Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI Çünkü o, beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara çikmis ve kendinden
önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese edilemeyecek derecede büyük bir
hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da geçirdigi ikinci sehzadelik devresi, gerek
sahsi, gerek Osmanli Devleti için çok verimli ve faydali olmustu. Zira, 5 yil
süren bu dönemde o, sahsiyetini olgunlastiran ciddi bir çalisma ve fikrî
faaliyet içinde bulunmustuBu bes senelik müddet zarfinda o, bir yandan akademik bir faaliyet
devresine girerek liyakatli hocalarin refakatinda malumatini genisletmis,
felsefe ve riyaziye (matematik) okumustu. Döneminin önemli iki dili olan Arapça
ve Farsça'yi ana dili gibi ögrenmisti. Bu meyanda o, Latince, Yunanca ve Sirpça
ögrenme imkânlarini da bulmustu. Tarih, cografya ve askerlik bilgisine de iyice
vâkifti. Bir yandan da dünya cihangirlerinin biyografilerini dikkatle tedkik
ederek her birinin dogru ve yanlis taraflarina parmak koymustu. Böylece,
yasanmis tarih maceralarinin muhasebe ve yekûnu, onu, plan ve sistem fikrinin
lüzumuna esasli bir sekilde inandirmisti.
Devletin, gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak yolunda
kendini geregi gibi hazirlamak için gece uyumamis, gündüz dinlenmemis, hayatinin
bir solugunu dahi bos geçirmemis olan genç sehzâde, hesapli ve sistemli
gelecegin genç fâtihi, saltanatinin devaminca, daima baslanacak bir isin plani
ve bitecek bir isin endisesi ile yorulacakti.
Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855
(18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in
dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna
yakin farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin
bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da
degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne
sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik
ve net bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in
evliliginden itibaren takib ederler. Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan
Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu
oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami
Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli
bir sekilde ele alarak söyle der:
Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi,
Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in
kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla
izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir. Müellif, arastirmasinda bu
ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için biz bunun
üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya
çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden
geçemiyecegiz. Daha sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere
göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi
Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir
bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz
metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati
içinde çikan Iznik ve Bursa Tarihinin 152-153. sayfalarinda Hâtuniye Künbedi
ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta
iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört
sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir.
Bu kitâbenin en büyük kiymeti, Fâtih'in annesinin
yabanci rivayetlerde iddia edildigi gibi Istanbul'da medfun olmayip türbesinin
Bursa'da bulundugunu ve yine ayni yabanci masallarinda iddia edildigi gibi
Hiristiyan olarak öldügü için türbesi kapali olmayip, Müslüman oldugunun kitâbe
ile sabit oldugunu artik hiç bir tereddüde imkân birakmayacak bir kesinlikle
ortaya koymasidir. Yalniz kitâbede bu Hatun'un ismi yoktur, ancak bu da Bursa
mahkeme sicillerinin 31,201 ve 370 sayili defterlerinin 35, 64 ve 40.
sayfalarinda bulunmustur. Fâtih'in annesinin ismi Hümâ
Hâtun'dur.FÂTIH'IN CÜLÛSU VE KARAMAN SEFERI
Fâtih diye tarihe geçen ve Türklerin yetistirdigi en
büyük sahsiyetlerin basinda gelen Sultan II. Mehmed, Manisa'da sancak beyi
bulundugu sirada, babasi, Edirne'de vefat etmisti. Vezir-i azam Çandarlizâde
Halil Pasa, bu ölümü gizli tutarak durumu Manisa'da bulunan genç sehzâdeye bir
ulakla bildirir. Edirne'den yola çikan ulak, üç gün sonra ölüm haberini
Manisa'ya getirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haberlesmeyi su ifadelerle dile
getirerek o dönemde bile Osmanli Devleti'nde posta vazifesi gören ulak
(tatar)larin nasil sür'atli yol aldiklarini ve gizlilige nasil riayet
ettiklerini anlatir:
Subatin besinci günü bir ulak, kuvvetli kanatli
kartal kusu gibi Manisa'ya geldi ve Mehmed'e iyice mühürlenmis bir mektup verdi.
Mehmed, mektubu açip okuyunca, babasinin vefat ettigini gördü. Mektup, Halil ve
diger vezirler tarafindan imza olunmus bulunuyordu. Mektupta babasinin vefatini
yazdiklari gibi, vakit kaybetmeksizin ve mümkün ise Pigasos (mitolojide kanatli
atlara verilen bir isim) cinsinden uçar bir ata binip, pâdisahin vefati, civar
milletlerce duyulmadan evvel, Trakya'ya gelmesini yaziyorlardi. Mehmed, mektupta
yazilanlara uygun olarak hemen çok (sür'atli) kosan Arap atlarindan birine
atladi ve sarayi erkânina: Beni seven armamdan gelsin dedi. Önünde sarayindaki
kullarindan okçular ve çabuk yürüyenler, iki yanlarinda kahraman dilâverler yaya
olarak ve kiliç takinanlar ile mizrakli süvariler arkadan geliyorlardi. Bu
suretle tertip olunan alay, iki günde Manisa'dan Bogaz'a vararak, Gelibolu
Bogazi'ni geçtiler. Mehmed, maiyetinden geride kalanlarin gelebilmeleri için
Gelibolu'da iki gün daha bekledi. Bu arada Edirne'ye bir ulak göndererek,
Gelibolu Bogazini geçtigini bildirdi. Halkin bas kaldirip karisikliklarda
bulunmamasi için, yeni pâdisahin Gelibolu'da bulundugu her tarafa yayildi.
Gelibolu'dan hareket eden genç pâdisah, Edirne'ye ulasmakta pek acele etmedi.
Sehrin disinda vezirler, beylerbeyiler, sancakbeyleri, ulema ve ordu tarafindan
karsilandi. Lehinde büyük tezahüratlar yapildi.
Fâtih Sultan Mehmed'in, babasinin ölüm haberini almasi
ve Manisa'dan hareket etmesi yeni arastirmalarda su sekilde
verilmektedir:
Vezir-i a'zâm, kimseye duyurmadan acele Manisa'ya
ölüm haberini eristirdi. Yedi gün sonra haberi alan Sultan Mehmed, yaninda
atabegi Sehabeddin Pasa oldugu halde, sür'atli bir sekilde hareket ederek iki
günde Çanakkale Bogazi'na geldi. Bizans'in bogazlari kesmeleri ve Orhan'i 1444
yilinda oldugu gibi Rumeli'de serbest birakmalari uzak bir ihtimal degildi. Genç
Sultan, Gelibolu'ya geçmeye muvaffak oldu. Bundan sonra onun, o derecede telas
ve endise etmedigini görüyoruz. Gelibolu'da babasinin ölümü ve yeni pâdisahin
geldigi haberi yayildi. Chalkondyles'in sözünü ettigi Edirne'deki yeniçeri
ayaklanmasi, yeni Sultan'in, Gelibolu'ya varmasindan sonra olmalidir. Buna göre
Yeniçeriler, sur haricinde toplanip sehri yagmaya hazirlanmislardi. Ancak
Çandarli Halil'in büyük otoritesi ve enerjisi sayesinde büyük bir kargasanin önü
alindi. Halil, kalan kapikulu askerleri ile alelacele topladigi kuvvetleri,
bunlarin üzerine sevk ederek, silahlarini birakmazlarsa kiliçtan
geçirileceklerini, yeni sultani beklemelerini ve o geldikten sonra kendilerine
ihsanda bulunacagini söyledi. Asker Çandarli'ya olan hürmetleri dolayisiyla
isyandan vazgeçti. Bunun akabinde Sultan Mehmed, pâyitahta girerek tahta oturdu
ve yeniçerilerden sadakat yemini aldi.
Bu rivayetteki unsurlar, olaylarin gelismesi ile tam
bir uygunluk halindedir. Halil Pasa'nin, yençeriler üzerindeki nüfuzu, Sultan
Mehmed'in ancak onun müdahalesinden sonra tahta gelip yerlesebilmesi, bilhassa
kayda deger. Yeni Sultan adina vaad edilen bahsis ise, yeniçeriler tarafindan,
Karaman seferinde adeta tehdidle alinacaktir.
Babasinin ölümünden onbes gün sonra Sultan II. Mehmed,
Osmanli ülkesinin pâdisahi sifatiyla Edirne'de ikinci defa tahta çikti (16
Muharrem 855/18 Subat 1451).
Sultan Murad'in zamansiz ölümü ve oglu Mehmed'in tahta
geçmesi sonucunda devletin iç ve dis siyasetinde bir degisikligin olmasi
bekleniyordu. Sultan Ikinci Murad'in ölümünden sonra hükümdar olarak Edirne'de
gördügümüz müstakbel Istanbul Fâtihi, inzibatli ve sistemli bir hazirlik ile
manevî bir olus devresinin suurunu tasiyarak artik is basinda bulunuyordu. Osmanli devlet teskilâtinda da, büyük ve köklü
degisiklikleri yapacak olan genç hükümdarin büyük talihi, devlet otoritesinin
politika ahlâkini kuran ve kontrolü altinda tutan âlimlerden mürekkep müsavir
kuvvetlerle kendi kendini çevrelemis olmasi idi. Zira bu zümre, bagli
bulunduklari prensiplerin müdafaasini, imanlarinin geregi bildiklerinden,
pâdisahlik makamina karsi serdengeçti bir pervasizlikla daima medenî cesaret
gösterirlerdi. Iste hükümdarin karar ve hareketlerinin tosladigi duvar, bu
salâbet ve müeyyideler sistemi idi.
Dünyanin hiç bir devrinde, hiç bir idarenin bas
çeviremeyecegi bu mücahidler sinifi, kendi prensiplerinin sasmaz ölçüleriyle,
hükümdarlik makamina karsi bir tasfiye cihazi vazifesini görmüslerdir. Devrandan
nimet beklemedikleri ve dünyanin varligindan sâd, yoklugundan ise nâsâd
olmadiklari için, kimseden çekinmemis, kendilerini kimseye borçlu ve zebûn
hissetmemekle de hürriyetlerini kimseye bagislamamislardir.
Iste genç hükümdar, çocuk yasindan itibaren böyle bir
muhit ve bu anlayista bir hoca ve müsahib kadrosu tarafindan çevrelenmistir.
Bunlardan Molla Hüsrev, Molla Güranî, Hocazâde, Hizir Bey Çelebi, Ali Tusî,
Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca Hayreddin gibi
ilim, irfan ve san'at erbabi, feyzine feyz katarak fikrî ve edebî istiklâlini
hazirlamis, bir yandan da baraj vazifesiyle coskun ve taskin kararlarinin
demlenip durulmasina hizmet etmislerdir.
Su kadar var ki, bu halkanin tam merkez yerinde,
hepsinden imtiyazli ve hepsinden cesaretli bir hocasi daha vardi ki, tek basina
gözünü hükümdara dikmis olan bu meydan erinin adi Ak Semseddin
idi.
Sultan Mehmed, tahta oturur oturmaz durumun nezaketini
kavramis ve bu sebeple babasinin vezirlerini yerinde birakmisti. Inalcik,
Mehmed'in cülûsu ile Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin rakiplerinin, iktidara
geldiklerini söylemektedir. Bu konuda Bizans tarihçisi Dukas asagidaki ifadeleri
kullanarak mevzuya bir açiklik getirir: Mehmed, tahtina oturdugu sirada bütün
valiler ve babasinin vezirleri, Halil Pasa ile Ishak Pasa, karsi tarafta uzakta
duruyorlardi. Kendi vezirleri ise Hadim Sahin (Sehabeddin) ve Ibrahim, âdet
vechiyle pâdisahin yaninda yer almislardi. O zaman Sultan Mehmed, kendi veziri
Sahin'e sordu: Babamin vezirleri neden uzakta duruyorlar? Bunlari çagir ve
Halil'e eski yerini almasini söyle. Ishak da Anadolu ordulari komutanlari ve
esrafi ile beraber, babamin cesedini Bursa'ya gömsünler. Sark vilayetlerinin
(Anadolu Beylerbeyi) de idaresine nezâret etsin dedi. Vezirler, pâdisahin bu
sözünü duyunca hemen kosarak usûlleri vechiyle pâdisahin elini öptüler. Bu
suretle Halil basvezir oldu. Ishak da Murad'in cenazesini alarak birçok esraf ve
âyâniyle beraber ve büyük bir intizam içinde Bursa'ya gitti. Cenazeyi orada
kendisinin hazirlatmis oldugu türbeye defnetti. Bu cenaze alayinda fukaraya pek
çok paralar verildi.
Genç pâdisah, tahta çikar çikmaz devletin hududlarinda
tehlikeler bas göstermeye basladi. Ilk defa, henüz bir çocuk olarak tahta
çiktigi zamanki buhranli durumlar tekrarlanmak üzereydi. Enverî (Düstûrnâme, s.
94) bu durum için Fitne ve âsûb doldu her diyar diyerek durumun vehametini
ortaya koyar. Gerçekten de Anadolu ayaklanmisti. Karamanoglu Ibrahim Bey
harekete geçerek, Fâtih'in babasi Murad tarafindan ele geçirilmis bulunan
yerleri zaptetmis ve Alaiye üzerine yürümüstü. Ibrahim Bey, Bati Anadolu'da,
Sultan Ikinci Murad'in son defa ortadan kaldirdigi beylikler için, Karaman'dan
gönderdigi saltanat davasi güden iddiacilar, Aydin, Mentese ve Germiyan'da
faaliyete geçmislerdi. Bu konularda fazla tafsilata sahip olmamakla beraber,
Anadolu Beylerbeyi'nin bunlarla ugrasmak zorunda kaldigina bakilirsa bu
hareketler ilk etapta basarili olmuslardi denebilir. Öyle anlasiliyor ki,
Anadolu'da durum endise verecek bir boyuta ulasmisti.
Genç hükümdar, bu müskül ve sikintili durumda, ister
istemez babasinin baris politikasini sürdürmek zorunda kalacagini anlamisti. Bu
bakimdan. Anadolu'yu kurtarmak için, batida birçok fedakârliklarda bulunmak
zorunda kaldi. Böylece, o tarafi (bati sinirlarini) emniyete alarak barisi
saglamaya çalisti. Gelen Sirp elçisinin istekleri kabul edildi. Despot'un,
Sultan Murad'la yaptigi Yeminle musaddak muahede ve ittifaklari yenilemeye
razi oldu. II. Murad'in resmî müsaadesiyle 1449 yilinda Bizans tahtina geçmis
olan eski Mora Despotu Konstantin de, yeni pâdisahin durumundan azamî sekilde
istifadeye çalisti. Fâtih, tahta geçince, Konstantin hem tebrikte bulunmak, hem
de eski andlasmalari tastik ettirmek için bir Bizans elçisi gönderdi. Yeni
Sultan, barisi teyid ve eski ahidleri tastik ettigi gibi, ayrica, yaninda
bulunan Osmanli saltanatinin müddeisi, Orhan'in masraflarina karsilik, Bati
Trakya'da Karasu irmagi üzerindeki yerlerin hasilatindan yilda, 300 bin akça
isteyen imparatorun bu dilegini de kabul etti.
Gelecegin Istanbul Fâtihi'nin bu sekildeki hareket ve
davranislari, onun iyi bir diplomat oldugunu göstermektedir. Bu bakimdan,
Edirne'deki cülûsu esnasinda, Bizanslilara karsi mültefit davranmasinin elbette
bir sebebi ve mânâsi vardi. Onun, o zamandaki düsüncelerine yaklasmak ve onlari
kesfetmek pek güç bir is olmakla beraber, muhtemelen Fâtih, henüz hazirlikli
bulunmadigi su siralarda, Bizans'in tesviki ile Hiristiyan milletlerin kendisine
bazi engelleri çikarabileceklerini hesaba katarak Bizans'la dost kalmayi uygun
görmüstür. Ilk defa hükümdar oldugu zaman, çocuklugundan faydalanmak üzere
Hiristiyan milletlerin nasil harekete geçmis olduklarini hiç süphesiz unutmamis
olan genç pâdisah, herhalde yine böyle bir durumla karsilasabilir endisesiyle
olacak ki, simdilik bu sekilde davranmayi uygun görmüstü. Öyle anlasiliyor ki
Fâtih, Bizans hakkinda baska türlü düsünüyordu. Ancak henüz tahta çikmis olan bu
gencin, etrafini ürkütmemesi gerekiyordu. Böyle bir davranis tabii bir
hareketti. O da öyle yapti. Onun için Karaman seferi esnasinda kendisine
yapilmis bulunan teklifleri sukûnetle dinlemis ve onlari kabul eder bir tavir
takinmisti. Fakat Karamanoglu Ibrahim Bey itaat altina alinir alinmaz is
degismis ve bu seferin dönüsünde pâdisah, Rumeli Hisari'nin yapilmasini
emredecektir. Bu hisarin yapilisi, Bizans'a yersiz isteklerinin güzel bir cevabi
idi. Böylece Bizans, yakin gelecekte ne gibi bir tehlike ile karsilastigini
ancak o zaman idrak etmis ve hemen agiz degistirerek kuvvetli hasimlari
karsisinda her zaman yaptigi gibi, bu sefer de yalvarmak, bunu yapamayinca da
igfal etmekle durumunu kurtarmaya çalismistir. Bu bakimdan, hisarin yapilmak
istendigi yerin, Galatalilara ait oldugunu ileri sürerek meseleyi diplomatça
halletmeye çalismis ise de, Fâtih'in verdigi cevap, hem susturucu hem de
oksayici olmustur. Anlasma geregince genç pâdisah, Istanbul kusatmasi müddetince
Galata Cenevizlileri ile dost kaldi. Hatta Galatalilarin, gizliden gizliye
Bizanslilara yardim ettiklerini bildigi halde bunu, açiga vurmayi menfaatlerine
uygun bulmadi. Istanbul alinincaya kadar onlarin bu sekildeki düsmanca
hareketlerine göz yumarak onlari görmezlikten geldi. Halbuki Istanbul'un fethini
müteakip günlerde, Galatalilar için, kendi bahs ettiklerinden baska hiç bir
hukuk tanimayarak, orayi da dogrudan dogruya Türk topraklarina
bagladi.
Ülkesinin, içinde bulundugu nazik durum sebebiyle,
düsmanlari ile olan eski antlasmalari yenilemeyi uygun gören genç hükümdarin bu
davranisi, Avrupa tarafindan yanlis bir sekilde degerlendirilmisti. Bunun için
de Avrupa, onun hakkinda yanlis fikirler beslemekteydi. Onun, devletlerle olan
muahedeleri yenilemesi ve onlara karsi yumusak davranmasi böyle bir fikrin
ortaya çikmasina sebep olmustu. Zira onlara göre, birkaç defa tahtindan mahrum
edilerek Manisa'ya gönderilen Sultan Murad'in bu genç sehzâdesi hakkinda
Bizans'ta ve bütün Avrupa'da acele hükümler verilmis ve o, kabiliyetsiz bir
delikanli olarak taninmisti. Bundan dolayi Sultan Murad'in ölümü ve Fâtih'in
tahta çikisi her tarafta büyük bir memnuniyet uyandirmisti. Çünkü bu
delikanlinin beceriksizligi yüzünden, Osmanli Devleti'nin kendiliginden sona
erecegi hülyasi, Avrupa'da tekrar kök salmaya baslamis ve Hiristiyanlik âleminin
kuvvetlerini, birlikte ve sür'atle hareket etmeleri
lazimgelen bu devrede, tamamiyle felce ugratmisti. Aslinda yeni ve genç hükümdar
da Avrupa'da böyle bir fikrin yayilmasini istiyordu. Onun yumusak tavri, onlarda
böyle bir düsüncenin meydana gelmesini saglamisti. Bu yüzden hiç kimse,
Osmanlilara karsi harekete geçmeyi düsünmüyordu. Yalniz Franciccus Phlelphus bu
düsünce ve fikirde degildi. O, Sultan Murad'in ölümünü takib eden günlerde,
Osmanlilar ve onlarin devleti hakkinda fikirlerini kaleme aldigi bir mektupla
Fransa krali VII. Charles'a bildirmisti. Avrupadaki mevcud fikirleri, pesin
hükümleri ve yanlis düsünceleri aksettiren bu mektubunda Phlelphus, Fransa
kralina öbür Hiristiyan devletlerin basina geçmesini ve Osmanlilara karsi
yürümesini istiyordu. Çünkü ona göre Osmanlilarin kudreti çoktan kirilmisti.
Harbe sokabilecekleri kuvvet olsa olsa 60 bin kisi olabilirdi. Baslarinda da
harp görmemis, tecrübesiz, sefih, kadinlara düskün ve budala bir delikanli
vardi. Phlelphus, bu kadarla da yetinmiyor, Fransa kralinin takib edecegi yolu
bile gösteriyordu. Ona göre uygun bir rüzgârla Hiristiyan ordusunun bir günde
Tarent'den Peleponez'e geçecegini, Mora despotlarinin, bütün kuvvetleriyle bu
orduya katilacagini, Arnavutlarla Italyanlarin bu orduyu destekleyecegini ileri
sürüyordu. Böylece, çok kisa bir zamanda Türklerin Avrupa'dan kovulacagini,
hatta Asya'da Müslüman hakimiyetinin kirilacagini iddia
ediyordu.KARAMAN SEFERI
Her firsatta, Osmanlilara karsi hasmâne (düsmanca) bir
tavir içine giren Karaman Beyligi, yasadigi müddetçe, Osmanli Devleti'ne karsi
mümkün olabilen bütün fenaliklari yapmis, Hiristiyanligi takviye ederek
Müslümanligi zaafa götürmeye çalismisti. Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi
altinda bir an ezilmeye mahkum olan bu beylik, Yildirim ile Timur (Timur-i
bî-nûr) arasindaki mücadele ve Yildirim'in maglubiyeti ile sonuçlanan Ankara
Savasi'ndan sonra tekrar meydana çikarak, gerek Çelebi Sultan Mehmed zamaninda,
gerekse Ikinci Murad dönemlerinde durmadan Osmanlilar aleyhinde faaliyette
bulunmustu. Fâtih'in, küçük yasta tahta çikmasini firsat bilen bu beylik, Orta
Anadolu'da yine bir gaile meydana getirmeye çalismis ise de, genç hükümdarin çok
sür'atli hareket edisi, buna imkân birakmamisti. Ancak, Fâtih biliyordu ki,
Karamanlilar, bir firsat vukuunda tekrar ortaya çikacaklardi.
Gerçekten, genç hükümdarin ilk gailesi, yine
Karamanoglu'nun, Anadolu'daki diger beyliklerle elele vererek bir talih
denemesine daha kalkismasi olmustu. karamanoglu Ibrahim Bey, bu defa da saltanat
degisikliginden istifade etmek istedi. Bu yoldaki gâye ve düsüncesini
gerçeklestirebilmek için de Venedik Cumhuriyeti ile bir anlasma yapti. Alaiye'ye
giderek Venediklilerle irtibat kurmak istedigi gibi, Anadolu beylerinin
ogullarindan bazilarina da kuvvet vererek onlari, Osmanli hududlari içine
gönderdi. Bunlar, Germiyan, Aydin ve Mentese beylikleri idi.
Kaynaklarimiz bu konuda su bilgiyi verirler:
Karamanoglu, birkaç haramzâde tutup, her birini bir taifeye serdar edüp, biri
Germiyanogludur diye Kütahya üzerine, biri Menteseogludur diye Mentese yöresine,
biri de Aydinogludur diye Aydin vilayetine göndermisti. Bunlar, o vilayetleri
talan edüp halka karsi olmadik iskenceler yapip, salginlar saldilar. Kendisi de
edepsizlik ve sirrette yardimcilari olan adamlari ile Alaiye üzerine yürümüstü.
O günlerde Özgüroglu Isa Bey, Anadolu Beylerbeyi idi. Karamanoglu'nun uygunsuz
davranislarini ve cezalandirilmasi gereken islerini tahta (Pâdisah) arzetmis,
Karaman'la savasmak için izin istemisti. Genç hükümdar, Isa Bey'in böyle zor bir
hizmeti basaramayacagini düsünerek onu görevinden alir. Bosalan bu göreve Vezir
Ishak Pasa'yi tayin eder. Anadolu Beylerbeyi olan Ishak Pasa, bas kaldiran bu
kalabaligi dagitmak üzere öncü olarak gönderilir. Pâdisahin kendisi de devlet ve
ikballe Gelibolu Bogazi'ndan geçip Bursa'ya gelir.
Genç hükümdar, Karamanoglu Ibrahim Bey'in, bu
faaliyetleri ile kendisine bagli olan Aksehir, Beysehir ve Seydisehir gibi
yerleri isgal etmesi üzerine, ilk seferini Karamanoglu üzerine yapmak zorunda
kaldi. Bu arada bir taarruza maruz kalmamak için Rumeli Beylerbeyi olan Dayi
Karaca Pasa'yi, Rumeli askeri ile Sofya'da birakti. Sultan Mehmed, Ishak Pasa'yi
Karaman'a dogru gönderirken, kendisi de onu takip etmeye basladi. Bursa yolu ile
Karaman topraklari üzerine hareket ettigi zaman, veraset iddia ederek ayaklanmis
olanlarin tamaminin Karaman'a iltica ettiklerini isitmisti. Yasli Ibrahim Bey
ise artik her seyden ümidini kesmisti. Isyan için kiskirttigi bütün elemanlar,
hareketten kalmis, Fâtih'in geldigi yerlerde de halkin ona tabi oldugunu
görmüstü. Bu durum karsisinda Taseli daglarina çekilmek zorunda kalan Ibrahim
Bey, oradan, suçunun bagislanmasini istemek ve barisi saglamak üzere bir
mektupla Molla Veli'yi pâdisaha gönderir. Ayrica, sulhun yapilabilmesine
tavassutta bulunmalari için pâdisahin vezirlerine çok miktarda hediyeler
yollamisti. Filhakika vezirlerin ve ulema ve eimme ve mesayihin sefaatiyle
pâdisah sulha razi oldu. Yapilan anlasmaya göre Aksehir, Beysehir ve Seydisehir
tekrar Osmanlilara birakiliyor, seferlerde de bir miktar Karaman askeri
bulundurulacagi taahhüd ediliyordu. Yine bu anlasmaya göre Ibrahim Bey, kizini
da pâdisaha verecekti. Fakat Fâtih'in böyle bir evliliginin olduguna dair
kaynaklarimizda bir bilgiye tesadüf edilememektedir.
Öyle anlasiliyor ki, ta Edirne'den kalkarak Anadolu
ortalarina kadar gelen pâdisahin, Karamanoglu isine bir son vermeden barisa riza
göstermesi, vezirlerin sefaatinin bir sonucu olmasa gerekir. Ç ünkü her
firsatta, Osmanliya karsi olan düsmanligini açiga çikaran ve düsmanca
hareketlerde bulunan Karamanoglu için Fâtih, hiç te iyi düsünmüyordu. Onun,
Karamanoglu hakkinda:
Bizümle saltanat lafin idermis ol
Karamanî
Huda fursat verirse ger kara yire karam
âni
demesi, onun Karamanoglu hakkinda nasil düsündügünü
göstermektedir. Zaten o, Karaman Beyligi'ni ortadan kaldirmak emeli ile sefere
çikmisti. Bu durumda, ele geçen bu firsat aninda onu ortadan kaldirmasi
gerekirken, birdenbire barisçi bir sekilde hareket etmesinin elbette bir sebebi
olmalidir. Gerçekten de hadiseler, Karaman seferinde zaman kayb etmesine müsait
görünmüyordu. Çünkü en küçük firsatlardan bile faydalanmayi ihmal etmeyen
Bizans, yine kipirdanmaya baslamisti. Zira, daha önceki anlasmaya göre,
kendilerine Çorlu'dan berisi birakilmis ise de Bizanslilar, bu sefer esnasinda
Fâtih'i rahat birakmamislar ve ortada bir sebep yokken onu tehdid etmek
istemislerdi. Bunu da Osmanli ordusunun Frikya'da bulundugu bir sirada,
elçilerin ordugaha gelmesi ile açikça ortaya koymuslardi. Bu sartlar altinda
genç hükümdar, Karamanoglu'nun tekliflerini yeterli bulmak zorunda kaldigi için
barisa riza göstermisti. Çünkü o, hem Bizans'in uygunsuz bir zamanda harekete
geçip taht ve saltanat müddeisi olan Orhan'i serbest birakmasindan, hem de
Hiristiyan dünyayi onun aleyhinde harekete geçirmesinden endise ediyordu. Ayrica
o, Istanbul'un fethi hakkindaki ulvî tasavvurlarini endisesiz bir sekilde
tatbikten baska bir sey düsünmüyordu. Bunun için de karada ve denizde bütün
komsulari ile baris durumunda bulunmak, Sultan Mehmed için önemli ve gerekli
idi.
Karaman seferinden dönüp Bursa'ya yaklastigi sirada
yeniçeriler hünkari karsilayip ilk seferi oldugu için töre geregi sefer bahsisi
istediler. Pâdisah, Sehabeddin Pasa ve Turahan Bey'in tavsiyesiyle on kese akça
verilmesini emrettiyse de onlarin bu sekildeki hareket ve cür'etleri, canini
sikmisti. Bu yüzden birkaç gün sonra Yeniçeri Agasi Dogan Bey'i azletti.
Yayabasilarini da asker arasinda disiplini saglayamadiklarindan dolayi
dövdürterek Yeniçeri Agaligi'na Mustafa Bey'i tayin etti.
Genç hükümdar, Karaman seferi dönüsünde Bursa'ya
geldikten sonra Anadolu Beylerbeyi olarak tayin ettigi ishak Pasa'yi, Mentese
Beyligi'ne göndermisti. Ishak Pasa, Menteseogullarindan Ahmed Bey'in oglu Ilyas
Bey üzerine gitmis, onun agir isiten kulagina hiç olmazsa görmek suretiyle, onun
anlayacagi sekilde sözleri okuyup, dilâverliginin geregi olarak kendisini, adi
geçen ülkeden atmaya niyetlenmisti. Ishak Pasa'ya karsi tutunamayacagini anlayan
Ilyas Bey, Rodos'a kaçmisti. O ana kadar Ankara'da oturmakta olan Anadolu
Beylerbeyileri bundan böyle Kütahya'yi merkez edindiler. Solakzâde, gerek
Bursa'daki olay, gerekse Mentese konusunda su bilgileri
vermektedir:
Sulhtan (baris) sonra azimetlerini Bursa yönüne
çevirdiler. Sehre yakin geldiklerinde, Yeniçeri alay baglayip, saadetli
pâdisahtan bahsis ricasinda bulundular. Sehabeddin Pasa ile Turahan Bey,
yeniçerinin durmalarinin sebebini beyan eyleyince, ihsan için on kese akça
ferman buyurdular. Lakin bu uygunsuz hareket, pâdisahin hatirinda kirginliga yol
açti. Birkaç gün geçtikten sonra, agalari mesabesinde olan Sekbanbasi Kazanci
Dogan Bey, iyi bir sekilde dövüldükten sonra azl olundu. Agaliga, Mustafa Bey
adinda akilli ve yigit birisi getirildi. Bütün yayabasilar ve dabcilar dayaktan
geçti. Bursa'ya dahil olduklari gün, Anadolu Beylerbeyisi Ishak Pasa'yi Mentese
iline gönderdi. Böylece Mentese oglu Ilyas Bey, bu vilayetten çikarildi. Rodos
adasina kaçti. Tasarrufu altinda olan memleketlerini ele geçirme yoluna
gittiler. O zamana kadar Anadolu Beylerbeyileri, Ankara'da oturmakta idiler.
Ishak Pasa'dan sonra bugün de oldugu gibi Kütahya'da sakin olmalari kanun haline
geldi.ISTANBUL'UN FETHINE DOGRU
Istanbul, Schlumberger'in ifadesine göre, babasi
Sultan Murad'in vasiyetiyle kendisine tavsiye edilmis ve ecdadi olan bütün
sultanlarin zihinlerini isgal etmis oldugu bu muazzam tesebbüsü gerçeklestirmek
isteyen Sultan Mehmed, devamli olarak bu fethi nasil basarabilecegini
düsünüyordu. Zira bu sehrin fethi, Osmanli Türklerine sadece yeni bir baskent
kazandirmayacak, ayni zamanda kurduklari devletin, Avrupa kitasindaki
topraklarinin garantisi olacakti. Egemenlikleri altindaki ülkelerin merkezinde
ve Avrupa-Asya geçidi üzerinde bulunan bu yeni baskent ellerinde olmadan
Türklerin kendilerini güvenlik içinde hissetmeleri imkansizdi. Kendilerini
tedirgin eden Rumlar degil, Hiristiyanlarin birleserek Constantinopolis gibi bir
üsten harekete geçmeleri ihtimaliydi.
Sultan Mehmed, Konstantiniye'yi ele geçirmek suretiyle
müjdeli emîr olmak ve Osmanli Asya'si ile Avrupa'sini birbirine baglayip
devletin tabiî sinirlarini, cografî ve siyasî birligini saglamak istiyordu.
Hammer, hükümdara bu düsünceyi gerçeklestirme imkanini veren olaylari su
ifadelerle dile getirir:
Bizans Imparatoru Kostantin, mevsimsiz olarak ve
maharetsizce bir hareketle, pâdisahin fetih arzusunu hemen uygulamasini tacil
(sür'atlendirecek) edecek davranislarda bulundu. Sultan Ikinci Mehmed,
Anadolu'da, Ibrahim Bey tarafindan saçilmis olan nifak tohumlarini gidermeye
çalistigi sirada, Bizans elçileri ordugaha gelerek Orhan'a tahsis edilmis olan
akçanin hemen ödenmesini istemisler ve belirtilen paranin iki misli olarak
verilmeyecek olmasi halinde, sehzâdenin serbest birakilacagini tehdid edici bir
dille beyan etmislerdi. Bu neviden bir hareket, bir bakima Fâtih'i tehdid
ediyordu. Öyle anlasiliyor ki, bu tehdidin sonu da gelmeyecekti. Zira isi
santaja kadar götürmek demek olan bu istek, Osmanlilari devamli surette rahatsiz
edecekti. Gerçekten, Karaman seferi esnasinda Imparator Konstantin ve senato, bu
seferi firsat bilerek gönderdigi elçilerle Sehzâde Orhan'a verilen tahsisatin
arttirilmasini ve sayet bu yapilmazsa sehzâdeyi Rumeli'ye saliverecegini de
tehdid olarak bildirmekte idi. Gelen elçilerin önce vezir-i azami görerek
arzularini bildirmeleri, protokol geregi oldugundan elçiler, imparatorun
tekliflerini Halil Pasa'ya bildirdiler.
Bu tekliflere göre imparator, Istanbul'da bulunan
Sehzâde Orhan'in her sene verilmekte olan tahsisatinin, masraflarini
karsilayamamasindan dolayi artirilmasini istemekte, sayet bu teklifi kabul
edilmeyecek olursa adi geçen sehzadeyi Rumeli'ye saliverecegini tehdidkarâne bir
sekilde bildirmekte idi. Bunu ögrenen Halil Pasa, henüz imzasi kurumayan ahde
muhalif hareketlerinden dolayi agir sözler söyleyerek elçileri tehdid ettikten
sonra:
Simdi Anadolu'ya sefer ettigimizi ve Frikya'da
bulundugumuzu gördügünüzden istifade ederek, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz
sözlerle bizi korkutmak istiyorsunuz. biz çocuk degiliz, elinizden ne gelirse
yapiniz. Orhan'i Trakya'ya pâdisah yapmak istiyorsaniz hiç durmayin. Macarlari
da getirmek istiyorsaniz dâvet ediniz. Yalniz sunu biliniz ki hiç bir seye
muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizdekini de kayb edeceksiniz. Mamafih
söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim. O, ne der ve nasil arzu ederse o
olacaktir. diyerek durumu Sultan Mehmed'e bildirir. Hükümdar, imparator ve
senatonun bu istekleri karsisinda hiddetlenecektir. Fakat uygun zamani bekledigi
için elçileri güler yüzle karsilar. Onlara, yakin zamanda Edirne'ye dönecegini
ve orada görüserek arzularini yerine getirecegini söyledikten sonra onlari tatli
dil ve ümitli bir sekilde geri gönderdi.
Imparatorun, Sultan Mehmed'i tahrik eden bu istekleri
ve elçilerin söyledikleri, Bizans tarihçisi Dukas tarafindan tafsilatli bir
sekilde su ifadelerle nakledilir:
Budala Bizanslilar, iyi düsünmeden, bos bir fikir
ortaya atarak Mehmed'e elçiler gönderdiler. Âdet oldugu üzre elçiler,
söyleyeceklerini önce vezire söylerlerdi. Bu elçiler vezire dediler ki:
Imparator Konstantinos her sene kendisine verilmekte olan 300 bin akçayi almaya
razi olmuyor. Sizin pâdisahiniz gibi, Osmanogullarindan olan Sehzâde Orhan,
kemal çagina ermis bir gençtir. Her gün birçok kimse kendisine gelerek, ona
emîr diye hitab ediyor ve kendisini pâdisah ilan etmek istiyorlar. Orhan ise
bunlara ihsanlarda bulunmak ve kendilerine hediyeler vermek istiyor ise de,
parasi olmadigindan ve para istemek için müracaat edecek baska bir yeri
bulunmadigindan imparatora basvuruyor. Ya tahsisati iki misline iblag ediniz
veya Orhan'i serbest birakacagiz. Osmanogullarini beslemeye mecbur degiliz.
Bunlarin, beytülmaldan infak olunmalari gerekir. Orhan'in, tarafimizdan vaki
olan tevkifi ve sehirden disari çikmamasi için aldigimiz tedbirler yeterlidir. Halil Pasa, bunlari ve daha baska sözleri dinledikten
ve Pâdisah Mehmed'e söylemek üzere imparator ve senatonun bu tekliflerini
duyduktan sonra, elçilere sunlari söyledi: Ey akilsiz ve saskin Bizanslilar!
Tasavvurlarinizdaki seytanliklari çoktan bilirdim. Bu bildiklerinizi unutun...
Daha dün denecek derecede yakin bir zamanda sizinle yeminle teyid olunmus
ahitnâmeyi yaptik ve diyebiliriz ki, mürekkebi henüz kurumamistir. Simdi ise
Anadolu'ya sefer yaptigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden
faydalanarak, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz korkuluklari bize göstermek
suretiyle bizi ürkütmek istiyorsunuz. Biz, fikir ve kudretten mahrum çocuk
degiliz. Elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya pâdisahi yapmak isterseniz
hiç durmayin. Macarlari Tuna'dan bu tarafa geçirtmeyi düsünüyorsaniz onlar da
gelsinler. Siz de daha önce kayb ettiginiz yerleri geri almak için taarruza
geçmek isterseniz bunu da yapiniz. Yalniz sunu biliniz ki, bunlardan hiç birine
muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizde bulunani da kayb edersiniz.
Mamafih, söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim, o ne arzu ederse o
olacak.
Mehmed, basvezir ile elçiler arasinda konusulan
yukaridaki hususlari duyunca çok hiddetlendi. Ancak bunu belli etmedi. Bizans
elçilerini kabul ederek, bunlara dedi ki: Az zamanda Edirne'ye dönmek
niyetindeyim. Oraya geliniz, imparatoru ve sehre ait bütün hususlari orada bana
söyleyiniz. Istenilen her seyi vermeye hazirim. Mehmed bu sözleri ve daha buna
benzer tatli sözler söyleyerek bunlara yol verdi. Birkaç gün sonra Bogazi geçip
Edirne'ye gelen Mehmed, Karasu civarinda bulunan köylere, sâdik kölelerinden
birini göndererek imparator için tahsis olunan iradin (gelirin) verilmesini
yasakladi. Bu gelirin tahsiline memur olanlari ve buna nezaret edenleri oradan
kovdu. Bu suretle sadece bir sene bu gelir alinmis oldu.BOGAZKESEN (RUMELI) HISARI'NIN YAPILMASI
Ikinci Mehmed, gerkek dedelerinin ve gerekse babasinin
girismis olduklari büyük ve cür'etli tesebbüsü gerçeklestirmek istiyordu. Tabiat
ve cografya, Istanbul'u, dogu ve batidaki Osmanli ülkelerine merkez yapmisti.
Kostantiniyye, baska bir devletin elinde kaldikça Osmanli ülkesi, Hiristiyan
istilasina açik bulunacagi gibi, Avrupa ile Asya arasindaki bag ve alaka da
emniyete alinamazdi. Böylece devlet, tam ve saglam bir vücud olacak yerde,
gövdesi ortasindan ikiye bölünmüs olarak parçalanmak tehlikesine maruz
kalirdi.
Gerçekten su ana kadar, Osmanlilar tarafindan
Istanbul'un fethi için yapilan tesebbüslerin her birinde bir engel çikarak veya
çikarilarak muvafakiyet önlenmisti. Fakat burasi, imparatorun elinde bulundukça
Osmanlilarin Rumeli'ye tamamen hakim olmalari mümkün degildi. Nitekim, Varna
muharebesine gidilirken, Çanakkale'nin ve hatta Sarayburnu ile Bogaza dogru olan
yerlerin düsman tarafindan tutulmus olmasi, bu arada Istanbul'un da, düsmani
tesvik eden imparatorun elinde bulunmasi yüzünden büyük tehlikeler altinda
Ceneviz gemilerine 40 bin duka altin verilerek Rumeli sahiline geçilebilmisti.
Su halde, iki kitadaki Osmanli hakimiyetinin, devamli olarak sinsi bir
siyasetle, Osmanlilar aleyhinde çalisan Bizanslilar yüzünden, ne kadar korkunç
tehlikeler arzettigini hadiseler göstermektedir.
Ikinci Mehmed, Karaman seferinden dönerken Çanakkale
Bogazi'nin Frenk gemilerince tutuldugu haberini alinca, Istanbul Bogazi'na gelip
babasinin geçtigi yerden Rumeli sahiline geçer. Bu geçis esnasinda, Anadolu
Hisari'nin karsisina bir kale yapilmasini emreder. Istanbul'un fethinden baska
bir sey düsünmeyen Sultan Mehmed, bütün planlarini onun üzerine koruyordu. Bunun
için atilan ilk adim, Bogazkesen Hisari'nin insasi oldu. Askerî ehemmiyeti kadar
âbidevî degeri de yüksek olan bu muazzam kalenin insasi, Türk tarihinin varmis
oldugu seviyeyi göstermesi bakimindan önemlidir. Dört buçuk ay gibi akil almaz
derecede kisa bir zamana sigdirilan bu insaat, gerek tuttugunu koparan bir
tesebbüs, teskilât, idâre ve ikmal dehasi olarak hükümdarin; gerek yardimci ve
tatbikatçi olarak fikri, madde planinda gerçeklestiren kütlenin yüksek bir
teknik seviyesine sehâdet etmektedir.
Osmanlilarin, iki kita arasindaki gidip gelmeleri
esnasinda, tehlikelerle karsi karsiya gelmelerinin kazandigi tecrübeleri, henüz
kuvvetli bir donanmaya sahip olamayan bu devlet için, Istanbul'a sahip olmaktan
baska çare olmadigini ortaya koymustu. Zira tehlikeli durumlar, ancak bu sayede
atlatilabilirdi. Böylece, pâdisahin emri üzerine, Karadeniz'den gelecek her
türlü yardima mani olmak ve iki sahil arasinda karsidan karsiya geçmeyi
saglayabilmek için, Bogazkesen Hisari denilen Rumeli Hisari'nin yapilmasiyla ise
baslandi. Sultan Mehmed, Karaman seferinden Edirne'ye döner dönmez, Anadolu ve
Rumeli'ye fermanlar göndererek bin kisilik bir insaat ustasi kadrosu ile o
miktarda amele ve kireçci istedigi gibi insaata ait malzemenin ilk bahara kadar
hazirlanmasini emir ile bogazda bir hisar yaptirilacagini bildirir. Bizans
tarihçisi Dukas, bu haber üzerine gerek Istanbul, gerekse diger yerlerdeki
Hiristiyanlarin nasil büyük bir telasa kapildiklarini su cümlelerle
belirtir:
Istanbul'da, bütün Asya ve Trakya ile adalarda
bulunan Hiristiyanlar, bu haberi duyunca çok üzüldüler. Aralarindaki
konusmalarda bundan baska bir seyden bahsetmiyorlardi. Ancak artik Istanbul'un
son günü geldi, milletimizin yok olma çanlari çalmaya basladi. Deccal'in günleri
geldi, ne olacagiz? Veya, ne yapalim? Ey Allah'imiz! Canimizi al ki, bu
kullarin, sehrin yok olusunu kendi gözleri ile görmesinler. Senin düsmanlarin,
bu sehri muhafaza eden azizler nerededirler demesinler. Bu münacati yalniz
Istanbul halki degil, Anadolu'da daginik surette ikamet eden, adalarda ve garp
vilayetlerinde bulunan Hiristiyanlar aglayarak bagiriyorlardi.
Kulle-i cedide diye de isimlendirilen günümüzdeki
Rumeli Hisari'nda, Fâtih'in vakfiyesinden anlasildigina göre bir de cami vardi.
Bu camide vazife gören imam (hitabet vazifesi dahil), bu hizmete karsilik her
gün 6 akça, müezzin (temizlik isleri dahil) 4 akça ücret aliyordu. Adi geçen
hisarin yeri tesbite çalisilirken bogazin en dar yerindeki (660 m.) bu noktanin
seçimi, askerî sevk ve idare bakimindan önemli idi. Bu yeni hisarin,
karsisindaki hisar ile birlikte bogaz geçisini kapatabilmesi tasarlanmisti.
Geçisi, makaslama ates ile önlemek ve akintilar yüzünden gemilerin burada, yani
hisarin bulundugu kiyiya yaklasmak zorunda kalacaklarindan istifade ediliyordu.
Hisar, yaklasan hedefleri toplarinin en uzak mesafesinden karsilayarak, güneyde
en uzun mesafeye kadar takip edebiliyordu.
Sultan Mehmed'in kale yaptirmak istedigi mevki,
Bizanslilarin Hermaneum Promontarium dedikleri, bogazin en dar yeri olup,
milattan bes asir önce Iran Sahi Dârâ, muazzam ordusu ile buradan Avrupa
kitasina geçmisti.
Hisarin yapilmasi ile ilgili hazirliklar üzerine
telasa düsen imparator, Edirne'ye elçiler gönderdi. Bunlar, aldiklari talimat
geregi, Sehzade Orhan'in tahsisatindan bahsetmeyeceklerdi. Pâdisahla
anlasabilmek için her fedakârliga katlanacaklardi. Imparator, elçiler
vâsitasiyle I. Murad'dan itibaren gelip geçmis bütün pâdisahlarin, Istanbul'un
hariminde bir kale yapmak ve hatta bir kulübe bile yapmak istemediklerini,
Yildirim Bâyezid'in, Manuel'in muvafakati üzere Türklerle meskun olan Anadolu
sahilindeki kaleyi (Anadolu Hisari) yaptirdigini bildirdikten sonra, kale
yaptirmak suretiyle Frenklerin gidip gelmelerine mani olmak ve gümrük
resimlerini (vergi) hiçe indirip Istanbul'u aç birakmak istedigini beyanla bunu
yapmamasi için ne istiyorsa onu vereceklerini bildirmisti.
Sultan Mehmed, imparatorun gönderdigi elçiler
vâsitasiyle söylenilen seyleri dinledikten sonra:
Ben, sehirden bir sey almiyorum. Imparator, sehrin
hendeginden disari hiç bir seye malik degildir. Sayet Mukaddes Agiz'da
(Bogaz'da) bir kale insa etmek istersem, beni men etmeye hakkiniz yoktur. Her
yer benim mülküm altinda bulunuyor. Anadolu yakasinda bulunan kaleler benimdir
ve bunlarin içinde oturanlar da Türktürler. Garpta meskûn olmayan yerler de
benimdir. Bizans'in orada oturmaya haklari yoktur. Macar Krali üzerimize
yürüdügü zaman o karadan gelirken, Frenklerin kadirgalari Ege Denizi Bogazina
gelerek Gelibolu Bogazini kapatarak, babamin Trakya'ya geçmesine mani oldular. O
zaman babam, Mukaddes Agiz'in yukarisina çikarak babasinin* insa eyledigi kaleye yakin bir yerden Allah'in inayeti
sayesinde kayiklar ile bogazi geçti. Binaenaleyh, babamin bogazi geçmek için ne
zorluklara katlandigini ve ne sikintilara girdigini pekala bilirsiniz. Babamin,
Istanbul Bogazi'ni geçmemesi için imparatorun kadirgalari kesiflerde
bulunuyorlardi. Ben, daha çocuktum. Edirne'de oturuyor, Macarlarin gelmelerini
bekliyordum. Macarlar, Varna civarindaki yerleri yagma ediyorlardi. Bunlari
gören imparatorunuz seviniyordu. Müslümanlar ise izdirap çekiyorlardi. Kâfirler
de sevinç ve meserret içinde idiler. Çok büyük tehlikeler ile bogazi geçen
babam, karsi tarafa geçer geçmez, Anadolu kiyisinda bulunan kalenin karsisina,
garp tarafinda diger bir kale yaptiracagina yemin etti. O, bu yemini yerine
getirmeye muvaffak olamadi. Allah'in inayeti ile bunu ben yapmak istiyorum.
Neden buna mani olmak istiyosunuz? Memleketimde istedigimi yapmaya gücüm
yetmiyecek mi? Gidiniz ve imparatora deyiniz ki, simdiki pâdisah eski
pâdisahlara benzemiyor. Onlarin yapamadiklari seyleri bu kolayca yapabilecektir.
Onlarin istemedikleri seyleri, bu isteyecek ve yapacaktir. Simdiden sonra bu
husus için gelenlerin derisi yüzülecektir.
Dukas'in, bu ifadelerinden anlasildigina göre Sultan
Mehmed, Rumeli Hisari'nin insasina mani olmak isteyen Bizans Imparatoru'na,
tarihî hadiseleri hatirlatmak suretiyle bu tesebbüsündeki hakliligini isbat
etmeye çalisir. Onun için bu isten vaz geçmesinin mümkün olamayacagini tehdid
yollu bir tarzda ona bildirir.
Rumeli Hisari'nin yapilmasi hazirliklarina 1451-52
kisinda baslanmistir. Ilkbaharin baslangicinda Mart ayinin sonlarina dogru,
Rumeli tarafina Anadolu Hisari'nin karsisina bol miktarda insaat malzemesi,
usta, amele ve kireççi gelmisti. Kereste Izmit ile Karadeniz Ereglisi'nden,
taslar ise Anadolu tarafindan getirilmisti. Çalismak üzere külliyetli miktarda
insan gelmisti. Sultan Mehmed, bu sirada kara yolu ile bogaza gelerek
bilirkisilerle (teknik eleman, mühendis) o havaliyi gezdi. Denizin akintisi
hakkinda malumat aldi. Iki sahil arasindaki mesafeyi ölçtürdü. Kalenin
yapilacagi sahayi kendisi tayin ile hududunu tesbit ettirdi. Bundan sonra bir
rivayete öre önce kiyida, hisarin güney-dogu kösesindeki kule insa edilerek
malzeme ve çalismalarin selameti emniyete alinmistir.
Fâtih Sultan Mehmed, hisarin duvarlarinin Arapça
Muhammed kelimesi seklinde olmasini istediginden planini da ona göre
tasarlamisti. Buna göre her Mim (M) harfinin yerinde bir kule bulunmasini
arzuluyordu. Kulelerden ikisi, birbirinin yaninda ve burunun eteginde idi.
Üçüncüsü denize daha yakindi. H ve D harflerinin bulunduklari yerlerde
istihkamlar yapildi. Pâdisah, bunlarin yapilmasina özen gösteriyor ve bizzat
nezâret ediyordu. Gerçekten üç köseli olarak düsünülen hisarin projesi, bizzat
Sultan Mehmed tarafindan tasarlanmisti. Eski an'aneye uyularak, hisarin
yapilmasinda devletin ileri gelenlerinden de faydalanildigi ve bunlarin,
masraflara katildiklari görülür. Bu insanlarin, kule ve surlarin bir kisminin
yapilmasina nezâret ettikleri anlasilmaktadir. Nitekim hükümdar, kale insasini
üç vezir arasinda taksim eder. Üç kösenin doguda, yani deniz sahilinde olan bir
kösesine akropol olarak gayet metin bir burç yaptirma vazifesini Halil Pasa'ya
verdi. Yamaçta, yani güneyde bulunan diger köseye büyük bir burç yapilmasini
Zaganos Pasa'ya, ve üçüncü köseye, yani kuzeye düsen tarafa yapilacak burcu da
Saruca Pasa'ya verdi. Vezir Sehabeddin Pasa da bütün insaata nezâret
etti.
Kaynaklar, Rumeli Hisari'nin, bizzat Sultan Mehmed'in
idaresinde 1000 kadar usta ve onun iki misli isçi çalistirilarak dört ay gibi
çok kisa bir zamanda (Hammer'e göre üç aydan daha az) tamamlandigini
belirtmektedirler. Bununla birlikte insaatin bütün mekan ve safhalarinda
çalisanlarin sayisinin, yukarida verilenden daha fazla olduguna isaret
edilmektedir. Zira Dukas, insaati arsin üzerine ustalara taksim etti. Ustalar
bin kisi kadardi. Her ustanin yanina iki yardimci koydu. Kale duvarinin iç ve
dis taraflarinda da miktari kâfi ustalar ve yardimci ustalar çalistirdi.
demektedir. Buna göre 21 Mart 1452'de insaatina baslanan Bogazkesen (Rumeli)
Hisari, bes-alti bin kisinin çalismasi sonucunda Temmuz ayinin sonlarinda
tamamlandi.Fatih zamaninda Osmanli
Rumeli Hisari'nin askerî önemi üzerinde duran ve bu
konuda epey bilgi veren Hüseyin Dagtekin, adi geçen hisarin, insa edildigi yerin
aslinda insaata müsait olmadigini, buna ragmen Osmanli hükümdarinin, günümüz
askerî tekniklerine uygun bir sekilde onu nasil mükemmel bir sekilde insa
ettirdigini söyle anlatir:
Gerçekten, Rumeli Hisari tahkimatinin, en gayr-i
müsait arazi sartlarina ragmen, kiymetinden hiç bir sey kaybetmeden, bir
benzerine güç tesadüf eildebilecek kadar büyük bir maharet gösterilerek, insa
edildigi yere ve çevreye intibak ettirilmek suretiyle vücuda getirilmis tipik
bir tahkimat örnegi teskil ettigi görülür. Bundan baska, yeni hisarin en mühim
bahsi olan bu konuyu islerken kalenin, görülen arazi üzerine yerlestirilmesinde
hakim olan askerî görüsün, günümüzün tabiye esaslari hakkindaki görüsleri kadar
ileri oldugunu müsahede ettigimizden, besyüz yil önce insa edilmis oldugu halde,
modern bilgilerin verdigi görüslerle tedkik etmekte herhangi bir tehlike
olmadigini sözlerimize ilave edebiliriz.
Ilk dönem, Osmanli askerî mimarisinin güzel bir örnegi
olan bu hisara yerlestirilen silah ve diger mühimmattan bahsetmeden, sadece bu
dönemdeki askerî mimarînin ne denli saglam olduguna bir iki örnekle isaret etmek
isteriz. Bilindigi gibi, Istanbul'un fethinden önce Yildirim Bâyezid tarafindan,
Bogaziçi'nde yaptirilan Anadolu Hisari ile Fâtih Sultan Mehmed tarafindan
yaptirilan Rumeli Hisari surlari ve Istanbul'un alinmasindan sonra Theodosius
surlarinin stratejik bir noktasinda yapilan Yedikule, Osmanlilarin ilk müstahkem
mevkileri hakkinda bize bir fikir vermektedir.
Hisarin insaati esnasinda, deniz tarafindan
gelebilecek bir saldiriya ugramamak için, Gelibolu tersanesindeki donanmadan
otuz kadar harp ve bir hayli nakliye gemisi bogaza getirilmisti. Bu yeni kaleye
top ve topçular kondu. Böylece karsi karsiya bulunan iki hisar sayesinde, bogaz
geçisleri kontrol altina alinmis oldu. Hisarin komutanligina Firuz Aga'yi tayin
eden hükümdar, onun maiyetine dört yüz yeniçeri askeri ile silah ve cephane
verdi. Bundan sonra, Edirne'ye gitmek üzere olan hükümdar, iki gün Istanbul
surlarini ve hendeklerini tedkik ettikten sonra buradan ayrilip, Eylül ayinin
ilk günü Edirne'ye döner.ISTANBUL FETHININ HAZIRLIKLARI
Fâtih Sultan Mehmed, Rumeli Hisari (Bogazkesen)'nin
tamamlanmasindan sonra ordusu ile birlikte Istanbul surlarina iyice yaklasarak
sehri yakindan görebilmisti. O, hem arazi hem de surlarla ilgili tedkikler
yaptiktan sonra 1 Eylül günü Edirne'ye dönmüstü. Onun buradaki en önemli
düsüncesiIstanbul'u almakti. Nitekim Dukas, genç hükümdarin Istanbul'u almak
için ne denli kararli oldugunu verdigi su bilgi ile ortaya
koymaktadir:
Harman vakti geçti, sonbahar baslamak üzere idi.
Sultan Mehmed, Edirne'deki sarayinda vakit geçiriyor, fakat gözüne uyku
girmiyordu. Gece gündüz Istanbul'u nasil alabilecegini ve nasil bu sehrin sahibi
olabilecegini düsünüyordu.
Iç dünyasinda, Kostantiniyye'nin fethi mevzuunda
kendisini, uzun asirlarin gönlünden ve dilinden yuvarlanagelen bir manevî
müjdenin son ve gerçek temsilcisi olarak gören hükümdar, zihnî ve ruhî
imkanlarini bütün hizi ve bereketiyle hep bu nokta üzerinde toplamisti. Bununla
beraber çevresini teskil eden devlet adamlarinin mühim bir kismi, hakli veya
haksiz endiselerle onu böyle bir maceraya atilmakta desteklemiyorlardi. Hatta
daha da ileri giderek, tecrübelerinden, bilgilerinden, hamiyetlerinden ve
korkularindan söz açarak önüne yiginlarca engeller çikariyorlardi. Böylece, onun
kararini tasvib etmediklerini ortaya koyuyorlardi. O devri yasamis bir tarihçi
olarak Tursun Bey, bu mücadeleleri özetle söyle anlatir: Her çend erkân-i
devlet ve mülâziman-i hazret, tasrih ü kinaye birle, ânun metânet ü menâatini,
ve mülûk-i mâzinin fethü kasdinda hazayn (hazineler) harc idüp, cem'-i asakir
eyleyüb çare bulmadiklarin sem'-i serifine ilka ederler idi. Ve âna taarruzdan
ziyade fitneye sebep olmak tevehhümatin ve ihtimalatin söylerler idi. Fakat
pâdisah bunlara asla iltifat etmezdi. Öyle anlasiliyor ki Pâdisah, zaman zaman,
Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin, Rumlari himaye etmekte oldugunu duyuyordu. Buna
inanmasa bile pasanin bazi süpheli hareketlerini kendisi de görmüstü. Bu
sebeple, devlet erkâni ile ulema ve komutanlarin fikirlerini ögrenmek üzere
onlari bir toplantiya çagirdi. Herhalde bu toplantinin mahiyetini kimse
bilmiyordu. Zira toplantiya gelenler agirlanmis, yedirilip içirildikten sonra
dualar edilmis ve bundan sonra da vezirler tarafindan devlet isleri ile ilgili
olarak hükümdara bilgi verilmisti. Iste bundan sonradir ki Fâtih Sultan Mehmed,
meclistekilere müddet-i medid ve ahd-i baiddir ki, âyine-i zamir-i münirimde
bir suret mürtesem olmustur. Âni sizinle müsavere muraddir diyerek söze baslar.
Insanlar, fikir, anlayis ve zeka bakimindan ne kadar ileride olurlarsa
olsunlar, bu meziyetler, kendilerini baskalari ile müsavere etmekten
alikoymamali. düsüncesine sahip olan hükümdar, Hz. Peygamberin dahi bundan
müstagni kalmadigini ve böyle yapilmasini tavsiye ettigini*, bu tavsiyesinde de onun, Kur'an-i Kerim'in
âyetini** gözönünde bulundurdugunu söyleyerek,
ortaya atacagi konu üzerinde herkesin fikrini açikça belirtmesini istemisti.
Meclistekiler, pâdisahin düsüncesi yaninda kendilerininkinin bir sey ifade
etmeyecegini, fakat pâdisahin emirlerini yerine getirmis olmak için
düsünebildiklerini arzedeceklerini söyleyince pâdisah tekrar söze baslayarak:
... Dünya devleti müebbed olmaz ve cihan-i fânide kimesne baki ve muhalled
kalmaz der. Bundan sonra yaratilistaki gayenin, Allah Teâlâ'yi bilip onun
birligini kabul etmek ve yasandigi müddetçe onun dergâhina takarrub etmeye
gayret etmek oldugunu, bu vesile ile en iyi ve faziletli insanin, küfür ve
dalalet içinde bulunanlara karsi cani ve mali ile cihad eden insan oldugunu
hadislerle belirtir. Bundan sonra Sultan Mehmed, Belde-i tayyibe-i
Kostantiniyye ki bag-i irem andan bir kûse ve süreyya nâk bostanindan bir
kemterin kûse, ismi ve resmi ile illerde meshur ve dillerde mezkûr ve kütüb-i
tevârihte mesturdur. Ne vechi vardir ki, ânun gibi menzil-i serif ve makam-i
latif benim vast-i memleketimde ve arsa-i vilayetimde olup dahi eyyam-i
devletimde küfr ocagi ve bagiler yatagi ve tagiler duragi ola. Elhasil niyetim
ve himmetim ânun üzerine mukarrer ve musammam olmustur. der. Günümüzün
Türkçesiyle söylemek gerekirse o söyle diyordu: Irem baginin kendinden bir köse
oldugu Kostantiniyye, adi ve sani ile dillerde söylenmis, illerde ünü taninmis
ve tarih kitaplarinda yazilmistir. Niçin böyle güzel ve degerli bir yer ülkemin
ortasinda ve idarem arasinda olup ta saltanatim günlerinde küfür ocagi,
taskinlar yatagi ve âsiler duragi olsun. Kisacasi Bizans'in üzerine gitmeye
niyetliyim. Umarim ki, tedbirimiz Allah'in takdirine uygun düser. Bu arada
devletin kurulusundan, Rumeliye geçisten, Istanbul'un, ülkesinin ortasinda bir
küfür beldesi olarak kalisindan, Bizans'in tezvirat ve çevirdigi entrikalardan
bahseden pâdisah, sözlerine söyle devam eder: Kendimizi ecdadimiza layik
olmayan halefler olarak göstermeyelim, aksine, onlarin en has nesli oldugumuzu,
onlarin kahramanlik ve meziyetlerinin benzerini gösterebilecegimizi ortaya
koyalim. Zira onlar, nice tehlike ve sikintilarla kisa bir zaman içinde Asya ve
Avrupa'daki bütün bu yerleri ele geçirip oralarin hakimi oldular. Nice büyük
sehir ve kaleleri fethe kadir oldular. dedikten sonra Bizans isini halletmeden
hiç bir mühim tesebbüse girismeyecegini, bundan dolayi devlet erkâninin bu
husustaki fikirlerini ögrenmek istedigini belirtir. Bunun üzerine meclis, isi
müzakereye baslar. Bir kisim devlet erkâni, pâdisahin fikrine uyar, bir kismi da
muhalif kalir. Muhaliflere göre Istanbul, alinmasi güç bir sehirdi. Çünkü içinde
bol nüfusu ve etrafinda çok kuvvetli bir suru vardi. Sehrin, siddetle müdafaa
edilecegine göre, alinamama ihtimali de vardi. Böyle bir durumda, devletin
prestiji azalacakti. Onun için böyle bir tesebbüse girismemek icab ederdi. Gerçi
hükümdar, Bizans'in bol malzemeye ve külliyetli miktarda silaha sahip oldugunu
biliyordu. Fakat meseleyi isten anlayan kimselerle müsavere etmis ve buranin
akl ü tedbirle alinabilecegi sonucuna varmisti. Nisanci Mehmed Pasa, gerek
sehrin zaptinin zorlugu, gerekse Fâtih'in kararligi hakkinda su bilgiyi verir:
Bu sehri, Rum, Sam ve Trabzon denizlerinin kucakladigi iki kita sarmisti.
Kâfirlerden büyük bir kalabalik bu sehri gece, gündüz koruyordu. Dogru ve saglam
düsünce sahibi olanlar, buranin fethine imkân bulunmadigina, kâfirlerin elinden
alinmasinin muhal (imkânsiz) olduguna, buraya mâlik olmaya çalismanin soguk
demiri dövmeye, burayi elde etmek istemenin seytandan hayir ummaya benzedigine
hükmediyorlardi. Lakin yüce hazrete yüksek himmet, kutlu kuvvet, saglam ve
kötülüklerden arinmis nefs verildigi için, unsurlar kendisine pek açik surette
boyun egiyordu. Bu sehrin, savasçi kâfirlerin eli altinda kalmasini iyi
görmüyordu.*
Tacizâde Cafer Çelebi de (s. 8) Meclisteki bu farkli
iki görüsü söyle nakleder: Vezirlerden degisik görüsler geldi. Isabetli
görüsleri olan zeki, akilli, cesur ve celâdet sahibi olanlar, pâdisahin bu
düsüncesini yerinde bulup gerekenin yapilmasi için hazirliklara baslanmasini
istiyorlardi. Bir kismi ise surlarin saglamligi, giris ve çikis noktalarinin
zorlugunu ileri sürerek Istanbul fethini, Anka kusunu avlamaya benzettiler. Keza
onlar, buranin zaptini, gök kubbenin fethine denk sayilacagindan, bundan
vazgeçilmesinin daha uygun olacagini söylediler. Bu fikirler karsisinda genç
sultan:
Allah'in takdiri olunca, alisilagelmis nice
imkânsizliklar, kolaylasir. Bütün kâinat onun aksine çalissa da fayda vermez.
Bunun aksine basit ve elde edilmesi kolay bir isi de, sayet Allah dilemez ise,
cümle âlem onu yapmaya yönelse, yine de basaramaz. Bu konudaki ümidim ne mal ve
mülk bolluguna, ne ordu ve kahramanlarin çokluguna, ne de savas âlet ve
vasitalarinin fazlaliginadir. Aksine, sadece Hakk'in lütuf ve yardiminadir. Esas
gayem de, Islâm'in yüce prensiplerini ortaya koymaktir. Eger o kalenin benim
tarafimdan fethi takdir buyurulmus ise, kale burçlari tas ve topraktan degil,
saf demirden de olsa öfke ve kahr atesi ile onu eritip mum gibi yumusatirim
der.
Muhalif grup, Çandarli Halil Pasa etrafinda
toplaniyordu. Pâdisahin, bu muhalefetten fena halde cani sikilmis olmalidir ki
eger o kal'anin benim elimde feth olmasi mukadder olmus ola, burç ve barulari
tas ve topraktan degil de demirden olmus olsa ates-i hism ve kahrla mum gibi
eritip yumusak eylerim. diyecektir. Hükümdarin yakinlarindan bir zümre ise, bu
fikrinde kendisini destekliyor, hamleci kararlarina, emekleri, hevesleri ve
heyecanlari ile yardim ediyorlardi. Meclis disinda, bu ikinci grubun fikrine
katilanlarin basinda Aksemseddin geliyordu. O, bir taraftan genç hükümdarin ruh
yapisinda bir cihad açarak onu kendi kendisinin emîri kilip kütle emrine
kostuktan sonra, bu orta malini fi-sebilillah cihada tesvik etmesi pek tabii
idi.
Meclisten, Istanbul'un feth edilmesine dair karar
çiktiktan sonra, beylerbeyilerine, sancakbeyleri ile subasilarina ve askerlikle
ilgili olanlarin tamamina ahkâm-i serife yazilarak bahara kadar hazirlanmalari
ve savasa katilmak üzere toplanmalari emrolundu. Bu sebeple, Rumeli ile
Anadolu'daki Osmanli sehir ve kasabalarinda geceli gündüzlü çalismalara
baslandi. Fakat Gelibolu ile Edirne'deki faaliyet hepsinden daha fazla idi.
Gelibolu'da tezgahlara yeni yeni gemiler konuyordu. Bu arada bakir kapli
(zirhli) gemilerin de yapilmasina itina gösteriliyordu. Kritovulos, genç
hükümdarin bu neviden faaliyetlerinden bahsederken sunlari söylüyor: Bir
taraftan yeni gemilerin insasi, öbür taraftan da, zaman asimi yüzünden tamire
muhtaç olanlari da tamir ettiriyordu. Bu gemilerin bir kismi zirhli olarak
yapilmisti. Otuz ve elli çift kürekle sür'atli bir sekilde hareket eden hafif
gemiler de yaptirdi. O, gerek yeni gemi insaati, gerekse tamir konusunda hiç bir
masraftan kaçinmamisti. Bundan baska o, ülkesinin kiyilarinda bulunan gemileri
toplayip onlara komutan, dümenci ve diger görevlileri yerlestirdi. Gerek savas,
gerekse kusatma için kara ordusundan çok, deniz kuvvetlerine önem verdiginden bu
ordunun daha iyi ve itinali seçilmesine gayret etti. Komutasi Gelibolu valisi
olan Baltaoglu Süleyman Bey'e verilmis olan bu donanma, 1453 baharinda
Gelibolu'dan Istanbul'a dogru hareket etti.
Donanmadaki bu gemilerin sayisinda farkli rakamlar
verilmekle birlikte genellikle su rakamlar üzerinde durulmaktadir: Donanma,
Gelibolu'dan hareket ettigi aman 147 harp gemisinden mürekkepti. Bunlarin 12'si
çektirme, 80 tanesi çifte güverteli kürekli, 55 tanesi de küçük çaptaki
gemilerdi. Bu gemilerin içinde kürekçilerden baska yirmi bin kadar azeb askeri
bulunuyordu.
Edirne'ye gelince: Buradaki hazirliklarla bizzat
padisahin kendisi mesgul oluyor, geceli gündüzlü durmadan çalisiyordu. Uyku
zamanlarinda bile fethi düsünen padisah, çok defa yataginin içinde rahatsiz bir
gece geçiriyordu. Dukas, onun bu andaki halet-i ruhiyesini su sözlerle bize
nakleder:
Mehmed, gece gündüz, gerek yatarken, gerek uyanik
bulundugu zamanlarda, ister sarayinda bulunsun, ister sarayin haricinde olsun,
ne sekilde harb ederse ve ne gibi vasitalari kullanirsa Istanbul'u zapta
muvaffak olacagini düsünüp zihnini yoruyordu. Çok defalar aksam olunca, ata
binerek yalniz basina, bazan yanina iki kisi alarak,bazan yaya yürüyerek, asker
kiyafetinde bütün Edirne'yi dolasiyor ve hakkinda söylenen sözleri bizzat
dinliyordu.
Iste yine böyle uykusuz geçirdigi gecelerin birinde
Çandarli'yi huzuruna getirterek, altin ve gümüse aldanmamasini kendisine ihtar
ettikten sonra, muharebenin yakinda baslayacagini, Allah'in inayeti ve
Peygamberin imdadi ile Istanbul'u alacagini, bu iste kendisine yardim etmesini
söyledi.
Bu gece sohbeti ve olaylari ile ilgili olarak Bizansli
tarihçi Dukas, çok mühim bilgiler vermektedir. Ona göre:
Bir aksam, gece yarisindan sonra, saray bekçilerinden
birkaç tanesini göndererek Halil Pasa (Çandarli)'yi saraya getirtti. Bu
bekçiler, pasanin konagina giderek, pâdisahin iradesini, pasanin harem agalarina
bildirdiler. Bunlar da pasanin yatak odasina giderek, pâdisahin kendisini davet
ettigini söylediler. Halil Pasa bayilacak derecede korktu. Karisi ile
çocuklarini öptükten sonra çikti. Beraberinde altinlar ile dolu bir de altin
tepsi aldi. Daha önce de belirttigimiz gibi pasanin kalbinde bir korkusu vardi.
Halil Pasa, pâdisahin yatak odasina girdigi vakit, pâdisahi oturmus ve
elbisesini giyinmis bir vaziyette gördü. Hemen etek öperek altin tepsiyi önüne
koydu. Pâdisah altinlari görünce, Lala, bunlar nedir? diye sordu. O da cevaben
dedik ki, Sevketmeâb! Devletin büyüklerini, pâdisah fevkalade bir saatte
huzuruna davet ettigi vakit, elleri bos girmek âdet degildir. Ben ise,
huzurunuza çikmak için getirdigim bu altinlar benim degildir. Sana ait olan
altinlari sana takdim ediyorum. Pâdisah da cevap olarak dedi ki, Senin
altinlarina ihtiyacim yoktur. Hatta sana bunlardan fazla altin ihsan edecegim.
Senden yalniz bir sey istiyorum. Bana Istanbul'u ver. Halil Pasa, pâdisahin bu
son sözü ve talebi üzerine titredi. Zira öteden beri Bizanslilarin hukukunu
müdafaa ediyordu. Onlarin sag eli mesabesinde idi. Bizanslilar da, pasanin bu
sag elini hediyelerle doldururlardi. Türkler pasaya kâfir ortagi adini
taktilar ve herkes ona dinsizlerin ortagi ve yardimcisi
diyordu.
Halil, pâdisahin son talebine karsi dedi ki:
Sevketmeâb! Bizans Imparatorlugu'nun büyük bir kismina seni sahip etmis olan
Cenab-i Hak, Istanbul'u da sana ihsan edecektir. Ben eminim ki, senin elinden
kurtulmayacaktir. Allah'in inayeti ile ben ve bütün kullarin, büyük iste
muvaffak olmak ugrunda birbirimiz ile yarisarak mallarimizi, canlarimizi feda
edecegiz ve kanlarimizi dökecegiz. Binaenaleyh bu hususta müsterih ol. Halil
Pasa'nin bu sözleri, bu korkunç ejderi biraz teskin etmisti. Halil'e dedi ki:
Yatagimin bu bas yastigini görüyor musun? Bu yastagi bütün gece yatagimin bir
ucundan öbür ucuna ve diger uctan öteki uca nakletmekle mesgul oldum. Yataga
yatiyor ve kalkiyordum, gözüme uyku girmiyordu. Altin veya gümüs paralar seni
aldatarak, intac etmek istedigim büyük isi geri birakmaya sevk etmesin!
Bizanslilarla yakinda ciddi bir sekilde harp yapacagiz, Allah'in yardimi ve
Peygamberin imdadi ile Istanbul'u alacagiz. Mehmed, bunlari ve buna benzer
baska oksayici sözleri söyledi. Halbuki pâdisahin bu oksayici sözleri arasinda
kalbi burkan, kani kurutan ve isiran ihtarlar da vardi. Bu ihtarlardan sonra
pâdisah, Halil Pasa'ya ruhsat verdi ve sulh ve müsâlemetle git
dedi.
Mehmed o gecelerde, sabahlara kadar Istanbul'un fethi
isi ile mesgul oluyordu. Eline sehrin haritasi ile mürekkep alarak ve sehrin
etrafindaki mevkilerin seklini resm ederek, harp fennine asina olanlara toplarin
ve muhasara aletlerinin nerelere konmasi lazim geldigini tesbit ettigi gibi,
lagim açilacak yerleri de resim (plan) üzerinde isaret ediyor, hendeklerin
baslarini ve merdivenlerin surun hangi tarafina konmasi lazim geldigini
gösteriyordu. Velhasil bütün gece bu hazirliklarla mesgul oluyor, sabahlari,
gece verilen kararlarin akillica ve düsmana karsi hilekârane tatbik ve icrasini
emrediyordu.
Edirne'de bulunan Fâtih Sultan Mehmed'in, yakindan
ilgilendigi baska bir konu daha vardi. Bu da ordusunu toplarla techiz etme isi
idi. Tarihte bir topçu parkina sahib olan ilk hükümdarin Fâtih oldugu
belirtilmektedir. Surasi bir gerçektir ki, Istanbul'un fethinde en önemli rolü
oynayan vâsitalardan biri toptur. Gerçi topun bir harp silahi olarak
kullanilmasi Istanbul'un kusatilmasi ile birlikte baslamis degildir. Fakat o
tarihe kadar toplar, çaplari ve sayilari itibariyle fazla bir sey ifade
etmiyorlardi. Fâtih Sultan Mehmed, bu silahin tahrib gücünün büyüklügüne
inandigi içindir ki, o tarihe kadar görülmeyen sayi ve çapta top yapilmasina
önem verdi. Büyük çapta toplarin yapilma isini Orban (Urban) adindaki Macarla
Türk mimarlarindan Müslihiddin ve mühendis Sarica üzerlerine aldilar. Saruca
büyük bir top dökmeye muvaffak oldu. Orban da çok büyük çapta bir top
yapabilecegini, fakat gülle yapmasini bilmedigi için bu ise karismayacagini
söyledi. Bunun üzerine pâdisah, mermi isini bizzat üzerine aldi. Kaynaklar, genç
hükümdar ile Orban arasinda geçen muhavereyi su sekilde verirler: Orban: Büyük
toplarinizi dökebilirim, ama mermi ve ince hesaplardan anlamam deyince hükümdar
Benim senden istedigim sadece topu iyi dökmenden ibarettir. Kalani ben
düsünürüm demisti.
Ikinci Mehmed, Istanbul muhasarasinda çok büyük rol
oynayacak olan bu essiz toplarin en ince teferruatina kadar bütün hesap ve
planlarini kendisi yaptigi gibi, resimlerini de bizzat çizmisti. Kendi nezâreti
altinda döktürmüs oldugu toplardan biri çok büyüktü. Büyük emek ve masraflarla
yapilan bu toplara sahî denmisti. Bu toplarla atilan gülleler, Kara Deniz
sahillerinden getirilen kara bir tastan veyahut yuvarlak hale getirilen
mermerlerden yapiliyordu. Dukas, büyük topun Edirne'deki ilk deneme atisindan,
uzun uzadiya bahseder. Bu topun, Edirne'den Istanbul'a kadar getirilebilmesi
için iki ay kadar bir zamana ihtiyaç hasil olmustu. Top, otuz araba ve altmis
manda ile çekiliyordu. Onun her iki tarafinda, ikiser yüz adam bulundugundan
yolda kaymamasi saglaniyordu. Yollarin kötü yerlerine tahta dösemek ve köprü
yapmak üzere ayrica elli usta ile ikiyüz amele önden gidiyordu. Istanbul'u
kusatmak üzere hareket eden Türk ordusunda üç büyük top ile ondört batarya top
vardi. Subat baslarinda Edirne'de baslayan sevkiyat, Mart sonlarina dogru,
Istanbul'dan bes mil kadar uzakta bulunan bir yere gelmis oldu.
Anadolu ve Rumeli'de beylerbeyiler ile sancakbeyleri
gerekli miktarda askeri topluyor, techiz ediyor ve belirlenen zamanlarda
yerlerinde bulunmalarini saglamak için çalisiyorlardi. Anadolu askerleri,
Bogazin dogu sahilindeki Beykoz kasabasinin üstündeki ormanliklarda toplandilar.
Fâtih, bunlari karsiya geçirmek üzere Beykoz, Kilyos ve Fenerbahçe'de dalyanlari
bulunan Rallis Petropulos adindaki Rum'a emir verdi. Petropulos bu emri, iki
gemisiyle askerleri ve mühimmati karsiya geçirmek suretiyle yerine
getirdi.
Genç hükümdar, kusatma boyunca Istanbul'a
yapilabilecek bütün yardimlara mani olmak için her çareyi düsünüyor ve her
tedbire basvuruyordu. Bu maksatla o, Turhan Bey ile ogullari Ahmed ve Ömer
Beyleri Mora topraklarina akina memur etti. Çünkü Mora'da, Bizans Imparatoru'nun
kardesleri Dimitrios ile Thomas hüküm sürmekte idiler. Fâtih, Imparator
Constantinos'un, bunlardan yardim istedigini ögrenmisti. Bu sebeple, Turhan Bey,
1 Ekim'de sefere çikmisti. Osmanli hücumlari, Despotlarin kuvvetlerini yok
ederek onlara göz açtirmadigi gibi Bizans tarafindan beklenen yardimin gelmesine
de engel olmuslardi. Bu arada Subat 1453'te hükümdarin emri ile Dayi Karaca Bey,
Istanbul civarindaki Rum kasabalarini teker teker ele geçirdi. Bu kasabalar,
Karadeniz sahilindeki Misivri, Ahyolu, Vize ile Ayios Stefanos idi. Bigados da
kendiliginden teslim oldu.
Hükümdar, savasla ilgili bütün tedbirleri aldiktan ve
bütün hazirliklarini tamamladiktan sonra 23 Mart 1453 (12 Rebiulevvel 857) günü
Edirne'den hareket eder. Kesan mevkiinde mola veren hükümdar, Çanakkale
Bogazi'ndan geçecek olan Anadolu kuvvetlerinin gelmesini bekler. Kesan'da
kendisine iltihak eden bu orduyu alan pâdisah, yoluna devam ederek 1453
Nisan'inin besinde Istanbul surlari önüne gelir. Ertesi gün, yani 6 Nisan (26
Rebiülevvel) Cuma günü de sehri kusatma altina alir. Bizans tarihçisi Dukas ve
ondan naklen Hammer, Fatih'in gelisini ve otagini kurusunu söyle anlatirlar:
Paskalyayi takib eden Cuma günü (6 Nisan) Mehmed, sehir önünde görünerek
(Egrikapi) karsisina gelen tepenin arkasinda çadirini kurdu. Ordusunun meydana
getirdigi çizgi, sarayin Tahta kapisindan Yaldizli kapiya kadar uzaniyordu. Yine
Tahtakapidan Kosmidi (Eyüb civari)'ye kadar cenup tarafta bulunan baglara ve
ovalara yaymis idi. Bu yerler, esasen daha evvel Karacia (Karaca Bey) tarafindan
tahrib olunmuslardi. Nisanin 6. Cuma günü, sehir muhasara edildi. Büyük top,
imparatorun yeniden tahkim ettirmis oldugu Egrikapi (Kaligarya) önüne konmustu.
Pâdisah, bu kapinin tahrib edilemeyecegini anlayinca topu Sen-Romen kapisi önüne
tasitti. Bundan dolayi bu kapi Topkapi adini almistir.
Takriben iki ay sonra Fâtih diye anilacak olan
Mehmed'in ordulari, Istanbul surlari önünde göründükleri zaman, Katolik
Hiristiyan dünyasi, Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birlesmesi gerektigini, bu
birlesme için, bundan daha iyi bir zamanin olamayacagini düsünüyor ve ancak bu
sayede Bizans'a yardim yapilabilecegine inaniyordu. Bu yardimla o, Ortodoks
Kilesisi'ni asimile edip tamamen ortadan kaldirmayi hedefliyordu. Dönemin
Hiristiyan âlemindeki bu çekisme ile, Islâm'dan alinan ilhamla, Osmanlinin sahip
oldugu dinî müsamahasi (hosgörü)ni karsilastirma bakimindan bu mevzuda kisaca ve
özet olarak bilgi vermek istiyoruz. Böylece, Ortodoks Mezhebi'ndeki Rumlarin,
içinde bulunduklari psikolojik durumu anlama imkânini da bulmus olacagiz. Bu
karsilastirmayi da bizzat kendi kaynaklarindan yapmakla meseleye daha rahat bir
açiklama getirmis olacagiz.
Mehmed'in askerleri tahribat için Istanbul kapilarina
dayanirken, sehir halki Rum ve Latin kiliselerinin birlesmelerini saglamak veya
engellemek için birbirleri ile budalaca çekisiyorlardi. o tarihten bir önceki
yilin 12 Araliginda, Ayasofya'da iki firka (mezheb) arasinda seklî bir uzlasma
saglanmistir. Fakat bu uzlasma, Avrupa'nin büyük devletlerini, kendi sonuçlari
ile ilgilendirip bu yoldan biraz yardim saglamak ümidi ile yapilmisti. Sizmatizm
atesi henüz sönmemis oldugundan, her gün bir takim çirkin çekismeler
görülüyordu. Muhaliflerin düsmanligi son dereceyi bulmustu. Bir grup papaz ve
ileri gelenler, imparator ile birlikte Katolik âyininde hazir bulunurlar iken,
baska kesisler ile halkin bir kismi manastirlardan çikmiyorlardi. Hammer, bu
konuda daha fazla tafsilat vererek iki kilisenin nasil birbirleri ile
çatistiklarini anlatir. Fakat biz, dönemin Bizans tarihçisi olan Dukas'in
verdigi bilgiyi de vermek suretiyle Katolik ve Ortodoks kiliselerinin
birbirlerine karsi olan bu hasmâne tavirlarini ortaya koymaya
çalisacagiz.
Gennadios, her gün birlesme taraftarlari aleyhine
va'z etmekten ve yazilar yazmaktan geri kalmiyordu. Saint Thomas Akinu'nun sahsi
ve eserleri aleyhine yeni mütalaalar ve itirazlar tertip ediyordu. Bir de
Dimitri Kidoni aleyhinde bulunuyor ve bunlarin rafizî olduklarini isbat
ediyordu. Senatodan bas amiral büyük duka (Lukas Notaras), Genadios ile ayni
fikri paylasiyor ve onunla is birligi yapiyordu. Istanbul aleyhine toplanmis
olan sayisiz Türk askerlerini gören halka hitaben bu büyük duka, Latinler
aleyhine sunlari söylemeye cesaret etti: Istanbul'un içinde, Türk sarigini
görmek, Latin serpusunu görmekten daha iyidir.
Görüldügü gibi Imparator, Avrupadan yardim alabilmek
için Papa tarafindan sart kosulan Katolik kilisesi ile birlesmeyi kabul etmis,
onun gönderdigi Kardinal Izidor vasitasiyle Ayasofya'da âyin yapilmisti. Bu
hareket, Hiristiyanligin, Ortodoks Mezhebi'ne bagli olan halkta, büyük bir
nefret uyandirmisti. Latinlere karsi olan bu nefretin kökleri çok eskilere
dayaniyordu. Zira 1204'teki Latin istilasinin aci hatiralari, halkin
hafizasindan daha silinmemisti. Sehirde yaptiklari yagma ve Rumlara yapilan
iskenceler ile onlari her türlü haktan mahrum edisleri, henüz unutulmamisti. Bu
istila esnasinda Istanbul'daki âbidelerin çogu tahrib edilmis, mezarlar
soyulmus, birçok eser mahvolmus ve Türk fethine kadar bu facianin izi
silinememisti. Türkler, Istanbul'a girdiklerinde bir kismi çok harab 50'ye yakin
kilise, bazi resmî binalar, yikilmis müesseseler, bozuk yollar ve terk edilmis
saraylar bulmuslardi. Bu sekildeki tahribata karsilik, Müslüman Türk'ün
müsamahasi biliniyor, Osmanli hükümdarlarinin vicdan hürriyetine, din ve mezheb
serbestisine verdikleri mukaddes mânâ farkediliyordu. Rumlar, her mezhepteki
hiristiyanlarin, mal, can ve din hürriyetine sahip olarak Osmanli ülkesindeki
rahat hayatlarini gipta ile karisik bir hayranlikla müsahede ediyorlardi. Bu,
Müslüman ve büyük devletin, gayr-i müslim tebeasina (vatandasina) verdigi büyük
rahatlik ve kazanç imkanlari da bunlara ilave edilince, bazi Bizanslilarca
Osmanli idaresi bir nimet ve kurtulus olarak görülüyordu. Bu anlayisin bir
sonucu olarak, imparatordan sonra, en yüksek dereceli devlet adami olan Grandük
Notaras: Konstantinipolis'te kardinal sapkasi görmektense Türk sarigini görmeyi
tercih ederim diyordu. Makamindan uzaklastirilan eski patrik Gennadios
(fetihten sonra Fâtih tarafindan Rum Patrikligi'ne getirilen kimse) da
Ortodoksluk için en iyi tercihin bu olduguna inaniyordu. Zira Türk sarigi,
düsmanlari olan milletler tarafindan dahi hakkin, dogrulugun, adaletin, din ve
vicdan serbestisinin isareti olarak görülüyordu. Tazim ve tekrim ediliyor, onun
hakim oldugu idare araniyordu. Hatta bir rahibe bütün hiristiyanlarin saskin
bakislari önünde mezheb degistirmeyi red ederek tamamen Islâmî olan kiyafeti
kabul edip, Hz. Peygamberin nübüvvetini tasdik ettigini haykirmisti. Çünkü,
Sultan Mehmed'in temsil ettigi idare, insan tabiat ve yaratilisina son derece
uygun idi. Devrinde hayal edilen ve arzu edilen esaslara dayanmis bulunuyordu.
Bu, onun Islâm mümessilligini ne kadar azametle temsil ettigini
gösterir.KUSATMA VE ISTANBULUN FETHI
Bilindigi bi Cuma, içinde Cuma Namazi bulundugundan
Müslümanlarcaek olarak kabul edilmektedir. Iste böyle bir günde Edirne'den
baslayan hareket, 6 Nisan (26 Rebiülevvel) gününe tesadüf eden baska bir Cuma
günü, genç hükümdarin, ordusu ile birlikte edâ ettigi (kildigi) Cuma Namazi'ni
müteakip baslayan kusatma ile ilgili yerli ve yabanci bir çok kaynakta bilgi
bulunmaktadir. Birbirlerini tamamlar mahiyette olan bu bilgileri kisaca ve ana
hatlari ile vermek gerekiyor. Zira tafsilatina girdigimiz zaman sadece bu
kusatmanin, hacimli bir eseri dolduracak kadar genis olacagi görülecektir. Bu
sebeple biz, konunun detaylarina girmeden vermek ve kaynaklarina dipnotta isaret
etmekle yetinmek istiyoruz.
Cuma namazindan sonra muhasara hareketine
baslanilmasini emreden genç hükümdar, maddî kuvvet kadar mânevî kuvvetin de
tesirine inaniyordu. Bu sebeple sultanin etrafinda, ulema, mesayih ve bunlarin
talebelerinden meydana gelen bir halka bulunuyordu. Bunlar, asker arasinda gazâ
ve cihadin faziletinden bahsederek onlari Feth-i Mübine tesvik ediyorlardi.
Onlar, bununla da yetinmeyerek Feth-i Mübinin muhakkak oldugunu, Kostantiniyye
fethinin Sultan Mehmed tarafindan gerçeklestirilecegini askere telkin
ediyorlardi. Âlimler, seyhler ve seyyidlerden meydana gelen halkadan bahseden
Hoca Sa'duddin Efendi bu konuda su bilgileri vermektedir:
Ulema, mesayih ve seyyidler, eski âdetleri üzre ol
gazi hükümdarin katinda bulunmak, gaza sevabini elde etmekle yüceldiler. Onun
otagi yaninda yürüyüp dua etmekten bir an dahi geri kalmadilar. Sultan-i âlisan
(sani yüce sultan)la at basi giderek onun *
âyet-i kerimesinde belirtildigi gibi onun verdigi nimetlere sükr ederler
derecelerine dogru yöneldiler. Her an, fetih ve zaferin nasib olmasi duasina,
emel ve dileklerinin gerçeklesmesi için yakarista bulundular. Gerçekten de
rehberi zafer olan bu seferde, temiz ruhlar birlikte, gayb ordulari ise askerin
öncüsü olarak ilerlemekte idi. Ama o tarihlerde hayatta olan ve gizli sirlari
bilenlerden ve kerametleri zahir olan Aksemseddin Hazretleri ile Akbiyik Dede,
Islâm askerlerine yüz akligi olmak için duaya devam ediyor ve hükümdarin emri
geregince otag yaninda yürüyorlardi. Böylece onlar da, dilekleri gerçeklestiren
Allah'in yardimlarini taleb için ayni yola düstüler.
Bizans surlari önünde saf tutan Osmanli ordusunda,
piyadeler sagli sollu ayrilmis, arka ve yanlara süvariler konmustu. Üç adet
büyük hücum firkasi teskil edilmis ve 14 bataryalik bir topçu parki kurulmustu.
Kisa bir zaman içinde muhasara için mevki alan ordu, hazirliklarini yürütürken
Sultan, Bizans Imparatoru'na, Mehmed Pasa'yi, baska bir rivayette de Isfendiyar
oglu Ismail Bey'i elçi olarak gönderip, sayet teslim olurlarsa, halkin mal ve
canlarinin güvenlikte bulunacagini, isteyenlerin bütün esyasiyla birlikte
arzuladiklari yere gidebilmekte serbest olacaklarini, aksi takdirde harp
hukukunun gerektirdigi seylerin yapilacagini bildirdi. Bu teklifin reddedilmesi
üzerine, kusatma hareketine hiz verildi. Sahî denilen büyük top, günümüzde
Topkapi denilen yerde mevzilendirildi. 12 Nisan'da safakla birlikte topçu
bataryalari atese baslayarak, surlar bombardimana tutuldu. Bu bombardimanlarin
çok ustalikli yapildigi, nokta atislari ile surlardaki muhayyel bir üçgen
dövülerek, zedelenen kenarlarin üzerine, ortasina yapilan top darbeleriyle büyük
gedikler açildigi rivayet edilir. Bu sekildeki bir bombardiman, Türk topçusunun
harp teknigindeki maharetlerini göstermektedir. Schlumberger, bu konuda
asagidaki ifadeleri kullanarak Osmanli topçusunun, bu fetihteki rolüne isaret
eder:
Yine Nisan'in on ikinci günü büyük bombardimanin
basladigi gündü. Bu elem verici tarihten itibaren muhasaranin son buldugu 29
Mayis tarihine kadar yedi hafta boyunca o korkunç toplar, günün her saatinde
sasmaz bir intizam dahilinde dehset saçan bir gürültü ile agir mermer
güllelerini Bizans surlarina firlatmaktan bir an dahi geri kalmadilar. Simdiye
kadar hiç kimsenin asla isitmemis oldugu bu harikulade top patlamalarini isiten
hurafe perest (hurafelere inanan) halkin, duçar oldugu canhiras feryad ve
dehset, tasavvur edilsin. Tesirin tahribkarligi derhal görüldü. Asirlar oyunca
nice güçlü milletlerin hücumlarina dayanmis olan bu asirlik duvarlarda, derhal
gedikler açilmaya baslandi. Bu gülleler, kesif bir toz ve duman bulutu içinde
müthis bir gürültü ile geliyor, surlara çarpip tahribatini yaptiktan sonra bin
parça oluyorlardi. Kusatilmis olanlar, çok kisa bir mesafeden yapilan bu ilk top
atesini müteakip, bin seneden beri bu sevgili beldenin maglup edilemez bir
tanriçasi makaminda tuttuklari ve varligiyla magrur olduklari bu köhne surun
kendilerini korumaya yetmeyecegini anladiklari zaman, tarifi imkansiz bir ye's
ve kedere kapildilar.
Mutlak surette galip gelmek azmiyle bütün
hazirliklarini tamamlayan Sultan Mehmed, ortaçagin en büyük kalesini yikmak için
yaptirdigi müthis toplari ile Istanbul surlari önüne gelip muhasaraya baslar. 6
Nisan - 29 Mayis arasinda 54 gün süren kusatmanin tafsilatina girmek
istemiyoruz. Ancak, Fâtih ünvanini alacak olan Sultan Mehmed, Istanbul surlari
önünde, kendisini bütün mukadderatla karsi karsiya getiren iki çetin imtihan
daha geçirmisti. Durumun nazikligini ortaya koymasi bakimindan kisaca bunlardan
söz etmek gerekiyor.
20 Nisan'da bugday yüklü bir Bizans gemisiyle dört
Ceneviz gemisi, Baltaoglu Süleyman Pasa'nin bütün gayretlerine ragmen, Lodos
rüzgari ve Bogaz'daki akinti sebebiyle Halic'e girmeyi basardilar. Bu basari,
Bizans'ta büyük bir ümit ve sevinç uyandirdi. Bu gemilerin, batililar tarafindan
gönderilen donanmanin öncüleri oldugu sayiasi yayildi. Tursun Bey'in ifadesiyle
bu hadise, ehl-i Islâm arasina fütur ve perisanî saldi. Amma ma'nide âyet-i
kerimesinin isaretine uygun olarak bu hadise, alinan tedbirlerle Müslümanlarin
lehine tecelli edecektir. Gerçekten, muhasarayi basarisizliga ugratacak büyük
bir tehlike belirmisti. Ümitsizlik, bozgun dogurabilirdi. O zaman, Aksemseddin
tarafindan Pâdisaha sunulmus olan bir mektup, bu muvaffakiyetsizligin, umumî bir
hayal kirikligi dogurdugunu ve zaferi süpheye düsürdügünü isbat etmektedir.
Mektup, alinmasi gereken tedbirleri de tavsiye etmektedir.
Düsman gemilerinin Halic'e girmesi üzerine, hisimla
atini denize dogru süren ve kaftani islanincaya kadar denize girmis olan genç
hükümdar, bu durumu hazmedemeyerek Baltaoglu'nu komutanliktan azlip, onun yerine
Hamza Bey'i tayin eder.
Sultan, bütün vezir ve komutanlarin katildigi bir
Divan toplar. Orada, Çandarli ile ona tabi olanlar, ortaya çikan durumdan
istifade ile Imparator'la müzakerelere girisilmesi ve muhasaranin kaldirilmasi
fikrini tekrar ortaya atarlar. Genç hükümdar için durumun ne kadar nazik bir
hale geldigini tasavvur etmek mümkündür. Vaziyeti, Çandarli Halil Pasa'nin eski
rakibi ve fetih fikrinin kuvvetli müdafii Zaganos Pasa kurtarir. Sehabeddin Pasa
ve Koca Turahan Bey'le Aksemseddin'in ve Sultanin hocasi Ahmed Güranî (Molla
Güranî)'nin yardimlari ile bu bedbin görünüsü yenmeye ve savasa devam azmini
yenilemeye muvaffak olurlar. Bunlar, tesci' edici sözleriyle askerin cesaretini
yükselttiler. Hoca Sa'duddin bu konuda sunlari söyler: Ulemanin ileri
gelenlerinden Seyh Ahmed Güranî, büyük seyhlerden Aksemseddin ve makami yüce
vezirlerden Zaganos Pasa, ülkeler hakimi sultan ile ayni görüs ve fikirde olup,
baris ve anlasma yolunu benimsememislerdi. Fetih alâmetleri belirdigi sirada
isten el çekmek vazife anlayisina sigmaz diyerek zaferleri gölge edinen
askerlere nasihatlarda bulundular ve tatli bir dille sonra Rum ülkesi size
açilacaktir hükmünde belirtilen gerçek vaadi hatirlatarak büyük savas,
Kostantiniyyenin fethidir gerçeginden hareketle ortaya konan gayret ve ihtimami
bir bir gazilere anlattilar.
Bizans'in, Haliç tarafindan da tazyiki için limana
girise mani olan zincirin kirilmasi denenmisse de basari saglanamamisti. Bunun
üzerine ince donanmanin Halic'e karadan geçirilmesi genç hükümdar tarafindan
düsünülmüstü. Bizans Rumlari arasinda da Gemilerin karadan yüzdürüldügü
görülünceye kadar Istanbul'un zaptinin kimseye müyesser olmayacagi hususunda
bir inanç ve anlayis bulundugundan, kusatilanlarin bütün ümitlerini kirmak için
bu ise tesebbüs edilmistir. O sirada, Galata, Cenevizlilerin elinde bulunup ayri
bir kalesi vardi. Bura sakinleri, Türklerle dost olmakla beraber geceleri de
Bizanslilara yardim etmekteydiler. Halic'e denizden girmenin imkansizligi
yüzünden 50-70 kadem uzunlugundaki 15-22 sira kürekli 70 kadar gemi, 22 Nisan
gecesi sabaha kadar Halic'e geçirildi. Solakzâde bunu Himmet-i merdân ile
Besiktas dedikleri yerden Kasim Pasa deresine dogru, dag parçasi gibi gemilerin
altina rugan (yag) ile terbiye olunmus kütükler döseyip, bir rivayette yelkenler
açarak yürüttüler ve gemileri birbirine baglayarak üzerine metrisler koydular
cümleleri ile anlatir. Bu sevkiyat yapilirken Beyoglu tepelerine yerlestirilen
bataryalarla Haliç'teki Bizans donanmasi taciz edilip hareketsiz birakildigi
gibi surlarin etrafinda da bombardimana devam edilip, esas faaliyet, iyi bir
sekilde gizlenmisti. Sabahleyin 70 parça kadar geminin, Haliç'te yelken açtigini
gören Bizanslilar, hayret ve dehsetle bu manzarayi seyre baslamislardi. Bu
sekilde, karadan gemi yürüterek denize indirme teknigi büyük bir basari
idi.
Fâtih, bununla da kalmadi, ihtiyaç karsisinda büyük
dehâsinin yeni bir kesfini de ortaya koydu. Havan toplari döktürdü. Onlarin,
balistik hesaplarini bizzat yaparak tecrübelerinde bulundu. Beyoglu sirtlarindan
ve Galata surlarindan asirma atislarla Haliç'teki düsman gemilerini batirmaya
basladi. Böylece yeni bir cephe açilmasi ve Bizans'in her taraftan
sikistirilmasi, Imparator'u, en agir sartlari kabul ederek baris teklifinde
bulunmaya zorladi. Fakat Fâtih, Imparator'un gönderdigi elçilere: Ya ben
Bizans'i alirim, ya Bizans beni diyecek kadar, fetih isinde azimli oldugunu ve
teslimden baska bir teklifi kabul etmeyecegini bildirmisti.
Gemilerin Halic'e indirilmesinden sonra Defterdar ile
Kumbarahane Iskelesi arasinda bin kadar duba üzerine, bes askerin yan yana
yürümesine imkân verecek ve top geçirilebilecek sekilde muntazam, saglam
dösemeli bir köprü kurdurdu. O dönem tekniginin bir harikasi kabul edilen bu
köprü, Rumlarin mâneviyatlarini yeniden ve esasli bir sekilde
sarsti.
Fâtih Sultan Mehmed'in karsilastigi ve âdeta imtihan
edildigi buhranli ikinci hadiseye geçmeden önce, onun düsmani olan ve Fâtih'i
sahsen taniyan Bizans imparatorluk prensi meshur tarihçi Dukas'in karadan
yürütülen gemiler ile pâdisahin bu husustaki faaliyetleri hakkindaki
düsüncelerini buraya almayi faydali buldugumuzu belirtmek isteriz. O, söyle
diyor:
Pâdisah, cesurâne ve cür'etkârane bir planin tatbik
ve icrasini düsündü. Galata'nin sark tarafinda ve Çifte sutun altindaki cihette
olan yer ile, Galata'nin diger cihetinde ve Kosmidion denilen yerin karsisindaki
Haliç sahili arasinda bulunan ve Galata'nin arkasinda olan ormanlik dag yolunun
düzeltilmesini emr etti. Bu yolu, mümkün oldugu kadar düzelttiler ve makaralar
ile gemileri denizden karaya çikardilar. Bu gemilerin, geçidin (Bogaz) mukaddes
agzindan çekerek, kara yolu ile,Halic'e nakl olunmalarini emr etti. Bu suretle
emir icra olundu. Gemiler çekiliyordu. Her birinin bas tarafinda bir kaptan ve
arka tarafinda bir dümenci oturuyordu. Bir digeri de elinde küregi tutarak,
yelkeni harekete geçiriyordu; biri de davul, baska birisi de borazan çaliyor ve
denizcilere ait sarkilar okuyordu. Muvafik rüzgarin esmekte oldugu sirada,
ormanlari ve dereleri asarak, denize varincaya kadar karadan geçiyorlardi. Bu
gemilerin sayisi seksen idi. Bunlar arasinda iki sira kürekli kadirgalar da
vardi. Geri kalan gemileri orada biraktilar. Böyle bir harikayi kim gördü ve kim
isitti? Keyahsar (Keyhüsrev) denizde köprü insa ederek, karada yürür gibi bu
köprü üstünden karsiya asker geçirdi. Bu yeni Makedonyali ve bana kalirsa
neslinin en son pâdisahi olan Mehmed, karayi denize tahvil etti (çevirdi). Ve
gemileri dalgalar yerine, daglarin tepelerinden geçirdi. Binaenaleyh bu,
Keyahsar'i da geçti. Zira Keyahsar, Elispondos (Çanakkale Bogazi)'u geçti ve
Atinalilara maglub olarak muhakkar (hakarete ugramis) bir halde geri döndü.
Mehmed ise, karayi denizde oldugu gibi geçti ve Bizanslilari mahv etti. Ve
hakiki altin gibi parlayan Atina'yi (burada kastedilen Istanbul'dur) yani
dünyayi tezyin eden (süsleyen) sehirlerin kraliçesini feth
etti.
Istanbul'un, kusatma altina girdigi günden, düsecegi
gününe kadar Haliç'te büyük bir Venedik gemisinde bulunarak, olup bitenleri
yakindan takib etmis olan vak'anüvis Nicolas Barbaro, efsanevî mes'ale isigi
altinda gemilerin, dag ve tepelerden geçisinin dehset saçici cereyanini,
taifelerin sevk ve setaretini, tekbir seslerini, sevinç nârâlarini ve davul
âvâzelerini uzun uzun anlattiktan sonra Bu gemilerin, sanki denizde imis gibi
karada hareketleri hadisesini gözleriyle takib etmemis bir kimse için bunun,
inanilmayacak kadar garip bir manzara oldugunu tekrar ederim. Ben bunu,
Keyhüsrev'in Athos dagini yarmasinda gösterdigi cearet ve fedakârligin kat kat
üstünde bulurum. Bunlari bizzat gözlerimle gördüm. Eger bu harikulade olayin
meydana gelmesinde hazir bulunmamis olsaydim, buna inanilmaz ve garip masallar
gibi görünmüs olacak olan diger rivayetlere de artik inanirim
der.
Fâtih Sultan Mehmed'in, muhasara esnasinda
karsilastigi ve âdeta imtihan edildigi ikinci önemli hadise, Mayis sonlarina
dogru kendisini göstermisti. Hemen hemen bütün kaynaklarin belirttigine göre o
günlerde Osmanli ordugâhinda, Bati hükümdarlarinin birlestikleri, Hunyad'in
sehri kurtarmak üzere kuvvetli bir ordu ile yolda oldugu ve büyük bir Haçli
donanmasinin Agriboz'a veya Sakiz Adasi'na ulastigi sayialari yayilip büyük bir
endiseye sebep oldu. Tekrar mirildanmalar basladi. Basindan beri kusatmaya karsi
gibi görünen Çandarli, hakli çikacak gibiydi. Gerçekten, Venedik, 7 Mayis'ta
hazirladigi bir donanmayi G. Loredano komutasinda Ege sularina göndermisti. Papa
da kendi hesabina bes kadirga techiz ettirip yola çikarmisti. Öbür tarafta
Karamanoglu, Venediklilere verdigi söz üzerine Istanbul surlari önünde herhangi
bir gevseme halinde harekete geçmeye hazir bulunuyordu. Kuvvetli bir casus
sebekesine sahip olan Osmanli hükümdarinin, bu faaliyet ve hazirliklardan
habersiz kalmasina imkan yoktu. Bir gecikme, sonucu çok tehlikeli ve mes'um
neticeler dogurabilirdi. Tâcîzâde'nin ifadesiyle: Te'hir olicak mebada derya
yüzünden dahi küffardan muavin gelip halka zaaf-i kalb târi olmaga sebep ola.
Gerçekten de Istanbul muhasarasinin sonlarina dogru (25, 26 Mayis) bir Macar
heyeti, Osmanli karargâhina gelir. Bu heyet vâsitasiyle, Jan Hunyad'in,
naiplikten çekildigi ve Ladislas'in kral oldugu ögreniliyordu. Bu yüzden Jan
Hunyad, Sultan Mehmed'le üç seneyi kapsayacak sekilde yapmis oldugu mütarekenin,
ahidnâmesini geri istiyordu. Zira idareyi genç krala devr etmekle imzalamis
oldugu ahidnâmenin geçersiz oldugunu ve bu yüzden onu geri isteyerek ve Osmanli
hükümdarinin ahidnâmesini de iade ediyordu. Macar heyeti, vezir-i azam ve onun
yaninda bulunan iki vezirle görüsür. Sefir, efendisinden aldigi talimat üzerine,
pâdisahtan Istanbul kusatmasinin kaldirilmasini ister. Aksi takdirde Macarlarin,
Bizans'in lehinde hareket edip onlarin yaninda yer alacaklarini bildirir. Macar
elçilik heyeti, Bati devletlerine ait bir filonun da Bizans'a yardima gelmekte
oldugunu bildirir.
Macar elçisiyle olan görüsme, genç hükümdara
bildirilir. Macarlarin Rumlara yardim edeceklerine dair olan tehdidi ve bir Bati
filosunun yardima gelecegi sözleri, Sultan Mehmed'i düsündürür. Bunun üzerine,
27 Mayis aksami bir meclis toplayarak vaziyeti görüsür. Vezir-i a'zam Halil
Pasa, daha önce görmüs oldugu üç Haçli seferinin tehlikelerini yakindan bildigi
ve Bati Hiristiyanlarinin yeni bir Haçli seferi düzenlemelerinden korktugu için,
imparatorun agir bir vergiye baglanarak muhasaranin kaldirilmasini teklif eder.
Özellikle Hiristiyan Bati'nin birleserek Müslüman Türkleri Balkanlardan atmak
üzere harekete geçebileceklerini, bunun da daha büyük bir felakete sebep
olacagini söyler. Zira o, Yildirim Bâyezid'in akibetini, Izladi, Varna ve Ikinci
Kosova muharebelerini hatirliyordu. Buna karsilik Zaganos Pasa, Istanbul'a
yardim yapilamayacagini, Bati devletleri arasindaki rekabetin bu yardima engel
olacagini, yardim yapilsa bile önemli olamayacagini söyler. Onun bu görüsüne
bazi ümera ile ulema ve Aksemseddin istirak ediyorlardi. Benimsenen bu görüs
üzerine, genel bir hücuma karar verilir.
Gerçi, Venedik veya Papa'nin donanmasinin Sakiz'a
geldigi haberi alinmisti. Son olarak yapilacak hücumun neticesine kadar Macar
elçisi iade edilmeyerek alikonuldu. Bu arada muhasaranin uzamasi, bazi
dedikodulara sebep olmustu. Pâdisah da endiseli ve sikintili idi. Ancak
Aksemseddin'in sebat ve hücum edilmesi ile ilgili mektubu ve manevî tebsirati
havi yazisi, herhalde Sultan Mehmed üzerinde tesirli olmustur.
Fetih esnasinda, Sultan Mehmed ile Aksemseddin
arasindaki ilgi, tesvik ve sabri tavsiye hususu, su ifadelerde açiklik kazanir.
Bâhusus, fetih tarihinin iç yüzünü idare eden Aksemseddin, cepheden cepheye at
oynatan, kafasi ve bedeniyle de en agir ve zorlu yükü tasiyan pâdisahin bir
dinamo gibi zaman zaman bosalir olan mâneviyatini besliyor ve takviye ediyordu. Genç hükümdar, sihirbaz kudretiyle kal'alar kurdurmus,
toplar döktürmüs, donanmasina bir gecede daglari asirtmis, genç, dinç, nizamli
ve talimli ordusuyla karalari denizlere çevirtmis, denizleri tutusturtmustu. Ama
yine de Bizans surlarina çarpip püsküren ve uzadikça uzayan muhasaradan da zaman
zaman ümitsizlige düser gibi oluyordu. Ne ki genç hükümdarin kulagina
durmaksizin Korkma, sehri alacaksin diyen ses, ona her zaman deste ve yar
olmakta bulunuyordu.
Ama bir türlü neticelenmeyen kusatma ve Ortodoks
kiliseninin son ve tek ümid olarak Katolik kilisesine boyun egmesine karsilik,
Papa'nin da Avrupa'li kuvvetleri, sehre yardimci olmak üzere gönderme
ihtimallerinin kizistigi bir gerçekti. Iste biçagin kemige dayandigi bu çok
nazik demde, pâdisahin, Veliyüddinoglu Ahmed Pasa'yi, Ak Seyh'in çadirina niyaz
ve sual babinda göndererek seyhinden fethin gününü, hatta saatini ve sehre
girilecek noktayi ögrenmis görüyoruz.
Fakat, Seyh'in ogullarindan biri, babasinin
mustuladigi an gelip çattigi halde, fetih haberinin gelmemesi üzerine, pâdisahin
gazabindan korkarak, merakla babasinin çadirina geldigi vakit, kapida bulunan
nöbetçi: Içeri kimseyi komayasuz diye siparis olundu diyerek delikanliyi Ak
Seyh'in yanina almaz. Bu esnada çadirin bir yanindan etegini kaldirip içeri
bakan genç adam, babasinin basi secdede, göz yaslari ve enin ile aglayip
yalvarmakta oldugunu görür. Bu uzun niyaz ve yanik münacattan sonra, Seyh'in
basi secdeden kalkar. Bu esnada da ordu, yatagini asmis sel gibi, tasa köpüre
sehre girmekte, Ak Seyh de kendi kendine Elhamdülillah, Elhamdülillah diye
Cenabu Hakk'a sükr etmeye, tekbir getirmeye baslamis bulunmakta
idi.
Aksemseddin ile Fâtih arasindaki münasebetlere temas
etmis olmakla birlikte, daha önce toplanmis bulunan harp meclisinden kisaca söz
etmemiz gerekiyor. Zira bütün teklif ve çabalara ragmen Bizans teslime
yanasmadigi gibi, Fâtih'i zor durumda birakacak bazi tesebbüslerde de
bulunuyordu. Bunun için 27 Mayis'ta, Fâtih'in baskanliginda toplanan bir harp
surasinda uzun münakasalar yapilmisti. Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin muhasarayi
kaldirma taraftari oldugunu bu surada açikça söyledigine daha önce isaret
edilmisti. Buna karsilik Zaganos Pasa ile hem tib hem de manevî ilimlerde derin
malumata sahip bulunan Aksemseddin, fethin, Müslümanlarin 850 senelik en büyük
idealleri bulundugunu, Bizans'in mânen tefessüh ettigini, maddeten de hiç bir
gücünün kalmadigini, Rum halkin büyük bir kismi ile bazi ileri gelenlerin
Osmanli idaresini bir kurtarici olarak kabul ettiklerini, Istanbul'a hakim olan
devletin hem Islâm, hem de Hiristiyan dünyasinda büyük bir manevî nüfuza sahip
olacagini, bu sebeple kat'i neticenin alinmasina kadar muhasaraya devam
edilmesini istediklerine temas edilmisti. Hz. Peygamberin ashabindan ve hicret
esnasinda kendisini Medine'de evinde misafir etme serefine nail olan Ebu Eyyub
el-Ensarî'nin kabrini kesf ettigi gibi, Kur'an'da Istanbul'a isaret ettigi kabul
edilen * beldetün tayyibetün lafzinin ebced
hesabi ile içinde bulunduklari 857 hicrî senesini isaret ettigini söyleyen
Aksemseddin, bu sebeple feth-i mübinin muhakkak bulundugunu, derin bir vecd
ile dile getirir. Bütün bu görüsmelerden sonra meclis muhasaraya devama karar
vererek dagilir.
Sultan Mehmed, harp hazirliklarini tamamladiktan sonra
sehre bir elçi göndererek Imparator'a sehri menkul serveti ve yakinlari ile
terk edebilecegini bildiren bir mesaj gönderdi. Imparator bu talebi reddedince
Fâtih, bütün orduya tellallar çikararak genel hücumun yapilacagi günü tesbit
etti. O, yemin ederek askerlere söyle dedi: Bu muharebede kazanç olarak yalniz
sehrin binalarini ve surlarini istiyorum. Sehrin diger bütün menkul servetini ve
mahsurlarini ganimet olarak size birakiyorum.
Bundan sonra, bütün ulema, mesâyih ve gazi dervisler,
asker içinde zaten coskun bulunan hücum ve kazanma halet-i ruhiyesini, mânevî
tebsirlerle bir kat daha artirdilar. Bu esnada genç hükümdar da münadiler
vâsitasiyle orduya tebligatta bulunarak ilk defa sura çikacak olan askerlerin
rütbelerinin artirilacagini, eline hükm-i serif sadaka olunarak (verilerek) tâ
nesli munkariz oluncaya degin evladinin, kiyamete kadar baki olacak bulunan
Devlet-i Âl-i Osmanî'de, her zaman muhterem sayilacagini
bildirdi.
Bu esnada Osmanli toplari surlari dövmeye devam
ediyor, Bizansli muharipler, devamli mesgul edilerek yorgun birakiliyorlardi.
Fetih sabahinin gecesi, Türk ordusunda Mum donanmasi denilen ates ve isik
senliginin icrasi ile geçti. Istanbul'u tamamen kusatan Türk deniz ve kara
ordusunda kandiller, fenerler, mes'aleler ve atesler yakilarak Kostantiniyye
(Istanbul) bir isik çenberi içine alindi. Askerin hep bir agizdan getirdigi
tekbir ve tehlil sedâlari, ortaligi inletiyordu. Gecenin karanligini yirtan bu
isik çenberi ile tekbir sesleri, tatli bir ahenk meydana getiriyordu. Isik ve
seslerden meydana gelen bu ugultuyu gören Bizans, önce Osmanli ordusunda yangin
çiktigini zannederek sevinecek, fakat kisa bir müddet sonra, bunun bir donanma
oldugunu anlayinca derin bir ye's ve ümitsizlige düsecektir. Bu esnada Bizans,
Ayasofya'da Imparatorun da hazir bulundugu son bir âyine katiliyordu. Bu âyin,
Bizanslilarin Ayasofya'da icra ettikleri son âyindi.
20 Cemaziyelevvel (29 Mayis) Sali sabahi ezan ve
namazdan sonra, Türk ordusunun büyük ve tarihî hareketi basladi. Ordu, hem kara,
hem de denizden bütün cephelerden harekete geçti. Toplar, hep birden sehir
üzerine çevrilerek ateslendi, etrafi kesif bir duman ve barut kokusu kapladi.
Ilk hamlede iki bin merdivenle 50 bin yigit ileri atilmis, harbin en siddetli
aninda, Aksemseddin ile Molla Güranî ates hattina girerek, gazâ yolunda sehidlik
mertebesine ulasmayi taleb ile askere önderlik edip örnek olmuslardi. Bizzat
genç hükümdar dahi, askeri tehyic edici sözlerle, elinde kiliç ile Topkapi
gedigine saldirmisti. Bu sirada Ulubatli Hasan adindaki muazzez nefer,
tekbirlerle Topkapi suruna sancak dikti. Böylece Islâm dilâverlerinin ve Oguz
kavminin, asirlardan beri hayal ettigi mukaddes bir rüya gerçeklesiyordu.
Ulubatli, Hz. Peygamberin müjdesine mazhar olarak 30 kadar arkadasiyla sehâdet
mertebesine ulasti.*
Bu sirada Osmanli sancaginin surlarda dalgalandigini
gören ve daha önce yaralanmis bulunan Latin komutani General Giustiniani,
gemisine çekilmek ister. Kalmasi hususunda israr eden Imparator'a Allah'in,
Türklere açmis oldugu yolu takip edecegim cevabini verdi. Bu, artik Osmanli'ya
mukavemet edilemeyeceginin bir ifadesi idi.
Bizans'in, surlardaki bayraginin indirilip yerine
Osmanli bayraginin dikilmesinden sonra, ezanlar okunmaya baslandi. Sultan Mehmed
Han, surlardaki bu manzarayi görünce, atindan inerek, Hz. Peygamber'in medih ve
senâsina nail olmanin verdigi bir sevinç, ayrica devletini, Islâm'in mukaddes
serefine mazhar kilan medhiye-i Resulullah'a**
kavusmanin verdigi heyecanla sükür secdesine kaparak Cenab-i Hakk'a hamd eder.
Sonra otag-i hümâyununa çekilerek devlet erkâninin tebriklerini kabul
eder.
Bu sirada, sehri koruyan gruplarla birlikte Bizans
Imparatoru da öldürülmüstü. O, ayakkabisindan taninmisti. Fâtih, vatanini
müdafaa için ölen bu serefli askerin cenazesine saygi göstererek onu merasimle
defn ettirdi.
Istanbul'un fethi, genç sultan için ayni zamanda
saltanatinin da fethi olmustu. Fâtih, sehrin zaptini müteakip Sehzâde Orhan'i
aratti. Ölü veya diri getirene büyük mükâfatlar vaadetmisti. Bizanslilarin
yaninda kendisine karsi surlar üzerinde savasmis olan bu Osmanli sehzâdesinin
ölümü ile Yildirim Bâyezid'in ogullari arasindaki taht kavgasi kesin olarak sona
ermisti. Gerçekten de sehrin düstügünü gören Sehzâde Orhan, surlardan atlayarak
vefat etmisti.
Feth-i mübinin gerçeklestigi 29 Mayis 1453 Sali
sabahini anlatan bir yazar, o günü su ifadelerle tasvir eder: O gün, her
zamankinden daha parlak dogan günes, göz kamastirici altin sarisi isinlari ile
âdeta Islâm'in zaferini kutluyor, cihanin incisi Kostantiniyye'ye sel gibi akan
sanli Türk ordusunu sicak bir içtenlikle kucaklayip üzerine mukaddes nurlar
saçiyordu. 29 Mayis 1453 sali sabahi, muhakkak ki bir baska sabahti. Bu parlak
ve essiz ilkbahar sabahinin cihan tarihindeki yeri ise, apayri bir özellik
tasiyordu. Zira o mukaddes Sali sabahi ile bir çag kapaniyor, yeni bir çag
açiliyordu. Bu yeni çaga, essiz dehasi, rakipsiz kuvvetiyle, Avrupa barbarlari
dahil, bütün cihana saskinliktan küçük dilini yutturup, henüz 21 yaslarinda çok
genç bir pâdisah olarak, Fâtih ünvanina hak kazanan büyük türk, Fâtih Sultan
Mehmed Han damgasini basmisti. Iste o mukaddes Sali sabahi, böyle essiz bir
sabahti.*
Osmanli ordusunun sehre girip hakim olmasi üzerine
bileginin gücü ile Fâtih ünvanini almaya hak kazanmis olan genç serdarin da
sehre girdigi görülür. Yaninda, emîr, vezir, solak, sipah ve yayalardan baska,
devlet ricali, âlimler, hocalari, seyhler, dervisler, kalenderîler ve erler
bulunuyordu. Bütün bunlarin yaninda özellikle saginda ve solunda Aksemseddin ile
Akbiyik sultanin bulunmasi dikkat çekiyordu.
Fâtihâne bir ihtisam ve büyük tezahüratlarla sehre
girmis olan pâdisah, Hammer'in (II, 302) dedigi gibi, Hiristiyanligin sarktaki
merkezini teslim almak üzere, Ayasofya'nin önünde atindan inmis ve mâbedin
esiginde sükür secdesine kapanmisti. Tursun Bey'in ifadesiyle haraba yüz tutmus
olan Ayasofya, fetih hakki olarak câmiye çevrilecekti. Rivayete göre Fâtih
Sultan Mehmed, Ayasofya'da iki rekaat sükür namazi ile ikindi namazini kildiktan
sonra mâbedin üç gün içinde bu mâbedin Cuma namazi için hazirlanmasini emreder.
Cuma günü, Aksemseddin Hazretleri, Sultan Fâtih'in koluna girip minbere
çikartarak hutbe okumasini istemis. Fâtih de Hak Teâlâ Hazretlerine hamd ve
senâdan sonra hutbeyi okur. Aksemseddin de Cuma namazi kildirmisti.**
Fâtih Sultan Mehmed, fetihten sonra Bizans ahalisi
hakkinda Hiristiyan dünyasinda esine rastlanmayan bir müsamaha hareket etmisti.
O, askerlerine, mukavemet edenlerden baskasinin öldürülmemesini, emrederek,
sadece esir edilmelerini istemisti. Daha önce de temas edildigi gibi o,
Imparator'un cesedini buldurmus, onu Rumlara teslim ederek inançlarina göre defn
etmelerini saglamisti. Rumlardan, sehir disina kaçanlarin tekrar evlerine
dönebileceklerine de müsaade etmisti.
Fethi takib eden ilk Cuma namazindan sonra meydana
gelen ikinci önemli hadise, Ok Meydani'nda yapilan fetih ve zafer alayidir ki,
üç gün üç gece süren senlik, ziyafet, oyun ve eglencelerden sonra, basardigi
büyük iste, çevresinin yardimlarini unutmayan pâdisah, Sühedaya rahmet-i
Rahman, gazilere seref ü san, tebeama fahr ü sükran dedikten sonra asker ve
sivil yüzbinlerce kisiye zafer hediyesi olarak mal, mülk ve arazi
dagitmistir.
Fakat bu noktada da mühim olan yine Aksemseddin'in,
orada hazir bulunan gazilere sesini yükseltip Ey gaziler, bilin ki, cümleniz
hakkinda ahir zaman peygamberi Ne güzel askerdir onlar diye buyurmustur.
Insallah cümleniz magfursunuz. Ama gazâ malini israf etmeyip hayir ve hasenatta
sarf edin. Pâdisahiniza da itaat ve muhabbet eyleyin, diyerek gâzilerin tamamini
sehrin imarina ve amme müesseseleri kurmaya tesvik etmis olmasidir. Istanbul, Osmanlilarin eline geçtigi zaman perisan ve
harab bir vaziyette idi. Fakat bu tahribat ve yoksulluga sebep olan Müslüman
Türkler degil, Hiristiyan Avrupa idi. Zira Comnene'ler devrinde, taht
çekismelerinden ve iç idaresizliklerinden faydalanarak sehri basan Haçli
ordulari, bu zengin ve mamur beldeyi sefil ve yoksul bir harabeye çevirmislerdi.
Böylece sehir, bir daha belini dogrultamayacak bir hale gelmisti. Bundan sonra
ne yikilan saraylar bir daha yapilmis, ne yagmalanan kiliseler bir daha
doldurulabilmis, ne kaçirilan sanat eserleri, ne tahrib edilen âbideler bir daha
yerlerine getirilebilmisti. Yarim asirdan fazla süren kan kokusu içinde, vahset
ve zulüm ile ezilen bu sehir, bir yazarin ifadesi ile yeni sahipleri olan
Müslüman Türkler sâyesinde ba'sü ba'de'l-mevte, bir yeni dogusa ugramak
talihine ermis bulunuyordu.
Öyle anlasiliyor ki sehir ve mabedlerin yagmalanmasi
bir bakima Imparatorun eliyle de oluyordu. Nitekim Istanbul fethine tanik olan
Bizansli Yeorgios'un verdigi bilgilere göre, devletin, askerlerin maasini
verecek parasi olmadigi için kral, Allah'a adanmis kutsal esyalarin kiliselerden
alinip paraya çevrilmesini emretmisti. Böylece gerek Ayasofya, gerekse sehirdeki
diger kiliselerde bulunan esya fetihten önce alinip paraya tahvil
edilmisti.
Fâtih, fetihten sonra Galata'daki Ceneviz kolonisini
de teslim alarak, onlara hukukî beratlar verdi. Bu arada Sultan Fâtih, Latin
Kilisesi ile birlesme taraftari olmayan ve bu birlesmeye muhalefet ettigini daha
önce gördügümüz Gennadius'u Patriklik makamina getirmek suretiyle Ortodokslari
himayesi altina almis oluyordu. Böylece Hiristiyan dünyasindaki iki kilise
ayirimini desteklemis oldu. Merasimle bu yeni Patrige mürassa bir asâ ve at
hediye edip iltifatlarda bulundu. Böylece Fâtih, Roma'ya hakim oluyordu. Bu
sebeple kendisine Roma Cihan Imparatoru denebilirdi. Bu anlayistan
hareketledir ki, Roma'yi elinde bulunduran ister Müslüman, ister Hiristiyan
olsun; ister kavuklu, ister sapkali bulunsun, Roma âleminin hükümdari idi. Bu
âlem, hukuken onun ülkesi sayilirdi. Böylece, Yildirim'dan beri kullanilan
Sultan-i iklim-i Rûm tabiri, Istanbul'un fethi ile Ortodoks dünyasi tarafindan
da kabul edilip tasdik edilmis oluyordu. Bu tasdikin, Avrupa fetihlerinde büyük
faydasi görüldügü gibi, kuvvetli oldugumuz devirlerde de Patriklik makaminin
bizde bulunusu, yararimiza olmustur. Fâtih, bu hareketiyle Dogu Hiristiyanligini
Katolik Roma'dan tamamen ayiriyordu. Buna kendi gücünü de katarak asirlardan
beri dogu dünyasinin Roma'liya karsi gösterdigi reaksiyonu âdeta yeni bir
senteze kavusturuyordu. Gerçekten de Istanbul'u fetheden Türkler, Sark, yani
Ortodoks kilisesinin, Bizans Imparatorlugu zamanindaki bütün haklarini tanimak
suretiyle Rumlari memnun etmis ve onlari müteaddid müzakerelere ragmen bir türlü
yanasmak istemedikleri Garp (Katolik) Kilisesi'nin nüfuz ve hakimiyeti altina
düsmekten kurtararak eskisi gibi kiliselerinin istiklâlini emniyet altina
almislardi. Nitekim, Osmanli hükümdari, Istanbul fethinden sonra ilim ve
faziletle taninmis olan Gennadius'u Rumlara Patrik olarak tayin etmis ve
Patrikhâne'ye Bizans imparatorlari zamanindakine benzer selâhiyetler
vermisti.
Osmanli Devleti'nin bu ince hesapli siyaseti, bir
buçuk asirdan beri zaman zaman kileselerin birlesmesi için Papa'ya yapilan
müracaat kapisini tamamen kapatmisti. Is bu kadarla da bitmemis, devlet,
Galata'daki Cenevizlilerle Galata halkina da bir fermanla teminat vermisti. Bu
hareketiyle Osmanli Devleti, gerek Balkanlar'da kendi idaresi altindaki ve gerek
Mora, Sirbistan, Eflâk ve Güney Arnavutluk'taki Ortodokslari samimi olarak kendi
idaresine baglamisti.
Istanbul'un, 29 Mayis 1453 (20 Cemaziyelevvel 857)'de
Osmanli Türkleri tarafindan feth edilmesi, Avrupa'yi ve özellikle Papa ile
Napoli Kralligini, ayrica Güney Avrupa memleketlerini hayret ve dehsete
düsürmüstü. Bununla beraber, gerek Osmanlilarin büyük bir cihad ruhu ile askerî
güce sahip olmalarinin etrafa verdigi korku, gerekse artik Hiristiyanlik
taassubunun yerini, tedricen de olsa aklî muhakemenin almis olmasi yüzünden
birçok devlet, sesini çikaramaz hâle gelmisti. Bu sebepledir ki, Papa V.
Nikola'nin, yapmak istedigi ve yeni bir Haçli Seferi için saga sola bas vurmasi
sonuçsuz kalmisti. Nitekim, Papa'nin bütün Hiristiyanlari silaha sarilmaya davet
eden 30 Eylül 1453 tarihli beyannâmesi, fazla bir alaka uyandirmadigi gibi,
Papa'nin, Osmanlilar aleyhine harekete getirmek istedigi Adalar halki ile Balkan
yarimadasi'ndaki despotluklar ve bu meyanda Sirp, Eflâk, Bosna, Mora, bazi
Arnavut kral devlet ve senyörleri, Osmanlilarin Enez zaferinden sonra 1454
senesi ilkbaharinda göndermis olduklari elçileri vâsitasiyla Istanbul fethinden
dolayi Osmanli hükümdarini tebrik ediyorlardi.
Hiristiyan Bati dünyasinda beklenmedik bir felâket
olarak kabul edilen Istanbul fethi, zafernâmelerle Islâm dünyasina
bildirilmisti.Resûlullah (s.a.v.)'in hadiseleri ile ta'ziz edilmis olan Fâtih
Sultan Mehmed ve ordusu, büyük bir tebcile layik görülmüslerdi. Misir, Sam,
Bagdad ve diger Müslüman sehirler ile ülkelerde merasimler tertiplenip kutlama
törenleri yapilmisti. Kahire'de bulunan Abbasî halifesinin emriyle camilerde
Müslüman Türk sehidlerine dua edilmis ve Fâtih'in ismi hutbelerde zikredilmisti.
Bu andan itibaren bütün Islâm dünyasi, Peygamberlerinin müjdesine (tebsirât)
mazhar olan Osmanli Devleti'ni, Islâmiyetin büyük bir temsilcisi olarak kabul
etmeye baslamisti. Haçli sürülerine karsi Islâm'i, Selçuklu ve Osmanli
devirlerinde serefle müdafaa etmis olan Türk milleti, bu fetihle, bütün Müslüman
dünyasinin sönmez ve eksilmez muhabbetini kazanmisti. Bu sebeple Memlûk Sultani,
Fâtih'e elçi göndererek kendisini tebrik etmisti. Keza, Güney Hindistan
(Behmenî) Sultani Alaeddin II. Ahmed Behmen Sah (1435-1457) da elçiler gönderip
Fâtih'i tebrik edenler arasindaki yerini almisti.
Islâm dünyasinin, Istanbul'un fethinden dolayi bu
kadar sevinmesinin sebeplerini, çok derinlerde aramak gerekir. Zira bu sehrin
fethi, Müslümanlar için önemli bir hedef haline gelmisti. Bu hedefe ulasmak
gerekiyordu. Çünkü bu, peygamberlerinin, asirlarca önce haber verdigi bir olayin
gerçeklesmesi demekti. Ayrica, bu olayda basari saglayan, onun müjdesine nail
olacakti. Bunun içindir ki, Hz. Peygamberin vefatindan kisa bir müddet sonra,
önce Emevîler, daha sonra da Abbasîler tarafindan defalarca muhasara edilmesine
ragmen ele geçirilemeyen Istanbul, Fâtih'ten önceki Osmanli hükümdarlarinca da
kusatma altina alinmisti. Bununla beraber fetih basarisi, henüz 21 yaslarinda
bulunan genç Osmanli hükümdarina nasib olmustu. Hz. Peygamber, Istanbul
Fâtihi'ni ve fethi basaracak olan orduyu, tebsir etmisti. Kur'an-i Kerim'deki
beldetün tayyibetün âyeti, Ebced Hesabi ile Feth-i Mübinin hicrî tarihini
gösteriyordu.
Istanbul'un fethi, bir bakima genç Sultan için
saltanatin da fethi olmustu. Bu sirada Fâtih, çesitli sebeplerden dolayi
kendisine kizdigi Çandarli Halil Pasa'yi vezir-i azamliktan azl eder. Zira onun
hakkinda ortada çesitli söylentiler dolasiyordu. Hatta Bizansla isbirligi
ettigine dair rivayetler de vardi. Nitekim Bizans Tarihi adli eserinde Dukas,
fetihten sonra Fâtih ile Duka arasindaki konusmayi verirken sunlari söyler:
Büyük Duka gelip etek öptükten sonra Pâdisah ona dedi ki: Sehri teslim
etmemekle iyi bir is yapmadiniz. Bak ne kadar zararlar, ne kadar hasarlar
yapildi, ne kadar kimse esir oldu. Duka buna cevap olarak Efendim, sana sehri
verecek kadar selâhiyetimiz yoktu, hatta imparatorun bile böyle bir selâhiyeti
yoktu. Bundan baska, senin adamlarindan bazilari da sözle ve mektuplarla
imparatora haberler göndererek, korkma, pâdisah size tahakküm edemiyecektir
diyorlardi. Pâdisah, söylenen bu sözleri Halil Pasa'ya atfetti. Bu yüzden
azledilen Çandarli Halil Pasa, kisa bir müddet sonra idam edilecektir. Pasa,
vasiyetnâmesinde bütün mal varliginin pâdisaha ait oldugunu bildirmekle
birlikte, mallari mirasçilarina birakilmis, sadece nakit paralari hazine adina
alikonmustu.
Fâtih, fetihten sonra Gennadius gibi âlim ve münevver
bir Ortodoksu patrik tayin etmekle, feth ettigi ülke halkinin geleneksel imanini
kurtarmis oldu. Sayet bu makama katoliklige meyyal bir baska ruhanîyi getirmis
olsaydi, Ortodoksluk yavas yavas sönüp ortadan kalkacakti. Patrik, gelenege
uygun bir merasimle pâdisahin huzuruna kabul edilerek kendisine murassa bir asâ
ve at verilmisti. Bu meyanda eski Bizans halkinin evlenme, bosanma, ölüm ve dinî
ayin gibi sahsî meselelerinin de kendi cemaatlerince tedvir edilmesine müsaade
edildi.
Fâtih Sultan Mehmed, patrik tayini ve Istanbul'un
ticarî, iktisadî, ictimaî, adlî ve diger hizmetleri görmek için görevliler tayin
ettikten ve 18 Haziran'a kadar Istanbul'da kaldiktan sonra Edirne'ye döner. O,
büyük bir zafer alayi ile, aylar önce ayrildigi sehre tekrar
giriyordu.
Genç hükümdar, Istanbul'u bir Müslüman Türk sehri
haline getirmek için, Anadolu'dan getirttigi Türk ailelerini vergilerden muaf
tutmak suretiyle iskân edip sehrin yeniden senlenmesini sagladi. Âsik
Pasazâde'nin bu konuda verdigi bilgiyi, dönemin dil özelliklerine de dokunmadan
buraya almak istiyoruz. Böylece o dönemde nasil sade bir Türkçe'nin kullanilmis
oldugunu da görmüs olacagiz.
Pâdisah, Istanbul'u feth etti, subasiligini kulu
Süleyman Bey'e verdi. Ve cemii vilayetine kullar gönderdi. Hatiri olanlar
gelsin evler, baglar, bahçeler, mülkler verelim dediler. Ve her kim geldiyse
verdiler. Bu sehri mamur ettiler. Pâdisah yine emr etti kim, ganiden ve fakirden
evler sürdüler. Ve her vilayetin subasilarina ve kadilarina adamlar gönderdiler.
Bu gelen halka da evler verdiler. Sehir mamur oldu. Bu verdikleri evleri
mukataaya verdiler. Öyle olunca bu halka güç geldi. Dediler ki Bizi
memleketimizden sürdünüz getirdiniz bu kâfir evlerine geri vermek için mi
getirdiniz? Bazilari avradini ve oglanini (ailesini) koyup kaçti. Kula Sahin
derlerdi atasindan kalmis bir vezir-i akil (akilli bir vezir) vardi. Pâdisaha
der ki: Hey devletlu sultanim, atan, deden nice memleketler feth ettiler, hiç
birine mukataa koymadi. Sultanima da layik olan budur ki bunu yapmaya dedi.
Pâdisah da onun sözünü kabul etti. Yine hükm etti: Her ev ki verirsiniz
mülklüge verin (verdiginiz her evi mülk olarak verin) dedi. Ondan sonra
mektuplar (yazili belge, tapu) verdiler ki mülkleri ola. Sehir yine mamur olmaya
yüz tuttu. Mescidler yapmaya basladilar.
Görüldügü gibi, Istanbul'un Müslüman Türk sehri haline
getirilebilmesi için her imkâni degerlendiren Fâtih, bu yeni gelenlere çesitli
kolayliklar saglamaya basladi. O, Istanbul'un iskâni için Anadolu'nun muhtelif
yerlerinden sanat sahipleri ile muhtelif siniflara mensub Türk nüfusunu buraya
celb edip iskân ettiriyordu. Ilk önce 5000 aile getirildi. Daha sonra degisik
tarihlerde Karadeniz sahilleri ile Karaman, Aksaray, Egirdir, Bursa, Manisa,
Tire, Çarsamba, Kastamonu, Samsun, Sivas ve Izmir gibi yerlerden gelen Türk
aileleri ile Istanbul kisa bir zamanda hüviyet degistirerek bir Müslüman Türk
sehri haline geldi. Bu hüviyet degisikligi, sadece nüfusla degil, semt isimleri
ile de olmustu. Çünkü gelenlerin yerlestikleri bu yerlere onlarin geldigi
yerlerin ismi verilmisti. Nitekim, günümüzde bile Aksaray, Karaman, Çarsamba
gibi semt isimleri, hâlâ o günün hatiralarini tasimaktadirlar. Her ne kadar
Balkanlar'dan da nüfus nakli olmussa da bu, pek fazla bir sey ifade etmiyordu.
Çünkü bunlarin sayilari çok azdi. Anadolu'dan getirilen Türklere ev, bag, bahçe
verilip vergiden muaf tutulmalari, onlarin sehrin iktisadî hayatini ellerine
geçirip bu sahada söz sahibi olmalari içindi.
Harap bir sehri devralan Fâtih'in, Istanbul'u imar ve
iskân etmek gibi büyük bir problemle karsi karsiya kaldigi anlasilmaktadir. Bu
problemi çözmek ve sehre yeni bir çehre vermek için Osmanlilarin eskiden beri
uyguladiklari bir yöntemle meseleye yaklastigi görülmektedir. Bu da biraz önce
temas edilen göç uygulamasidir. Baska bir ifade ile Istanbul, fetihten sonraki
büyüme ve gelismesini buraya yapilan hâne nakline borçlu görünmektedir. Âsik
Pasazâde, Nesrî, Tursun Bey, Dukas, Kritovulos gibi çagdas kaynaklarin verdigi
bilgiler ve günümüzde yapilan arastirmalar, Fâtih'in daha ilk günlerden
baslayarak Istanbul'u canlandirmak ve senlendirmek için gösterdigi çabayi ortaya
koymaktadirlar. Istanbul'un eski olan ve günümüzde bile varligini koruyan
mahalle adlari, bize bu yerlesmenin sehir içindeki dagilimi konusunda önemli ip
uçlari vermektedir. Çünkü (daha önce de belirtildigi gibi) bu yeni gelenler,
yerlestikleri yerlere, geldikleri sehir ya da kasabanin adini vermislerdir.
Evliya Çelebi, Seyahatnâmesinde bu yeni gelenlerin kurduklari mahallelerin
isimlerini vermektedir.
Fâtih, bir yandan bu sürgünlerle Istanbul'un nüfusunu
artirirken, bir yandan da fetihten hemen sonra sehirde genis bir insa
faaliyetine girer. O, fetih esnasinda harap olan surlarin onarilmasi ve sehrin
yeniden düzenlenmesi isiyle, Istanbul Subasiligina getirdigi Karistiran Süleyman
Bey'i görevlendirmisti. Bu arada müsellem ve yaya sancakbeylerine, hendeklerin
temizlenmesi emredilmisti. Böylece 13 km. karelik bir alani çevreleyen surlar
onarildi. 1457'den sonra daha genis bir imar faaliyetine girisecek olan Fâtih,
bir taraftan da esirlerin yevmiye (günlük) 6 veya daha fazla akça karsiliginda
çalismalarini emretti. Böylece Rum esirlerinin refah düzeyi yüksek bir duruma
gelmeleri saglandi. Bu sayede esirler para biriktirip kendileri için takdir
edilen kurtulus akçesini ödeyip hürriyetlerine kavusabileceklerdi. Gerçekten
Fâtih, bütün tebeasina (vatandaslarina) özellikle de esirlere karsi çok
merhametli idi. O, herkesi ayni standartlara sahip olan esit duruma getirmek
istiyordu. FÂTIH'IN
SIYASETI
Istanbul'u feth etmek suretiyle ülkesinin ortasinda
bulunan ve bir ada durumuna gelmis bulunan engeli ortadan kaldiran Fâtih Sultan
Mehmed, artik Balkanlara dogru yönünü çevirebilirdi. Bu sirada Istanbul gibi
Türk topraklari arasinda sikismis bulunan ve Ceneviz'e bagli Enez kalesi ile
buna tabi olan Imroz, Limni ve Tasoz adalari da itaat altina
alindi.
Ikinci Kosova zaferinden sonra Osmanlilarin Bati'da
büyük bir fetih dönemine girmemeleri ve dirayetli bir hükümdar is basina geçtigi
takdirde Orta Avrupa'ya dogru Türk hakimiyetinin genislememesi için bir sebep
yoktu. Fetihlerinde bir sira ve irtibat görülen Fâtih Sultan Mehmed, Istanbul'u
aldigi zaman Balkanlarda karisik bir ortam bulunmaktaydi.FÂTIH'IN BATI SIYASETI
Fâtih'in, gerek Bati, gerek Dogu, gerekse Kuzey
siyasetleri geregi, yaptigi mücadelelerinden (Sefer-i Hümayûn) kisaca ve ana
hatlari ile bahs etmek istiyoruz. Zira bütün tarih kaynaklarimiz ve yeni
arastirmalarda bu konuda genis ve tafsilatli bilgiler bulunmaktadir. Bu sebeple
biz, konuyu bütün teferruatiyla anlatip daha fazla uzatmak
istemiyoruz.SIRBISTAN SEFERLERI
Fâtih'in, Istanbul'u fethinden sonra Balkanlar'da
büyük karisikliklarin meydana geldigi bilinmektedir. Ilk bakista bu
karisikliklarin Osmanli'ya pek zarari dokunmayacak gibi görünüyor olmalari,
Osmanlilarin o havaliye bigane kalmalari için bir sebep degildi. Bunun için
Osmanlilar, Orta Avrupa ve Kuzeyden gelebilecek bir tecavüze karsi ülkelerini
kolayca müdafaa edebilmek için tedbirler almak zorunda idiler.
Kaynaklarin verdigi bilgiye göre, fethi müteakip her
taraftan tebrik için gelen elçi heyetleri arasinda Sirp Kirali Georges
Brankovitch'in gönderdigi heyet de vardi. Tarihlerimizde, Vilkoglu diye
tanitilan Sirp Kirali Brankovitch, iki yüzlü bir siyaset takip ediyordu. Bir
taraftan tebrik için gönderdigi elçi heyeti ile, vaktiyle Osmanlilardan aldigi
kalelerden bir kisminin anahtarlarini geri verirken, öte taraftan da Ulah ve
Macarlar'la münasebetlere girisiyordu. Vergisini de zamaninda vermiyordu.
Kritovulos, Sirp Krali Brankovitch'in bu iki yüzlülügünü su ifadelerle nakl
etmektedir:
O, saltanatinin neye bagli oldugunu iyice
anladigindan pâdisahin babasina (Sultan Ikinci Murad) ve Fâtih Sultan Mehmed'e
daima itaat edip vergisini de zamaninda öderdi. Fakat bir müddet sonra gizli
bazi fikirler besledigi, durumundan anlasilmisti. Zira vergisini zamaninda
vermedigi gibi, pâdisahla yaptigi anlasmaya riayet etmeyip Macar ve Ulah'larla
Osmanlilar aleyhine olacak sekilde münasebetlerde bulunmaya basladi. Casuslari
vâsitasiyle bu durumdan haberdar olan Fâtih, tebrik için gelen Sirp elçilerine
iltifat etmemis ve teslim etmek istedikleri kalelerin kafi olmadigini, vaktiyle
Osmanlilardan alinan kalelerin tamaminin iade edilmesi gerektigini söylemisti.
Buna razi olmayan Sirp Kirali, Osmanli topraklarina tecavüze baslamis, hatta bu
yüzden Üsküp yolu kapanarak gidis ve gelisler durmustu. Hoca Sa'duddin, bütün bu
bilgileri verdikten sonra hatta Üsküp yolu mesdud olup âyende ve revende (gelip
gidenler, yolcu, ibn sebil) meci' ve zehabtan munkati' oldu diyerek Sirp
Kirali'nin sebep oldugu olaylari anlatir. Bu arada Türk sehir ve kasabalarindan
bazilarinin Sirplar tarafindan yagma edildigini, Pristine kadisinin arzindan
ögrenen Pâdisah, bir taraftan akincilari Sirbistan üzerine gönderirken, öte
taraftan da Sirp Kirali'na haber yollayarak Sirp topraklarinin Lazar'in oglu
Stephan'a ve dolayisiyla kendisine ait oldugunu söyleyerek, Sirbistan'i terk
etmesini istemisti. Bununla beraber Sofya sehrini kendisine ihsan edebilecegini
söyleyen Pâdisah, bu sekil kabul edilmedigi takdirde, Sirbistan aleyhine
harekete geçebilecegini bildirmisti. Haberi götüren elçi, yirmibes günde geri
dönmek için emir almisti. Geç kaldigi takdirde öldürülecekti. Halbuki Sirp
Kirali bu tarihlerde Tuna'nin öbür tarafinda bulunuyordu. Bu halden faydalanan
Sirp ileri gelenleri, Fâtih'in elçisini oyalamaya çalisiyorlardi. Böylece zaman
kazanarak savas için hazirliklarini tamamlamak istiyorlardi. Elçi bunu
hissettiginden, zamaninda Pâdisahi durumdan haberdar etti. Bunun üzerine Fâtih
Sultan Mehmed, ordusunun toplanmasini bile beklemeden yirmi bin kisilik bir
kuvvetle Sirbistan üzerine hareket etti. Böylece Sirbistan'a ilk sefer baslamis
oldu. Ordunun büyük kismi Sivricehisar (Ostrowtz)'da Pâdisaha ulasti. Yapilan
kusatmalarda bir çok kale zapt edilemesine ragmen bazilari da alinamamisti.
Bununla beraber Türk ordusu, büyük basarilar saglamis sayilirdi. Bu basarilarina
yenileri eklenebilirdi. Fakat Pâdisah, birdenbire sefere nihayet vererek
Edirne'ye döner. Kaynaklarimizin tamami bu dönüsten bahs etmekle birlikte
sebebinin ne oldugunu zikretmezler. Bu arada, Sirp ve Macar birlesik ordusu,
Sirbistan'da birakilmis bulunan Firuz Bey oglunu maglub edip bir kisim Osmanli
topraklarini elde ederler. Buradaki savas, Macarlarin lehine sonuçlanmakla
birlikte Jan Hunyad, yalniz kendi ordusu ile Fâtih Sultan Mehmed'e karsi
savasamayacagini idrak ederek 1454 yilinin sonuna dogru Imparator Friedrich'e
bir mektup yazarak Sirbistan hadiselerini anlatmis ve Hiristiyanligin
kurtulmasinin bir Haçli ordusu ile mümkün olacagini bildirmisti. Bunun üzerine
mesele Frankfurt'ta ve Wienerisch-neustad't'de toplanan meclislerde müzakere
edilmis ve Hunyad'a yardimci bir kuvvetin verilmesi kabul
olunmustu.
1454-1455 kisini Edirne'de geçirmekte olan
Fâtih'in, harp hazirliklarina basladigi görülmekte, fakat bu hazirliklarin
neresi için oldugu bilinememekteydi. Bu siralarda hudud komutanlarindan
Evrenoszâde Ishak oglu Isa Bey, Sirplarin, Osmanlilara karsi bir savasa
hazirlandiklarini, fakat iç durumu iyi olmayan Sirbistan'in kolayca zapt
edilebilecegini bildiriyordu. Bir fesat kaynagi olan Sirbistan'in zapt edilmesi,
Pâdisahin, Bati'daki gayelerinin tahakkuku için gerekiyordu. Ayrica bu devletin
bulundugu cografî ortam da, bunu gerekli kiliyordu. Bu yüzden hükümdar, 1455
baharinda Edirne'den hareket ederek Sirbistan üzerine yürüdü. Burada basta
madenleri ile meshur olan Novaberda sehrinin alinmasina karar verilir. Gerçi bu
sehir, Sultan Ikinci Murad zamaninda Osmanlilarin eline geçmisti. Fakat Segedin
antlasmasi ile yine Sirplara terk olunmustu. Bu sehir, Osmanlilarin eline
geçtikten ve birkaç kale daha feth olduktan sonra Fâtih Sultan Mehmed, Karaca
Pasa'yi Sirbistan'i yagmaya memur ederek kendisi ceddi (dedesi) Sultan Birinci
Murad'in sehid edildigi Kosova'ya gelir. Bu müddet zarfinda isini bitiren Karaca
Pasa, burada orduya katilmisti. Buradan da hep birlikte önce Edirne, arkasindan
da Istanbul'a dönülmüstü.BELGRAD KUSATMASI
Fâtih Sultan Mehmed, 1456 yilinda Macarlarin elinde
bulunan Belgrad'i almak için harekete geçer. Zira daha önce bazi bölgeleri
Osmanlilarin idaresine geçmis bulunan Sirbistan'i elde tutabilmek ve kuzeyden
gelecek istilalari durdurabilmek, ayni zamanda Macaristan'da basarili bir
harekâta girisebilmek için Tuna kiyilarinin ve bilhassa Belgrad müstahkem
kalesinin elde bulunmasi gerekiyordu. Sehrin bu konudaki degerini daha önce
anlamis olan Osmanlilar, Sultan Ikinci Murad devrinde burayi almaya tesebbüs
etmislerse de Jan Hunyad'in, Osmanli hududlarina tecavüz etmesi, kusatmanin
kaldirilmasina sebep olmustu. Sava ve Tuna nehirlerinin birlestigi noktada
kurulmus olan Belgrad'in zapti çok zordu. Çünkü sehir, su yollari vasitasiyle
birçok yerden yardim alabildigi gibi müstahkem bir kaleye de sahipti. Etrafinda
su ile dolu genis bir hendek vardi. Firsat buldukça civarindaki Müslüman Türk
topraklarina saldirmaktan da çekinmeyen, böylece Osmanli güvenligini tehdid
etmekte olan bu sehir ve sakinlerinin, kesin olarak Osmanli hakimiyetine girmesi
gerekiyordu. Kendi topraklari üzerinde emniyeti saglamayi birinci derecede önemi
haiz bir is telakki eden Fâtih Sultan Mehmed, 1456 baharinda Belgrad'i almaya
karar verir. Ancak bu sehrin degeri, Sirplar ve Macarlar tarafindan da
bilindiginden, her iki devletin burayi kaptirmamak için bütün gayretlerini
harcayacaklari tabii idi. Bu sebeple Fâtih Sultan Mehmed, esasli bir sekilde
hazirlanma ihtiyaci duydu. Bunun için Morava kenarinda kurdurdugu dökümhânede
çalistirilan binlerce isçi tarafindan toplar döküldü. Bunlar arasinda boylari 27
kadem olan 22 büyük top vardi. Ayrica o zamana kadar görülmemis büyüklükte tas
gülleler atabilen yedi tane havan topu da yapilmisti. Bunlardan baska, daha
küçük muhasara toplari arasinda muhtelif çapta üçyüz kadar top vardi. Bütün kisi
hazirliklarla geçirmis olan Pâdisah, baharda büyük bir ordunun basinda Sofya
üzerinden Belgrad'a yürüdü. Tuna yolu ile hareket etmis olan ve ikiyüz parçadan
ibaret bulunan donanma, Dayi Karaca Bey'in komutasinda idi. Ayrica büyük toplar
da Dayi Karaca Bey'in nezâretinde ayni yoldan sevkedilmislerdi. Böylece Belgrad,
hem karadan hem de nehir tarafindan kusatilmak isteniyordu.
Yapilan muhasara ve bes yüz kadar askerin kaleye
girmeyi basarmis olmalarina ragmen, savas kazanilamadigi gibi Dayi Karaca Bey
de, bulundugu metrise bir top güllesinin isabetiyle sehid olmustu. Jan Hunyad,
büyük bir kuvvetle yardima geldigi Belgrad'i, simdilik Osmanli'nin eline
geçmekten kurtarmisti. Hükümdar, tedbirlerinin takdire muvafik gelmedigini
görünce, geregi gibi sihhat ve selâmetle Dâru's-saltana'ya avdet buyurdular.
Öyle anlasiliyor ki, bu muhasara esnasinda, Fâtih'in karargâhina kadar gelmis
bulunan düsmandan birkaç kisiyi, genç hükümdar bizzat kendisi kiliçla
öldürmüstü. Bu davranis, bozulmaya yüz tutmus olan Osmanli askerine kuvvet ve
cesaret asilamis olmalidir ki, yeniden düsmana saldirmislardi. Bununla beraber
Sava nehri yolu ile gelen yardima mani olunamadigi için muhasara kaldirilmisti.
Uzunçarsili, Fâtih'in bu savastaki durumunu su ifadelerle vererek onun nasil bir
bozgunu önledigini anlatir: Fâtih Sultan Mehmed'in, karargâha hücum eden
düsmana karsi gösterdigi sebat ve mukavemet, korkunç bir bozgunu önlemis ve sonu
belki de büyük bir Haçli Seferi vücuda getirebilecek olan tehlikeyi bertaraf
etmistir. Bu mücadelede düsman da fazlaca yipranmis oldugundan çekilmis, Osmanli
kuvvetleri de bu seferden basarisiz dönmüslerdir. Bu savasta yaralanmis olan
Jan Hunyad da 20 gün sonra 11 Agustos 1456'da ölmüstü.SEHZÂDELERIN SÜNNET DÜGÜNÜ
Belgrad seferinden dönen Fâtih Sultan Mehmed,
Edirne'deki ikameti esnasinda biri (Bâyezid) Amasya'da, digeri (Mustafa)
Manisa'da sancakbeyi olan iki sehzâdesinin sünnet edilmelerine karar verir.
Bunun üzerine her iki sehzâde de merkeze çagrilir. Bu dügün için Fâtih, çevre
hükümdarlara dâvetiyeler göndererek, onlarin da bu mutlu günlerinde yanlarinda
bulunmalarini arzu eder. Fâtih'in, ilim adamlari ile halka karsi nasil
davrandigini, nasil bir protokol uyguladigini göstermesi bakimindan önemli olan
bu dügünden, bütün Osmanli kaynaklari bahsederler. Bununla beraber biz, bu
dügünde hazir bulundugunu söyleyen Âsik Pasazâde'nin müsahedelerine dayanarak
verdigi malumati özetleyerek buraya almak istiyoruz:
O vakit, Sultan Bâyezid Amasya'da idi. Onu getirtti.
Mustafa Çelebi dahi o vakit Manisa'da idi. Onu dahi getirtti. Bunlar hep
Edirne'ye geldiler. Dügüne basladilar, Etrafa agirlikla davetçiler gönderdiler.
Bütün sancak beyleri ve her sehrin ululari geldiler. Nice günlük yollar
dügüncülerle dolmustu. Edirne'nin çevresine konup doldular. Pâdisahin otag ve
çadirlarini Ada'ya kurdular. Pâdisah dahi devletle Ada'ya geçip oturdu. Her
tarafin halki, tayfa tayfa geldi. Önce ulemâ davet olundu. Pâdisah dahi gelip
tahta oturdu. Sag tarafina fâzil kimselerden olan Mevlânâ Fahreddin oturdu.
Solunda ise Mevlâna Tosyavî oturdu. Pâdisahin karsisinda ise Mevlâna
Sükrullah oturdu. Onun yanina Hizir Bey Çelebi oturdu.
Emr olundu: Hafizlar, Kelâm-i Kadim-i Rabbanî
(Kur'an-i Kerim) okudular. Ulemâ, okunan bu âyetlerin tefsirini yaptilar. Ilmî
sohbetler olundu. Ondan sonra izin verildi: Edipler, güzel medihler ve gazeller
okudular. Pâdisaha layik sohbetler yapildi. Ondan sonra izin oldu: Sofralar
kuruldu, nimetler yenildi. Yemekten sonra yine edebiyatçilar okudular. Ondan
sonra tekrar Kur'an okundu. Ondan sonra sekerli seyler getirdiler. Her ilim
ehlinin önüne sini koydular. Bu ulemânin hizmetkârlari futalar doldurdular.
Fakir (ben) dahi bir futa doldurdum, hizmetkârima verdim. Ondan sonra pâdisah,
gelen bu hürmete lâyik kisilere ihsanlarda bulundu. Niceleri fakir geldi, zengin
gitti.
Ikinci gün fukara tayfasi davet olundu. Onlara da
geregi gibi hürmet olundu. Pâdisahin ihsanlari bunlara da yetisti. Bunlar da
Fukarâ Kanunu geregince saygilarini gösterdiler.
Üçüncü günü begler (emîr) davet olundu. Bunlara dahi
Pâdisah kanunu nasilsa öylece yapildi. Bu dügünün tarihi hicretin 861'inde vaki
oldu.
d- SIRBISTAN'IN ILHAKI: Osmanli kuvvetlerinin
Belgrad'dan çekilmelerinden sonra sira tekrar Sirbistan'a gelmisti. Georges
Brankovitch ile, Jan Hunyad'in kayinbiraderi olan Belgrad valisi Mihail arasinda
eskiden beri bir sogukluk bulundugundan Mihail, bir ara Brankovitch'i yakalayip
haps etmisti. Brankvitch 30 bin altin ödedikten sonra serbest birakilmisti.
Ihtiyar Brakovitch, 1457 senesinde ölmüs, Greguvar, Etyen (Istefan) ve Lazar
adinda üç erkek ile Sultan II. Murad'dan dul kalmis olan Mara (Meryem Sultan)
adinda bir kiz evladi birakmisti.
Brankovitch'in ölümü üzerine, Sirbistan'in idaresini
ele geçiren en küçük kardes Lazar, öldürme tehdidi ile diger kardeslerini
ülkesinden kaçirmisti. Brankovitch'in kizi Mara da Osmanlilara siginmisti. Fâtih
Sultan Mehmed, onun taht üzerindeki hakkini koruyacagini bildirerek kendisine
Serez taraflarinda mülk verdi. Böylece Mara, refah içinde bir hayat
geçirdi.
Yeni Sirp despotu Lazar, bir sene sonra 1458'de öldü.
Ülkesi, esi Elen ile küçük yastaki kizina kaldi. Elen, Sirbistan'in elinden
alinma ihtimalini düsünerek burayi malikâne olarak Papa'ya peskes çektigi gibi
kizini da Bosna kralinin ogluna nikahladi.
Elen'in, oynamak istedigi oyundan haberdar olan
Osmanli Devleti, Sirbistan isini kesin olarak çözüp bir sonuca baglanmaya karar
verir. Bu sebeple Pâdisah, hicrî 862 (1458)'de Mora seferine giderken Mahmud
Pasa'nin maiyyetine bin kadar yeniçeri vererek onu Sirbistan üzerine
gönderir.
Mahmud Pasa, Sirplarin baskenti olan Semendire
etrafindaki bazi kaleleri aldiktan sonra Semendire'yi kusatir. Pasa, sehrin dis
istihkamlarini aldiysa da sehri zapt edemeyerek muhasarayi kaldirir. Bu arada
Ostroviç (Sivricehisar), Rodnik ve Sabaç (Bögürdelen) gibi yerleri alir.
Bögürdelen'in alinmasindan sonra Macaristan'a akinlarda
bulunur.
Bu esnada Mora seferinden dönmüs olan Fâtih Sultan
Mehmed, Mahmud Pasa ile bulusur. Sirbistan isinin tamamen bitmesi için Mahmud
Pasa'yi Semendire üzerine tekrar gönderir. Daha önce, çevresindeki kaleler
Osmanlilarin eline geçtikleri için Semendire bir bakima yalniz ve yardimsiz
kalmisti. Bu durum karsisinda, direnmenin fayda vermeyecegini anlayan Elen,
hazineleri ile birlikte gidebilme sarti ile teslim olur. 8 Kasim 1459'dan
itibaren Osmanli idaresine giren Sirbistan, bu devletin, bir sancagi olarak
Semendire Sancakbeyligi adi ile bir akinci komutana verilir. Burasi,
Belgrad'in zaptina kadar Macaristan'a yapilacak akinlar için ve kuzeyden gelecek
tehlikelere karsi iyi bir üs oldu.MORA SEFERLERI
Istanbul'un fethi sirasinda Mora, son Bizans
Imparatoru Konstantin'in kardesleri Dimitrios ile Thomas tarafindan idare
ediliyordu. Bizans Imparatorlugu'nun en yakin vârisleri olan bu iki sahsin,
imparatorluga hak iddia edebilecek durumda olmalari, bir mana ifade etmemekle
birlikte, ilerisi için bir tehlike arzediyordu. Bu mirasçilar ortada bulundukça
Bizans meselesi, tedavisi mümkün olmayan bir çiban gibi sürüp gidebilirdi.
Nitekim Imparator Konstantin'in ölümü üzerine Mora Rumlari, imparatorun kardesi
Dimitrios'u imparator yapmak istemisler, fakat kardesi Thomas razi olmadigi için
bunu yapamamislardi. Sonunda Mora, bu iki kardes arasinda taksim olunarak iki
Rum devleti ortaya çikmisti. Dimitrios'un devlet merkezi Mistra (Hammer, III,
40, Isparta), Thomas'inki de Patras idi. Her iki kardes, mücadelelerinde, Mora
Arnavutlarindan yardim alarak birbirleri ile ugrasiyorlardi. Bu esnada
Osmanlilar, bunlara müdahelede bulunmayarak seyirci
kalmislardi.
Iki kardes arasindaki mücadelede, Dimitrios'a ait bazi
yerlerin Thomas'in eline geçmesi üzerine Dimitrios'un Osmanli Pâdisahina elçi
göndererek yardima istemesi, Thomas'in anlasmalara aykiri hareket ederek
vergisini göndermemesi ve Latinlerle ittifak kurmasi gözönünde bulundurularak,
Mora'ya sefer yapilmasina karar verildi. Fâtih, bütün gizlilik kaidelerine
riayet ederek yapacagi seferin nereye olacagini açiklamadan, bir ihtiyat tedbiri
olarak Mahmud Pasa'yi Sirbistan taraflarina yollar. Bu esnada kendisi de Mora
üzerine hareket eder. 1458 Mayis'inda, ordunun toplanti yeri olan Serez'de bütün
askerî tedbir ve tertibatini aldiktan sonra Mora'ya hareket
eder.
Osmanli kaynaklari (Âsik Pasazâde, s. 149; Hoca
Sa'duddin, I, 463), Mora seferi ile ilgili olarak baska bir sebep daha
göstermektedirler. Buna göre, Serez'den bir genç, düstügü bir ask sevdasi
yüzünden Mora'daki Ballabadra sehrine gittigi zaman, orada Müslüman kadinlarin
çok kötü ve berbat bir hayat sürdüklerini, kâfirlerin en bayagi ve agir
islerini yapmak zorunda kaldiklarini görür. Tamami gözü yasli
olan bu kadinlarin, kocalarinin da hapse atilmis olduklarini, bu yüzden herkesin
canindan bezmis oldugunu ögrenir. Genç, gizlice bu kadinlarla konusup durumlari
hakkinda onlardan bilgi alir. Insani üzüntü ve kedere gark bu vaziyeti ögrenen
genç adam, derhal pâdisahin katina gelerek yüce divanda üzüntülerini açiklayarak
Müslüman kadinlarin, din düsmanlarinin elinden çektikleri eziyet ve gördükleri
iskenceleri bizzat gördügünü bir bir açiklar. Pâdisah, din düsmanlarinin,
Müslümanlara yaptiklari iskence ve çetkirdikleri eziyetleri ögrendigi zaman,
problemin, kökünden halli için, bu ülkenin de idaresi altina girmesinden baska
çikar yol olmadigi kanaatine varir. Bu olay, daha kis aylarinin bitmedigi bir
zamanda olmustu.
Mora'nin elde edilmesi, Osmanlilar bakimindan büyük
bir önem tasiyordu. Osmanlilar, burayi Italya'ya yapacaklari seferler için bir
üs olarak kullanacaklardi. Zira, Balkanlari nüfuzu altina alarak bir Akdeniz
Imparatorlugu kurmak isteyen Napoli ve Aragon Krali V. Alfons, Arnavutluk Prensi
Iskender Bey'i, Osmanlilara karsi destekleyip ona yardim ediyordu. Adi geçen
kral, daha önce de Mora despotu Dimitrios ile Mora'yi nüfuzu altinda
bulunduracak sekilde bir anlasma yaparak onu himayesine almisti. Bütün bunlar,
Osmanlilara karsi onun düsünce ve tavrini ortaya koyuyordu. Böylece V. Alfons,
Osmanlilarla mücadele etmek üzere Arnavutluk ile Mora'yi üs olarak kullanmak
istiyordu. Fakat Osmanlilar, daha atik davranarak onlara karsi olan planlarini
uyguladilar.
Teselya'ya giren Osmanli ordulari, Korent berzahina
dogru yürüyerek yollari üzerindeki Filke kalesini aldilar. Sarp bir mevkide
bulunan ve üç kat sur ile çevrili olan bu müstahkem kalenin zapti kolay degildi.
Bununla beraber sehir ve kalesi, Anadolu kuvvetleri tarafindan muhasara edildi.
Genç Fâtih, buranin düsmesini beklemeden Mora'ya girer. Burada birçok sehir ve
kaleyi feth eden pâdisah, dört ay sonra Korent'e döndügü zaman burasi henüz
fethedilememisti.
Osmanli hükümdari, Mora'nin anahtari durumunda bulunan
Korent'in zaptinin, Mora'nin kolayca ele geçirilmesini saglayacagini bildiginden
burayi almak istiyordu. Mücadeleler sonunda, Fâtih'e karsi koyamayacagini
anlayan sehir halki, baris yapmak suretiyle teslim olmaya karar verdigini
hükümdara bildirir. Bunun üzerine Mora despotlari ile Osmanlilar arasinda
asagida belirtilen sartlara göre bu anlasma yapilir:
1. Muahede geregince Korentliler, mallarini muhafaza
edebileceklerdir.
2. Osmanlilarin, Mora'da zapt ettikleri sehir ve
kaleler, yani Mora'nin üçte biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti idaresinde
kalacaktir.
3. Mora'nin diger sehir ve kaleleri, Dimitrios ile
Thomas'in idaresinde bulunacak ve bunlar her sene üçer bin altin vergi
vereceklerdir.
4. Hariçten bunlara bir taarruz vuku buldugu zaman
Osmanli hükümdari despotlari müdafaa etmeyi üzerine alir.
Bu anlasma ile, Mora'nin, Venediklilere ait kisimlari
hariç olmak üzere bir kismi dogrudan, bir kismi da vergi vermek suretiyle
Osmanlilara baglanmis oldu. Fâtih, Kuzey Mora sancakbeyligine akinci
komutanlarindan Turahan Bey oglu Ömer Bey'i tayin eder (Temmuz 1458). Mora
seferi esnasinda Atina da Türk idaresi altina alinir.
Thomas, yeminle saglamlastirilan anlasmayi ve üzerinde
ittifak saglanan sartlari üç ay sonra bozar. Çünkü o, Mora'daki Arnavutlara
güveniyordu. Bu sebeple hem kardesi Dimitrios, hem de Osmanlilara karsi yeniden
mücadeleye baslar. Daha sonra iki kardes, aralarindaki çarpismadan ne kadar
zarar gördüklerini anladiklari için barisirlar. Aralarinda bir ittifak kurarak
Osmanlilara karsi vaziyet alirlar. Bu durumu ögrenen Fâtih Sultan Mehmed,
Zaganos Pasa'yi Mora'ya gönderir. Osmanlilara karsi bir sey yapamayacagini
anlayan Thomas, baris talebinde bulunur. Doguda bas gösteren Akkoyunlu hükümdari
Uzun Hasan gailesi yüzünden, fazla agir olmayan sartlarla yeniden bir anlasma
yapilir. Bununla beraber Thomas, bu sartlari da yerine getirmeyince, Uzun
Hasan'in bütün tahriklerine ragmen o tarafa hareket edilmeyerek Mora isini
temelden bir sonuca baglamak için, Fâtih-'in idaresindeki Osmanli ordusu,
Mora'ya hareket eder. Korent'e gelen hükümdar, Thomas'in üzerine gitmeden önce
birdenbire yön degistirerek Isparta üzerine yürür. Dimitrios teslim olur.
Fâtih'e karsi koymak üzere sahildeki Matina kalesine çekilen Thomas ise, bütün
sehirlerini kaybettikten sonra Kalamata'ya gider. Orada da tutunamayacagini
anlayinca Roma'ya Papa II. Pi'nin yanina siginir. Böylece Mora yeniden ve
tamamina yakini Osmanlilarin eline geçer. Fâtih, Mora halkindan bir kismini
Istanbul'a naklettirip onlarin yerine Türk göçmenleri yerlestirir (hicrî 856/m.
1460).
Teslim olup Pâdisahin yanina gelen Despot Dimitrios'a,
Enez sehri ikametgâh olarak gösterilerek oradaki tuz madenlerinden senelik
altmis bin akça varidat (gelir) tahsis edilir.EFLÂK'IN HAKIMIYET ALTINA ALINMASI:
Tuna nehrini, devleti için tabii bir sinir kabul
ettigini tahmin ettigimiz Fatih Sultan Mehmed ve hatta daha önceki Osmanli
hükümdarlari, bu nehrin kuzeyinde bulunan ve bugünkü Romanya'yi teskil eden
Eflâk ile Bogdan prensliklerini himayeleri altinda bulundurmayi kafi
görüyorlardi. Bununla beraber, bunlarin kendilerini mesgul edecek kadar kuvvetli
olmalarini veya büsbütün zayif düsmelerini de istemiyorlardi. Muhtemelen
Osmanlilar, tabii sinirlarinin disinda mütalaa ettikleri bu prensliklerin, daha
uzakta bulunan Lehistan ve Macarlarla kendi aralarinda tampon bir devlet olarak
kalmalarina taraftardilar. Osmanli sinirlarina yakin bulunmasindan dolayi
Eflâk'ta Osmanli nüfuzu gün geçtikçe artmaya basladi. Bu sebeple Eflâk daha
Yildirim Bâyezid zamaninda senelik bir vergi vermeyi kabul
etti.
1456 yilinda Fâtih, Wlad'i Eflâk prensligine tayin
etmisti. Wlad, kardesi Radul ile birlikte Osmanli sarayinda rehine olarak
bulunmustu. Hüküm sürdügü memlekete Fâtih'in yardimi ile sahip olmasina ve
Pâdisaha karsi dost kalacagina dair yemin etmis bulunmasina ragmen Wlad, sözünde
durmayarak Osmanlilar aleyhine Macarlarla anlasma yapacaktir.
Fâtih'in, Karadeniz ve Trabzon'da bulundugu siralarda,
Eflâk'ta bazi hadiseler olmaktaydi. Burada Türklerin Kazikli Voyvoda,
Macarlarin Drakul (Seytan), Ulahlarin Çepelpuç (Cellad) dedikleri Wlad
adinda zulüm delisi bir adam, halka idarenin en korkuncunu tattirmaktadir.
Tarihçi Tursun Bey tarafindan Keferenin Haccac'i diye vasiflandirilan bu adam,
vahsi ve insanlik disi birtakim zevklere sahipti. Hammer, onun yukaridaki
sifatlarini verdikten sonra, bunun yaptigi barbarliklara da örnekler verir. Bu
sahsin daha iyi taninmasi ve farkli milletler tarafindan aldigi bu lakaplarda ne
kadar hakli (!) oldugunu ortaya koymasi bakimindan bir kaç örnek vermek yerinde
olacaktir. O, kaziklara vurulmus ve iskence içinde can vermekte olan Türklerin
meydana getirdigi büyük halkanin ortasinda, saray halki ile birlikte yemek
yemekten zevk alirdi. Eline Türk esirleri geçince ayaklarindaki derinin
yüzülmesini ve meydana çikan kirmizi etlere tuz ekilmesini, sonra da bunlari
keçilere yalatmasini emrederdi. Böylece, diri diri ayaklarinin derisi yüzülen
esirlerin iskencesi, daha büyük olurdu. O, kendisine gönderilen Osmanli
elçilerinin sariklarini baslarina çiviletmistir.
Wlad'in yaptigi hareketlerden bazilarini görmezlikten
gelen Fâtih Sultan Mehmed, onu Istanbul'a davet eder. Ancak Wlad, düsmanlarinin
çoklugundan ve memlekette bulunmadigi bir sirada tac ve tahtinin Macarlara
verileceginden korktugundan, Eflâk'i düsmanlarina karsi muhafaza edecek bir
kuvvetin gönderilmesini rica eder. Bunun üzerine Pâdisah, Silistre Beyi Yunus
Bey ile Çakircibasi Hamza Bey'i Eflâk'i beklemek üzere görevlendirir. Yunus Bey ile Çakircibasi Hamza Bey, Tuna kenarina
geldikleri vakit, nehrin donmus oldugunu görürler. Bununla beraber Tuna'yi
geçmek hazirliklari yaptiklari ve dostluktan baska bir sey ümid etmedikleri,
hatta itibar göreceklerini sandiklari bir sirada Wlad'in büyük bir saldirisina
ugrarlar. Bu baskinda Yunus Bey sehid, Hamza Bey de esir edilmisti. Wlad, daha
sonra Hamza Bey'i öldürerek basini Macar kralina gönderir. Kan dökücü Wlad,
aldigi esirlerin tamamini kaziga vurduktan sonra, Osmanlilara ait bazi sehir ve
kasabalari tahrip etmekten de çekinmez.
Bütün bu olanlari haber alan Fâtih Sultan Mehmed,
hiddetinden ve üzüntüsünden yerinde duramayarak 150 bin kisilik bir ordu ve 25
büyük, 150 küçük parça deniz kuvveti (nehir donanmasi) hazirlayarak, Allah'in
kullarina zulm eden bu zâlimi ortadan kaldirmak için Eflâk seferine çikar (H.
866/1462 M.) Fâtih, Eflâk ortalarina kadar gittigi halde, Wlad'in kuvvetleri
ortalarda görünmüyorlardi. Wlad, Fâtih'in, casuslari vasitasiyle önceden haber
aldigi bir gece baskini düzenleyerek Pâdisahi öldürmek ister. Fakat bunda
muvaffak olamadigi gibi, perisan bir halde canini zor kurtarip kaçabilir.
Osmanli akincilari onu bulmak için bütün bir Eflâki tararlar. Pâdisah da
ordusuyla prensligin baskentine yürür. Sehrin yakininda kaziklanmis 15 bin
adamdan kurulu korkunç bir orman görünce nefretle Devlet kuvvetini böyle
kullanmis, tebeasina ve Allah'a karsi bu denlü cinayetler islemis bir adam, asla
itibara layik degildir der.
Yarali olarak kaçip Macarlara siginan Wlad, onlardan
yardim ister. Fakat Macar Krali, hiç yoktan Osmanlilarla bir anlasmazliga düsmek
istemediginden bu yardimi yapmamis, hatta Wlad'i yakalayarak haps etmisti. Öte
taraftan Osmanlilar, Wlad'in kardesi Radul'u oniki bin duka yillik vergiye
baglayarak Eflâk prensliginin basina getirdiler. Böylece Eflâk, mümtaz bir
eyâlet haline getirilerek, Osmanlilara sikica baglanmis oldu. Wlad, Radul'un
ölümü üzerine zindandan kaçip tekrar idareyi ele almak istediyse de öldürülerek
kesik basi memleket memleket dolastirilir.BOSNA-HERSEK'IN ALINMASI
Balkanlari ve hatta Tuna'nin güneyinde kalan bütün
Avrupa topraklarini kendi devletinin sinirlari içinde görebilecek duruma gelmis
olan Fâtih Sultan Mehmed için Bosna, özel öneme sahip bir yerdi. Fâtih, Papalik
ve Venedik'in, diger Avrupa devletleri ile birleserek kendisine doguda sinir
komsusu bulunan Türk ve Müslüman devletleri de kendisinin aleyhine tahrik
ederek, Osmanli Devleti'ni iki taraftan nasil sikistirmak istediklerini,
kuvvetli istihbarat teskilâti vasitasiyle iyi biliyordu. O, Istanbul'un
fethinden sonra, Avrupa'da meydana gelen reaksiyonu da iyi takip
ediyordu.
Istanbul'un fethi ile ticarî menfaatleri sarsilmis
olan Venedik Hükümeti, Mora'nin Türklerin eline geçmesinden büsbütün müteessir
oldu. Ege denizindeki Osmanli faaliyetlerini de yakindan takip eden Venedik,
Osmanlilarin aleyhinde olacak sekilde, onlarin etrafinda bir ittifak çenberi
meydana getirmeye çalisiyordu. Bunu bilen Fâtih, büyük bir deniz kuvvetine sahip
olan Venedik'e yardimda bulunabilecek olan Macaristan'la, ikisinin arasina
girmenin askerî bakimdan gerekli olduguna inaniyordu. Bu sebeple, zaten
Katoliklerden nefret eden Bosna Kralligi'ni feth etmeye karar verir. Böylece
aleyhindeki ittifak çenberini kirip ortadan kaldiracakti.
Bosnalilar, Katolik baski ve tazyiklerinden
biktiklari, Türklerin izse din ve mezheb serbestisine büyük bir saygi
gösterdiklerini bildiklerinden, Osmanlilara karsi koymaya pek taraftar
degillerdi. Bu sebeple Kral mukavemet edemedi. Bu arada orduyu hümayun üç koldan
Bosna'ya girmis ve bütün bir Bosna topragini feth etmisti. Halki, kendine yakin
gören Fâtih, burayi Minnet Bey idaresinde bir sancak beyligi haline getirerek
Osmanli topraklarina ilhak eder.
Halkin, Osmanlilara karsi olan sevgisinden dolayi eli
silah tutanlarin tamamina yakini orduya alinir. 30 bin Bosnali ise yeniçeri gibi
hizmet etmek üzere Pâdisahin sancaklari altinda yemin eder. Bosnalilar, bir
müddet sonra da Islâmiyeti kabul ederek din-i mübin-i Islâm ile sereflenirler.
Bu olaylar, hicrî 867 (m. 1463) yilinda olmustu.
Bu sefer esnasinda, Hersek Dukasi Stefan Kosariç de
küçük oglunu rehine vererek bagliligini arzetmis bulundugundan, yerinde
birakilir. Bu çocuk ihtidâ edip (Islhamiyeti kabul edip) Ahmed ismini aldi ki,
daha sonra Hersekzâde Ahmed Pasa adi ile anilarak damad ve sadrazam olur.
Hersek, Duka'nin ölümünden bir süre sonra, Osmanli topraklarina
katilir.OSMANLI - VENEDIK MÜNASEBETLERI
Baslangiçta, Osmanlilarla dostça geçinmeyi iyi bir
tedbir olarak kabul eden ve ekonomileri açsindan bunu lüzumlu gören
Venedikliler, daha sonra bu fikirlerini degistireceklerdir. Zira, Türklerin Mora
ve Sirbistan'a sahip olmalari, Arnavutluk'ta faaliyet göstermeleri ve Ege
denizini ele geçirmek istemeleri, Venedik devlet adamlarini Osmanlilara karsi
farkli bir sekilde düsünmeye sevk etmistir. Bu yüzden onlar, Türkleri bu
faaliyetlerinden vazgeçirmek ve hatta bunlari durdurmak için sür'atle bazi
tedbirlerin alinmasi gerektigine karar verirler. Onlar, ya harb edecekler veya
Yunanistan ile Balkanlar'daki bütün mevzilerinden geri çekileceklerdi. Bu durum
karsisinda Venedikliler, Fransa, Burgonya, Milano, Papa, Macaristan, Uzun Hasan
ve müttefikleri olan Karamanlilara bas vururlar. Böylece Osmanlilari iki cepheli
bir savasla tehdid etmek istiyorlardi. Onlar, 1463'te, Arnavutluk Prensi
Iskender ile Osmanlilarin aleyhine bir ittifak kurdular. Bu arada Macarlarla da
ayri bir ittifaka girerler. Bununla beraber, takriben 16 sene devam edecek
savaslar sonucunda Venedik hükümeti, en agir sartlar karsiliginda bile olsa,
Osmanlilarla baris yapmayi daha kârli görecektir. Bu sebeple Venedik
Senatosu'nun 25 Nisan 1479'da tasdik ettigi Osmanli-Venedik barisi, 25 Ocak
1479'da imzalanmis olur. 14 maddeden meydana gelen bu baris anlasmasi,
Osmanlilarin lehine ve Venediklilerin aleyhine olmustu. Denebilir ki, bu kadar
yil devam etmis olan muharebeler, Venedik ve müttefiklerine maglubiyet,
Osmanlilara ise dünyanin en büyük devleti olma gibi bir gâlibiyet temin
etmistir.BOGDAN MESELESI:
1455'te Osmanli hakimiyetini tanimak ve yilda 12.000
altin vermeyi kabul etmek zorunda kalan Bogdan, Osmanlilarin, karada ve denizde
birçok devletle ugrasmak zorunda kaldiklarini görünce bu hakimiyetten kurtulmak
isteyecektir. Daha sonra temas edilecegi gibi Osmanlilar, 1473 yilinda Uzun
Hasan üzerine yürümek zorunda kalmislardi. Sayet bu savasta maglub olsalardi,
Bogdanlilar Macarlarla birleserek Osmanlilar aleyhine müstereken harekete
geçeceklerdi. Ancak Osmanlilarin büyük bir galibiyet elde ettiklerini görünce bu
düsüncelerinden vaz geçerler. Bununla beraber, daha sonra Osmanlilar ile
Bogdanlilar arasinda savaslar olacak ve Fâtih, bizzat Bogdan'a girecek, Bogdan
Voyvodasi ise kaçacaktir. Bununla beraber bir müddet sonra Bogdan Voyvodasi,
Pâdisaha müracaat ederek, simdiye kadar vermekte oldugu üçbin sikke-i efrencî
yerine alti bin flori verecegini, Osmanlilarin dostuna dost, düsmanina düsman
olacagini bildirir. Pâdisah bunu kabul etmis ve Bogdan'i bu sartlarla
affetmisti.FÂTIH'IN EGE DENIZI SIYASETI
Istanbul'u feth eden Osmanli Pâdisahi, Çanakkale
Bogazi'na ve Türk sahillerine yakin olanlardan baslamak üzere, Ege'deki adalara
nüfuz etmeye çalisir. Böylece, yabancilara siginacak bir yer birakmamaya, ve
kendi sahillerine yapilabilecek korsanlik hareketlerini önlemeye çalisiyordu.
Gerçekte, Anadolu topraklarinin bir devami telakki edilen bu adalarin bir kismi
Bizans'a, bir kismi da Venedik ve Cenevizlilere ait bulunuyordu. Yalniz Rodos
Adasi bunlarin disinda idi. Istanbul'u fethetmeye muvaffak olan Fâtih, Bizans'a
ait olan bütün topraklarin kendi idaresi altinda tekrar birlesmesini istiyor
gibidir. O, kendi topraklarina yakin yerlerde bir yabancinin ticaret yapmasina
degil, dolasmasina bile tahammül edemiyordu. Zira böyle bir durum, zamanla kendi
ülkesini tehlikeye sokabilirdi. Korsanlik hareketleri ile kendisine ait sahil
kentleri vurulabilirdi. Bu sebeple o, Ege Denizi'nde Bizanslilar ile baska
milletlere ait olan adalari almak üzere harekete geçer. Çanakkale Bogazi'na
yakin adalardan baslayarak yavas yavas Ege Denizi içlerine dogru ilerleyen
Fâtih, bu deniz üzerinde iki istikamet (yön) takib eder. Bunlardan birincisi onu
Italya'ya götürecektir. Gerçekten, bu yolun üzerindeki adalari teker teker
aldiktan sonra Italya topraklarina asker çikarir. Ikinci yol ise Anadolu
sahillerinin yakinindan geçmekte idi. O, bu yol üstündeki adalarin (Midilli,
Sakiz, vs.) bir kismini haraca baglayarak bir kismini da ilhak ederek Rodos'a
kadar gider.
Surasi unutulmamalidir ki Ege adalarinin ilhaki, pek
kolay olmamistir. Zira Osmanlilarin bu tesebbüslerine karsi gerek Papalik,
gerekse Venedikliler ile Napoli Kiralligi, donanmalariyla buna mani olmak
istemislerdi. Hatta zapt edilen bazi adalari tekrar geri almislardi. Osmanlilar,
buralari yeniden almak için yeni donanma sevk etmek zorunda kalmislardi. Böylece
elden ele geçen adalar, nihayet kesin olarak Osmanli idaresinde
kalmistir.ENEZ, IMROZ, SEMADIREK VE TASOZ'UN
ALINMALARI:
Sirbistan seferinden sonra Enez, Imroz ve Semadirek
Beyi olan Dorya ile hükümet idaresinde ortagi olan yengesi arasinda çikan
ihtilaf üzerine kadin, yüksek hakimiyetini tanidigi Osmanlilara müracaat ile
sikâyette bulunmustu. Gerek kadinin müracaati, gerekse Enez Beyi'nin devletle
yapmis oldugu anlasmayi bozmasi, keza Enez halkinin Ipsala ve Ferecik
taraflarindaki Müslüman Türklere ait köle ve cariyeleri kaçirarak satmalari
üzerine Enez'in alinmasi kararlastirildi. Bundan sonra Enez, karadan bizzat
pâdisah ve denizden donanmanin tazyiki ile kisa bir sürede alindi.* Bundan sonra diger adalar da alindi. Bu adalarin Osmanli
idaresine girmesi 1456 yilinda olmustu. LIMNI ADASININ ZAPTI
Enez, Imroz ve Tasoz'un alinmasindan sonra yine 1456
senesinde Limni halki ile Midilli Prensi Nikola Gateluziyo'nun kardesi olan
Limni Prensi arasinda anlasmazlik çikar. Ada halki, prensi istemeyerek onun
yerine bir Türk beyinin gönderilmesini istediginden Osmanlilar da himayelerinde
bulunan Limni adasina Gelibolu'nun eski Sancakbeyi ve kaptani olan Hamza Bey'i
gönderirler.MIDILLI ADASININ ZAPTI
Osmanli sahillerinin yakininda bulunup korsan yatagi
olan ve Aragon korsanlarinin Türk sahillerini vurup getirdikleri mallardan hisse
alan, baska bir ifade ile korsanlarla birlikte hareket eden Midilli Prensi'nin
hakkindan gelinmesi kararlastirildi. Bu siralarda Fâtih Sultan Mehmed, Edirne'de
bulunuyordu. Edirne'ye davet ettigi deniz komutanlari ile görüstükten sonra
büyük bir donanmanin hazirlanmasini emr etti.
Bütün hazirliklar tamamlandiktan sonra 1462 senesinde
Mahmut Pasa komutasindaki donanma irili ufakli ikiyüz parça gemi ile denizden
ada üzerine yürüdü. Mahmut Pasa, adanin merkezi olan Midilli önlerine asker
çikararak sehri kusatir. Bursa yolu ile hareket eden hükümdar, adanin
karsisindaki Edremit körfezine inmis ve oradan da Ayvalik'in güneyindeki
Ayazmend (Altinova)'e gelmisti. Sultan Mehmed, muhasaranin iyice sikistigi bir
zamanda bir harp gemisiyle adaya geçer. Oradaki durumu inceledikten sonra tekrar
Ayazmend'e döner.
Midilli halki, daha fazla dayanamayacagini anlayinca
teslim olur. Mahmud Pasa, ada idaresinin tanzimi ile görevlendirilmisti. Üç
kisma ayrilan ada halkinin bir kismi yerlestirilmek üzere Istanbul'a
gönderilir.EGRIBOZ ADASININ FETHI
Venedikliler, Ege Denizinde Osmanlilara ait bazi
adalar ile Foça'yi vurmuslardi. Fâtih bu harekete karsi, Venedik'in Ege'deki en
büyük müstemlekesi olan Egriboz adasini ele geçirmeye karar verir. Böylece bu
devlete en büyük darbeyi vurmus olacakti.
Bu sebeple Mahmud Pasa'yi Derya Kaptanligi'na tayin
ederek üçyüz parça gemi ile denizden göndermis, kendisi de 70 bin kisilik bir
ordu ile karadan hareket etmistir. Evripos kanalinin en dar yeri olan Kulkis'ten
gemilerden bir köprü yaptirarak ordusunu derhal adaya geçirip birkaç hücumdan
sonra kaleyi feth etmisti. (1470)
Egriboz Adasi'nin, Osmanlilar tarafindan zapti,
Avrupa'da büyük bir hayret ve teessür meydana getirmisti. Bu hal, özellikle
Venedik ve Italya'nin diger devletleri arasinda derin bir endiseye sebep
olmustu. Zira Dogu Roma (Bizans, Istanbul) gibi Bati Roma'nin da elden gidecegi
telasina kapilan Papalik, her taraftan yardim taleb
etmisti.FÂTIH'IN KARADENIZ SIYASETI
Bilindigi gibi Osmanlilar, eskiden beri Anadolu
birligini kurmak ve burada güçlü bir Müslüman Türk Devleti meydana getirmek için
ugrasiyorlardi. Bu gayelerine ulasmak için gösterdileri gayretlerinin bir sonucu
olarak onlar, Anadolu'nun büyük bir kismini hakimiyetleri altina almaya muvaffak
oldular. Bununla beraber, kuzeyde Karadeniz'e kiyisi bulunan kisimlar (Samsun
hariç), baskalarinin elinde bulunuyorlardi. Bunlar, Trabzon Rum Imparatorlugu,
Isfendiyarogullari Beyligi ve Amasra (Amasteri) Cenevizlilerin idaresinde idi.
Karadeniz'in bu sahil bölgesinde büyük ve önemli birçok sehir bulunuyordu.
Istanbul'u feth etmis bulunan Osmanlilarin, gerek ekonomik, gerek siyasî gerekse
dinî bakimdan buralara da hakim olmasi icab ediyordu. Osmanlilarin bu niyetini
fark eden Venedik ve Ceneviz gibi deniz ticareti ile geçinen devletler,
Istanbul'un fethi üzerine büyük bir telasa kapilmislardi. Dogrusunu söylemek
gerekirse bu durum sadece onlari degil, Avrupa'yi da ciddi endiselere sevk
etmisti. Dogudaki bazi küçük beylik veya emîrlikler ise, siranin yavas yavas
kendilerine gelecegini düsünüyorlardi. Bu sebeple, Osmanlilara karsi bir dogu ve
bati ittifaki tehlikesi ufukta görünüyordu. Bir taraftan, Bati'nin böyle bir
hareket için Anadolu emîrliklerini tahrik etmesini önlemek, diger taraftan da
Anadolu birligine vücud vermek ve devlet merkezinin hem jeopolitik, hem de
askerî emniyetini temin için, Karadeniz sahillerini elde bulundurmak
gerekiyordu. Bu sebeple Fâtih Sultan Mehmed, buralari elde edebilmek için bir
plan hazirlar. O, hazirladigi planinin geregi olarak ayni mevsimde arka arkaya
üç sefer tertiplemek zorunda kalir.
Fâtih, düsünce ve hareketlerini gizli tutmakla
meshurdur. Seferin nereye yapilacagini kendisinden baskasi bilmezdi. Karadeniz
seferinde de bu gizlilige riayet edilmisti. O, donanmayi, Vezir-i a'zam Mahmud
Pasa komutasinda sevk ederken, kendisi de karadan hareket etmisti. Hedefin
neresi oldugunu bir münasebetle soran kadiaskere Hocam, eger sakalimin
tellerinden biri, zihnimden ne geçtigini bilecek olursa onu bile hemen koparir
yakarim diyerek, askerî harekât esasinin gizlilik oldugunu göstermis
olur.
Fâtih Sultan Mehmed bakimindan Karadeniz
sahillerinin fethi büyük bir önem tasiyordu. Hatta o, simdiye kadar dedeleri
tarafindan buralarin (Amasra gibi) fethedilmemis olmasini hayretle karsiliyordu.
Gerçekten o, Amasya için Mahmud Pasa'ya: Mahmud! Ol hisar ne yerdir kim âni
benim atam dedem almadi? diyerek, atalarinin simdiye kadar burayi almamalarini
adeta tenkid konusu yapar. Zeki sadrazam, Fâtih'in bu sorusunu: Sultanim bunun
alinmadigina sebep ol kim Hak Teâlâ'nin takdirinde bu, feth olunmak sultanim
elinden ola diyerek, bu fethin, Allah tarafindan kendisine nasib olacagini
söyleyerek cevaplamisti. Bu cevabiyle o, bu ise hemen baslanabilecegini de ima
etmis oluyordu.
Amasra, Cenevizlilerin önemli bir ticaret merkezi idi.
Istanbul'un fethinden sonra müskül bir duruma düsmüs olmasina ragmen eskiden
oldugu gibi hareketlerine devam etti. Gerçi buradakiler, bir miktar vergi
veriyorlardi. Fakat bunu bazan zamaninda bazan da geç veriyorlardi. Bununla
beraber etraflarini vurmaktan ve bilhassa denizde soygunculuk yapmaktan da
vazgeçmiyorlardi. Böylece, bir yilda verdikleri vergiyi adeta bir günde geri
aliyorlardi. Bundan baska bu sehir, Anadolu'dan kaçan esirlerin sigindigi bir
yerdi. Memâlik-i müslimine hayli zarar edüp nice kimseleri girift edüp diyar-i
efrence gönderip bey'eden ve Karadenizde sefer yapan Müslüman gemilerine
bilhassa musallat olan Amasralilar, bu taarruzlarinin sebebi soruldugu vakit
inkâr ediyor, bunu yapanlarin levent gemileri oldugunu ve bunlarin kendilerini
de dinlemediklerini söylüyorlardi. Aradaki anlasmalari birkaç defa bozan
Amasralilarin, Istanbul'un zaptindan ve Osmanlilarla Cenevizlilerin arasinin
açilmasindan sonra, etraftaki tecavüzleri daha çok artmisti. Amasralilarin
yaptiklarina son vermek ve problemi temelinden halletmek üzere kendisi karadan,
Mahmud Pasa da denizden Amasra'ya gidip sehri kusatma altina alirlar. Bu kadar
muazzam bir ordu ile basa çikamayacagini anlayan Amasra idarecileri, Mahmud
Pasa'nin ikna edici konusmasi karsisinda teslim olmuslardi. Onlar, pâdisaha
sehrin anahtarini teslim etmekle hayatlarini kurtardilar. Böyle bir hareketten
dolayi pâdisah onlari esir muamelesine tabi tutmamisti. Fâtih, basta tekfur
olmak üzere Amasralilarin ileri gelenlerini Istanbul'a
gönderdi.
Silah kullanmadan Amasra'yi ele geçiren Fâtih Sultan
Mehmed, Bursa'ya dönmüsken tekrar Karadeniz'e yönelir. Burada müstahkem bir kale
olan Sinop'ta Isfendiyaroglu Ismail Bey hüküm sürüyordu. Mahmud Pasa'nin teklifi
ve idareci özelligi ile olsa gerek ki Mahmud Bey ile Isfendiyaroglu arasindaki
konusmalardan sonra Ismail Bey, Fâtih Sultan Mehmed'e bey'at edecektir. Halbuki
o sirada, Ismail Bey'in idaresinde Sinop'ta 400 top, 2000 topçu, limanda demirli
birçok gemi ve onbin muharip asker vardi. Buna ragmen böyle bir kalenin, silah
atilmadan teslim olmasini, Ismail Bey'in ne derece büyük bir iman sahibi
oldugunu ve Anadolu birliginin kurulmasina taraftar bulundugunu, bunun da ancak
Istanbul'un Fâtihi vasitasiyla mümkün olacagina olan inanci ile izah etmek
mümkündür. Ismail Bey, Fâtih'e bey'ata karar verirken kendisinin sahib bulundugu
yüksek dinî suur ve fazileti ile birlikte, Sultan'in Istanbul'u fethetmek
suretiyle Islâm âleminde kazanmis oldugu prestijin de etkisinin bulundugu
söylenebilir. Ismail Bey, vezir-i âzamin delâletiyle ordugahta Osmanli ricali
tarafindan büyük bir merasimle karsilanmisti. Hatta Fâtih bile çadirinda ayaga
kalkip birkaç adim yürümek suretiyle onu karsilamisti. Nitekim Dursun Bey
Erkân-i devlet, Ismail Beg'i izzet ü ikram ile pâye-i serir-i saltanata
yitistürdiler. Pâdisah dahi visaktan tasra bir kaç kadem istikbal edüp musafaha
ma'nasi oldi. diyerek bütün bir devlet erkâni ile birlikte pâdisahin da onu
karsiladigini anlatir. Iskenderoglu'nun, Fâtih'in elini öpmeye kalkismasi
üzerine hükümdar: Ismail Bey, sen benim ulu kardasimsin, reva midir kim elim
öpesin diyerek bu hükümdari tahtinda kendi yanina oturtmustu. Dirlik olarak
Ismail Bey'e istedigi Yenisehir, Inegöl ve Yarhisar kazalari
verilmistir.
Pâdisahin, Koyulhisar seferine çikisini firsat bilen
Karamanoglu Ibrahim Bey, Ismail Bey'e haber göndererek, isyan etmek için zamanin
müsait oldugunu bildirir Karamanoglu'nun birlikte hareket edebilecekleri
teklifine karsilik Ismail Bey, böyle bir seye riza gösteremeyecegini söylemisti.
Bu durumun Osmanlilarca duyulmasi üzerine bir ihtiyat tedbiri olarak, Ismail
Bey'e dirlik olarak Filibe verilerek kendisi oraya
gönderilmisti.
Bizans Imparatorlugu'nu ortadan kaldiran ve Mora'daki
Rum varligina son veren Fâtih Sultan Mehmed, Latinleri kendi aleyhine tahrik
etmek isteyen Trabzon Rum Imparatorlugu'nu da ortadan kaldirmaya karar
vermisti.
Tek bir nefes sehid vermeden ve bir ok dahi atma
ihtiyaci hasil olmadan Amasra, Kastamonu ve Sinop'u alan Osmanli hükümdari,
birbirine bagli üç kisimdan meydana gelmis olan Trabzon kalesini hem denizden
hem de karadan kusatir. Bu durum, Imparator David Komnen'i ümitsizlige düsürür.
Hamisi olan Uzun Hasan'dan da yardim alamayacagini anlayan imparator, Mahmud
Pasa'nin akrabasindan olan bas mabeyincisi Yorgi Amiruki vâsitasiyle Mahmud Pasa
ile anlasarak sehir ve kaleyi teslime karar verir. Imparator, Pâdisah adina
Mahmud Pasa tarafindan yapilan teklifi kabul eder. Böylece, 258 sene devam eden
Trabzon Imparatorlugu 26 Ekim 1461 (21 Muharrem 866) günü tarihe
karisir.
Karadan Trabzon üzerine varmakta olan Fâtih Sultan
Mehmed'e elçilik heyeti ile birlikte Uzun Hasan'in annesi Sâre Hatun da
gelmisti. Fâtih, Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan'in annesine büyük bir saygi
göstererek ona ana diye hitab etmisti. Ordusuyla Trabzon'u çeviren sarp
daglari asarken zaman zaman yaya yürümek zorunda kalan pâdisaha Sâre Hatun: Hey
ogul! Bu Trabzon'a bunca zahmet nedendir? diye sorunca, Fâtih su manidar cevabi
vermisti: Hey ana, bu zahmet din yolundadir. Zira bizim elimizde Islâm'in
kilici vardir. Eger bu zahmeti çekmezsek bize gâzi demek yalan olur. Bugün yahud
yarin huzur-i Ilâhîye çikinca mahcub olurum diyerek gazilik ünvani ile cihâd ve
bu ugurdaki çalismaya nasil ehemmiyet verdigini anlatmak ister.
Kurtulus ümidi görmedigi için teslim teklifini kabul
eden imparator, sekiz oglu ile birlikte Edirne'ye göndermisti. David'in en küçük
oglu hak dini kabul ederek Islâm'la müserref olmustu. Böylece Bizans'in son
Anadolu bakiyyesi de Osmanli ülkesine katilmis oldu.FÂTIH'IN IÇ VE DOGU ANADOLU SIYASETI
Toros daglari ile Anadolu'nun kuzey daglari arasinda
uzanip giden ve Uzunyayla'ya kadar devam eden Orta Anadolu ile, bunun ötesinde
baslayan Anadolu'nun dogu kismi üzerinde, bilhassa Firat'a kadar kadar olan
sahada, Fâtih Sultan Mehmed, Osmanli Devleti'nin bir bütün teskil ettigine
inanmis gibi idi. Halbuki Orta Anadolu'nun büyük bir kismi ile Dogu yaylalarinin
bütünü devletin sinirlari disinda kalmisti. Her iki bölgede hüküm sürmekte olan
beylikler, Osmanlilari her bakimdan tehdid eden bir mevkide bulunmakta idiler.
Konya, Karaman, Larende ve civarina, hatta Toroslarin güneyinde denize kadar
olan sahalara sahip olan Karaman Beyligi, yasadigi müddetçe, Osmanli Devleti'ne
karsi mümkün olabilen bütün fenaliklari yapmis, Hiristiyanligi takviye ederek
Müslümanligi zaafa götürmeye çalismisti. Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi
altinda bir an ezilmeye mahkum olan bu devlet, Yildirim-Timur karsilasmasindan
sonra tekrar meydana çikarak, Çelebi Sultan Mehmed zamaninda ve II. Murad
devrinde durmadan Osmanlilar aleyhine faaliyette bulunmustu. Fâtih'in, küçük
yasta tahta çikmasini da firsat sayan bu devlet, Orta Anadolu'da yeni bir gaile
meydana getirmeye çalismis ise de, genç hükümdarin çok sür'atle hareket edisi
buna imkan birakmamisti. Ancak Fâtih biliyordu ki, Karamanlilar bir firsat
vukuunda tekrar ortaya çikacaklardi. Anadolu'nun öteki kisimlarinin güvenligi ve
nihayet Türk birligi bakimindan buralarinin da Osmanli topraklari içerisinde
bulunmasini zaruri sayan Fâtih Sultan Mehmed, bu beylige hiç bir hak tanimamak
suretiyle ortadan kaldirmayi belki daha önceki tarihlerde tasarlamis, fakat
hadiselerin seyri, onun gözlerini baska taraflara çevirmesine sebep
olmustu.
Yakin, uzak Osmanlilarin aleyhindeki her tesekküle el
uzatan Karaman Beyligi'nin, Ibrahim Bey'in ölmesinden biraz sonra, durumu
büsbütün naziklesti. Osmanli topraklarinin dogusunda bulunan ve gittikçe kuvvet
kazanan Akkoyunlu Devleti'ne gelince o, Osmanlilar için gün geçtikçe daha ciddi
bir tehlike konusu olmaya basladi. Nitekim Karadeniz sahillerine göz dikmis olan
bu devletin yönecitileri, Trabzon Rum Imparatorlari ile akrabalik tesis etmis,
bu yüzden Fâtih'in Trabzon'u almak isteyisine mani bile olmaya çalismislardi. Bu
mani olmak isteyiste, Trabzon Imparatorlugu'nu müdafaa etmekten ziyade bu
topraklarin, Fâtih'in eline geçmesini önlemek gayesi vardir denebilir. Bundan
baska Isfendiyar topraklari üzerinde hak iddia edebilecek bir mevkide olan Kizil
Ahmed Bey'i kabul edip himaye eden ve onu Osmanlilara karsi elinde bir silah
gibi tutan Uzun Hasan, Osmanli-Akkoyunlu sinirlari üzerinde hadiseler
çikarmaktan da çekinmiyordu. Ayrica Osmanlilarla Karaman Beyligi arasinda çikan
anlasmazligi da firsat bilen Uzun Hasan, Karamanogullarina sadece siyasi
yardimda bulunmakla degil, ayni zamanda fiilen asker göndermek suretiyle de
yardim ediyordu. Iste bütün bu hareketler, Fâtih'i ister istemez dogudaki bu
tehlike ile mesgul olmaya sevk etti.KARAMAN MESELESI
Osmanlilarin en büyük hasmi olup Çelebi Sultan
Mehmed'in damadi olan Karamanoglu Ibrahim Bey, otuz dokuz sene hükümdarlikta
bulunduktan sonra hicrî 868 (m. 1463)'de vefat etmisti. Ibrahim Bey, yedi
oglundan en büyügü olan Ishak Bey'i, Osmanlilarla kan bagi olmadigi için çok
seviyordu. Annesi bir cariye olan Ishak Bey'i veliaht yapmis ve merkezi Silifke
olmak üzere Içel valiligine tayin etmisti. Daha sonra da bütün devlet islerini
ona birakinca öteki kardesler buna itiraz etmislerdi. Bu hareketin basinda
bulunan Pir Ahmet Bey, Konya'nin ileri gelenleri ile anlasarak hükümdarligini
ilan etmisti. Böylece Karaman mirasi meselesi ortaya çikti. Uzun Hasan, devam
eden bu miras isine karisma sevdasina düstü. Anadolu'daki Müslüman Türk
beyliklerine karsi insafli bir sekilde muamele eden Osmanli hükümdari, sonunda
Konya'ya girerek, Taseli taraflari hariç olmak üzere bütün bir Karaman ülkesini
topraklarina katar. Fâtih Sultan Mehmed, Konya'da adina sikke kestirdigi gibi,
sehzâdesi Mustafa'yi da buraya vali olarak tayin eder. Vezir-i a'zam Mahmud
Pasa'yi Toroslara kadar göndererek ülkenin ilhakini tamamlar.
Mahmud Pasa, Konya'ya dönünce buradaki is ve sanat
erbabinin Istanbul'a yollanmasi isi ile görevlendirilir. Pasa'nin bu icrasinda
bazi sikâyetler meydana gelir. Öyle anlasiliyor ki Pasa da yaptigi bu isten pek
memnun degildir. Hatta bunlara karsi ihtiyar benim elimde degil, mazuruz
dedigi rivayet edilmektedir. Rum Mehmed Pasa, Mahmud Pasa'nin haksizlik
yaptigini, sadece fakirleri hicret ettirdigini söyleyerek sikâyetlerde bulunur.
Bu arada onun, Mevlana'nin torunlarindan birini de bunlarla birlikte yolladigi,
fakat Fâtih Sultan Mehmed'in bunu ögrenmesi üzerine o zati hediyelerle tekrar
geri gönderdigi rivayet edilir. Osmanli idaresine yeni alistirilmakta ve hatta
isindirilmakta olan bir memleketin halki hakkinda icra edilen bu neviden
muameleler yüzünden artan sikâyetler üzerine Mahmud Pasa, vazifeden alinarak
yerine Rum Mehmed Pasa tayin edilir.
Karaman probleminin tamamen ortadan kalkmasi için çaba
sarfeden Osmanlilara karsi Akkoyunlu Devleti de bütün gücü ile Karamanlilari
destekliyordu. Hatta bu maksatla Uzun Hasan, 50 bin kisilik bir kuvveti yardima
göndermisti. Yapilan savaslarda galip gelen Osmanlilar, Karamanlilarin elinde
kalan son kaleleri de almaya muvaffak olmuslardi. Son olarak Kayseri ile Nigde
arasinda bulunan Develihisar, Karamanogullari adina müdafaa edilmekte idi. Kale
komutani Atmaca Bey, kaleyi Sehzâde Mustafa'ya teslim edecegini bildirince,
sehzâde kaleyi teslim alarak Karaman gailesinin son kalintisini da ortadan
kaldirir. Bu arada hastalanan sehzâde, kaleyi teslim alip dönerken 19 Agustos
1474'te Bor'da vefat eder. Sehzâde Mustafa'nin ölümünden sonra Karaman
Valiligi'ne Cem Sultan getirilmisti. Cem Sultan'in iyi meziyetleri, Karaman
halkinin Osmanlilara tabi olmasinin önemli sebeplerinden biri olarak kabul
edilmektedir.OSMANLI-AKKOYUNLU REKABETI VE OTLUKBELI
ZAFERI
Uzun Hasan, hükümdarlik tahtina oturuncaya kadar
Akkoyunlular pek fazla önem tasimiyorlardi. Fakat onun is basina gelmesi ile
birlikte durum degisti. Çünkü o, Karakoyunhükümdari Cihansah ile Mâveraünnehr
hükümdari Ebu Said Miransah'i öldürmeye ve topraklarini da kendi ülkesine
katmaya muvaffak olmustu. Daha sonra Horasan hükümdari Hüseyin Baykara'yi
yenerek topraklarindan bir kismini almis olan Uzun Hasan, bu suretle Firat
havalisinden Maveraünnehr'e kadar uzanan büyük ve kuvvetli bir devlet kurmus
oldu. Topraklarinin genislemesi nisbetinde, gururunun da arttigini gördügümüz
Akkoyunlu hükümdarinin ayrica bir Cihangir olmak sevdasi da vardi. Iste bu
düsüncesi ve kendisini çok üstün görüsü, onu Osmanli topraklarini alma sevdasina
düsürdü. O, Fâtih Sultan Mehmed'i de yenebilecegini tahmin ediyordu. Hatta
rivayet edildigine göre o, Ebu Said'i maglub ettigi gün, atini meydana sürmüs ve
Bu diyarin serdarlari, secaatin âsârini gördüler, firsat el verirse bu nöbet
isterim ki, cür'et ve celâdetim Hüdâvendigâr'a (Osmanli hükümdari) gösterem,
demisti.
Galibiyetleri ile magrur olan Uzun Hasan, Osmanlilara
üstün gelecek durumda oldugunu tahmin ediyordu. Bundan dolayi Osmanlilardan
kaçan Karaman ve Candarogullarini bir büyüklük eseri olarak ayni zamanda kabul
etti. Bunlar, devamli olarak Hasan Pâdisah'i Osmanlilar aleyhine tahrik
ediyorlardi. Nihayet bu emellerinde muvaffak oldular. Bu muvaffakiyet de 1472
yilinda Osmanlilara ait olan Tokat sehrinin Uzun Hasan kuvvetleri tarafindan
yakilip yikilmasi ile kendisini belli etmisti.
Uzun Hasan, Osmanlilarla harp halinde bulunan Venedik
Cumhuriyetinin, Osmanlilar aleyhinde kendisine ittifak teklifi üzerine daha
1463'te bunlarla anlasmisti. Bundan baska yine Osmanli-Venedik muharebesi
esnasinda Hasan Bey, Venediklilerle ittifak etmis olan Haçlilarla birlikte
hareket için bunlarla görüsmek üzere Rodos'a elçiler göndermisti. O, bu elçilik
heyeti vasitasiyle Osmanlilara ait Tokat sehri ile daha baska bazi mühim
sehirleri isgal ettigini de Haçlilara bildirmisti. Uzun Hasan, 1472 yilinda
Venediklilere yeni ittifak teklifinde bulunmus, bu teklif, Venedik elçisi
Katerino Zeno vâsitasiyle derhal senatoya bildirilerek Akkoyunlu ordusu için top
ve topçu ustasi istenmisti.
Bütün bu hareketlerin ötesinde Akkoyunlu hükümdari
Uzun Hasan'a bagli kuvvetlerin, Osmanli hududlarini geçerek taarruz etmesi,
Osmanlilari bu meydan okumaya karsilik vermeye zorladi.
Fâtih Sultan Mehmed, Uzun Hasan üzerine hareket
etmeden önce kis mevsiminde ondan gelen mektuba agir bir cevapla mukabelede
bulunmustu.
Bu mektupta Fâtih Sultan Mehmed, Uzun Hasan'in
yaptiklarindan, ehl-i Islâm üzerine gidip onlara zulümde bulunmasinin dogru
olmadigi, eger yapabiliyorsa din düsmanlari ile savasmasi gerektiginden bahs
ederek, yapilan haksizligi ortadan kaldirmak için bizzat kendisinin gelecegini
bildirir.
Gerçekten de Frenklerle ittifak yapmis olan uzun
Hasan, Osmanlilarla yapacagi muharebeyi makul gösterebilmek için onlardan
Kapadokya ile Trabzon Imparatoru'nun kizinin kocasi olmasi hasebiyle Trabzon'u
istemekte idi. Iste Fâtih Sultan Mehmed bu istekler karsisinda agir bircevap
yazar. Bu cevabinda o, bundan böyle elçisinin ok, sözünün de kiliç oldugunu
söyleyerek Akkoyunlu hükümdarini, kozlarini paylasmak ilkbaharda üzere harbe
davet eder.
Osmanli ordusu, 13 Zilkade 877 (11 Nisan 1473) Pazar
günü, Fâtih'in komutasinda Üsküdar'dan hareket eder. Iznik yolu ile Yenisehir'e
gelini. Beypazari'nda Karaman valisi Sehzâde Mustafa, Kazabat'ta da Amasya
Valisi Sehzâde Beyâzit, emirlerindeki kuvvetlerle orduya katilirlar. Farkli
rivayetler bulunmasina ragmen bu katilimlarla ordunun yekunu takriben seksen bes
bin kisiye ulasir.
Tarihte Otlukbeli Zaferi diye söhret bulan bu
savasta, Osmanli ordusu büyük bir zafer kazanarak dogudaki bu tehlikeyi bertaraf
eder. Bütün kaynak eserlerde tafsilatli bir sekilde kendisinden bahsedilen bu
zaferden uzun uzadiya bahs etmek istemedik.
Fâtih, galip gelmisken kendisi gibi Türk ve Müslüman
olan, ayni zamanda Oguzlarin Bayindir koluna mensub bulunan Akkoyunlu
kuvvetlerini takip ettirmedigi gibi Türk ve Müslüman olan ülkesine de
dokunmadi.
Kemal Pasazâde, bu takip etmeyis hadisesini Sehzâde
Bayezid'in hizmetinde bulunan Halil Pasa'nin oglu Ibrahim Pasa'nin agzindan nakl
etmekte ve onun, bunun sebebini Fâtih'e sordugunu, ondan gâyenin saltanat
yikmak degil, Uzun Hasan'a ders vermek oldugu, Islâm memleketlerini tahrib ile
Islâm hükümeti yikmanin dogru bulunmadigini, öte taraftaki gaza harplerini
birakip, burada Müslümanlarla ugrasmanin iyi bir sey teskil etmedigi cevabini
aldigini nakl eder. Bu cevap, hükümdarin, ne denli yüksek bir telakki ile
hareket ettigini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Nitekim Âsik Pasazâde de
Fâtih'in bu hareketini Mürüvvetle vilayetin yikmadi, yine kendi vilayetine
teveccüh etti diye takdir etmekte ve Osmanli hanedaninin adalet, insaf ve
fazilet ile muttasif bulundugunu açiklar. Osmanli Devleti'nin, Timur'dan beri
karsilastigi bu en büyük tehlikenin atlatilmasinda ve zaferin kazanilmasinda rol
oynayan baslica âmil, Osmanli askerî kudret ve teskilâtçiligi ile atesli
silahlardaki kiyas kabul etmez üstünlügüdür. Otlukbeli zaferi, Osmanlilara karsi
yapilmis olan sark ve garb ittifakinin bir cephesini tamamen tesirsiz hale
getirmisti. Fâtih, bundan son derece memnunluk duydugundan ve kendisine bu
imkani hazirladigi için Allah'a sükran hislerini ifade etmek üzere, ordusunun
almis oldugu bütün esirlerin âzâd edilip serbest birakilmasini emreder. Böylece,
Osmanli adalet ve müsamahasinin en güzel örneklerinden birini daha vermis olur.
Bu suretle de o, halka karsi âdil olan idaresinin nümûnelerini göstermis
oluyordu. O, Oguz boylari arasindaki çekismenin bütün yan tesirlerini izale
ederek ihtilaf sebeplerini silmek istiyordu. Bu da Islâm dünyasinda, kendisi ve
devleti için büyük bir sempatinin dogmasina vesile oluyordu.
Sonuç olarak sunu söyleyebiliriz ki, Fâtih Sultan
Mehmed, çok kisa bir zamanda büyüyüp gelismis ve Omanlilar için korkunç bir
tehlike haline gelmis olan Akkoyunlu Devleti'ni, Otlukbeli zaferi ile tehlikesiz
bir hale getirmisti. 1473'te kazanilan bu zafer, Uzun Hasan Devleti'nin sür'atle
çökmesine ve nihayet ortadan kalkmasina âmil olan sebeplerin basinda
gelmektedir. Bu zaferden sonra, Osmanlilar aleyhine harekete geçmis olan
Haçlilarin ümitleri de kirilmis oluyordu. FÂTIH'IN GÜNEY SIYASETI
Cihan tarihinin gördügü en büyük hükümdarlardan biri
olan Fâtih Sultan Mehmed'in, Anadolu birligini saglamak ve hatta bir bakima
Islâm birligini temin için büyük bir gayret içinde oldugu kabul edilmelidir.
Onun, Osmanli devlet sinirlarini Tuna ve Italya'ya dayamak istedigi kesinlik
kazanmis görünmektedir. Karadeniz'in bütün sahillerini almak ise, onun
düsüncelerinin basinda gelmekte idi. Bununla beraber, kendi ülkesinin güneyinde
uzanan topraklar üzerinde, verilmis bir kararinin olup olmadigini söylemek pek
mümkün degildir. Zira hâdiseler, Fâtih Sultan Mehmed'in bu bölgelerle
ilgilenmesine imkân vermemisti. Serbest kalip buralarla mesgul olmaya basladigi
siralarda, bu sefer de ölüm, ona bu yolda yürümeye izin
vermemisti.
Fâtih'in, Hicaz su yollari ile ilgilenmesi, basit bir
hadise olmadigi gibi yadirganacak bir hadise de degildir. Zira bu suretle o,
bütün Müslümanlara ait olabilcek bir ise parmagini koymus oluyordu. Bu hadise su
idi: Hicaz'a giden bir Osmanli hacisi, yollardaki su kuyularinin (birke) harab
oldugunu ve hacilarin bu yüzden sikintiya düstüklerini görmüstü. Hac farizasini
eda edip döndükten sonra, durumu hükümdara bildirmisti. Bunun üzerine pâdisah,
bu kuyulari tamir etmek için bazi adamlari görevlendirmisti. Misir hakim ve
nâiblerine de bu adamlara yardim etmeleri için mektuplar göndermisti. Âsik
Pasazâde'nin ifadesine göre Karamanoglu da Misir Sultani'na bir elçi göndererek,
Fâtih'in su yollari bahanesi ile Mekke Sultanina yüklerle flori gönderdigini ve
onu Misir'a karsi isyana tesvik ettigini yazmisti. Karamanoglu'nun bu yalan
haberine inanan Misirlilar, biz âcizmiyiz kim birkemizi ol meremmet ide
diyerek Osmanlilari geri çevirmislerdi. Meseleyi kendi iç isleri olarak kabul
eden Memlûklerin, Karamanoglu'nun verdigi bu haber üzerine Osmanli ustalarini
hakaretle geri göndermeleri, iki devletin arasinda serin bir havanin esmesine
sebep oldu. Halbuki Pâdisahin onlarin iç islerine karismak gibi bir niyeti
yoktu. Zira Âsik Pasazâde bize bu konuda çok net bilgiler vermektedir. ona göre
Fâtih, bu kuyular için vakiflar düzenleyecek ve bu vakiflarin geliri sayesinde
bölgedeki Araplar, bu kuyulari koruyacaklardir. Böylece vakiflarin geliri ile
tamir edilecek olan bu kuyulardan, özellikle kuzeyden Hacca gidecek olanlar
istifade edeceklerdi.
Isin iç yüzüne bakildigi zaman, Memlûklularin,
Osmanlilari çok yakindan takip ettikleri anlasilacaktir. Onlar, Anadolu'da Türk
birligini kurmaya çalisan ve bu konuda kendilerine engel olan kuvvetleri teker
teker ortadan kaldiran Osmanogullarinin, Toros'larin güneyine inmelerine pek
taraftar degillerdi. Bu yüzden Karamanogullarina yardim ediyorlardi. Sonuç
olarak Misir'dan, Dulkadir topraklarina kadar uzanan zengin Misir Memlûkleri
Devleti, gelecekte kendisi için büyük bir tehlike olacagi anlasilan Osmanli
Devleti'ni, sinirlarina yaklastirmamak ve onunla kendi arasinda zayif ta olsa
tampon bazi tesekküller bulundurmak arzusunda idi. Iste bu sekildeki hareket
tarzi, Fâtih'i, güneye giden yol üstünde bulunan Dulkadir isleri ile ilgilenmeye
sevketti.
Memlûk sultanlari ile Osmanlilarin arasinin açilmasina
sebep olan daha baska olaylar da vardi. Nitekim Fâtih, Trabzon seferinden
zaferle döndügü vakit, zaferi tebrik için her taraftan elçiler geldigi halde,
Misirlilar buna lüzum görmemislerdi. Bu durum, aradaki dostluk hislerinin
sarsilmasina sebep oldu. Bu yüzden, Hoskadem Misir sultani oldugu zaman, Fatih
de onu tebrik etmemisti. Âsik Pasazâde bu konuyu su ifadelerle dile getirir:
Her tarafin pâdisahlarindan elçi geldi, Han'a vilayet (Trabzon) mübarek olsun
diye, Ancak Misir sultanindan elçi gelmedi. Âdet-i muhabbet terk olundu. Adavete
(düsmanliga) bir bahane bu oldu... Pâdisah dahi buna bir pare (parça) melûl
oldu. Sonra mezkur (adi geçen) Hoskadem dahi Misir'a sultan oldu. Pâdisah dahi
taht mübarek olsun diye elçi göndermedi. Âdet bu idi ki gönderileydi. Iki
taraftan âdet terk olundu. Ve muhabbet kesilmeye basladi. Dulkadirogullari
münasebetiyle bozulan iliskilere ragmen Sultan Kayitbay zamaninda Fâtih, Âsik
Pasazâde'nin ifadesiyle Taht mübarek olsun diye elçi gönderdi. Iyi hediyelerle
Çavusbasini elçi gönderdi. Elçi kim Misir'a vardi yine kanun üzre hürmet
etmediler, elçi müsteki geldi pâdisahina haber verdi. Rum Pâdisahi (Anadolu'ya
baslangiçta Rumeli dendigi için Pâdisahina da Rum pâdisahi, yani Rum ülkesinin
pâdisahi dendi) buna dahi melûl oldu. Âhir, Misir sultani dahi bu elçinin
ardinca bir elçi gönderdi. Misir'in muhtesibini*
gönderdi. Bu muhtesibin gelmesi pâdisaha hos gelmedi. Gerçekten, Fâtih Sultan
Mehmed, Misir muhtesibinin elçi olarak gönderilmesine kizmistir. Zira böyle bir
elçi, devletler arasindaki protokolün çignenmesi demekti. Çünkü o, çarsi
ehlinin büyügüdür, pâdisahlara elçi olarak gönderilmez, bu bir hafifliktir.
sözleri ile ifade edilen anlayis, bunu açikça ortaya
koymaktadir.FÂTIH'IN SAHSIYETI VE ÖLÜMÜ
1451 yilinda 21 yasinda iken yeniden Osmanli tahtina
geçen Fâtih Sultan Mehmed, Istanbul'u fethedip bin yüz yillik Dogu Roma (Bizans)
Imparatorlugu'nu ortadan kaldirarak tam anlamiyla Fâtih ünvanini aldigi gibi,
yüksek kabiliyet ve dehasiyle herkese gücünü kabul ettirmis olan büyük bir
devlet adami idi.
Fâtih, yaptigini bilen ve ne yapmasi gerektigini
hesaplayip düsünen adamdi. Onu, kütle mukadderatini elinde tutan sayili dâhiler
ve cihangirlerden ayiran üstün vasif, icraat ve basarilarinda, firsat ve
tesedüflerden faydalanmis olmasi degil, yaptigi ve yapacagindan haberli bulunan
bir sisteme sahip bulunmasi idi. Halbuki büyük söhretlerden pekçogu, sevki
tabiilerini rehber tutan, gafil ve zamanin maglubu kimselerdir. Binaenaleyh
Fâtih, ihraz ettigi san ve serefe, tesadüflerin yardimi ile degil, kendi
istihkak ve kudretiyle ulasmistir. Derûnî metanet ve zihnî kemaline, hayat ve
icraatinin her safhasinda sahid oldugumuz Sultan Ikinci Mehmed, beser olarak
düsebilecegi hatalari asgariye indirmek yolunda, etrafina zengin ve kaliteli bir
müsahipler ve müsavirler kalabaligi toplayan ve bunlardan her birinin karsisinda
gerektiginde boyun egen bir adamdir. Bununla beraber o, devlet idaresinde
sertti. Hissiyatini gizlemeyi bilir, yapacagi seferleri tatbik sahasina
koyuncaya kadar gizli tutardi. Zamani gelince de birdenbire maksadini açiklardi.
Bu yüzden düsmanlarini sasirtarak bir senede birkaç fütuhata birden nail olurdu.
Harpte cesurdu, maglubiyeti önlemek için cesurane bir sekilde öne atilip askeri
tesci ederdi. Her zaman sogukkanliligini muhafaza ederdi.
Adaletle hükmetmeyi siar edinen; cesaretli ve gayretli
biri olan Fâtih Sultan Mehmed, atalarinin elbiselerini birakarak ulema elbisesi
giymeye basladi. Âlimlerle sohbette bulunmayi âdeta bir vazife telakki ediyordu.
Bu yüzden Istanbul, âlim ve fazil insanlarin siginagi haline gelmisti. Gerçekten
o, ulema, sair, tasavvuf erbabi ve sanatkârlari himaye etmisti. Onlara
tahsisatlar vermis ve çalismalarini temin gayesiyle müesseseler kurmustu. Ayni
zamanda kendisi de sair olan Fâtih, siirde Avnî mahlasini kullanirdi.
Bostanzâde Yahya (Tarih-i Saf. I, 52) onun bu özelliklerini su ifadelerle
nakleder: Bâni-i mebani-i hayrat ve müessis-i esas-i hasenat olup ulema-i
ser'-i metin ve fudala-i fedail âyin, devrinde revnak bulup cihet-i maaslari
için Tetimme (medrese) ve imâret bina buyurup nice evkaf tayin buyurmuslardir.
Kendiler dahi ulema zümresinden madud olup (sayilip) fadl-i bâhir ve marifet-i
zâhir sahibi idiler. Ve siir-i bî-nazirleri (benzersiz, essiz) dahi vardir.
Mahlas-i serifleri Avnîdir. Bildigimiz kadari ile Fâtih, Türk tarihinin en
renkli ve en büyük sahsiyetlerinden biridir. Ana dilinden baska sark ve garp
dillerini bildigi, genis bir kültür ve bilgi hamulesiyle yüklü bulundugu,
riyaziye, topçuluk ve askerlikte kesif yapacak kadar kudret sahibi oldugu
anlasilmaktadir. Serbest fikirli ve herhangi bir saplantisi olmayan hükümdarin,
âlimleri davet ederek ilmî mübaheseler yaptirdigi da anlasilmaktadir. Farsça ve
Rumca'dan Arapça'ya tercüme edilmis felsefî eserleri okur ve yanina celb ettigi
âlimler ile müdavele-i efkâr ederdi. 1466 senesinde Batlamyus'un haritasini
Ivrikios'a yeniden tercüme ettirip haritadaki isimleri Arap harfleri ile
yazdirmistir. Kritovulos bu konuda sunlari yazar: Pâdisah hazretleri, lisan-i
Farisî ve Yunanî'den Arapçaya tercüme edilmis olan âsâr-i felsefiyeyi mutalaa ve
nezd-i sâhânelerinde bulunan fudala ile bu babta müdavele-i efkâr eder ve
bilhassa Aristo'nun mebahis-i felsefiye ile pek ziyade mesgul olurdu. Bir vakit
cografiyundan meshur Batlamyus'un, meslek-i cografîye aid levayihine tesadüf
edip mezkur layihalarda fennî bir surette izah ve tarsim edilen (çizilen)
sekilleri, nazari dikkate almis ise de bu haritalar daginik olduklarindan,
yeniden Filozof Ivrokios'a havale ederek Arapça yazdirir.
Tetkik edilip arastirildigi zaman görülecegi gibi
hemen hemen bütün osmanli Pâdisahlarinda ve özellikle Fâtih Sultan Mehmed'de
ilim ve ilim adamlarina karsi büyük bir saygi vardir. O da digerleri gibi daha
sehzadeliginde ulûm-i âliye ve 'aliyeyi tahsil etmisti. O, Ilmi taleb ediniz
hadisine uygun olarak tahsil ve müzakerelerden geri kalmazdi. Bu sebeple o,
Molla Iyas, Molla Güranî, Hocazade Muslihiddin Mustafa, Hatipzâde Mehmed, Molla
Siraceddin ve Abdülkadir gibi hocalardan ders almisti.
Fâtih, çok genç yasta tahta çikmis, daha çocuklugunda
büyük sorumluluklar yüklenmis, otuz sene kadar kesintisiz sefer ve gazalarla
mesgul olmustu. Bizzat yirmi bes seferde bulunan Fâtih, 17 devlet ile ikiyüz
küsur sehir ve kale fethetmisti. O, bütün bu çalismalarinin sebebini ve
dolayisiyle hedefini su misralarla dile getirir:
Imtisâl-i câhidû fi'llah* oluptur niyetim,
Din-i Islâm'in mücerred gayretidir
gayretim
Bu ifadeler onu, sirf ihtiras için harb eden ve kiliç
sallayan dünya cihangirlerinden ayirmaktadir. O, Peygamberimiz Hz. Muhammed
(s.a.v.)'in, insanlik ugrunda katlandigi mesakkat ve müsküllere gögüs gerdigi
gibi, ayni yolun yolcusu bir idealist olarak gögüs vermis bir serdar ve fikir
adamidir. O, hedefledigi gayeye ulasmak için, bütün imkîAnlari
degerlendiriyordu. Bu sebeple Istanbul'u aldiktan sonra, Ortodoks ve Ermeni
patrikleri ile Yahudi bashahamini bu sehre yerlestirir. Çünkü o, Istanbul'u
idealindeki cihan devletinin merkezi yapmak istiyordu. Hatta bir rivayete göre
Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir pâdisah ve Istanbul da cihanin
payitahti olmalidir, seklindeki sözü ile bu düsüncesini dile getirir. Bu
ifadelere bakilirsa, gayesinin bir cihan devleti de olmayip, Islâm dinini her
tarafa yaymak oldugu anlasilir. Zira Fâtih, Islâm âleminin hâmisi sifatiyle
kendisini i'lâ-yi kelimetullah'in en büyük temsilcisi olarak görmekte idi.
Gerçekten, daha sehzâdeliginde cihangirlik emelinde oldugu belirtilen Fâtih
için, Bosnali Hüseyin Efendi, bizzat pâdisahin agzindan Bu hânedanin maksad-i
a'lasi, i'lâ-yi kelimetullah'tir demektedir. Keza onun, nizam-i âlem için,
Trabzon üzerine varirken, çektigi sikinti ve katlandigi eziyetleri gören uzun
Hasan'in annesi Sâra Hatun'a Valide diye hitap edip söylediklerine, daha
önceden biliyoruz.
Onun yaptigi fetihler, giristigi gazalar ve tebeasi
için yaptiklarina bakilirsa, riza-yi ilâhî'yi kazanmaktan ve Resûlullah'in
yolunda yürümekten baska bir sey düsünmedigi görülür. Vefati dahi yine i'lâ-yi
kelimetullah için çiktigi bir sefer-i hümayun esnasinda vuku bulmustu. Bu
seferin, nereye müteveccih oldugu kesin olarak bilinememektedir. Hazirliklar,
büyük bir sefer için yapilmisti. Ama nereye oldugunu kimse bilmiyordu. Tursun
Bey Ve cihet-i sefer Anadolu oldugu malum olundu, amma Arab mi, Acem mi malum
olmadi diyerek bu büyük seferin nereye olacaginin bilinemedigine isaret
eder.
Fâtih Sultan Mehmed, 1481 yili Nisan ayinin 29. günü
(27 Safer 886) 50 yasinin içinde iken, büyük bir ordunun basinda hasta olmasina
ragmen Üsküdar'a geçmis ve bir at arabasina binerek, doguya dogru ilerlemeye
baslamisti. Ancak, Gebze yakinindaki Hünkâr veya Tekfur Çayiri denen yere
geldigi vakit, hastaligi büsbütün artar. Bu yüzden 3 Mayis 1481 Persembe günü (4
Rebiülevvel 886) ikindi vakti, 31 yillik hükümdarliktan sonra vefat
eder.
Fâtih'in ölümü, gizli tutularak hamam yapmak üzere
Istanbul'a geçtigi söylenip askerin yerinde kalip beklemesi emrolundu ise de
birkaç gün sonra kayiklarla Istanbul tarafina geçen yeniçeriler, vefat
hadisesini ögrenince, bazi edepsizliklere basladilar. Fâtih'in ölümü, onbir gün
gizli tutulup saklanabilmisti.
Âsik Pasazâde, Fâtih'in vefatini ve sebebini su
ifadelerle günümüze ulastirmaya çalisir: Vefatina sebep, ayaginda zahmet vardi.
Tabibler, ilacindan aciz oldular. Ahir, tabibler cem olup ittifak ettiler,
ayagindan kan aldilar. Zahmet ziyade oldu. Sarab-i farig (ilaç) verdiler, Allah
rahmetine vardi. Öyle anlasiliyor ki, Fâtih'in hastaligi, genellikle hânedanda
rastlanan Nikris illeti idi. Tarihî rivayetler de bunu
desteklemektedirler.FÂTIH SULTAN MEHMED VE HOSGÖRÜ
Günümüzde, hosgörü diye ifade edilen prensip ve
anlayisa eskiden müsamaha deniyordu. Sözlüklerde bu kelime, görmezlige gelme,
aldirmama, bir kabahatliya karsi siddet göstermeyip geçivermek seklinde
manalandirilmaktadir.
Bir beylik olarak ortaya çikisindan itibaren bünyesi
ve sartlarin gerektirdigi degisiklikleri yapmaktan çekinmeyen Osmanli Devleti,
saglam temeller üzerine bina edip gelistirdigi ve kemal mertebesine ulastirdigi
müesseseleri vâsitasiyle uzunca bir hükümranlik dönemi geçirme imkanini buldu.
Devletin, hayatiyet sirlarini teskil eden ve onu, Anadolu'nun diger beyliklerine
göre daha uzun ömürlü yapan unsurlardan biri de süphesiz ki, hosgörü adini
verdigimiz anlayisin, devlet nizam ve hakimiyet telakkisinde önemli bir rol
oynamasidir.
Kurulusundan itibaren Müslüman bir topluma istinad
eden bünyesi ile, Ser'î hukuku hem nazarî, hem de amelî bir sekilde uygulayan
Osmanli Devleti, bu anlayisini devletin bütün sistem ve organlarinda da devam
ettiriyordu. Zira bu devlette din asil, devlet ise onun bir fer'i olarak
görülmüstür. Bu bakimdan, devletin sosyal bünyesindeki anlayisin buna göre
organizesi normal karsilanmalidir. Bu anlayis sebebiyledir ki, Osmanlilar,
Balkanlar'da idarelerine aldiklari yerli unsurlarin din ve vicdan hürriyetine
müdahale etmedikleri gibi, onlari her türlü baskidan da
kurtarmislardi.
Islâm'dan aldiklari ilhamla Osmanlilar, idareleri
altinda bulunan gayr-i müslimlere karsi hosgörülü davranmayi, onlarin dinî
hürriyet ve serbestilerine müdahale etmemeyi devletin temel prensiplerinden biri
haline getirmislerdir. Bu prensibi iyi kullanan ve ona son derece riayet
edenlerden biri de süphesiz ki Istanbul'un fâtihi olan Sultan II. Mehmed'dir.
Onun, Istanbul'un fethinden sonra Ortodoks Patrikligi'ne verdigi serbestiyet ile
âyinlerini yapma konusundaki rahatligi bilindigi ve daha önce de kismen Bi avnillahi Taala Hz. Resûl-i Ekrem hürmetiyle
makami Konstantiniyye feth oldukta etraf u eknafta olan sahlar ve krallar
âsitâne-i saadetime elçiler gelüp feth-i fütûhu arz edüp bu def'a Kuds-i
Serif'te olan Rumlarin Patrigi Atanasyos nâm rahib ruhbanlari ile gelüp
âsitane-i saadetime yüz sürüp Hz. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) hazretlerinin mübarek
eliyle ve pençesiyle imzali olan hatt-i hümayunlari ve Hz. Ömer b. Hattab (r.a.)
(tarafindan) verilen hatt-i kûfî ile ve selâtin-i maziyeden hatt-i hümayunlari
ibraz edip reca eyledi. Kuds-i Serif içre ve tasrasinda namazlari ve
ziyaretgâhlari ke'l-evvel... mucibince zapt ve tasarruf eyleyeler. Ahardan
kimesne rencide eylemeye. Eger bundan sonra gelen halifeler, vezirler, ulema,
ehl-i örften vesair ümmet-i Muhammed'den akça içün veya hatir içün feshine murad
ederlerse Allah'in ve Hz. Resûlun hismina ugrasin. Sene 862 (1457). BOA. Ali
Emirî, Fâtih, nr. 22.
Buhl, Kudüs IA, VI, 964.
C. Brockelmann, Islâm Milletleri ve Devletleri Tarihi,
trc. Neset Çagatay, Ankara 1964, I, 258.
155. Osman Nuri Ergin, Türkiye'de Sehirciligin Tarihî
Inkisafi, Istanbul 1936, s. 93-94.
Kritovulos, 93.
Osmanlilarda Cizye hakkinda genis bilgi için bk. Ziya
Kazici, Osmanli Devletinde Cizye, Kubbealti Akademe Mecmuasi (1987), III,
54-65.
Kaynak: Osmanli tarihi Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |