Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Öğretici Bilgiler

Uyarılar

FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Çünkü o, beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara çikmis ve kendinden önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese edilemeyecek derecede büyük bir hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da geçirdigi ikinci sehzadelik devresi, gerek sahsi, gerek Osmanli Devleti için çok verimli ve faydali olmustu. ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi

FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 01:01 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI

Çünkü o, beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara çikmis ve kendinden

önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese edilemeyecek derecede büyük bir

hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da geçirdigi ikinci sehzadelik devresi, gerek

sahsi, gerek Osmanli Devleti için çok verimli ve faydali olmustu. Zira, 5 yil

süren bu dönemde o, sahsiyetini olgunlastiran ciddi bir çalisma ve fikrî

faaliyet içinde bulunmustuBu bes senelik müddet zarfinda o, bir yandan akademik bir faaliyet

devresine girerek liyakatli hocalarin refakatinda malumatini genisletmis,

felsefe ve riyaziye (matematik) okumustu. Döneminin önemli iki dili olan Arapça

ve Farsça'yi ana dili gibi ögrenmisti. Bu meyanda o, Latince, Yunanca ve Sirpça

ögrenme imkânlarini da bulmustu. Tarih, cografya ve askerlik bilgisine de iyice

vâkifti. Bir yandan da dünya cihangirlerinin biyografilerini dikkatle tedkik

ederek her birinin dogru ve yanlis taraflarina parmak koymustu. Böylece,

yasanmis tarih maceralarinin muhasebe ve yekûnu, onu, plan ve sistem fikrinin

lüzumuna esasli bir sekilde inandirmisti.

Devletin, gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak yolunda

kendini geregi gibi hazirlamak için gece uyumamis, gündüz dinlenmemis, hayatinin

bir solugunu dahi bos geçirmemis olan genç sehzâde, hesapli ve sistemli

gelecegin genç fâtihi, saltanatinin devaminca, daima baslanacak bir isin plani

ve bitecek bir isin endisesi ile yorulacakti.

Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855

(18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in

dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna

yakin farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin

bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da

degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne

sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik

ve net bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in

evliliginden itibaren takib ederler. Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan

Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu

oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami

Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli

bir sekilde ele alarak söyle der:

Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi,

Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in

kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla

izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir. Müellif, arastirmasinda bu

ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için biz bunun

üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya

çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden

geçemiyecegiz. Daha sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere

göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi

Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir

bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz

metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati

içinde çikan Iznik ve Bursa Tarihinin 152-153. sayfalarinda Hâtuniye Künbedi

ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta

iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört

sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir.

Bu kitâbenin en büyük kiymeti, Fâtih'in annesinin

yabanci rivayetlerde iddia edildigi gibi Istanbul'da medfun olmayip türbesinin

Bursa'da bulundugunu ve yine ayni yabanci masallarinda iddia edildigi gibi

Hiristiyan olarak öldügü için türbesi kapali olmayip, Müslüman oldugunun kitâbe

ile sabit oldugunu artik hiç bir tereddüde imkân birakmayacak bir kesinlikle

ortaya koymasidir. Yalniz kitâbede bu Hatun'un ismi yoktur, ancak bu da Bursa

mahkeme sicillerinin 31,201 ve 370 sayili defterlerinin 35, 64 ve 40.

sayfalarinda bulunmustur. Fâtih'in annesinin ismi Hümâ

Hâtun'dur.FÂTIH'IN CÜLÛSU VE KARAMAN SEFERI

Fâtih diye tarihe geçen ve Türklerin yetistirdigi en

büyük sahsiyetlerin basinda gelen Sultan II. Mehmed, Manisa'da sancak beyi

bulundugu sirada, babasi, Edirne'de vefat etmisti. Vezir-i azam Çandarlizâde

Halil Pasa, bu ölümü gizli tutarak durumu Manisa'da bulunan genç sehzâdeye bir

ulakla bildirir. Edirne'den yola çikan ulak, üç gün sonra ölüm haberini

Manisa'ya getirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haberlesmeyi su ifadelerle dile

getirerek o dönemde bile Osmanli Devleti'nde posta vazifesi gören ulak

(tatar)larin nasil sür'atli yol aldiklarini ve gizlilige nasil riayet

ettiklerini anlatir:

Subatin besinci günü bir ulak, kuvvetli kanatli

kartal kusu gibi Manisa'ya geldi ve Mehmed'e iyice mühürlenmis bir mektup verdi.

Mehmed, mektubu açip okuyunca, babasinin vefat ettigini gördü. Mektup, Halil ve

diger vezirler tarafindan imza olunmus bulunuyordu. Mektupta babasinin vefatini

yazdiklari gibi, vakit kaybetmeksizin ve mümkün ise Pigasos (mitolojide kanatli

atlara verilen bir isim) cinsinden uçar bir ata binip, pâdisahin vefati, civar

milletlerce duyulmadan evvel, Trakya'ya gelmesini yaziyorlardi. Mehmed, mektupta

yazilanlara uygun olarak hemen çok (sür'atli) kosan Arap atlarindan birine

atladi ve sarayi erkânina: Beni seven armamdan gelsin dedi. Önünde sarayindaki

kullarindan okçular ve çabuk yürüyenler, iki yanlarinda kahraman dilâverler yaya

olarak ve kiliç takinanlar ile mizrakli süvariler arkadan geliyorlardi. Bu

suretle tertip olunan alay, iki günde Manisa'dan Bogaz'a vararak, Gelibolu

Bogazi'ni geçtiler. Mehmed, maiyetinden geride kalanlarin gelebilmeleri için

Gelibolu'da iki gün daha bekledi. Bu arada Edirne'ye bir ulak göndererek,

Gelibolu Bogazini geçtigini bildirdi. Halkin bas kaldirip karisikliklarda

bulunmamasi için, yeni pâdisahin Gelibolu'da bulundugu her tarafa yayildi.

Gelibolu'dan hareket eden genç pâdisah, Edirne'ye ulasmakta pek acele etmedi.

Sehrin disinda vezirler, beylerbeyiler, sancakbeyleri, ulema ve ordu tarafindan

karsilandi. Lehinde büyük tezahüratlar yapildi.

Fâtih Sultan Mehmed'in, babasinin ölüm haberini almasi

ve Manisa'dan hareket etmesi yeni arastirmalarda su sekilde

verilmektedir:

Vezir-i a'zâm, kimseye duyurmadan acele Manisa'ya

ölüm haberini eristirdi. Yedi gün sonra haberi alan Sultan Mehmed, yaninda

atabegi Sehabeddin Pasa oldugu halde, sür'atli bir sekilde hareket ederek iki

günde Çanakkale Bogazi'na geldi. Bizans'in bogazlari kesmeleri ve Orhan'i 1444

yilinda oldugu gibi Rumeli'de serbest birakmalari uzak bir ihtimal degildi. Genç

Sultan, Gelibolu'ya geçmeye muvaffak oldu. Bundan sonra onun, o derecede telas

ve endise etmedigini görüyoruz. Gelibolu'da babasinin ölümü ve yeni pâdisahin

geldigi haberi yayildi. Chalkondyles'in sözünü ettigi Edirne'deki yeniçeri

ayaklanmasi, yeni Sultan'in, Gelibolu'ya varmasindan sonra olmalidir. Buna göre

Yeniçeriler, sur haricinde toplanip sehri yagmaya hazirlanmislardi. Ancak

Çandarli Halil'in büyük otoritesi ve enerjisi sayesinde büyük bir kargasanin önü

alindi. Halil, kalan kapikulu askerleri ile alelacele topladigi kuvvetleri,

bunlarin üzerine sevk ederek, silahlarini birakmazlarsa kiliçtan

geçirileceklerini, yeni sultani beklemelerini ve o geldikten sonra kendilerine

ihsanda bulunacagini söyledi. Asker Çandarli'ya olan hürmetleri dolayisiyla

isyandan vazgeçti. Bunun akabinde Sultan Mehmed, pâyitahta girerek tahta oturdu

ve yeniçerilerden sadakat yemini aldi.

Bu rivayetteki unsurlar, olaylarin gelismesi ile tam

bir uygunluk halindedir. Halil Pasa'nin, yençeriler üzerindeki nüfuzu, Sultan

Mehmed'in ancak onun müdahalesinden sonra tahta gelip yerlesebilmesi, bilhassa

kayda deger. Yeni Sultan adina vaad edilen bahsis ise, yeniçeriler tarafindan,

Karaman seferinde adeta tehdidle alinacaktir.

Babasinin ölümünden onbes gün sonra Sultan II. Mehmed,

Osmanli ülkesinin pâdisahi sifatiyla Edirne'de ikinci defa tahta çikti (16

Muharrem 855/18 Subat 1451).

Sultan Murad'in zamansiz ölümü ve oglu Mehmed'in tahta

geçmesi sonucunda devletin iç ve dis siyasetinde bir degisikligin olmasi

bekleniyordu. Sultan Ikinci Murad'in ölümünden sonra hükümdar olarak Edirne'de

gördügümüz müstakbel Istanbul Fâtihi, inzibatli ve sistemli bir hazirlik ile

manevî bir olus devresinin suurunu tasiyarak artik is basinda bulunuyordu. Osmanli devlet teskilâtinda da, büyük ve köklü

degisiklikleri yapacak olan genç hükümdarin büyük talihi, devlet otoritesinin

politika ahlâkini kuran ve kontrolü altinda tutan âlimlerden mürekkep müsavir

kuvvetlerle kendi kendini çevrelemis olmasi idi. Zira bu zümre, bagli

bulunduklari prensiplerin müdafaasini, imanlarinin geregi bildiklerinden,

pâdisahlik makamina karsi serdengeçti bir pervasizlikla daima medenî cesaret

gösterirlerdi. Iste hükümdarin karar ve hareketlerinin tosladigi duvar, bu

salâbet ve müeyyideler sistemi idi.

Dünyanin hiç bir devrinde, hiç bir idarenin bas

çeviremeyecegi bu mücahidler sinifi, kendi prensiplerinin sasmaz ölçüleriyle,

hükümdarlik makamina karsi bir tasfiye cihazi vazifesini görmüslerdir. Devrandan

nimet beklemedikleri ve dünyanin varligindan sâd, yoklugundan ise nâsâd

olmadiklari için, kimseden çekinmemis, kendilerini kimseye borçlu ve zebûn

hissetmemekle de hürriyetlerini kimseye bagislamamislardir.

Iste genç hükümdar, çocuk yasindan itibaren böyle bir

muhit ve bu anlayista bir hoca ve müsahib kadrosu tarafindan çevrelenmistir.

Bunlardan Molla Hüsrev, Molla Güranî, Hocazâde, Hizir Bey Çelebi, Ali Tusî,

Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca Hayreddin gibi

ilim, irfan ve san'at erbabi, feyzine feyz katarak fikrî ve edebî istiklâlini

hazirlamis, bir yandan da baraj vazifesiyle coskun ve taskin kararlarinin

demlenip durulmasina hizmet etmislerdir.

Su kadar var ki, bu halkanin tam merkez yerinde,

hepsinden imtiyazli ve hepsinden cesaretli bir hocasi daha vardi ki, tek basina

gözünü hükümdara dikmis olan bu meydan erinin adi Ak Semseddin

idi.

Sultan Mehmed, tahta oturur oturmaz durumun nezaketini

kavramis ve bu sebeple babasinin vezirlerini yerinde birakmisti. Inalcik,

Mehmed'in cülûsu ile Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin rakiplerinin, iktidara

geldiklerini söylemektedir. Bu konuda Bizans tarihçisi Dukas asagidaki ifadeleri

kullanarak mevzuya bir açiklik getirir: Mehmed, tahtina oturdugu sirada bütün

valiler ve babasinin vezirleri, Halil Pasa ile Ishak Pasa, karsi tarafta uzakta

duruyorlardi. Kendi vezirleri ise Hadim Sahin (Sehabeddin) ve Ibrahim, âdet

vechiyle pâdisahin yaninda yer almislardi. O zaman Sultan Mehmed, kendi veziri

Sahin'e sordu: Babamin vezirleri neden uzakta duruyorlar? Bunlari çagir ve

Halil'e eski yerini almasini söyle. Ishak da Anadolu ordulari komutanlari ve

esrafi ile beraber, babamin cesedini Bursa'ya gömsünler. Sark vilayetlerinin

(Anadolu Beylerbeyi) de idaresine nezâret etsin dedi. Vezirler, pâdisahin bu

sözünü duyunca hemen kosarak usûlleri vechiyle pâdisahin elini öptüler. Bu

suretle Halil basvezir oldu. Ishak da Murad'in cenazesini alarak birçok esraf ve

âyâniyle beraber ve büyük bir intizam içinde Bursa'ya gitti. Cenazeyi orada

kendisinin hazirlatmis oldugu türbeye defnetti. Bu cenaze alayinda fukaraya pek

çok paralar verildi.

Genç pâdisah, tahta çikar çikmaz devletin hududlarinda

tehlikeler bas göstermeye basladi. Ilk defa, henüz bir çocuk olarak tahta

çiktigi zamanki buhranli durumlar tekrarlanmak üzereydi. Enverî (Düstûrnâme, s.

94) bu durum için Fitne ve âsûb doldu her diyar diyerek durumun vehametini

ortaya koyar. Gerçekten de Anadolu ayaklanmisti. Karamanoglu Ibrahim Bey

harekete geçerek, Fâtih'in babasi Murad tarafindan ele geçirilmis bulunan

yerleri zaptetmis ve Alaiye üzerine yürümüstü. Ibrahim Bey, Bati Anadolu'da,

Sultan Ikinci Murad'in son defa ortadan kaldirdigi beylikler için, Karaman'dan

gönderdigi saltanat davasi güden iddiacilar, Aydin, Mentese ve Germiyan'da

faaliyete geçmislerdi. Bu konularda fazla tafsilata sahip olmamakla beraber,

Anadolu Beylerbeyi'nin bunlarla ugrasmak zorunda kaldigina bakilirsa bu

hareketler ilk etapta basarili olmuslardi denebilir. Öyle anlasiliyor ki,

Anadolu'da durum endise verecek bir boyuta ulasmisti.

Genç hükümdar, bu müskül ve sikintili durumda, ister

istemez babasinin baris politikasini sürdürmek zorunda kalacagini anlamisti. Bu

bakimdan. Anadolu'yu kurtarmak için, batida birçok fedakârliklarda bulunmak

zorunda kaldi. Böylece, o tarafi (bati sinirlarini) emniyete alarak barisi

saglamaya çalisti. Gelen Sirp elçisinin istekleri kabul edildi. Despot'un,

Sultan Murad'la yaptigi Yeminle musaddak muahede ve ittifaklari yenilemeye

razi oldu. II. Murad'in resmî müsaadesiyle 1449 yilinda Bizans tahtina geçmis

olan eski Mora Despotu Konstantin de, yeni pâdisahin durumundan azamî sekilde

istifadeye çalisti. Fâtih, tahta geçince, Konstantin hem tebrikte bulunmak, hem

de eski andlasmalari tastik ettirmek için bir Bizans elçisi gönderdi. Yeni

Sultan, barisi teyid ve eski ahidleri tastik ettigi gibi, ayrica, yaninda

bulunan Osmanli saltanatinin müddeisi, Orhan'in masraflarina karsilik, Bati

Trakya'da Karasu irmagi üzerindeki yerlerin hasilatindan yilda, 300 bin akça

isteyen imparatorun bu dilegini de kabul etti.

Gelecegin Istanbul Fâtihi'nin bu sekildeki hareket ve

davranislari, onun iyi bir diplomat oldugunu göstermektedir. Bu bakimdan,

Edirne'deki cülûsu esnasinda, Bizanslilara karsi mültefit davranmasinin elbette

bir sebebi ve mânâsi vardi. Onun, o zamandaki düsüncelerine yaklasmak ve onlari

kesfetmek pek güç bir is olmakla beraber, muhtemelen Fâtih, henüz hazirlikli

bulunmadigi su siralarda, Bizans'in tesviki ile Hiristiyan milletlerin kendisine

bazi engelleri çikarabileceklerini hesaba katarak Bizans'la dost kalmayi uygun

görmüstür. Ilk defa hükümdar oldugu zaman, çocuklugundan faydalanmak üzere

Hiristiyan milletlerin nasil harekete geçmis olduklarini hiç süphesiz unutmamis

olan genç pâdisah, herhalde yine böyle bir durumla karsilasabilir endisesiyle

olacak ki, simdilik bu sekilde davranmayi uygun görmüstü. Öyle anlasiliyor ki

Fâtih, Bizans hakkinda baska türlü düsünüyordu. Ancak henüz tahta çikmis olan bu

gencin, etrafini ürkütmemesi gerekiyordu. Böyle bir davranis tabii bir

hareketti. O da öyle yapti. Onun için Karaman seferi esnasinda kendisine

yapilmis bulunan teklifleri sukûnetle dinlemis ve onlari kabul eder bir tavir

takinmisti. Fakat Karamanoglu Ibrahim Bey itaat altina alinir alinmaz is

degismis ve bu seferin dönüsünde pâdisah, Rumeli Hisari'nin yapilmasini

emredecektir. Bu hisarin yapilisi, Bizans'a yersiz isteklerinin güzel bir cevabi

idi. Böylece Bizans, yakin gelecekte ne gibi bir tehlike ile karsilastigini

ancak o zaman idrak etmis ve hemen agiz degistirerek kuvvetli hasimlari

karsisinda her zaman yaptigi gibi, bu sefer de yalvarmak, bunu yapamayinca da

igfal etmekle durumunu kurtarmaya çalismistir. Bu bakimdan, hisarin yapilmak

istendigi yerin, Galatalilara ait oldugunu ileri sürerek meseleyi diplomatça

halletmeye çalismis ise de, Fâtih'in verdigi cevap, hem susturucu hem de

oksayici olmustur. Anlasma geregince genç pâdisah, Istanbul kusatmasi müddetince

Galata Cenevizlileri ile dost kaldi. Hatta Galatalilarin, gizliden gizliye

Bizanslilara yardim ettiklerini bildigi halde bunu, açiga vurmayi menfaatlerine

uygun bulmadi. Istanbul alinincaya kadar onlarin bu sekildeki düsmanca

hareketlerine göz yumarak onlari görmezlikten geldi. Halbuki Istanbul'un fethini

müteakip günlerde, Galatalilar için, kendi bahs ettiklerinden baska hiç bir

hukuk tanimayarak, orayi da dogrudan dogruya Türk topraklarina

bagladi.

Ülkesinin, içinde bulundugu nazik durum sebebiyle,

düsmanlari ile olan eski antlasmalari yenilemeyi uygun gören genç hükümdarin bu

davranisi, Avrupa tarafindan yanlis bir sekilde degerlendirilmisti. Bunun için

de Avrupa, onun hakkinda yanlis fikirler beslemekteydi. Onun, devletlerle olan

muahedeleri yenilemesi ve onlara karsi yumusak davranmasi böyle bir fikrin

ortaya çikmasina sebep olmustu. Zira onlara göre, birkaç defa tahtindan mahrum

edilerek Manisa'ya gönderilen Sultan Murad'in bu genç sehzâdesi hakkinda

Bizans'ta ve bütün Avrupa'da acele hükümler verilmis ve o, kabiliyetsiz bir

delikanli olarak taninmisti. Bundan dolayi Sultan Murad'in ölümü ve Fâtih'in

tahta çikisi her tarafta büyük bir memnuniyet uyandirmisti. Çünkü bu

delikanlinin beceriksizligi yüzünden, Osmanli Devleti'nin kendiliginden sona

erecegi hülyasi, Avrupa'da tekrar kök salmaya baslamis ve Hiristiyanlik âleminin

kuvvetlerini, birlikte ve sür'atle hareket etmeleri

lazimgelen bu devrede, tamamiyle felce ugratmisti. Aslinda yeni ve genç hükümdar

da Avrupa'da böyle bir fikrin yayilmasini istiyordu. Onun yumusak tavri, onlarda

böyle bir düsüncenin meydana gelmesini saglamisti. Bu yüzden hiç kimse,

Osmanlilara karsi harekete geçmeyi düsünmüyordu. Yalniz Franciccus Phlelphus bu

düsünce ve fikirde degildi. O, Sultan Murad'in ölümünü takib eden günlerde,

Osmanlilar ve onlarin devleti hakkinda fikirlerini kaleme aldigi bir mektupla

Fransa krali VII. Charles'a bildirmisti. Avrupadaki mevcud fikirleri, pesin

hükümleri ve yanlis düsünceleri aksettiren bu mektubunda Phlelphus, Fransa

kralina öbür Hiristiyan devletlerin basina geçmesini ve Osmanlilara karsi

yürümesini istiyordu. Çünkü ona göre Osmanlilarin kudreti çoktan kirilmisti.

Harbe sokabilecekleri kuvvet olsa olsa 60 bin kisi olabilirdi. Baslarinda da

harp görmemis, tecrübesiz, sefih, kadinlara düskün ve budala bir delikanli

vardi. Phlelphus, bu kadarla da yetinmiyor, Fransa kralinin takib edecegi yolu

bile gösteriyordu. Ona göre uygun bir rüzgârla Hiristiyan ordusunun bir günde

Tarent'den Peleponez'e geçecegini, Mora despotlarinin, bütün kuvvetleriyle bu

orduya katilacagini, Arnavutlarla Italyanlarin bu orduyu destekleyecegini ileri

sürüyordu. Böylece, çok kisa bir zamanda Türklerin Avrupa'dan kovulacagini,

hatta Asya'da Müslüman hakimiyetinin kirilacagini iddia

ediyordu.KARAMAN SEFERI

Her firsatta, Osmanlilara karsi hasmâne (düsmanca) bir

tavir içine giren Karaman Beyligi, yasadigi müddetçe, Osmanli Devleti'ne karsi

mümkün olabilen bütün fenaliklari yapmis, Hiristiyanligi takviye ederek

Müslümanligi zaafa götürmeye çalismisti. Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi

altinda bir an ezilmeye mahkum olan bu beylik, Yildirim ile Timur (Timur-i

bî-nûr) arasindaki mücadele ve Yildirim'in maglubiyeti ile sonuçlanan Ankara

Savasi'ndan sonra tekrar meydana çikarak, gerek Çelebi Sultan Mehmed zamaninda,

gerekse Ikinci Murad dönemlerinde durmadan Osmanlilar aleyhinde faaliyette

bulunmustu. Fâtih'in, küçük yasta tahta çikmasini firsat bilen bu beylik, Orta

Anadolu'da yine bir gaile meydana getirmeye çalismis ise de, genç hükümdarin çok

sür'atli hareket edisi, buna imkân birakmamisti. Ancak, Fâtih biliyordu ki,

Karamanlilar, bir firsat vukuunda tekrar ortaya çikacaklardi.

Gerçekten, genç hükümdarin ilk gailesi, yine

Karamanoglu'nun, Anadolu'daki diger beyliklerle elele vererek bir talih

denemesine daha kalkismasi olmustu. karamanoglu Ibrahim Bey, bu defa da saltanat

degisikliginden istifade etmek istedi. Bu yoldaki gâye ve düsüncesini

gerçeklestirebilmek için de Venedik Cumhuriyeti ile bir anlasma yapti. Alaiye'ye

giderek Venediklilerle irtibat kurmak istedigi gibi, Anadolu beylerinin

ogullarindan bazilarina da kuvvet vererek onlari, Osmanli hududlari içine

gönderdi. Bunlar, Germiyan, Aydin ve Mentese beylikleri idi.

Kaynaklarimiz bu konuda su bilgiyi verirler:

Karamanoglu, birkaç haramzâde tutup, her birini bir taifeye serdar edüp, biri

Germiyanogludur diye Kütahya üzerine, biri Menteseogludur diye Mentese yöresine,

biri de Aydinogludur diye Aydin vilayetine göndermisti. Bunlar, o vilayetleri

talan edüp halka karsi olmadik iskenceler yapip, salginlar saldilar. Kendisi de

edepsizlik ve sirrette yardimcilari olan adamlari ile Alaiye üzerine yürümüstü.

O günlerde Özgüroglu Isa Bey, Anadolu Beylerbeyi idi. Karamanoglu'nun uygunsuz

davranislarini ve cezalandirilmasi gereken islerini tahta (Pâdisah) arzetmis,

Karaman'la savasmak için izin istemisti. Genç hükümdar, Isa Bey'in böyle zor bir

hizmeti basaramayacagini düsünerek onu görevinden alir. Bosalan bu göreve Vezir

Ishak Pasa'yi tayin eder. Anadolu Beylerbeyi olan Ishak Pasa, bas kaldiran bu

kalabaligi dagitmak üzere öncü olarak gönderilir. Pâdisahin kendisi de devlet ve

ikballe Gelibolu Bogazi'ndan geçip Bursa'ya gelir.

Genç hükümdar, Karamanoglu Ibrahim Bey'in, bu

faaliyetleri ile kendisine bagli olan Aksehir, Beysehir ve Seydisehir gibi

yerleri isgal etmesi üzerine, ilk seferini Karamanoglu üzerine yapmak zorunda

kaldi. Bu arada bir taarruza maruz kalmamak için Rumeli Beylerbeyi olan Dayi

Karaca Pasa'yi, Rumeli askeri ile Sofya'da birakti. Sultan Mehmed, Ishak Pasa'yi

Karaman'a dogru gönderirken, kendisi de onu takip etmeye basladi. Bursa yolu ile

Karaman topraklari üzerine hareket ettigi zaman, veraset iddia ederek ayaklanmis

olanlarin tamaminin Karaman'a iltica ettiklerini isitmisti. Yasli Ibrahim Bey

ise artik her seyden ümidini kesmisti. Isyan için kiskirttigi bütün elemanlar,

hareketten kalmis, Fâtih'in geldigi yerlerde de halkin ona tabi oldugunu

görmüstü. Bu durum karsisinda Taseli daglarina çekilmek zorunda kalan Ibrahim

Bey, oradan, suçunun bagislanmasini istemek ve barisi saglamak üzere bir

mektupla Molla Veli'yi pâdisaha gönderir. Ayrica, sulhun yapilabilmesine

tavassutta bulunmalari için pâdisahin vezirlerine çok miktarda hediyeler

yollamisti. Filhakika vezirlerin ve ulema ve eimme ve mesayihin sefaatiyle

pâdisah sulha razi oldu. Yapilan anlasmaya göre Aksehir, Beysehir ve Seydisehir

tekrar Osmanlilara birakiliyor, seferlerde de bir miktar Karaman askeri

bulundurulacagi taahhüd ediliyordu. Yine bu anlasmaya göre Ibrahim Bey, kizini

da pâdisaha verecekti. Fakat Fâtih'in böyle bir evliliginin olduguna dair

kaynaklarimizda bir bilgiye tesadüf edilememektedir.

Öyle anlasiliyor ki, ta Edirne'den kalkarak Anadolu

ortalarina kadar gelen pâdisahin, Karamanoglu isine bir son vermeden barisa riza

göstermesi, vezirlerin sefaatinin bir sonucu olmasa gerekir. Ç ünkü her

firsatta, Osmanliya karsi olan düsmanligini açiga çikaran ve düsmanca

hareketlerde bulunan Karamanoglu için Fâtih, hiç te iyi düsünmüyordu. Onun,

Karamanoglu hakkinda:

Bizümle saltanat lafin idermis ol

Karamanî

Huda fursat verirse ger kara yire karam

âni

demesi, onun Karamanoglu hakkinda nasil düsündügünü

göstermektedir. Zaten o, Karaman Beyligi'ni ortadan kaldirmak emeli ile sefere

çikmisti. Bu durumda, ele geçen bu firsat aninda onu ortadan kaldirmasi

gerekirken, birdenbire barisçi bir sekilde hareket etmesinin elbette bir sebebi

olmalidir. Gerçekten de hadiseler, Karaman seferinde zaman kayb etmesine müsait

görünmüyordu. Çünkü en küçük firsatlardan bile faydalanmayi ihmal etmeyen

Bizans, yine kipirdanmaya baslamisti. Zira, daha önceki anlasmaya göre,

kendilerine Çorlu'dan berisi birakilmis ise de Bizanslilar, bu sefer esnasinda

Fâtih'i rahat birakmamislar ve ortada bir sebep yokken onu tehdid etmek

istemislerdi. Bunu da Osmanli ordusunun Frikya'da bulundugu bir sirada,

elçilerin ordugaha gelmesi ile açikça ortaya koymuslardi. Bu sartlar altinda

genç hükümdar, Karamanoglu'nun tekliflerini yeterli bulmak zorunda kaldigi için

barisa riza göstermisti. Çünkü o, hem Bizans'in uygunsuz bir zamanda harekete

geçip taht ve saltanat müddeisi olan Orhan'i serbest birakmasindan, hem de

Hiristiyan dünyayi onun aleyhinde harekete geçirmesinden endise ediyordu. Ayrica

o, Istanbul'un fethi hakkindaki ulvî tasavvurlarini endisesiz bir sekilde

tatbikten baska bir sey düsünmüyordu. Bunun için de karada ve denizde bütün

komsulari ile baris durumunda bulunmak, Sultan Mehmed için önemli ve gerekli

idi.

Karaman seferinden dönüp Bursa'ya yaklastigi sirada

yeniçeriler hünkari karsilayip ilk seferi oldugu için töre geregi sefer bahsisi

istediler. Pâdisah, Sehabeddin Pasa ve Turahan Bey'in tavsiyesiyle on kese akça

verilmesini emrettiyse de onlarin bu sekildeki hareket ve cür'etleri, canini

sikmisti. Bu yüzden birkaç gün sonra Yeniçeri Agasi Dogan Bey'i azletti.

Yayabasilarini da asker arasinda disiplini saglayamadiklarindan dolayi

dövdürterek Yeniçeri Agaligi'na Mustafa Bey'i tayin etti.

Genç hükümdar, Karaman seferi dönüsünde Bursa'ya

geldikten sonra Anadolu Beylerbeyi olarak tayin ettigi ishak Pasa'yi, Mentese

Beyligi'ne göndermisti. Ishak Pasa, Menteseogullarindan Ahmed Bey'in oglu Ilyas

Bey üzerine gitmis, onun agir isiten kulagina hiç olmazsa görmek suretiyle, onun

anlayacagi sekilde sözleri okuyup, dilâverliginin geregi olarak kendisini, adi

geçen ülkeden atmaya niyetlenmisti. Ishak Pasa'ya karsi tutunamayacagini anlayan

Ilyas Bey, Rodos'a kaçmisti. O ana kadar Ankara'da oturmakta olan Anadolu

Beylerbeyileri bundan böyle Kütahya'yi merkez edindiler. Solakzâde, gerek

Bursa'daki olay, gerekse Mentese konusunda su bilgileri

vermektedir:

Sulhtan (baris) sonra azimetlerini Bursa yönüne

çevirdiler. Sehre yakin geldiklerinde, Yeniçeri alay baglayip, saadetli

pâdisahtan bahsis ricasinda bulundular. Sehabeddin Pasa ile Turahan Bey,

yeniçerinin durmalarinin sebebini beyan eyleyince, ihsan için on kese akça

ferman buyurdular. Lakin bu uygunsuz hareket, pâdisahin hatirinda kirginliga yol

açti. Birkaç gün geçtikten sonra, agalari mesabesinde olan Sekbanbasi Kazanci

Dogan Bey, iyi bir sekilde dövüldükten sonra azl olundu. Agaliga, Mustafa Bey

adinda akilli ve yigit birisi getirildi. Bütün yayabasilar ve dabcilar dayaktan

geçti. Bursa'ya dahil olduklari gün, Anadolu Beylerbeyisi Ishak Pasa'yi Mentese

iline gönderdi. Böylece Mentese oglu Ilyas Bey, bu vilayetten çikarildi. Rodos

adasina kaçti. Tasarrufu altinda olan memleketlerini ele geçirme yoluna

gittiler. O zamana kadar Anadolu Beylerbeyileri, Ankara'da oturmakta idiler.

Ishak Pasa'dan sonra bugün de oldugu gibi Kütahya'da sakin olmalari kanun haline

geldi.ISTANBUL'UN FETHINE DOGRU

Istanbul, Schlumberger'in ifadesine göre, babasi

Sultan Murad'in vasiyetiyle kendisine tavsiye edilmis ve ecdadi olan bütün

sultanlarin zihinlerini isgal etmis oldugu bu muazzam tesebbüsü gerçeklestirmek

isteyen Sultan Mehmed, devamli olarak bu fethi nasil basarabilecegini

düsünüyordu. Zira bu sehrin fethi, Osmanli Türklerine sadece yeni bir baskent

kazandirmayacak, ayni zamanda kurduklari devletin, Avrupa kitasindaki

topraklarinin garantisi olacakti. Egemenlikleri altindaki ülkelerin merkezinde

ve Avrupa-Asya geçidi üzerinde bulunan bu yeni baskent ellerinde olmadan

Türklerin kendilerini güvenlik içinde hissetmeleri imkansizdi. Kendilerini

tedirgin eden Rumlar degil, Hiristiyanlarin birleserek Constantinopolis gibi bir

üsten harekete geçmeleri ihtimaliydi.

Sultan Mehmed, Konstantiniye'yi ele geçirmek suretiyle

müjdeli emîr olmak ve Osmanli Asya'si ile Avrupa'sini birbirine baglayip

devletin tabiî sinirlarini, cografî ve siyasî birligini saglamak istiyordu.

Hammer, hükümdara bu düsünceyi gerçeklestirme imkanini veren olaylari su

ifadelerle dile getirir:

Bizans Imparatoru Kostantin, mevsimsiz olarak ve

maharetsizce bir hareketle, pâdisahin fetih arzusunu hemen uygulamasini tacil

(sür'atlendirecek) edecek davranislarda bulundu. Sultan Ikinci Mehmed,

Anadolu'da, Ibrahim Bey tarafindan saçilmis olan nifak tohumlarini gidermeye

çalistigi sirada, Bizans elçileri ordugaha gelerek Orhan'a tahsis edilmis olan

akçanin hemen ödenmesini istemisler ve belirtilen paranin iki misli olarak

verilmeyecek olmasi halinde, sehzâdenin serbest birakilacagini tehdid edici bir

dille beyan etmislerdi. Bu neviden bir hareket, bir bakima Fâtih'i tehdid

ediyordu. Öyle anlasiliyor ki, bu tehdidin sonu da gelmeyecekti. Zira isi

santaja kadar götürmek demek olan bu istek, Osmanlilari devamli surette rahatsiz

edecekti. Gerçekten, Karaman seferi esnasinda Imparator Konstantin ve senato, bu

seferi firsat bilerek gönderdigi elçilerle Sehzâde Orhan'a verilen tahsisatin

arttirilmasini ve sayet bu yapilmazsa sehzâdeyi Rumeli'ye saliverecegini de

tehdid olarak bildirmekte idi. Gelen elçilerin önce vezir-i azami görerek

arzularini bildirmeleri, protokol geregi oldugundan elçiler, imparatorun

tekliflerini Halil Pasa'ya bildirdiler.

Bu tekliflere göre imparator, Istanbul'da bulunan

Sehzâde Orhan'in her sene verilmekte olan tahsisatinin, masraflarini

karsilayamamasindan dolayi artirilmasini istemekte, sayet bu teklifi kabul

edilmeyecek olursa adi geçen sehzadeyi Rumeli'ye saliverecegini tehdidkarâne bir

sekilde bildirmekte idi. Bunu ögrenen Halil Pasa, henüz imzasi kurumayan ahde

muhalif hareketlerinden dolayi agir sözler söyleyerek elçileri tehdid ettikten

sonra:

Simdi Anadolu'ya sefer ettigimizi ve Frikya'da

bulundugumuzu gördügünüzden istifade ederek, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz

sözlerle bizi korkutmak istiyorsunuz. biz çocuk degiliz, elinizden ne gelirse

yapiniz. Orhan'i Trakya'ya pâdisah yapmak istiyorsaniz hiç durmayin. Macarlari

da getirmek istiyorsaniz dâvet ediniz. Yalniz sunu biliniz ki hiç bir seye

muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizdekini de kayb edeceksiniz. Mamafih

söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim. O, ne der ve nasil arzu ederse o

olacaktir. diyerek durumu Sultan Mehmed'e bildirir. Hükümdar, imparator ve

senatonun bu istekleri karsisinda hiddetlenecektir. Fakat uygun zamani bekledigi

için elçileri güler yüzle karsilar. Onlara, yakin zamanda Edirne'ye dönecegini

ve orada görüserek arzularini yerine getirecegini söyledikten sonra onlari tatli

dil ve ümitli bir sekilde geri gönderdi.

Imparatorun, Sultan Mehmed'i tahrik eden bu istekleri

ve elçilerin söyledikleri, Bizans tarihçisi Dukas tarafindan tafsilatli bir

sekilde su ifadelerle nakledilir:

Budala Bizanslilar, iyi düsünmeden, bos bir fikir

ortaya atarak Mehmed'e elçiler gönderdiler. Âdet oldugu üzre elçiler,

söyleyeceklerini önce vezire söylerlerdi. Bu elçiler vezire dediler ki:

Imparator Konstantinos her sene kendisine verilmekte olan 300 bin akçayi almaya

razi olmuyor. Sizin pâdisahiniz gibi, Osmanogullarindan olan Sehzâde Orhan,

kemal çagina ermis bir gençtir. Her gün birçok kimse kendisine gelerek, ona

emîr diye hitab ediyor ve kendisini pâdisah ilan etmek istiyorlar. Orhan ise

bunlara ihsanlarda bulunmak ve kendilerine hediyeler vermek istiyor ise de,

parasi olmadigindan ve para istemek için müracaat edecek baska bir yeri

bulunmadigindan imparatora basvuruyor. Ya tahsisati iki misline iblag ediniz

veya Orhan'i serbest birakacagiz. Osmanogullarini beslemeye mecbur degiliz.

Bunlarin, beytülmaldan infak olunmalari gerekir. Orhan'in, tarafimizdan vaki

olan tevkifi ve sehirden disari çikmamasi için aldigimiz tedbirler yeterlidir. Halil Pasa, bunlari ve daha baska sözleri dinledikten

ve Pâdisah Mehmed'e söylemek üzere imparator ve senatonun bu tekliflerini

duyduktan sonra, elçilere sunlari söyledi: Ey akilsiz ve saskin Bizanslilar!

Tasavvurlarinizdaki seytanliklari çoktan bilirdim. Bu bildiklerinizi unutun...

Daha dün denecek derecede yakin bir zamanda sizinle yeminle teyid olunmus

ahitnâmeyi yaptik ve diyebiliriz ki, mürekkebi henüz kurumamistir. Simdi ise

Anadolu'ya sefer yaptigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden

faydalanarak, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz korkuluklari bize göstermek

suretiyle bizi ürkütmek istiyorsunuz. Biz, fikir ve kudretten mahrum çocuk

degiliz. Elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya pâdisahi yapmak isterseniz

hiç durmayin. Macarlari Tuna'dan bu tarafa geçirtmeyi düsünüyorsaniz onlar da

gelsinler. Siz de daha önce kayb ettiginiz yerleri geri almak için taarruza

geçmek isterseniz bunu da yapiniz. Yalniz sunu biliniz ki, bunlardan hiç birine

muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizde bulunani da kayb edersiniz.

Mamafih, söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim, o ne arzu ederse o

olacak.

Mehmed, basvezir ile elçiler arasinda konusulan

yukaridaki hususlari duyunca çok hiddetlendi. Ancak bunu belli etmedi. Bizans

elçilerini kabul ederek, bunlara dedi ki: Az zamanda Edirne'ye dönmek

niyetindeyim. Oraya geliniz, imparatoru ve sehre ait bütün hususlari orada bana

söyleyiniz. Istenilen her seyi vermeye hazirim. Mehmed bu sözleri ve daha buna

benzer tatli sözler söyleyerek bunlara yol verdi. Birkaç gün sonra Bogazi geçip

Edirne'ye gelen Mehmed, Karasu civarinda bulunan köylere, sâdik kölelerinden

birini göndererek imparator için tahsis olunan iradin (gelirin) verilmesini

yasakladi. Bu gelirin tahsiline memur olanlari ve buna nezaret edenleri oradan

kovdu. Bu suretle sadece bir sene bu gelir alinmis oldu.BOGAZKESEN (RUMELI) HISARI'NIN YAPILMASI

Ikinci Mehmed, gerkek dedelerinin ve gerekse babasinin

girismis olduklari büyük ve cür'etli tesebbüsü gerçeklestirmek istiyordu. Tabiat

ve cografya, Istanbul'u, dogu ve batidaki Osmanli ülkelerine merkez yapmisti.

Kostantiniyye, baska bir devletin elinde kaldikça Osmanli ülkesi, Hiristiyan

istilasina açik bulunacagi gibi, Avrupa ile Asya arasindaki bag ve alaka da

emniyete alinamazdi. Böylece devlet, tam ve saglam bir vücud olacak yerde,

gövdesi ortasindan ikiye bölünmüs olarak parçalanmak tehlikesine maruz

kalirdi.

Gerçekten su ana kadar, Osmanlilar tarafindan

Istanbul'un fethi için yapilan tesebbüslerin her birinde bir engel çikarak veya

çikarilarak muvafakiyet önlenmisti. Fakat burasi, imparatorun elinde bulundukça

Osmanlilarin Rumeli'ye tamamen hakim olmalari mümkün degildi. Nitekim, Varna

muharebesine gidilirken, Çanakkale'nin ve hatta Sarayburnu ile Bogaza dogru olan

yerlerin düsman tarafindan tutulmus olmasi, bu arada Istanbul'un da, düsmani

tesvik eden imparatorun elinde bulunmasi yüzünden büyük tehlikeler altinda

Ceneviz gemilerine 40 bin duka altin verilerek Rumeli sahiline geçilebilmisti.

Su halde, iki kitadaki Osmanli hakimiyetinin, devamli olarak sinsi bir

siyasetle, Osmanlilar aleyhinde çalisan Bizanslilar yüzünden, ne kadar korkunç

tehlikeler arzettigini hadiseler göstermektedir.

Ikinci Mehmed, Karaman seferinden dönerken Çanakkale

Bogazi'nin Frenk gemilerince tutuldugu haberini alinca, Istanbul Bogazi'na gelip

babasinin geçtigi yerden Rumeli sahiline geçer. Bu geçis esnasinda, Anadolu

Hisari'nin karsisina bir kale yapilmasini emreder. Istanbul'un fethinden baska

bir sey düsünmeyen Sultan Mehmed, bütün planlarini onun üzerine koruyordu. Bunun

için atilan ilk adim, Bogazkesen Hisari'nin insasi oldu. Askerî ehemmiyeti kadar

âbidevî degeri de yüksek olan bu muazzam kalenin insasi, Türk tarihinin varmis

oldugu seviyeyi göstermesi bakimindan önemlidir. Dört buçuk ay gibi akil almaz

derecede kisa bir zamana sigdirilan bu insaat, gerek tuttugunu koparan bir

tesebbüs, teskilât, idâre ve ikmal dehasi olarak hükümdarin; gerek yardimci ve

tatbikatçi olarak fikri, madde planinda gerçeklestiren kütlenin yüksek bir

teknik seviyesine sehâdet etmektedir.

Osmanlilarin, iki kita arasindaki gidip gelmeleri

esnasinda, tehlikelerle karsi karsiya gelmelerinin kazandigi tecrübeleri, henüz

kuvvetli bir donanmaya sahip olamayan bu devlet için, Istanbul'a sahip olmaktan

baska çare olmadigini ortaya koymustu. Zira tehlikeli durumlar, ancak bu sayede

atlatilabilirdi. Böylece, pâdisahin emri üzerine, Karadeniz'den gelecek her

türlü yardima mani olmak ve iki sahil arasinda karsidan karsiya geçmeyi

saglayabilmek için, Bogazkesen Hisari denilen Rumeli Hisari'nin yapilmasiyla ise

baslandi. Sultan Mehmed, Karaman seferinden Edirne'ye döner dönmez, Anadolu ve

Rumeli'ye fermanlar göndererek bin kisilik bir insaat ustasi kadrosu ile o

miktarda amele ve kireçci istedigi gibi insaata ait malzemenin ilk bahara kadar

hazirlanmasini emir ile bogazda bir hisar yaptirilacagini bildirir. Bizans

tarihçisi Dukas, bu haber üzerine gerek Istanbul, gerekse diger yerlerdeki

Hiristiyanlarin nasil büyük bir telasa kapildiklarini su cümlelerle

belirtir:

Istanbul'da, bütün Asya ve Trakya ile adalarda

bulunan Hiristiyanlar, bu haberi duyunca çok üzüldüler. Aralarindaki

konusmalarda bundan baska bir seyden bahsetmiyorlardi. Ancak artik Istanbul'un

son günü geldi, milletimizin yok olma çanlari çalmaya basladi. Deccal'in günleri

geldi, ne olacagiz? Veya, ne yapalim? Ey Allah'imiz! Canimizi al ki, bu

kullarin, sehrin yok olusunu kendi gözleri ile görmesinler. Senin düsmanlarin,

bu sehri muhafaza eden azizler nerededirler demesinler. Bu münacati yalniz

Istanbul halki degil, Anadolu'da daginik surette ikamet eden, adalarda ve garp

vilayetlerinde bulunan Hiristiyanlar aglayarak bagiriyorlardi.

Kulle-i cedide diye de isimlendirilen günümüzdeki

Rumeli Hisari'nda, Fâtih'in vakfiyesinden anlasildigina göre bir de cami vardi.

Bu camide vazife gören imam (hitabet vazifesi dahil), bu hizmete karsilik her

gün 6 akça, müezzin (temizlik isleri dahil) 4 akça ücret aliyordu. Adi geçen

hisarin yeri tesbite çalisilirken bogazin en dar yerindeki (660 m.) bu noktanin

seçimi, askerî sevk ve idare bakimindan önemli idi. Bu yeni hisarin,

karsisindaki hisar ile birlikte bogaz geçisini kapatabilmesi tasarlanmisti.

Geçisi, makaslama ates ile önlemek ve akintilar yüzünden gemilerin burada, yani

hisarin bulundugu kiyiya yaklasmak zorunda kalacaklarindan istifade ediliyordu.

Hisar, yaklasan hedefleri toplarinin en uzak mesafesinden karsilayarak, güneyde

en uzun mesafeye kadar takip edebiliyordu.

Sultan Mehmed'in kale yaptirmak istedigi mevki,

Bizanslilarin Hermaneum Promontarium dedikleri, bogazin en dar yeri olup,

milattan bes asir önce Iran Sahi Dârâ, muazzam ordusu ile buradan Avrupa

kitasina geçmisti.

Hisarin yapilmasi ile ilgili hazirliklar üzerine

telasa düsen imparator, Edirne'ye elçiler gönderdi. Bunlar, aldiklari talimat

geregi, Sehzade Orhan'in tahsisatindan bahsetmeyeceklerdi. Pâdisahla

anlasabilmek için her fedakârliga katlanacaklardi. Imparator, elçiler

vâsitasiyle I. Murad'dan itibaren gelip geçmis bütün pâdisahlarin, Istanbul'un

hariminde bir kale yapmak ve hatta bir kulübe bile yapmak istemediklerini,

Yildirim Bâyezid'in, Manuel'in muvafakati üzere Türklerle meskun olan Anadolu

sahilindeki kaleyi (Anadolu Hisari) yaptirdigini bildirdikten sonra, kale

yaptirmak suretiyle Frenklerin gidip gelmelerine mani olmak ve gümrük

resimlerini (vergi) hiçe indirip Istanbul'u aç birakmak istedigini beyanla bunu

yapmamasi için ne istiyorsa onu vereceklerini bildirmisti.

Sultan Mehmed, imparatorun gönderdigi elçiler

vâsitasiyle söylenilen seyleri dinledikten sonra:

Ben, sehirden bir sey almiyorum. Imparator, sehrin

hendeginden disari hiç bir seye malik degildir. Sayet Mukaddes Agiz'da

(Bogaz'da) bir kale insa etmek istersem, beni men etmeye hakkiniz yoktur. Her

yer benim mülküm altinda bulunuyor. Anadolu yakasinda bulunan kaleler benimdir

ve bunlarin içinde oturanlar da Türktürler. Garpta meskûn olmayan yerler de

benimdir. Bizans'in orada oturmaya haklari yoktur. Macar Krali üzerimize

yürüdügü zaman o karadan gelirken, Frenklerin kadirgalari Ege Denizi Bogazina

gelerek Gelibolu Bogazini kapatarak, babamin Trakya'ya geçmesine mani oldular. O

zaman babam, Mukaddes Agiz'in yukarisina çikarak babasinin* insa eyledigi kaleye yakin bir yerden Allah'in inayeti

sayesinde kayiklar ile bogazi geçti. Binaenaleyh, babamin bogazi geçmek için ne

zorluklara katlandigini ve ne sikintilara girdigini pekala bilirsiniz. Babamin,

Istanbul Bogazi'ni geçmemesi için imparatorun kadirgalari kesiflerde

bulunuyorlardi. Ben, daha çocuktum. Edirne'de oturuyor, Macarlarin gelmelerini

bekliyordum. Macarlar, Varna civarindaki yerleri yagma ediyorlardi. Bunlari

gören imparatorunuz seviniyordu. Müslümanlar ise izdirap çekiyorlardi. Kâfirler

de sevinç ve meserret içinde idiler. Çok büyük tehlikeler ile bogazi geçen

babam, karsi tarafa geçer geçmez, Anadolu kiyisinda bulunan kalenin karsisina,

garp tarafinda diger bir kale yaptiracagina yemin etti. O, bu yemini yerine

getirmeye muvaffak olamadi. Allah'in inayeti ile bunu ben yapmak istiyorum.

Neden buna mani olmak istiyosunuz? Memleketimde istedigimi yapmaya gücüm

yetmiyecek mi? Gidiniz ve imparatora deyiniz ki, simdiki pâdisah eski

pâdisahlara benzemiyor. Onlarin yapamadiklari seyleri bu kolayca yapabilecektir.

Onlarin istemedikleri seyleri, bu isteyecek ve yapacaktir. Simdiden sonra bu

husus için gelenlerin derisi yüzülecektir.

Dukas'in, bu ifadelerinden anlasildigina göre Sultan

Mehmed, Rumeli Hisari'nin insasina mani olmak isteyen Bizans Imparatoru'na,

tarihî hadiseleri hatirlatmak suretiyle bu tesebbüsündeki hakliligini isbat

etmeye çalisir. Onun için bu isten vaz geçmesinin mümkün olamayacagini tehdid

yollu bir tarzda ona bildirir.

Rumeli Hisari'nin yapilmasi hazirliklarina 1451-52

kisinda baslanmistir. Ilkbaharin baslangicinda Mart ayinin sonlarina dogru,

Rumeli tarafina Anadolu Hisari'nin karsisina bol miktarda insaat malzemesi,

usta, amele ve kireççi gelmisti. Kereste Izmit ile Karadeniz Ereglisi'nden,

taslar ise Anadolu tarafindan getirilmisti. Çalismak üzere külliyetli miktarda

insan gelmisti. Sultan Mehmed, bu sirada kara yolu ile bogaza gelerek

bilirkisilerle (teknik eleman, mühendis) o havaliyi gezdi. Denizin akintisi

hakkinda malumat aldi. Iki sahil arasindaki mesafeyi ölçtürdü. Kalenin

yapilacagi sahayi kendisi tayin ile hududunu tesbit ettirdi. Bundan sonra bir

rivayete öre önce kiyida, hisarin güney-dogu kösesindeki kule insa edilerek

malzeme ve çalismalarin selameti emniyete alinmistir.

Fâtih Sultan Mehmed, hisarin duvarlarinin Arapça

Muhammed kelimesi seklinde olmasini istediginden planini da ona göre

tasarlamisti. Buna göre her Mim (M) harfinin yerinde bir kule bulunmasini

arzuluyordu. Kulelerden ikisi, birbirinin yaninda ve burunun eteginde idi.

Üçüncüsü denize daha yakindi. H ve D harflerinin bulunduklari yerlerde

istihkamlar yapildi. Pâdisah, bunlarin yapilmasina özen gösteriyor ve bizzat

nezâret ediyordu. Gerçekten üç köseli olarak düsünülen hisarin projesi, bizzat

Sultan Mehmed tarafindan tasarlanmisti. Eski an'aneye uyularak, hisarin

yapilmasinda devletin ileri gelenlerinden de faydalanildigi ve bunlarin,

masraflara katildiklari görülür. Bu insanlarin, kule ve surlarin bir kisminin

yapilmasina nezâret ettikleri anlasilmaktadir. Nitekim hükümdar, kale insasini

üç vezir arasinda taksim eder. Üç kösenin doguda, yani deniz sahilinde olan bir

kösesine akropol olarak gayet metin bir burç yaptirma vazifesini Halil Pasa'ya

verdi. Yamaçta, yani güneyde bulunan diger köseye büyük bir burç yapilmasini

Zaganos Pasa'ya, ve üçüncü köseye, yani kuzeye düsen tarafa yapilacak burcu da

Saruca Pasa'ya verdi. Vezir Sehabeddin Pasa da bütün insaata nezâret

etti.

Kaynaklar, Rumeli Hisari'nin, bizzat Sultan Mehmed'in

idaresinde 1000 kadar usta ve onun iki misli isçi çalistirilarak dört ay gibi

çok kisa bir zamanda (Hammer'e göre üç aydan daha az) tamamlandigini

belirtmektedirler. Bununla birlikte insaatin bütün mekan ve safhalarinda

çalisanlarin sayisinin, yukarida verilenden daha fazla olduguna isaret

edilmektedir. Zira Dukas, insaati arsin üzerine ustalara taksim etti. Ustalar

bin kisi kadardi. Her ustanin yanina iki yardimci koydu. Kale duvarinin iç ve

dis taraflarinda da miktari kâfi ustalar ve yardimci ustalar çalistirdi.

demektedir. Buna göre 21 Mart 1452'de insaatina baslanan Bogazkesen (Rumeli)

Hisari, bes-alti bin kisinin çalismasi sonucunda Temmuz ayinin sonlarinda

tamamlandi.Fatih zamaninda Osmanli

Rumeli Hisari'nin askerî önemi üzerinde duran ve bu

konuda epey bilgi veren Hüseyin Dagtekin, adi geçen hisarin, insa edildigi yerin

aslinda insaata müsait olmadigini, buna ragmen Osmanli hükümdarinin, günümüz

askerî tekniklerine uygun bir sekilde onu nasil mükemmel bir sekilde insa

ettirdigini söyle anlatir:

Gerçekten, Rumeli Hisari tahkimatinin, en gayr-i

müsait arazi sartlarina ragmen, kiymetinden hiç bir sey kaybetmeden, bir

benzerine güç tesadüf eildebilecek kadar büyük bir maharet gösterilerek, insa

edildigi yere ve çevreye intibak ettirilmek suretiyle vücuda getirilmis tipik

bir tahkimat örnegi teskil ettigi görülür. Bundan baska, yeni hisarin en mühim

bahsi olan bu konuyu islerken kalenin, görülen arazi üzerine yerlestirilmesinde

hakim olan askerî görüsün, günümüzün tabiye esaslari hakkindaki görüsleri kadar

ileri oldugunu müsahede ettigimizden, besyüz yil önce insa edilmis oldugu halde,

modern bilgilerin verdigi görüslerle tedkik etmekte herhangi bir tehlike

olmadigini sözlerimize ilave edebiliriz.

Ilk dönem, Osmanli askerî mimarisinin güzel bir örnegi

olan bu hisara yerlestirilen silah ve diger mühimmattan bahsetmeden, sadece bu

dönemdeki askerî mimarînin ne denli saglam olduguna bir iki örnekle isaret etmek

isteriz. Bilindigi gibi, Istanbul'un fethinden önce Yildirim Bâyezid tarafindan,

Bogaziçi'nde yaptirilan Anadolu Hisari ile Fâtih Sultan Mehmed tarafindan

yaptirilan Rumeli Hisari surlari ve Istanbul'un alinmasindan sonra Theodosius

surlarinin stratejik bir noktasinda yapilan Yedikule, Osmanlilarin ilk müstahkem

mevkileri hakkinda bize bir fikir vermektedir.

Hisarin insaati esnasinda, deniz tarafindan

gelebilecek bir saldiriya ugramamak için, Gelibolu tersanesindeki donanmadan

otuz kadar harp ve bir hayli nakliye gemisi bogaza getirilmisti. Bu yeni kaleye

top ve topçular kondu. Böylece karsi karsiya bulunan iki hisar sayesinde, bogaz

geçisleri kontrol altina alinmis oldu. Hisarin komutanligina Firuz Aga'yi tayin

eden hükümdar, onun maiyetine dört yüz yeniçeri askeri ile silah ve cephane

verdi. Bundan sonra, Edirne'ye gitmek üzere olan hükümdar, iki gün Istanbul

surlarini ve hendeklerini tedkik ettikten sonra buradan ayrilip, Eylül ayinin

ilk günü Edirne'ye döner.ISTANBUL FETHININ HAZIRLIKLARI

Fâtih Sultan Mehmed, Rumeli Hisari (Bogazkesen)'nin

tamamlanmasindan sonra ordusu ile birlikte Istanbul surlarina iyice yaklasarak

sehri yakindan görebilmisti. O, hem arazi hem de surlarla ilgili tedkikler

yaptiktan sonra 1 Eylül günü Edirne'ye dönmüstü. Onun buradaki en önemli

düsüncesiIstanbul'u almakti. Nitekim Dukas, genç hükümdarin Istanbul'u almak

için ne denli kararli oldugunu verdigi su bilgi ile ortaya

koymaktadir:

Harman vakti geçti, sonbahar baslamak üzere idi.

Sultan Mehmed, Edirne'deki sarayinda vakit geçiriyor, fakat gözüne uyku

girmiyordu. Gece gündüz Istanbul'u nasil alabilecegini ve nasil bu sehrin sahibi

olabilecegini düsünüyordu.

Iç dünyasinda, Kostantiniyye'nin fethi mevzuunda

kendisini, uzun asirlarin gönlünden ve dilinden yuvarlanagelen bir manevî

müjdenin son ve gerçek temsilcisi olarak gören hükümdar, zihnî ve ruhî

imkanlarini bütün hizi ve bereketiyle hep bu nokta üzerinde toplamisti. Bununla

beraber çevresini teskil eden devlet adamlarinin mühim bir kismi, hakli veya

haksiz endiselerle onu böyle bir maceraya atilmakta desteklemiyorlardi. Hatta

daha da ileri giderek, tecrübelerinden, bilgilerinden, hamiyetlerinden ve

korkularindan söz açarak önüne yiginlarca engeller çikariyorlardi. Böylece, onun

kararini tasvib etmediklerini ortaya koyuyorlardi. O devri yasamis bir tarihçi

olarak Tursun Bey, bu mücadeleleri özetle söyle anlatir: Her çend erkân-i

devlet ve mülâziman-i hazret, tasrih ü kinaye birle, ânun metânet ü menâatini,

ve mülûk-i mâzinin fethü kasdinda hazayn (hazineler) harc idüp, cem'-i asakir

eyleyüb çare bulmadiklarin sem'-i serifine ilka ederler idi. Ve âna taarruzdan

ziyade fitneye sebep olmak tevehhümatin ve ihtimalatin söylerler idi. Fakat

pâdisah bunlara asla iltifat etmezdi. Öyle anlasiliyor ki Pâdisah, zaman zaman,

Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin, Rumlari himaye etmekte oldugunu duyuyordu. Buna

inanmasa bile pasanin bazi süpheli hareketlerini kendisi de görmüstü. Bu

sebeple, devlet erkâni ile ulema ve komutanlarin fikirlerini ögrenmek üzere

onlari bir toplantiya çagirdi. Herhalde bu toplantinin mahiyetini kimse

bilmiyordu. Zira toplantiya gelenler agirlanmis, yedirilip içirildikten sonra

dualar edilmis ve bundan sonra da vezirler tarafindan devlet isleri ile ilgili

olarak hükümdara bilgi verilmisti. Iste bundan sonradir ki Fâtih Sultan Mehmed,

meclistekilere müddet-i medid ve ahd-i baiddir ki, âyine-i zamir-i münirimde

bir suret mürtesem olmustur. Âni sizinle müsavere muraddir diyerek söze baslar.

Insanlar, fikir, anlayis ve zeka bakimindan ne kadar ileride olurlarsa

olsunlar, bu meziyetler, kendilerini baskalari ile müsavere etmekten

alikoymamali. düsüncesine sahip olan hükümdar, Hz. Peygamberin dahi bundan

müstagni kalmadigini ve böyle yapilmasini tavsiye ettigini*, bu tavsiyesinde de onun, Kur'an-i Kerim'in

âyetini** gözönünde bulundurdugunu söyleyerek,

ortaya atacagi konu üzerinde herkesin fikrini açikça belirtmesini istemisti.

Meclistekiler, pâdisahin düsüncesi yaninda kendilerininkinin bir sey ifade

etmeyecegini, fakat pâdisahin emirlerini yerine getirmis olmak için

düsünebildiklerini arzedeceklerini söyleyince pâdisah tekrar söze baslayarak:

... Dünya devleti müebbed olmaz ve cihan-i fânide kimesne baki ve muhalled

kalmaz der. Bundan sonra yaratilistaki gayenin, Allah Teâlâ'yi bilip onun

birligini kabul etmek ve yasandigi müddetçe onun dergâhina takarrub etmeye

gayret etmek oldugunu, bu vesile ile en iyi ve faziletli insanin, küfür ve

dalalet içinde bulunanlara karsi cani ve mali ile cihad eden insan oldugunu

hadislerle belirtir. Bundan sonra Sultan Mehmed, Belde-i tayyibe-i

Kostantiniyye ki bag-i irem andan bir kûse ve süreyya nâk bostanindan bir

kemterin kûse, ismi ve resmi ile illerde meshur ve dillerde mezkûr ve kütüb-i

tevârihte mesturdur. Ne vechi vardir ki, ânun gibi menzil-i serif ve makam-i

latif benim vast-i memleketimde ve arsa-i vilayetimde olup dahi eyyam-i

devletimde küfr ocagi ve bagiler yatagi ve tagiler duragi ola. Elhasil niyetim

ve himmetim ânun üzerine mukarrer ve musammam olmustur. der. Günümüzün

Türkçesiyle söylemek gerekirse o söyle diyordu: Irem baginin kendinden bir köse

oldugu Kostantiniyye, adi ve sani ile dillerde söylenmis, illerde ünü taninmis

ve tarih kitaplarinda yazilmistir. Niçin böyle güzel ve degerli bir yer ülkemin

ortasinda ve idarem arasinda olup ta saltanatim günlerinde küfür ocagi,

taskinlar yatagi ve âsiler duragi olsun. Kisacasi Bizans'in üzerine gitmeye

niyetliyim. Umarim ki, tedbirimiz Allah'in takdirine uygun düser. Bu arada

devletin kurulusundan, Rumeliye geçisten, Istanbul'un, ülkesinin ortasinda bir

küfür beldesi olarak kalisindan, Bizans'in tezvirat ve çevirdigi entrikalardan

bahseden pâdisah, sözlerine söyle devam eder: Kendimizi ecdadimiza layik

olmayan halefler olarak göstermeyelim, aksine, onlarin en has nesli oldugumuzu,

onlarin kahramanlik ve meziyetlerinin benzerini gösterebilecegimizi ortaya

koyalim. Zira onlar, nice tehlike ve sikintilarla kisa bir zaman içinde Asya ve

Avrupa'daki bütün bu yerleri ele geçirip oralarin hakimi oldular. Nice büyük

sehir ve kaleleri fethe kadir oldular. dedikten sonra Bizans isini halletmeden

hiç bir mühim tesebbüse girismeyecegini, bundan dolayi devlet erkâninin bu

husustaki fikirlerini ögrenmek istedigini belirtir. Bunun üzerine meclis, isi

müzakereye baslar. Bir kisim devlet erkâni, pâdisahin fikrine uyar, bir kismi da

muhalif kalir. Muhaliflere göre Istanbul, alinmasi güç bir sehirdi. Çünkü içinde

bol nüfusu ve etrafinda çok kuvvetli bir suru vardi. Sehrin, siddetle müdafaa

edilecegine göre, alinamama ihtimali de vardi. Böyle bir durumda, devletin

prestiji azalacakti. Onun için böyle bir tesebbüse girismemek icab ederdi. Gerçi

hükümdar, Bizans'in bol malzemeye ve külliyetli miktarda silaha sahip oldugunu

biliyordu. Fakat meseleyi isten anlayan kimselerle müsavere etmis ve buranin

akl ü tedbirle alinabilecegi sonucuna varmisti. Nisanci Mehmed Pasa, gerek

sehrin zaptinin zorlugu, gerekse Fâtih'in kararligi hakkinda su bilgiyi verir:

Bu sehri, Rum, Sam ve Trabzon denizlerinin kucakladigi iki kita sarmisti.

Kâfirlerden büyük bir kalabalik bu sehri gece, gündüz koruyordu. Dogru ve saglam

düsünce sahibi olanlar, buranin fethine imkân bulunmadigina, kâfirlerin elinden

alinmasinin muhal (imkânsiz) olduguna, buraya mâlik olmaya çalismanin soguk

demiri dövmeye, burayi elde etmek istemenin seytandan hayir ummaya benzedigine

hükmediyorlardi. Lakin yüce hazrete yüksek himmet, kutlu kuvvet, saglam ve

kötülüklerden arinmis nefs verildigi için, unsurlar kendisine pek açik surette

boyun egiyordu. Bu sehrin, savasçi kâfirlerin eli altinda kalmasini iyi

görmüyordu.*

Tacizâde Cafer Çelebi de (s. 8) Meclisteki bu farkli

iki görüsü söyle nakleder: Vezirlerden degisik görüsler geldi. Isabetli

görüsleri olan zeki, akilli, cesur ve celâdet sahibi olanlar, pâdisahin bu

düsüncesini yerinde bulup gerekenin yapilmasi için hazirliklara baslanmasini

istiyorlardi. Bir kismi ise surlarin saglamligi, giris ve çikis noktalarinin

zorlugunu ileri sürerek Istanbul fethini, Anka kusunu avlamaya benzettiler. Keza

onlar, buranin zaptini, gök kubbenin fethine denk sayilacagindan, bundan

vazgeçilmesinin daha uygun olacagini söylediler. Bu fikirler karsisinda genç

sultan:

Allah'in takdiri olunca, alisilagelmis nice

imkânsizliklar, kolaylasir. Bütün kâinat onun aksine çalissa da fayda vermez.

Bunun aksine basit ve elde edilmesi kolay bir isi de, sayet Allah dilemez ise,

cümle âlem onu yapmaya yönelse, yine de basaramaz. Bu konudaki ümidim ne mal ve

mülk bolluguna, ne ordu ve kahramanlarin çokluguna, ne de savas âlet ve

vasitalarinin fazlaliginadir. Aksine, sadece Hakk'in lütuf ve yardiminadir. Esas

gayem de, Islâm'in yüce prensiplerini ortaya koymaktir. Eger o kalenin benim

tarafimdan fethi takdir buyurulmus ise, kale burçlari tas ve topraktan degil,

saf demirden de olsa öfke ve kahr atesi ile onu eritip mum gibi yumusatirim

der.

Muhalif grup, Çandarli Halil Pasa etrafinda

toplaniyordu. Pâdisahin, bu muhalefetten fena halde cani sikilmis olmalidir ki

eger o kal'anin benim elimde feth olmasi mukadder olmus ola, burç ve barulari

tas ve topraktan degil de demirden olmus olsa ates-i hism ve kahrla mum gibi

eritip yumusak eylerim. diyecektir. Hükümdarin yakinlarindan bir zümre ise, bu

fikrinde kendisini destekliyor, hamleci kararlarina, emekleri, hevesleri ve

heyecanlari ile yardim ediyorlardi. Meclis disinda, bu ikinci grubun fikrine

katilanlarin basinda Aksemseddin geliyordu. O, bir taraftan genç hükümdarin ruh

yapisinda bir cihad açarak onu kendi kendisinin emîri kilip kütle emrine

kostuktan sonra, bu orta malini fi-sebilillah cihada tesvik etmesi pek tabii

idi.

Meclisten, Istanbul'un feth edilmesine dair karar

çiktiktan sonra, beylerbeyilerine, sancakbeyleri ile subasilarina ve askerlikle

ilgili olanlarin tamamina ahkâm-i serife yazilarak bahara kadar hazirlanmalari

ve savasa katilmak üzere toplanmalari emrolundu. Bu sebeple, Rumeli ile

Anadolu'daki Osmanli sehir ve kasabalarinda geceli gündüzlü çalismalara

baslandi. Fakat Gelibolu ile Edirne'deki faaliyet hepsinden daha fazla idi.

Gelibolu'da tezgahlara yeni yeni gemiler konuyordu. Bu arada bakir kapli

(zirhli) gemilerin de yapilmasina itina gösteriliyordu. Kritovulos, genç

hükümdarin bu neviden faaliyetlerinden bahsederken sunlari söylüyor: Bir

taraftan yeni gemilerin insasi, öbür taraftan da, zaman asimi yüzünden tamire

muhtaç olanlari da tamir ettiriyordu. Bu gemilerin bir kismi zirhli olarak

yapilmisti. Otuz ve elli çift kürekle sür'atli bir sekilde hareket eden hafif

gemiler de yaptirdi. O, gerek yeni gemi insaati, gerekse tamir konusunda hiç bir

masraftan kaçinmamisti. Bundan baska o, ülkesinin kiyilarinda bulunan gemileri

toplayip onlara komutan, dümenci ve diger görevlileri yerlestirdi. Gerek savas,

gerekse kusatma için kara ordusundan çok, deniz kuvvetlerine önem verdiginden bu

ordunun daha iyi ve itinali seçilmesine gayret etti. Komutasi Gelibolu valisi

olan Baltaoglu Süleyman Bey'e verilmis olan bu donanma, 1453 baharinda

Gelibolu'dan Istanbul'a dogru hareket etti.

Donanmadaki bu gemilerin sayisinda farkli rakamlar

verilmekle birlikte genellikle su rakamlar üzerinde durulmaktadir: Donanma,

Gelibolu'dan hareket ettigi aman 147 harp gemisinden mürekkepti. Bunlarin 12'si

çektirme, 80 tanesi çifte güverteli kürekli, 55 tanesi de küçük çaptaki

gemilerdi. Bu gemilerin içinde kürekçilerden baska yirmi bin kadar azeb askeri

bulunuyordu.

Edirne'ye gelince: Buradaki hazirliklarla bizzat

padisahin kendisi mesgul oluyor, geceli gündüzlü durmadan çalisiyordu. Uyku

zamanlarinda bile fethi düsünen padisah, çok defa yataginin içinde rahatsiz bir

gece geçiriyordu. Dukas, onun bu andaki halet-i ruhiyesini su sözlerle bize

nakleder:

Mehmed, gece gündüz, gerek yatarken, gerek uyanik

bulundugu zamanlarda, ister sarayinda bulunsun, ister sarayin haricinde olsun,

ne sekilde harb ederse ve ne gibi vasitalari kullanirsa Istanbul'u zapta

muvaffak olacagini düsünüp zihnini yoruyordu. Çok defalar aksam olunca, ata

binerek yalniz basina, bazan yanina iki kisi alarak,bazan yaya yürüyerek, asker

kiyafetinde bütün Edirne'yi dolasiyor ve hakkinda söylenen sözleri bizzat

dinliyordu.

Iste yine böyle uykusuz geçirdigi gecelerin birinde

Çandarli'yi huzuruna getirterek, altin ve gümüse aldanmamasini kendisine ihtar

ettikten sonra, muharebenin yakinda baslayacagini, Allah'in inayeti ve

Peygamberin imdadi ile Istanbul'u alacagini, bu iste kendisine yardim etmesini

söyledi.

Bu gece sohbeti ve olaylari ile ilgili olarak Bizansli

tarihçi Dukas, çok mühim bilgiler vermektedir. Ona göre:

Bir aksam, gece yarisindan sonra, saray bekçilerinden

birkaç tanesini göndererek Halil Pasa (Çandarli)'yi saraya getirtti. Bu

bekçiler, pasanin konagina giderek, pâdisahin iradesini, pasanin harem agalarina

bildirdiler. Bunlar da pasanin yatak odasina giderek, pâdisahin kendisini davet

ettigini söylediler. Halil Pasa bayilacak derecede korktu. Karisi ile

çocuklarini öptükten sonra çikti. Beraberinde altinlar ile dolu bir de altin

tepsi aldi. Daha önce de belirttigimiz gibi pasanin kalbinde bir korkusu vardi.

Halil Pasa, pâdisahin yatak odasina girdigi vakit, pâdisahi oturmus ve

elbisesini giyinmis bir vaziyette gördü. Hemen etek öperek altin tepsiyi önüne

koydu. Pâdisah altinlari görünce, Lala, bunlar nedir? diye sordu. O da cevaben

dedik ki, Sevketmeâb! Devletin büyüklerini, pâdisah fevkalade bir saatte

huzuruna davet ettigi vakit, elleri bos girmek âdet degildir. Ben ise,

huzurunuza çikmak için getirdigim bu altinlar benim degildir. Sana ait olan

altinlari sana takdim ediyorum. Pâdisah da cevap olarak dedi ki, Senin

altinlarina ihtiyacim yoktur. Hatta sana bunlardan fazla altin ihsan edecegim.

Senden yalniz bir sey istiyorum. Bana Istanbul'u ver. Halil Pasa, pâdisahin bu

son sözü ve talebi üzerine titredi. Zira öteden beri Bizanslilarin hukukunu

müdafaa ediyordu. Onlarin sag eli mesabesinde idi. Bizanslilar da, pasanin bu

sag elini hediyelerle doldururlardi. Türkler pasaya kâfir ortagi adini

taktilar ve herkes ona dinsizlerin ortagi ve yardimcisi

diyordu.

Halil, pâdisahin son talebine karsi dedi ki:

Sevketmeâb! Bizans Imparatorlugu'nun büyük bir kismina seni sahip etmis olan

Cenab-i Hak, Istanbul'u da sana ihsan edecektir. Ben eminim ki, senin elinden

kurtulmayacaktir. Allah'in inayeti ile ben ve bütün kullarin, büyük iste

muvaffak olmak ugrunda birbirimiz ile yarisarak mallarimizi, canlarimizi feda

edecegiz ve kanlarimizi dökecegiz. Binaenaleyh bu hususta müsterih ol. Halil

Pasa'nin bu sözleri, bu korkunç ejderi biraz teskin etmisti. Halil'e dedi ki:

Yatagimin bu bas yastigini görüyor musun? Bu yastagi bütün gece yatagimin bir

ucundan öbür ucuna ve diger uctan öteki uca nakletmekle mesgul oldum. Yataga

yatiyor ve kalkiyordum, gözüme uyku girmiyordu. Altin veya gümüs paralar seni

aldatarak, intac etmek istedigim büyük isi geri birakmaya sevk etmesin!

Bizanslilarla yakinda ciddi bir sekilde harp yapacagiz, Allah'in yardimi ve

Peygamberin imdadi ile Istanbul'u alacagiz. Mehmed, bunlari ve buna benzer

baska oksayici sözleri söyledi. Halbuki pâdisahin bu oksayici sözleri arasinda

kalbi burkan, kani kurutan ve isiran ihtarlar da vardi. Bu ihtarlardan sonra

pâdisah, Halil Pasa'ya ruhsat verdi ve sulh ve müsâlemetle git

dedi.

Mehmed o gecelerde, sabahlara kadar Istanbul'un fethi

isi ile mesgul oluyordu. Eline sehrin haritasi ile mürekkep alarak ve sehrin

etrafindaki mevkilerin seklini resm ederek, harp fennine asina olanlara toplarin

ve muhasara aletlerinin nerelere konmasi lazim geldigini tesbit ettigi gibi,

lagim açilacak yerleri de resim (plan) üzerinde isaret ediyor, hendeklerin

baslarini ve merdivenlerin surun hangi tarafina konmasi lazim geldigini

gösteriyordu. Velhasil bütün gece bu hazirliklarla mesgul oluyor, sabahlari,

gece verilen kararlarin akillica ve düsmana karsi hilekârane tatbik ve icrasini

emrediyordu.

Edirne'de bulunan Fâtih Sultan Mehmed'in, yakindan

ilgilendigi baska bir konu daha vardi. Bu da ordusunu toplarla techiz etme isi

idi. Tarihte bir topçu parkina sahib olan ilk hükümdarin Fâtih oldugu

belirtilmektedir. Surasi bir gerçektir ki, Istanbul'un fethinde en önemli rolü

oynayan vâsitalardan biri toptur. Gerçi topun bir harp silahi olarak

kullanilmasi Istanbul'un kusatilmasi ile birlikte baslamis degildir. Fakat o

tarihe kadar toplar, çaplari ve sayilari itibariyle fazla bir sey ifade

etmiyorlardi. Fâtih Sultan Mehmed, bu silahin tahrib gücünün büyüklügüne

inandigi içindir ki, o tarihe kadar görülmeyen sayi ve çapta top yapilmasina

önem verdi. Büyük çapta toplarin yapilma isini Orban (Urban) adindaki Macarla

Türk mimarlarindan Müslihiddin ve mühendis Sarica üzerlerine aldilar. Saruca

büyük bir top dökmeye muvaffak oldu. Orban da çok büyük çapta bir top

yapabilecegini, fakat gülle yapmasini bilmedigi için bu ise karismayacagini

söyledi. Bunun üzerine pâdisah, mermi isini bizzat üzerine aldi. Kaynaklar, genç

hükümdar ile Orban arasinda geçen muhavereyi su sekilde verirler: Orban: Büyük

toplarinizi dökebilirim, ama mermi ve ince hesaplardan anlamam deyince hükümdar

Benim senden istedigim sadece topu iyi dökmenden ibarettir. Kalani ben

düsünürüm demisti.

Ikinci Mehmed, Istanbul muhasarasinda çok büyük rol

oynayacak olan bu essiz toplarin en ince teferruatina kadar bütün hesap ve

planlarini kendisi yaptigi gibi, resimlerini de bizzat çizmisti. Kendi nezâreti

altinda döktürmüs oldugu toplardan biri çok büyüktü. Büyük emek ve masraflarla

yapilan bu toplara sahî denmisti. Bu toplarla atilan gülleler, Kara Deniz

sahillerinden getirilen kara bir tastan veyahut yuvarlak hale getirilen

mermerlerden yapiliyordu. Dukas, büyük topun Edirne'deki ilk deneme atisindan,

uzun uzadiya bahseder. Bu topun, Edirne'den Istanbul'a kadar getirilebilmesi

için iki ay kadar bir zamana ihtiyaç hasil olmustu. Top, otuz araba ve altmis

manda ile çekiliyordu. Onun her iki tarafinda, ikiser yüz adam bulundugundan

yolda kaymamasi saglaniyordu. Yollarin kötü yerlerine tahta dösemek ve köprü

yapmak üzere ayrica elli usta ile ikiyüz amele önden gidiyordu. Istanbul'u

kusatmak üzere hareket eden Türk ordusunda üç büyük top ile ondört batarya top

vardi. Subat baslarinda Edirne'de baslayan sevkiyat, Mart sonlarina dogru,

Istanbul'dan bes mil kadar uzakta bulunan bir yere gelmis oldu.

Anadolu ve Rumeli'de beylerbeyiler ile sancakbeyleri

gerekli miktarda askeri topluyor, techiz ediyor ve belirlenen zamanlarda

yerlerinde bulunmalarini saglamak için çalisiyorlardi. Anadolu askerleri,

Bogazin dogu sahilindeki Beykoz kasabasinin üstündeki ormanliklarda toplandilar.

Fâtih, bunlari karsiya geçirmek üzere Beykoz, Kilyos ve Fenerbahçe'de dalyanlari

bulunan Rallis Petropulos adindaki Rum'a emir verdi. Petropulos bu emri, iki

gemisiyle askerleri ve mühimmati karsiya geçirmek suretiyle yerine

getirdi.

Genç hükümdar, kusatma boyunca Istanbul'a

yapilabilecek bütün yardimlara mani olmak için her çareyi düsünüyor ve her

tedbire basvuruyordu. Bu maksatla o, Turhan Bey ile ogullari Ahmed ve Ömer

Beyleri Mora topraklarina akina memur etti. Çünkü Mora'da, Bizans Imparatoru'nun

kardesleri Dimitrios ile Thomas hüküm sürmekte idiler. Fâtih, Imparator

Constantinos'un, bunlardan yardim istedigini ögrenmisti. Bu sebeple, Turhan Bey,

1 Ekim'de sefere çikmisti. Osmanli hücumlari, Despotlarin kuvvetlerini yok

ederek onlara göz açtirmadigi gibi Bizans tarafindan beklenen yardimin gelmesine

de engel olmuslardi. Bu arada Subat 1453'te hükümdarin emri ile Dayi Karaca Bey,

Istanbul civarindaki Rum kasabalarini teker teker ele geçirdi. Bu kasabalar,

Karadeniz sahilindeki Misivri, Ahyolu, Vize ile Ayios Stefanos idi. Bigados da

kendiliginden teslim oldu.

Hükümdar, savasla ilgili bütün tedbirleri aldiktan ve

bütün hazirliklarini tamamladiktan sonra 23 Mart 1453 (12 Rebiulevvel 857) günü

Edirne'den hareket eder. Kesan mevkiinde mola veren hükümdar, Çanakkale

Bogazi'ndan geçecek olan Anadolu kuvvetlerinin gelmesini bekler. Kesan'da

kendisine iltihak eden bu orduyu alan pâdisah, yoluna devam ederek 1453

Nisan'inin besinde Istanbul surlari önüne gelir. Ertesi gün, yani 6 Nisan (26

Rebiülevvel) Cuma günü de sehri kusatma altina alir. Bizans tarihçisi Dukas ve

ondan naklen Hammer, Fatih'in gelisini ve otagini kurusunu söyle anlatirlar:

Paskalyayi takib eden Cuma günü (6 Nisan) Mehmed, sehir önünde görünerek

(Egrikapi) karsisina gelen tepenin arkasinda çadirini kurdu. Ordusunun meydana

getirdigi çizgi, sarayin Tahta kapisindan Yaldizli kapiya kadar uzaniyordu. Yine

Tahtakapidan Kosmidi (Eyüb civari)'ye kadar cenup tarafta bulunan baglara ve

ovalara yaymis idi. Bu yerler, esasen daha evvel Karacia (Karaca Bey) tarafindan

tahrib olunmuslardi. Nisanin 6. Cuma günü, sehir muhasara edildi. Büyük top,

imparatorun yeniden tahkim ettirmis oldugu Egrikapi (Kaligarya) önüne konmustu.

Pâdisah, bu kapinin tahrib edilemeyecegini anlayinca topu Sen-Romen kapisi önüne

tasitti. Bundan dolayi bu kapi Topkapi adini almistir.

Takriben iki ay sonra Fâtih diye anilacak olan

Mehmed'in ordulari, Istanbul surlari önünde göründükleri zaman, Katolik

Hiristiyan dünyasi, Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birlesmesi gerektigini, bu

birlesme için, bundan daha iyi bir zamanin olamayacagini düsünüyor ve ancak bu

sayede Bizans'a yardim yapilabilecegine inaniyordu. Bu yardimla o, Ortodoks

Kilesisi'ni asimile edip tamamen ortadan kaldirmayi hedefliyordu. Dönemin

Hiristiyan âlemindeki bu çekisme ile, Islâm'dan alinan ilhamla, Osmanlinin sahip

oldugu dinî müsamahasi (hosgörü)ni karsilastirma bakimindan bu mevzuda kisaca ve

özet olarak bilgi vermek istiyoruz. Böylece, Ortodoks Mezhebi'ndeki Rumlarin,

içinde bulunduklari psikolojik durumu anlama imkânini da bulmus olacagiz. Bu

karsilastirmayi da bizzat kendi kaynaklarindan yapmakla meseleye daha rahat bir

açiklama getirmis olacagiz.

Mehmed'in askerleri tahribat için Istanbul kapilarina

dayanirken, sehir halki Rum ve Latin kiliselerinin birlesmelerini saglamak veya

engellemek için birbirleri ile budalaca çekisiyorlardi. o tarihten bir önceki

yilin 12 Araliginda, Ayasofya'da iki firka (mezheb) arasinda seklî bir uzlasma

saglanmistir. Fakat bu uzlasma, Avrupa'nin büyük devletlerini, kendi sonuçlari

ile ilgilendirip bu yoldan biraz yardim saglamak ümidi ile yapilmisti. Sizmatizm

atesi henüz sönmemis oldugundan, her gün bir takim çirkin çekismeler

görülüyordu. Muhaliflerin düsmanligi son dereceyi bulmustu. Bir grup papaz ve

ileri gelenler, imparator ile birlikte Katolik âyininde hazir bulunurlar iken,

baska kesisler ile halkin bir kismi manastirlardan çikmiyorlardi. Hammer, bu

konuda daha fazla tafsilat vererek iki kilisenin nasil birbirleri ile

çatistiklarini anlatir. Fakat biz, dönemin Bizans tarihçisi olan Dukas'in

verdigi bilgiyi de vermek suretiyle Katolik ve Ortodoks kiliselerinin

birbirlerine karsi olan bu hasmâne tavirlarini ortaya koymaya

çalisacagiz.

Gennadios, her gün birlesme taraftarlari aleyhine

va'z etmekten ve yazilar yazmaktan geri kalmiyordu. Saint Thomas Akinu'nun sahsi

ve eserleri aleyhine yeni mütalaalar ve itirazlar tertip ediyordu. Bir de

Dimitri Kidoni aleyhinde bulunuyor ve bunlarin rafizî olduklarini isbat

ediyordu. Senatodan bas amiral büyük duka (Lukas Notaras), Genadios ile ayni

fikri paylasiyor ve onunla is birligi yapiyordu. Istanbul aleyhine toplanmis

olan sayisiz Türk askerlerini gören halka hitaben bu büyük duka, Latinler

aleyhine sunlari söylemeye cesaret etti: Istanbul'un içinde, Türk sarigini

görmek, Latin serpusunu görmekten daha iyidir.

Görüldügü gibi Imparator, Avrupadan yardim alabilmek

için Papa tarafindan sart kosulan Katolik kilisesi ile birlesmeyi kabul etmis,

onun gönderdigi Kardinal Izidor vasitasiyle Ayasofya'da âyin yapilmisti. Bu

hareket, Hiristiyanligin, Ortodoks Mezhebi'ne bagli olan halkta, büyük bir

nefret uyandirmisti. Latinlere karsi olan bu nefretin kökleri çok eskilere

dayaniyordu. Zira 1204'teki Latin istilasinin aci hatiralari, halkin

hafizasindan daha silinmemisti. Sehirde yaptiklari yagma ve Rumlara yapilan

iskenceler ile onlari her türlü haktan mahrum edisleri, henüz unutulmamisti. Bu

istila esnasinda Istanbul'daki âbidelerin çogu tahrib edilmis, mezarlar

soyulmus, birçok eser mahvolmus ve Türk fethine kadar bu facianin izi

silinememisti. Türkler, Istanbul'a girdiklerinde bir kismi çok harab 50'ye yakin

kilise, bazi resmî binalar, yikilmis müesseseler, bozuk yollar ve terk edilmis

saraylar bulmuslardi. Bu sekildeki tahribata karsilik, Müslüman Türk'ün

müsamahasi biliniyor, Osmanli hükümdarlarinin vicdan hürriyetine, din ve mezheb

serbestisine verdikleri mukaddes mânâ farkediliyordu. Rumlar, her mezhepteki

hiristiyanlarin, mal, can ve din hürriyetine sahip olarak Osmanli ülkesindeki

rahat hayatlarini gipta ile karisik bir hayranlikla müsahede ediyorlardi. Bu,

Müslüman ve büyük devletin, gayr-i müslim tebeasina (vatandasina) verdigi büyük

rahatlik ve kazanç imkanlari da bunlara ilave edilince, bazi Bizanslilarca

Osmanli idaresi bir nimet ve kurtulus olarak görülüyordu. Bu anlayisin bir

sonucu olarak, imparatordan sonra, en yüksek dereceli devlet adami olan Grandük

Notaras: Konstantinipolis'te kardinal sapkasi görmektense Türk sarigini görmeyi

tercih ederim diyordu. Makamindan uzaklastirilan eski patrik Gennadios

(fetihten sonra Fâtih tarafindan Rum Patrikligi'ne getirilen kimse) da

Ortodoksluk için en iyi tercihin bu olduguna inaniyordu. Zira Türk sarigi,

düsmanlari olan milletler tarafindan dahi hakkin, dogrulugun, adaletin, din ve

vicdan serbestisinin isareti olarak görülüyordu. Tazim ve tekrim ediliyor, onun

hakim oldugu idare araniyordu. Hatta bir rahibe bütün hiristiyanlarin saskin

bakislari önünde mezheb degistirmeyi red ederek tamamen Islâmî olan kiyafeti

kabul edip, Hz. Peygamberin nübüvvetini tasdik ettigini haykirmisti. Çünkü,

Sultan Mehmed'in temsil ettigi idare, insan tabiat ve yaratilisina son derece

uygun idi. Devrinde hayal edilen ve arzu edilen esaslara dayanmis bulunuyordu.

Bu, onun Islâm mümessilligini ne kadar azametle temsil ettigini

gösterir.KUSATMA VE ISTANBULUN FETHI

Bilindigi bi Cuma, içinde Cuma Namazi bulundugundan

Müslümanlarcaek olarak kabul edilmektedir. Iste böyle bir günde Edirne'den

baslayan hareket, 6 Nisan (26 Rebiülevvel) gününe tesadüf eden baska bir Cuma

günü, genç hükümdarin, ordusu ile birlikte edâ ettigi (kildigi) Cuma Namazi'ni

müteakip baslayan kusatma ile ilgili yerli ve yabanci bir çok kaynakta bilgi

bulunmaktadir. Birbirlerini tamamlar mahiyette olan bu bilgileri kisaca ve ana

hatlari ile vermek gerekiyor. Zira tafsilatina girdigimiz zaman sadece bu

kusatmanin, hacimli bir eseri dolduracak kadar genis olacagi görülecektir. Bu

sebeple biz, konunun detaylarina girmeden vermek ve kaynaklarina dipnotta isaret

etmekle yetinmek istiyoruz.

Cuma namazindan sonra muhasara hareketine

baslanilmasini emreden genç hükümdar, maddî kuvvet kadar mânevî kuvvetin de

tesirine inaniyordu. Bu sebeple sultanin etrafinda, ulema, mesayih ve bunlarin

talebelerinden meydana gelen bir halka bulunuyordu. Bunlar, asker arasinda gazâ

ve cihadin faziletinden bahsederek onlari Feth-i Mübine tesvik ediyorlardi.

Onlar, bununla da yetinmeyerek Feth-i Mübinin muhakkak oldugunu, Kostantiniyye

fethinin Sultan Mehmed tarafindan gerçeklestirilecegini askere telkin

ediyorlardi. Âlimler, seyhler ve seyyidlerden meydana gelen halkadan bahseden

Hoca Sa'duddin Efendi bu konuda su bilgileri vermektedir:

Ulema, mesayih ve seyyidler, eski âdetleri üzre ol

gazi hükümdarin katinda bulunmak, gaza sevabini elde etmekle yüceldiler. Onun

otagi yaninda yürüyüp dua etmekten bir an dahi geri kalmadilar. Sultan-i âlisan

(sani yüce sultan)la at basi giderek onun *

âyet-i kerimesinde belirtildigi gibi onun verdigi nimetlere sükr ederler

derecelerine dogru yöneldiler. Her an, fetih ve zaferin nasib olmasi duasina,

emel ve dileklerinin gerçeklesmesi için yakarista bulundular. Gerçekten de

rehberi zafer olan bu seferde, temiz ruhlar birlikte, gayb ordulari ise askerin

öncüsü olarak ilerlemekte idi. Ama o tarihlerde hayatta olan ve gizli sirlari

bilenlerden ve kerametleri zahir olan Aksemseddin Hazretleri ile Akbiyik Dede,

Islâm askerlerine yüz akligi olmak için duaya devam ediyor ve hükümdarin emri

geregince otag yaninda yürüyorlardi. Böylece onlar da, dilekleri gerçeklestiren

Allah'in yardimlarini taleb için ayni yola düstüler.

Bizans surlari önünde saf tutan Osmanli ordusunda,

piyadeler sagli sollu ayrilmis, arka ve yanlara süvariler konmustu. Üç adet

büyük hücum firkasi teskil edilmis ve 14 bataryalik bir topçu parki kurulmustu.

Kisa bir zaman içinde muhasara için mevki alan ordu, hazirliklarini yürütürken

Sultan, Bizans Imparatoru'na, Mehmed Pasa'yi, baska bir rivayette de Isfendiyar

oglu Ismail Bey'i elçi olarak gönderip, sayet teslim olurlarsa, halkin mal ve

canlarinin güvenlikte bulunacagini, isteyenlerin bütün esyasiyla birlikte

arzuladiklari yere gidebilmekte serbest olacaklarini, aksi takdirde harp

hukukunun gerektirdigi seylerin yapilacagini bildirdi. Bu teklifin reddedilmesi

üzerine, kusatma hareketine hiz verildi. Sahî denilen büyük top, günümüzde

Topkapi denilen yerde mevzilendirildi. 12 Nisan'da safakla birlikte topçu

bataryalari atese baslayarak, surlar bombardimana tutuldu. Bu bombardimanlarin

çok ustalikli yapildigi, nokta atislari ile surlardaki muhayyel bir üçgen

dövülerek, zedelenen kenarlarin üzerine, ortasina yapilan top darbeleriyle büyük

gedikler açildigi rivayet edilir. Bu sekildeki bir bombardiman, Türk topçusunun

harp teknigindeki maharetlerini göstermektedir. Schlumberger, bu konuda

asagidaki ifadeleri kullanarak Osmanli topçusunun, bu fetihteki rolüne isaret

eder:

Yine Nisan'in on ikinci günü büyük bombardimanin

basladigi gündü. Bu elem verici tarihten itibaren muhasaranin son buldugu 29

Mayis tarihine kadar yedi hafta boyunca o korkunç toplar, günün her saatinde

sasmaz bir intizam dahilinde dehset saçan bir gürültü ile agir mermer

güllelerini Bizans surlarina firlatmaktan bir an dahi geri kalmadilar. Simdiye

kadar hiç kimsenin asla isitmemis oldugu bu harikulade top patlamalarini isiten

hurafe perest (hurafelere inanan) halkin, duçar oldugu canhiras feryad ve

dehset, tasavvur edilsin. Tesirin tahribkarligi derhal görüldü. Asirlar oyunca

nice güçlü milletlerin hücumlarina dayanmis olan bu asirlik duvarlarda, derhal

gedikler açilmaya baslandi. Bu gülleler, kesif bir toz ve duman bulutu içinde

müthis bir gürültü ile geliyor, surlara çarpip tahribatini yaptiktan sonra bin

parça oluyorlardi. Kusatilmis olanlar, çok kisa bir mesafeden yapilan bu ilk top

atesini müteakip, bin seneden beri bu sevgili beldenin maglup edilemez bir

tanriçasi makaminda tuttuklari ve varligiyla magrur olduklari bu köhne surun

kendilerini korumaya yetmeyecegini anladiklari zaman, tarifi imkansiz bir ye's

ve kedere kapildilar.

Mutlak surette galip gelmek azmiyle bütün

hazirliklarini tamamlayan Sultan Mehmed, ortaçagin en büyük kalesini yikmak için

yaptirdigi müthis toplari ile Istanbul surlari önüne gelip muhasaraya baslar. 6

Nisan - 29 Mayis arasinda 54 gün süren kusatmanin tafsilatina girmek

istemiyoruz. Ancak, Fâtih ünvanini alacak olan Sultan Mehmed, Istanbul surlari

önünde, kendisini bütün mukadderatla karsi karsiya getiren iki çetin imtihan

daha geçirmisti. Durumun nazikligini ortaya koymasi bakimindan kisaca bunlardan

söz etmek gerekiyor.

20 Nisan'da bugday yüklü bir Bizans gemisiyle dört

Ceneviz gemisi, Baltaoglu Süleyman Pasa'nin bütün gayretlerine ragmen, Lodos

rüzgari ve Bogaz'daki akinti sebebiyle Halic'e girmeyi basardilar. Bu basari,

Bizans'ta büyük bir ümit ve sevinç uyandirdi. Bu gemilerin, batililar tarafindan

gönderilen donanmanin öncüleri oldugu sayiasi yayildi. Tursun Bey'in ifadesiyle

bu hadise, ehl-i Islâm arasina fütur ve perisanî saldi. Amma ma'nide âyet-i

kerimesinin isaretine uygun olarak bu hadise, alinan tedbirlerle Müslümanlarin

lehine tecelli edecektir. Gerçekten, muhasarayi basarisizliga ugratacak büyük

bir tehlike belirmisti. Ümitsizlik, bozgun dogurabilirdi. O zaman, Aksemseddin

tarafindan Pâdisaha sunulmus olan bir mektup, bu muvaffakiyetsizligin, umumî bir

hayal kirikligi dogurdugunu ve zaferi süpheye düsürdügünü isbat etmektedir.

Mektup, alinmasi gereken tedbirleri de tavsiye etmektedir.

Düsman gemilerinin Halic'e girmesi üzerine, hisimla

atini denize dogru süren ve kaftani islanincaya kadar denize girmis olan genç

hükümdar, bu durumu hazmedemeyerek Baltaoglu'nu komutanliktan azlip, onun yerine

Hamza Bey'i tayin eder.

Sultan, bütün vezir ve komutanlarin katildigi bir

Divan toplar. Orada, Çandarli ile ona tabi olanlar, ortaya çikan durumdan

istifade ile Imparator'la müzakerelere girisilmesi ve muhasaranin kaldirilmasi

fikrini tekrar ortaya atarlar. Genç hükümdar için durumun ne kadar nazik bir

hale geldigini tasavvur etmek mümkündür. Vaziyeti, Çandarli Halil Pasa'nin eski

rakibi ve fetih fikrinin kuvvetli müdafii Zaganos Pasa kurtarir. Sehabeddin Pasa

ve Koca Turahan Bey'le Aksemseddin'in ve Sultanin hocasi Ahmed Güranî (Molla

Güranî)'nin yardimlari ile bu bedbin görünüsü yenmeye ve savasa devam azmini

yenilemeye muvaffak olurlar. Bunlar, tesci' edici sözleriyle askerin cesaretini

yükselttiler. Hoca Sa'duddin bu konuda sunlari söyler: Ulemanin ileri

gelenlerinden Seyh Ahmed Güranî, büyük seyhlerden Aksemseddin ve makami yüce

vezirlerden Zaganos Pasa, ülkeler hakimi sultan ile ayni görüs ve fikirde olup,

baris ve anlasma yolunu benimsememislerdi. Fetih alâmetleri belirdigi sirada

isten el çekmek vazife anlayisina sigmaz diyerek zaferleri gölge edinen

askerlere nasihatlarda bulundular ve tatli bir dille sonra Rum ülkesi size

açilacaktir hükmünde belirtilen gerçek vaadi hatirlatarak büyük savas,

Kostantiniyyenin fethidir gerçeginden hareketle ortaya konan gayret ve ihtimami

bir bir gazilere anlattilar.

Bizans'in, Haliç tarafindan da tazyiki için limana

girise mani olan zincirin kirilmasi denenmisse de basari saglanamamisti. Bunun

üzerine ince donanmanin Halic'e karadan geçirilmesi genç hükümdar tarafindan

düsünülmüstü. Bizans Rumlari arasinda da Gemilerin karadan yüzdürüldügü

görülünceye kadar Istanbul'un zaptinin kimseye müyesser olmayacagi hususunda

bir inanç ve anlayis bulundugundan, kusatilanlarin bütün ümitlerini kirmak için

bu ise tesebbüs edilmistir. O sirada, Galata, Cenevizlilerin elinde bulunup ayri

bir kalesi vardi. Bura sakinleri, Türklerle dost olmakla beraber geceleri de

Bizanslilara yardim etmekteydiler. Halic'e denizden girmenin imkansizligi

yüzünden 50-70 kadem uzunlugundaki 15-22 sira kürekli 70 kadar gemi, 22 Nisan

gecesi sabaha kadar Halic'e geçirildi. Solakzâde bunu Himmet-i merdân ile

Besiktas dedikleri yerden Kasim Pasa deresine dogru, dag parçasi gibi gemilerin

altina rugan (yag) ile terbiye olunmus kütükler döseyip, bir rivayette yelkenler

açarak yürüttüler ve gemileri birbirine baglayarak üzerine metrisler koydular

cümleleri ile anlatir. Bu sevkiyat yapilirken Beyoglu tepelerine yerlestirilen

bataryalarla Haliç'teki Bizans donanmasi taciz edilip hareketsiz birakildigi

gibi surlarin etrafinda da bombardimana devam edilip, esas faaliyet, iyi bir

sekilde gizlenmisti. Sabahleyin 70 parça kadar geminin, Haliç'te yelken açtigini

gören Bizanslilar, hayret ve dehsetle bu manzarayi seyre baslamislardi. Bu

sekilde, karadan gemi yürüterek denize indirme teknigi büyük bir basari

idi.

Fâtih, bununla da kalmadi, ihtiyaç karsisinda büyük

dehâsinin yeni bir kesfini de ortaya koydu. Havan toplari döktürdü. Onlarin,

balistik hesaplarini bizzat yaparak tecrübelerinde bulundu. Beyoglu sirtlarindan

ve Galata surlarindan asirma atislarla Haliç'teki düsman gemilerini batirmaya

basladi. Böylece yeni bir cephe açilmasi ve Bizans'in her taraftan

sikistirilmasi, Imparator'u, en agir sartlari kabul ederek baris teklifinde

bulunmaya zorladi. Fakat Fâtih, Imparator'un gönderdigi elçilere: Ya ben

Bizans'i alirim, ya Bizans beni diyecek kadar, fetih isinde azimli oldugunu ve

teslimden baska bir teklifi kabul etmeyecegini bildirmisti.

Gemilerin Halic'e indirilmesinden sonra Defterdar ile

Kumbarahane Iskelesi arasinda bin kadar duba üzerine, bes askerin yan yana

yürümesine imkân verecek ve top geçirilebilecek sekilde muntazam, saglam

dösemeli bir köprü kurdurdu. O dönem tekniginin bir harikasi kabul edilen bu

köprü, Rumlarin mâneviyatlarini yeniden ve esasli bir sekilde

sarsti.

Fâtih Sultan Mehmed'in karsilastigi ve âdeta imtihan

edildigi buhranli ikinci hadiseye geçmeden önce, onun düsmani olan ve Fâtih'i

sahsen taniyan Bizans imparatorluk prensi meshur tarihçi Dukas'in karadan

yürütülen gemiler ile pâdisahin bu husustaki faaliyetleri hakkindaki

düsüncelerini buraya almayi faydali buldugumuzu belirtmek isteriz. O, söyle

diyor:

Pâdisah, cesurâne ve cür'etkârane bir planin tatbik

ve icrasini düsündü. Galata'nin sark tarafinda ve Çifte sutun altindaki cihette

olan yer ile, Galata'nin diger cihetinde ve Kosmidion denilen yerin karsisindaki

Haliç sahili arasinda bulunan ve Galata'nin arkasinda olan ormanlik dag yolunun

düzeltilmesini emr etti. Bu yolu, mümkün oldugu kadar düzelttiler ve makaralar

ile gemileri denizden karaya çikardilar. Bu gemilerin, geçidin (Bogaz) mukaddes

agzindan çekerek, kara yolu ile,Halic'e nakl olunmalarini emr etti. Bu suretle

emir icra olundu. Gemiler çekiliyordu. Her birinin bas tarafinda bir kaptan ve

arka tarafinda bir dümenci oturuyordu. Bir digeri de elinde küregi tutarak,

yelkeni harekete geçiriyordu; biri de davul, baska birisi de borazan çaliyor ve

denizcilere ait sarkilar okuyordu. Muvafik rüzgarin esmekte oldugu sirada,

ormanlari ve dereleri asarak, denize varincaya kadar karadan geçiyorlardi. Bu

gemilerin sayisi seksen idi. Bunlar arasinda iki sira kürekli kadirgalar da

vardi. Geri kalan gemileri orada biraktilar. Böyle bir harikayi kim gördü ve kim

isitti? Keyahsar (Keyhüsrev) denizde köprü insa ederek, karada yürür gibi bu

köprü üstünden karsiya asker geçirdi. Bu yeni Makedonyali ve bana kalirsa

neslinin en son pâdisahi olan Mehmed, karayi denize tahvil etti (çevirdi). Ve

gemileri dalgalar yerine, daglarin tepelerinden geçirdi. Binaenaleyh bu,

Keyahsar'i da geçti. Zira Keyahsar, Elispondos (Çanakkale Bogazi)'u geçti ve

Atinalilara maglub olarak muhakkar (hakarete ugramis) bir halde geri döndü.

Mehmed ise, karayi denizde oldugu gibi geçti ve Bizanslilari mahv etti. Ve

hakiki altin gibi parlayan Atina'yi (burada kastedilen Istanbul'dur) yani

dünyayi tezyin eden (süsleyen) sehirlerin kraliçesini feth

etti.

Istanbul'un, kusatma altina girdigi günden, düsecegi

gününe kadar Haliç'te büyük bir Venedik gemisinde bulunarak, olup bitenleri

yakindan takib etmis olan vak'anüvis Nicolas Barbaro, efsanevî mes'ale isigi

altinda gemilerin, dag ve tepelerden geçisinin dehset saçici cereyanini,

taifelerin sevk ve setaretini, tekbir seslerini, sevinç nârâlarini ve davul

âvâzelerini uzun uzun anlattiktan sonra Bu gemilerin, sanki denizde imis gibi

karada hareketleri hadisesini gözleriyle takib etmemis bir kimse için bunun,

inanilmayacak kadar garip bir manzara oldugunu tekrar ederim. Ben bunu,

Keyhüsrev'in Athos dagini yarmasinda gösterdigi cearet ve fedakârligin kat kat

üstünde bulurum. Bunlari bizzat gözlerimle gördüm. Eger bu harikulade olayin

meydana gelmesinde hazir bulunmamis olsaydim, buna inanilmaz ve garip masallar

gibi görünmüs olacak olan diger rivayetlere de artik inanirim

der.

Fâtih Sultan Mehmed'in, muhasara esnasinda

karsilastigi ve âdeta imtihan edildigi ikinci önemli hadise, Mayis sonlarina

dogru kendisini göstermisti. Hemen hemen bütün kaynaklarin belirttigine göre o

günlerde Osmanli ordugâhinda, Bati hükümdarlarinin birlestikleri, Hunyad'in

sehri kurtarmak üzere kuvvetli bir ordu ile yolda oldugu ve büyük bir Haçli

donanmasinin Agriboz'a veya Sakiz Adasi'na ulastigi sayialari yayilip büyük bir

endiseye sebep oldu. Tekrar mirildanmalar basladi. Basindan beri kusatmaya karsi

gibi görünen Çandarli, hakli çikacak gibiydi. Gerçekten, Venedik, 7 Mayis'ta

hazirladigi bir donanmayi G. Loredano komutasinda Ege sularina göndermisti. Papa

da kendi hesabina bes kadirga techiz ettirip yola çikarmisti. Öbür tarafta

Karamanoglu, Venediklilere verdigi söz üzerine Istanbul surlari önünde herhangi

bir gevseme halinde harekete geçmeye hazir bulunuyordu. Kuvvetli bir casus

sebekesine sahip olan Osmanli hükümdarinin, bu faaliyet ve hazirliklardan

habersiz kalmasina imkan yoktu. Bir gecikme, sonucu çok tehlikeli ve mes'um

neticeler dogurabilirdi. Tâcîzâde'nin ifadesiyle: Te'hir olicak mebada derya

yüzünden dahi küffardan muavin gelip halka zaaf-i kalb târi olmaga sebep ola.

Gerçekten de Istanbul muhasarasinin sonlarina dogru (25, 26 Mayis) bir Macar

heyeti, Osmanli karargâhina gelir. Bu heyet vâsitasiyle, Jan Hunyad'in,

naiplikten çekildigi ve Ladislas'in kral oldugu ögreniliyordu. Bu yüzden Jan

Hunyad, Sultan Mehmed'le üç seneyi kapsayacak sekilde yapmis oldugu mütarekenin,

ahidnâmesini geri istiyordu. Zira idareyi genç krala devr etmekle imzalamis

oldugu ahidnâmenin geçersiz oldugunu ve bu yüzden onu geri isteyerek ve Osmanli

hükümdarinin ahidnâmesini de iade ediyordu. Macar heyeti, vezir-i azam ve onun

yaninda bulunan iki vezirle görüsür. Sefir, efendisinden aldigi talimat üzerine,

pâdisahtan Istanbul kusatmasinin kaldirilmasini ister. Aksi takdirde Macarlarin,

Bizans'in lehinde hareket edip onlarin yaninda yer alacaklarini bildirir. Macar

elçilik heyeti, Bati devletlerine ait bir filonun da Bizans'a yardima gelmekte

oldugunu bildirir.

Macar elçisiyle olan görüsme, genç hükümdara

bildirilir. Macarlarin Rumlara yardim edeceklerine dair olan tehdidi ve bir Bati

filosunun yardima gelecegi sözleri, Sultan Mehmed'i düsündürür. Bunun üzerine,

27 Mayis aksami bir meclis toplayarak vaziyeti görüsür. Vezir-i a'zam Halil

Pasa, daha önce görmüs oldugu üç Haçli seferinin tehlikelerini yakindan bildigi

ve Bati Hiristiyanlarinin yeni bir Haçli seferi düzenlemelerinden korktugu için,

imparatorun agir bir vergiye baglanarak muhasaranin kaldirilmasini teklif eder.

Özellikle Hiristiyan Bati'nin birleserek Müslüman Türkleri Balkanlardan atmak

üzere harekete geçebileceklerini, bunun da daha büyük bir felakete sebep

olacagini söyler. Zira o, Yildirim Bâyezid'in akibetini, Izladi, Varna ve Ikinci

Kosova muharebelerini hatirliyordu. Buna karsilik Zaganos Pasa, Istanbul'a

yardim yapilamayacagini, Bati devletleri arasindaki rekabetin bu yardima engel

olacagini, yardim yapilsa bile önemli olamayacagini söyler. Onun bu görüsüne

bazi ümera ile ulema ve Aksemseddin istirak ediyorlardi. Benimsenen bu görüs

üzerine, genel bir hücuma karar verilir.

Gerçi, Venedik veya Papa'nin donanmasinin Sakiz'a

geldigi haberi alinmisti. Son olarak yapilacak hücumun neticesine kadar Macar

elçisi iade edilmeyerek alikonuldu. Bu arada muhasaranin uzamasi, bazi

dedikodulara sebep olmustu. Pâdisah da endiseli ve sikintili idi. Ancak

Aksemseddin'in sebat ve hücum edilmesi ile ilgili mektubu ve manevî tebsirati

havi yazisi, herhalde Sultan Mehmed üzerinde tesirli olmustur.

Fetih esnasinda, Sultan Mehmed ile Aksemseddin

arasindaki ilgi, tesvik ve sabri tavsiye hususu, su ifadelerde açiklik kazanir.

Bâhusus, fetih tarihinin iç yüzünü idare eden Aksemseddin, cepheden cepheye at

oynatan, kafasi ve bedeniyle de en agir ve zorlu yükü tasiyan pâdisahin bir

dinamo gibi zaman zaman bosalir olan mâneviyatini besliyor ve takviye ediyordu. Genç hükümdar, sihirbaz kudretiyle kal'alar kurdurmus,

toplar döktürmüs, donanmasina bir gecede daglari asirtmis, genç, dinç, nizamli

ve talimli ordusuyla karalari denizlere çevirtmis, denizleri tutusturtmustu. Ama

yine de Bizans surlarina çarpip püsküren ve uzadikça uzayan muhasaradan da zaman

zaman ümitsizlige düser gibi oluyordu. Ne ki genç hükümdarin kulagina

durmaksizin Korkma, sehri alacaksin diyen ses, ona her zaman deste ve yar

olmakta bulunuyordu.

Ama bir türlü neticelenmeyen kusatma ve Ortodoks

kiliseninin son ve tek ümid olarak Katolik kilisesine boyun egmesine karsilik,

Papa'nin da Avrupa'li kuvvetleri, sehre yardimci olmak üzere gönderme

ihtimallerinin kizistigi bir gerçekti. Iste biçagin kemige dayandigi bu çok

nazik demde, pâdisahin, Veliyüddinoglu Ahmed Pasa'yi, Ak Seyh'in çadirina niyaz

ve sual babinda göndererek seyhinden fethin gününü, hatta saatini ve sehre

girilecek noktayi ögrenmis görüyoruz.

Fakat, Seyh'in ogullarindan biri, babasinin

mustuladigi an gelip çattigi halde, fetih haberinin gelmemesi üzerine, pâdisahin

gazabindan korkarak, merakla babasinin çadirina geldigi vakit, kapida bulunan

nöbetçi: Içeri kimseyi komayasuz diye siparis olundu diyerek delikanliyi Ak

Seyh'in yanina almaz. Bu esnada çadirin bir yanindan etegini kaldirip içeri

bakan genç adam, babasinin basi secdede, göz yaslari ve enin ile aglayip

yalvarmakta oldugunu görür. Bu uzun niyaz ve yanik münacattan sonra, Seyh'in

basi secdeden kalkar. Bu esnada da ordu, yatagini asmis sel gibi, tasa köpüre

sehre girmekte, Ak Seyh de kendi kendine Elhamdülillah, Elhamdülillah diye

Cenabu Hakk'a sükr etmeye, tekbir getirmeye baslamis bulunmakta

idi.

Aksemseddin ile Fâtih arasindaki münasebetlere temas

etmis olmakla birlikte, daha önce toplanmis bulunan harp meclisinden kisaca söz

etmemiz gerekiyor. Zira bütün teklif ve çabalara ragmen Bizans teslime

yanasmadigi gibi, Fâtih'i zor durumda birakacak bazi tesebbüslerde de

bulunuyordu. Bunun için 27 Mayis'ta, Fâtih'in baskanliginda toplanan bir harp

surasinda uzun münakasalar yapilmisti. Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin muhasarayi

kaldirma taraftari oldugunu bu surada açikça söyledigine daha önce isaret

edilmisti. Buna karsilik Zaganos Pasa ile hem tib hem de manevî ilimlerde derin

malumata sahip bulunan Aksemseddin, fethin, Müslümanlarin 850 senelik en büyük

idealleri bulundugunu, Bizans'in mânen tefessüh ettigini, maddeten de hiç bir

gücünün kalmadigini, Rum halkin büyük bir kismi ile bazi ileri gelenlerin

Osmanli idaresini bir kurtarici olarak kabul ettiklerini, Istanbul'a hakim olan

devletin hem Islâm, hem de Hiristiyan dünyasinda büyük bir manevî nüfuza sahip

olacagini, bu sebeple kat'i neticenin alinmasina kadar muhasaraya devam

edilmesini istediklerine temas edilmisti. Hz. Peygamberin ashabindan ve hicret

esnasinda kendisini Medine'de evinde misafir etme serefine nail olan Ebu Eyyub

el-Ensarî'nin kabrini kesf ettigi gibi, Kur'an'da Istanbul'a isaret ettigi kabul

edilen * beldetün tayyibetün lafzinin ebced

hesabi ile içinde bulunduklari 857 hicrî senesini isaret ettigini söyleyen

Aksemseddin, bu sebeple feth-i mübinin muhakkak bulundugunu, derin bir vecd

ile dile getirir. Bütün bu görüsmelerden sonra meclis muhasaraya devama karar

vererek dagilir.

Sultan Mehmed, harp hazirliklarini tamamladiktan sonra

sehre bir elçi göndererek Imparator'a sehri menkul serveti ve yakinlari ile

terk edebilecegini bildiren bir mesaj gönderdi. Imparator bu talebi reddedince

Fâtih, bütün orduya tellallar çikararak genel hücumun yapilacagi günü tesbit

etti. O, yemin ederek askerlere söyle dedi: Bu muharebede kazanç olarak yalniz

sehrin binalarini ve surlarini istiyorum. Sehrin diger bütün menkul servetini ve

mahsurlarini ganimet olarak size birakiyorum.

Bundan sonra, bütün ulema, mesâyih ve gazi dervisler,

asker içinde zaten coskun bulunan hücum ve kazanma halet-i ruhiyesini, mânevî

tebsirlerle bir kat daha artirdilar. Bu esnada genç hükümdar da münadiler

vâsitasiyle orduya tebligatta bulunarak ilk defa sura çikacak olan askerlerin

rütbelerinin artirilacagini, eline hükm-i serif sadaka olunarak (verilerek) tâ

nesli munkariz oluncaya degin evladinin, kiyamete kadar baki olacak bulunan

Devlet-i Âl-i Osmanî'de, her zaman muhterem sayilacagini

bildirdi.

Bu esnada Osmanli toplari surlari dövmeye devam

ediyor, Bizansli muharipler, devamli mesgul edilerek yorgun birakiliyorlardi.

Fetih sabahinin gecesi, Türk ordusunda Mum donanmasi denilen ates ve isik

senliginin icrasi ile geçti. Istanbul'u tamamen kusatan Türk deniz ve kara

ordusunda kandiller, fenerler, mes'aleler ve atesler yakilarak Kostantiniyye

(Istanbul) bir isik çenberi içine alindi. Askerin hep bir agizdan getirdigi

tekbir ve tehlil sedâlari, ortaligi inletiyordu. Gecenin karanligini yirtan bu

isik çenberi ile tekbir sesleri, tatli bir ahenk meydana getiriyordu. Isik ve

seslerden meydana gelen bu ugultuyu gören Bizans, önce Osmanli ordusunda yangin

çiktigini zannederek sevinecek, fakat kisa bir müddet sonra, bunun bir donanma

oldugunu anlayinca derin bir ye's ve ümitsizlige düsecektir. Bu esnada Bizans,

Ayasofya'da Imparatorun da hazir bulundugu son bir âyine katiliyordu. Bu âyin,

Bizanslilarin Ayasofya'da icra ettikleri son âyindi.

20 Cemaziyelevvel (29 Mayis) Sali sabahi ezan ve

namazdan sonra, Türk ordusunun büyük ve tarihî hareketi basladi. Ordu, hem kara,

hem de denizden bütün cephelerden harekete geçti. Toplar, hep birden sehir

üzerine çevrilerek ateslendi, etrafi kesif bir duman ve barut kokusu kapladi.

Ilk hamlede iki bin merdivenle 50 bin yigit ileri atilmis, harbin en siddetli

aninda, Aksemseddin ile Molla Güranî ates hattina girerek, gazâ yolunda sehidlik

mertebesine ulasmayi taleb ile askere önderlik edip örnek olmuslardi. Bizzat

genç hükümdar dahi, askeri tehyic edici sözlerle, elinde kiliç ile Topkapi

gedigine saldirmisti. Bu sirada Ulubatli Hasan adindaki muazzez nefer,

tekbirlerle Topkapi suruna sancak dikti. Böylece Islâm dilâverlerinin ve Oguz

kavminin, asirlardan beri hayal ettigi mukaddes bir rüya gerçeklesiyordu.

Ulubatli, Hz. Peygamberin müjdesine mazhar olarak 30 kadar arkadasiyla sehâdet

mertebesine ulasti.*

Bu sirada Osmanli sancaginin surlarda dalgalandigini

gören ve daha önce yaralanmis bulunan Latin komutani General Giustiniani,

gemisine çekilmek ister. Kalmasi hususunda israr eden Imparator'a Allah'in,

Türklere açmis oldugu yolu takip edecegim cevabini verdi. Bu, artik Osmanli'ya

mukavemet edilemeyeceginin bir ifadesi idi.

Bizans'in, surlardaki bayraginin indirilip yerine

Osmanli bayraginin dikilmesinden sonra, ezanlar okunmaya baslandi. Sultan Mehmed

Han, surlardaki bu manzarayi görünce, atindan inerek, Hz. Peygamber'in medih ve

senâsina nail olmanin verdigi bir sevinç, ayrica devletini, Islâm'in mukaddes

serefine mazhar kilan medhiye-i Resulullah'a**

kavusmanin verdigi heyecanla sükür secdesine kaparak Cenab-i Hakk'a hamd eder.

Sonra otag-i hümâyununa çekilerek devlet erkâninin tebriklerini kabul

eder.

Bu sirada, sehri koruyan gruplarla birlikte Bizans

Imparatoru da öldürülmüstü. O, ayakkabisindan taninmisti. Fâtih, vatanini

müdafaa için ölen bu serefli askerin cenazesine saygi göstererek onu merasimle

defn ettirdi.

Istanbul'un fethi, genç sultan için ayni zamanda

saltanatinin da fethi olmustu. Fâtih, sehrin zaptini müteakip Sehzâde Orhan'i

aratti. Ölü veya diri getirene büyük mükâfatlar vaadetmisti. Bizanslilarin

yaninda kendisine karsi surlar üzerinde savasmis olan bu Osmanli sehzâdesinin

ölümü ile Yildirim Bâyezid'in ogullari arasindaki taht kavgasi kesin olarak sona

ermisti. Gerçekten de sehrin düstügünü gören Sehzâde Orhan, surlardan atlayarak

vefat etmisti.

Feth-i mübinin gerçeklestigi 29 Mayis 1453 Sali

sabahini anlatan bir yazar, o günü su ifadelerle tasvir eder: O gün, her

zamankinden daha parlak dogan günes, göz kamastirici altin sarisi isinlari ile

âdeta Islâm'in zaferini kutluyor, cihanin incisi Kostantiniyye'ye sel gibi akan

sanli Türk ordusunu sicak bir içtenlikle kucaklayip üzerine mukaddes nurlar

saçiyordu. 29 Mayis 1453 sali sabahi, muhakkak ki bir baska sabahti. Bu parlak

ve essiz ilkbahar sabahinin cihan tarihindeki yeri ise, apayri bir özellik

tasiyordu. Zira o mukaddes Sali sabahi ile bir çag kapaniyor, yeni bir çag

açiliyordu. Bu yeni çaga, essiz dehasi, rakipsiz kuvvetiyle, Avrupa barbarlari

dahil, bütün cihana saskinliktan küçük dilini yutturup, henüz 21 yaslarinda çok

genç bir pâdisah olarak, Fâtih ünvanina hak kazanan büyük türk, Fâtih Sultan

Mehmed Han damgasini basmisti. Iste o mukaddes Sali sabahi, böyle essiz bir

sabahti.*

Osmanli ordusunun sehre girip hakim olmasi üzerine

bileginin gücü ile Fâtih ünvanini almaya hak kazanmis olan genç serdarin da

sehre girdigi görülür. Yaninda, emîr, vezir, solak, sipah ve yayalardan baska,

devlet ricali, âlimler, hocalari, seyhler, dervisler, kalenderîler ve erler

bulunuyordu. Bütün bunlarin yaninda özellikle saginda ve solunda Aksemseddin ile

Akbiyik sultanin bulunmasi dikkat çekiyordu.

Fâtihâne bir ihtisam ve büyük tezahüratlarla sehre

girmis olan pâdisah, Hammer'in (II, 302) dedigi gibi, Hiristiyanligin sarktaki

merkezini teslim almak üzere, Ayasofya'nin önünde atindan inmis ve mâbedin

esiginde sükür secdesine kapanmisti. Tursun Bey'in ifadesiyle haraba yüz tutmus

olan Ayasofya, fetih hakki olarak câmiye çevrilecekti. Rivayete göre Fâtih

Sultan Mehmed, Ayasofya'da iki rekaat sükür namazi ile ikindi namazini kildiktan

sonra mâbedin üç gün içinde bu mâbedin Cuma namazi için hazirlanmasini emreder.

Cuma günü, Aksemseddin Hazretleri, Sultan Fâtih'in koluna girip minbere

çikartarak hutbe okumasini istemis. Fâtih de Hak Teâlâ Hazretlerine hamd ve

senâdan sonra hutbeyi okur. Aksemseddin de Cuma namazi kildirmisti.**

Fâtih Sultan Mehmed, fetihten sonra Bizans ahalisi

hakkinda Hiristiyan dünyasinda esine rastlanmayan bir müsamaha hareket etmisti.

O, askerlerine, mukavemet edenlerden baskasinin öldürülmemesini, emrederek,

sadece esir edilmelerini istemisti. Daha önce de temas edildigi gibi o,

Imparator'un cesedini buldurmus, onu Rumlara teslim ederek inançlarina göre defn

etmelerini saglamisti. Rumlardan, sehir disina kaçanlarin tekrar evlerine

dönebileceklerine de müsaade etmisti.

Fethi takib eden ilk Cuma namazindan sonra meydana

gelen ikinci önemli hadise, Ok Meydani'nda yapilan fetih ve zafer alayidir ki,

üç gün üç gece süren senlik, ziyafet, oyun ve eglencelerden sonra, basardigi

büyük iste, çevresinin yardimlarini unutmayan pâdisah, Sühedaya rahmet-i

Rahman, gazilere seref ü san, tebeama fahr ü sükran dedikten sonra asker ve

sivil yüzbinlerce kisiye zafer hediyesi olarak mal, mülk ve arazi

dagitmistir.

Fakat bu noktada da mühim olan yine Aksemseddin'in,

orada hazir bulunan gazilere sesini yükseltip Ey gaziler, bilin ki, cümleniz

hakkinda ahir zaman peygamberi Ne güzel askerdir onlar diye buyurmustur.

Insallah cümleniz magfursunuz. Ama gazâ malini israf etmeyip hayir ve hasenatta

sarf edin. Pâdisahiniza da itaat ve muhabbet eyleyin, diyerek gâzilerin tamamini

sehrin imarina ve amme müesseseleri kurmaya tesvik etmis olmasidir. Istanbul, Osmanlilarin eline geçtigi zaman perisan ve

harab bir vaziyette idi. Fakat bu tahribat ve yoksulluga sebep olan Müslüman

Türkler degil, Hiristiyan Avrupa idi. Zira Comnene'ler devrinde, taht

çekismelerinden ve iç idaresizliklerinden faydalanarak sehri basan Haçli

ordulari, bu zengin ve mamur beldeyi sefil ve yoksul bir harabeye çevirmislerdi.

Böylece sehir, bir daha belini dogrultamayacak bir hale gelmisti. Bundan sonra

ne yikilan saraylar bir daha yapilmis, ne yagmalanan kiliseler bir daha

doldurulabilmis, ne kaçirilan sanat eserleri, ne tahrib edilen âbideler bir daha

yerlerine getirilebilmisti. Yarim asirdan fazla süren kan kokusu içinde, vahset

ve zulüm ile ezilen bu sehir, bir yazarin ifadesi ile yeni sahipleri olan

Müslüman Türkler sâyesinde ba'sü ba'de'l-mevte, bir yeni dogusa ugramak

talihine ermis bulunuyordu.

Öyle anlasiliyor ki sehir ve mabedlerin yagmalanmasi

bir bakima Imparatorun eliyle de oluyordu. Nitekim Istanbul fethine tanik olan

Bizansli Yeorgios'un verdigi bilgilere göre, devletin, askerlerin maasini

verecek parasi olmadigi için kral, Allah'a adanmis kutsal esyalarin kiliselerden

alinip paraya çevrilmesini emretmisti. Böylece gerek Ayasofya, gerekse sehirdeki

diger kiliselerde bulunan esya fetihten önce alinip paraya tahvil

edilmisti.

Fâtih, fetihten sonra Galata'daki Ceneviz kolonisini

de teslim alarak, onlara hukukî beratlar verdi. Bu arada Sultan Fâtih, Latin

Kilisesi ile birlesme taraftari olmayan ve bu birlesmeye muhalefet ettigini daha

önce gördügümüz Gennadius'u Patriklik makamina getirmek suretiyle Ortodokslari

himayesi altina almis oluyordu. Böylece Hiristiyan dünyasindaki iki kilise

ayirimini desteklemis oldu. Merasimle bu yeni Patrige mürassa bir asâ ve at

hediye edip iltifatlarda bulundu. Böylece Fâtih, Roma'ya hakim oluyordu. Bu

sebeple kendisine Roma Cihan Imparatoru denebilirdi. Bu anlayistan

hareketledir ki, Roma'yi elinde bulunduran ister Müslüman, ister Hiristiyan

olsun; ister kavuklu, ister sapkali bulunsun, Roma âleminin hükümdari idi. Bu

âlem, hukuken onun ülkesi sayilirdi. Böylece, Yildirim'dan beri kullanilan

Sultan-i iklim-i Rûm tabiri, Istanbul'un fethi ile Ortodoks dünyasi tarafindan

da kabul edilip tasdik edilmis oluyordu. Bu tasdikin, Avrupa fetihlerinde büyük

faydasi görüldügü gibi, kuvvetli oldugumuz devirlerde de Patriklik makaminin

bizde bulunusu, yararimiza olmustur. Fâtih, bu hareketiyle Dogu Hiristiyanligini

Katolik Roma'dan tamamen ayiriyordu. Buna kendi gücünü de katarak asirlardan

beri dogu dünyasinin Roma'liya karsi gösterdigi reaksiyonu âdeta yeni bir

senteze kavusturuyordu. Gerçekten de Istanbul'u fetheden Türkler, Sark, yani

Ortodoks kilisesinin, Bizans Imparatorlugu zamanindaki bütün haklarini tanimak

suretiyle Rumlari memnun etmis ve onlari müteaddid müzakerelere ragmen bir türlü

yanasmak istemedikleri Garp (Katolik) Kilisesi'nin nüfuz ve hakimiyeti altina

düsmekten kurtararak eskisi gibi kiliselerinin istiklâlini emniyet altina

almislardi. Nitekim, Osmanli hükümdari, Istanbul fethinden sonra ilim ve

faziletle taninmis olan Gennadius'u Rumlara Patrik olarak tayin etmis ve

Patrikhâne'ye Bizans imparatorlari zamanindakine benzer selâhiyetler

vermisti.

Osmanli Devleti'nin bu ince hesapli siyaseti, bir

buçuk asirdan beri zaman zaman kileselerin birlesmesi için Papa'ya yapilan

müracaat kapisini tamamen kapatmisti. Is bu kadarla da bitmemis, devlet,

Galata'daki Cenevizlilerle Galata halkina da bir fermanla teminat vermisti. Bu

hareketiyle Osmanli Devleti, gerek Balkanlar'da kendi idaresi altindaki ve gerek

Mora, Sirbistan, Eflâk ve Güney Arnavutluk'taki Ortodokslari samimi olarak kendi

idaresine baglamisti.

Istanbul'un, 29 Mayis 1453 (20 Cemaziyelevvel 857)'de

Osmanli Türkleri tarafindan feth edilmesi, Avrupa'yi ve özellikle Papa ile

Napoli Kralligini, ayrica Güney Avrupa memleketlerini hayret ve dehsete

düsürmüstü. Bununla beraber, gerek Osmanlilarin büyük bir cihad ruhu ile askerî

güce sahip olmalarinin etrafa verdigi korku, gerekse artik Hiristiyanlik

taassubunun yerini, tedricen de olsa aklî muhakemenin almis olmasi yüzünden

birçok devlet, sesini çikaramaz hâle gelmisti. Bu sebepledir ki, Papa V.

Nikola'nin, yapmak istedigi ve yeni bir Haçli Seferi için saga sola bas vurmasi

sonuçsuz kalmisti. Nitekim, Papa'nin bütün Hiristiyanlari silaha sarilmaya davet

eden 30 Eylül 1453 tarihli beyannâmesi, fazla bir alaka uyandirmadigi gibi,

Papa'nin, Osmanlilar aleyhine harekete getirmek istedigi Adalar halki ile Balkan

yarimadasi'ndaki despotluklar ve bu meyanda Sirp, Eflâk, Bosna, Mora, bazi

Arnavut kral devlet ve senyörleri, Osmanlilarin Enez zaferinden sonra 1454

senesi ilkbaharinda göndermis olduklari elçileri vâsitasiyla Istanbul fethinden

dolayi Osmanli hükümdarini tebrik ediyorlardi.

Hiristiyan Bati dünyasinda beklenmedik bir felâket

olarak kabul edilen Istanbul fethi, zafernâmelerle Islâm dünyasina

bildirilmisti.Resûlullah (s.a.v.)'in hadiseleri ile ta'ziz edilmis olan Fâtih

Sultan Mehmed ve ordusu, büyük bir tebcile layik görülmüslerdi. Misir, Sam,

Bagdad ve diger Müslüman sehirler ile ülkelerde merasimler tertiplenip kutlama

törenleri yapilmisti. Kahire'de bulunan Abbasî halifesinin emriyle camilerde

Müslüman Türk sehidlerine dua edilmis ve Fâtih'in ismi hutbelerde zikredilmisti.

Bu andan itibaren bütün Islâm dünyasi, Peygamberlerinin müjdesine (tebsirât)

mazhar olan Osmanli Devleti'ni, Islâmiyetin büyük bir temsilcisi olarak kabul

etmeye baslamisti. Haçli sürülerine karsi Islâm'i, Selçuklu ve Osmanli

devirlerinde serefle müdafaa etmis olan Türk milleti, bu fetihle, bütün Müslüman

dünyasinin sönmez ve eksilmez muhabbetini kazanmisti. Bu sebeple Memlûk Sultani,

Fâtih'e elçi göndererek kendisini tebrik etmisti. Keza, Güney Hindistan

(Behmenî) Sultani Alaeddin II. Ahmed Behmen Sah (1435-1457) da elçiler gönderip

Fâtih'i tebrik edenler arasindaki yerini almisti.

Islâm dünyasinin, Istanbul'un fethinden dolayi bu

kadar sevinmesinin sebeplerini, çok derinlerde aramak gerekir. Zira bu sehrin

fethi, Müslümanlar için önemli bir hedef haline gelmisti. Bu hedefe ulasmak

gerekiyordu. Çünkü bu, peygamberlerinin, asirlarca önce haber verdigi bir olayin

gerçeklesmesi demekti. Ayrica, bu olayda basari saglayan, onun müjdesine nail

olacakti. Bunun içindir ki, Hz. Peygamberin vefatindan kisa bir müddet sonra,

önce Emevîler, daha sonra da Abbasîler tarafindan defalarca muhasara edilmesine

ragmen ele geçirilemeyen Istanbul, Fâtih'ten önceki Osmanli hükümdarlarinca da

kusatma altina alinmisti. Bununla beraber fetih basarisi, henüz 21 yaslarinda

bulunan genç Osmanli hükümdarina nasib olmustu. Hz. Peygamber, Istanbul

Fâtihi'ni ve fethi basaracak olan orduyu, tebsir etmisti. Kur'an-i Kerim'deki

beldetün tayyibetün âyeti, Ebced Hesabi ile Feth-i Mübinin hicrî tarihini

gösteriyordu.

Istanbul'un fethi, bir bakima genç Sultan için

saltanatin da fethi olmustu. Bu sirada Fâtih, çesitli sebeplerden dolayi

kendisine kizdigi Çandarli Halil Pasa'yi vezir-i azamliktan azl eder. Zira onun

hakkinda ortada çesitli söylentiler dolasiyordu. Hatta Bizansla isbirligi

ettigine dair rivayetler de vardi. Nitekim Bizans Tarihi adli eserinde Dukas,

fetihten sonra Fâtih ile Duka arasindaki konusmayi verirken sunlari söyler:

Büyük Duka gelip etek öptükten sonra Pâdisah ona dedi ki: Sehri teslim

etmemekle iyi bir is yapmadiniz. Bak ne kadar zararlar, ne kadar hasarlar

yapildi, ne kadar kimse esir oldu. Duka buna cevap olarak Efendim, sana sehri

verecek kadar selâhiyetimiz yoktu, hatta imparatorun bile böyle bir selâhiyeti

yoktu. Bundan baska, senin adamlarindan bazilari da sözle ve mektuplarla

imparatora haberler göndererek, korkma, pâdisah size tahakküm edemiyecektir

diyorlardi. Pâdisah, söylenen bu sözleri Halil Pasa'ya atfetti. Bu yüzden

azledilen Çandarli Halil Pasa, kisa bir müddet sonra idam edilecektir. Pasa,

vasiyetnâmesinde bütün mal varliginin pâdisaha ait oldugunu bildirmekle

birlikte, mallari mirasçilarina birakilmis, sadece nakit paralari hazine adina

alikonmustu.

Fâtih, fetihten sonra Gennadius gibi âlim ve münevver

bir Ortodoksu patrik tayin etmekle, feth ettigi ülke halkinin geleneksel imanini

kurtarmis oldu. Sayet bu makama katoliklige meyyal bir baska ruhanîyi getirmis

olsaydi, Ortodoksluk yavas yavas sönüp ortadan kalkacakti. Patrik, gelenege

uygun bir merasimle pâdisahin huzuruna kabul edilerek kendisine murassa bir asâ

ve at verilmisti. Bu meyanda eski Bizans halkinin evlenme, bosanma, ölüm ve dinî

ayin gibi sahsî meselelerinin de kendi cemaatlerince tedvir edilmesine müsaade

edildi.

Fâtih Sultan Mehmed, patrik tayini ve Istanbul'un

ticarî, iktisadî, ictimaî, adlî ve diger hizmetleri görmek için görevliler tayin

ettikten ve 18 Haziran'a kadar Istanbul'da kaldiktan sonra Edirne'ye döner. O,

büyük bir zafer alayi ile, aylar önce ayrildigi sehre tekrar

giriyordu.

Genç hükümdar, Istanbul'u bir Müslüman Türk sehri

haline getirmek için, Anadolu'dan getirttigi Türk ailelerini vergilerden muaf

tutmak suretiyle iskân edip sehrin yeniden senlenmesini sagladi. Âsik

Pasazâde'nin bu konuda verdigi bilgiyi, dönemin dil özelliklerine de dokunmadan

buraya almak istiyoruz. Böylece o dönemde nasil sade bir Türkçe'nin kullanilmis

oldugunu da görmüs olacagiz.

Pâdisah, Istanbul'u feth etti, subasiligini kulu

Süleyman Bey'e verdi. Ve cemii vilayetine kullar gönderdi. Hatiri olanlar

gelsin evler, baglar, bahçeler, mülkler verelim dediler. Ve her kim geldiyse

verdiler. Bu sehri mamur ettiler. Pâdisah yine emr etti kim, ganiden ve fakirden

evler sürdüler. Ve her vilayetin subasilarina ve kadilarina adamlar gönderdiler.

Bu gelen halka da evler verdiler. Sehir mamur oldu. Bu verdikleri evleri

mukataaya verdiler. Öyle olunca bu halka güç geldi. Dediler ki Bizi

memleketimizden sürdünüz getirdiniz bu kâfir evlerine geri vermek için mi

getirdiniz? Bazilari avradini ve oglanini (ailesini) koyup kaçti. Kula Sahin

derlerdi atasindan kalmis bir vezir-i akil (akilli bir vezir) vardi. Pâdisaha

der ki: Hey devletlu sultanim, atan, deden nice memleketler feth ettiler, hiç

birine mukataa koymadi. Sultanima da layik olan budur ki bunu yapmaya dedi.

Pâdisah da onun sözünü kabul etti. Yine hükm etti: Her ev ki verirsiniz

mülklüge verin (verdiginiz her evi mülk olarak verin) dedi. Ondan sonra

mektuplar (yazili belge, tapu) verdiler ki mülkleri ola. Sehir yine mamur olmaya

yüz tuttu. Mescidler yapmaya basladilar.

Görüldügü gibi, Istanbul'un Müslüman Türk sehri haline

getirilebilmesi için her imkâni degerlendiren Fâtih, bu yeni gelenlere çesitli

kolayliklar saglamaya basladi. O, Istanbul'un iskâni için Anadolu'nun muhtelif

yerlerinden sanat sahipleri ile muhtelif siniflara mensub Türk nüfusunu buraya

celb edip iskân ettiriyordu. Ilk önce 5000 aile getirildi. Daha sonra degisik

tarihlerde Karadeniz sahilleri ile Karaman, Aksaray, Egirdir, Bursa, Manisa,

Tire, Çarsamba, Kastamonu, Samsun, Sivas ve Izmir gibi yerlerden gelen Türk

aileleri ile Istanbul kisa bir zamanda hüviyet degistirerek bir Müslüman Türk

sehri haline geldi. Bu hüviyet degisikligi, sadece nüfusla degil, semt isimleri

ile de olmustu. Çünkü gelenlerin yerlestikleri bu yerlere onlarin geldigi

yerlerin ismi verilmisti. Nitekim, günümüzde bile Aksaray, Karaman, Çarsamba

gibi semt isimleri, hâlâ o günün hatiralarini tasimaktadirlar. Her ne kadar

Balkanlar'dan da nüfus nakli olmussa da bu, pek fazla bir sey ifade etmiyordu.

Çünkü bunlarin sayilari çok azdi. Anadolu'dan getirilen Türklere ev, bag, bahçe

verilip vergiden muaf tutulmalari, onlarin sehrin iktisadî hayatini ellerine

geçirip bu sahada söz sahibi olmalari içindi.

Harap bir sehri devralan Fâtih'in, Istanbul'u imar ve

iskân etmek gibi büyük bir problemle karsi karsiya kaldigi anlasilmaktadir. Bu

problemi çözmek ve sehre yeni bir çehre vermek için Osmanlilarin eskiden beri

uyguladiklari bir yöntemle meseleye yaklastigi görülmektedir. Bu da biraz önce

temas edilen göç uygulamasidir. Baska bir ifade ile Istanbul, fetihten sonraki

büyüme ve gelismesini buraya yapilan hâne nakline borçlu görünmektedir. Âsik

Pasazâde, Nesrî, Tursun Bey, Dukas, Kritovulos gibi çagdas kaynaklarin verdigi

bilgiler ve günümüzde yapilan arastirmalar, Fâtih'in daha ilk günlerden

baslayarak Istanbul'u canlandirmak ve senlendirmek için gösterdigi çabayi ortaya

koymaktadirlar. Istanbul'un eski olan ve günümüzde bile varligini koruyan

mahalle adlari, bize bu yerlesmenin sehir içindeki dagilimi konusunda önemli ip

uçlari vermektedir. Çünkü (daha önce de belirtildigi gibi) bu yeni gelenler,

yerlestikleri yerlere, geldikleri sehir ya da kasabanin adini vermislerdir.

Evliya Çelebi, Seyahatnâmesinde bu yeni gelenlerin kurduklari mahallelerin

isimlerini vermektedir.

Fâtih, bir yandan bu sürgünlerle Istanbul'un nüfusunu

artirirken, bir yandan da fetihten hemen sonra sehirde genis bir insa

faaliyetine girer. O, fetih esnasinda harap olan surlarin onarilmasi ve sehrin

yeniden düzenlenmesi isiyle, Istanbul Subasiligina getirdigi Karistiran Süleyman

Bey'i görevlendirmisti. Bu arada müsellem ve yaya sancakbeylerine, hendeklerin

temizlenmesi emredilmisti. Böylece 13 km. karelik bir alani çevreleyen surlar

onarildi. 1457'den sonra daha genis bir imar faaliyetine girisecek olan Fâtih,

bir taraftan da esirlerin yevmiye (günlük) 6 veya daha fazla akça karsiliginda

çalismalarini emretti. Böylece Rum esirlerinin refah düzeyi yüksek bir duruma

gelmeleri saglandi. Bu sayede esirler para biriktirip kendileri için takdir

edilen kurtulus akçesini ödeyip hürriyetlerine kavusabileceklerdi. Gerçekten

Fâtih, bütün tebeasina (vatandaslarina) özellikle de esirlere karsi çok

merhametli idi. O, herkesi ayni standartlara sahip olan esit duruma getirmek

istiyordu.

FÂTIH'IN

SIYASETI


Istanbul'u feth etmek suretiyle ülkesinin ortasinda

bulunan ve bir ada durumuna gelmis bulunan engeli ortadan kaldiran Fâtih Sultan

Mehmed, artik Balkanlara dogru yönünü çevirebilirdi. Bu sirada Istanbul gibi

Türk topraklari arasinda sikismis bulunan ve Ceneviz'e bagli Enez kalesi ile

buna tabi olan Imroz, Limni ve Tasoz adalari da itaat altina

alindi.

Ikinci Kosova zaferinden sonra Osmanlilarin Bati'da

büyük bir fetih dönemine girmemeleri ve dirayetli bir hükümdar is basina geçtigi

takdirde Orta Avrupa'ya dogru Türk hakimiyetinin genislememesi için bir sebep

yoktu. Fetihlerinde bir sira ve irtibat görülen Fâtih Sultan Mehmed, Istanbul'u

aldigi zaman Balkanlarda karisik bir ortam bulunmaktaydi.FÂTIH'IN BATI SIYASETI

Fâtih'in, gerek Bati, gerek Dogu, gerekse Kuzey

siyasetleri geregi, yaptigi mücadelelerinden (Sefer-i Hümayûn) kisaca ve ana

hatlari ile bahs etmek istiyoruz. Zira bütün tarih kaynaklarimiz ve yeni

arastirmalarda bu konuda genis ve tafsilatli bilgiler bulunmaktadir. Bu sebeple

biz, konuyu bütün teferruatiyla anlatip daha fazla uzatmak

istemiyoruz.SIRBISTAN SEFERLERI

Fâtih'in, Istanbul'u fethinden sonra Balkanlar'da

büyük karisikliklarin meydana geldigi bilinmektedir. Ilk bakista bu

karisikliklarin Osmanli'ya pek zarari dokunmayacak gibi görünüyor olmalari,

Osmanlilarin o havaliye bigane kalmalari için bir sebep degildi. Bunun için

Osmanlilar, Orta Avrupa ve Kuzeyden gelebilecek bir tecavüze karsi ülkelerini

kolayca müdafaa edebilmek için tedbirler almak zorunda idiler.

Kaynaklarin verdigi bilgiye göre, fethi müteakip her

taraftan tebrik için gelen elçi heyetleri arasinda Sirp Kirali Georges

Brankovitch'in gönderdigi heyet de vardi. Tarihlerimizde, Vilkoglu diye

tanitilan Sirp Kirali Brankovitch, iki yüzlü bir siyaset takip ediyordu. Bir

taraftan tebrik için gönderdigi elçi heyeti ile, vaktiyle Osmanlilardan aldigi

kalelerden bir kisminin anahtarlarini geri verirken, öte taraftan da Ulah ve

Macarlar'la münasebetlere girisiyordu. Vergisini de zamaninda vermiyordu.

Kritovulos, Sirp Krali Brankovitch'in bu iki yüzlülügünü su ifadelerle nakl

etmektedir:

O, saltanatinin neye bagli oldugunu iyice

anladigindan pâdisahin babasina (Sultan Ikinci Murad) ve Fâtih Sultan Mehmed'e

daima itaat edip vergisini de zamaninda öderdi. Fakat bir müddet sonra gizli

bazi fikirler besledigi, durumundan anlasilmisti. Zira vergisini zamaninda

vermedigi gibi, pâdisahla yaptigi anlasmaya riayet etmeyip Macar ve Ulah'larla

Osmanlilar aleyhine olacak sekilde münasebetlerde bulunmaya basladi. Casuslari

vâsitasiyle bu durumdan haberdar olan Fâtih, tebrik için gelen Sirp elçilerine

iltifat etmemis ve teslim etmek istedikleri kalelerin kafi olmadigini, vaktiyle

Osmanlilardan alinan kalelerin tamaminin iade edilmesi gerektigini söylemisti.

Buna razi olmayan Sirp Kirali, Osmanli topraklarina tecavüze baslamis, hatta bu

yüzden Üsküp yolu kapanarak gidis ve gelisler durmustu. Hoca Sa'duddin, bütün bu

bilgileri verdikten sonra hatta Üsküp yolu mesdud olup âyende ve revende (gelip

gidenler, yolcu, ibn sebil) meci' ve zehabtan munkati' oldu diyerek Sirp

Kirali'nin sebep oldugu olaylari anlatir. Bu arada Türk sehir ve kasabalarindan

bazilarinin Sirplar tarafindan yagma edildigini, Pristine kadisinin arzindan

ögrenen Pâdisah, bir taraftan akincilari Sirbistan üzerine gönderirken, öte

taraftan da Sirp Kirali'na haber yollayarak Sirp topraklarinin Lazar'in oglu

Stephan'a ve dolayisiyla kendisine ait oldugunu söyleyerek, Sirbistan'i terk

etmesini istemisti. Bununla beraber Sofya sehrini kendisine ihsan edebilecegini

söyleyen Pâdisah, bu sekil kabul edilmedigi takdirde, Sirbistan aleyhine

harekete geçebilecegini bildirmisti. Haberi götüren elçi, yirmibes günde geri

dönmek için emir almisti. Geç kaldigi takdirde öldürülecekti. Halbuki Sirp

Kirali bu tarihlerde Tuna'nin öbür tarafinda bulunuyordu. Bu halden faydalanan

Sirp ileri gelenleri, Fâtih'in elçisini oyalamaya çalisiyorlardi. Böylece zaman

kazanarak savas için hazirliklarini tamamlamak istiyorlardi. Elçi bunu

hissettiginden, zamaninda Pâdisahi durumdan haberdar etti. Bunun üzerine Fâtih

Sultan Mehmed, ordusunun toplanmasini bile beklemeden yirmi bin kisilik bir

kuvvetle Sirbistan üzerine hareket etti. Böylece Sirbistan'a ilk sefer baslamis

oldu. Ordunun büyük kismi Sivricehisar (Ostrowtz)'da Pâdisaha ulasti. Yapilan

kusatmalarda bir çok kale zapt edilemesine ragmen bazilari da alinamamisti.

Bununla beraber Türk ordusu, büyük basarilar saglamis sayilirdi. Bu basarilarina

yenileri eklenebilirdi. Fakat Pâdisah, birdenbire sefere nihayet vererek

Edirne'ye döner. Kaynaklarimizin tamami bu dönüsten bahs etmekle birlikte

sebebinin ne oldugunu zikretmezler. Bu arada, Sirp ve Macar birlesik ordusu,

Sirbistan'da birakilmis bulunan Firuz Bey oglunu maglub edip bir kisim Osmanli

topraklarini elde ederler. Buradaki savas, Macarlarin lehine sonuçlanmakla

birlikte Jan Hunyad, yalniz kendi ordusu ile Fâtih Sultan Mehmed'e karsi

savasamayacagini idrak ederek 1454 yilinin sonuna dogru Imparator Friedrich'e

bir mektup yazarak Sirbistan hadiselerini anlatmis ve Hiristiyanligin

kurtulmasinin bir Haçli ordusu ile mümkün olacagini bildirmisti. Bunun üzerine

mesele Frankfurt'ta ve Wienerisch-neustad't'de toplanan meclislerde müzakere

edilmis ve Hunyad'a yardimci bir kuvvetin verilmesi kabul

olunmustu.

1454-1455 kisini Edirne'de geçirmekte olan

Fâtih'in, harp hazirliklarina basladigi görülmekte, fakat bu hazirliklarin

neresi için oldugu bilinememekteydi. Bu siralarda hudud komutanlarindan

Evrenoszâde Ishak oglu Isa Bey, Sirplarin, Osmanlilara karsi bir savasa

hazirlandiklarini, fakat iç durumu iyi olmayan Sirbistan'in kolayca zapt

edilebilecegini bildiriyordu. Bir fesat kaynagi olan Sirbistan'in zapt edilmesi,

Pâdisahin, Bati'daki gayelerinin tahakkuku için gerekiyordu. Ayrica bu devletin

bulundugu cografî ortam da, bunu gerekli kiliyordu. Bu yüzden hükümdar, 1455

baharinda Edirne'den hareket ederek Sirbistan üzerine yürüdü. Burada basta

madenleri ile meshur olan Novaberda sehrinin alinmasina karar verilir. Gerçi bu

sehir, Sultan Ikinci Murad zamaninda Osmanlilarin eline geçmisti. Fakat Segedin

antlasmasi ile yine Sirplara terk olunmustu. Bu sehir, Osmanlilarin eline

geçtikten ve birkaç kale daha feth olduktan sonra Fâtih Sultan Mehmed, Karaca

Pasa'yi Sirbistan'i yagmaya memur ederek kendisi ceddi (dedesi) Sultan Birinci

Murad'in sehid edildigi Kosova'ya gelir. Bu müddet zarfinda isini bitiren Karaca

Pasa, burada orduya katilmisti. Buradan da hep birlikte önce Edirne, arkasindan

da Istanbul'a dönülmüstü.BELGRAD KUSATMASI

Fâtih Sultan Mehmed, 1456 yilinda Macarlarin elinde

bulunan Belgrad'i almak için harekete geçer. Zira daha önce bazi bölgeleri

Osmanlilarin idaresine geçmis bulunan Sirbistan'i elde tutabilmek ve kuzeyden

gelecek istilalari durdurabilmek, ayni zamanda Macaristan'da basarili bir

harekâta girisebilmek için Tuna kiyilarinin ve bilhassa Belgrad müstahkem

kalesinin elde bulunmasi gerekiyordu. Sehrin bu konudaki degerini daha önce

anlamis olan Osmanlilar, Sultan Ikinci Murad devrinde burayi almaya tesebbüs

etmislerse de Jan Hunyad'in, Osmanli hududlarina tecavüz etmesi, kusatmanin

kaldirilmasina sebep olmustu. Sava ve Tuna nehirlerinin birlestigi noktada

kurulmus olan Belgrad'in zapti çok zordu. Çünkü sehir, su yollari vasitasiyle

birçok yerden yardim alabildigi gibi müstahkem bir kaleye de sahipti. Etrafinda

su ile dolu genis bir hendek vardi. Firsat buldukça civarindaki Müslüman Türk

topraklarina saldirmaktan da çekinmeyen, böylece Osmanli güvenligini tehdid

etmekte olan bu sehir ve sakinlerinin, kesin olarak Osmanli hakimiyetine girmesi

gerekiyordu. Kendi topraklari üzerinde emniyeti saglamayi birinci derecede önemi

haiz bir is telakki eden Fâtih Sultan Mehmed, 1456 baharinda Belgrad'i almaya

karar verir. Ancak bu sehrin degeri, Sirplar ve Macarlar tarafindan da

bilindiginden, her iki devletin burayi kaptirmamak için bütün gayretlerini

harcayacaklari tabii idi. Bu sebeple Fâtih Sultan Mehmed, esasli bir sekilde

hazirlanma ihtiyaci duydu. Bunun için Morava kenarinda kurdurdugu dökümhânede

çalistirilan binlerce isçi tarafindan toplar döküldü. Bunlar arasinda boylari 27

kadem olan 22 büyük top vardi. Ayrica o zamana kadar görülmemis büyüklükte tas

gülleler atabilen yedi tane havan topu da yapilmisti. Bunlardan baska, daha

küçük muhasara toplari arasinda muhtelif çapta üçyüz kadar top vardi. Bütün kisi

hazirliklarla geçirmis olan Pâdisah, baharda büyük bir ordunun basinda Sofya

üzerinden Belgrad'a yürüdü. Tuna yolu ile hareket etmis olan ve ikiyüz parçadan

ibaret bulunan donanma, Dayi Karaca Bey'in komutasinda idi. Ayrica büyük toplar

da Dayi Karaca Bey'in nezâretinde ayni yoldan sevkedilmislerdi. Böylece Belgrad,

hem karadan hem de nehir tarafindan kusatilmak isteniyordu.

Yapilan muhasara ve bes yüz kadar askerin kaleye

girmeyi basarmis olmalarina ragmen, savas kazanilamadigi gibi Dayi Karaca Bey

de, bulundugu metrise bir top güllesinin isabetiyle sehid olmustu. Jan Hunyad,

büyük bir kuvvetle yardima geldigi Belgrad'i, simdilik Osmanli'nin eline

geçmekten kurtarmisti. Hükümdar, tedbirlerinin takdire muvafik gelmedigini

görünce, geregi gibi sihhat ve selâmetle Dâru's-saltana'ya avdet buyurdular.

Öyle anlasiliyor ki, bu muhasara esnasinda, Fâtih'in karargâhina kadar gelmis

bulunan düsmandan birkaç kisiyi, genç hükümdar bizzat kendisi kiliçla

öldürmüstü. Bu davranis, bozulmaya yüz tutmus olan Osmanli askerine kuvvet ve

cesaret asilamis olmalidir ki, yeniden düsmana saldirmislardi. Bununla beraber

Sava nehri yolu ile gelen yardima mani olunamadigi için muhasara kaldirilmisti.

Uzunçarsili, Fâtih'in bu savastaki durumunu su ifadelerle vererek onun nasil bir

bozgunu önledigini anlatir: Fâtih Sultan Mehmed'in, karargâha hücum eden

düsmana karsi gösterdigi sebat ve mukavemet, korkunç bir bozgunu önlemis ve sonu

belki de büyük bir Haçli Seferi vücuda getirebilecek olan tehlikeyi bertaraf

etmistir. Bu mücadelede düsman da fazlaca yipranmis oldugundan çekilmis, Osmanli

kuvvetleri de bu seferden basarisiz dönmüslerdir. Bu savasta yaralanmis olan

Jan Hunyad da 20 gün sonra 11 Agustos 1456'da ölmüstü.SEHZÂDELERIN SÜNNET DÜGÜNÜ

Belgrad seferinden dönen Fâtih Sultan Mehmed,

Edirne'deki ikameti esnasinda biri (Bâyezid) Amasya'da, digeri (Mustafa)

Manisa'da sancakbeyi olan iki sehzâdesinin sünnet edilmelerine karar verir.

Bunun üzerine her iki sehzâde de merkeze çagrilir. Bu dügün için Fâtih, çevre

hükümdarlara dâvetiyeler göndererek, onlarin da bu mutlu günlerinde yanlarinda

bulunmalarini arzu eder. Fâtih'in, ilim adamlari ile halka karsi nasil

davrandigini, nasil bir protokol uyguladigini göstermesi bakimindan önemli olan

bu dügünden, bütün Osmanli kaynaklari bahsederler. Bununla beraber biz, bu

dügünde hazir bulundugunu söyleyen Âsik Pasazâde'nin müsahedelerine dayanarak

verdigi malumati özetleyerek buraya almak istiyoruz:

O vakit, Sultan Bâyezid Amasya'da idi. Onu getirtti.

Mustafa Çelebi dahi o vakit Manisa'da idi. Onu dahi getirtti. Bunlar hep

Edirne'ye geldiler. Dügüne basladilar, Etrafa agirlikla davetçiler gönderdiler.

Bütün sancak beyleri ve her sehrin ululari geldiler. Nice günlük yollar

dügüncülerle dolmustu. Edirne'nin çevresine konup doldular. Pâdisahin otag ve

çadirlarini Ada'ya kurdular. Pâdisah dahi devletle Ada'ya geçip oturdu. Her

tarafin halki, tayfa tayfa geldi. Önce ulemâ davet olundu. Pâdisah dahi gelip

tahta oturdu. Sag tarafina fâzil kimselerden olan Mevlânâ Fahreddin oturdu.

Solunda ise Mevlâna Tosyavî oturdu. Pâdisahin karsisinda ise Mevlâna

Sükrullah oturdu. Onun yanina Hizir Bey Çelebi oturdu.

Emr olundu: Hafizlar, Kelâm-i Kadim-i Rabbanî

(Kur'an-i Kerim) okudular. Ulemâ, okunan bu âyetlerin tefsirini yaptilar. Ilmî

sohbetler olundu. Ondan sonra izin verildi: Edipler, güzel medihler ve gazeller

okudular. Pâdisaha layik sohbetler yapildi. Ondan sonra izin oldu: Sofralar

kuruldu, nimetler yenildi. Yemekten sonra yine edebiyatçilar okudular. Ondan

sonra tekrar Kur'an okundu. Ondan sonra sekerli seyler getirdiler. Her ilim

ehlinin önüne sini koydular. Bu ulemânin hizmetkârlari futalar doldurdular.

Fakir (ben) dahi bir futa doldurdum, hizmetkârima verdim. Ondan sonra pâdisah,

gelen bu hürmete lâyik kisilere ihsanlarda bulundu. Niceleri fakir geldi, zengin

gitti.

Ikinci gün fukara tayfasi davet olundu. Onlara da

geregi gibi hürmet olundu. Pâdisahin ihsanlari bunlara da yetisti. Bunlar da

Fukarâ Kanunu geregince saygilarini gösterdiler.

Üçüncü günü begler (emîr) davet olundu. Bunlara dahi

Pâdisah kanunu nasilsa öylece yapildi. Bu dügünün tarihi hicretin 861'inde vaki

oldu.

d- SIRBISTAN'IN ILHAKI: Osmanli kuvvetlerinin

Belgrad'dan çekilmelerinden sonra sira tekrar Sirbistan'a gelmisti. Georges

Brankovitch ile, Jan Hunyad'in kayinbiraderi olan Belgrad valisi Mihail arasinda

eskiden beri bir sogukluk bulundugundan Mihail, bir ara Brankovitch'i yakalayip

haps etmisti. Brankvitch 30 bin altin ödedikten sonra serbest birakilmisti.

Ihtiyar Brakovitch, 1457 senesinde ölmüs, Greguvar, Etyen (Istefan) ve Lazar

adinda üç erkek ile Sultan II. Murad'dan dul kalmis olan Mara (Meryem Sultan)

adinda bir kiz evladi birakmisti.

Brankovitch'in ölümü üzerine, Sirbistan'in idaresini

ele geçiren en küçük kardes Lazar, öldürme tehdidi ile diger kardeslerini

ülkesinden kaçirmisti. Brankovitch'in kizi Mara da Osmanlilara siginmisti. Fâtih

Sultan Mehmed, onun taht üzerindeki hakkini koruyacagini bildirerek kendisine

Serez taraflarinda mülk verdi. Böylece Mara, refah içinde bir hayat

geçirdi.

Yeni Sirp despotu Lazar, bir sene sonra 1458'de öldü.

Ülkesi, esi Elen ile küçük yastaki kizina kaldi. Elen, Sirbistan'in elinden

alinma ihtimalini düsünerek burayi malikâne olarak Papa'ya peskes çektigi gibi

kizini da Bosna kralinin ogluna nikahladi.

Elen'in, oynamak istedigi oyundan haberdar olan

Osmanli Devleti, Sirbistan isini kesin olarak çözüp bir sonuca baglanmaya karar

verir. Bu sebeple Pâdisah, hicrî 862 (1458)'de Mora seferine giderken Mahmud

Pasa'nin maiyyetine bin kadar yeniçeri vererek onu Sirbistan üzerine

gönderir.

Mahmud Pasa, Sirplarin baskenti olan Semendire

etrafindaki bazi kaleleri aldiktan sonra Semendire'yi kusatir. Pasa, sehrin dis

istihkamlarini aldiysa da sehri zapt edemeyerek muhasarayi kaldirir. Bu arada

Ostroviç (Sivricehisar), Rodnik ve Sabaç (Bögürdelen) gibi yerleri alir.

Bögürdelen'in alinmasindan sonra Macaristan'a akinlarda

bulunur.

Bu esnada Mora seferinden dönmüs olan Fâtih Sultan

Mehmed, Mahmud Pasa ile bulusur. Sirbistan isinin tamamen bitmesi için Mahmud

Pasa'yi Semendire üzerine tekrar gönderir. Daha önce, çevresindeki kaleler

Osmanlilarin eline geçtikleri için Semendire bir bakima yalniz ve yardimsiz

kalmisti. Bu durum karsisinda, direnmenin fayda vermeyecegini anlayan Elen,

hazineleri ile birlikte gidebilme sarti ile teslim olur. 8 Kasim 1459'dan

itibaren Osmanli idaresine giren Sirbistan, bu devletin, bir sancagi olarak

Semendire Sancakbeyligi adi ile bir akinci komutana verilir. Burasi,

Belgrad'in zaptina kadar Macaristan'a yapilacak akinlar için ve kuzeyden gelecek

tehlikelere karsi iyi bir üs oldu.MORA SEFERLERI

Istanbul'un fethi sirasinda Mora, son Bizans

Imparatoru Konstantin'in kardesleri Dimitrios ile Thomas tarafindan idare

ediliyordu. Bizans Imparatorlugu'nun en yakin vârisleri olan bu iki sahsin,

imparatorluga hak iddia edebilecek durumda olmalari, bir mana ifade etmemekle

birlikte, ilerisi için bir tehlike arzediyordu. Bu mirasçilar ortada bulundukça

Bizans meselesi, tedavisi mümkün olmayan bir çiban gibi sürüp gidebilirdi.

Nitekim Imparator Konstantin'in ölümü üzerine Mora Rumlari, imparatorun kardesi

Dimitrios'u imparator yapmak istemisler, fakat kardesi Thomas razi olmadigi için

bunu yapamamislardi. Sonunda Mora, bu iki kardes arasinda taksim olunarak iki

Rum devleti ortaya çikmisti. Dimitrios'un devlet merkezi Mistra (Hammer, III,

40, Isparta), Thomas'inki de Patras idi. Her iki kardes, mücadelelerinde, Mora

Arnavutlarindan yardim alarak birbirleri ile ugrasiyorlardi. Bu esnada

Osmanlilar, bunlara müdahelede bulunmayarak seyirci

kalmislardi.

Iki kardes arasindaki mücadelede, Dimitrios'a ait bazi

yerlerin Thomas'in eline geçmesi üzerine Dimitrios'un Osmanli Pâdisahina elçi

göndererek yardima istemesi, Thomas'in anlasmalara aykiri hareket ederek

vergisini göndermemesi ve Latinlerle ittifak kurmasi gözönünde bulundurularak,

Mora'ya sefer yapilmasina karar verildi. Fâtih, bütün gizlilik kaidelerine

riayet ederek yapacagi seferin nereye olacagini açiklamadan, bir ihtiyat tedbiri

olarak Mahmud Pasa'yi Sirbistan taraflarina yollar. Bu esnada kendisi de Mora

üzerine hareket eder. 1458 Mayis'inda, ordunun toplanti yeri olan Serez'de bütün

askerî tedbir ve tertibatini aldiktan sonra Mora'ya hareket

eder.

Osmanli kaynaklari (Âsik Pasazâde, s. 149; Hoca

Sa'duddin, I, 463), Mora seferi ile ilgili olarak baska bir sebep daha

göstermektedirler. Buna göre, Serez'den bir genç, düstügü bir ask sevdasi

yüzünden Mora'daki Ballabadra sehrine gittigi zaman, orada Müslüman kadinlarin

çok kötü ve berbat bir hayat sürdüklerini, kâfirlerin en bayagi ve agir

islerini yapmak zorunda kaldiklarini görür. Tamami gözü yasli

olan bu kadinlarin, kocalarinin da hapse atilmis olduklarini, bu yüzden herkesin

canindan bezmis oldugunu ögrenir. Genç, gizlice bu kadinlarla konusup durumlari

hakkinda onlardan bilgi alir. Insani üzüntü ve kedere gark bu vaziyeti ögrenen

genç adam, derhal pâdisahin katina gelerek yüce divanda üzüntülerini açiklayarak

Müslüman kadinlarin, din düsmanlarinin elinden çektikleri eziyet ve gördükleri

iskenceleri bizzat gördügünü bir bir açiklar. Pâdisah, din düsmanlarinin,

Müslümanlara yaptiklari iskence ve çetkirdikleri eziyetleri ögrendigi zaman,

problemin, kökünden halli için, bu ülkenin de idaresi altina girmesinden baska

çikar yol olmadigi kanaatine varir. Bu olay, daha kis aylarinin bitmedigi bir

zamanda olmustu.

Mora'nin elde edilmesi, Osmanlilar bakimindan büyük

bir önem tasiyordu. Osmanlilar, burayi Italya'ya yapacaklari seferler için bir

üs olarak kullanacaklardi. Zira, Balkanlari nüfuzu altina alarak bir Akdeniz

Imparatorlugu kurmak isteyen Napoli ve Aragon Krali V. Alfons, Arnavutluk Prensi

Iskender Bey'i, Osmanlilara karsi destekleyip ona yardim ediyordu. Adi geçen

kral, daha önce de Mora despotu Dimitrios ile Mora'yi nüfuzu altinda

bulunduracak sekilde bir anlasma yaparak onu himayesine almisti. Bütün bunlar,

Osmanlilara karsi onun düsünce ve tavrini ortaya koyuyordu. Böylece V. Alfons,

Osmanlilarla mücadele etmek üzere Arnavutluk ile Mora'yi üs olarak kullanmak

istiyordu. Fakat Osmanlilar, daha atik davranarak onlara karsi olan planlarini

uyguladilar.

Teselya'ya giren Osmanli ordulari, Korent berzahina

dogru yürüyerek yollari üzerindeki Filke kalesini aldilar. Sarp bir mevkide

bulunan ve üç kat sur ile çevrili olan bu müstahkem kalenin zapti kolay degildi.

Bununla beraber sehir ve kalesi, Anadolu kuvvetleri tarafindan muhasara edildi.

Genç Fâtih, buranin düsmesini beklemeden Mora'ya girer. Burada birçok sehir ve

kaleyi feth eden pâdisah, dört ay sonra Korent'e döndügü zaman burasi henüz

fethedilememisti.

Osmanli hükümdari, Mora'nin anahtari durumunda bulunan

Korent'in zaptinin, Mora'nin kolayca ele geçirilmesini saglayacagini bildiginden

burayi almak istiyordu. Mücadeleler sonunda, Fâtih'e karsi koyamayacagini

anlayan sehir halki, baris yapmak suretiyle teslim olmaya karar verdigini

hükümdara bildirir. Bunun üzerine Mora despotlari ile Osmanlilar arasinda

asagida belirtilen sartlara göre bu anlasma yapilir:

1. Muahede geregince Korentliler, mallarini muhafaza

edebileceklerdir.

2. Osmanlilarin, Mora'da zapt ettikleri sehir ve

kaleler, yani Mora'nin üçte biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti idaresinde

kalacaktir.

3. Mora'nin diger sehir ve kaleleri, Dimitrios ile

Thomas'in idaresinde bulunacak ve bunlar her sene üçer bin altin vergi

vereceklerdir.

4. Hariçten bunlara bir taarruz vuku buldugu zaman

Osmanli hükümdari despotlari müdafaa etmeyi üzerine alir.

Bu anlasma ile, Mora'nin, Venediklilere ait kisimlari

hariç olmak üzere bir kismi dogrudan, bir kismi da vergi vermek suretiyle

Osmanlilara baglanmis oldu. Fâtih, Kuzey Mora sancakbeyligine akinci

komutanlarindan Turahan Bey oglu Ömer Bey'i tayin eder (Temmuz 1458). Mora

seferi esnasinda Atina da Türk idaresi altina alinir.

Thomas, yeminle saglamlastirilan anlasmayi ve üzerinde

ittifak saglanan sartlari üç ay sonra bozar. Çünkü o, Mora'daki Arnavutlara

güveniyordu. Bu sebeple hem kardesi Dimitrios, hem de Osmanlilara karsi yeniden

mücadeleye baslar. Daha sonra iki kardes, aralarindaki çarpismadan ne kadar

zarar gördüklerini anladiklari için barisirlar. Aralarinda bir ittifak kurarak

Osmanlilara karsi vaziyet alirlar. Bu durumu ögrenen Fâtih Sultan Mehmed,

Zaganos Pasa'yi Mora'ya gönderir. Osmanlilara karsi bir sey yapamayacagini

anlayan Thomas, baris talebinde bulunur. Doguda bas gösteren Akkoyunlu hükümdari

Uzun Hasan gailesi yüzünden, fazla agir olmayan sartlarla yeniden bir anlasma

yapilir. Bununla beraber Thomas, bu sartlari da yerine getirmeyince, Uzun

Hasan'in bütün tahriklerine ragmen o tarafa hareket edilmeyerek Mora isini

temelden bir sonuca baglamak için, Fâtih-'in idaresindeki Osmanli ordusu,

Mora'ya hareket eder. Korent'e gelen hükümdar, Thomas'in üzerine gitmeden önce

birdenbire yön degistirerek Isparta üzerine yürür. Dimitrios teslim olur.

Fâtih'e karsi koymak üzere sahildeki Matina kalesine çekilen Thomas ise, bütün

sehirlerini kaybettikten sonra Kalamata'ya gider. Orada da tutunamayacagini

anlayinca Roma'ya Papa II. Pi'nin yanina siginir. Böylece Mora yeniden ve

tamamina yakini Osmanlilarin eline geçer. Fâtih, Mora halkindan bir kismini

Istanbul'a naklettirip onlarin yerine Türk göçmenleri yerlestirir (hicrî 856/m.

1460).

Teslim olup Pâdisahin yanina gelen Despot Dimitrios'a,

Enez sehri ikametgâh olarak gösterilerek oradaki tuz madenlerinden senelik

altmis bin akça varidat (gelir) tahsis edilir.EFLÂK'IN HAKIMIYET ALTINA ALINMASI:

Tuna nehrini, devleti için tabii bir sinir kabul

ettigini tahmin ettigimiz Fatih Sultan Mehmed ve hatta daha önceki Osmanli

hükümdarlari, bu nehrin kuzeyinde bulunan ve bugünkü Romanya'yi teskil eden

Eflâk ile Bogdan prensliklerini himayeleri altinda bulundurmayi kafi

görüyorlardi. Bununla beraber, bunlarin kendilerini mesgul edecek kadar kuvvetli

olmalarini veya büsbütün zayif düsmelerini de istemiyorlardi. Muhtemelen

Osmanlilar, tabii sinirlarinin disinda mütalaa ettikleri bu prensliklerin, daha

uzakta bulunan Lehistan ve Macarlarla kendi aralarinda tampon bir devlet olarak

kalmalarina taraftardilar. Osmanli sinirlarina yakin bulunmasindan dolayi

Eflâk'ta Osmanli nüfuzu gün geçtikçe artmaya basladi. Bu sebeple Eflâk daha

Yildirim Bâyezid zamaninda senelik bir vergi vermeyi kabul

etti.

1456 yilinda Fâtih, Wlad'i Eflâk prensligine tayin

etmisti. Wlad, kardesi Radul ile birlikte Osmanli sarayinda rehine olarak

bulunmustu. Hüküm sürdügü memlekete Fâtih'in yardimi ile sahip olmasina ve

Pâdisaha karsi dost kalacagina dair yemin etmis bulunmasina ragmen Wlad, sözünde

durmayarak Osmanlilar aleyhine Macarlarla anlasma yapacaktir.

Fâtih'in, Karadeniz ve Trabzon'da bulundugu siralarda,

Eflâk'ta bazi hadiseler olmaktaydi. Burada Türklerin Kazikli Voyvoda,

Macarlarin Drakul (Seytan), Ulahlarin Çepelpuç (Cellad) dedikleri Wlad

adinda zulüm delisi bir adam, halka idarenin en korkuncunu tattirmaktadir.

Tarihçi Tursun Bey tarafindan Keferenin Haccac'i diye vasiflandirilan bu adam,

vahsi ve insanlik disi birtakim zevklere sahipti. Hammer, onun yukaridaki

sifatlarini verdikten sonra, bunun yaptigi barbarliklara da örnekler verir. Bu

sahsin daha iyi taninmasi ve farkli milletler tarafindan aldigi bu lakaplarda ne

kadar hakli (!) oldugunu ortaya koymasi bakimindan bir kaç örnek vermek yerinde

olacaktir. O, kaziklara vurulmus ve iskence içinde can vermekte olan Türklerin

meydana getirdigi büyük halkanin ortasinda, saray halki ile birlikte yemek

yemekten zevk alirdi. Eline Türk esirleri geçince ayaklarindaki derinin

yüzülmesini ve meydana çikan kirmizi etlere tuz ekilmesini, sonra da bunlari

keçilere yalatmasini emrederdi. Böylece, diri diri ayaklarinin derisi yüzülen

esirlerin iskencesi, daha büyük olurdu. O, kendisine gönderilen Osmanli

elçilerinin sariklarini baslarina çiviletmistir.

Wlad'in yaptigi hareketlerden bazilarini görmezlikten

gelen Fâtih Sultan Mehmed, onu Istanbul'a davet eder. Ancak Wlad, düsmanlarinin

çoklugundan ve memlekette bulunmadigi bir sirada tac ve tahtinin Macarlara

verileceginden korktugundan, Eflâk'i düsmanlarina karsi muhafaza edecek bir

kuvvetin gönderilmesini rica eder. Bunun üzerine Pâdisah, Silistre Beyi Yunus

Bey ile Çakircibasi Hamza Bey'i Eflâk'i beklemek üzere görevlendirir. Yunus Bey ile Çakircibasi Hamza Bey, Tuna kenarina

geldikleri vakit, nehrin donmus oldugunu görürler. Bununla beraber Tuna'yi

geçmek hazirliklari yaptiklari ve dostluktan baska bir sey ümid etmedikleri,

hatta itibar göreceklerini sandiklari bir sirada Wlad'in büyük bir saldirisina

ugrarlar. Bu baskinda Yunus Bey sehid, Hamza Bey de esir edilmisti. Wlad, daha

sonra Hamza Bey'i öldürerek basini Macar kralina gönderir. Kan dökücü Wlad,

aldigi esirlerin tamamini kaziga vurduktan sonra, Osmanlilara ait bazi sehir ve

kasabalari tahrip etmekten de çekinmez.

Bütün bu olanlari haber alan Fâtih Sultan Mehmed,

hiddetinden ve üzüntüsünden yerinde duramayarak 150 bin kisilik bir ordu ve 25

büyük, 150 küçük parça deniz kuvveti (nehir donanmasi) hazirlayarak, Allah'in

kullarina zulm eden bu zâlimi ortadan kaldirmak için Eflâk seferine çikar (H.

866/1462 M.) Fâtih, Eflâk ortalarina kadar gittigi halde, Wlad'in kuvvetleri

ortalarda görünmüyorlardi. Wlad, Fâtih'in, casuslari vasitasiyle önceden haber

aldigi bir gece baskini düzenleyerek Pâdisahi öldürmek ister. Fakat bunda

muvaffak olamadigi gibi, perisan bir halde canini zor kurtarip kaçabilir.

Osmanli akincilari onu bulmak için bütün bir Eflâki tararlar. Pâdisah da

ordusuyla prensligin baskentine yürür. Sehrin yakininda kaziklanmis 15 bin

adamdan kurulu korkunç bir orman görünce nefretle Devlet kuvvetini böyle

kullanmis, tebeasina ve Allah'a karsi bu denlü cinayetler islemis bir adam, asla

itibara layik degildir der.

Yarali olarak kaçip Macarlara siginan Wlad, onlardan

yardim ister. Fakat Macar Krali, hiç yoktan Osmanlilarla bir anlasmazliga düsmek

istemediginden bu yardimi yapmamis, hatta Wlad'i yakalayarak haps etmisti. Öte

taraftan Osmanlilar, Wlad'in kardesi Radul'u oniki bin duka yillik vergiye

baglayarak Eflâk prensliginin basina getirdiler. Böylece Eflâk, mümtaz bir

eyâlet haline getirilerek, Osmanlilara sikica baglanmis oldu. Wlad, Radul'un

ölümü üzerine zindandan kaçip tekrar idareyi ele almak istediyse de öldürülerek

kesik basi memleket memleket dolastirilir.BOSNA-HERSEK'IN ALINMASI

Balkanlari ve hatta Tuna'nin güneyinde kalan bütün

Avrupa topraklarini kendi devletinin sinirlari içinde görebilecek duruma gelmis

olan Fâtih Sultan Mehmed için Bosna, özel öneme sahip bir yerdi. Fâtih, Papalik

ve Venedik'in, diger Avrupa devletleri ile birleserek kendisine doguda sinir

komsusu bulunan Türk ve Müslüman devletleri de kendisinin aleyhine tahrik

ederek, Osmanli Devleti'ni iki taraftan nasil sikistirmak istediklerini,

kuvvetli istihbarat teskilâti vasitasiyle iyi biliyordu. O, Istanbul'un

fethinden sonra, Avrupa'da meydana gelen reaksiyonu da iyi takip

ediyordu.

Istanbul'un fethi ile ticarî menfaatleri sarsilmis

olan Venedik Hükümeti, Mora'nin Türklerin eline geçmesinden büsbütün müteessir

oldu. Ege denizindeki Osmanli faaliyetlerini de yakindan takip eden Venedik,

Osmanlilarin aleyhinde olacak sekilde, onlarin etrafinda bir ittifak çenberi

meydana getirmeye çalisiyordu. Bunu bilen Fâtih, büyük bir deniz kuvvetine sahip

olan Venedik'e yardimda bulunabilecek olan Macaristan'la, ikisinin arasina

girmenin askerî bakimdan gerekli olduguna inaniyordu. Bu sebeple, zaten

Katoliklerden nefret eden Bosna Kralligi'ni feth etmeye karar verir. Böylece

aleyhindeki ittifak çenberini kirip ortadan kaldiracakti.

Bosnalilar, Katolik baski ve tazyiklerinden

biktiklari, Türklerin izse din ve mezheb serbestisine büyük bir saygi

gösterdiklerini bildiklerinden, Osmanlilara karsi koymaya pek taraftar

degillerdi. Bu sebeple Kral mukavemet edemedi. Bu arada orduyu hümayun üç koldan

Bosna'ya girmis ve bütün bir Bosna topragini feth etmisti. Halki, kendine yakin

gören Fâtih, burayi Minnet Bey idaresinde bir sancak beyligi haline getirerek

Osmanli topraklarina ilhak eder.

Halkin, Osmanlilara karsi olan sevgisinden dolayi eli

silah tutanlarin tamamina yakini orduya alinir. 30 bin Bosnali ise yeniçeri gibi

hizmet etmek üzere Pâdisahin sancaklari altinda yemin eder. Bosnalilar, bir

müddet sonra da Islâmiyeti kabul ederek din-i mübin-i Islâm ile sereflenirler.

Bu olaylar, hicrî 867 (m. 1463) yilinda olmustu.

Bu sefer esnasinda, Hersek Dukasi Stefan Kosariç de

küçük oglunu rehine vererek bagliligini arzetmis bulundugundan, yerinde

birakilir. Bu çocuk ihtidâ edip (Islhamiyeti kabul edip) Ahmed ismini aldi ki,

daha sonra Hersekzâde Ahmed Pasa adi ile anilarak damad ve sadrazam olur.

Hersek, Duka'nin ölümünden bir süre sonra, Osmanli topraklarina

katilir.OSMANLI - VENEDIK MÜNASEBETLERI

Baslangiçta, Osmanlilarla dostça geçinmeyi iyi bir

tedbir olarak kabul eden ve ekonomileri açsindan bunu lüzumlu gören

Venedikliler, daha sonra bu fikirlerini degistireceklerdir. Zira, Türklerin Mora

ve Sirbistan'a sahip olmalari, Arnavutluk'ta faaliyet göstermeleri ve Ege

denizini ele geçirmek istemeleri, Venedik devlet adamlarini Osmanlilara karsi

farkli bir sekilde düsünmeye sevk etmistir. Bu yüzden onlar, Türkleri bu

faaliyetlerinden vazgeçirmek ve hatta bunlari durdurmak için sür'atle bazi

tedbirlerin alinmasi gerektigine karar verirler. Onlar, ya harb edecekler veya

Yunanistan ile Balkanlar'daki bütün mevzilerinden geri çekileceklerdi. Bu durum

karsisinda Venedikliler, Fransa, Burgonya, Milano, Papa, Macaristan, Uzun Hasan

ve müttefikleri olan Karamanlilara bas vururlar. Böylece Osmanlilari iki cepheli

bir savasla tehdid etmek istiyorlardi. Onlar, 1463'te, Arnavutluk Prensi

Iskender ile Osmanlilarin aleyhine bir ittifak kurdular. Bu arada Macarlarla da

ayri bir ittifaka girerler. Bununla beraber, takriben 16 sene devam edecek

savaslar sonucunda Venedik hükümeti, en agir sartlar karsiliginda bile olsa,

Osmanlilarla baris yapmayi daha kârli görecektir. Bu sebeple Venedik

Senatosu'nun 25 Nisan 1479'da tasdik ettigi Osmanli-Venedik barisi, 25 Ocak

1479'da imzalanmis olur. 14 maddeden meydana gelen bu baris anlasmasi,

Osmanlilarin lehine ve Venediklilerin aleyhine olmustu. Denebilir ki, bu kadar

yil devam etmis olan muharebeler, Venedik ve müttefiklerine maglubiyet,

Osmanlilara ise dünyanin en büyük devleti olma gibi bir gâlibiyet temin

etmistir.BOGDAN MESELESI:

1455'te Osmanli hakimiyetini tanimak ve yilda 12.000

altin vermeyi kabul etmek zorunda kalan Bogdan, Osmanlilarin, karada ve denizde

birçok devletle ugrasmak zorunda kaldiklarini görünce bu hakimiyetten kurtulmak

isteyecektir. Daha sonra temas edilecegi gibi Osmanlilar, 1473 yilinda Uzun

Hasan üzerine yürümek zorunda kalmislardi. Sayet bu savasta maglub olsalardi,

Bogdanlilar Macarlarla birleserek Osmanlilar aleyhine müstereken harekete

geçeceklerdi. Ancak Osmanlilarin büyük bir galibiyet elde ettiklerini görünce bu

düsüncelerinden vaz geçerler. Bununla beraber, daha sonra Osmanlilar ile

Bogdanlilar arasinda savaslar olacak ve Fâtih, bizzat Bogdan'a girecek, Bogdan

Voyvodasi ise kaçacaktir. Bununla beraber bir müddet sonra Bogdan Voyvodasi,

Pâdisaha müracaat ederek, simdiye kadar vermekte oldugu üçbin sikke-i efrencî

yerine alti bin flori verecegini, Osmanlilarin dostuna dost, düsmanina düsman

olacagini bildirir. Pâdisah bunu kabul etmis ve Bogdan'i bu sartlarla

affetmisti.FÂTIH'IN EGE DENIZI SIYASETI

Istanbul'u feth eden Osmanli Pâdisahi, Çanakkale

Bogazi'na ve Türk sahillerine yakin olanlardan baslamak üzere, Ege'deki adalara

nüfuz etmeye çalisir. Böylece, yabancilara siginacak bir yer birakmamaya, ve

kendi sahillerine yapilabilecek korsanlik hareketlerini önlemeye çalisiyordu.

Gerçekte, Anadolu topraklarinin bir devami telakki edilen bu adalarin bir kismi

Bizans'a, bir kismi da Venedik ve Cenevizlilere ait bulunuyordu. Yalniz Rodos

Adasi bunlarin disinda idi. Istanbul'u fethetmeye muvaffak olan Fâtih, Bizans'a

ait olan bütün topraklarin kendi idaresi altinda tekrar birlesmesini istiyor

gibidir. O, kendi topraklarina yakin yerlerde bir yabancinin ticaret yapmasina

degil, dolasmasina bile tahammül edemiyordu. Zira böyle bir durum, zamanla kendi

ülkesini tehlikeye sokabilirdi. Korsanlik hareketleri ile kendisine ait sahil

kentleri vurulabilirdi. Bu sebeple o, Ege Denizi'nde Bizanslilar ile baska

milletlere ait olan adalari almak üzere harekete geçer. Çanakkale Bogazi'na

yakin adalardan baslayarak yavas yavas Ege Denizi içlerine dogru ilerleyen

Fâtih, bu deniz üzerinde iki istikamet (yön) takib eder. Bunlardan birincisi onu

Italya'ya götürecektir. Gerçekten, bu yolun üzerindeki adalari teker teker

aldiktan sonra Italya topraklarina asker çikarir. Ikinci yol ise Anadolu

sahillerinin yakinindan geçmekte idi. O, bu yol üstündeki adalarin (Midilli,

Sakiz, vs.) bir kismini haraca baglayarak bir kismini da ilhak ederek Rodos'a

kadar gider.

Surasi unutulmamalidir ki Ege adalarinin ilhaki, pek

kolay olmamistir. Zira Osmanlilarin bu tesebbüslerine karsi gerek Papalik,

gerekse Venedikliler ile Napoli Kiralligi, donanmalariyla buna mani olmak

istemislerdi. Hatta zapt edilen bazi adalari tekrar geri almislardi. Osmanlilar,

buralari yeniden almak için yeni donanma sevk etmek zorunda kalmislardi. Böylece

elden ele geçen adalar, nihayet kesin olarak Osmanli idaresinde

kalmistir.ENEZ, IMROZ, SEMADIREK VE TASOZ'UN

ALINMALARI:


Sirbistan seferinden sonra Enez, Imroz ve Semadirek

Beyi olan Dorya ile hükümet idaresinde ortagi olan yengesi arasinda çikan

ihtilaf üzerine kadin, yüksek hakimiyetini tanidigi Osmanlilara müracaat ile

sikâyette bulunmustu. Gerek kadinin müracaati, gerekse Enez Beyi'nin devletle

yapmis oldugu anlasmayi bozmasi, keza Enez halkinin Ipsala ve Ferecik

taraflarindaki Müslüman Türklere ait köle ve cariyeleri kaçirarak satmalari

üzerine Enez'in alinmasi kararlastirildi. Bundan sonra Enez, karadan bizzat

pâdisah ve denizden donanmanin tazyiki ile kisa bir sürede alindi.* Bundan sonra diger adalar da alindi. Bu adalarin Osmanli

idaresine girmesi 1456 yilinda olmustu. LIMNI ADASININ ZAPTI

Enez, Imroz ve Tasoz'un alinmasindan sonra yine 1456

senesinde Limni halki ile Midilli Prensi Nikola Gateluziyo'nun kardesi olan

Limni Prensi arasinda anlasmazlik çikar. Ada halki, prensi istemeyerek onun

yerine bir Türk beyinin gönderilmesini istediginden Osmanlilar da himayelerinde

bulunan Limni adasina Gelibolu'nun eski Sancakbeyi ve kaptani olan Hamza Bey'i

gönderirler.MIDILLI ADASININ ZAPTI

Osmanli sahillerinin yakininda bulunup korsan yatagi

olan ve Aragon korsanlarinin Türk sahillerini vurup getirdikleri mallardan hisse

alan, baska bir ifade ile korsanlarla birlikte hareket eden Midilli Prensi'nin

hakkindan gelinmesi kararlastirildi. Bu siralarda Fâtih Sultan Mehmed, Edirne'de

bulunuyordu. Edirne'ye davet ettigi deniz komutanlari ile görüstükten sonra

büyük bir donanmanin hazirlanmasini emr etti.

Bütün hazirliklar tamamlandiktan sonra 1462 senesinde

Mahmut Pasa komutasindaki donanma irili ufakli ikiyüz parça gemi ile denizden

ada üzerine yürüdü. Mahmut Pasa, adanin merkezi olan Midilli önlerine asker

çikararak sehri kusatir. Bursa yolu ile hareket eden hükümdar, adanin

karsisindaki Edremit körfezine inmis ve oradan da Ayvalik'in güneyindeki

Ayazmend (Altinova)'e gelmisti. Sultan Mehmed, muhasaranin iyice sikistigi bir

zamanda bir harp gemisiyle adaya geçer. Oradaki durumu inceledikten sonra tekrar

Ayazmend'e döner.

Midilli halki, daha fazla dayanamayacagini anlayinca

teslim olur. Mahmud Pasa, ada idaresinin tanzimi ile görevlendirilmisti. Üç

kisma ayrilan ada halkinin bir kismi yerlestirilmek üzere Istanbul'a

gönderilir.EGRIBOZ ADASININ FETHI

Venedikliler, Ege Denizinde Osmanlilara ait bazi

adalar ile Foça'yi vurmuslardi. Fâtih bu harekete karsi, Venedik'in Ege'deki en

büyük müstemlekesi olan Egriboz adasini ele geçirmeye karar verir. Böylece bu

devlete en büyük darbeyi vurmus olacakti.

Bu sebeple Mahmud Pasa'yi Derya Kaptanligi'na tayin

ederek üçyüz parça gemi ile denizden göndermis, kendisi de 70 bin kisilik bir

ordu ile karadan hareket etmistir. Evripos kanalinin en dar yeri olan Kulkis'ten

gemilerden bir köprü yaptirarak ordusunu derhal adaya geçirip birkaç hücumdan

sonra kaleyi feth etmisti. (1470)

Egriboz Adasi'nin, Osmanlilar tarafindan zapti,

Avrupa'da büyük bir hayret ve teessür meydana getirmisti. Bu hal, özellikle

Venedik ve Italya'nin diger devletleri arasinda derin bir endiseye sebep

olmustu. Zira Dogu Roma (Bizans, Istanbul) gibi Bati Roma'nin da elden gidecegi

telasina kapilan Papalik, her taraftan yardim taleb

etmisti.FÂTIH'IN KARADENIZ SIYASETI

Bilindigi gibi Osmanlilar, eskiden beri Anadolu

birligini kurmak ve burada güçlü bir Müslüman Türk Devleti meydana getirmek için

ugrasiyorlardi. Bu gayelerine ulasmak için gösterdileri gayretlerinin bir sonucu

olarak onlar, Anadolu'nun büyük bir kismini hakimiyetleri altina almaya muvaffak

oldular. Bununla beraber, kuzeyde Karadeniz'e kiyisi bulunan kisimlar (Samsun

hariç), baskalarinin elinde bulunuyorlardi. Bunlar, Trabzon Rum Imparatorlugu,

Isfendiyarogullari Beyligi ve Amasra (Amasteri) Cenevizlilerin idaresinde idi.

Karadeniz'in bu sahil bölgesinde büyük ve önemli birçok sehir bulunuyordu.

Istanbul'u feth etmis bulunan Osmanlilarin, gerek ekonomik, gerek siyasî gerekse

dinî bakimdan buralara da hakim olmasi icab ediyordu. Osmanlilarin bu niyetini

fark eden Venedik ve Ceneviz gibi deniz ticareti ile geçinen devletler,

Istanbul'un fethi üzerine büyük bir telasa kapilmislardi. Dogrusunu söylemek

gerekirse bu durum sadece onlari degil, Avrupa'yi da ciddi endiselere sevk

etmisti. Dogudaki bazi küçük beylik veya emîrlikler ise, siranin yavas yavas

kendilerine gelecegini düsünüyorlardi. Bu sebeple, Osmanlilara karsi bir dogu ve

bati ittifaki tehlikesi ufukta görünüyordu. Bir taraftan, Bati'nin böyle bir

hareket için Anadolu emîrliklerini tahrik etmesini önlemek, diger taraftan da

Anadolu birligine vücud vermek ve devlet merkezinin hem jeopolitik, hem de

askerî emniyetini temin için, Karadeniz sahillerini elde bulundurmak

gerekiyordu. Bu sebeple Fâtih Sultan Mehmed, buralari elde edebilmek için bir

plan hazirlar. O, hazirladigi planinin geregi olarak ayni mevsimde arka arkaya

üç sefer tertiplemek zorunda kalir.

Fâtih, düsünce ve hareketlerini gizli tutmakla

meshurdur. Seferin nereye yapilacagini kendisinden baskasi bilmezdi. Karadeniz

seferinde de bu gizlilige riayet edilmisti. O, donanmayi, Vezir-i a'zam Mahmud

Pasa komutasinda sevk ederken, kendisi de karadan hareket etmisti. Hedefin

neresi oldugunu bir münasebetle soran kadiaskere Hocam, eger sakalimin

tellerinden biri, zihnimden ne geçtigini bilecek olursa onu bile hemen koparir

yakarim diyerek, askerî harekât esasinin gizlilik oldugunu göstermis

olur.

Fâtih Sultan Mehmed bakimindan Karadeniz

sahillerinin fethi büyük bir önem tasiyordu. Hatta o, simdiye kadar dedeleri

tarafindan buralarin (Amasra gibi) fethedilmemis olmasini hayretle karsiliyordu.

Gerçekten o, Amasya için Mahmud Pasa'ya: Mahmud! Ol hisar ne yerdir kim âni

benim atam dedem almadi? diyerek, atalarinin simdiye kadar burayi almamalarini

adeta tenkid konusu yapar. Zeki sadrazam, Fâtih'in bu sorusunu: Sultanim bunun

alinmadigina sebep ol kim Hak Teâlâ'nin takdirinde bu, feth olunmak sultanim

elinden ola diyerek, bu fethin, Allah tarafindan kendisine nasib olacagini

söyleyerek cevaplamisti. Bu cevabiyle o, bu ise hemen baslanabilecegini de ima

etmis oluyordu.

Amasra, Cenevizlilerin önemli bir ticaret merkezi idi.

Istanbul'un fethinden sonra müskül bir duruma düsmüs olmasina ragmen eskiden

oldugu gibi hareketlerine devam etti. Gerçi buradakiler, bir miktar vergi

veriyorlardi. Fakat bunu bazan zamaninda bazan da geç veriyorlardi. Bununla

beraber etraflarini vurmaktan ve bilhassa denizde soygunculuk yapmaktan da

vazgeçmiyorlardi. Böylece, bir yilda verdikleri vergiyi adeta bir günde geri

aliyorlardi. Bundan baska bu sehir, Anadolu'dan kaçan esirlerin sigindigi bir

yerdi. Memâlik-i müslimine hayli zarar edüp nice kimseleri girift edüp diyar-i

efrence gönderip bey'eden ve Karadenizde sefer yapan Müslüman gemilerine

bilhassa musallat olan Amasralilar, bu taarruzlarinin sebebi soruldugu vakit

inkâr ediyor, bunu yapanlarin levent gemileri oldugunu ve bunlarin kendilerini

de dinlemediklerini söylüyorlardi. Aradaki anlasmalari birkaç defa bozan

Amasralilarin, Istanbul'un zaptindan ve Osmanlilarla Cenevizlilerin arasinin

açilmasindan sonra, etraftaki tecavüzleri daha çok artmisti. Amasralilarin

yaptiklarina son vermek ve problemi temelinden halletmek üzere kendisi karadan,

Mahmud Pasa da denizden Amasra'ya gidip sehri kusatma altina alirlar. Bu kadar

muazzam bir ordu ile basa çikamayacagini anlayan Amasra idarecileri, Mahmud

Pasa'nin ikna edici konusmasi karsisinda teslim olmuslardi. Onlar, pâdisaha

sehrin anahtarini teslim etmekle hayatlarini kurtardilar. Böyle bir hareketten

dolayi pâdisah onlari esir muamelesine tabi tutmamisti. Fâtih, basta tekfur

olmak üzere Amasralilarin ileri gelenlerini Istanbul'a

gönderdi.

Silah kullanmadan Amasra'yi ele geçiren Fâtih Sultan

Mehmed, Bursa'ya dönmüsken tekrar Karadeniz'e yönelir. Burada müstahkem bir kale

olan Sinop'ta Isfendiyaroglu Ismail Bey hüküm sürüyordu. Mahmud Pasa'nin teklifi

ve idareci özelligi ile olsa gerek ki Mahmud Bey ile Isfendiyaroglu arasindaki

konusmalardan sonra Ismail Bey, Fâtih Sultan Mehmed'e bey'at edecektir. Halbuki

o sirada, Ismail Bey'in idaresinde Sinop'ta 400 top, 2000 topçu, limanda demirli

birçok gemi ve onbin muharip asker vardi. Buna ragmen böyle bir kalenin, silah

atilmadan teslim olmasini, Ismail Bey'in ne derece büyük bir iman sahibi

oldugunu ve Anadolu birliginin kurulmasina taraftar bulundugunu, bunun da ancak

Istanbul'un Fâtihi vasitasiyla mümkün olacagina olan inanci ile izah etmek

mümkündür. Ismail Bey, Fâtih'e bey'ata karar verirken kendisinin sahib bulundugu

yüksek dinî suur ve fazileti ile birlikte, Sultan'in Istanbul'u fethetmek

suretiyle Islâm âleminde kazanmis oldugu prestijin de etkisinin bulundugu

söylenebilir. Ismail Bey, vezir-i âzamin delâletiyle ordugahta Osmanli ricali

tarafindan büyük bir merasimle karsilanmisti. Hatta Fâtih bile çadirinda ayaga

kalkip birkaç adim yürümek suretiyle onu karsilamisti. Nitekim Dursun Bey

Erkân-i devlet, Ismail Beg'i izzet ü ikram ile pâye-i serir-i saltanata

yitistürdiler. Pâdisah dahi visaktan tasra bir kaç kadem istikbal edüp musafaha

ma'nasi oldi. diyerek bütün bir devlet erkâni ile birlikte pâdisahin da onu

karsiladigini anlatir. Iskenderoglu'nun, Fâtih'in elini öpmeye kalkismasi

üzerine hükümdar: Ismail Bey, sen benim ulu kardasimsin, reva midir kim elim

öpesin diyerek bu hükümdari tahtinda kendi yanina oturtmustu. Dirlik olarak

Ismail Bey'e istedigi Yenisehir, Inegöl ve Yarhisar kazalari

verilmistir.

Pâdisahin, Koyulhisar seferine çikisini firsat bilen

Karamanoglu Ibrahim Bey, Ismail Bey'e haber göndererek, isyan etmek için zamanin

müsait oldugunu bildirir Karamanoglu'nun birlikte hareket edebilecekleri

teklifine karsilik Ismail Bey, böyle bir seye riza gösteremeyecegini söylemisti.

Bu durumun Osmanlilarca duyulmasi üzerine bir ihtiyat tedbiri olarak, Ismail

Bey'e dirlik olarak Filibe verilerek kendisi oraya

gönderilmisti.

Bizans Imparatorlugu'nu ortadan kaldiran ve Mora'daki

Rum varligina son veren Fâtih Sultan Mehmed, Latinleri kendi aleyhine tahrik

etmek isteyen Trabzon Rum Imparatorlugu'nu da ortadan kaldirmaya karar

vermisti.

Tek bir nefes sehid vermeden ve bir ok dahi atma

ihtiyaci hasil olmadan Amasra, Kastamonu ve Sinop'u alan Osmanli hükümdari,

birbirine bagli üç kisimdan meydana gelmis olan Trabzon kalesini hem denizden

hem de karadan kusatir. Bu durum, Imparator David Komnen'i ümitsizlige düsürür.

Hamisi olan Uzun Hasan'dan da yardim alamayacagini anlayan imparator, Mahmud

Pasa'nin akrabasindan olan bas mabeyincisi Yorgi Amiruki vâsitasiyle Mahmud Pasa

ile anlasarak sehir ve kaleyi teslime karar verir. Imparator, Pâdisah adina

Mahmud Pasa tarafindan yapilan teklifi kabul eder. Böylece, 258 sene devam eden

Trabzon Imparatorlugu 26 Ekim 1461 (21 Muharrem 866) günü tarihe

karisir.

Karadan Trabzon üzerine varmakta olan Fâtih Sultan

Mehmed'e elçilik heyeti ile birlikte Uzun Hasan'in annesi Sâre Hatun da

gelmisti. Fâtih, Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan'in annesine büyük bir saygi

göstererek ona ana diye hitab etmisti. Ordusuyla Trabzon'u çeviren sarp

daglari asarken zaman zaman yaya yürümek zorunda kalan pâdisaha Sâre Hatun: Hey

ogul! Bu Trabzon'a bunca zahmet nedendir? diye sorunca, Fâtih su manidar cevabi

vermisti: Hey ana, bu zahmet din yolundadir. Zira bizim elimizde Islâm'in

kilici vardir. Eger bu zahmeti çekmezsek bize gâzi demek yalan olur. Bugün yahud

yarin huzur-i Ilâhîye çikinca mahcub olurum diyerek gazilik ünvani ile cihâd ve

bu ugurdaki çalismaya nasil ehemmiyet verdigini anlatmak ister.

Kurtulus ümidi görmedigi için teslim teklifini kabul

eden imparator, sekiz oglu ile birlikte Edirne'ye göndermisti. David'in en küçük

oglu hak dini kabul ederek Islâm'la müserref olmustu. Böylece Bizans'in son

Anadolu bakiyyesi de Osmanli ülkesine katilmis oldu.FÂTIH'IN IÇ VE DOGU ANADOLU SIYASETI

Toros daglari ile Anadolu'nun kuzey daglari arasinda

uzanip giden ve Uzunyayla'ya kadar devam eden Orta Anadolu ile, bunun ötesinde

baslayan Anadolu'nun dogu kismi üzerinde, bilhassa Firat'a kadar kadar olan

sahada, Fâtih Sultan Mehmed, Osmanli Devleti'nin bir bütün teskil ettigine

inanmis gibi idi. Halbuki Orta Anadolu'nun büyük bir kismi ile Dogu yaylalarinin

bütünü devletin sinirlari disinda kalmisti. Her iki bölgede hüküm sürmekte olan

beylikler, Osmanlilari her bakimdan tehdid eden bir mevkide bulunmakta idiler.

Konya, Karaman, Larende ve civarina, hatta Toroslarin güneyinde denize kadar

olan sahalara sahip olan Karaman Beyligi, yasadigi müddetçe, Osmanli Devleti'ne

karsi mümkün olabilen bütün fenaliklari yapmis, Hiristiyanligi takviye ederek

Müslümanligi zaafa götürmeye çalismisti. Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi

altinda bir an ezilmeye mahkum olan bu devlet, Yildirim-Timur karsilasmasindan

sonra tekrar meydana çikarak, Çelebi Sultan Mehmed zamaninda ve II. Murad

devrinde durmadan Osmanlilar aleyhine faaliyette bulunmustu. Fâtih'in, küçük

yasta tahta çikmasini da firsat sayan bu devlet, Orta Anadolu'da yeni bir gaile

meydana getirmeye çalismis ise de, genç hükümdarin çok sür'atle hareket edisi

buna imkan birakmamisti. Ancak Fâtih biliyordu ki, Karamanlilar bir firsat

vukuunda tekrar ortaya çikacaklardi. Anadolu'nun öteki kisimlarinin güvenligi ve

nihayet Türk birligi bakimindan buralarinin da Osmanli topraklari içerisinde

bulunmasini zaruri sayan Fâtih Sultan Mehmed, bu beylige hiç bir hak tanimamak

suretiyle ortadan kaldirmayi belki daha önceki tarihlerde tasarlamis, fakat

hadiselerin seyri, onun gözlerini baska taraflara çevirmesine sebep

olmustu.

Yakin, uzak Osmanlilarin aleyhindeki her tesekküle el

uzatan Karaman Beyligi'nin, Ibrahim Bey'in ölmesinden biraz sonra, durumu

büsbütün naziklesti. Osmanli topraklarinin dogusunda bulunan ve gittikçe kuvvet

kazanan Akkoyunlu Devleti'ne gelince o, Osmanlilar için gün geçtikçe daha ciddi

bir tehlike konusu olmaya basladi. Nitekim Karadeniz sahillerine göz dikmis olan

bu devletin yönecitileri, Trabzon Rum Imparatorlari ile akrabalik tesis etmis,

bu yüzden Fâtih'in Trabzon'u almak isteyisine mani bile olmaya çalismislardi. Bu

mani olmak isteyiste, Trabzon Imparatorlugu'nu müdafaa etmekten ziyade bu

topraklarin, Fâtih'in eline geçmesini önlemek gayesi vardir denebilir. Bundan

baska Isfendiyar topraklari üzerinde hak iddia edebilecek bir mevkide olan Kizil

Ahmed Bey'i kabul edip himaye eden ve onu Osmanlilara karsi elinde bir silah

gibi tutan Uzun Hasan, Osmanli-Akkoyunlu sinirlari üzerinde hadiseler

çikarmaktan da çekinmiyordu. Ayrica Osmanlilarla Karaman Beyligi arasinda çikan

anlasmazligi da firsat bilen Uzun Hasan, Karamanogullarina sadece siyasi

yardimda bulunmakla degil, ayni zamanda fiilen asker göndermek suretiyle de

yardim ediyordu. Iste bütün bu hareketler, Fâtih'i ister istemez dogudaki bu

tehlike ile mesgul olmaya sevk etti.KARAMAN MESELESI

Osmanlilarin en büyük hasmi olup Çelebi Sultan

Mehmed'in damadi olan Karamanoglu Ibrahim Bey, otuz dokuz sene hükümdarlikta

bulunduktan sonra hicrî 868 (m. 1463)'de vefat etmisti. Ibrahim Bey, yedi

oglundan en büyügü olan Ishak Bey'i, Osmanlilarla kan bagi olmadigi için çok

seviyordu. Annesi bir cariye olan Ishak Bey'i veliaht yapmis ve merkezi Silifke

olmak üzere Içel valiligine tayin etmisti. Daha sonra da bütün devlet islerini

ona birakinca öteki kardesler buna itiraz etmislerdi. Bu hareketin basinda

bulunan Pir Ahmet Bey, Konya'nin ileri gelenleri ile anlasarak hükümdarligini

ilan etmisti. Böylece Karaman mirasi meselesi ortaya çikti. Uzun Hasan, devam

eden bu miras isine karisma sevdasina düstü. Anadolu'daki Müslüman Türk

beyliklerine karsi insafli bir sekilde muamele eden Osmanli hükümdari, sonunda

Konya'ya girerek, Taseli taraflari hariç olmak üzere bütün bir Karaman ülkesini

topraklarina katar. Fâtih Sultan Mehmed, Konya'da adina sikke kestirdigi gibi,

sehzâdesi Mustafa'yi da buraya vali olarak tayin eder. Vezir-i a'zam Mahmud

Pasa'yi Toroslara kadar göndererek ülkenin ilhakini tamamlar.

Mahmud Pasa, Konya'ya dönünce buradaki is ve sanat

erbabinin Istanbul'a yollanmasi isi ile görevlendirilir. Pasa'nin bu icrasinda

bazi sikâyetler meydana gelir. Öyle anlasiliyor ki Pasa da yaptigi bu isten pek

memnun degildir. Hatta bunlara karsi ihtiyar benim elimde degil, mazuruz

dedigi rivayet edilmektedir. Rum Mehmed Pasa, Mahmud Pasa'nin haksizlik

yaptigini, sadece fakirleri hicret ettirdigini söyleyerek sikâyetlerde bulunur.

Bu arada onun, Mevlana'nin torunlarindan birini de bunlarla birlikte yolladigi,

fakat Fâtih Sultan Mehmed'in bunu ögrenmesi üzerine o zati hediyelerle tekrar

geri gönderdigi rivayet edilir. Osmanli idaresine yeni alistirilmakta ve hatta

isindirilmakta olan bir memleketin halki hakkinda icra edilen bu neviden

muameleler yüzünden artan sikâyetler üzerine Mahmud Pasa, vazifeden alinarak

yerine Rum Mehmed Pasa tayin edilir.

Karaman probleminin tamamen ortadan kalkmasi için çaba

sarfeden Osmanlilara karsi Akkoyunlu Devleti de bütün gücü ile Karamanlilari

destekliyordu. Hatta bu maksatla Uzun Hasan, 50 bin kisilik bir kuvveti yardima

göndermisti. Yapilan savaslarda galip gelen Osmanlilar, Karamanlilarin elinde

kalan son kaleleri de almaya muvaffak olmuslardi. Son olarak Kayseri ile Nigde

arasinda bulunan Develihisar, Karamanogullari adina müdafaa edilmekte idi. Kale

komutani Atmaca Bey, kaleyi Sehzâde Mustafa'ya teslim edecegini bildirince,

sehzâde kaleyi teslim alarak Karaman gailesinin son kalintisini da ortadan

kaldirir. Bu arada hastalanan sehzâde, kaleyi teslim alip dönerken 19 Agustos

1474'te Bor'da vefat eder. Sehzâde Mustafa'nin ölümünden sonra Karaman

Valiligi'ne Cem Sultan getirilmisti. Cem Sultan'in iyi meziyetleri, Karaman

halkinin Osmanlilara tabi olmasinin önemli sebeplerinden biri olarak kabul

edilmektedir.OSMANLI-AKKOYUNLU REKABETI VE OTLUKBELI

ZAFERI


Uzun Hasan, hükümdarlik tahtina oturuncaya kadar

Akkoyunlular pek fazla önem tasimiyorlardi. Fakat onun is basina gelmesi ile

birlikte durum degisti. Çünkü o, Karakoyunhükümdari Cihansah ile Mâveraünnehr

hükümdari Ebu Said Miransah'i öldürmeye ve topraklarini da kendi ülkesine

katmaya muvaffak olmustu. Daha sonra Horasan hükümdari Hüseyin Baykara'yi

yenerek topraklarindan bir kismini almis olan Uzun Hasan, bu suretle Firat

havalisinden Maveraünnehr'e kadar uzanan büyük ve kuvvetli bir devlet kurmus

oldu. Topraklarinin genislemesi nisbetinde, gururunun da arttigini gördügümüz

Akkoyunlu hükümdarinin ayrica bir Cihangir olmak sevdasi da vardi. Iste bu

düsüncesi ve kendisini çok üstün görüsü, onu Osmanli topraklarini alma sevdasina

düsürdü. O, Fâtih Sultan Mehmed'i de yenebilecegini tahmin ediyordu. Hatta

rivayet edildigine göre o, Ebu Said'i maglub ettigi gün, atini meydana sürmüs ve

Bu diyarin serdarlari, secaatin âsârini gördüler, firsat el verirse bu nöbet

isterim ki, cür'et ve celâdetim Hüdâvendigâr'a (Osmanli hükümdari) gösterem,

demisti.

Galibiyetleri ile magrur olan Uzun Hasan, Osmanlilara

üstün gelecek durumda oldugunu tahmin ediyordu. Bundan dolayi Osmanlilardan

kaçan Karaman ve Candarogullarini bir büyüklük eseri olarak ayni zamanda kabul

etti. Bunlar, devamli olarak Hasan Pâdisah'i Osmanlilar aleyhine tahrik

ediyorlardi. Nihayet bu emellerinde muvaffak oldular. Bu muvaffakiyet de 1472

yilinda Osmanlilara ait olan Tokat sehrinin Uzun Hasan kuvvetleri tarafindan

yakilip yikilmasi ile kendisini belli etmisti.

Uzun Hasan, Osmanlilarla harp halinde bulunan Venedik

Cumhuriyetinin, Osmanlilar aleyhinde kendisine ittifak teklifi üzerine daha

1463'te bunlarla anlasmisti. Bundan baska yine Osmanli-Venedik muharebesi

esnasinda Hasan Bey, Venediklilerle ittifak etmis olan Haçlilarla birlikte

hareket için bunlarla görüsmek üzere Rodos'a elçiler göndermisti. O, bu elçilik

heyeti vasitasiyle Osmanlilara ait Tokat sehri ile daha baska bazi mühim

sehirleri isgal ettigini de Haçlilara bildirmisti. Uzun Hasan, 1472 yilinda

Venediklilere yeni ittifak teklifinde bulunmus, bu teklif, Venedik elçisi

Katerino Zeno vâsitasiyle derhal senatoya bildirilerek Akkoyunlu ordusu için top

ve topçu ustasi istenmisti.

Bütün bu hareketlerin ötesinde Akkoyunlu hükümdari

Uzun Hasan'a bagli kuvvetlerin, Osmanli hududlarini geçerek taarruz etmesi,

Osmanlilari bu meydan okumaya karsilik vermeye zorladi.

Fâtih Sultan Mehmed, Uzun Hasan üzerine hareket

etmeden önce kis mevsiminde ondan gelen mektuba agir bir cevapla mukabelede

bulunmustu.

Bu mektupta Fâtih Sultan Mehmed, Uzun Hasan'in

yaptiklarindan, ehl-i Islâm üzerine gidip onlara zulümde bulunmasinin dogru

olmadigi, eger yapabiliyorsa din düsmanlari ile savasmasi gerektiginden bahs

ederek, yapilan haksizligi ortadan kaldirmak için bizzat kendisinin gelecegini

bildirir.

Gerçekten de Frenklerle ittifak yapmis olan uzun

Hasan, Osmanlilarla yapacagi muharebeyi makul gösterebilmek için onlardan

Kapadokya ile Trabzon Imparatoru'nun kizinin kocasi olmasi hasebiyle Trabzon'u

istemekte idi. Iste Fâtih Sultan Mehmed bu istekler karsisinda agir bircevap

yazar. Bu cevabinda o, bundan böyle elçisinin ok, sözünün de kiliç oldugunu

söyleyerek Akkoyunlu hükümdarini, kozlarini paylasmak ilkbaharda üzere harbe

davet eder.

Osmanli ordusu, 13 Zilkade 877 (11 Nisan 1473) Pazar

günü, Fâtih'in komutasinda Üsküdar'dan hareket eder. Iznik yolu ile Yenisehir'e

gelini. Beypazari'nda Karaman valisi Sehzâde Mustafa, Kazabat'ta da Amasya

Valisi Sehzâde Beyâzit, emirlerindeki kuvvetlerle orduya katilirlar. Farkli

rivayetler bulunmasina ragmen bu katilimlarla ordunun yekunu takriben seksen bes

bin kisiye ulasir.

Tarihte Otlukbeli Zaferi diye söhret bulan bu

savasta, Osmanli ordusu büyük bir zafer kazanarak dogudaki bu tehlikeyi bertaraf

eder. Bütün kaynak eserlerde tafsilatli bir sekilde kendisinden bahsedilen bu

zaferden uzun uzadiya bahs etmek istemedik.

Fâtih, galip gelmisken kendisi gibi Türk ve Müslüman

olan, ayni zamanda Oguzlarin Bayindir koluna mensub bulunan Akkoyunlu

kuvvetlerini takip ettirmedigi gibi Türk ve Müslüman olan ülkesine de

dokunmadi.

Kemal Pasazâde, bu takip etmeyis hadisesini Sehzâde

Bayezid'in hizmetinde bulunan Halil Pasa'nin oglu Ibrahim Pasa'nin agzindan nakl

etmekte ve onun, bunun sebebini Fâtih'e sordugunu, ondan gâyenin saltanat

yikmak degil, Uzun Hasan'a ders vermek oldugu, Islâm memleketlerini tahrib ile

Islâm hükümeti yikmanin dogru bulunmadigini, öte taraftaki gaza harplerini

birakip, burada Müslümanlarla ugrasmanin iyi bir sey teskil etmedigi cevabini

aldigini nakl eder. Bu cevap, hükümdarin, ne denli yüksek bir telakki ile

hareket ettigini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Nitekim Âsik Pasazâde de

Fâtih'in bu hareketini Mürüvvetle vilayetin yikmadi, yine kendi vilayetine

teveccüh etti diye takdir etmekte ve Osmanli hanedaninin adalet, insaf ve

fazilet ile muttasif bulundugunu açiklar. Osmanli Devleti'nin, Timur'dan beri

karsilastigi bu en büyük tehlikenin atlatilmasinda ve zaferin kazanilmasinda rol

oynayan baslica âmil, Osmanli askerî kudret ve teskilâtçiligi ile atesli

silahlardaki kiyas kabul etmez üstünlügüdür. Otlukbeli zaferi, Osmanlilara karsi

yapilmis olan sark ve garb ittifakinin bir cephesini tamamen tesirsiz hale

getirmisti. Fâtih, bundan son derece memnunluk duydugundan ve kendisine bu

imkani hazirladigi için Allah'a sükran hislerini ifade etmek üzere, ordusunun

almis oldugu bütün esirlerin âzâd edilip serbest birakilmasini emreder. Böylece,

Osmanli adalet ve müsamahasinin en güzel örneklerinden birini daha vermis olur.

Bu suretle de o, halka karsi âdil olan idaresinin nümûnelerini göstermis

oluyordu. O, Oguz boylari arasindaki çekismenin bütün yan tesirlerini izale

ederek ihtilaf sebeplerini silmek istiyordu. Bu da Islâm dünyasinda, kendisi ve

devleti için büyük bir sempatinin dogmasina vesile oluyordu.

Sonuç olarak sunu söyleyebiliriz ki, Fâtih Sultan

Mehmed, çok kisa bir zamanda büyüyüp gelismis ve Omanlilar için korkunç bir

tehlike haline gelmis olan Akkoyunlu Devleti'ni, Otlukbeli zaferi ile tehlikesiz

bir hale getirmisti. 1473'te kazanilan bu zafer, Uzun Hasan Devleti'nin sür'atle

çökmesine ve nihayet ortadan kalkmasina âmil olan sebeplerin basinda

gelmektedir. Bu zaferden sonra, Osmanlilar aleyhine harekete geçmis olan

Haçlilarin ümitleri de kirilmis oluyordu. FÂTIH'IN GÜNEY SIYASETI

Cihan tarihinin gördügü en büyük hükümdarlardan biri

olan Fâtih Sultan Mehmed'in, Anadolu birligini saglamak ve hatta bir bakima

Islâm birligini temin için büyük bir gayret içinde oldugu kabul edilmelidir.

Onun, Osmanli devlet sinirlarini Tuna ve Italya'ya dayamak istedigi kesinlik

kazanmis görünmektedir. Karadeniz'in bütün sahillerini almak ise, onun

düsüncelerinin basinda gelmekte idi. Bununla beraber, kendi ülkesinin güneyinde

uzanan topraklar üzerinde, verilmis bir kararinin olup olmadigini söylemek pek

mümkün degildir. Zira hâdiseler, Fâtih Sultan Mehmed'in bu bölgelerle

ilgilenmesine imkân vermemisti. Serbest kalip buralarla mesgul olmaya basladigi

siralarda, bu sefer de ölüm, ona bu yolda yürümeye izin

vermemisti.

Fâtih'in, Hicaz su yollari ile ilgilenmesi, basit bir

hadise olmadigi gibi yadirganacak bir hadise de degildir. Zira bu suretle o,

bütün Müslümanlara ait olabilcek bir ise parmagini koymus oluyordu. Bu hadise su

idi: Hicaz'a giden bir Osmanli hacisi, yollardaki su kuyularinin (birke) harab

oldugunu ve hacilarin bu yüzden sikintiya düstüklerini görmüstü. Hac farizasini

eda edip döndükten sonra, durumu hükümdara bildirmisti. Bunun üzerine pâdisah,

bu kuyulari tamir etmek için bazi adamlari görevlendirmisti. Misir hakim ve

nâiblerine de bu adamlara yardim etmeleri için mektuplar göndermisti. Âsik

Pasazâde'nin ifadesine göre Karamanoglu da Misir Sultani'na bir elçi göndererek,

Fâtih'in su yollari bahanesi ile Mekke Sultanina yüklerle flori gönderdigini ve

onu Misir'a karsi isyana tesvik ettigini yazmisti. Karamanoglu'nun bu yalan

haberine inanan Misirlilar, biz âcizmiyiz kim birkemizi ol meremmet ide

diyerek Osmanlilari geri çevirmislerdi. Meseleyi kendi iç isleri olarak kabul

eden Memlûklerin, Karamanoglu'nun verdigi bu haber üzerine Osmanli ustalarini

hakaretle geri göndermeleri, iki devletin arasinda serin bir havanin esmesine

sebep oldu. Halbuki Pâdisahin onlarin iç islerine karismak gibi bir niyeti

yoktu. Zira Âsik Pasazâde bize bu konuda çok net bilgiler vermektedir. ona göre

Fâtih, bu kuyular için vakiflar düzenleyecek ve bu vakiflarin geliri sayesinde

bölgedeki Araplar, bu kuyulari koruyacaklardir. Böylece vakiflarin geliri ile

tamir edilecek olan bu kuyulardan, özellikle kuzeyden Hacca gidecek olanlar

istifade edeceklerdi.

Isin iç yüzüne bakildigi zaman, Memlûklularin,

Osmanlilari çok yakindan takip ettikleri anlasilacaktir. Onlar, Anadolu'da Türk

birligini kurmaya çalisan ve bu konuda kendilerine engel olan kuvvetleri teker

teker ortadan kaldiran Osmanogullarinin, Toros'larin güneyine inmelerine pek

taraftar degillerdi. Bu yüzden Karamanogullarina yardim ediyorlardi. Sonuç

olarak Misir'dan, Dulkadir topraklarina kadar uzanan zengin Misir Memlûkleri

Devleti, gelecekte kendisi için büyük bir tehlike olacagi anlasilan Osmanli

Devleti'ni, sinirlarina yaklastirmamak ve onunla kendi arasinda zayif ta olsa

tampon bazi tesekküller bulundurmak arzusunda idi. Iste bu sekildeki hareket

tarzi, Fâtih'i, güneye giden yol üstünde bulunan Dulkadir isleri ile ilgilenmeye

sevketti.

Memlûk sultanlari ile Osmanlilarin arasinin açilmasina

sebep olan daha baska olaylar da vardi. Nitekim Fâtih, Trabzon seferinden

zaferle döndügü vakit, zaferi tebrik için her taraftan elçiler geldigi halde,

Misirlilar buna lüzum görmemislerdi. Bu durum, aradaki dostluk hislerinin

sarsilmasina sebep oldu. Bu yüzden, Hoskadem Misir sultani oldugu zaman, Fatih

de onu tebrik etmemisti. Âsik Pasazâde bu konuyu su ifadelerle dile getirir:

Her tarafin pâdisahlarindan elçi geldi, Han'a vilayet (Trabzon) mübarek olsun

diye, Ancak Misir sultanindan elçi gelmedi. Âdet-i muhabbet terk olundu. Adavete

(düsmanliga) bir bahane bu oldu... Pâdisah dahi buna bir pare (parça) melûl

oldu. Sonra mezkur (adi geçen) Hoskadem dahi Misir'a sultan oldu. Pâdisah dahi

taht mübarek olsun diye elçi göndermedi. Âdet bu idi ki gönderileydi. Iki

taraftan âdet terk olundu. Ve muhabbet kesilmeye basladi. Dulkadirogullari

münasebetiyle bozulan iliskilere ragmen Sultan Kayitbay zamaninda Fâtih, Âsik

Pasazâde'nin ifadesiyle Taht mübarek olsun diye elçi gönderdi. Iyi hediyelerle

Çavusbasini elçi gönderdi. Elçi kim Misir'a vardi yine kanun üzre hürmet

etmediler, elçi müsteki geldi pâdisahina haber verdi. Rum Pâdisahi (Anadolu'ya

baslangiçta Rumeli dendigi için Pâdisahina da Rum pâdisahi, yani Rum ülkesinin

pâdisahi dendi) buna dahi melûl oldu. Âhir, Misir sultani dahi bu elçinin

ardinca bir elçi gönderdi. Misir'in muhtesibini*

gönderdi. Bu muhtesibin gelmesi pâdisaha hos gelmedi. Gerçekten, Fâtih Sultan

Mehmed, Misir muhtesibinin elçi olarak gönderilmesine kizmistir. Zira böyle bir

elçi, devletler arasindaki protokolün çignenmesi demekti. Çünkü o, çarsi

ehlinin büyügüdür, pâdisahlara elçi olarak gönderilmez, bu bir hafifliktir.

sözleri ile ifade edilen anlayis, bunu açikça ortaya

koymaktadir.FÂTIH'IN SAHSIYETI VE ÖLÜMÜ

1451 yilinda 21 yasinda iken yeniden Osmanli tahtina

geçen Fâtih Sultan Mehmed, Istanbul'u fethedip bin yüz yillik Dogu Roma (Bizans)

Imparatorlugu'nu ortadan kaldirarak tam anlamiyla Fâtih ünvanini aldigi gibi,

yüksek kabiliyet ve dehasiyle herkese gücünü kabul ettirmis olan büyük bir

devlet adami idi.

Fâtih, yaptigini bilen ve ne yapmasi gerektigini

hesaplayip düsünen adamdi. Onu, kütle mukadderatini elinde tutan sayili dâhiler

ve cihangirlerden ayiran üstün vasif, icraat ve basarilarinda, firsat ve

tesedüflerden faydalanmis olmasi degil, yaptigi ve yapacagindan haberli bulunan

bir sisteme sahip bulunmasi idi. Halbuki büyük söhretlerden pekçogu, sevki

tabiilerini rehber tutan, gafil ve zamanin maglubu kimselerdir. Binaenaleyh

Fâtih, ihraz ettigi san ve serefe, tesadüflerin yardimi ile degil, kendi

istihkak ve kudretiyle ulasmistir. Derûnî metanet ve zihnî kemaline, hayat ve

icraatinin her safhasinda sahid oldugumuz Sultan Ikinci Mehmed, beser olarak

düsebilecegi hatalari asgariye indirmek yolunda, etrafina zengin ve kaliteli bir

müsahipler ve müsavirler kalabaligi toplayan ve bunlardan her birinin karsisinda

gerektiginde boyun egen bir adamdir. Bununla beraber o, devlet idaresinde

sertti. Hissiyatini gizlemeyi bilir, yapacagi seferleri tatbik sahasina

koyuncaya kadar gizli tutardi. Zamani gelince de birdenbire maksadini açiklardi.

Bu yüzden düsmanlarini sasirtarak bir senede birkaç fütuhata birden nail olurdu.

Harpte cesurdu, maglubiyeti önlemek için cesurane bir sekilde öne atilip askeri

tesci ederdi. Her zaman sogukkanliligini muhafaza ederdi.

Adaletle hükmetmeyi siar edinen; cesaretli ve gayretli

biri olan Fâtih Sultan Mehmed, atalarinin elbiselerini birakarak ulema elbisesi

giymeye basladi. Âlimlerle sohbette bulunmayi âdeta bir vazife telakki ediyordu.

Bu yüzden Istanbul, âlim ve fazil insanlarin siginagi haline gelmisti. Gerçekten

o, ulema, sair, tasavvuf erbabi ve sanatkârlari himaye etmisti. Onlara

tahsisatlar vermis ve çalismalarini temin gayesiyle müesseseler kurmustu. Ayni

zamanda kendisi de sair olan Fâtih, siirde Avnî mahlasini kullanirdi.

Bostanzâde Yahya (Tarih-i Saf. I, 52) onun bu özelliklerini su ifadelerle

nakleder: Bâni-i mebani-i hayrat ve müessis-i esas-i hasenat olup ulema-i

ser'-i metin ve fudala-i fedail âyin, devrinde revnak bulup cihet-i maaslari

için Tetimme (medrese) ve imâret bina buyurup nice evkaf tayin buyurmuslardir.

Kendiler dahi ulema zümresinden madud olup (sayilip) fadl-i bâhir ve marifet-i

zâhir sahibi idiler. Ve siir-i bî-nazirleri (benzersiz, essiz) dahi vardir.

Mahlas-i serifleri Avnîdir. Bildigimiz kadari ile Fâtih, Türk tarihinin en

renkli ve en büyük sahsiyetlerinden biridir. Ana dilinden baska sark ve garp

dillerini bildigi, genis bir kültür ve bilgi hamulesiyle yüklü bulundugu,

riyaziye, topçuluk ve askerlikte kesif yapacak kadar kudret sahibi oldugu

anlasilmaktadir. Serbest fikirli ve herhangi bir saplantisi olmayan hükümdarin,

âlimleri davet ederek ilmî mübaheseler yaptirdigi da anlasilmaktadir. Farsça ve

Rumca'dan Arapça'ya tercüme edilmis felsefî eserleri okur ve yanina celb ettigi

âlimler ile müdavele-i efkâr ederdi. 1466 senesinde Batlamyus'un haritasini

Ivrikios'a yeniden tercüme ettirip haritadaki isimleri Arap harfleri ile

yazdirmistir. Kritovulos bu konuda sunlari yazar: Pâdisah hazretleri, lisan-i

Farisî ve Yunanî'den Arapçaya tercüme edilmis olan âsâr-i felsefiyeyi mutalaa ve

nezd-i sâhânelerinde bulunan fudala ile bu babta müdavele-i efkâr eder ve

bilhassa Aristo'nun mebahis-i felsefiye ile pek ziyade mesgul olurdu. Bir vakit

cografiyundan meshur Batlamyus'un, meslek-i cografîye aid levayihine tesadüf

edip mezkur layihalarda fennî bir surette izah ve tarsim edilen (çizilen)

sekilleri, nazari dikkate almis ise de bu haritalar daginik olduklarindan,

yeniden Filozof Ivrokios'a havale ederek Arapça yazdirir.

Tetkik edilip arastirildigi zaman görülecegi gibi

hemen hemen bütün osmanli Pâdisahlarinda ve özellikle Fâtih Sultan Mehmed'de

ilim ve ilim adamlarina karsi büyük bir saygi vardir. O da digerleri gibi daha

sehzadeliginde ulûm-i âliye ve 'aliyeyi tahsil etmisti. O, Ilmi taleb ediniz

hadisine uygun olarak tahsil ve müzakerelerden geri kalmazdi. Bu sebeple o,

Molla Iyas, Molla Güranî, Hocazade Muslihiddin Mustafa, Hatipzâde Mehmed, Molla

Siraceddin ve Abdülkadir gibi hocalardan ders almisti.

Fâtih, çok genç yasta tahta çikmis, daha çocuklugunda

büyük sorumluluklar yüklenmis, otuz sene kadar kesintisiz sefer ve gazalarla

mesgul olmustu. Bizzat yirmi bes seferde bulunan Fâtih, 17 devlet ile ikiyüz

küsur sehir ve kale fethetmisti. O, bütün bu çalismalarinin sebebini ve

dolayisiyle hedefini su misralarla dile getirir:

Imtisâl-i câhidû fi'llah* oluptur niyetim,

Din-i Islâm'in mücerred gayretidir

gayretim

Bu ifadeler onu, sirf ihtiras için harb eden ve kiliç

sallayan dünya cihangirlerinden ayirmaktadir. O, Peygamberimiz Hz. Muhammed

(s.a.v.)'in, insanlik ugrunda katlandigi mesakkat ve müsküllere gögüs gerdigi

gibi, ayni yolun yolcusu bir idealist olarak gögüs vermis bir serdar ve fikir

adamidir. O, hedefledigi gayeye ulasmak için, bütün imkîAnlari

degerlendiriyordu. Bu sebeple Istanbul'u aldiktan sonra, Ortodoks ve Ermeni

patrikleri ile Yahudi bashahamini bu sehre yerlestirir. Çünkü o, Istanbul'u

idealindeki cihan devletinin merkezi yapmak istiyordu. Hatta bir rivayete göre

Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir pâdisah ve Istanbul da cihanin

payitahti olmalidir, seklindeki sözü ile bu düsüncesini dile getirir. Bu

ifadelere bakilirsa, gayesinin bir cihan devleti de olmayip, Islâm dinini her

tarafa yaymak oldugu anlasilir. Zira Fâtih, Islâm âleminin hâmisi sifatiyle

kendisini i'lâ-yi kelimetullah'in en büyük temsilcisi olarak görmekte idi.

Gerçekten, daha sehzâdeliginde cihangirlik emelinde oldugu belirtilen Fâtih

için, Bosnali Hüseyin Efendi, bizzat pâdisahin agzindan Bu hânedanin maksad-i

a'lasi, i'lâ-yi kelimetullah'tir demektedir. Keza onun, nizam-i âlem için,

Trabzon üzerine varirken, çektigi sikinti ve katlandigi eziyetleri gören uzun

Hasan'in annesi Sâra Hatun'a Valide diye hitap edip söylediklerine, daha

önceden biliyoruz.

Onun yaptigi fetihler, giristigi gazalar ve tebeasi

için yaptiklarina bakilirsa, riza-yi ilâhî'yi kazanmaktan ve Resûlullah'in

yolunda yürümekten baska bir sey düsünmedigi görülür. Vefati dahi yine i'lâ-yi

kelimetullah için çiktigi bir sefer-i hümayun esnasinda vuku bulmustu. Bu

seferin, nereye müteveccih oldugu kesin olarak bilinememektedir. Hazirliklar,

büyük bir sefer için yapilmisti. Ama nereye oldugunu kimse bilmiyordu. Tursun

Bey Ve cihet-i sefer Anadolu oldugu malum olundu, amma Arab mi, Acem mi malum

olmadi diyerek bu büyük seferin nereye olacaginin bilinemedigine isaret

eder.

Fâtih Sultan Mehmed, 1481 yili Nisan ayinin 29. günü

(27 Safer 886) 50 yasinin içinde iken, büyük bir ordunun basinda hasta olmasina

ragmen Üsküdar'a geçmis ve bir at arabasina binerek, doguya dogru ilerlemeye

baslamisti. Ancak, Gebze yakinindaki Hünkâr veya Tekfur Çayiri denen yere

geldigi vakit, hastaligi büsbütün artar. Bu yüzden 3 Mayis 1481 Persembe günü (4

Rebiülevvel 886) ikindi vakti, 31 yillik hükümdarliktan sonra vefat

eder.

Fâtih'in ölümü, gizli tutularak hamam yapmak üzere

Istanbul'a geçtigi söylenip askerin yerinde kalip beklemesi emrolundu ise de

birkaç gün sonra kayiklarla Istanbul tarafina geçen yeniçeriler, vefat

hadisesini ögrenince, bazi edepsizliklere basladilar. Fâtih'in ölümü, onbir gün

gizli tutulup saklanabilmisti.

Âsik Pasazâde, Fâtih'in vefatini ve sebebini su

ifadelerle günümüze ulastirmaya çalisir: Vefatina sebep, ayaginda zahmet vardi.

Tabibler, ilacindan aciz oldular. Ahir, tabibler cem olup ittifak ettiler,

ayagindan kan aldilar. Zahmet ziyade oldu. Sarab-i farig (ilaç) verdiler, Allah

rahmetine vardi. Öyle anlasiliyor ki, Fâtih'in hastaligi, genellikle hânedanda

rastlanan Nikris illeti idi. Tarihî rivayetler de bunu

desteklemektedirler.FÂTIH SULTAN MEHMED VE HOSGÖRÜ

Günümüzde, hosgörü diye ifade edilen prensip ve

anlayisa eskiden müsamaha deniyordu. Sözlüklerde bu kelime, görmezlige gelme,

aldirmama, bir kabahatliya karsi siddet göstermeyip geçivermek seklinde

manalandirilmaktadir.

Bir beylik olarak ortaya çikisindan itibaren bünyesi

ve sartlarin gerektirdigi degisiklikleri yapmaktan çekinmeyen Osmanli Devleti,

saglam temeller üzerine bina edip gelistirdigi ve kemal mertebesine ulastirdigi

müesseseleri vâsitasiyle uzunca bir hükümranlik dönemi geçirme imkanini buldu.

Devletin, hayatiyet sirlarini teskil eden ve onu, Anadolu'nun diger beyliklerine

göre daha uzun ömürlü yapan unsurlardan biri de süphesiz ki, hosgörü adini

verdigimiz anlayisin, devlet nizam ve hakimiyet telakkisinde önemli bir rol

oynamasidir.

Kurulusundan itibaren Müslüman bir topluma istinad

eden bünyesi ile, Ser'î hukuku hem nazarî, hem de amelî bir sekilde uygulayan

Osmanli Devleti, bu anlayisini devletin bütün sistem ve organlarinda da devam

ettiriyordu. Zira bu devlette din asil, devlet ise onun bir fer'i olarak

görülmüstür. Bu bakimdan, devletin sosyal bünyesindeki anlayisin buna göre

organizesi normal karsilanmalidir. Bu anlayis sebebiyledir ki, Osmanlilar,

Balkanlar'da idarelerine aldiklari yerli unsurlarin din ve vicdan hürriyetine

müdahale etmedikleri gibi, onlari her türlü baskidan da

kurtarmislardi.

Islâm'dan aldiklari ilhamla Osmanlilar, idareleri

altinda bulunan gayr-i müslimlere karsi hosgörülü davranmayi, onlarin dinî

hürriyet ve serbestilerine müdahale etmemeyi devletin temel prensiplerinden biri

haline getirmislerdir. Bu prensibi iyi kullanan ve ona son derece riayet

edenlerden biri de süphesiz ki Istanbul'un fâtihi olan Sultan II. Mehmed'dir.

Onun, Istanbul'un fethinden sonra Ortodoks Patrikligi'ne verdigi serbestiyet ile

âyinlerini yapma konusundaki rahatligi bilindigi ve daha önce de kismen Bi avnillahi Taala Hz. Resûl-i Ekrem hürmetiyle

makami Konstantiniyye feth oldukta etraf u eknafta olan sahlar ve krallar

âsitâne-i saadetime elçiler gelüp feth-i fütûhu arz edüp bu def'a Kuds-i

Serif'te olan Rumlarin Patrigi Atanasyos nâm rahib ruhbanlari ile gelüp

âsitane-i saadetime yüz sürüp Hz. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) hazretlerinin mübarek

eliyle ve pençesiyle imzali olan hatt-i hümayunlari ve Hz. Ömer b. Hattab (r.a.)

(tarafindan) verilen hatt-i kûfî ile ve selâtin-i maziyeden hatt-i hümayunlari

ibraz edip reca eyledi. Kuds-i Serif içre ve tasrasinda namazlari ve

ziyaretgâhlari ke'l-evvel... mucibince zapt ve tasarruf eyleyeler. Ahardan

kimesne rencide eylemeye. Eger bundan sonra gelen halifeler, vezirler, ulema,

ehl-i örften vesair ümmet-i Muhammed'den akça içün veya hatir içün feshine murad

ederlerse Allah'in ve Hz. Resûlun hismina ugrasin. Sene 862 (1457). BOA. Ali

Emirî, Fâtih, nr. 22.

Buhl, Kudüs IA, VI, 964.

C. Brockelmann, Islâm Milletleri ve Devletleri Tarihi,

trc. Neset Çagatay, Ankara 1964, I, 258.

155. Osman Nuri Ergin, Türkiye'de Sehirciligin Tarihî

Inkisafi, Istanbul 1936, s. 93-94.

Kritovulos, 93.

Osmanlilarda Cizye hakkinda genis bilgi için bk. Ziya

Kazici, Osmanli Devletinde Cizye, Kubbealti Akademe Mecmuasi (1987), III,

54-65.

Kaynak: Osmanli tarihi

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Çünkü o, beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara çikmis ve kendinden önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese edilemeyecek derecede büyük bir hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da geçirdigi ikinci sehzadelik devresi, gerek sahsi, gerek Osmanli Devleti için çok verimli ve faydali olmustu. ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 03:57 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.