'i çok seviyordu. Ibrahim'in annesinin ise
imparator III. Andronikos'un kizi Asporça Hatun oldugu ve Orhan Bey'in bu
zevcesinden Fatma adinda bir kizinin da bulundugu sanilmaktadir. Bu sekilde
Orhan Bey, hem Kantakuzenos'un kizini almis, hem de Paleolog hanedanina damat
olmus demekti. Süleyman Pasa ile Murad Bey ise Yarhisar tekfurunun kizi olan
Nilüfer Hatun adindaki ilk zevcesinden idi.
Kaynak: Osmanli tarihi Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |