Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| SULTAN II. BÂYEZID Yedi yasinda iken Amasya sancakbeyligine
gönderildi. Sultan II. Bâyezid'in zamani, gerek Osmanli cografyasi, gerekse
ekonomik hayati bakimindan istikrarli ve emniyetli bir devir idi. Gerek bu
gerekse ve daha önceki dönemlerde yenilmeye degil, genellikle yenmeye alismis
bir kütle psikolojisi için, hududlardan sadece zafer sesleri degil, refah ve
bolluk da beraber girmekte bulunuyordu.
Osmanli medeniyetinin ahengini meydana getiren muhtelif
unsurlarin her biri, hem federal ve müstakil hüviyetleri içinde kendi
merkezlerine bagli, hem de müsterek ana merkezin mali ve mensubu olarak, hatta
XVII. ve XVIII. asirlarda bile hâla, semâvî bir nükte gibi, latif, ince ve
kemalli çehresiyle dünyaya yüz göstermekte devam etmekte idi.
Fâtih Sultan Mehmed vefat ettigi zaman, büyügü Bâyezid,
küçügü de Cem olmak üzere iki oglu kalmisti. Bâyezid, o dönemde merkezi Amasya
olan Rum Eyâleti, Cem de merkezi Konya olan Karaman Eyâleti'nin valisi idiler.
Daha önce de belirtildigi gibi Fâtih'in, Mustafa adinda bir oglu daha vardi.
Fakat bu sehzâde babasinin sagliginda vefat ettiginden, o sirada Kastamonu
Sancakbeyi bulunan Sehzâde Cem, ölen kardesinin yerine Karaman valiligine tayin
edilmisti.
Kaynaklarin, uzun boylu, beyaz tenli, melek huylu,
genis ve açik yüzlü, elâ gözlü, siyah çatik kasli, mutedil sakalli, yüzünde ben
bulunan, genis omuzlu ve yüksek gösterisli olarak belirttikleri Bâyezid-i Veli,
85l (m. l447) yilinda iki bayram (Ramazan - Kurban) arasinda dogmustu. 886
Rebiülevvel'inin 13. (12 Mayis 1481) günü 35 aslarinda iken, babasinin yerine
tahta geçer. Her ne kadar onun dogum tarihi ile ligili farkli yillar veriliyorsa
da genellikle yukarida belirtilen tarih kabul edilmektedir.
Fâtih Sultan Mehmed'in ani ölümü, tabiî bir hâdise gibi
karsilanmadi. Ülkede büyük bir siyasî buhranin çikmasina sebep oldu. Fâtih vefat
eder etmez, Vezir-i Azam ve Mevlânâ'nin soyundan gelmis olan Karamanî Mehmed
Pasa, bir taraftan Keklik Mustafa adinda bir çavusu, büyük sehzâde Bâyezid'i
davet için Amasya'ya gönderirken, öbür taraftan da kendi adamlarindan birini Cem
Sultan'a gönderip yolu uzak bulunan Bâyezid gelmeden önce onu Istanbul'a davet
ile bir emr-i vaki yapmak istemisti. Fakat Cem'e bu mektubu götüren sahsi,
Anadolu Beylerbeyi ve Bâyezid'in damadi olan Sinan Pasa yakalayarak öldürür.
Vezir-i Azam'in, Konya'da bulunan Sehzâde Cem'e gönderdigi mektup ve bu vesile
ile Fâti'in ölümünden haberdar olan yeniçeriler, ayaklanarak Pendik önlerine
demir atmis bulunan birkaç gemiyi zapt ederek Üsküdar'a gelirler. Oradan da
Istanbul'a geçerek Yahudiler ile zengin halkin evlerini yagmalarlar.
Yeniçeriler, Fatih'in, bulunmayacagi siralarda Istanbul'da hükümet islerine
bakmak üzere Silifke'den çagirmis oldugu Ishak Pasa'nin kiskirtmasi ile Vezir-i
Azam Karamanî Mehmed Pasa'yi da öldürürler. Bu feci hadiseden sonra iktidar,
bütünüyle Ishak Pasa'nin eline geçmis demekti. Zira Divan, devletin islerini
tedvir etmekle onu görevlendirdi. Ishak Pasa da kendisine verilen bu genis
yetkiyi iyi kullanarak asayis ve güvenligi sagladi. Yeniçeriler, Sehzâde
Bâyezid'in tarafini tuttuklari için, babasi gelinceye kadar, o siralarda
Fâtih'in yaninda ve henüz 11 yaslarinda bulunan Bâyezid'in oglu Korkut'u, 5
Rebiülevvel 886 (4 Mayis l48l) de Saltanat Kaymakami ilan
ederler.
Öte yandan devlet büyüklerinden acele davet mektuplari
alan Bâyezid, maiyetinde 4.000 kisi oldugu halde Amasya'dan yola çikip Üsküdar'a
gelir. Ertesi gün, oglu Korkut'tan saltanati resmen devr alip l2 Mayis l48l de
Osmanli tahtina çikar.
Yeni padisahi, büyük bir tezahüratla karsilayan vüzera
ve asker, Ishak Pasa'nin vezir-i azam olmasini, onun rakibi olup, terakkilerinin
artirilmasina muhalefet ettigi söylenen Hamzabeyoglu Kara Mustafa Pasa'nin, azil
ve nefy edilmesini ister. Yeni padisah, ilk hamlede mesele çikarmamak için, bu
istekleri kabul eder. O, basinda siyah bir kavuk ve ayni renkte bir elbise
giymis oldugu halde Istanbul'a girmisti. Topkapi Sarayi'na girerken, kapi önünde
saf tutup, kendisini merasimle karsilayan Yeniçeriler, subaylari vâsitasiyle bir
arzuhal takdim ederek, Karamanî Mehmed Pasa'nin öldürülmesi sebebiyle vâki olan
kusurlarinin affini ve cülûs bahsisi verilmesinin kabul edilmesini taleb
ederler. Yeniçerilerin bu istekleri, yeni sultan tarafindan kabul edilir.Bu,
Osmanli tarihinde Yeniçerilere verilen cülûs bahsisinin ikincisi olmustu.(Ilki
Fâtih Sultan Mehmed tarafindan verilmisti.) Cülûs bahsisinin ikinci örnegi olan
bu uygulamadan sonra, her tahta çikista, cülûs bahsisi tekrarlanmisti. Bu usûl,
zamanla devlet maliyesi için âdeta bir yikim halini alaacaktir. Bu bahsisler,
ancak üçyüz yil sonra Sultan Birinci Abdülhamid tarafindan Rusya ile yapilan
savas sirasinda ve birdenbire kaldirilabildi.
Bâyezid'in, tahta geçisinin ertesi günü, Fâtih Sultan
Mehmed'in cenaze merasimi icra edilmisti.Namazdan sonra Fâtih'in naasi, kendisi
tarafindan yaptirilmis olan camiin arkasindaki türbeye defnedilmisti. Tabutun
altina önce Sultan Bâyezid ve vezirler girmislerdi. Cenaze namazini Seyh
Ebu'l-Vefa adiyla söhret bulmus olan büyük âlim Konyali Muslihiddin Mustafa
kildirmisti. Günümüz Istanbul'undaki Vefa semti hâla bu zatin ismi ile
anilmaktadir. Cenaze defn edildikten sonra bey'at merasimi yapilarak Sultan
Bâyezid, resmen Osmanli tahtina oturmus olur. Bundan sonra Ishak Pasa'ya sadaret
tevcih olunur. Bu arada yeniçerilerin bütün isteklerinin kabul edilmesi mahzurlu
görülerek daha önce Mustafa Pasa hakkinda verilen karardan dönülür. Böylece
henüz Üsküdar'da bulunan Mustafa Pasa getirtilerek ikinci vezir olarak ilan ve
tayin edilir.II. BÂYEZID DÖNEMININ BAZI IÇ OLAYLARI
II. Bâyezid, babasi Fâtih Sultan Mehmed'in ölümünden
sonra Osmanli tahtina oturur oturmaz içerde, bir kismi siyasî, bir kismi da dinî
renge boyanmis gerçekte dis kaynakli olan siyasî bazi isyan hareketleri ile
karsilasir. Bu olaylara temas etmeden ve onun sahsiyet ile karekterinin
olusmasinda önemli rolü bulunan ve bir bakima onun bu özelliklerini canli birer
levha gibi önümüze seren faaliyetleri görmeden disariya karsi olan siyasetini
anlayip takdir etmek mümkün olmazdi. Zira onun dis dünya ile olan
münasebetlerinde, iç proplemlerin tesiri, sanildigindan daha büyük olmustur. Bu
sebeple biz de önce iç olaylara temas etmeyi faydali bulduk.
IÇ KARISIKLIKLAR VE CEM OLAYI
Ikinci Bâyezid tahta çiktigi zaman, Konya'da vali
olarak bulunan kardesi Giyaseddin Cem Çelebi'nin muhalefeti ile karsilasir. Zira
Cem, mülk-i mevrûsda hakki bulundugunu iddia ediyordu. O, bu iddiasini da bazi
delillerle isbat etmeye çalisiyordu. Gerçekten, Cem Sultan'in, saltanat makamini
elde etmek için giristigi tesebbüs, tedkik edilmesi lazim gelen sebeplere
dayaniyordu. Daha Fâtih'in sagliginda devlet erkani arasinda her iki sehzâdenin
taraftarlari bulundugu ve basta Karamanî Mehmed Pasa oldugu halde, bunlardan bir
kisminin, Bâyezid'den daha meziyetli, daha cesur ve faal bir zat olan Cem'i
saltanata layik gördügü anlasilmaktadir. Karaman eyaletinde beraber bulunduklari
zamandan beri, Cem'i takdir eden Gedik Ahmed Pasa'nin, hiç sevmedigi Bâyezid'i
padisah olarak görmek istememesi gibi, sehzâde Mustafa'nin ölümünden sonra,
Fâtih Sultan Mehmed'in de Cem'i Bâyezid'e tercih ettigini gösteren delillere
tesadüf edilmektedir. Nitekim Kanunnâme-i Âl-i Osman (Istanbul l330, s. 32 )'da
sehzâdelere yazilacak hükümlerin elkabi bahsinde yalniz Cem isminin zikredilmesi
ve yazilarda ona ...vâris-i mülk-i Süleymanî...oglum Cem edâmellahu bekahu
diye hitab edilerek örnek gösterilmis olmasi, herhalde bir tesadüf eseri olmasa
gerekir.Gerçi buna dayanarak Fâtih tarafindan Cem'in veliahd ilan edildigini
iddia etmek mümkün degilse de, ibâreyi büsbütün manasiz saymak da dogru
degildir. Böyle bir ibârenin isaret olarak kabul edilmesi herhalde daha dogru
bir kanaat olacaktir. Bütün bunlara ilaveten, Cem Sultan'in bizzat kendisi de
babasinin erine geçme hakkina sahip olduguna kani idi. Zira kendisine göre o,
babasinin padisahligi zamaninda dogmus ve bu yüzden Uzun Hasan seferi esnasinda
babasina vekalet etmisti. Bu da tahtin asil vârisinin kendisi oldugunu
gösteriyordu. Buna dayanarak o, kendisinin tahta geçmesi icab ettigini
söylüyordu. Bu âmillerin tesirinde kalan Cem, maiyyetindeki müsavirlerin,
özellikle Karamanoglu Kasim Bey'in telkinleri ile harekete geçmeye karar verir.
Gedik Nasuh Bey'i, maiyetinde Karaman, Varsak ve Turgutlu boylarina mensub
kuvvetler oldugu halde Inegöl üzerinden Bursa'ya gönderir. Gedik Nasuh Bey, 28
Mayis'ta, Ikinci Bâyezid tarafindan Ayaz Pasa komutasi altinda gönderilen iki
bin yeniçeriyi maglub etmeye muvaffak olur. Bu basarida Bursa halkinin da büyük
bir payi oldugu belirtilmektedir. Zira halk, yeniçerilerin daha önce
yaptiklarini unutmamisti.
Kaplica savasindan üç gün sonra ordugâha gelip,
Haziran'in basinda Bursa'ya giren Cem, saltanat alameti olarak nâmina hutbe
okutmus ve ismine sikke bastirmistir. l8 gün kadar da hükümdarlik eden Cem,
civardaki sehir ve kasabalara saltanatini kabul ettirip, etrafina kalabalik
sayida insan toplamak suretiyle kendisini Anadolu hakimi saymis ve bu son durumu
agabeyine kabul ettirmek üzere ona halalari ve Çelebi Sultan Mehmed'in kizi
Selçuk Hatun ile devrin ulemasindan Mevlânâ Ayas ve Sükrüllahoglu Ahmed
Çelebi'den meydana gelen bir elçilik heyeti göndermisti. Ancak, Selçuk Hatun'un
iki kardes arasinda kan dökülmesine mani olmak üzere giristigi tesebbüsler,
basarisizlikla sonuçlanir. Zira kendisine Rumeli ile yetinip Anadolu'yu Cem'e
birakmasi, böylece daha önceki hükümdarlarin birlestirmeye çalistiklari Osmanli
Devleti'nin yeniden ikiye bölünmesi teklif edilen Bâyezid, bunu kabul etmez. Bu
durum, Osmanlilardaki Tek Ülke Tek Sultan ilkesinin ne kadar köklestigini
göstermektedir.
Bâyezid'in, teklifini redetmesi üzerine kuvvetlerini
ikiye ayirip, Gedik Nasuh Bey emrindekileri Iznik'e gönderen Cem, kendisi de
Bâyezid ile karsilasmak üzere Yenisehir'e hareket eder. Ancak, Anadolu
Beylerbeyi Sinan Pasa'nin faaliyeti, Otranto seferinden dönen Gedik Ahmed
Pasa'nin Bâyezid kuvvetlerine iltihaki, nihayet yakin dostu Afsinoglu Yakub
Bey'in ihaneti sonucu Cem, Yenisehir'de yapilan savasta maglub olur. Sehzâde
Cem'in maglubiyetini hazirlayan sebeplerin basinda, onun dostu ve lalasi bulunan
Yakub Bey'in ihanetinin geldigi anlasilmaktadir. Gerçekten Bâyezid, Bursa
üzerine yürürken Cem'in lalasi Yakub Bey'e bir mektup yazarak, sehzâdenin
Karaman'a kaçmasini önlemesini, kendisine iltihak etmesini, bu takdirde Anadolu
Beylerbeyligi'ni uhdesine tevcih edecegini ve bosuna Müslüman kaninin
dökülmemesini bildirecektir.
Maglub olan sehzâde önce Eskisehir'e, sonra da Konya'ya
çekilmek zorunda kalir. Kendisini burada da güvende hissetmeyen Cem, annesi
Çiçek Hatun ile ailesini alip Tarsus'a gider. Onun, Konya'dan ayrilisi esnasinda
halkin göz yaslari ile kendisini ugurlamasina bakilacak olursa, Konya'lilarin
Cem Sultan'i çok sevdiklerini söyleyebiliriz. Öyle anlasiliyor ki, Cem, vali
olarak bulundugu bu bölgede böyle bir sevgiye layik olacak isler yapmisti.
Gerçekten o, Larende ( Karaman )'de saray, bedesten ve çarsi yaptirmak suretiyle
imar faaliyetlerinde bulunmus ve zulmü ref' edip adalet gösterdiginden halk da
yurtlarina dönmüstü. Sehzâde Cem, daha sonra Memlûk Sultani Kayitbay'in
müsaadesini alinca Antakya yolu ile l0 Temmuz'da Haleb'e, oradan da Sam
(Dimask)'a gider. Merasimle karsilandigi bu sehirde yedi haftalik bir istirahati
müteakip l5 Agustos'ta Gazze yolu ile Misir'a gidip hükümdarlara mahsus bir
törenle Kahire'ye giren Cem, Kostantiniyye Fâtihi'nin oglu olarak halk
tarafindan büyük bir tezahüratla karsilanir. Onu karsilamaya hazirlanan Kahire
sokaklari, bastanbasa donanmisti. Memlûk Sultani Kayitbay dahi kendisini
sarayinda karsilayip kucaklar ve Sen oglumsun, kederlenme diyerek onu teselli
eder. Divitdâr Sarayi, Cem'in emir ve istirahatina verilir.
Bu istirahat günlerinden istifade eden Cem, Mekke'ye
giderek hac farizasini ifa eder. Bilindigi kadari ile Osmanli hanedanindan
fiilen hacca giden tek sehzâdenin Cem Sultan oldugu rivayet edilir. Burada
fiilen ifadesini kullandik, çünkü hanedanin ve sultanlarin büyük bir
ekseriyeti Hacc-i bedel yolu ile haci ifa etmislerdir.
Bu sirada Cem'i elinden kaçiran Sultan Bâyezid,
Konya'ya kadar gelip, oglu Abdullah'i Karaman valiligine tayin eder. Bu arada
Italya'dan (Otranto) dönen ve Yenisehir Ovasi'nda kendisine iltihak eden Gedik
Ahmet Pasa'yi takibe yollar. Kendisi de Bursa yolu ile Istanbul'a döner.
Bursa'dan geçildigi esnada yeniçeriler, Cem'in tarafini tuttugu için bu sehri
yagmalamak isterler. Ancak padisahin bunlara izin vermemesi üzerine sehir
yagmalanmaktan kurtulmus olur.
Cem Sultan'in Kahire'de bulundugu siralarda,
Karamanoglu Kasim Bey bos durmuyor, Ankara (Engürü) Beyi Trabzonlu Mehmed Bey
ile birlikte sehzâdeyi Anadolu'da yeni bir maceraya sürüklemek üzere tesvik
ediyorlardi. Hatta rivayete göre Karamanoglu, Larende (Karaman)'de bulunan Gedik
Ahmed Pasa'nin agzindan mektup yazmak suretiyle Cem'i ikna etmeye çalisiyordu.
Misir'da bos durmak (âtil) suretiyle yasamayi nefsine yediremeyen ve böyle bir
hayata tahammül edemeyen Cem, Anadolu'daki taraftarlarinin yardimi ile saltanati
ele geçirmeye muvaffak olacagi zannina kapilmisti. Bu sebeple vatanina dönmek
için Sultan Kayitbay'dan müsaade istedigi zaman Misir hükümdari, devletin ileri
gelenlerini toplayarak Cem'in de hazir bulundugu bir meclis akdeder. Uzun
münakasalar esnasinda, sehzâdenin Anadolu'ya gönderilmesini dogru bulmayan Emîr
Özbek ile Cem arasinda sert tartismalar olur. Meclis dagildiktan sonra Sultan
Kayitbay, sehzâdeye vatanina dönme müsaadesi verir. Cem, ailesini Misir'da
birakarak 27 Mart l482 Sali günü Kahire'den hareketle, 6 Mayis günü Haleb'e
girer. Bu sehirde, yaninda züemadan ve subasilarindan meydana gelen bir topluluk
ile Gedik Ahmed Pasa'dan kaçan Ankara Beyi, Trabzon'lu Mehmed Bey, sehzâdenin
yanina gelir. Bunlar, Anadolu hakkinda Cem Sultan'a bilgi verirler. Cem Sultan,
Adana'da Karamanoglu Kasim Bey ile bulusarak, ikisi arasinda muvafakat hasil
olunca, Karaman ülkesinin Kasim Bey'e birakilacagi ve onun da ömrü oldukça Cem
Sultan'a itaat üzre bulunacagi esasina göre bir anlasma
yapilmisti.
Sultan Bâyezid, Cem'in Anadolu'ya geçmesini, ötedenberi
süphelendigi Gedik Ahmed Pasa'ya atf ederek onu yanina çagirmis, kendisi de
Bursa taraflarina geçerek hazirliklara baslamisti. Yapilan mücadeleler sonucunda
birlikleri dagilmis olan Sultan Cem, daglara siginmak zorunda kalmisti. Bu arada
Sultan Bâyezid ile Cem arasinda barisi saglamak ve Cem'i bu davadan vazgeçirmek
için haberciler gönderilmisse de bir netice alinamamisti. Bâyezid, Cem'e ailesi
ile birlikte Kudüs'te oturmasini ve senelik vâridatini (l milyon akça) almakta
devam etmesini buna karsilik taht ve tacdan feragatini yeminle teyid ve ilan
etmesini teklif etmisti. Feridun Bey'in Münseâti'nda bu konuda söyle
denilmektedir: Sen ki, akrabalarin en yakinisin. Seni baska kapilara muhtaç
edip onlardan yardim istemen padisahlik mürüvvetine yakismaz. Sayet huzur ve
tahttan feragati seçersen, sana nakden l0 kerre yüzbin bin ( l milyon) akça
salyâne tayin ettim. Ber vech-i takaud mutasarrif olup iki nimetin sükrünü eda
edesin. Bu teklife karsilik Kadimî resmdir, sehzâdeler davay-i taht
eylerdiyen Cem Sultan, Bâyezid'in bu arzusunu reddeder. Çünkü onlar için kader,
ya saltanata geçmek veya ölmekti. Cem Sultan bu anlayisini agabeyine su siirle
bildirmisti:
Sen, bister-i gülde yatasun sevk ile handân Ben, kül dösenem külhan-i mihnette sebep ne? diyen
Cem, mülk-i mevrustan hisse talebinde musirr olarak Anadolu'da kendisine
istiklâl ve bagimsizlik üzere hakim olacagi bir yer ayrilmasini istemek
suretiyle, eski iddialarina nazaran daha mütevazi bir saltanata riza
gösteriyordu. Küçük te olsa bir saltanat hissesi koparamayan ve bütün
muvaffakiyetsizliklerine ragmen, hala bir köseye çekilmeyi nefsine yediremeyen
Cem, güneye çekilmek istediyse de Karamanoglu Kasim Bey, Yildirim Bâyezid'in
oglunu örnek göstererek Rumeli'ye geçerse orada muvaffak olabilecegini söyler.
Cem, Rodos sövalyelerinin kendisine yardim edebileceklerini düsünerek, önce
reisleri Pierre d'Aubusson (Grand Maître)'a bir elçi gönderir. Bundan bir cevap
alamayinca Frenk Süleyman ile Dogan'i gönderdikten sonra kendisi de Kasim Bey'in
delâleti ile sahile Korycos (Kerküs) limanina iner. Bir müddet sonra Cem, 30
kadar adami ile Kerküs limanindan bir gemiye binerek (l5 Temmuz l482), Anamur'a
gider. Bu sirada sövalyeler de, onun Rodos'a serbestçe girip çikmak üzere,
istedigi ruhsatn‹meyi hazirlamis ve Don Alvaro de Zuniga komutasinda üç gemiden
meydana gelen bir filoyu, Anadolu sahiline göndermislerdi. Cem, Süleyman Bey'in
Rodos'a iltica etmemesi tavsiyesine karsilik, Frenklerin ahidlerinde müstakim
(sözlerinde dogru, ahidlerine bagli) olduklarini söyleyerek l8 Temmuz'da bir
Rodos gemisine biner. Fâtih'in oglunun Rodos'a gelisi esnasinda çok parlak bir
tören yapilir. Geçecegi yollar çiçekler ve bayraklarla donatilir. Gemiden ati
ile inmesi için tertibat alinir. O, sokaklara dökülen halkin arasindan,
d'Aubusson ile yan yana at üzerinde geçerek satoya girer. Cem Sultan, gördügü
bütün bu hürmet ve saygiya ragmen, artik St. Jean sövalyelerinin menfaatine alet
olarak kullanilacak kiymetli bir esirdi. D'Aubusson, verdigi ruhsatnâmeye önem
vermiyor ve Cem'i ele geçirdigini Papa Sixte IV ile Avrupa hükümdarlarina
bildiriyordu. Papa, açiktan açiga memnuniyetini ilan ederken, Macar Krali Corvin
Matyas, d'Aubbusson'a her türlü yardim vaadinde bulunarak bütün Hiristiyan
devltelerinin Osmanlilar aleyhine bir sefer açmasini istiyordu. Zaten
Sövalyelerin reisi de papaya yazdigi mektupta, Cem'den istifade edilerek
Hiristiyan devletlerinin tamaninin birlikte Islâmiyet aleyhine harekete
geçirilebilecegini ve Türklerin Avrupa'dan atilma zamaninin geldigini
belirtiyordu. Cem Sultan, d'Aubusson ile konusmasinda, Osmanli saltanatinin
varisi sifati ile yardim istemis ve onlardan alinan adalar ile diger topraklari
iade edecegi vâdinde bulunmustu.
Cem'in nerede ve hangi memlekette muhafaza edilecegi
hususunda tereddüde düsen sövalyeler, kendi aralarinda uzun müzakerelerden sonra
nihayet onu, Fransa'ya nakl etmeye karar verirler. Bu gelismeler karsisinda
sehzâde, ugradigi felaketin vehametini anlamis bir kimse olarak, Bâyezid'e
yazdigi mektupta kendisinin küffâr elinde esir oldugunu, bunun da ( ) diyen bir
Müslüman için çok büyük bir haksizlik oldugunu, binaenaleyh kendisini küffar
elinde birakmamasini rica etmisti.
Gerçi Cem, Fransa Krali XI. Louis ve kendisine taraftar
oldugu bilinen Macar Krali Matyas Corvin'in yardimlarini temin etmek suretiyle
Rumeli'ye geçecegini ümid ediyordu. Maiyetinde 50 kisi oldugu halde Fransa'ya
dogru yola çikarilan Cem Sultan, önce Istanköy'e, oradan da Siracuza
(Sicilya)'ya ve sonunda Mesina'ya ugrayarak yoluna devam eder. O, l6 Ekimde
Fransa'nin güney sahilindeki Villefrache'a varir. Ancak bu sehirde veba
hastaliginin bulunmasindan dolayi Savoie Dükaligina ait Nice'e götürülerek
burada uzun müddet alikonur.
Bâyezid, Cem'in, Rodos'a gitmesinden son derece
endiselendiginden, Gedik Ahmed Pasa'yi sövalyelerle anlasmak üzere oraya
gönderir. Pierre d'Aubbusson, Gedik Ahmed Pasa'nin talebi ve Papa'nin
müsaadesiyle Bâyezid'e iki elçi göndererek onunla bir anlasma yapmisti. Anlasma
geregince Bâyezid, sövalyelere Cem'i muhafaza etmeleri sartiyla her sene Agustos
basinda 45.000 düka vermeyi kabul ediyordu. Bununla beraber Bâyezid, Venedik'e
de müracaat etmis, Cem sövalyelerden alinarak muhafaza edildigi takdirde onlara
Mora'yi verecegini vaad etmisti. Fakat tecrübeli ve ihtiatkâr Venedik siyaseti,
olaylarin gelismesini beklemeyi menfaatine daha uygun bulmustu. Sultan Bâyezid, memleket dahilinde de Cem
taraftarligini ortadan kaldirmaya azm etmisti. Kardesine olan sevgi ve
bagliligini bildigi Gedik Ahmet Pasa'yi siyaset (öldürme) ettikten sonra,
Iskender Pasa'ya gönderdigi mahrem emirde, Cem'in oglu olan Oguz Han'i
öldürmesini emretmisti..
Osmanli Devleti'ne karsi bir tehdid vâsitasi olarak
kullanilan Cem Sultan, hemen hemen bütün Avrupa devletlerinin ele geçirmek
istedikleri bir rehine idi. Papa Innocent VIII, Napoli Krali Ferrand, Macar
Krali Corvin Matyas onu d'Aubusson'dan isterlerken, sövalyelerin reisi
Bâyezid'den aldigi paradan baska, Cem'in agzindan sahte mektuplar yazdirarak,
annesinden de para çekmenin yolunu bulmus ve Rodos'un emniyeti bakimindan
sehzâdeyi elde tutmayi faydali ve vazgeçilmez bir firsat olarak görmüstü. Sayet
Bâyezid, Rodos'a karsi tesebbüse geçecek olursa, basta Papa olmak üzere diger
Hiristiyan devletlere müracaat edecek, Cem'i bahane ederek onlari, Osmanlilarin
aleyhine tesvik edip hucum etmelerini teklif edecekti. Bu arada Bâyezid, Cem'in,
Misir'daki annesi ve zevcesi ile mektuplasmasindan süphelenerek, Kayitbay'dan,
Cem'in ailesini ister. Fakat red cevabini alir. Bunun üzerine, esasen çesitli
sebeplerden dolayi ihtilaf halinde bulundugu Misir Devleti'ne savas açar. Bu arada Venedik, bir taraftan Papa'ya Cem'i
sövalyelerden almasini tavsiye ederken, bir taraftan da, Avrupa'da meydana gelen
hadiseleri günü gününe Bâyezid'e bildiriyordu. Bir müddet sonra bizzat VIII.
Charles de bu meseleye karistigindan, Paris büyük bir siyasî faaliyete sahne
olur. Bu diplomatik pazarliklar esnasinda, Macar elçisinin Cem'i elde etmek
üzere tesebbüse geçtigi bir sirada, Venedik elçisi bu tesebbüsü sonuçsuz
birakmak maksadiyle Floransa'yi da ise karistirir. Cem'e gelince o,
muhafizlarini aldatmak için her çareye bas vuruyordu. Nitekim, Sofu Hüseyin
Bey'e Frenk kiyafeti giydirmek (kâfir kisvetine koyup) suretiyle onu Anne de
Beaujeu'nun aleyhtari olmasindan dolayi satosu muhaliflerin toplanma yerine
dönen Duc de Bourbon'un nezdine gönderdigi gibi, Bourg - Neuf satosunda kalan
Celal Bey'in dönüsünde de onunla birlikte firar hazirligina baslar. Ancak
sövalyeler bunu sezerek, Cem'i adi geçen satoda yeniden insa etmis olduklari
Tour de Zizim (Cem Kulesi) denilen, yedi katli bir kuleye nakl ederler.Bu arada,
bizzat Cem'in adamlarindan Ayas, Celal, Sinan ve Sofu Sadi Bey'lerin, sabah
gezintisi esnasinda muhafizlarini öldürüp, onu kaçirmak tesebbüsleri de
basarisizlikla sonuçlanir. Bunun üzerine Cem, siki bir sekilde göz hapsine
alinir.
Bütün bu gelismelerden sonra Papa'nin, Cem'i Macarlara
birakmasindan endise eden VIII. Charles, verilen talimat üzerine, Cem'in
Italya'ya gitmesine razi olur. Sövalyeler de bunu kabul ettiklerinden bu hususta
5 Ekim l488'de bir anlasma yapilir. Bu anlasma geregince ll Ekim l488'de Bourg -
Neuf'ten hareket edip Toulon'a varan Cem, Bâyezid'in, Fransa Krali nezdine
gönderdigi elçinin vaadleri üzerine durdurulmak istenir. Zira tam selahiyetle
Fransa'ya gelen Osmanli elçisi, Cem Fransa'da kaldigi takdirde, Kamame
Kilisesinin Hiristiyanlara birakilacagini, ayrica mukaddes esyalarin krala
gönderilecegini bildirmisti. Kralin durdurma emrine ragmen, acele ile Toulon'dan
gemiye bindirilen Cem, adeta Fransa'dan kaçirilir. Bu suretle l3 Mart'ta sahili
takib ederek önce Ostinya'ya, Tiber nehri yolu ile de Roma'ya ulasan Cem,
Vatikan'da kendisine tahsis edilen yere gelir. l4 Mart'ta VIII. Innocent
tarafindan resmen kabul edilir. Papa ile görüsmelerinde Avrupa'ya hangi maksatla
geldigini anlatarak artik Misir'a gidip ailesine kavusmaktan baska bir düsünce
ve arzusunun kalmadigini açiklar. Bu konuda onun yardim ve araciligini ister.
Ancak, Cem'in teessürüne istirak edip onunla birlikte göz yasi döken Papa,
gerçekte onu alet ederek, Osmanli üzerine bir Haçli seferi açmak emelinde
oldugundan, kendisine Macaristan'a gitme tavsiyesinde bulunur. Onun bu teklifine
karsi Cem, böyle bir hareketin bütün Islâm âleminde büyük bir nefretle
karsilasacagini belirterek cevap vermis olur.
Görüldügü gibi, sehzâdenin bir bakima esâret hayati
diyebilecegimiz Bati'daki serüveni, gerçek bir felâketzedenin hayatidir.
Vatandan uzak kalmis ve onun hasretiyle yanip tutusan Cem, çektigi elemleri
siirlerinde dile getirir. Bulundugu çevrede, sahsiyeti ile ilgili olarak büyük
menfaat temini ve siyasî spekülasyonlar icra ediliyordu. Böyle kiymetli bir
esire sahip olmakla politik kozlar elde edilecegine inaniliyordu. Sehzâdeye
sahip olmak için hükümdarlar birbirleri ile yarisiyor ve bunun için çesitli
tesebbüslerde bulunuyorlardi. Bahtsiz sehzâde, Rodos Sövalyelerinin
dolandiricilik aleti haline gelmis bulunuyordu. Nihayet, yedi sene kadar devam
edecek bir esâret döneminden sonra Papalik makaminin sikistirmasi sonucunda,
sövalyeler tarafindan Katolik dünyasinin reisine satilir. Daha önce de görüldügü
gibi bu müddet zarfinda kuleden kuleye ve kaleden kaleye nakl edilerek, sehir
sehir dolastirildi. Buralarda devlet bana yar olmadi ah misralari ile elem ve
izdirabini dile getirdigi gibi, hac farizasini ifa edip dinî vecibelerini yerine
getirdigi için de
Olsan sehinsah-i Rum, olmazdi hac
nasibin
Bin sükür oldu rûzi bu devlet-i
muazzam
misralariyla da kendini teselli ediyordu. Cenab u
Allah'a ve Resûlüne olan iman ve muhabbeti o kadar büyük idi
ki:
Ka'betullah'a varup bir kez tavaf
eyledigin
Bin Karaman,bin Acem, bin memleket-i Osman'dur misralari ile de bunu dile getiriyordu. Böylece o,
Islâm'a olan bagliligi ile kendisini teselli ediyordu.
Islâm'a olan bagliligi ile taninan Sultan Cem, Papaya
satilip Italya'ya getirildikten sonra Vatikan'a yerlestirilir. Tesrifat
memurunun bütün israrlarina ragmen Papanin huzurunda diz çöküp ondan bagislama
dilememisti. Hatta o: Onlar, Papa'dan magfiret umarlarmis, ben magfireti Allah
u Taâla'dan umarim. Bu hususta Papa'ya ihtiyacim yok. Ölümüme razi olurum,
dinime zarar olacak is islemezem diyerek basindaki Osmanli sarigini da
çikarmadan Papa ile konusur. Içinde bulundugu durumu, vakarli bir sekilde
Papa'ya anlatarak Misir'da bulunan ailesinin yanina gitmek istedigini ve bu
konuda kendisine yardimci olmasini istemisti. Papa ise, tahti ele geçirebilmesi
için, Rumeli sinirinda bulunmasi gerektigini, Macar Krali'nin kendisini orada
bekledigini ve Hiristiyan fakirlere sadaka vermesinden dolayi da Hiristiyanliga
olan sevgisini anladigini, sayet Hiristiyan olursa, büyük bir Haçli ordusu
toplayarak emrine verebilecegini söylemisti. Cem Sultan böyle bir teklif
karsisinda hüngür hüngür aglayarak öyle günlere kaldik ki bizi dine davet
ediyorsunuz. Ben sizden Misir yolunu istedim, siz bana bâtil yol mu gösterirsiz.
Itikadimca Muhammed dini hak iken siz hiç dininizden dönüp Muhammed dinine
girebilirmisiz? Herkese kendi dininden baskasi bâtildidir. diye bu teklifi
siddetle reddederek Ben dinimi, kardinallik ve papalik degil, Osmanli
Sultanligi degil, bütün bir dünya padisahligina degismem. Böyle sözler bize
ezadir cevabini vermisti. Bundan sonra o, sözlerine söyle devam eder: Eger bu
sû-i zan, bizim Nasara (Hiristiyan) fukarasina merhametimizden vaki olduysa,
bizim dinimizde sadakat-i fukara vardir. Gerek Müslüman, gerek kâfir olsun der.
Bütün bu sözler, talihsiz Cem Sultan'in Islâm'a ne kadar bagli oldugunu
göstermektedir.
Cem, üç sene kadar Papa'nin yaninda kaldi.Bu arada
Fransa Krali VIII. Charles, l494 senesi Eylül ayinda büyük bir ordu ile
Italya'ya yürüyüp Napoli Kralligi'ni elde etme ve yanina Cem Sultan'i aldiktan
sonra Kudüs'e dogru bir Haçli seferi yapma arzusunda idi. Cem'in, kralin eline
geçegini anlayan Papa, tesiri zamanla görülecek sekilde onu zehirledikten sonra
Napoli'ye gönderir. Sehzâde, kendisinin bütün varligi ile inandigi Islâmiyet
aleyhinde kullanildigi ihtimali ile titreyerek böyle bir durumda Islâm ve
Müslümanlara zarar vermemek için Allah'in, onu Dergah-i izzetine almasi için
dua ediyordu. Etrafindaki adamlarina da son vasiyetini yaparak Benim mevtim
haberini intisar ediniz (yayiniz) ki, kâfirlerin Müslümanlar üzerindeki oyunlari
dursun. Bundan sonra karindasim Hüdâvendigâr Sultan Bâyezid Hazretlerine
varasiz. Diyesiz ki beni reddetmesin. Ne vechle olursa olsun benim tabutumu
kâfir memleketinde komasin. Islâm memleketine çikarsin ve cemi-i borçlarimi eda
eylesin. Ve benim anami ve kizimi vesair taallukatimi ve üstümde hizmette
sabikasi olan (bana hizmeti geçen) hüddamimi unutmayip hallü haline göre riayet
eylesin dedi. Nihayet l3 senelik aci ve elemlerle dolu bir esâret hayatindan
sonra 36 yasinda iken 25 Subat l495 (25 Cemaziyelevvel 900) Çarsamba günü sabaha
karsi vefat eder.
Sultan Bâyezid, Cem'in vefatini duyunca bütün
memlekette üç gün yas ilan ettirdigi gibi onun irâdesiyle de bütün câmilerde
giyabî cenaze namazi kildirilmisti. Cem Sultan'in cenazesi, daha sonra Sultan
Bâyezid tarafindan memlekete getirtilerek, Bursa'da, Fâtih Sultan Mehmed'in oglu
ve Cem'in agabeyi olan Sultan Mustafa'nin türbesine defnedilir. Sultan Bâyezid,
kardesi için yüzbin akça sadaka dagitmis, onun anne ve kizlarina her türlü
riayeti göstermisti. Bâyezid, onun hizmetinde bulunanlari da takdir ve
iltifatlarla karsilayarak onlari çesitli memuriyetlere tayin eder. Böylece o,
an'ane geregince hareket ediyor ve kardesi ile aralarindaki çekismenin, memleket
adina siyasî sebeplerle oldugunu anlatmaya çalisiyordu.
Türkçe ve Farsça siirleri bulunan Sultan Cem, iyi
yetismisti. Saltanat hirsi yüzünden hem kendisini felakete sürüklemis, hem de
sövalyeler ile Papa'nin elinde Osmanli Devleti aleyhine bir alet olarak
kullanilmisti. O, uzun süre, gerek devletine, gerekse hânedanina karsi,
Hiristiyanlarin elinde bir alet oldugunun farkina
varamamisti.BÂYEZID DÖNEMININ BAZI ÖZELLIKLERI
Cem Sultan olayi ve bu olay yüzünden Avrupa'da
Istanbul'u geri alma yolunda dogan umutlar, Bâyezid'i çok dikkatli ve barisçi
bir siyaset takip etmeye zorladi. Her ne kadar bazi müelliflerce Bâyezid'in bu
tutumu, Cem Sultan korkusuna haml edilirse de, gerçekte is sadece bir taht
kavgasi degil, bir devlet meselesiydi. Nitekim, devletin durgun ve hareketsiz
bir çagi olarak nitelendirilen Bâyezid devrinin siyasî ve askerî olaylarina
baktigimiz zaman, (özelikle Cem Sultan'in vefatindan sonra ) insani sasirtacak
bir faaliyetin ortaya çiktigi görülür. Zira Bâyezid, gerektigi zaman faal bir
rol alarak savastan da çekinmiyordu. Böylece Osmanli topraklarina yeni yerler
katmak suretiyle fetihlerde bile bulunmustu.
Dönemin olaylarina baktigimiz zaman bu olaylarin sebep
olduklari degisik karekterdeki çizgilerle karsilasiriz. Nitekim Batida Fransa
Krali VIII. Charles'in, Cem Sultan'i bir koz gibi kullanarak Osmanli Devleti'ni
parçalayip dagitmak, bu suretle de Bizans'i yeniden kurdurup ihya etme hülyasi
ile Kudüs'ü Müslümanlarin elinden alma emeline dayanan gayreti; Doguda ise, Iran
Sahi'nin Sîîligi bir ileri karakol olarak vazifelendirip Osmanli ülkesini istila
tasavvuru; Güneyde Memlûk Devleti ile Dülkadirogullarinin Osmanlilar aleyhindeki
müsterek faaliyetleri; Içte ise Sah -Kulu isyani gibi genis ölçüde yari siyasî,
yari ictimaî hurûc olarak göze çarpar.
Bütün bu hareketlerin seyir ve neticesi üstünde
duruldugu zaman, Bâyezid devrine menfi bir not verilemez. Zira bu dönemde
Osmanli cografyasi Draç, Hersek, Karadag, Kili, Akkirman, Inebahti, Mora, Modon
gibi sehir ve kaleleri kazanmis, Macarlara karsi Belgrad seferi açilmis, Osmanli
Türk akincilari, Transilvanya, Karinyola, Karintiya ve Polonya'ya akinlarda
bulunmuslardir. Bu arada Midilli'ye hücum eden kuvvetli bir Fransiz donanmasinin
hücumu püskürtülerek, Venedik ve Fransiz sövalyeleri bozguna ugratilmislardir.
Burak Reis'in sehâdetiyle sonuçlanan Osmanli Venedik deniz muharebesi,
Endülüs'te son Müslüman Devleti olan Girnata Sultanligi'nin Bâyezid'e müracaati
ve Kemal Reis'in komutasinda giden Osmanli donanmasinin Ispanya sahillerinden
Müslümanlari alip Afrika kitasina geçirmesi de Türk denizcilik tarihinde parlak
bir sayfa açmisti.
Kaynaklarin verdigi bilgiye göre, Osmanli Rus
münasebetlerinin baslangiç tarihi de Ikinci Bâyezid dönemine rastlamaktadir.
Devletin nüfuz ve itibari öyle bir mertebeye ulasmistir ki, Kirim Hani Mengli
Giray'in tavassutu ile Moskova Prensligi'nin gönderdigi elçi, protokoldan
anlmayan, yol yordam bilmez bir adam oldugu için geri gönderilmis, bir müddet
sonra gelen ikinci elçi ise, Rus tacirlerine ticaret müsaadesi almisti. Hammer (
IV, 34 ) 'de bu konuya temas edilir. Ona göre Kirim Hani Mengli Giray araciligi
ile yapilan görüsmelerden sonra Çar III. Ivan, 3l Agustos l492'de Bâyezid'e bir
mektup yazarak Azak ve Kefe pasalarinin, Rus tüccarlarina zorluk çikarmalarindan
yakinmistir. Ticaret serbestilgi saglamak amaciyla l495'te bir Rus elçisi daha
Istanbul'a gelmis, bunu da l499'da yeni bir elçilik heyeti takip
etmisti.SAH - KULU ISYANI
Sultan Ikinci Bâyezid döneminin önemli ve devleti
sarsan olaylarindan biri de Teke Sancagi'nda patlak verip Kütahya'ya kadar
yayilan Sah- Kulu vak'asidir. Bu olay, siyasî oldugu kadar, iç inzibat ve
asayisi ilgilendiren tipik bir eskiyalik hareketidir. Sâmiha Ayverdi, bu ve
benzer sakavet (eskiyalik) örneklerini degerlendirdigi ifadesinde güzel ve
yerinde noktalara parmak basarak söyle der:
Selçuklular devrinin Babaî isyani, Çelebi Mehmed
devrinin Seyh Bedreddin isyani, nihayet Sah Kulu vak'asi, hatta daha ilerde
patlayacak olan Celalî hareketleri, Sia menseli muayyen bir mikrobun, huruc için
ictimaî aksakliklardan faydalanma zemini bulmasi kadar, diger bir yüzüyle de âdi
sekavet hareketi olarak görülebilir.
Babaî isyanlari, Selçuklularin ictimaî buhran ve siyasî
tazyikler ortasinda kalan halkin, bir ölüm kalim kaygisina düstügü devirlere
rastlamis, Seyh Bedreddin'in hurucu da yine mes'um Timur macerasinin, devlet ve
cemiyet mekanizmasini alt üst ettigi devrin mahsûlü olmustu.
Dikkat edilecek olursa, bu bas kaldirma vak'alari,
Sünnîler arasinda degil, daima Siî - Bâtinî topluluklar içinde inkisaf zemini
bulmustur. Bu Sia menseli ve görünüste bir mezhep ve akide mücadelesi damgasini
tasiyan hurûclarin asil gayesi, komsu Iran'dan gelen siyasî tertiplerle,
topluluklarin arasina ayirici ve yikici bozgunlar sokmakti. Dikkat edilecek
olursa bir Mehdîlik motifi etrafinda hareketlenen bu isyanlar, derhal renk
degistirerek, bir iktidar davasina çevrilmis, tenkil kuvvetlerine galebe çalan
bu sakilerden bir kisminin, namlarina hutbe okuttuklari, dirlik ve mesned
dagittiklari dahi görülmüstür.
Anadolu'da meydana gelen düzensizlik, Sah Ismail
taraftarlarinin serbestçe teskilât kurmalarina ve propaganda yapmalarina imkân
vermisti. Sah - Kulu ( Osmanli tabiri ile Seytan-Kulu), adi ile anilan Kizilbas
Seyhi, Hasan Halife'nin ogludur. Babasi desturunu , Sah Ismail'in babasi Seyh
Haydar'dan almisti. Uzun yillar hizmetinde bulunmus, daha sonra Antalya
civarinda Yalinlu köy yakininda bir magaraya yerleserek gizli ve sirlarla dolu
bir hayat yasamaya baslamisti.
Hasan Halife ölünce, onun postuna oglu Sah - Kulu
geçti. Toroslar bölgesi, öteden beri Iran ve Horasan'dan gelen göçmenlerin
yasadigi belli basli yerlerdendi. Bu göçmenler, yasayislarina uygun tarikatlara
mensubtular. Aralarinda Alevî, Tahtaci ve Kizilbaslar çoktu. Hasan Halife ve
oglu Sah - Kulu, bunlari kisa zamanda saflari arasina aldilar. Hükümetten memnun
olmayan köylüler, asiretler ve çiftlikleri ellerinden alinan timar erleri ile
sipailer, Sah - Kulu ve babasindan destur alarak Kizilbas'ligin en sadik bendesi
oldular. Bilhassa Sehzâde Korkud'un Misir'a gidisinden faydalanan Sah - Kulu,
faaliyetlerini artirdi.
Taraftarlari, Sah - Kulu'nun, Allah, Peygamber ve Mehdi
oldugunu iddia ediyorlar, memleketin, düstügü felaketten ancak onun sayesinde
kurtulacagini ileri sürüyorlardi. Sah - Kulu, zaman zaman Kapulu Kaya'da Döseme
Derbendi'nde toplanti ve âyinler yapiyor, Anadolu'yu Iran'la birlestirmek için
bütün gayretini sarfediyordu. Garip hayati ve labirente benzeyen meskeni, onu,
halk arasinda tanrilastirmis idi. Sah - Kulu isyani, sanildigi kadar basit ve
gelisigüzel tertiplenmis bir hareket degildir. Sah - Kulu, isyanindan önce ve
sonra, devlet dahilindeki bütün taraftarlarina mektuplar yazmis ve casuslar
göndermisti. Bu mektuplarda, hazirlanmalarini emretmisti. Bu suretle Sah - Kulu
hareketi planli tertiplenmis, Anadolu'yu Kizilbas yapmak için esasli surette
hazirlanmistir.
Siî - Bâtinî karekterli bir hareket olan Sah Ismail'in
faaliyetleri, Osmanli Devleti için büyük bir tehlikeye isaret ediyordu. Devletin
varligina kast eden Sah Ismail'in faaliyetleri, daha önceki iki faaliyetle
benzer özellikleri tasimasindan dolayi Uzunçarsili tarafindan su ifadelerle
degerlendirilir: Osmanli Devleti'nin Anadolu'da genislemesi, kendisini
muhtelif tarihlerde üç büyük tehlike ile karsilastirmisti: l.Timur, 2. Uzun
Hasan ve 3. Sah Ismail. Belli bir mezhebin inanç sistemi (akidesi) üzerine
kurulan Safevî Devleti'nin kurucusu Sah Ismail tehlikesi, sinsi bir sekilde
ülkeye sokularak gelmekte idi. Gerçekten Sah Ismail, Iran, Azerbaycan ve Irak'i
aldiktan sonra bir hayli cüretlenmis görünmektedir. Bu dönemde Osmanli ülkesinde
ona bagli epey taraftari vardi. Sah Ismail, meydana getirdigi askerlerine
kirmizi çuhadan taclar giydirdiginden dolayi taraftarlarina Surhser yani
Kizilbas denilmis ve bu isim genellik kazanmistir. Sah Ismail, Anadolu'daki
Alevîleri iyiden iyiye kendine baglamak için buraya (Anadolu'ya) kendi
adamlarini gönderip propaganda yaptiriyor ve el altindan Osmanlilar aleyhine
genis bir isyan hazirliyordu. Bu gizli faaliyet, Anadolu'da Osmanli idaresindeki
Kizilbaslari, alttan alta ayaklanmaya hazirliyordu. Bunun için Anadolu'ya,
halife ismi verilen bir takim alevîler gönderiliyordu. Bâyezid'in, Arnavutluk
Seferi'nden dönüsü esnasinda Isik adinda bir Kizilbasin, kendisine suikast
yapmak üzere iken öldürülmesi, Sah Ismail taraftarligi faaliyetinin ne kadar
genisledigini gösterir. Bâyezid, bunlarin Anadolu'daki faaliyetlerine son vermek
için, Iran'a gitmelerine müsaade etmedigi gibi yakaladiklarini da Rumeli'ye
sürmüstü. Sah Ismail'in, ülkedeki tahriklerini ve takip ettigi siyaset ile
maksadini iyi anlayan Trabzon Valisi Sehzâde Selim, ona ilk silleyi vurmustu.
Anadolu'dan, kendisi ile görüsmek için gelen ziyaretçilerin men edilmesi, Sah
Ismail'i hem taraftarlari ile görüsmekten, hem de nezir denilen önemli bir
gelir kaynagindan mahrum etmisti. Sah Ismail, bu yasagin kaldirilmasi için
Osmanli hükümdari nezdinde tesebbüste bulunduysa da bu arzusu kabul
edilmedi.
Hem yerli hem de yabanci kaynaklara dayanarak
Tekeogullari ve Sah-Kulu baba Tekeli Isyani haklarinda makaleler yazan
Sehabeddin Tekindag, bu konuda daha detayli bilgi vermektedir. Onun, bu
makalelerinde Osmanli Devleti'ne karsi olan isyani açiklayan ve ortaya koyan
bölümlerini kisaca vermek istiyoruz. Böylece, Sultan Bâyezid döneminin,
görünüste dinî karekterli olan bu isyani hakkinda bilgi saibi olmaya
çalisacagiz.
Sah Ismail'in, Akkoyunlulari bertaraf edip Safevî
Devleti'nin temellerini atmasindan sonra, daha önce oldugu gibi bu sefer de On
iki Imam'a mütemayil taraftarlar, kisim kisim Iran'a göç etmekle yeni kurulan
Siî Devletin kudretini artirmaya baslamislardi. Bilhassa on iki dilimli kizil
taç veya külah (= Tâc-i Hayderî ) in kabulünden sonra Kirsehir, Tokat, Amasya,
Yozgat ve Çorum çevresinde Safevî (Siî)lere taraftar olanlar, Hataî mahlasiyla
siirler yazan Sah Ismail'e büyük bir baglilik göstererek onu bir kurtarici
olarak kabul etmislerdir. Nitekim Egriboz'lu Yeminî gibi sairler, Safevîleri
müdafaa ettikleri gibi, Sah Ismail, sonra da Sah Tahmasb ile siki münasebetleri
bilinen Hoy'lu Pir Sultan Abdal, Osmanli Türklerine karsi mezhebinin zaferini ve
sahinin galebesini temenni eden nefesler kaleme almistir. Bu nefeslerde
Sünnîlere karsi büyük bir kin göze çarpmaktadir:
Lânet olsun sana Ey Yezid Pelid
Kizilbas mi dersin söyle bakalim
Biz ol asiklariz ezel gününden
Rafizî mi dersin söyle bakalim.
Ey Yezid, geçersen Sahin eline
Zülfikarin çalar senin beline
Edeple girdik biz kirklar yoluna
Kizilbas mi dersin söyle bakalim.
Yuf etti erenler e münkir size
Iftira ettiniz sizler de bize
Muhammed sizleri tas ile eze
Rafizî mi dersin söyle bakalim
Pir Sultan'im eder lânet Yezid'e
Müfteri yalanci Yezidler sizi
Iste Er meydani çik meydan yüze
Rafizî mi dersin söyle bakalim.
Sah Ismail'e gösterilen bu baglilik, Osmanli Devleti
tarafindan daima dikkatle takip edilmis ve Iran'dan gelen Kizilbaslar ile onlara
yardim eden Anadolu'daki taraftarlari cezalandirilmistir.
Bu arada Sah Ismail, bazi diplomatik tesebbüslerle
taraftarlarinin takipten kurtulup rahatça Iran'a gelmelerini saglamak istemis ve
bu maksatla II. Bâyezid'e müracaat etmisti. Iste bu Teke -eli (sonradan: Tekeli)
sipahîleri, l500 de, Bâyezid II. devrinde Sah Ismail'in müridleri olarak
Erdebil'i ziyarete gitmislerdir ki, bunlarin gidip dönmediklerini, bu yüzden
sipahî sinifinin günden güne azalmakta oldugunu gören Bâyezid, bir tedbir olmak
üzere Iran'a gideceklere geri dönmek sartiyle izin verilebilecegini açiklamis ve
bundan sonra Sûfî (Sah Ismail) nâmina kimsenin hududdan geçirilmemesi için
siddetli emirler vermistir.
Yine bu Tekeli sipahîleri, l5l0'da bazi fena niyetli
kimseler yüzünden timarlarinin (dirlik) ellerinden alinip, layik olmayanlara
devredilmesi sebebiyle eski imtiyazlarini kaybetmeleri yüzünden, devlete isyan
ile Sah Ismail'e meyl etmislerdir. Bu yüzden, Sah Ismail'in halifesi Karabiyik
oglu Sah -Kulu Baba Tekeli (Osmanli tarihlerinde Seytan-Kulu) ile birlesmisler
ve çikan isyanin büyük bir sür'atle genisleyip bütün Anadolu'yu tehdid etmesinde
de mühim bir rol oynamislardir. Sah - Kulu Baba Tekeli, II. Bâyezid'in
yasliligi, yumusakligi ve sehzâdeler arasindaki anlasmazliklari firsat bilerek
artik harekete geçme zamaninin geldigine karar verir. Bu sebeple o, devletin her
tarafina dagalmis olan taraftarlarini çogaltmak için babasinin ölümünden sonra
memleketin hâli (bos ) olup firsatin kendisinde oldugunu ileri sürerek bilhassa
maiyetindeki sipahilerden Çakir-oglanlari, Kizil-oglu, Göle-oglu, Dede-Alisi ve
Hizir, Kapulu-Kaya'daki Döseme Derbendi'nde devlet aleyhine gizli toplantilar
tertip etmis ve müridlerinden Safer'i Siroz'a, Imam oglu'nu Selanik'e,
Taceddin'i Zagra yenicesi'ne ve Pir Ahmed'i Filibe'ye göndermek suretiyle genis
bir propaganda faaliyetine girisir. Bu arada, Sah-Kulu'nun Döseme Derbendi'nde
yaptigi ayinleri ve giristigi propaganda faaliyetlerini dikkatle takip eden
Antalya Kadisi, sehrin Subasisi'ni göndererek, bu toplantilari bastirdi ise de
Sah Kulu kaçip kurtulmayi basarir. Onun bu kurtulusu, müridleri tarafindan baska
bir propaganda vasitasi yapilarak bir mânada ilahlastirilmasina sebep olmustur.
Nitekim, Antalya Kadisi'nin Sehzâde Korkut'a gönderdigi 9l6 Zilhicce (l5l0
Nisan) tarihli belgeden, müridlerinin onun hakkinda: Allah budur, Peygamber
budur, sûr-i hesab bunun önünde olsa gerektir, buna itaat etmeyen imansiz
giderdedikleri anlasilmaktadir. Anadolu'nun maruz kaldigi en büyük tehlike,
sehzâdelerin birbirleri ile ugrasmaya basladiklari bir sirada, Antalya'dan
Manisa'ya gitmekte olan Sehzâde Korkud Çelebi'nin adamlarina saldirip,
Antalya'dan üzerine gönderilen kuvvetleri de maglub eden Sah - Kulu Baba Tekeli,
Teke-eli'nin sehir,kasaba, karye (köy), dag, yayla ve obalarinda bulunan Siî ve
Alevîlige mütemayil bütün Türkmenleri etrafina toplamis, timarlari ellerinden
alinmis kizgin sipahîlerin de yardimlari ile Teke-eli'nin kendine tabi olmayan
bütün köy ve kentlerini yagma edip halkini da öldürtmüstür. Kaynak ve
vesikalardan anlasildigina göre, Istanoz (Korkuteli) kasabasini tahrib edip,
Elmali'nin mescid ve zâviyelerini yikan Sah - Kulu Baba Tekeli, eline geçirdigi
Kur'an'lari da atese atip mahvetmistir. Bundan sonra Gölhisar'i alarak her
tarafi yakip yikmaga eline geçen canlilari ise insan ve hayvan ayirmaksizin,
acimadan öldürtmeye baslamistir. Onun bu vahsice hareketleri, Sehzâde Osman'in
Divân'a gönderdigi arîza (rapor)da oldugu gibi, Sehzâde Korkud Çelebi tarafindan
daha sonra Istanbul'a sevk edilen Sûfî'nin ikrarlarindan da bütün çiplakligi ile
ortaya çikmistir. (TSMA.Nr.5053). Bundan sonra Baba Ishak-i Horasanî gibi,
kendisinin Mehdî oldugunu iddia edip Burdur'a kadar gelen Sah - Kulu Baba
Tekeli'nin etrafina 20.000 kisi toplanmistir ki, bunlarin ekserisini,
çoluk-çocuk, mal ve hayvanlari ile gelen Tekeli Türkmenleri teskil ediyordu.
Yine vesikalardan anlasildigina göre, Teke - eli'nde Sah adina bir Türkmen
devleti kurmak isteyen Sah - Kulu Baba Tekeli, bundan sonra Keçiborlu, Sandikli,
Kiçisiçanlu, Ulusiçanlu'yu geçip Altuntas'i yaktiktan sonra dagdan bosanmis
hanazir-i tir horde gibi deprenüb Kütahya önüne geldi.Tekeli sipahîlerin
tesvikleri ile Kütahya kalesini muhasara ve zaptetmis, Anadolu Beylerbeyi olan
Karagöz Pasa'yi kaziga vurdurmakla yetinmemis, demire sarilan etlerini de ocakta
pisirmistir. Bundan sonra Kütahya Hisarini zapt eden Sah-Kulu'nun askerleri,
sehri atese verirler. Adamlari ile müsavereden sonra Alasehir Ovasi'nda Sehzâde
Korkud tarafindan üzerine gönderilen Hasan Aga ile maiyetini maglub eden Sah
-Kulu'nun bu basarisi, bütün Anadolu'ya dehset saçmaya yetmisti. Onun, Bursa'ya
dogru harekete geçmesi üzerine, Sadrazam Hadim Ali Pasa, Rumeli'den Anadolu'ya
geçer. Bunun üzerine Sah - Kulu, Teke-eli'ni Karaman'a baglayan Kizilkaya
Bogazi'na çekilmek zorunda kalir. Bunun üzerine Sadrazam ile Amasya valisi
Sehzâde Ahmed, Kizilkaya Bogazi'ni 38 gün muhasara ettilerse de Sah - Kulu Baba
Tekeli, önce Incirli Derbendi'nden, sonra da Döseme Derbendi'nden kayalar
arasindan kendine bir yol açarak Beysehir önlerine gelmeye muvaffak olur. Daha
sonra Kayseri yolu üzerinden Sivas yakinindaki Gedik Hani mevkiine gelen Sah -
Kulu Baba Tekeli üzerine az bir kuvvetle yürüyen Hadim Ali Pasa, Tekeli
Türkmenlerinin siddetli mukavemeti ile karsilasmis, girisilen savas sonunda Sah
- Kulu ve Hadim Ali Pasa okla vurulmuslardir. Bu savastan sonra sür'atle Iran'a
dogru çekilen Tekeli sipahîleri ve Türkmenler, Erzincan'da hacca giden bir Iran
kervanina saldirdiklari için Sah Ismail'in hakaretlerine maruz kalmislardir.
Anadolu'da 50.000 kisinin ölümüne sebep olan bu isyan... diye verdigi bilgi,
bizim burada nakl ettigimizden daha uzun olmakla birlikte, bu kadari ile
yetinmek istedik. Zira bu kadari bile o dönemde, ülkede estirilen Siîlik havasi
ve propagandanin sebep oldugu olalar hakkinda bir fikir vermektedir. Ikinci Bâyezid, hükümdar oluncaya kadar ömrünü,
silahtan çok ilim ve ilmî eserleri mütalaa etmekle geçirmisti. Amasya valiligi
esnasinda sükûnet içinde yasamisti. Karekter bakimindan yumusak ve rahata
meyilli idi. Siirden hoslanir, dünya olaylarini hayret aynasindan temasayi
severdi. O, mecbur kalmadikça savasmayi istemezdi.
Onun, Amasya valiligi dönemindeki hal ve hareketi ile
hükümdarligi dönemindeki hal ve hareketi birbirinden çok farklidir. Vali olarak
bulundugu Amasya, Selçuklular devrinden beri Anadolu'nun mamur bir sehri, yüksek
âlim ve sairleri ile bir fikir merkezi oldugundan, Bâyezid burada hem ilim
muhitinde, hem de eglence âlemleri içinde yasamisti. Bu bakimdan, babasi Fâtih
Sultan Mehmed tarafindan azarlanmis, kendisini sefahata alistiran Müeyyedzâde
Abdurrahman Efendi'nin öldürülmesi bile emrolunmustu. Fakat Bâyezid, daha önce
bu emirden haberdar olunca yol harçligi vererek Abdurrahman Efendi'yi
kaçirabilmisti. Bundan sonra babasina yazdigi arizada zayiflamak için aldigi
bazi müferrihat tan vaz geçtigini bildirerek af edilip bagislanmasini
dilemistir. Böylece o, sismanligini gidermek için böyle bir yola bas vurdugunu
bildirerek aleyhindeki cereyani durdurmustur.
Bâyezid, Osmanli hükümdarlarinin âlim ve
sairlerindendir. Siirde Adlî mahlasini kullanirdi. Yaratilis itibari ile huzur
ve sükûneti severdi. Bu haslet, onun mücadeleden uzak durmasina sebep olmustu.
Nitekim, o, kendisine karsi tahti ele geçirme davasi ile silaha sarilmis olan
kardesi Cem Sultan'a galip gelince, o dönemde Memlûk Devleti'nin bir vilayeti
olan Kudüs'te yasamasi sartiyla ona baris teklifinde bulunmus ve kendisine büyük
rakamlarla ifade edilebilecek miktarda para yardiminda bulunacagini va'd
etmisti. Fakat sonralari, yedi Hiristiyan devletin, Osmanlilar aleyhine bir
araya gelip kendisine karsi yapacaklari bir savasta, onu bayrak yapmak
istemeleri ve kendisinin basi üzerinde sürekli bir tehdid gibi tutmak amaci ile
hareket etmeleri üzerine Bâyezid, kardesinin uyusmaz bir düsmani olmustu. Zira
o, (Cem Sultan) bahane edilerek Osmanli Devleti yok edilmek
isteniyordu.
Sultan Bâyezid'in karekterini ortaya koyan belgelerden
biri de l496 senesinde Osmanli ülkesine gelen Venedik elçisi Sagadino'nun
senatoya verdigi rapordur. O, raporunda Bâyezid'in 56 yasinda, simasinin esmere
yakin bir sarilikta oldugunu, uyku, sükût ve rahati seven. iyi yeyip içen,
zevkine düskün ve harpten kaçinan bir hükümdar oldugunu belirtir. Keza l503
senesinde Andrea Gritti'nin tasviri daha da dikkat çekicidir. O, Bâyezid'i söyle
tasvir eder: Etli ve dolgun çehresinde hiç te zâlim ve korkunç bir insan
belirtileri yoktur. Boyu, ortadan uzun, zihnen mesgul oldugunu belirten
karayagiz çehreli ve fitratan magmum ve mahzundur. Az yemek yer, hiç sarap
kullanmaz, O, makina san'atlarini çok sever, iyi kesilmis kirmizi akiklerden,
islenmis gümüsten, güzel yapilmis esyadan çok hoslanir. Ata binmekten hoslanir,
fakat buna simdi nikris hastaligi manidir. Kimse ondan daha iyi ok kuramaz.
Daima ibadet ile mesgul olur, câmiye çok gider, sadaka dagitir, felsefede behre
ve malumati olmakla ögünür ise de en çok vâkif oldugu ilim, ilahiyât ve hey'et (
astroloji)dir.
Sonuç olarak Sultan Bâyezid hakkinda sunlari söylemek
mümkündür: O, ortadan biraz uzunboylu, yagiz çehreli, ela gözlü, genis gögüslü
bir kimsedir. Yumusak bir yaratilisa sahipti. Gençliginde serbest bir hayat
sürdürdügü halde padisahliginda ibâdet ve hayir islerine yönelmisti. Bu sebeple
de Bâyezid-i Velî diye anilir olmustu.Mecbur olmadikça savastan uzak kalmaya
dikkat etmis, nizâm-i memleket için Istanbul'dan ayrilmamayi tercih
etmisti.BÂYEZID DÖNEMINDE ILIM, ULEMA VE IMAR FAALIYETLERI
Sultan Bâyezid, sehzâdeliginden beri etrafina ünlü
bilginleri toplayip kendisini yetistirmeye gayret etmisti. Ayni zamanda sair
olan ve siirlerinde Adlî mahlasini kullandigini daha önce gördügümüz Bâyezid'in
bu siirlerinin büyük bir kismini (l25 kadar) gazellerin meydana getirdigi küçük
hacimli divani Istanbul'da l308'de basilmistir. O, hat san'atinda da oldukça
yetenekliydi. Uygur yazisini okumayi ögrendigi ve biraz da Italyanca bildigi
belirtilir.
II. Bâyezid, babasi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra bütün
Osmanogullari'nin en bilgini olarak kabul edilmektedir. O, mükemmel bir tahsil
görmüstü. Türkçe, Farsça ve Arapça'yi edebiyatlari ile ögrenmis, Islâmî ilimler,
felsefe, matematik ve mûsiki tahsil etmisti. Türkçe'nin Çagatay lehçesi ile
Uygur alfabesini ögrenmisti. Bestekâr, hattat ve sairdi. Besteledigi eserlerden
yalniz bazilarinin notasi zamanimiza kadar gelebilmistir.
Bilginler ve sanatkârlar için ayrilmis özel bir bütçesi
vardi. Kendisine takdim edilen eserlerden degerli bulduklarini tesvik ederdi.
Merhametli, vefakâr ve kadirsinasti. Bu meziyetlerinden dolayi ölümü, Islâm
âleminde büyük bir teessürle karsilandi. Dünyanin en büyük devletinin faziletli
hükümdari olarak, hayatinda büyük hürmet görmüstür. Ölüm haberi alindigi zaman
Kahire'de basta Sultan Kansu Gavri oldugu halde bütün halk, onun giyabinda
cenaze namazi kildi.
Dinî emirlere bagli bir hükümdardi. Bunun için o, ilim
ve ilim adamlarini seviyor, ilmî gelismeye vesile olabilecek bütün çarelere
basvuruyordu. Bu sebeple o, dinî ve ilmî kurumlarin meydana gelmesi için
çalisiyordu. Onun bu sekildeki çalismasi, döneminin ileri gelen devlet adamlari
ile zenginler için de itici bir güç oluyordu. Nitekim, padisahin bu uygulamasini
örnek alan birçok vezir, imâret ve bunlara gerekli olan tahsisatlari temin
ediyorlardi. Bu bakimdan Ali ve Mustafa Pasa'larin isimleri zikredilmeye deger.
Daha önce de temas edildigi gibi ibâdetle çokça mesgul oldugundan olsa gerek ki
bu sebepten kendisine Sofu deniyordu. Saltanati müddetince ilim adamlarini,
sair ve sanatkârlari himaye etmisti. O, bu himayenin karsiligini da nâmina
yazilan birçok eserle almisti. Kendisine takdim edilen eserleri okumak onun en
büyük özelligi idi. Amasya'da maiyyetinde bulunan Müeyyedzâde Abdurrahman
Efendi'nin tavsiyesi ile Ibn Kemal diye söhret bulan Ahmed Semseddin'e meshur
tarihini yazdirmistir. Daha önce Akkoyunlularin hizmetinde bulunan ve
Safevîlerin galebesi üzerine, Osmanliara iltica etmis olan Idris-i Bitlisî'yi de
himaye ederek ona meshur Hest Behist isimli tarihini kaleme
aldirmisti.
Saltanati müddetince ilim ve ilim adamlarini himaye
eden II. Bâyezid'in hattatlikta da mahir oldugu bilinmektedir. Nitekim,
Amasya'daki valiligi sirasinda, Seyh Hamdullah'tan hat dersleri almisti. Seyh
Hamdullah ile aralarinda siki bir münasebet bulunan II. Bâyezid, Seyh'in mânevî
dünyasinda kendini bulurken, ayni zamanda dizinin dibinde hokkasini tutarak yazi
mesketmistir. Böylece Sultan II. Bâyezid'in tesvik ve himayesiyle Amasya'da
Seyh'in etrafinda bir hat mektebi (ekol) dogmustu. Ikinci Bâyezid, saltanata
geçince Seyh, Istanbul'a davet edilerek , saray-i hümayun'a hat hocasi olarak
tayin edilir. Seyh Hamdullah hakkinda ciddi arastirmalarda bulunan ve onun
eserlerini arastiran Muhittin Serin, Seyh Hamdullah ile II. Bâyezid arasindaki
hocalik talebelik münasebetlerini su ifadelerle dile getirir: II. Bâyezid,
Seyh Hamdullah'i kendisine hat hocasi tâyin etmis, mesk almis ve mezun olmustur.
Bir zaman sonra Osmanli tahtinin sahibi olacak Bâyezid-i Veli'nin, iç bünyesinin
tesekkülü, zararli duygulardan arinarak sahsiyetini bulmasi, Seyh ile Sultan
arasindaki bu muhabbet ve teslimiyetin mahsûlüdür. Seyh'e ekseriya Biraderim
diye hitab eden Bâyezid-i Veli, yazi yazarken hokkasini tutar, arkasini
yastiklarla besleyip rahatini temin ederdi. Annesine dahi selam gönderip duasini
ister, hürmet ve muhabbet gösterirdi. Hatta sik sik beraber sürek avina da
çikarlardi. Bu suretle aralarinda bir manevî râbita ve dostluk meydana gelmisti.
Bâyezid'in saltanat tahtina cülûsundan kisa bir müddet sonra Seyh Hamdullah
davet edilmis, o da ailesi ve damadi ile birlikte Istanbul'a gelmisti. Seyh
Hamdullah, saraya kâtip ve saray hüddamina muallim tayin edilir. Kendisine,
günlük 30 akçaya ilaveten Üsküdar'da iki köyün bütün gelirleri arpalik olarak
verilir. Ayrica, bir köyün gelirleri de mührezenlerine tahsis
edilir.
Surasi bir gerçektir ki, onun döneminde ilim ve ilim
adamlarina gösterilen himaye, ilmin ilerlemesinde etkili olmustur. Özellikle
Fikih denilen Islâm Hukuk ilmi, sür'atle gelismis ve muhterem Islâm
hukukçulari onun devrinde müstesna bir sekilde itibar görmüslerdir. Bunlardan
Sari Gürz (öl. 929/l522), Bâyezid ile Selim arasinda bir anlasma zemini bulmakla
görevlendirilmisti. Imam Ali (öl. 927/l520) elçilikle Misir Sultani Kayitbay
katina, daha sonra da Sehzâde Korkut'a gönderilmistir. Niksarî ve Yusuf Cüneyd (
Sadru's-Seria adli esere çesitli hasiyeler yazan Tokatli Ahi Yusuf b. Cüneyd),
câmilerde tesis olunan kütüphanelerin idareleri (hâfiz-i kütüb) ile
görevlendirilmislerdi. Fukahadan bir kismi, isgal ettikleri yüksek mevkilerde
çok zengin olmuslardi. Bunlar da sahip bulunduklari bu servetleri ile özel
kütüphaneler tesis etmislerdi.
II. Bâyezid dönemi alimlerinden bahseden Âsik Pasazâde,
bize su isimleri vermektedir: Hocazâde, Mevlana Alaeddin Arabi, Seyyidzâde
Seyyid Hamiduddin, Mevlana Kestelli, Hatipzâde, Manisazâde. Bunlara benzer
azizler dahi çok vaki oldu.
Siirleri ile söhret kazanmis olan Mihrî Hatun ile
aralarinda temiz ask iliskileri bulunan Müeyyedü'd-Din, taninmis bilim
adamlarindandir. Ölümünde biraktigi kütüphanede yedi bin cild kitap vardi.
Bâyezid devrinde söhreti kadar, hayatinin felaketle sonuçlanmasi bakimindan
Sinan Pasa'nin talebelerinden Molla Lütfi'yi de hatirlamak yerinde olacaktir. Hammer'in ifadesiyle Bâyezid asrina seref veren
altmis fakih arasinda ikisi diger bir sube-i malumatta yüksek söhret
kazanmislardir. Buna göre Ikinci Bâyezid çaginda tipta Hekimsah, ve matematikte
Mirim Çelebi çok büyük söhret kazanmislardir.Yine bu zamanlarda, Taci Bey'in iki
oglu Cafer ve Sa'di'nin eserleri ile Osmanli yazisma (diplomatik, insa,
protokol) modelleri iki iyi örnek olarak taninmistir. Osmanli tarihçiligi
bakimindan önemli bir dönem olan II. Bâyezid devrindeki Nesrî ile Idris-i
Bitlisî'yi burada kayd etmek gerekir. Bunlar, hükümdarin buyrugu üzerine,
kurulusundan kendi zamaninin sonlarina kadar devletin tarihini yazmislardi.
Nesrî, eserini Osmanlica ve sade bir uslupla yazdigi halde Bitlis'li Idris,
Farsça'yi tercih ederek Arap tarihçisi Yemînî ile Iran tarihçisi Vassaf'in
agdali ve tumturakli tarzini seçmistir.
Bâyezid'in, edebiyat sahasinda gösterdigi koruma ve
himaye, yabanci ülkelere, hatta Horasan ile Iran'in diger vilayetlerine kadar
genislemistir. O, büyük sair ve mutasavvif Abdurrahman Câmi ile büyük bilgin
Fakih Devvanî'ye her yil para gönderiyordu ki bu, ilki için bin, ikincisi için
de besyüz altin idi. Bu arada Iran Müftüsü Mevlânâ Seyfeddin Ahmed ile Hadis
âlimi Cemaleddin Ataullah da Pâdisah'in ihsanlarindan pay alip
faydalaniyorlardi. Bu dönemin en büyük seyhi Iskilip'li Yavusî'dir. Bâyezid,
Amasya valisi iken, Hac'tan döndügü zaman, onun sultanlik tahtina kavusacagini
kesfetmis ve bunu Sehzâdeye de açiklamisti. Yavusî'nin söhreti, kendisine
Seyhu's-Selâtin ve Sultanu'l-Mesayih gibi ünvanlarin verilmesine sebep
olmustu. Onun zâviyesi, devletin ileri gelen görevlileri ve taninmis bilginlerle
dolup tasardi. Bâyezid, daha birçok seyh ve tasavvuf ileri gelenleri ile
sohbetlerde bulunacaktir ki, bu da siirlerine mistik bir hava ve renk
katmistir.
Sultan Bâyezid, ilme ve zamanindaki teknik gelismelere
önem veren bir hükümdardi. Âlimler için özel bütçesi bulunan Bâyezid Han,
onlari, eser vermeye tesvik ederdi. Okçuluga çok merakli idi. Hiç kimsenin, onun
kadar güzel ok ve yay yapamadigi rivayet edilir. Bu sanat için kitap yazdirdigi
gibi, kendi elinden çikmis bir yay da Topkapi Sarayi Müzesi'nde teshir
edilmektedir. Bâyezid, ne ilk pâdisahlar gibi üsküf, ne de Ikinci Murad gibi
ulema kisvesi giymistir. O, mahrutî ve etrafina tülbent sarili bir kavuk
seçmistir ki, sonralari Mücevveze ismiyle tesrifat serpusu olarak
kullanilmistir. Sicill-i Osmanî'de onun kiyafeti ile ilgili olarak su bilgi
verilmektedir: Tenhalarda salih insanlarin elbiselerini giyer, disarda da
babasinin elbisesini giyerdi.
Bâyezid Han dönemi, iç ve dis gailelerin bulundugu bir
dönem olmasina ragmen, yine de devlet gelirleri bir hayli artis kayd etmislerdi.
Onun döneminde Anadolu'da 24, Rumeli'de 34 sancak vardi. Kendisi sulha meyyal
olmakla birlikte gazâ ve cihad sevabini kaçirmak istemedigi için, bizzat
seferlere çikardi.
O, denizcilige de ehemmiyet vermis, Fâtih devrinde
olmayan ve Güge denilen, hem kürek, hem de yelkenle hareket eden ve manevra
kabiliyeti yüksek olan gemiler yaptirdigi gibi kalyonlar da insa ettirmisti.
Ayrica Venedik gemileri tarzinda kirk kadar top mavnasi da tezgahlatmistir. Onun
devrinde donanmadaki degisiklikler sadece bunlardan ibaret degildir. Bilhassa
muharebe gemilerini uzun menzilli toplarla techiz ettirip gelistirmistir. Bunda,
Türk bahriyesinin en büyük üstadlarindan biri olan Kemal Reis'in emegi büyüktür.
O, kara ordusunu da yeni bir nizam ve disiplin altina almistir.
Sultan Bâyezid dönemi, imar faaliyetleri ile de dikkat
çeken bir devirdir. O, Istanbul'un yedi tepesinin üçüncüsünde bugün kendi adi
ile anilan bir cami, imâret, kervansaray, mektep ve medrese yaptirmistir.
Medresenin müderrisligini, müftü, yani seyhülislâm olanlara sart kilmistir.
Yaptirdigi bu eserlerle bir külliye (kampüs) meydana getirmistir. Câmi, 906
Zilhicce'sinin sonunda baslayip 9ll' (Miladi l50l - l505) de bittigine göre
(Hadikatu'l-Cevami' ve mevcud kitâbesi), insaat bes sene sürmüstür. Bununla
beraber bütün külliyeyi meydana getiren kompleks (kampüs), dokuz senede
tamamlanmistir. Edirne'de Tunca Nehri kenarinda 889 - 893 (l484 - l488) yillari
arasinda, Istanbul'dakine benzeyen bir câmi, medrese, imâret, hamam ve mükemmel
bir hastahane (dârussifa) yaptirmistir ki bu külliye( II. Bâyezid Külliyesi)
Osmanli külliyelerinin en büyük ve önemlilerinden biridir. Mimarinin kimligi
tartismali olan bu yapi toplulugunun insa sebebi tarihî bir olaya baglanir. Buna
göre II. Bâyezid, Tunca Nehri'nin kenarinda yer alan Kili ve Akkirman
kalelerinin fethi için l484 yili baharinda Istanbul'dan hareket etmis, Ordunun,
Rumeli'deki önemli durak ve ikmal merkezi olan Edirne'de bir süre konaklamisti.
Bu sirada sehir halki Sultan'dan, yoklugundan dolayi büyük sikintisi çekilen bir
Dârussifa (hastahane) yaptirmasini istemis, hayirseverligi ile taninan Pâdisah
da, halkin bu istegini kirmayarak basta dârussifa olmak üzere, çesitli
ihtiyaçlara cevap verecek yapilardan olusan külliyesine ilk harci bizzat kendisi
koymustur. Böylece Tunca Irmagi'nin sag kenarinda Eski ve Orta Imâret adiyla
taninan mevkiler ile Yeni Saray'in yer aldigi Sarayiçi semti arasinda, sehir
merkezinden nisbeten uzakta ve daha önce iskân görmemis olan, önemli
sayilabilecek bir bölgede câmi, tabhâne, medrese, dârussifa, mutfak, firin,
depo, yemek salonu, ahir, köprü, çifte hamam, su degirmeni ve dolaplar,
tuvaletler, dükkânlar ve meskenlerden olusan büyük bir külliyenin temeli atilmis
olur. Külliyenin kurulusu ile birlikte, yogun iskân görmemis olan bölgenin
etrafi hareketlenmisti. Böylece külliyenin kurulus amaçlarindan biri olan
mahalle dokusu kendiliginden tesekkül etmis olur. Yeni kurulan bu mahalle de
Yeni Imâret adiyla taninmaya baslamistir. Insaat için sarf edilen paranin
miktari simdilik tam olarak bilinemezse de bunun kaynaginin fetihlerden
(Basarabya) elde edilen ganimetlerden saglandigi bilinmektedir. O, buradaki
hayir eserlerine vakiflar tahsis etmek suretiyle faaiyetlerinin devamini
saglamistir. Yine onun emri ile Amasya'da bir câmi, bir tekke, bir mektep, bir
imâret ve bir medrese yaptirilmak suretiyle sehir adeta süslenmistir. Bu
medresenin idaresi ile görevlendirilen sahsa da günde (yevmiye) seksen akça
tahsis etmistir. O, bütün bu hayir isleri için genis vakiflar kurmak suretiyle
bu eserlerin kiyamete kadar devam etmesini saglamaya çalismistir. O, bütün
bunlarin yaninda Mekke ve Medine fukarasina dagitilmak üzere külliyetli miktarda
Sürre göndermisti. O, saraya alinacak iç oglanlarina mahrec olmak üzere
Galatasarayi'ni bina ile orada ilk defa bir mektep açtirmistir. Sultan
Bâyezid'in, imar ve yapi isleri sadece bunlardan ibaret degildir. Babasinin,
Seyh Ebu'l-Vefa için yaptirdigi gibi kendisi de Seyh Semseddin Buharî için bir
tekke ve bir medrese insa ettirmistir. Keza o, Ergene Nehri üzerinde bir köprü
yaptirmis olan büyükbabasina uyarak Osmancik'ta Kizil Irmak üzerinde dokuz,
Sakarya üzerinde ondört,Gediz üzerinde de ondokuz kemerli birer köprü kurdurmak
suretiyle ulasim ve yolculugun daha kolay ve rahat yapilmasini saglamaya
çalismistir. Hicrî 9l5 (m. l509) senesinde Istanbul'da meydana gelen ve Küçük
Kiyamet denilen zelzelede (deprem) Istanbul'un birçok evi, kale surlari, câmi,
medrese vs. gibi binalari yikildigi için sehir harabe haline gelmisti.Sultan
Bâyezid, hasarlarin tamamen izalesi için büyük gayretler sarfetmistir. Bu esnada
padisah, bir müddet, tahtadan yapilmis bir evde oturmaya mecbur olmustu.
Istanbul'da ahsab insaatin bu tarihten sonra yayildigi rivayet edilir. Bu büyük
harabeyi yeniden sehir haline sokmak için o, 3000 bina ustasi ve dülgerden baska
77 bin isçi çalistirmak suretiyle kisa bir müddet içinde Istanbul'u âdeta
yeniden insa etmistir. Onun, yapi isleri ile sadakalara verdigi ve kabarik bir
yekun tutan paradan baska, (Hoca Saadeddin'in , II, 2l0) ifadesine göre 909 (m.
l503) senesinde bu miktar 86.000 akçadir. Her yil, fakihlere, müftülere,
müderrislere, kadiasker ve seyhlere külliyetli miktarda paraya balig olan
hediyeler verdigi de bilinmektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, II. Bâyezid dönemi, ilim,
kültür ve hayir müesseselerinin insa edildigi, ilmî inkisâfin yüksek bir gelisme
gösterdigi ve Islâm hukuku denilen fikhin bir bakima tedvin ve terakki ettigi
bir devirdir. O dönem, askerî bakimdan deniz ve kara kuvvetlerinin emsalsiz bir
kudrete ulastigi, insa ve imar islerinin büyük bir hiz kazandigi, güzel
sanatlarda da büyük bir gelismenin kaydedildigi, bir toparlanma ve ilerleme
devridir. Onun döneminde tipta bir Hekimsah, matematikte bir Mirim Çelebi, insa
san'atinda (yazi, diplomatik ilmi, protokol) Tâci Beyzâde Cafer ve Sâdi
Çelebiler, tarihçilikte bir Idris-i Bitlîsî ve Nesrî, hat san'atinda bir Seyh
Hamdullah yetismistir. Bizzat kendisi, astronomi ve ser'î ilimlere merakli olup
bu konularda genis bir bilgiye sahipti. Ilmî müesseseleri çogaltip ilim
adamlarini etrafina toplamisti. Kendi döneminden itibaren Istanbul, Islâm
âleminin ilim merkezi olmus ve bu serefi uzun müddet muhafaza etmistir. Onun,
bazi tarihçiler tarafindan sönük kabul edilen devri, sadece parlak askerî
zaferler isteyenlerce belki hakli görülebilir. Bununla beraber askerî
basarilarin saglanmasi ve devaminin, ilmî, iktisadî ve idarî gelismelerin bir
sonucu oldugu dikkate alinirsa, Bâyezid'in vücud verdigi tekâmülün, oglu ve
torunu zamanindaki fetihlerin meydana gelmesinde önemli ve büyük bir rol
oynadigi gözden kaçmayacaktir. Bu yüzden onun, Yavuz ve Kanunî dönemlerinin
hazirlayicisi olarak düsünmek mümkündür. FETIH HAREKETLERI
Fâtih'in, son senelerinde baslayan Italya Seferi,
Bâyezid döneminde ayni enerji ve canlilikta devam ettirilemedi. Kardesi Cem
Sultan'in Bati'ya ilticasi, II. Bâyezid'e babasinin arzusunu gerçeklestirme
firsatini vermiyordu. Zira Bati, Cem Sultani Osmanlilarin aleyhine bir koz
olarak kullanmaya devam ediyordu. Bu yüzden Italya ve daha baska yerlere
seferler sonuçsuz kalmisti denebilir. Bu yüzden, Cem'in Bati'da bulundugu bir
sirada yapilan askerî hareketler, Bogdan Seferi ile Memlûk savaslari istisna
edilecek olursa, daha ziyade Osmanli akincilarinin Macaristan, Venedik ve
Lehistan'a karsi giristikleri münferid tesebbüslerden ibaret kalmisti. Ancak
Cem'in ölümünden sonra girisilen Mora Seferi, Bâyezid devrinin baslica
olaylarini teskil eder.BOGDAN SEFERI
Fâtih Sultan Mehmed, l476 yilinda Akdere (Valea Alba)
denilen mevkide çok zorlu dögüsen Bogdanlilari maglub etmek suretiyle Stephan
Cel Mare (l457-l504)'nin faaliyetlerini önlemekle kalmamis ayni zamanda
Bogdan'in merkezi olan Suçeva'yi da yikmisti. Ancak, çekilirken her tarafi
tahrip eden Bogdanlilarin bu hareketi üzerine kitlik basgöstermisti. Is bu
kadarla yani sadece kitlikla da bitmiyordu. Zira orduda veba salgini bas
göstermisti. Bunun üzerine Fâtih, tasavvurlarini gerçeklestiremeden geri dönmek
zorunda kalmisti. Bununla beraber, Tuna sancakbeyleri ile Kirimlilarin, Bogdan'a
akinlari devam etmis, fakat Bulgaristan'a yapilan tazyik kalkmamisti.
Bulgaristan'in, Bogdan tazyikinden kurtulmasini saglamak maksadiyla, önce
Polonyalilar, l483'te de Macarlarla bir anlasma imzalayan Bâyezid, Balkanlar'da
durumu emniyet altina almak ister. Zira, Fâti'in vefatindan sonra II. Bâyezid'in
Osmanli tahtinda henüz mevkiini saglam görmedigi ve kardesi Cem ile
mücadelelerini diplomatik saada da olsa devam ettigi devirlerde, Bati
devletlerine karsi yumusak bir siyaset takip ettigi bilinmektedir. Bu sebepledir
ki, l483 ( h. 888 ) de Morava bölgesindeki kaleleri tahkim etmek üzere
Filibe'ye, oradan Samakov, Çamurlu ve Sofya'ya gittigi sirada Macar Krali Korvin
Mathias ile mütareke akdetmek üzere müzakerelere girismis ve bu arzuya o sirada
Bohemya'da harp ile mesgul olan Macar Krali'nca da uyularak bes senelik bir
mütareke imzalanmisti. Bâyezid, böyle bir ortami meydana getirdikten sonra
Stephan üzerine yürümeye karar verir. Bu maksatla l Mayis l484'te Edirne'ye
gelen Bâyezid, muhasara toplari ile levazimati Karadeniz yolu ile Tuna üzerine
gönderdigi gibi, Edirne'deki ikameti esnasinda, Allah'in rizasini kazanmak için
Tunca kenarinda kendi adina izafe edilen câmiin temelini attirdi (23 Mayis
l484). Bu arada Tunca üzerinde bir medrese, bir imâret ve dârüssifa ile
müstemilatindan meydana gelen bir külliyenin insasina
baslanmistir.
Karadeniz sahilinin dörtte üçüne sahip bulunan
Osmanilarin, hem ticaret, hem de yapacaklari seferler için Polonya yolu üzerinde
bulunan ve önemli birer üs durumunda olan bazi sahil sehirlerini almalari
gerekiyordu. Zira ancak bu sayede Kirim'la irtibat saglanabilirdi. Bu sebeple
Bogdan (Moldavia)'in ticaret iskelelerinin alinmasi, ister istemez bu prensligi,
Osmanli nüfuzu altina sokacakti.
Bâyezid, Edirne'deki imar faaliyetlerini müteakip, 27
Haziran'da Ishakli (Isakçi)'yi geçer. Bu esnada Eflak Voyvodasi Rahip Vlad
Calugarul (l482-l495) komutasinda 20 bin kisilik kuvvetiyle orduya iltihak eder.
Sultan Bâyezid, bu kuvvetlerle Kili (Chilia)'ye gelir.Osmanlilar, 6 Temmuz'da
Bogdan'in kapisi sayilan Kili kalesini karadan ve denizden kusatmak suretiyle l5
Temmuz'da zaptederler. Hadidî, bu kusatmayi su misralarla nakl
eder:
Seh emr itdi vü cem' oldi çeriler
Karadan gendideryâdan gemiler
Kesüp menzilseh irdi ol diyara
Çeriler yakin irisdi hisara
Erisüp seh Kili'ye bir seherden
Kusatdurdi hisari bahr ü berrden
Fethin ertesi günü kalenin büyük kilisesi câmie tahvil
edilir. Sultan, burada Cuma namazini eda eder. Bâyezid, Kili'nin zaptindan sonra
Karadeniz kenarinda bulunan Akkerman üzerine yürür.Burada iken Mengli Giray
komutasindaki 50 bin kisilik Kirim kuvvetleri de Osmanli ordusuna katilir.
Osmanli padisahlarinin maiyetinde harbe istirak eden ilk Kirim Hani'nin bu zat
oldugu rivayet edilir.
Kirim ve Eflaklilar'in iltihaklari ile daha da
kuvvetlenen Osmanli ordusu, l6 günlük bir muhasaradan sonra sulh yoluyla
Akkerman'a girer. Burasi, Kili'ye göre daha müstahkem olup her seyi boldu. Kale,
karadan genis ve derin bir hendekle çevrilmisti. Padisah, Kirim Hani'na sirmali
bir kalpak ve degerli hediyeler vererek kendisini taltif eder. Bilindigi gibi
Osmanlilar, alinan yeni yerlerin hemen tahririni yapmak suretiyle bölgenin
ekonomik, sosyal ve dinî durumlarina uygun olarak hareket ederlerdi. Bu sebeple,
Kili ile Akkerman kalelerinin civarindaki yerler, Bogdan Beyligi'nden ayrilarak
Osmanli Türk hâkimiyeti altina girdikleri gibi Akkerman halki, istedigi yere
gidebilme bakimindan serbest birakildi. Akkerman halkindan bir kismi da Marmara
kiyisindaki Eski Biga'ya naklolundu. Bu arada halkin bir kisminin iskan edilmek
üzere Istanbul'a gönderildigine dair rivayetler de
bulunmaktadir.
Bu savaslarda, Osmanlilara yardimci olan Kirim Hani ile
Eflak Voyvodasi, harp ganimetlerinden büyük paylar aldilar. Sultan Bâyezid, bu
sefer esnasinda almis oldugu ganimet malini Edirne'de baslattirmis oldugu ilmî,
dinî ve sosyal müesseselerin yapilip tamamlanmasina sarf etti.
Bu seferle, Karadeniz, tamamen bir Türk ve Müslüman
gölü haline gelmis bulunuyordu. Bu denizin, Kafkas sahillerindeki çok küçük bir
bölgesinden baska her yeri Osmanli hâkimiyetine girmisti.
Bu arada, Akkerman'i geri almak maksadiyla birkaç defa
harekete geçen Stephan'in bütün gayretleri bosa gitti. l485'te Lehistan Krali
Kazimierz'den yardim istemesi de ona bir fayda saglamadi. Zira onun
hareketlerine mukabele etmek üzere Bogdan'a giren Rumeli Beylerbeyi Hadim Ali
Pasa, pek çok tahribatta bulundugu gibi ertesi sene Silistre komutani Bali Bey
de Trut'u geçerek birçok esir ve ganimetle dönmüstü. Bunun üzerine Osmanli
kudretine boyun egmekten baska çare bulamayan Stephan, 4.000 altina çikarilan
senelik vergiyi ödemeye razi oldu. MORA SAVASLARI
Fâtih döneminin siyasî olaylarindan bahsederken temas
edildigi gibi Mora'da, Osmanliarla Venedikliler arasinda uzun müddet çetin
savaslar olmustu. Cem'in, Avrupa'daki ikameti sirasinda önemsiz hudud olaylari
seklinde cereyan eden münasebetler, adi geçen sehzâdenin ölümü ile büyük bir
gelisme göstermistir. Nitekim, Italya'daki muhalif devletlerin Venedik
Cumhuriyeti ile mücadelelerinden istifade eden Sultan II. Bâyezid, bu
devletlerin de tesvikleri üzerine Venedik ile olan anlasmayi bozmustu.
Gerçekten, Venedik ile Fransa'nin ittifaklari sonucunda elinden Milan sehri
alinmis olan Ludvik Sforça ile Floransa ve Napoli devletleri, Papa ve Alman
Imparatoru'nun muvafkatalariyla Osmanlilari, Venedikliler aleyhine tahrik etmis
ve bunda da muvaffak olmuslardi.Gerçi, Osmanlilarla büyük ticarî münasebetleri
bulunan Italya'daki küçük devletlerin tesviklerinden baska Venedik'e karsi
harbin açilmasinin baslica iki sebebi vardi. Bunlardan biri, Venediklilerin,
Arnavutluk'ta bulunan Iskender'in oglu Jan Kastriyota'ya yardim etmeleri, digeri
de Memlûklularla yapilan harpte, Hersekzâde komutasinda Iskenderun'a giderken
firtinaya yakalanan ve Kibris'a siginmak isteyen Osmanli donanmasinin adaya
kabul edilmemesi idi. Öyle anlasiliyor ki bu dönemde Italya'nin küçük
devletleri, Osmanli dostlugunu kazanmak için büyük çaba gösteriyorlardi.
Hammer'in ifadesiyle o dönemde Italya'nin alti devleti, Papa, Floransa, Piza,
Milan, Napoli ve Venedik, Osmanli padisahinin dostlugunu kazanmak için
birbirleri ile yarisa girmislerdi. Osmanli Divan'i, Venedik'e ilan-i harb
etmeden önce Mora'daki Venedik müstemlekeleri üzerine yapacagi hareketi
kolaylastirmak ve Venediklilerin buraya yardima gelememeleri için Bosna
Beyligi'ne tayin edilen Iskender Pasa vâsitasiyle, Kuzey Venedik arazisine
siddetli bir akin yaptirtmisti. Sultan Bâyezid, Iskender Pasa'nin, Bosna
Eyâleti'ne getirilmesinden sonra, Mora'nin, henüz fethedilmemis kisimlarini elde
etmek gayesiyle 3l Mayis l499'da bizzat sefere çikar.
INEBAHTI ( LEPANTO )'NIN FETHI
Mora Yarimadasi'nin büyük bir kismi daha önce
Osmanlilarin idaresine geçmis olmakla birlikte Venedikliler, buranin güney
kiyilarinda bulunan Navarin, Moton ( Modon, Muton ) ve Koron gibi limanlarinda
hala yönetimi ellerinde bulundurup hüküm sürüyorlardi. Bu arada Kuzey
Yunanistan'da bulunan Inebahti (Lepanto)'yi da tasarruflarinda
bulunduruyorlardi.Osmanlilar, takip ettikleri siyasetleri geregi, stratejik
önemleri de bulunan bu ticaret limanlarini elde etmek zorunda idiler. Sultan II.
Bâyezid, buralarin zapti için donanma hazirlanmasini emreder. Bu gayenin
tahakkuku için Osmanli tezgahlarinda (tersane) yeni ve büyük gemilerin
yaptirilmasina baslandi. Bu durumu ögrenen Venedik, baris için elçi göndermis
ise de donanma, Hammer'in ifadesiyle yirmi büyük gemi ve altmis yedi kadirgayi
havi ve cem'an yüz altmis yelkenden mürekkeb olan Osmanli donanmasi, Mora
sahillerinden Moton ve Inebahti taraflarina 28 bin Rumeli ve l8 bin Anadolu
askeriyle sekiz bin sipahi ve bir o kadar yeniçeriden müretteb 63 bin kisilik
bir ordu götürmek üzere yelken açmisti.
II. Bâyezid, denizden donanmayi gönderdikten sonra
kendisi de 20 Sevval 904 (Haziran l499)'da Istanbul'dan Edirne'ye, oradan da
Mora'ya dogru hareket eder. Rumeli Beylerbeyi olan Koca Mustafa Pasa'yi kara
tarafindan Inebahti'nin kusatilmasi ile görevlendirir. Ama Osmanli donanmasi,
firtina yüzünden üç ay kadar denizde çalkalanip duracak ve bu yüzden önemli bir
gelismesaglayamayacaktir.
Osmanli donanmasinin firtinaya tutulmasi,
Venediklilerin isine yaradi. Çünkü bunlar, deniz tarafindan Inebahti'yi savunmak
için Amiral Antoniyo Grimani komutasinda l50 veya l60 parça gemi ile Inebahti
limanini kapattilar. Bu sirada Osmanli donanmasi, Navarin limani ile Brodano
adasi arasindaki kanala girmis ve düsman tarafindan yolunun kesildigini
görmüstü.
Kara ordusu, Inebahti civarina gelip karadan kaleyi
kusattigi halde, donanmadan henüz bir haber çikmamisti. Sonunda donanma Moton
önüne geldiyse de Venediklilerin kuvvetli müdafaalari yüzünden limana giremedi.
Donanmadaki asker açlik ve susuzluktan dolayi büyük sikintilarla karsilasti.
Nihayet donanma Hersekzâde Ahmed Pasa kuvvetleri ile takviye edildikten sonra
Inebahti limanina dogru yol alabildiler.
Öbür taraftan, Lepanto kalesinin komutani olan Zuano
Mori, Mustafa Pasa'nin teklifini reddetmisti. Hoca Saadeddin, onun teslimi kabul
etmeyisini, Venedik hakiminin, donanmanin gelmedigini, kendilerinin ise
dayanabileceklerini, bu yüzden de kaleyi teslim etmemesi gerektigine dair haber
gönderdigine baglayarak söyle der: Kale komutani olan kâfir haber gönderdi ki,
padisahimiz olan Venedik hakimi böyle haber göndermistir ki, madem ki Müslüman
gemileri gelmeye ve muhasara-i hisara yol bulmaya, hisari teslimden imtina
edesin ki, donanmalarina yol vermemek için azim (büyük) tedarikler görüp felek
peyker u guh lenger gemiler ihzar idüp rehgüzerlerine göndermisim. Derya tarafi
mesdud (Deniz tarafi kapali) ve kale muhafizinin esbabi nâ madud iken hisari
teslim edersen sonra özrün makbul degildir Bu esnada Antonio Grimani
komutasindaki Venedik donanmasi da Kemal ve Burak Reis komutasindaki Osmanli
donanmasinin Korint körfezine dogru ilerleyisini önlemek üzere harekete
geçmisti. Içinde Yenisehir hâkimi Kemal Bey'in kara askerinin bulundugu Burak
Reis'in gemisi, Prodano adasi (Burak adasi) civarinda Venedik donanmasinin
hücumuna ugradi. Burak Reis'in üzerine saldiran gemilerin sayisi yirmi civarinda
idi. Her birinde biner kisi olan iki büyük karaka ile her birisinde beser yüz
kisi bulunan diger iki karaka, Burak Reis'in gemisinin üzerine atilarak Osmanli
gemisini ortaya adilar.Burak Reis'in gemisine iki taraftan kancalar atilarak
rampa yapilmisti. Çok kalabalik olan düsmana her ne pahasina olursa olsun karsi
koymak gerekiyordu. Kiyasiya cereyan eden muharebe devam ederken Burak Reis,
Türk denizcileri arasinda asirlarca derin bir ihtiramla sânini yüceltecek
kahramanca bir harekette bulunacaktir. O, kendi kuvvetlerinden çok daha
kalabalik olan düsman kuvvetlerine karsi sayilarinin azaldigini görünce,
kurtulus çaresinin kalmadigini anlar ve sogukkanli bir sekilde son çareye bas
vurur. Burak Reis, birbirlerine siki sikiya çengellenmis olan gemileri neft ile
tutusturur. Kisa sürede yayilan yangin üç gemiyi birden sararak batmalarina
sebep olur. Bu son deniz savasinda basta Burak reis olmak üzere 500'e yakin Türk
levendi ( denizcisi ) ile Kara Hasan Reis ve Yenisehir Sancakbeyi Kemal Bey
sehâdet serbetini içmislerdi. Göz kamastiran bu kahramanlik örnegi, din ve
devlet için isteyerek kendini feda edis, asirlardan asirlara, nesillerden
nesillere nakledildi. Burak Reis, bu hareketiyle Türkleri, Akdeniz hakimiyetine
eristiren bir Burak oldu. Bu savasta Venedik kaptanlarindan Loredano ile
Armeniyo da ölmüslerdi.
Bes yüz mevcudlu Burak Reis'in gemisinden, sadece
doksan kadar asker kurtulmustu. Türk gemicileri bu muharebenin cereyan ettigi
Prodano adasina Burak Reis adasi ismini vererek bu büyük Türk denizcisinin adini
unutmadilar.
Lepanto civarindaki Çatalca ovasinda bulunan II.
Bâyezid, bu olayi ögrenir ögrenmez, 2000 yeniçeri ile takviye ettigi Anadolu
sipahilerini, Hersekzâde Ahmed Pasa komutasinda Mora'ya gönderip siki tedbirler
alma lüzumunu duydu. Nitekim, Hersekzâde'nin, Hulumiç'te askerini bindirdigi
Osmanli donanmasi, sür'atle ilerleyerek Lepanto Bogazi'na yaklasmisti. 22
gemiden meydana gelmis olan Fransiz donanmasinin yardimiyla bogazin girisini
kapamak üzere giristigi tesebbüste muvaffak olamayan Grimani, rakibi olan
Loredano'nun ölümünden memnun olmustu. Grimani, fazla bir sey yapamayacagini
anlamis olacak ki, Inebahti yolunu Türk donanmasina açik birakarak Korfo'ya
çekilir. Böylece, takviye birliklerle desteklenen Türk donanmasi, sahilden
kuzeye dogru seyrederek Inebahti körfezine dogru ilerler.
Bu deniz savaslainda firtina yüzünden büyük hasara
ugrayan, aylarca yiyecek ve içecek sikintisi çeken Türk donanmasinin, Venedik
donanmasini yenebilecek dereceye gelmis olmasi, artik Osmanli denizcilerinin
Akdeniz hâkimiyetini ele almaya namzed olduklarini
göstermekteydi.
Kara ve deniz kuvvetlerinin ortaklasa hareketi üzerine
sayisiz yarma (hurûc) tesebbüslerinde bulunmasina ragmen, her seferinde maglub
olan kale komutani Zoano Mori, Venedik donanmasinin yardimlarindan da ümidini
kesmis oldugundan, kalenin anahtarlarini Rumeli Beylerbeyi olan Mustafa Pasa'ya
gönderir. Böylece Lepanto ( Inebahti) Agustos (26 veya 28) l499'da Osmanlilarin
eline geçmis olur.MOTON ( = MODON )'UN FETHI
Inebahti gibi önemli bir limanin elden çikmasi,
Venediklileri, önce karsi koyma, sonra da karsilik verme hareketlerine sevketmis
ise de kendi zaaflarini bildiklerinden ve çok büyük bir masrafa mal olacak uzun
harplere tahammül edemeyiceklerini anladiklarindan Osmanlilarla iyi geçinmeyi
siyasetleri bakimindan daha uygun görmüslerdi. Bu sebeple, Osmanlilarla baris
yapmak üzere Lui Maventi adinda bir elçi vâsitasiyle Osmanlilara müracaat
etmislerdi. Venedik elçisi, Venedik tüccarlarinin serbest birakilmasini ve
Inebahti'nin iade edilmesini istemisti. Sayet Osmanlilar bu maddeleri kabul
etmeyecek olurlarsa hiç olmazsa baris yenilenmeliydi. Elçinin bu teklifine
karsilik Sultan Bâyezid:
Eger benimle baris yapmak istiyorsaniz, Mora'da
elinizde bulunan Mudon, Koron ve Napoli (Napoli di Malvazya) sehirlerini teslim
ile senede belli miktarda bir vergi vermelisiniz demisti. Böyle bir seyi
beklemeyen elçi, böyle bir anlasma yapma yetkisinin bulunmadigini söyleyerek
ayrilir. Padisah, kis ortasinda Yakup Pasa'nin donanma ile birlikte hareket
ederek Modon'u muhasara etmesini emreder. Kendisi de ilkbaharda Ramazan 905 ( 7
Nisan l500) da Edirne'den hareket eder. Temmuz ayinin yedisinde donanmasinin
Moton önüne geldigini haber alinca, dört günde Güney Mora'ya iner. Aslinda
burasi bir aydan beri Rumeli ve Anadolu kuvvetleri tarafindan
sarilmisti.
Venedik amirali, Türklerin ilk önce Mora'nin
güneyindeki Napoli'ye hücum edeceklerini zannederek buraya bir miktar donanma
göndermisti. Gerçekten Türkler, Venediklileri sasirtmak için bir miktar kuvvetle
karadan buraya taarruza geçmislerdi. Bu taarruz, sadece Venediklileri sasirtmak
için yapilmisti. Venedik amiralinin buraya donanma göndermis olmasi,
Osmanlilarin bu tesebbüslerinde basarili olduklarini göstermektedir. Davut Pasa'nin komutasinda bulunup Inebahti limaninda
yatan donanma, 27 Temmuz l500'de bu limandan çikip Navarin limani önünde Venedik
donanmasi ile çarpisir. Davut Pasa kendi gemisiyle (Bastarda) düsman amiralinin
bastardasina rampa ettiyse de baska bir düsman mavnasi da Davut Pasa gemisine
rampa ettiginden Kaptan Pasa tehlikeli bir duruma düsmüstü. Tam bu esnada Pirî
Reis kendi gemisiyle yetiserek Kaptan Pasa'yi kurtardigi gibi donanmanin bozulup
bir felaketin meydana gelmesini de önlemisti.
Çok saglam ve müstahkem bir kale olan Modon'un halki,
kalenin saglamligina ve kara yönünü çeviren üç kat derin hendegin yürüyüse engel
olacagina güvenerek teslim olmak istemiyordu. Hatta halk, kendilerini kusatan
ordunun kusatmayi kaldirip geri dönmek zorunda kalacagini gözlemekte idi. Bu
yüzden de savunmayi sürdürüyordu. Topçulari ise sanatlarinda pek mahir
olmuslardi. Nitekim, bir mil mesafede bulunan hedeflere tam isabet
ettiriyorlardi. Bu yüzden kale bir türlü düsmüydrdu. Bu gayretlerinin bir sonucu
olarak kale, üç hafta kadar muhasara altinda kaldi. Son günlerde Venedik Amirali
Melchior Trevisano, donanma ile yardima geldiyse de fazla bir sey yapamadi.
Trevisano, sehre yardim etmek için Türk donanmasini yararak ikindi namazi
vaktinde dört kadirgayi limana sokmus ise de bunlar, daha önce limana gerilen
zincir yüzünden pek ileriye gidemediler. Kale muhafizlarindan bir kismi,
gemilerin zinciri geçmesi için istihkamlarini birakarak yardima geldikleri
sirada Sultan Bâyezid, hücum emri verdiginden Anadolu Beylerbeyi Damad Sinan
Pasa kuvvetleri, açtiklari gediklerden içeri girerek Modon'u aldiklari gibi
limana girmis olan dört Venedik gemisini de yakmislardi. l3-l4 Muharrem 906
(9-l0 Agustos l500)'de gerçeklesen fetihten sonra sehre giren Sutan Bâyezid,
Hoca Saadeddin ( ll,l02 )'in ifadesine göre fethin besinci günü sehrin en büyük
kilisesi olan Saint Jean'i câmie tahvil ederek maiyetiyle birlikte burada Cuma
namazini kilmistir. Sultan Bâyezid, duvarlarin yüksekligini ve hendeklerin
derinligini görünce Beylerbeyim Sinan Pasa'nin ve yeniçerilerimin
kahramanliklari sâyesinde bu kaleyi Tanri verdi der. Hammer'in dedigi gibi bu
yüksek duvarlardan ilk tirmanan yeniçeri, devletin en mamur sancaklarindan
birine bey olmustu. Kalenin bütünüyle onarilmasi ve yanan yapilarin yeniden
yaptirilmasi, Anadolu Beylerbeyi olan Sinan Pasa'ya havale
edildi.
Modon'un, Türkler tarafindan zaptedildigi haberi,
Venedik'te büyük ve derin bir matemin meydana gelmesine sebep oldu. Içine
düsülen ümidsizlik, Doge Augustinos Barbarigo'nun, 7 Eylül tarihi ile Papa ve
diger Hiristiyan hükümdarlara gönderdigi yazidan anlasilmaktadir. Venedikliler,
tek teselliyi Venedik donanmasinin Modon'u geri alacagi hususunda besledikleri
temelsiz ümitte buluyorlardi. Venedik senatosu, Modon'dan kurtulan bir kisim
halki Kefalonya adasina yerlestirmekle mesgul oluyordu. Bu arada Pâdisah,
tahkimatina hayran kaldigi sehrin fethini Allah'in kendisine bir lütfu olarak
telakki ediyordu. Bâyezid, Modon'a girdigi sirada sehrin bir kismi muhafizlar
tarafindan yakilmisti.KORON VE NAVARIN'IN FETIHLERI
Biraz önce görüldügü sekli ile Osmanlilarca Modon
kalesinden sonra Koron ve Navarin de feth edilmislerdi. Sinan Pasa, Modon'un
tamiri ile ugrasirken, Hadim Ali Pasa kara ordusu ile, Kaptan Davud Pasa da
denizden gitmek suretiyle Koron kalesini almakla görevlendirildiler. Hadim Ali
Pasa, Koron'a giderken önce Anavarin (Navarin) veya Zensiyo kalesini de aldi.
Gerek Koron, gerekse Navarin halki, Modon'un durumunu ögrendikleri için harp
yapmadan teslim oldu. Solakzâde, sehrin teslimi ile ilgili olarak sunlari
söyler: Modon kalesi, Osmanli ülkesine ilave edildi. Yakininda vaki olan Koron
kal'asinin fethine Ali Pasa tayin olunmustu. Deniz tarafindan da Davud pasa'yi
gönderdiler. Her iki taraftan üzerine varildiginda, Koron kalesi muhafizlari
Modon halkinin ahvalinden ibret almakla ailelerini ve çocuklarini Frengistan'a
nakil için izin, mal ve menallerinin korunmasi için de emân istediler. Böylece
kaleyi kendi rizalariyla teslim eylediler. Pasa da istediklerine müsaade
gösterdi. Osmanli müsamahasinin güzel bir örnegi olan bu anlayistan dolayi b
uralarda bulunan Latinler sehri terk edip giderken, yerli halk yani Rumlar,
Cizye denilen basvergisine baglandi. Sultan Bâyezid, 20 Agustos l500'de
Koron'a girip büyük kiliseyi camie tahvil ederek orada namaz kildi. O, Modon'da
oldugu gibi bin Azeb ve bin besyüz yeniçeriyi kale muhafazasinda birakarak 23
Agustos'ta sehri terk edip Istanbul'a dönerken bu iki sehrin gelirini Mekke ve
Medine (Haremeyn)'e vakf eyledi.
Inebahti, Mudon ( = Modon ), Koron ve Navarin'in feth
edilip Venedikliler'den alinmalari üzerine Fetihnâmeler yazilip etrafa
gönderilmisti. Bu fetihnâmeler, beylerbeyiler, Müslüman ve Hiristiyan
devletlere, bu meyanda Macaristan, Lehistan, Fransa ve Ispanya krallarina,
Ceneviz Cumhuriyeti ile Rodos Sövalyelerine
gönderilmislerdi.DENIZLERDEKI HAÇLI SEFERI
Venedik, Inebahti, Modon, Koron ve Navarin gibi
yerlerin ellerinden alinmasinin yaninda, iki sene üst üste inen Osmanli
darbesine karsi koyamayacagini anlamisti. Bu sebeple Osmanlilara karsi Alman
Impraratoru, Papa, Ingiltere, Fransa, Ispanya, Napoli, Lehistan ve
Macaristan'dan yardim talebinde bulunur. Bu yardimla Osmanlilar aleyhine bir
Haçli Ittifaki ortaya çikmis oluyordu. Baslangiçta, menfaatleri geregi
Türkleri, Venedikliler aleyhine harekete geçiren Papa, bu sefer de çagrisi
üzerine Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurmaya çalisiyordu. Papa IV. Aleksandr,
Venedik'e verdigi cevapta kendilerine yardim gönderecegine degindikten sonra,
Türklerin yaptiklarini, kiliselerin ugradigi hakaretleri ve Hiristiyanligin
içine düstügü tehlikeleri tasvir ederek Haçli Birligini saglayacagini
açikliyordu. Hammer'in ifadesine göre Papa'nin bu sekildeki davranisi, kutsallik
perdesine bürünmüs olan nefret, gönlünde Padisah II. Bâyezid'e karsi yakip
yikmalardan gelen bir üzüntüden çok, Sehzâde Cem'in tahsisatini kaybindan dolayi
öfkelenen Aleksandr Borciya'nin öfkesine benziyordu. Sonunda ortak menfaatler,
Venedik, Papa ve Macaristan Krali'ni saldirma ve savunma konusunda bir anlasma
ile birlesmeye götürdü.Bunun için Venedik, Papa ve Macaristan arasinda l500
yilinda bir muahede imzalanir. Bu anlasma, Roma'da l50l yilinda Papa
Kilisesi'nde Pantekot Yortusu'nun Pazar gününde ilan olundu. Bu, Hiristiyan
devletlerin, Türkiye aleyhindeki ikinci ittifaklaridir. Bu sekildeki taahhütler,
Osmanlilara karsi Haçli Savaslarinin yerini almisti. Buna göre müttefik
kuvvetler denizde Osmanlilari mesgul ederken, Macarlar da karadan taarruz
edeceklerdi.
l500 senesi sonbaharinda Venedik Âmirali Pisaro,
Osmanlilara ait Egine adasini isgal ederken, Ispanya ve Venedik donanmasi da
Kefalonya adasini zaptetmislerdi. Bu arada Fransa Krali'nin yegenini komutan
olarak tayin ettigi ve l5 bin kisilik askerî gücü bulunan Fransiz donanmasi da
Zanta adasina gelip demirlemisti. Bundan baska, Aragon ve Sicilya Krali'nin
donanmasi da Korfo adasina yanasmisti. Amiral Ravestayn komutasindaki donanma
ile birlesen Venedik gemilerinin de dahil bulundugu donanmanin mevcudu 200
kadirgadan ibaretti. Iste Haçli Ittifakinin meydana getirdigi bu muazzam
donanma, Ege Denizi'ne açilarak Midilli adasini kusatma altina
almisti.
Midilli'nin kusatilma haberi, Istanbul'a ulasir
ulasmaz, bir anda büyük bir kargasanin yasanmasina sebep oldu. Çünkü buranin
düsman eline geçmesi, diger adalar halkinin isyanina ve dolayisiyle onlarin da
elden çikmasina sebep olabilirdi. Bunun için adaya büyük bir kuvvetin
gönderilmesi gerekiyordu. Asker toplanmasi için memleket içine seksen Ulak
gönderildigi gibi Pâdisah bizzat bu isle mesgul olarak, sehirliden ve sanat
erbabindan adam yazip Hersekzâde Ahmed Pasa komutasinda 300 parça gemi ile adaya
gönderildi.
Bu esnada, müttefik donanmasinin bir kismi, Ege
sahillerini tahrib ederken Rodos Sövalyelerinin reisi emri altindaki donanma da
Akdeniz'deki Osmanli adalarini vuruyordu.
Gerçi Istanbul'dan önce, Midilli'nin Haçlilar
tarafindan kusatilma haberi, buraya en yakin olarak Saruhan Sancakbeyi Sehzâde
Korkut tarafindan duyulur duyulmaz o, Kethüdasi komutasinda 800 kisi ile Karesi
Sancakbeyi maiyetindeki timarli sipahi kuvvetlerini derhal adanin yardimina
gönderir. Ayazmend'e gelen Sehzâde'nin kuvvetleri karanlik bir gecede düsman
saflarini yararak hisara girerler. Bununla beraber, askerlerden bir kismi,
kaleye girmeye muvaffak olduysa da bir kismi giremedi. Bu esnada Sehzâde'nin
Kethüdasi sehid olur.
Kaynaklarimiz, burada geçen olaylari tafsilatli bir
sekilde verirler. Biz de onlarin dil özelliklerine fazla müdahele etmeden,
onlarin ifade ettikleri sekilde olanlari nakl etmeye dikkat edecegiz. Ahmed
Pasa, Cemaziyelevvel (Aralik l50l)'de Midilli yakinina geldigi zaman kâfirler,
Midilli Kalesine dogru yürüyüse geçtiler. Fransa birliklerinin komutani ve
Krali'nin yegeni, kaleye girmek için kosup öne çiktigi zaman, Islâm gâzilerinden
bir yigit, bu gâvuru öldürüp kellesini kuleye dikti. Bunu gören Fransiz
askerleri bozulmaya basladilar. Fransiz Amirali, kendisine yardima gelmekte olan
Rodos Sövalyelerinin 29 parçadan mütesekkil donanmasini beklemeden demir alip
kaçar. Yolda Cerigo adasi civarinda firtinaya tutulan Fransiz donanmasi, tamamen
batar. Artik, Venedik askerlerinin yapabilecekleri bir sey kalmamisti.
Müttefiklerinin kaçtiklarini görünce onlar da gemilerine binip memleketlerine
dogru yol almaya basladilar. Bütün çabalarina ragmen, Midilli'yi ele geçiremeyen
Birlesik Haçli ordusunun çekilmesi üzerine Midilli kalesi, yeniden tamir
edilerek muhafaza için buraya asker konur.
Fransiz donanmasi Midilli'den kaçarken, Rodos ile
Ispanya donanmalari Ege'ye girip Çanakkale Bogazi'na kadar sokulmuslardi. Amiral
Gonzalvo de Cordova'nin komutasindaki Ispanyollar, Kemal Reis'in yaptiklarinin
öcünü almak için çalisiyorlardi. Fakat Fransiz donanmasi ile birlesemedikleri ve
tanimadiklari bu yabanci sulardan ürkmüslerdi. Bu yüzden de umduklarini
bulamadan ve hiç bir sey yapamadan dönüp gitmislerdi.
Görüldügü gibi, Venedik, Ispanya, Macaristan, Lehistan,
Fransa, Almanya, Rodos ve daha baska devletlerin, daha dogru bir ifadeyle bütün
bir Avrupa'nin Osmanli'ya karsi güç birligi edip birlesmelerine ragmen, birlikte
hareket etme imkânina kavusturulmadiklari için bu Haçli Seferi'ni
kaybetmislerdi. Böyle büyük bir orduyu tam anlamiyla maglub etmek, II. Bâyezid
döneminin mühim olaylarindan biridir.
Osmanli iktisat tarihiyle ilgili kaynak ve eserlerin
belirttiklerine göre Avâriz, Kürekçi Bedeli ve Azeb gibi Örfî Vergilerin
ilk defa tarh ( konmasi) edilmesi, Midilli hadisesinden sonra olmustur. II.
Bâyezid döneminin devam eden ve tehlikeli bir hal alan savaslari, külliyetli
miktarda askerin beslenmesini ve donanmanin hazirlanmasini gerektiriyordu. Zira
harpler, sikintili günler yasayan hazineyi, daha da zor durumda birakiyorlardi.
Iste bu sebeple devlet, bu dönemde ilk olarak Imdadiye-i Seferiye adi verilen
yukaridaki vergileri koymustu.
Venedikliler, bütün ittifak faaliyetlerine ragmen,
Osmanlilarla basa çikamayacaklarini anlamis olmalilar ki, harpten çekilmek
isterler. Bu konuda, arabuluculuk yapmalari için Fransa Krali XII. Lui veya
Lehistan Krali'na vas vururlar. Venediklilerin bu istekleri, Osmanlilar
tarafindan da müsbet karsilanir. Çünkü bu dönemde dogu hududunda Akkoyunlu
Devleti'nin yerine Siî Safevî Devleti'ni kurmus olan Sah Ismail tehlikesi bas
göstermisti.
Osmanli Devleti ile Venedikliler arasindaki müzekere
esaslarini, harpten önce Istanbul'da Venedik elçisi olarak bulunan ve
casuslugundan dolayi tevkif edilen Andre Gritti isminde biri idare ediyordu.
Müzakereler sonunda l4 Aralik l502 (Receb 908 )'ta Osmanlilarla Venedikliler
arasinda 3l maddeden mütesekkil bir anlasma imzalanir. On gün içinde uygulamaya
konacak olan bu muahedenin en önemli maddeleri sunlardi:
l. Venedik Cumhuriyeti, Inebahti, Modon ve Koron ile
oralardaki diger küçük kaleleri Osmanlilara terk ettigi gibi Arnavutluk'ta
elinden alinan Drac'in zaptini da taniyordu .
2. Venedikliler, Osmanlilardan zaptettikleri adalardan
Kefalonya'yi kendilerine alikoyup Santamavra adasini iade
ediyorlardi.
3. Osmanlilar tarafindan harp esnasinda müsadere edilen
ve halka ait olan esya geri verilecekti. Venediklilerin her sene verecekleri on
bin duka altinin ve Santamavra'nin zapti esnasinda Venedik Amirali Pesaro'nun
eline geçmis olan yirmi dört bin dukanin Osmanlilara iadesi
gerekiyordu.
20 Agustos l503 ( Rebiülahir 909 ) senesinde
Osmanlilarla Macarlar arasinda da bir anlasma imzalandi. Macarlar tarafindan
gönderilen Barhabas Belabi adindaki elçi ile yapilan anlasma yedi yillik
olacakti. Buna göre Osmanli Devleti, Macar Krali'ni, Isklovanya, Moravya,
Silezya ve Lozasi hükümdari olarak da tanimaktaydi. Buna karsilik Macaristan
Krali, Osmanli akincilarinin Kuzey Bosna'da son olarak aldiklari yerlerin
Osmanlilarda kalmasini kabul ediyordu. Bu arada Bogdan, Eflak ve Raguza'lilar da
anlasmadan istifade edeckelerdi. Buna karsilik bu üç devlet, hem Osmanlilara hem
de Macarlara vergi vereceklerdi. Iki taraf ticaret serbestisini ve bu
münasebetle tüccarlarin birbirlerinin ülkelerine gidip gelmelerine müsaade
edeceklerdi. Macar Krali dört Incil (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) üzerine,
Osmanli Vezir-i A'zami da Kur'an-i Kerim üzerine yemin ederek bu muahedenâmeyi
tasdik etmislerdi. Gerek Venedik, gerekse Macarlarla yapilan anlasmalardan sonra
devletin dis güvenligi emniyet altina alinmis oluyordu.OSMANLI - MEMLÜKLÜ MÜNASEBETLERI
Osmanlilar ile Misir, Suriye, Güney Anadolu ve Hicaz'da
hakimiyet süren Memlûk sultanlari arasindaki münasebet, ilk zamanlardan yani
XIV. asrin ikinci yarisindan itibaren dostane bir sekilde baslamisti. O
dönemlerde, küçük bir beylik olan Osmanlilarin Rumeli'deki muvafakiyetleri ve
Islâm dünyasinin sinirlarini genisletmeleri, Memlûk Devleti tarafindan
memnunlukla takip ediliyordu. Fakat daha sonra gerek Sultan II. Murad, gerekse
onun oglu Fâtih Sultan Mehmed zamanindaki bazi olaylar, iki devletin arasinin
açilmasina ve bir müddet sonra da birbirlerine karsi hasmâne (düsmanca)
tavirlarin ortaya çikmasina sebep olmustur.
Sultan II. Bâyezid, kendisine muhalefet edip Osmanli
tahtinda hak iddiasinda bulunan kardesi Cem'i, dostça karsilayip himaye eden ve
ayni zamanda onu mücadeleye tesvik eden Memlûk Sultani Kayitbay'in, Çukurova
bölgesindeki Üç-Oklar ile Maras ve Elbistan'a hakim olan Boz-Oklar'i devamli bir
surette baski altinda tutmasi üzerine, Dulkadir'li Türkmen Bey'i Alâüddevle
Bozkurd Bey'i himayeye karar verir. Sultan Kayitbay, Cem'in Anadolu'ya geçmesine
müsaade etmesi onun, Osmanli Devleti'nin aleyhine çalistigini
gösteriyordu.Bununla beraber ihtiyati da elden birakmiyordu. Nitekim Bâyezid'in
culûsundan sonra Istanbul'a gelen Memlûk elçisi, hem Bâyezid'in saltanatini
tebrik etmis hem de biraz sonra bahsedecegimiz ve gaspedilen esyayi getirip
teslim ettikten sonra Sultan Kayitbay adina özür dilemisti. Bu hal, aradaki
gerginligi bir derece hafifletmisti. Gerçekten, Sultan Kayitbay için baslica
siyasî mesele Osmanlilar ile olan münasebet meselesi idi. Arsiv Begelerinden
anlasildigina göre (Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi, nr. 620l - 6385) Dulkadir
Beyi, Sultan II. Bâyezid'i, Memlûk Devleti aleyhine tesvik ediyordu. Öbür
taraftan, Hindistan'da Dekkan'da hüküm süren Behmenîler'den III. Muhammed Sah (
l463-l482)'in , Vezir-i A'zam'i Hâce-i Cihan ( Hoca Mahmud Gâvân ) ile Osmanli
hükümdarina göndermis oldugu hediyeler, Kayitbay tarafindan müsadere edilmisti.
Bu yüzden, Memlûk Sultani'na karsi kirginligini izhar eden II. Bâyezid'in
tutumundan endiselenen Memlûklular, bazi tedbirler almak zorunda
kalmislardi.Nitekim Karaman Beylerbeyi Hadim Ali Pasa tarafindan Kubbe
Vezirlerine gönderilen 888 ( l483 ) tarihli arizadan anlasildigina göre
Atabekü'l-Asakir Emir Özbek ez-Zahirî emrinde Halep'te toplanan Memlûk
kuvvetleri, Ramazanoglu Eflatun Bey ile maiyetindeki boybeylerinin yardimlarini
sagladiklari gibi, Turgutoglu Mahmud Bey'i Osmanlilara müskilat çikarmak
maksadiyla Ermenek üzerine göndermislerdi. Turgutoglu'nun, Süleyman Bey'le
savastigi bir sirada Alaüddevle harekete geçer.
Baslangiçta Osmanlilar'dan himaye gören Alaüddevle
Bozkurd Bey, Nisan l484'te Memlûklular'in Haleb ve Safed naiblerini arka arkaya
maglub ettikten sonra Kayseri Valisi Yakub Pasa kuvvetleri ile birleserek,
Misirlilarin kurmus oldugu tuzaklardan kurtulmustu. O, Elbistan ovasinda,
Osmanli askerinin gayret ve yardimi ile Haleb Naibi'ni öldürüp Kal'atu'r-Rum
(Rum Kalesi), Bire (Birecik) ve Anteb Naibleri ile Haleb büyük hacibi basta
olmak üzere birçok Çerkez beyini esir etmisti.
Bununla beraber Emir Özbek es-Seyfî, Emir Özdemir ve
Emir Mogolbay gibi emirlerin yönettigi Memlûk ordusu, sür'atle Malatya'ya
giderek burasini takviyeye muvaffak olur. Malatya kalesine karsi giristikleri
tesebbüste muvaffak olamayan Osmanli - Dulkadirli kuvvetleri, Malatya
derbendinde kurulan pusuya da düsmüslerdi. Böylece, Eylül l484 yilinda Kayseri
Valisi Yakub Pasa'nin komutasindaki Osmanli kuvvetleri ile Dulkadiroglunun
kuvvetleri maglub olmuslardi.
Yakub Pasa, zorlukla kaçabilmis, birdenbire
Osmanlilarin aleyhine dönüp Yakub Pasa'nin odugâhini yagmalayan Alaüddevle ise
Trablus-Sam ve Tarsus Naiblerini serbest birakmak suretiyle Memlûklulara
basvurmustu.
Içinde bulundugu malî ve idarî sikintilar yüzünden
Osmanlilarla karsilasmayi arzu etmeyen Memlûk Sultani, emirleriyle bir görüsme
yapmisti. Bu görüsme esnasinda Atabey Özbek ile diger emirler, Osmanli
hükümdarina elçi ve hediye gönderip aralarinin düzelmesini teklif etmislerdi. Bu
teklif kabul edildiginden Emir Cani Bey Habib elçi olarak gönderilmisti. Memlûk
Sultani Kayitbay, II. Bâyezid'e uygun tekliflerde bulunuyordu. Bu tekliflerden
en mühimi de Osmanli Padisahi'nin, elindeki bütün yerlerde Sultan olarak kabul
edilmesiydi. Memlûk Sultani'nin emriyle Kahire'deki Abbasî Halifesi I.
Mütevekkil Alallah tarafindan, buna isaret olmak üzere, Bâyezid'e bir de
Sultanlik Mensûru gönderilmisti. Sultanlik mensûrunu göndermekle yetinmeyen
halife, iki Müslüman hükümdar arasindaki ihtilafin bertaraf edilmesini de
tavsiye ediyordu.
Bütün bu tavsiyelere ragmen aradaki rekabet ve bazi
kiskirtmalar sonucu iki taraf arasinda savas kaçinilmaz hale gelmisti. Bu yüzden
Osmanlilarla memlûklular arasinda l485'de baslayan ve l490 ( hicrî 890 - 895 )
senesine kadar bes sene devam eden ve alti seferde biten savaslar görülmektedir.
Osmanlilarin, Karamanogullarini tamamen ortadan kaldirmalarindan sonra,
Ramazanogullari ile ayni hududu paylasir olmalari ve Osmanlilardan himaye gören
Alaüddevle Bozkurd Bey'in, Memlûklular tarafindan sikistirilmasi da iki devleti
karsi karsiya getirmistir.
Bu dönemde, Misir'la son veya altinci sefer
diyebilecegimiz seferde, Dulkadiroglu Alaüddevle Bey'in, Osmanlilardan yüz
çevirip Memlûk tarafina geçer. O, bununla da kalmayacak oglunu rehine (kulluk)
olarak Misir'a gönderdigi gibi, kizini da Atabekü'l-Asâkir Emir Özbek'in ogluna
verir. Öyle anlasiliyor ki bu durum, Osmanlilarin, Çukurova'da memlûklulara
maglub olmalari üzerine olmustu. Alaüddevle Bey'in Misirlilarla anlasmasi
üzerine Osmanlilar yeni tedbirler almak zorunda kalmislardi.
Iki Müslüman devletin birbirleri ile olan mücadeleleri,
her ikisinin de yipranmasina sebep olmustu. Zamanla yön degistiren
muvaffakiyetlere ragmen devam eden savaslar, özellikle Memlûk idaresini zor
durumlarda birakiyordu. Bu yüzden devlet, yeni tedbirler alma mecburiyetini
hissediyordu. Memlûk idaresi, iyi teskilâtlanmis bir vergi sistemine sahip
degildi. Osmanlilarin, savasa devam edebileceklerinin anlasilmasi üzerine
Kayitbay, halktan zorla yeni vergiler almaya karar verir. Dönemin müelliflerince
siddetli bir tenkide maruz kalan Kayitbay, Osmanlilara karsi Napoli Krali ile
anlasir. Müslüman Osmanli Devleti'ne karsi kurulan bu ittifak üzerine Kayitbay'a
tehdid mektubu gönderen Sultan II. Bâyezid'in bizzat kendisi sefere çikma
niyetindedir. Bunun için, padisahin otagi, Besiktas'a nakledilmis ve Üsküdar'a
geçme hazirliklari baslamisti.
Kismî muharebeler tarzinda uzayan Osmanli - Memlûk
çekismesi, Dulkadir Beyi Alaüddevle'nin, Memlûklularin geçici zaferlerine
kapilip, onlarin tarafina geçmesi ile daha da gergin bir hal aldi. Bunun üzerine
Sultan Bâyezid, kayinpederi Alaüddevle'yi beylikten azlederek, yerine onun
kardesi olan ve Vize Sancakbeyi bulunan Sah Budak Bey'i tayin eder. Osmanli
sultani, Sah Budak Bey'in yanina Mihaloglu Iskender Bey'in kuvvetlerini de
vererek onu Alaüddevle üzerine gönderir. Fakat Memlûk kuvvetlerinden de yardim
alan Alaüddevle, Sah Budak Bey'i Elbistan yakinlarinda yenip esir alir. Esir
alinan Sah Budak, Kahire'ye gönderilerek orada idam edilir.
Bu basarilar üzerine daha çok cesaretlenen Memlûklular,
Emîr Özbek komutasinda Misir ve Dulkadir kuvvetleriyle Kayseri'yi muhasara ile
Nigde, Eregli ve Larende'ye kadar akinlarda bulunurlar. Üzerlerine gönderilen
Hersekzâde Ahmed Pasa kuvvetlerini yenerek Ahmed Pasa'yi esir alirlar. Iste bu
haberi alan II. Bâyezid, bizzat sefere katilmaya karar verecek ve otaginin
Besiktas'a nakledilmesini isteyecektir.
Osmanli devlet ricali, Memlûklularla olan savaslarda
ugranilan basarisizliklarin, gevseklikten ve isin siki tutulmamasindan meydana
geldigini biliyor, ayrica sefer için acele edilmemesi gerektigini düsünüyordu.
Ancak bunu hükümdara nasil bildireceklerini bilemedikleri gibi buna cesaret te
edemiyorlardi. Nihayet ulemadan Molla Arap demekle söhret bulmus olan Müftü
Alaeddin Ali el-Arabî (öl. l496) bu hali, yani harb için acele etmenin
muhatarali oldugunu arzederek isi önledi. O, daha önce Ebu Bekir adindaki
kadisini Misir'a göndererek basta Atabekü'l-Asâkir Emîr Özbek oldugu halde
Memlûk ümerasini barisa yanastirmis, savasin tehlikelerini arzederek dostluk
kapisini açmisti. Hoca Saadeddin, Alaeddin Ali el - Arabî'nin mektubundan
bahsederken, onun gönül alici sözler söyledigini, Dinin Nasihat olduguna
temasla bunun geregi olarak barisin yapilmasi icab ettigini söyledigini, Misir
Sultani'nin da bundan çok memnun oldugunu yazar. Esasen bu siralarda Istanbul'a
kadirgalarla gelip bir nüsha Kur'an-i Kerim ve bazi Hadis-i Serif kitaplarindan
ibaret hediyeleri Bâyezid'e takdim eden Tunus Emiri el-Mütevekkil Alallah
Osman'in elçisi, bir sefaatnâme ile tavasutta bulunmus ve Tunus'un, Ispanyollar
tarafindan hücuma ugradigi su sirada, iki Müslüman devlet arasinda sulh
yapilmasi için Emir'in ricasini arzetmisti. Böylece barisa dogru bir adim
atilmis oldu.
Nihayet, Cemaziyelahir 896 (Nisan l49l)'de daha önce
elçilik vazifesi ile Osmanlilara gönderilmis olan Mamay Haseki serbest
birakilir. Bundan sonra o, Osmanli Devleti'nin murahhaslari ile Kahire'ye döner.
Osmanli elçisi Bursa Kadisi Seyh Ali Çelebi adinda bir kimse idi. Memlûk Sultani
tarafindan huzura kabul edilen elçi, Adana ve Tarsus'un Mekke ile Medine
evkafina ait yerler olmasindan dolayi, buralarla diger kalelerin anahtarlarini
Memlûk hükümdarina iadeye memur edilmisti. Memlûk Sultani, elçiye büyük
ikramlarda bulundu. Daha önce esir edilip hapsolunan Mihalzâde Iskender Bey'le
diger esirleri serbest birakir. Bu arada Iskender Bey'i sadece serbest
birakmakla kalmaz, ayni zamanda ona hil'at da giydirir. Sultan, Osmanli elçisine
karsilik, Emîr Canbulat b. Yasbek'i elçilikle Osmanli padisahina gönderir.
Nitekim Istanbul'a gelen müstakbel Memlûk Sultani Emîr Canbulat, birçok siyasî
tesebbüslerde bulunmus, daha sonra, yaninda Seyh Bedreddin b. Cum'a oldugu halde
tekrar Istanbul'a gelen Mamay el-Haseki, ayni siyaseti devam ettirmistir. Memlûk
elçileri, Tunus elçisinin de yardimlariyla barisin yapilmasina muvaffak
olmuslardi. Buna göre Gülek Hisari sinir kabul edilerek Çukurova eskiden oldugu
gibi Sam'a ilhak edilmistir.
Cem'in sebep oldugu siyasî buhran yüzünden müskül
durumda bulunan Osmanlilar, Halil Bey'in ( öl. l5ll) Ramazanogullari'nin basina
geçip, Memlûklularin rizasi ile Adana ve Tarsus'a hakim olmalarini kabul
ettikleri gibi, anlasma geregince adlari geçen sehirlerin Haremeyn evkafi olan
vâridatini ( gelirini) da, kendi gemileri ile Iskenderiye'ye tasimislardir.
Nitekim Âsik Pasazade ile Ibn Kemal'den anlasildigina göre meshur Türk denizcisi
Kemal Reis, Mekke ve Medine vakif malini l498 ( 903)'de, Iskenderiye'ye
gemilerle götürüp, buranin beyine teslim etmistir.
Anlasma ile iki taraf arasindaki baris iade edilmis ise
de bu hal, Osmanlilari tatmin etmiyordu. Baris, zaman zaman çikan bazi engeller
bertaraf edilmek suretiyle l5 sene kadar devam etmistir.OSMANLI DEVLETI VE ENDÜLÜS MÜSLÜMANLARI
II. Bâyezid'in hükümdar olarak bulundugu dönemin önemli
olaylarindan biri de süphesiz ki Islâm cografyasinin en bati ucunda, baska bir
ifadeyle Endülüs'teki Müslümanlarin basina gelen felaket idi. Bu felaketin
baslangici esnasinda Osmanli donanmasi, uzak denizlerde savasacak kadar güçlü
degildi. Bölgenin Osmanlilara olan uzakligi ve o siralarda Cem Sultan'in,
Avrupa'da siyasî bir alet olarak kullanilmasi bir anlamda Osmanlilarin elini ve
kolunu bagliyordu. Bunlardan baska, Akdeniz'in öbür ucundaki bu bölgeye ulasmak
için, Osmanli donanmasinin gerektiginde yardim alabilecegi bir liman veya sehir
de mevcud degildi. Bütün bu olumsuz sartlar da nazari dikkate alindigi zaman
Osmanlilarin bu konuda neden daha faal bir rol oynayamadiklari
anlasilir.
Hicrî 92 (M. 7ll ) tarihinde Kuzey Afrika'yi bastan
basa kat eden Müslüman mücahidler, Ispanya'ya girdikten sonra orayi terk
edinceye kadar Iberik yarimadasini medenî eserlerle süslemis, çok sayida
kültürel ve sosyal müesseseler meydana getirmislerdi.
Müsümanlar, Ispanya topraklarina ayak basar basmaz,
irk, din, dil, mezheb ve soy farki gözetmediler. Got, Vandal, Romali, Hiristiyan
ve Yahudi demeyip herkese Müslümanlar gibi haklar tanidilar. Endülüs ( III.
Abdurrahman, II. Hakem gibi) büyük hükümdarlar gördü. Parlak devirler
yasadi.Orada (Kurtuba Camii gibi) âbideler, (Medinetü'z-zehra gibi) saraylar
yapildi. Doguda Bagdad, batida Kurtuba, dünya yüzünde Islâm medeniyetinin gözler
kamastiran merkezleri haline geldi. Kurtuba'da kadinlardan alimler, sairler ve
muallimler yetisti.
Yedi asri askin bir süre bütün Ispanya, Portekiz ve
hatta Güney Fransa'da hükümranligini kabul ettirmis olan Islâm hakimiyeti,
bütünüyle yok edilmek isteniyordu. Halbuki bu medeniyet, bütün medenî sahalarda
Avrupa'nin üstadi, hocasi ve mürebbisi olmustu. Bu hâkimiyet öyle bir medeniyet
vücuda getirdi ki, cihanin en yüksek medenî seviyesine ulasti. Bu medeniyet,
Insanligin yüz aklarindan olan ilim, fen, edebiyat ve felsefe dahileri
yetistirmisti. Medreselerinde okuyan Hiristiyan ögrenciler, sonradan Avrupa'da
kral ve Papa olmuslardi. Endülüs Müslümanlari, Avrupa'daki Hiristiyanlara sadece
maddî degil, manevî hasletlerde de öncülük yapmislardi. Insanlik, baskalarini da
düsünme, müsamaha gibi konulari anlayip kavramada onlara hocalik
yapmislardi.
Bilindigi gibi Endülüs (Vandelozya veya Andalousie),
Ispanya'nin güney eyaletinin adi idi. Müslüman ordulari Iberik yarimadasini
(günümüzde Ispanya ve Portekiz devetlerinin bulunduklari yarimada) feth etmeye
basladiklari zaman bu topraklara Endülüs adini verdiler.
Istanbul'un l453 senesinde fethi, diger Islâm
ülkelerinde oldugu gibi Beni Ahmer Devleti'nde de büyük bir sevinçle
karsilanmisti. Zira, Istanbul'un fethi, Endülüs'teki bu son Islâm devleti
açisindan, Hiristiyan dünyasinin tehdidlerine karsi yardim taleb edebilecekleri
yeni ve büyük bir Müslüman gücünün dogusu anlamina gelmekteydi. Böylece Endülüs
Müslümanlari ile Osmanlilar arasinda hissî bir alaka tesis edilmis oluyordu.
Gerçi l477 senesinde Girnata halkinin, Hiristiyanlarin baskilari yüzünden içinde
bulunduklari zor sartlardan haberdar etmek ve yardim istemek üzere, Fâtih Sultan
Mehmed'e bir elçi gönderdikleri belirtilmektedir. Bununla beraber,
Endülüslülerle Osmanllar arasindaki bilinen bu ilk dogrudan iliski ve haberlesme
hakkinda daha fazla bir bilgiye sahip degiliz. Iç çekismelerden dolayi küçülüp
Hiristiyanlara yem olmaktan kurtulamayan Endülüs'ün (Beni Ahmer Devleti), son
sehri olan Girnata da Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin eline düsmek
üzereyken Girnata'nin son hükümdari Ebû Abdullah es-Sagir, Afrika
hükümdarlarindan oldugu gibi Istanbul'dan da yardim ister. Fakat beklenen yardim
saglanamaz. Ebû Abdullah es-Sagir, 89l ( l486) yilinda Istanbul'a bir elçi
göndererek Bâyezid'den yardim istiyordu. Elçinin elinde parlak bir de kaside
vardi. Ebu'l-Beka Salih b. Serif er-Rundî'ye ait olan bu mersiye, Hiristiyanlar
tarafindan Endülüs'teki Müslümanlara yapilan zulüm ve iskenceyi anlatiyor,
onlarin çektikleri izdirabi dile getiriyordu. Manzum olarak Türkçe'ye de
çevrilen bu mersiyenin bir kismi söyledir:
Hengam-i tamaminda gelir her seye noksan, Ömründeki hosluklara aldanmasin insan,
Her sey mütehavvil, bu fena sence de meshûd, Bir lahza meserret göreni, kahreder
ezman
......
Siz, Endülüs'ün halini hiç duymadiniz mi? Her kafile etmisken onu âleme destan,
Acizleri, sizden ne kadar istedi imdad, Hep öldü, esir oldu, kimildanmadi
insan.
......
Dün, her yere sultan iken onlar, bugün
eyvah...
Küfr ellerinin hükmüne kulluk ile
nalân,
Görseydin eger onlari bikes ve
mütehayyir
Eylerdi sana zilletin envaini ilan
......
Görseydin o aglasmayi onlar
satilirken,
Saskin hale getirirdi seni ahval ile
ahzân
Ya Rabbi! Ayirdilar mâder u tifli (çocuk ile
annesini)
Eylerse teferruk nasil ervah ile ebdân (ruhla bedenin
ayrilmasi gibi).
Yardimin istendigi sirada II. Bâyezid, bir taraftan
Çukurova'da Memlûklular'la, diger taraftan kendisine karsi taht mücadelesi veren
kardesi Cem Sultan olayi ile mesgul idi. Nitekim, Endülüs Tarihi adli eserde, bu
konuya temasla, elçilerin gönderildigine dair eski tarih kitaplarindaki bilginin
dogru olmadigi anlatilarak söyle denir: Hakan-i müsarunileyh (II. Bâyezid)
reis-i mezheb-i ruhanî olan Papa'ya iki elçi göndermekle, sayet kral Girnata
muhasarasinda israr ve Müslümanlari zarara sokarsa, ülkesindeki Hiristiyanlar
hakkinda da ayni muamelenin yapilacagini bildirerek krala vasiyette bulunmasini
istemisti.Cem Sultan meselesi gözönüne alindigi zaman bu rivayetin (yani elçi
göndermenin ) dogru olmadigi anlasilir. Osmanlilar, bu dönemde, Memlûk gailesi
ile mesgul olmalarina ragmen, Girnata heyetini ümitsiz ve üzüntülü bir sekilde
göndermek istemiyorlardi. Bunun için bir donanma tertibi ile Akdenize açilmasini
saglamis ve Cebel-i Tarik ile Sebte sahillerine taarruz etmek suretiyle
Hiristiyanlarin, Müslümanlar üzerindeki agirligini hafifletmek istemislerdi.
Bununla beraber o dönemde Portekiz deniz kuvvetlerinin diger devletlerle
mukayese edilmeyecek kadar büyük olmasi ve o siralarda Osmanlilarin ne Misir, ne
de Tunus gibi bir Kuzey Afrika devleti ile anlasmasinin bulunmamasi, donanmanin
fazla bir sey yapamadan dönmesine sebep olmustur. Böylece bu müracaattan önemli
bir sonuç alinamadi. Bununla beraber, Girnata'nin müracaatindan bir sene sonra
Kemal Reis komutasinda, Ispanya sularina bir Türk donanmasi gönderildi. Ispanya
kiyilarini vuran Kemal Reis, buralardaki bir kisim Müslüman ve Yahudiyi
kurtararak Istanbul'a getirmisti.Hammer ise, Sultan Bâyezid'in Endülüs
Müslümanlari ile ilgili faaliyetleri hakkinda su bilgiyi verir: Davud Pasa, Karaman asi asiretlerini itaat altina
aldigi sirada Sultan II. Bâyezid, Istanbul'da elçileri kabul ediyordu. Bunlar
içinde gerek itimatnâmesinin sekli, gerek maiyetindeki sahislar bakimindan en
çok dikkat çekeni, Ispanya'nin son Islâm hükümdarinin elçisi idi. Beni Ahmer'den
Girnata hükümdari olan bu zat, Aragon ve Kastil Krali Ferdinand tarafindan agir
bir baski altinda bulunuyordu. Müslüman olmayanlarin istilalari karsisinda
Sultanu'l-Berreyn ve Hakanu'l-Bahreyn'den yardim dilemekte idi. Elçinin
itimadnâmesi, Elhamra padisahlarinin romantik ve sövalye ruhuna uygun
yazilmisti. Bu, Müslümanlarin ugradiklari izdirabi belirten ve Islâm'in
Ispanya'da içinde çirpindigi düsüsü dile getiren ve nihayet 700 yildir bu kitada
hüküm sürdükten sonra yakinda buradan çikarilacaklarini ifade eden Arapça bir
kaside idi. En etkili ve dokunakli tarzda Islâm milletlerinin ve hükümdarlarinin
yardim ve merhametlerini diliyordu. Bâyezid, dindar ve ayni zamanda sair oldugu
için, Ispanya sahillerini tahrib etmek üzere bir donanma göndermekle buna cevap
vermis oldu. Donanma komutanligini Kemal Reis adi ile Hiristiyan donanmalarina
korku salan amirale tevdi etti.
Beni Ahmer Devleti, Osmanlilara bas vurdugu gibi Memlûk
Devleti'ne de müracaat etmisti. Fakat kuvvetli donanmalarinin bulunmamasi
yüzünden onlar da yardim edemediler. Bununla beraber Memlûk hükümdari, Endülüs
Müslümanlarina yapilan mezâlimi önlemek için Papa'yi ve Ferdinand'i tehdid
ederek, sayet Ispanyollar Girnata Müslümanlarindan el çekmezlerse bütün Filistin
Hiristiyanlarini Kamame (Kimame) Kilisesi'nde kestirecegini ve Hiristiyanlara
Suriye ile Kudüs kapilarini kapatacagini söylemek üzere bir heyet göndermisti.
Fakat bunun da bir tesiri olmadi.
Bütün bu olaylardan sonra Beni Ahmer Devleti, Ocak l492
(29 Safer 897)'de 55 maddeden mütesekkil bir muahede ile teslim oldu. Böylece
hakimiyetleri sona erdi. Akd edilen muahede ve teslim sartlarina göre
Müslümanlara hangi sekilde olursa olsun kötü muamelede bulunulmayacagi gibi
onlarin cemaat haklari da taninacakti. Fakat bu ahde ancak üç hafta riayet
edildi. Bundan sonra gün geçtikçe dozu artirilmak suretiyle orada kalmis olan
Müslümanlara yapilmadik eza ve iskence kalmadi. Bu arada kurtulmak için oradan
çikmak isteyenlere de müsaade edilmiyordu. Çünkü Müslümanlar, san'atkâr ve is
sahibi idiler. Fen, ilim, san'at ve ziraat erbabinin çogu Müslümanlardandi.
Bunlarin gitmesi halinde memleket bu islerden mahrum kalacakti. Bununla beraber
firsat bulanlar kafileler halinde Afrika sahillerine can atiyorlardi. Bunlardan
bir kismi da korsanlik yapmak suretiyle Ispanyollari tehdid
ediyorlardi.
Öyle anlasiliyor ki Osmanli Devleti, muhtelif sefer ve
gaileler sebebiyle Endülüs Müslümanlarina istenildigi sekilde yardimda
bulunamamisti. Ancak XVI. asrin ortalarindan itibaren bu isi Cezayir beylerine
birakmisti. Bunun için, Kaptan-i Derya ve Cezayir Beylerbeyi olan Kiliç Ali
Pasa'ya gönderilen Zilkade 977 (Nisan - Mayis l570) tarihli bir hükümle
Ispanya'daki Müslümanlara yardim etmesi emredilmisti. Bunun sonucu olarak birçok
Müslüman ve Yahudi Afrika sahillerine geçirilmisti. Bunlardan bir kismi da
Adana, Uzeyr, Tarsus, Sis ve Trablussam sancaklarina yerlestirilmistir. Bu
muhacirler, kendilerini toplayip üretici bir hale gelineye kadar bes sene
müddetle bütün vergi ve resimlerden muaf sayilmislardir.
Müslümanlarin, Ispanya ve Portekiz'in bulundugu Iber
yarimadasindaki hâkimiyetleri sekiz asra yakin sürmüstü. Bu hâkimiyet, 2 Ocak
l492'de Girnata'nin Katolik hükümdarlara teslim olmasi ile son bulmustu.
Böylece, tarihin bir devresi kapanmis oluyordu. Zira Ispanyollarin Girnata'yi
isgalleri ve bu esnada isledikleri cinayetler, medeniyet tarihi bakimindan
silinmez bir leke olarak kalacaktir. Onlar, yaptiklari ile tam bir barbarlik
örnegi sergilemislerdir. Kendilerine medeniyet ögreten ve bu konuda üstadlari
olan Müslümanlarin seviyesine ulasamadiklarini isbat etmislerdir. Katolik bir
Kardinal'in emriyle Girnata sehrinin büyük meydaninda 500.000 küsur cild yazma
kitap yakilmisti. Müslümanlar, bütün Avrupa kütüphanelerindeki kitaplarin
yekûnundan fazla olan bu kitaplari, sekiz asirdan beri dünyanin her tarafindan
toplamislardi. Insanlik âlemi, bu kitaplarin yakilmasindan dogan boslugu, bugüne
kadar telafi edememistir. En degerli müelliflerin en degerli eserleri, atese
atilmisti. Bu tarihlerde Avrupa'da l0.000 cild kitabi bir araya getiren hiç bir
kütüphânenin bulunmadigini belirtmek gerekir.
Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin, Müslümanlara
verdikleri sözlerini tutmadiklarini, medeniyet ve kültür ürünü kitaplarin nasil
yakildigini, Müslümanlarin nasil iskencelere tabi tutuldugunu Hiristiyan bir
arastirmaci su sözlerle ifade eder:
Katolik majesteleri Ferdinand ve Isabella,
Müslümanlarin tabi tutulduklari teslim sartlarina bagli kalmada basari
gösteremediler. Kraliçenin özel günah çikarma papazi Kardinal Ximenes de
Cisneros'un komutasi altinda tertiplenen ve geride kalan Müslümanlarin kiliç ve
zor kullanilmak suretiyle irtidad (Islâm'dan dönme) ettirilip Hiristiyan dinine
sokulmalari maksadina matuf bir askerî harekat l499 yilinda baslatildi. Bu
kardinalin ilk isi, Islâmî konularda kaleme alinmis el yazmasi kitaplari
toplatip yaktirmak suretiyle piyasadaki dolasimini durdurmak olmustur. Simdi
artik Girnata sehri, Arapça yazilmis bu kitaplarin yiginlar halinde
yakilmasindan olusan senlik ateslerine sahne oluyordu. Engizisyon adi verilen
iskence ve zulüm hareketleri, müessesevî bir hale getirilmis ve yogun bir
biçimde devamli isler halde tutuluyordu. Bu yazar, Müslümanlara karsi yapilan
iskence ve yakilan binlerce cild kitabin maruz kaldigi insanlik disi davranisi
ne kadar yumusatmaya çalissa da yine de dindaslarinin isledigi bu câniyane
hareketten bahs etmeden geçemiyor.
Girnata, Araplarin her türlü dinî hürriyetlerine, can
ve mallarina dokunulmamak sartiyla teslim olmustu. Fakat Katolikler'e göre
Kâfir Müslümanlara verilmis sözün hiç bir ehemmiyeti olamazdi. Böylece,
Yeniçagin esiginde beser tarihinin en büyük yüzkaralarindan biri irtikâb edildi.
Insanligin müsterek mali olmasi icab eden medeniyetin, o çag için en zarif olan
dallarindan biri sistematik bir sekilde imhaya baslandi. Hele cihanin en büyük
kütüphânesinin merasimle yakilmasi, yakin zamanlarda bütün Ispanyollar
tarafindan bile lanetlenmis bir hadisedir.BÂYEZID'IN SON SENELERI
Gençliginde, eglenceli ve tatli bir hayat sürmüs
denebilen II. Bâyezid, devletin basina geçtikten sonra tamamen farkli bir hayat
sürmeye baslar. Saltanatinin sonlarina dogru, kendini tamamen ibâdete veren II.
Bâyezid, yasinin ilerlemesi üzerine, devlet islerinin büyük bir kismini
vezirlerine birakir. Onun saltanatinin son senelerinde önemli bazi hâdiseler
meydana gelmisti. Bunlardan biri hemen hemen bütün bir Osmanli ülkesini
ilgilendirecek olan ve Küçük Kiyamet denilen büyük depremdi. Ikincisi de
sehzâdeler arasindaki rekabet ve tahti ele geçirmek için birbirlerine karsi
giristikleri çekisme idi. KÜÇÜK KIYAMET
Hicrî 9l5 senesinin Rebiülahir ayinin 25. Sali gecesi
(l4 Agustos l509) Memaliki - Rûm denilen Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve
havalisinde baslayip 45 gün siddetle devam eden depremde halk, iki ay kadar
disarda çadir ve örtüler altinda kalip hayatini devam ettirmek zorunda kalmisti.
Bu deprem, ayni siddette Istanbul ve Edirne'de de oldu. Gerçekten, l4 Eylül
l509'da Istanbul, Osmanli tarihinin kayd ettigi en siddetli ve hizli depremine
maruz kalmisti. Küçük kiyamet denilen bu depremde Istanbul'da yüz dokuz cami ve
mescid ile bin yetmis ev harab olmustu. Halktan da bes bin kadar insan ölmüstü.
Istanbul'un, Egrikapi'dan Yedikule'ye kadar olan üç kat suru yikildigi gibi,
Yedikule'den de baslayip deniz kenarindaki Ishak Pasa Semti kapisina kadar harab
oldu. Bunlardan baska Fâtih Camii'nin kubbesi ve direklerinin baslari çatladigi
gibi imâret, hastahane ve Sahn Medreseleri'nden bazilari ile diger medrselerden
bir kisminin kubbeleri yikildi. Fâtih civarindaki Karaman Mahallesi, bastan basa
harab oldu. Sultan Bâyezid Camii'nin kubbesi dagildi. Hadim Ali Pasa Camii'nin
(Divanyolundaki Atik Ali Pasa Camii) kubbesi düstügü gibi Atmeydani'ndaki
sütunlardan alti tanesi devrildi. Yeni Saray (Topkapi Sarayi )'in deniz tarafi
yer yer harab oldu. Bu büyük depremde binlerce insan yikintilar altinda gömülü
kalmisti. Sadece Vezir Mustafa Pasa'nin konaginda atlari ile birlikte üçyüz
süvari hayatlarini kayb etmisti. Köpürmüs ve azgin bir hal almis olan deniz
dalgalari, Istanbul ve Galata surlarini asarak sokaklarda tufan meydana
getiriyordu. Bu arada eski su bentleri de yikilmisti. Sultan II. Bâyezid,
sarayinin duvarlarina güvenemediginden bahçesinde gayet hafif ve tehlikesiz bir
çadir kurdurarak orada on gün kadar ikamet eder.
Kirkbes gün kadar araliklarla devam eden bu deprem,
Istanbul, Rumeli ve Anadolu eyaletlerinin sâkinlerini sürekli bir heyecan içinde
yasatti. Çorum halkinin üçte ikisi, sehirlerindeki toprak kaymalari yüzünden
yarilip açilan topraklar içinde yok oldular. Yine bu esnada Gelibolu
istihkâmlari da yikildi. Sultan II. Bâyezid'in dogdugu sehir olan Dimetoka bir
toprak yigini halini almisti.
Sultan Bâyezid, bu deprem (zelzele) münasebetiyle
devletin ikinci payitahti olan Edirne'ye gittiyse de ayni sene Receb ayinin
dokuzunda, yani Istanbul zelzelesinden l5 gün sonra Istanbul'dakinin benzeri
olan ve ayni siddette bir deprem meydana geldi. Mimar Hayreddin, onbes gün
içinde Pâdisah için Edirne'de ahsab bir ev yapti. Pâdisah, bu ahsab evde ikamete
basladi. Ayni sene Saban'in üçünde Edirne'de yine benzer siddette bir deprem
daha oldu. Tunca Nehri tasarak ve yatagini da asarak depremin yikintilarini
kapladi. Üç gün geçit vermeyen Tunca'nin tasmasiyla da bir çok insan
öldü.
Rivayete göre Sultan Bâyezid, bu siddetteki bir
depremi, vezir ve komutanlarinin halka yaptigi zulmun bir sonucu olduguna
inanarak onlari: Zulüm ve fesadiniz cevr ve bid'atiniz elinden, mazlumlarin
ahlarinin atesi, Allah'in gazabina sebep olmustur. Bu, sizin zulmünüzün
semeresidir ki, iste ortaya çikti. diyerek ilgilileri azarlamis ve bundan
sonraki hareketlerinde dikkatli olmalarini, halka zulüm etmemelerini, haksizlik
yapmamalarini söylemistir. Bundan sonra Istanbul'un tamiri için neler yapilmasi
gerektigi hususunda ilgililerle istisarede bulunur. Istisare sonunda Istanbul'da
yikilan yerleri yeniden yapmak veya tamir etmek için yirmi evden bir kisi ve ev
basina yirmi ikiser (yirmi beser oldugu görüsü de bulunmaktadir) akça takdiriyle
Cerahor, yani ücretli amele tedarik edildi. Bu sekilde Anadolu'dan 37 bin,
Rumeli'den de 29 bin cerahor çikarilip üç bin kadar mimar ve marangoz getirildi.
Bunlardan baska Yayalardan sekiz bin, Müsellemlerden de üç bin kisi kireç
yakmakla görevlendirildi. Böylece devlet ve millete ait olan yerlerin insaati,
9l5 senesinin l8 Zilhiccesi'nde ( 29 Mart l5l0) baslamis ve altmis bes günde
sona ermisti. Bu insaat ve tamiratta, Istanbul surlarindan baska Galata'daki
mahzenler, Galata kulesi, Kiz kulesi, Rumeli ve Anadolu hisarlari fenerlikleri,
Çekmece köprüleri ile Silivri kalesi gibi önemli yerler de vardi. Sutan II.
Bâyezid'in bu çabalari üzerine Istanbul kisa bir sürede adeta yeniden insa
edilmis oldu. Bu insaat, bütünüyle Mimar Hayreddin'in nezâreti altinda
yapilmisti. Insaatin tamamlanmasindan sonra hükümdarin emri üzerine üç gün ve
gece, fakirlere yemek dagitildi.SEHZÂDELER MESELESI
Sultan II. Bâyezid'in, Abdullah, Sehinsah, Alemsah,
Mahmud, Mehmed, Ahmed, Korkud ve Selim isimlerinde sekiz oglu olmustu. Bunlardan
Abdullah, Sehinsah, Alemsah, Mahmud ve Mehmed, babalarinin sagliginda
ölmüslerdi. Geriye yas sirasina göre Ahmed, Korkud ve Selim kalmislardi. Sehzâde
Korkud Saruhan (Manisa), Sehzâde Ahmed Amasya, Sehzâde Selim de Trabzon
valiliklerinde bulunuyorlardi.
Pâdisahin yaslanmasiyle birlikte memleketteki
düzensizlikler de artmaya basladi. Hayatta kalan sehzâdelerden her biri,
iktidari ele geçirmek için gayret ediyordu. Bu gayrete sebep olan saltanat hirsi
yaninda, Fâtih Sultan Mehmed Kanunnâmesi'ndeki Nizam-i âlem için öldürülme
korkusu da vardi. Bu düsünceler, her üç sehzâdeyi de, hayatinin son günlerini
yasayan babalarinin yerine geçmek için harekete getirdi.
Devlet adamlari, Ahmed'in yasça büyük, çocuklarinin çok
ve babasi gibi uysal olmasi sebebiyle padisah olmasini istiyorlardi. Bütün
bunlar, o dönem anlayisi bakimindan Ahmed için birer avantajdi. Ortanca ogul
olan Korkud, sessiz, ilim ve musikî ile hayatini geçiren sair ruhlu bir sehzâde
idi. Onun bu hali, birçoklari tarafindan sevilmesine sebep olmustu. O da
içtenlikle tahta geçmeyi istiyordu. Fakat erkek çocuklarinin olmayisi onun
padisah olmasini zorlastiriyordu. Sehzâdelerin en küçügü Yavuz Sultan Selim'di.
Onun da Süleyman adinda bir oglu vardi. Sert olusundan ve devlet adamlarini,
yaptiklari yanlislarindan dolayi acimasizca tenkid ettiginden, devlet ileri
gelenleri tarafindan pek sevilmedigi gibi, padisah olmasi da istenmiyordu.
Devlet adamlarinin bu sekildeki görüslerine karsilik ordu, Selim'i destekliyor
ve onun, babasinin yerine geçmesini istiyordu. Böylece ülke, asker ve sivil
güçler arasinda iki farkli ve birbirlerine tamamen zit olan iki anlayisla karsi
karsiya kalmisti.
Sehzâde Korkud
Bâyezid'in, hayatta kalan üç sehzâdesinin ortancasi
idi. 872 (M. l467)'de dogan Korkud, dedesi Fâtih'in yaninda yetistiginden,
tahsiline itina edilmisti. Bu sebeple âlim, fâzil, sair ve musikisinas bir
sahisti. Islâm hukukuna dair genis bilgisi olup Arapça'yi hem anlar hem de
yazardi. Babasina gönderdigi bazi mektupari Arapça idi. Harimî mahlasiyle
siirleri vardi. Dedesi Fâtih'in vefatinda, babasi yetisinceye kadar onun adina
saltanata vekâlet etmisti. Babasi zamaninda 888 ( l483 M. ) senesinde önce
Manisa Sancagi'na tayin edilmisken, bilahere agabeyi Ahmed'in tesiriyle
Istanbul'a uzak olan Teke ili (Antalya) Sancagi'na naklolunmustu. Ilk sancaginin
kendisine tekrar verilmesi hususunda babasina mektup yazip istekte bulunduysa da
bu istek, sarayca reddedildi. Babasinin ,Ahmed'e olan meyli de onu kizdiriyordu.
Keza, Vezir-i A'zam Has'larindan olan ve kendisinde bulunan bir Has'sin, Hadim
Ali Pasa'ya verilmesi kendisini çok üzmüstü. Bu sebepler ve memleketin fena
idaresi onu kizdirir. Bu sebeple Hacca gitmek için hazirlik yapar. Böylece 8
gemi, 80 kadar asker ve 50 kadar maiyyeti ile l8 yük akça kadar para alir.
Durumdan haberdar olan Sultan Bâyezid, Mevlâna Alaeddin (Imam Ali )'yi gönderip
Izmir'in, sancagina ekledigini bildirir. Buna karsilik Korkud:
Bana saltanat gerekmez. Ben, Hz. Peygamber'i rüyamda
gördüm. Beni, Hacca davet etti diyerek babasinin gitmeme teklifini reddeder.
Elçi dönüp durumu babasina anlattiginda Bâyezid: Kazaya, rizadan baska çare
yoktur diyerek adamlarinin yerinde kalmasini emreder. Misir Sultani, Korkud'u
çok güzel bir merasimle karsilar. Ona hediyeler verip ikramlarda bulunur. Hatta
ona günlük 3000 filorilik bir maas baglar. Memlûk Sultani ile ilk görüsmede
Sultan, onu evladi yerinde saydigi için gözlerinden, o da Memlûk Sultani'ni baba
makaminda gördügü için gerdanindan öper. Görüldügü gibi Misir'da çok iyi
karsilanan Korkud, amcasi Cem Sultan gibi bir maceraya atilmak
üzeredir.
Memlûk Sultani, onun tahta çikmak için kendisinden
yardim istemeye veya babasi ile arasini bulmaya geldigini zannetmisti. Fakat
onun gerçek niyeti, Kudüs ve Haremeyn gibi yerleri ziyaret edip hac etmekti.
Ancak, Memlûk Sultani'nin, Osmanlilarla aralarinin açilmasina sebep olur
endisesiyle onun hacca gitmesine izin vermedigi belirtilmektedir. Sehzâde
Korkud'un, ülke ve memleket arzusu ile babasindan izinsiz gelmis olmasi, pisman
olmasina sebep olmustu. Misir Sultani, 9l7 (l5ll M. ) yilinda geri dönen
Sehzâdeyi 20 parça gemi ile ugurlar. Sancagina dönen Korkud, babasina pekçok
hediyeler göndererek yaptiklarindan dolayi özür diler. Bunun üzerine bazi
ilavelerle Saruhan Sancagi kendisine verilir.
Sehzâde Ahmed
Bâyezid'in, hayatta kalan en büyük oglu olup 870 (M.
l465) yilinda dogmustur. Babasi tarafindan çok sevildigi gibi Vezir-i A'zam
Hadim Ali Pasa da onun tarafini tutuyordu. Bu bakimdan, her an hükümdar
olabilirdi. Sehzâde Ahmed, mutedil ve her seyi düsünerek ona göre tedbir alan
bir kimse oldugundan, bir kisim devlet erkâni da, onun, babasinin yerine
geçmesine taraftardi. Hatta Sah - Kulu (Seytankulu)'yu ortadan kaldirmakla
görevlendirilen Hadim Ali Pasa, Sehzâde Ahmed'le görüstügü zaman kendisinin
hükümdar olduguna dair padisah nâmina sehzâdeye teminat vermisti. Bununla
beraber bu isin, Sah -Kulu isyaninin bastirilmasindan sonra gerçeklesebilecegini
söylüyordu. Bundan dolayi Sehzâde Ahmed, kendisini hükümdar bilerek askere ve
komutanlara ihsanlarda bulunuyordu. Bununla berabr kendisine bey'at ettirmek
istedigi yeniçerilerin Padisahimiz hayatta oldukça kimseyi hükümdar tanimayiz
diye onun bu pesin kararina karsi çikip red cevabi vermeleri, sehzâdeyi
müteessir etmisti. Ahmed, en çok kardesi Korkud'un hükümdar olacagindan endise
ediyordu. Sehzâde Ahmed'in en samimi taraftari olan Hadim Ali Pasa'nin, Sah -
Kulu olayinda ölümü, bunun isini biraz bozmus ise de gerek babasi, gerekse diger
devlet erkâni, bu arada Rumeli'de Mihalogullari ve diger beyler kendisini
istiyorlardi. Hatta Rumeli akincilari Biz, sana tabiyiz ne durursun diye
Ahmed'e haber göndermislerdi. Fakat Hadim Ali Pasa'nin ölümü üzerine onun Sah -
Kulu asilerini takip etmeyip Amasya'a gidisi yeniçerilerin hosnutsuzluguna sebep
olmustu.
Sehzâde Ahmed, en büyük taraftari olan Hadim Ali
Pasa'yi kaybedince çok üzüldü. Anadolu ve Kapikulu halkina agir sözler söyledi.
Ordu ile arasindaki sogukluk bir kat daha fazlalasti. Hele Yavuz Sultan Selime'e
Avrupa'da bir sancagin verildigini isitince hiddeti bir kat daha artmisti. Bu
yüzden, Sah - Kulu isini bir tarafa birakarak, Selim meselesini takib etmeye
basladi. Anadolu'yu Kizilbas'tan temizlemeye ugrasacagina Afyon'da oturarak
Anadolu'nun yakilip yikilmasina ve halkin soyulmasina, devlet kuvvetlerinin
yenilmesine âdeta seyirci kaldi. Günlerini, padisahlik hayallerinin tahakkuku
için Edirne'ye ulak ve mektuplar göndermekle geçirdi. Sehzâdenin bu hali,
Anadolu halki ve askerlerinin gözünden kaçmadi. Böyle bir tutum ve davranis,
onun, halk nazarindaki itibarinin düsmesine sebep oldu.
Sehzâde Selim ve Hükümdar Olusu
Sultan II. Bâyezid'in hayatta kalan üçüncü oglu idi.
Annesi Dulkadiroglu Alâuddevle'nin kizi Ayse Hatun'du. Babasinin Sancakbeyi
olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelmis olup dogum tarihi 875 ( l470 ) olarak
kabul edilmekle birlikte hicrî 87l veya 872 seneleri olabilecegi de
belirtilmektedir. Selim de Sehzâde korkud gibi dedesi Fâtih'in yaninda büyüdü.
Devrin hocalarindan ders aldi. Sehzâde Ahmed ve korkud'un yumusak huyluluguna
karsilik Selim, sert, cevval ve hareketli idi. Sairlik yönü de bulunan
Selim,Türkçe, Farsça ve Tatarca siirler söylerdi.
Sehzâde Selim, babasinin, uzun zamandan beri bozulmaya
yüz tutan devlet islerinden müteessiren saltanati terk edecegini haber aldigi
için, tertibat almayi uygun görmüs olmalidir. Bilindigi gibi bu dönemde, hanedan
içinde henüz bir Verâset-i Saltanat Kanunu bulunmadigindan, Fâtih kanunnâmesi
geregince hükümdar olan sehzâde, diger kardeslerini Nizâm-i âlem için
öldürebilirdi. Bu sebeple Selim, kardesleri olan Ahmed ve Korkud'un durumlarini
gözden irak bulundurmuyordu. Bununla beraber, Istanbul'a uzak olmasindan dolayi
saglikli haberler de alamiyordu.
Sehzâde Ahmed, yumusakligi ve sakin hali ile bütün
devlet erkâninin takdirini kazanmisti. Halbuki Selim, atakligi ve sertligi ile
taniniyor, bu yüzden de kendisinden çekiniliyordu. Nitekim, bu siralarda
Erzincan ve çevresinde faaliyette bulunan Sah Ismail'i o mintikadan
uzaklastirdigi gibi, Gürcüler üzerine de sefer yaparak o taraflarda da kendisini
göstermis oldugundan onun bu hal ve tavirlari babasina karsi serkesâne vaziyet
aldi seklinde gösterilmisti. Sehzâde Selim, saltanati elde etmek isteyen
kardeslerine karsi hazirliklar yapmis, kendisine bagli olan kuvvetlerden baska,
Kirim Hani kuvvetlerinden de istifade etmisti. Nitekim, Rumeli'ye geçtigi sirada
Kirim Hani'nin küçük oglu komutasinda yaninda üçyüz elli kadar Tatar askeri
vardi. O, taraftarlari vâsitasiyle Yeniçeri Ocagi'ni da elde etmisti. Sehzâde Selim'in, Rumeli'ye geçtigi haberi Istanbul'a
ulastigi zaman devlet erkâni, padisahi Edirne'ye götürmek üzere yola çikarmisti.
Bu sayede Selim'in üzerine asker de sevk edilecekti. Bu durumu ögrenen Selim,
asi olmadigini ve babasina tazimlerini arz için geldigini bildirmisti. Bu
arada babasi tarafindan kendisine nasihatta bulunmak üzere gönderilen elçiye
iltifatlarda bulunmustu.
Selim'i sevmeyip onun aleyhinde bulunan kimseler, bu
durumu kabul etmeyerek Selim'in üzerine Rumeli beylerbeyi Hasan Pasa'yi
göndermislerdi. Fakat Hasan Pasa, harb etmeden Edirne'ye dönmüstü. Bunun üzerine
padisah bizzat kendisi Selim'e karsi harekete geçmisti.
Bâyezid, ihtiyar oldugundan araba ile hareket edip
Çukurçayir'da Selim'in ordugahinin karsisina gelmisti. Selim, ordusuna, karsi
taraftan bir taarruz vaki olmadikça harekete geçilmemesi emrini vermisti. Bu
esnada, Sultan II. Bâyezid'e, binmis oldugu arabanin penceresinden, elini öpmek
üzere gelen oglunun kuvvetleri gösterildigi zaman padisah, üzüntüsünden
aglamisti. Sehzâde Selim'e taraftar olmalari ihtimal dahilinde buluan Rumeli
akinci ve sancakbeylerinin istirham ve istekleri üzerine muharebeden vaz
geçilerek iki taraf arasinda bir anlasma saglandi. Buna göre Selim'e bir heyet
gönderilip simdilik babasi ile görüsmesine imkân bulunmadigi, bununla beraber
Sehzâde Ahmed'in veliahd olarak tayin edilmeyecegi bildirilmisti. Ayrica,
Rumeli'den istedigi Semendire sancaginini kendisine tevcih edildigi bildirildi. Bâyezid, sehzâdelerinden hiç birini, digerlerine tercih
etmeyecek ve onlardan birini veliahd yapmayacagina dair bir de ahidnâme
yazdirarak bu olayin ilk safhasini kapatmis oluyordu. Böylece veliahd tayini
isini önlmeyi basaran Selim, emri altindaki askerle Semendire'ye gitmeyip,
Rumeli beylerinin karari ile Eski Zagra ve Filibe taraflarinda kalarak
Semendire'ye bir vekil göndermist.
Vezir-i A'zam Hadim Ali Pasa'nin, Sah - Kulu olayinda
sehid olmasi ve o siralarda, Karaman Valisi olan oglu Sehinsah'in vefat haberini
almasi üzerine çok üzülen Sultan Bâyezid, Edirne'den Istanbul'a hareket edip
saltanattan çekilmeyi düsünür. Böyle bir durumda kimin saltanata gelecegi
meselesi tekrar gündeme gelir. Devlet erkâni, Sehzâde Ahmed'in, babasinin yerine
geçmesine taraftardir. Fakat Hadim Ali Pasa'nin yerine Vezir-i A'zamliga gelen
Hersekzâde Ahmed Pasa, bu görüse katilmamaktadir. Bununla beraber yapabilecegi
fazla bir sey de yoktur. Daha önce Selim'e hiç bir sehzâdenin veliahd
olmayacagina dair söz verilmis olmasina ragmen Ahmed, tahta geçmek üzere
Istanbul'a davet edilir. Filibe'de bulunan Sehzâde Selim, adamlari vâsitasiyle
bütün bu görüsme ve gelismelerden haberdar olur.
Selim, alinan kararin, kendisine verilen ahidnâmeye
aykiri oldugunu görünce 40 bin kisilik bir kuvvetle Çorlu'da babasinin
kuvvetlerinin bulundugu Karisdiran Ovasi'na gelir. Sehzâde Ahmed taraftarlari,
II. Bâyezid'i, Selim'in aleyhine tahrik için arabasinin örtüsünü kaldirarak
Elinizi öpmeye gelen oglunuzun kuvvetini görün, müretteb ve müsellah (silahli)
askerlerle ogul babayi böyle mi ziyaret eder? diyerek padisahi ogluyla savasa
tahrik etmislerdi.
9l7 Cemaziyelevvel'inin sekizinci günü (Agustos l5ll
)'de iki taraf arasinda meydana gelen muharebe, Selim'in aleyhine sonuçlanir.
Bundan sonra, Sehzâde Ahmed'in hükümdarligi kesinlesmis gibi olur. Bu sebeple
Ahmed Istanbul'a davet edilir. Bununla beraber Hersekzâde Ahmed Pasa, daha önce
verilmis ahidnâmeye sadik kalinmasini isteyecek ve fakat sözünü
dinletemeyecektir. Sehzâde Ahmed, aldigi emir üzerine sür'atle Istanbul'a dogru
yola çikip Gebze'ye, oradan da Maltepe'ye gelir. Fakat yeniçerilerin kendisini
istememeleri ve Istanbul'da bazi isyan hareketlerine girismeleri üzerine tekrar
Anadolu'ya döner.
Selim'in aleyhtarlari, Ahmed'in muvaffak olamamasi
üzerine bu defa da Sehzâde Korkud'u hükümdar yapmak üzere onu Istanbul'a davet
ederler. Manisa'da bulunan bu sehzâde, sür'atle Mihalic'e, oradan da kayiklarla
Davut Pasa iskelesine gelip karaya çikar. Önce yeniçeri ocagina gitmis sonra
babasini görüp kardesi Ahmed'den kaçtigini söyler. Yeniçeriler, Korkud'a karsi
saygida kusur etmezler, ancak Selim'den baskasini hükümdar olarak
istemediklerini de münasib bir sekilde anlatirlar.
Bütün bu gelismeler karsisinda, idareyi Selim'e terk
etmekten baska çare bulamayan II. Bâyezid, oglu Selim'i Istanbul'a davet eder.
Sehzâde Selim, kara yolu ile Kefe'den Akkirman'a oradan da Rumeli'ye geçip
Istanbul'a gelir.Devlet erkâni tarafindan karsilanip tebrik edilen Selim'in,
Divân-i Hümayûn'a gelip babasinin elini öpmesi istenir. Fakat bir suikast olur
endisesiyle Selim, ancak at üzerinde babasi ile görüsmeyi kabul eder. Ertesi gün
Selim, bütün devlet ricalinin hazir bulundugu bir sirada babasi ile görüsür.
Bâyezid, oglunun hükümdar olmak istedigini ve askerle bir kisim devlet adaminin
da bunu destekledigini görünce, diger sehzâdelerden herhangi birinin kendisine
muhalefet etmedikçe öldürülmemesi sözünü de aldiktan sonra saltanati kendisine
terk eder. Böyece 8 Safer 9l8 Cumartesi (25 Nisan l5l2) günü vezirler saraydan
çikip Selim'in saltanata geçtigini ilan ederler. Yavuz Sultan Selim'in tahta
geçis tarihi olarak 7 Safer gününü veren kaynaklar da (M. Süreyya, Sicill-i
Osmanî, I, 38) bulunmaktadir. Bundan sonra Selim gelip babasinin elini öper ve
onun hayir duasini alir. Bu esnada II, Bâyezid, ogluna su ögüdü
verir:
Kâfirin katline eyle ihtimam
Kim anunla tutar din-ü mülk nizâm
Padisah oldunsa adli pise et (önde
tut)
Zulm-ü bidad (adaletsizlik) eyleme endise
et
Merhamet et âciz u bi-çareye
(çaresize)
Sefkat eyle bi-kes (kimsesiz) u
âvareye
Tangri içün it ehl-i ilme ihtiram
Derdmend ( dertli)in hatirin hos gör
müdam
Müfsidin neslini kes ger sah isen
Adle meyl et bende-i Allah (Allah'in kulu) isen. Öyle anlasiliyor ki Yavuz Sultan Selim, babasina,
kardesleri rahat durduklari müddetçe hayatlarina dokunmayacagina dair söz
vermisti. Verdigi bu söz sebebiyle gelisi ve tahta çikisi esnasinda, Istanbul'da
bulunan kardesi Korkud'a saygi gösterdi. Onu, Saruhan Sancakbeyligi'nde birakti.
Kirim Hani'na bir mektup yazarak padisah oldugunu ve yaninda bulunan Sehzâde
Süleyman'i göndermesini bildirdi. Yavuzun, padisah olusu, gerek Istanbul,
gerekse bütün bir devlette büyük bir sevinç ve cosku ile karsilandi. Hakkinda
medhiyeler yazildi. Fakat kardesi Sehzâde Ahmed ve ogullari bu haberi hiç
begenmediler. Bu sebeple Murad (Ahmed'in oglu ) Amasya'da, Ahmed ve Alâeddin
Konya'da Selim'in hükümdarligini tanimadilar. Onlar da müstakil birer hükümdar
gibi yasamaya basladilar.
Selim'in tahta geçisi, gerek Osmanli, gerekse Sünnî
Islâm dünyasi için hayirli bir hareket olmustu. Zira, bir bakima Iran'in ileri
karakolu olarak vazife gören Siîlik, II. Bâyezid döneminde Osmanli topraklarinda
faaliyet gösterirken, Sünnî akide ve tarikatlar, bu istilaci hücuma ayni cins
silahlarla mukabele edemiyorlardi. Daha önce de temas edildigi gibi bir Mehdi
hikayesinin arkasina siginan bu sekavet ve saltanat ihtirasinin maskesini
düsürmek gerekiyordu. Bu da ancak Selim gibi ileriyi gören, ufuktaki büyük
tehlikeyi sezen, sert, cevval ve dirayetli bir idareci ile mümkün olurdu. Ülkeye
sizmaya çalisan bu Siîlik tehlikesi, onu, babasina karsi gelmeye kadar götürdü.
Kendisinin ve memleketin halini pederimle görüsüp ahval-i devleti sifahen arz
etmek muktezay-i maslahattir diye ayak diredigi halde, kendisini istemeyen
devlet adamlari, onun bu talebini yerine getirmekten siddetle çekindiler. Onlar,
sadece babasinin elini öpmeyi kast eden bir kimse, böyle bir ordu ile nasil
gelir diyerek babasi ile görüsmesine bile müsaade etmediler. Onlara göre yasli
hükümdar, tahtini ogullarindan birine terk edecekse, bu, herhalde ele avuca
sigmaz Selim degil, babasi gibi yavas ve halim Sehzâde Ahmed olmaliydi. Anlasildigi kadari ile Selim, her iki kardesini de
Osmanli tahti için kifayetli görmüyor ve dedesi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra
devletin maruz kaldigi tehlikeleri ortadan kaldiracak ve bükülen belini, sadece
kendi çabalarinin dogrultabilecegine inaniyordu.II. BÂYEZID'IN SAHSIYETI VE VEFATI
O, yaratilisi itibariyle, babasina pek benzemiyordu. Bu
yüzden onun kadar hareketli, cevval ve atak degildi. Bu sebeple o, daha sakin ve
daha rahat bir hayati seviyordu. Bu bakimdan, onun hayatini, iki devreye ayirmak
mümkündür. Bunlardan biri, sehzâdelik hayati ile saltanatinin ortalarina kadar
olan dönem, digeri de belirtilen dönemden itibaren, ölümüne kadar geçen
devredir. Yerli ve yabanci kaynaklar onun yasantisi ve özellikleri hakkinda bize
tafsilatli bilgiler vermektedirler. Nitekim, Venedik elçisi Andre Gritti, onu
söyle tavsif eder:
Bâyezid'in boyu ortadan yüksek olup rengi zeytunîye
çalar. Çehresi, zihnen ciddi ve agir seylerle mesgul bulundugunu gösteriyor.
Fitratan magmum ve mahzundur. En mes'ud hadiselerin zuhûrunda bile asla sevinip
fazla gülmez. Hiç sarap kullanmaz, az yemek yer, ata binmekten pek zevk duyar,
giriftar oldugu nikris illeti men etmezse en sevdigi sey av eglenceleri ve at
talimleridir. Dinî merasimin hiç birini ihmal etmez, pek çok sadaka dagitir.
Felsefede behre ve malumati olmakla övünür, kozmografa (astronomi) ile fazla
mesgul olur.
Bâyezid, gerek faziletli bir hükümdar olusu, gerekse
iyi ahlâkindan dolayi komsu hükümdarlar ve kendileri ile anlasma aptigi devlet
reisleri üzerinde bir hürmet hissi uandirmisti. Kendileri ile birçok defa
muharebe etmis olmasina ragmen Misir'da vefati duyulunca, gerek Memlûk
hükümdari, gerekse Kahire halki tarafindan giyabî cenaze namazi kilinmisti. II. Bâyezid, saltanati oglu Selim'e devr ettikten
sonra, arzusu üzerine yirmi yük (2 milyon akça) yillik maas tayiniyle dogum yeri
olan Dimetoka'ya gitmek ister. Bâyezid Han, yasli ve rahatsiz olmasina ragmen bu
yolculuga çikmak ister. Yavuz Sultan Selim, Edirnekapi'ya kadar yaya olarak
babasina refakat edip onu tesyi eder. Bu arada baba, ogluna devlet idaresi
hakkinda tecrübelerine dayanarak nasihatlarda bulundugu gibi, oglu da onun hayir
duasini taleb ederek ellerini öper. Babasinin arzusu üzerine Edirnekapi'dan geri
döner. Yavuz Sultan Selim, babasinin hizmetinde bulunmak üzere Rumeli beylerbeyi
Hasan Pasa ile Defterdar Kasim Çelebi'yi ve Tabib Ahî Çelebi denilen Mehmed b.
Kemal'i tayin edip gönderir. Bâyezid, daha Dimetoka'ya varamadan yolda vefat
eder. Vefat yeri hakkinda farkli bilgiler bulunmaktadir. Buna göre onun vefat
ettigi yer: Çekmece, Sazlidere, Çorlu'nun yakinlari, Edirne yakinindaki
Sögütlüdere veya Hafsa kasabasinin Abalar köyünden biridir. l0 Rebiülevvel 9l8
(26 Mayis l5l2)'de Nikris illetinden vefat ettigi zaman 67 yasinda bulunuyordu.
Babasinin ölüm haberini alan Yavuz Sultan Selim çok üzüldü. Korkud, Ahmed ve
diger sehzâdeler de haberi duyunca üzüldüler. Halk da üzülmüs olacak ki, karalar
giymeye basladi. Yavuz, Yunus Pasa'nin, na'si Istanbul'a getirmesini emretti.
Yunus Pasa da na'si yikatip kefenleyerek Istanbul'a getirir. Basta Yavuz Sultan
Selim olmak üzere ulema, devlet erkâni ve halk tabutu karsiladilar. Bundan sonra
cenaze namazini kilip onu, yaptirdigi câmiin önündeki hazir olan kabrine
defnettiler. Yavuz, babasinin kabri üzerine altigen bir türbe yaptirdi.Türbe
için, türbedâr, hafiz ve bakicilar tayin etti. Bunlar, gece gündüz onun ruhu
için hatimler indirip dualar ettiler.
Kaynak: Osmanli tarihi Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |