Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Öğretici Bilgiler

Uyarılar

SULTAN II. BÂYEZID

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler SULTAN II. BÂYEZID Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Yedi yasinda iken Amasya sancakbeyligine gönderildi. Sultan II. Bâyezid'in zamani, gerek Osmanli cografyasi, gerekse ekonomik hayati bakimindan istikrarli ve emniyetli bir devir idi. Gerek bu gerekse ve daha önceki dönemlerde yenilmeye degil, genellikle yenmeye alismis bir kütle psikolojisi için, hududlardan ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi

SULTAN II. BÂYEZID

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 01:02 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart SULTAN II. BÂYEZID

Yedi yasinda iken Amasya sancakbeyligine

gönderildi. Sultan II. Bâyezid'in zamani, gerek Osmanli cografyasi, gerekse

ekonomik hayati bakimindan istikrarli ve emniyetli bir devir idi. Gerek bu

gerekse ve daha önceki dönemlerde yenilmeye degil, genellikle yenmeye alismis

bir kütle psikolojisi için, hududlardan sadece zafer sesleri degil, refah ve

bolluk da beraber girmekte bulunuyordu.

Osmanli medeniyetinin ahengini meydana getiren muhtelif

unsurlarin her biri, hem federal ve müstakil hüviyetleri içinde kendi

merkezlerine bagli, hem de müsterek ana merkezin mali ve mensubu olarak, hatta

XVII. ve XVIII. asirlarda bile hâla, semâvî bir nükte gibi, latif, ince ve

kemalli çehresiyle dünyaya yüz göstermekte devam etmekte idi.

Fâtih Sultan Mehmed vefat ettigi zaman, büyügü Bâyezid,

küçügü de Cem olmak üzere iki oglu kalmisti. Bâyezid, o dönemde merkezi Amasya

olan Rum Eyâleti, Cem de merkezi Konya olan Karaman Eyâleti'nin valisi idiler.

Daha önce de belirtildigi gibi Fâtih'in, Mustafa adinda bir oglu daha vardi.

Fakat bu sehzâde babasinin sagliginda vefat ettiginden, o sirada Kastamonu

Sancakbeyi bulunan Sehzâde Cem, ölen kardesinin yerine Karaman valiligine tayin

edilmisti.

Kaynaklarin, uzun boylu, beyaz tenli, melek huylu,

genis ve açik yüzlü, elâ gözlü, siyah çatik kasli, mutedil sakalli, yüzünde ben

bulunan, genis omuzlu ve yüksek gösterisli olarak belirttikleri Bâyezid-i Veli,

85l (m. l447) yilinda iki bayram (Ramazan - Kurban) arasinda dogmustu. 886

Rebiülevvel'inin 13. (12 Mayis 1481) günü 35 aslarinda iken, babasinin yerine

tahta geçer. Her ne kadar onun dogum tarihi ile ligili farkli yillar veriliyorsa

da genellikle yukarida belirtilen tarih kabul edilmektedir.

Fâtih Sultan Mehmed'in ani ölümü, tabiî bir hâdise gibi

karsilanmadi. Ülkede büyük bir siyasî buhranin çikmasina sebep oldu. Fâtih vefat

eder etmez, Vezir-i Azam ve Mevlânâ'nin soyundan gelmis olan Karamanî Mehmed

Pasa, bir taraftan Keklik Mustafa adinda bir çavusu, büyük sehzâde Bâyezid'i

davet için Amasya'ya gönderirken, öbür taraftan da kendi adamlarindan birini Cem

Sultan'a gönderip yolu uzak bulunan Bâyezid gelmeden önce onu Istanbul'a davet

ile bir emr-i vaki yapmak istemisti. Fakat Cem'e bu mektubu götüren sahsi,

Anadolu Beylerbeyi ve Bâyezid'in damadi olan Sinan Pasa yakalayarak öldürür.

Vezir-i Azam'in, Konya'da bulunan Sehzâde Cem'e gönderdigi mektup ve bu vesile

ile Fâti'in ölümünden haberdar olan yeniçeriler, ayaklanarak Pendik önlerine

demir atmis bulunan birkaç gemiyi zapt ederek Üsküdar'a gelirler. Oradan da

Istanbul'a geçerek Yahudiler ile zengin halkin evlerini yagmalarlar.

Yeniçeriler, Fatih'in, bulunmayacagi siralarda Istanbul'da hükümet islerine

bakmak üzere Silifke'den çagirmis oldugu Ishak Pasa'nin kiskirtmasi ile Vezir-i

Azam Karamanî Mehmed Pasa'yi da öldürürler. Bu feci hadiseden sonra iktidar,

bütünüyle Ishak Pasa'nin eline geçmis demekti. Zira Divan, devletin islerini

tedvir etmekle onu görevlendirdi. Ishak Pasa da kendisine verilen bu genis

yetkiyi iyi kullanarak asayis ve güvenligi sagladi. Yeniçeriler, Sehzâde

Bâyezid'in tarafini tuttuklari için, babasi gelinceye kadar, o siralarda

Fâtih'in yaninda ve henüz 11 yaslarinda bulunan Bâyezid'in oglu Korkut'u, 5

Rebiülevvel 886 (4 Mayis l48l) de Saltanat Kaymakami ilan

ederler.

Öte yandan devlet büyüklerinden acele davet mektuplari

alan Bâyezid, maiyetinde 4.000 kisi oldugu halde Amasya'dan yola çikip Üsküdar'a

gelir. Ertesi gün, oglu Korkut'tan saltanati resmen devr alip l2 Mayis l48l de

Osmanli tahtina çikar.

Yeni padisahi, büyük bir tezahüratla karsilayan vüzera

ve asker, Ishak Pasa'nin vezir-i azam olmasini, onun rakibi olup, terakkilerinin

artirilmasina muhalefet ettigi söylenen Hamzabeyoglu Kara Mustafa Pasa'nin, azil

ve nefy edilmesini ister. Yeni padisah, ilk hamlede mesele çikarmamak için, bu

istekleri kabul eder. O, basinda siyah bir kavuk ve ayni renkte bir elbise

giymis oldugu halde Istanbul'a girmisti. Topkapi Sarayi'na girerken, kapi önünde

saf tutup, kendisini merasimle karsilayan Yeniçeriler, subaylari vâsitasiyle bir

arzuhal takdim ederek, Karamanî Mehmed Pasa'nin öldürülmesi sebebiyle vâki olan

kusurlarinin affini ve cülûs bahsisi verilmesinin kabul edilmesini taleb

ederler. Yeniçerilerin bu istekleri, yeni sultan tarafindan kabul edilir.Bu,

Osmanli tarihinde Yeniçerilere verilen cülûs bahsisinin ikincisi olmustu.(Ilki

Fâtih Sultan Mehmed tarafindan verilmisti.) Cülûs bahsisinin ikinci örnegi olan

bu uygulamadan sonra, her tahta çikista, cülûs bahsisi tekrarlanmisti. Bu usûl,

zamanla devlet maliyesi için âdeta bir yikim halini alaacaktir. Bu bahsisler,

ancak üçyüz yil sonra Sultan Birinci Abdülhamid tarafindan Rusya ile yapilan

savas sirasinda ve birdenbire kaldirilabildi.

Bâyezid'in, tahta geçisinin ertesi günü, Fâtih Sultan

Mehmed'in cenaze merasimi icra edilmisti.Namazdan sonra Fâtih'in naasi, kendisi

tarafindan yaptirilmis olan camiin arkasindaki türbeye defnedilmisti. Tabutun

altina önce Sultan Bâyezid ve vezirler girmislerdi. Cenaze namazini Seyh

Ebu'l-Vefa adiyla söhret bulmus olan büyük âlim Konyali Muslihiddin Mustafa

kildirmisti. Günümüz Istanbul'undaki Vefa semti hâla bu zatin ismi ile

anilmaktadir. Cenaze defn edildikten sonra bey'at merasimi yapilarak Sultan

Bâyezid, resmen Osmanli tahtina oturmus olur. Bundan sonra Ishak Pasa'ya sadaret

tevcih olunur. Bu arada yeniçerilerin bütün isteklerinin kabul edilmesi mahzurlu

görülerek daha önce Mustafa Pasa hakkinda verilen karardan dönülür. Böylece

henüz Üsküdar'da bulunan Mustafa Pasa getirtilerek ikinci vezir olarak ilan ve

tayin edilir.II. BÂYEZID DÖNEMININ BAZI IÇ OLAYLARI

II. Bâyezid, babasi Fâtih Sultan Mehmed'in ölümünden

sonra Osmanli tahtina oturur oturmaz içerde, bir kismi siyasî, bir kismi da dinî

renge boyanmis gerçekte dis kaynakli olan siyasî bazi isyan hareketleri ile

karsilasir. Bu olaylara temas etmeden ve onun sahsiyet ile karekterinin

olusmasinda önemli rolü bulunan ve bir bakima onun bu özelliklerini canli birer

levha gibi önümüze seren faaliyetleri görmeden disariya karsi olan siyasetini

anlayip takdir etmek mümkün olmazdi. Zira onun dis dünya ile olan

münasebetlerinde, iç proplemlerin tesiri, sanildigindan daha büyük olmustur. Bu

sebeple biz de önce iç olaylara temas etmeyi faydali bulduk.

IÇ KARISIKLIKLAR VE CEM OLAYI

Ikinci Bâyezid tahta çiktigi zaman, Konya'da vali

olarak bulunan kardesi Giyaseddin Cem Çelebi'nin muhalefeti ile karsilasir. Zira

Cem, mülk-i mevrûsda hakki bulundugunu iddia ediyordu. O, bu iddiasini da bazi

delillerle isbat etmeye çalisiyordu. Gerçekten, Cem Sultan'in, saltanat makamini

elde etmek için giristigi tesebbüs, tedkik edilmesi lazim gelen sebeplere

dayaniyordu. Daha Fâtih'in sagliginda devlet erkani arasinda her iki sehzâdenin

taraftarlari bulundugu ve basta Karamanî Mehmed Pasa oldugu halde, bunlardan bir

kisminin, Bâyezid'den daha meziyetli, daha cesur ve faal bir zat olan Cem'i

saltanata layik gördügü anlasilmaktadir. Karaman eyaletinde beraber bulunduklari

zamandan beri, Cem'i takdir eden Gedik Ahmed Pasa'nin, hiç sevmedigi Bâyezid'i

padisah olarak görmek istememesi gibi, sehzâde Mustafa'nin ölümünden sonra,

Fâtih Sultan Mehmed'in de Cem'i Bâyezid'e tercih ettigini gösteren delillere

tesadüf edilmektedir. Nitekim Kanunnâme-i Âl-i Osman (Istanbul l330, s. 32 )'da

sehzâdelere yazilacak hükümlerin elkabi bahsinde yalniz Cem isminin zikredilmesi

ve yazilarda ona ...vâris-i mülk-i Süleymanî...oglum Cem edâmellahu bekahu

diye hitab edilerek örnek gösterilmis olmasi, herhalde bir tesadüf eseri olmasa

gerekir.Gerçi buna dayanarak Fâtih tarafindan Cem'in veliahd ilan edildigini

iddia etmek mümkün degilse de, ibâreyi büsbütün manasiz saymak da dogru

degildir. Böyle bir ibârenin isaret olarak kabul edilmesi herhalde daha dogru

bir kanaat olacaktir. Bütün bunlara ilaveten, Cem Sultan'in bizzat kendisi de

babasinin erine geçme hakkina sahip olduguna kani idi. Zira kendisine göre o,

babasinin padisahligi zamaninda dogmus ve bu yüzden Uzun Hasan seferi esnasinda

babasina vekalet etmisti. Bu da tahtin asil vârisinin kendisi oldugunu

gösteriyordu. Buna dayanarak o, kendisinin tahta geçmesi icab ettigini

söylüyordu. Bu âmillerin tesirinde kalan Cem, maiyyetindeki müsavirlerin,

özellikle Karamanoglu Kasim Bey'in telkinleri ile harekete geçmeye karar verir.

Gedik Nasuh Bey'i, maiyetinde Karaman, Varsak ve Turgutlu boylarina mensub

kuvvetler oldugu halde Inegöl üzerinden Bursa'ya gönderir. Gedik Nasuh Bey, 28

Mayis'ta, Ikinci Bâyezid tarafindan Ayaz Pasa komutasi altinda gönderilen iki

bin yeniçeriyi maglub etmeye muvaffak olur. Bu basarida Bursa halkinin da büyük

bir payi oldugu belirtilmektedir. Zira halk, yeniçerilerin daha önce

yaptiklarini unutmamisti.

Kaplica savasindan üç gün sonra ordugâha gelip,

Haziran'in basinda Bursa'ya giren Cem, saltanat alameti olarak nâmina hutbe

okutmus ve ismine sikke bastirmistir. l8 gün kadar da hükümdarlik eden Cem,

civardaki sehir ve kasabalara saltanatini kabul ettirip, etrafina kalabalik

sayida insan toplamak suretiyle kendisini Anadolu hakimi saymis ve bu son durumu

agabeyine kabul ettirmek üzere ona halalari ve Çelebi Sultan Mehmed'in kizi

Selçuk Hatun ile devrin ulemasindan Mevlânâ Ayas ve Sükrüllahoglu Ahmed

Çelebi'den meydana gelen bir elçilik heyeti göndermisti. Ancak, Selçuk Hatun'un

iki kardes arasinda kan dökülmesine mani olmak üzere giristigi tesebbüsler,

basarisizlikla sonuçlanir. Zira kendisine Rumeli ile yetinip Anadolu'yu Cem'e

birakmasi, böylece daha önceki hükümdarlarin birlestirmeye çalistiklari Osmanli

Devleti'nin yeniden ikiye bölünmesi teklif edilen Bâyezid, bunu kabul etmez. Bu

durum, Osmanlilardaki Tek Ülke Tek Sultan ilkesinin ne kadar köklestigini

göstermektedir.

Bâyezid'in, teklifini redetmesi üzerine kuvvetlerini

ikiye ayirip, Gedik Nasuh Bey emrindekileri Iznik'e gönderen Cem, kendisi de

Bâyezid ile karsilasmak üzere Yenisehir'e hareket eder. Ancak, Anadolu

Beylerbeyi Sinan Pasa'nin faaliyeti, Otranto seferinden dönen Gedik Ahmed

Pasa'nin Bâyezid kuvvetlerine iltihaki, nihayet yakin dostu Afsinoglu Yakub

Bey'in ihaneti sonucu Cem, Yenisehir'de yapilan savasta maglub olur. Sehzâde

Cem'in maglubiyetini hazirlayan sebeplerin basinda, onun dostu ve lalasi bulunan

Yakub Bey'in ihanetinin geldigi anlasilmaktadir. Gerçekten Bâyezid, Bursa

üzerine yürürken Cem'in lalasi Yakub Bey'e bir mektup yazarak, sehzâdenin

Karaman'a kaçmasini önlemesini, kendisine iltihak etmesini, bu takdirde Anadolu

Beylerbeyligi'ni uhdesine tevcih edecegini ve bosuna Müslüman kaninin

dökülmemesini bildirecektir.

Maglub olan sehzâde önce Eskisehir'e, sonra da Konya'ya

çekilmek zorunda kalir. Kendisini burada da güvende hissetmeyen Cem, annesi

Çiçek Hatun ile ailesini alip Tarsus'a gider. Onun, Konya'dan ayrilisi esnasinda

halkin göz yaslari ile kendisini ugurlamasina bakilacak olursa, Konya'lilarin

Cem Sultan'i çok sevdiklerini söyleyebiliriz. Öyle anlasiliyor ki, Cem, vali

olarak bulundugu bu bölgede böyle bir sevgiye layik olacak isler yapmisti.

Gerçekten o, Larende ( Karaman )'de saray, bedesten ve çarsi yaptirmak suretiyle

imar faaliyetlerinde bulunmus ve zulmü ref' edip adalet gösterdiginden halk da

yurtlarina dönmüstü. Sehzâde Cem, daha sonra Memlûk Sultani Kayitbay'in

müsaadesini alinca Antakya yolu ile l0 Temmuz'da Haleb'e, oradan da Sam

(Dimask)'a gider. Merasimle karsilandigi bu sehirde yedi haftalik bir istirahati

müteakip l5 Agustos'ta Gazze yolu ile Misir'a gidip hükümdarlara mahsus bir

törenle Kahire'ye giren Cem, Kostantiniyye Fâtihi'nin oglu olarak halk

tarafindan büyük bir tezahüratla karsilanir. Onu karsilamaya hazirlanan Kahire

sokaklari, bastanbasa donanmisti. Memlûk Sultani Kayitbay dahi kendisini

sarayinda karsilayip kucaklar ve Sen oglumsun, kederlenme diyerek onu teselli

eder. Divitdâr Sarayi, Cem'in emir ve istirahatina verilir.

Bu istirahat günlerinden istifade eden Cem, Mekke'ye

giderek hac farizasini ifa eder. Bilindigi kadari ile Osmanli hanedanindan

fiilen hacca giden tek sehzâdenin Cem Sultan oldugu rivayet edilir. Burada

fiilen ifadesini kullandik, çünkü hanedanin ve sultanlarin büyük bir

ekseriyeti Hacc-i bedel yolu ile haci ifa etmislerdir.

Bu sirada Cem'i elinden kaçiran Sultan Bâyezid,

Konya'ya kadar gelip, oglu Abdullah'i Karaman valiligine tayin eder. Bu arada

Italya'dan (Otranto) dönen ve Yenisehir Ovasi'nda kendisine iltihak eden Gedik

Ahmet Pasa'yi takibe yollar. Kendisi de Bursa yolu ile Istanbul'a döner.

Bursa'dan geçildigi esnada yeniçeriler, Cem'in tarafini tuttugu için bu sehri

yagmalamak isterler. Ancak padisahin bunlara izin vermemesi üzerine sehir

yagmalanmaktan kurtulmus olur.

Cem Sultan'in Kahire'de bulundugu siralarda,

Karamanoglu Kasim Bey bos durmuyor, Ankara (Engürü) Beyi Trabzonlu Mehmed Bey

ile birlikte sehzâdeyi Anadolu'da yeni bir maceraya sürüklemek üzere tesvik

ediyorlardi. Hatta rivayete göre Karamanoglu, Larende (Karaman)'de bulunan Gedik

Ahmed Pasa'nin agzindan mektup yazmak suretiyle Cem'i ikna etmeye çalisiyordu.

Misir'da bos durmak (âtil) suretiyle yasamayi nefsine yediremeyen ve böyle bir

hayata tahammül edemeyen Cem, Anadolu'daki taraftarlarinin yardimi ile saltanati

ele geçirmeye muvaffak olacagi zannina kapilmisti. Bu sebeple vatanina dönmek

için Sultan Kayitbay'dan müsaade istedigi zaman Misir hükümdari, devletin ileri

gelenlerini toplayarak Cem'in de hazir bulundugu bir meclis akdeder. Uzun

münakasalar esnasinda, sehzâdenin Anadolu'ya gönderilmesini dogru bulmayan Emîr

Özbek ile Cem arasinda sert tartismalar olur. Meclis dagildiktan sonra Sultan

Kayitbay, sehzâdeye vatanina dönme müsaadesi verir. Cem, ailesini Misir'da

birakarak 27 Mart l482 Sali günü Kahire'den hareketle, 6 Mayis günü Haleb'e

girer. Bu sehirde, yaninda züemadan ve subasilarindan meydana gelen bir topluluk

ile Gedik Ahmed Pasa'dan kaçan Ankara Beyi, Trabzon'lu Mehmed Bey, sehzâdenin

yanina gelir. Bunlar, Anadolu hakkinda Cem Sultan'a bilgi verirler. Cem Sultan,

Adana'da Karamanoglu Kasim Bey ile bulusarak, ikisi arasinda muvafakat hasil

olunca, Karaman ülkesinin Kasim Bey'e birakilacagi ve onun da ömrü oldukça Cem

Sultan'a itaat üzre bulunacagi esasina göre bir anlasma

yapilmisti.

Sultan Bâyezid, Cem'in Anadolu'ya geçmesini, ötedenberi

süphelendigi Gedik Ahmed Pasa'ya atf ederek onu yanina çagirmis, kendisi de

Bursa taraflarina geçerek hazirliklara baslamisti. Yapilan mücadeleler sonucunda

birlikleri dagilmis olan Sultan Cem, daglara siginmak zorunda kalmisti. Bu arada

Sultan Bâyezid ile Cem arasinda barisi saglamak ve Cem'i bu davadan vazgeçirmek

için haberciler gönderilmisse de bir netice alinamamisti. Bâyezid, Cem'e ailesi

ile birlikte Kudüs'te oturmasini ve senelik vâridatini (l milyon akça) almakta

devam etmesini buna karsilik taht ve tacdan feragatini yeminle teyid ve ilan

etmesini teklif etmisti. Feridun Bey'in Münseâti'nda bu konuda söyle

denilmektedir: Sen ki, akrabalarin en yakinisin. Seni baska kapilara muhtaç

edip onlardan yardim istemen padisahlik mürüvvetine yakismaz. Sayet huzur ve

tahttan feragati seçersen, sana nakden l0 kerre yüzbin bin ( l milyon) akça

salyâne tayin ettim. Ber vech-i takaud mutasarrif olup iki nimetin sükrünü eda

edesin. Bu teklife karsilik Kadimî resmdir, sehzâdeler davay-i taht

eylerdiyen Cem Sultan, Bâyezid'in bu arzusunu reddeder. Çünkü onlar için kader,

ya saltanata geçmek veya ölmekti. Cem Sultan bu anlayisini agabeyine su siirle

bildirmisti:

Sen, bister-i gülde yatasun sevk ile handân Ben, kül dösenem külhan-i mihnette sebep ne? diyen

Cem, mülk-i mevrustan hisse talebinde musirr olarak Anadolu'da kendisine

istiklâl ve bagimsizlik üzere hakim olacagi bir yer ayrilmasini istemek

suretiyle, eski iddialarina nazaran daha mütevazi bir saltanata riza

gösteriyordu. Küçük te olsa bir saltanat hissesi koparamayan ve bütün

muvaffakiyetsizliklerine ragmen, hala bir köseye çekilmeyi nefsine yediremeyen

Cem, güneye çekilmek istediyse de Karamanoglu Kasim Bey, Yildirim Bâyezid'in

oglunu örnek göstererek Rumeli'ye geçerse orada muvaffak olabilecegini söyler.

Cem, Rodos sövalyelerinin kendisine yardim edebileceklerini düsünerek, önce

reisleri Pierre d'Aubusson (Grand Maître)'a bir elçi gönderir. Bundan bir cevap

alamayinca Frenk Süleyman ile Dogan'i gönderdikten sonra kendisi de Kasim Bey'in

delâleti ile sahile Korycos (Kerküs) limanina iner. Bir müddet sonra Cem, 30

kadar adami ile Kerküs limanindan bir gemiye binerek (l5 Temmuz l482), Anamur'a

gider. Bu sirada sövalyeler de, onun Rodos'a serbestçe girip çikmak üzere,

istedigi ruhsatn‹meyi hazirlamis ve Don Alvaro de Zuniga komutasinda üç gemiden

meydana gelen bir filoyu, Anadolu sahiline göndermislerdi. Cem, Süleyman Bey'in

Rodos'a iltica etmemesi tavsiyesine karsilik, Frenklerin ahidlerinde müstakim

(sözlerinde dogru, ahidlerine bagli) olduklarini söyleyerek l8 Temmuz'da bir

Rodos gemisine biner. Fâtih'in oglunun Rodos'a gelisi esnasinda çok parlak bir

tören yapilir. Geçecegi yollar çiçekler ve bayraklarla donatilir. Gemiden ati

ile inmesi için tertibat alinir. O, sokaklara dökülen halkin arasindan,

d'Aubusson ile yan yana at üzerinde geçerek satoya girer. Cem Sultan, gördügü

bütün bu hürmet ve saygiya ragmen, artik St. Jean sövalyelerinin menfaatine alet

olarak kullanilacak kiymetli bir esirdi. D'Aubusson, verdigi ruhsatnâmeye önem

vermiyor ve Cem'i ele geçirdigini Papa Sixte IV ile Avrupa hükümdarlarina

bildiriyordu. Papa, açiktan açiga memnuniyetini ilan ederken, Macar Krali Corvin

Matyas, d'Aubbusson'a her türlü yardim vaadinde bulunarak bütün Hiristiyan

devltelerinin Osmanlilar aleyhine bir sefer açmasini istiyordu. Zaten

Sövalyelerin reisi de papaya yazdigi mektupta, Cem'den istifade edilerek

Hiristiyan devletlerinin tamaninin birlikte Islâmiyet aleyhine harekete

geçirilebilecegini ve Türklerin Avrupa'dan atilma zamaninin geldigini

belirtiyordu. Cem Sultan, d'Aubusson ile konusmasinda, Osmanli saltanatinin

varisi sifati ile yardim istemis ve onlardan alinan adalar ile diger topraklari

iade edecegi vâdinde bulunmustu.

Cem'in nerede ve hangi memlekette muhafaza edilecegi

hususunda tereddüde düsen sövalyeler, kendi aralarinda uzun müzakerelerden sonra

nihayet onu, Fransa'ya nakl etmeye karar verirler. Bu gelismeler karsisinda

sehzâde, ugradigi felaketin vehametini anlamis bir kimse olarak, Bâyezid'e

yazdigi mektupta kendisinin küffâr elinde esir oldugunu, bunun da ( ) diyen bir

Müslüman için çok büyük bir haksizlik oldugunu, binaenaleyh kendisini küffar

elinde birakmamasini rica etmisti.

Gerçi Cem, Fransa Krali XI. Louis ve kendisine taraftar

oldugu bilinen Macar Krali Matyas Corvin'in yardimlarini temin etmek suretiyle

Rumeli'ye geçecegini ümid ediyordu. Maiyetinde 50 kisi oldugu halde Fransa'ya

dogru yola çikarilan Cem Sultan, önce Istanköy'e, oradan da Siracuza

(Sicilya)'ya ve sonunda Mesina'ya ugrayarak yoluna devam eder. O, l6 Ekimde

Fransa'nin güney sahilindeki Villefrache'a varir. Ancak bu sehirde veba

hastaliginin bulunmasindan dolayi Savoie Dükaligina ait Nice'e götürülerek

burada uzun müddet alikonur.

Bâyezid, Cem'in, Rodos'a gitmesinden son derece

endiselendiginden, Gedik Ahmed Pasa'yi sövalyelerle anlasmak üzere oraya

gönderir. Pierre d'Aubbusson, Gedik Ahmed Pasa'nin talebi ve Papa'nin

müsaadesiyle Bâyezid'e iki elçi göndererek onunla bir anlasma yapmisti. Anlasma

geregince Bâyezid, sövalyelere Cem'i muhafaza etmeleri sartiyla her sene Agustos

basinda 45.000 düka vermeyi kabul ediyordu. Bununla beraber Bâyezid, Venedik'e

de müracaat etmis, Cem sövalyelerden alinarak muhafaza edildigi takdirde onlara

Mora'yi verecegini vaad etmisti. Fakat tecrübeli ve ihtiatkâr Venedik siyaseti,

olaylarin gelismesini beklemeyi menfaatine daha uygun bulmustu. Sultan Bâyezid, memleket dahilinde de Cem

taraftarligini ortadan kaldirmaya azm etmisti. Kardesine olan sevgi ve

bagliligini bildigi Gedik Ahmet Pasa'yi siyaset (öldürme) ettikten sonra,

Iskender Pasa'ya gönderdigi mahrem emirde, Cem'in oglu olan Oguz Han'i

öldürmesini emretmisti..

Osmanli Devleti'ne karsi bir tehdid vâsitasi olarak

kullanilan Cem Sultan, hemen hemen bütün Avrupa devletlerinin ele geçirmek

istedikleri bir rehine idi. Papa Innocent VIII, Napoli Krali Ferrand, Macar

Krali Corvin Matyas onu d'Aubusson'dan isterlerken, sövalyelerin reisi

Bâyezid'den aldigi paradan baska, Cem'in agzindan sahte mektuplar yazdirarak,

annesinden de para çekmenin yolunu bulmus ve Rodos'un emniyeti bakimindan

sehzâdeyi elde tutmayi faydali ve vazgeçilmez bir firsat olarak görmüstü. Sayet

Bâyezid, Rodos'a karsi tesebbüse geçecek olursa, basta Papa olmak üzere diger

Hiristiyan devletlere müracaat edecek, Cem'i bahane ederek onlari, Osmanlilarin

aleyhine tesvik edip hucum etmelerini teklif edecekti. Bu arada Bâyezid, Cem'in,

Misir'daki annesi ve zevcesi ile mektuplasmasindan süphelenerek, Kayitbay'dan,

Cem'in ailesini ister. Fakat red cevabini alir. Bunun üzerine, esasen çesitli

sebeplerden dolayi ihtilaf halinde bulundugu Misir Devleti'ne savas açar. Bu arada Venedik, bir taraftan Papa'ya Cem'i

sövalyelerden almasini tavsiye ederken, bir taraftan da, Avrupa'da meydana gelen

hadiseleri günü gününe Bâyezid'e bildiriyordu. Bir müddet sonra bizzat VIII.

Charles de bu meseleye karistigindan, Paris büyük bir siyasî faaliyete sahne

olur. Bu diplomatik pazarliklar esnasinda, Macar elçisinin Cem'i elde etmek

üzere tesebbüse geçtigi bir sirada, Venedik elçisi bu tesebbüsü sonuçsuz

birakmak maksadiyle Floransa'yi da ise karistirir. Cem'e gelince o,

muhafizlarini aldatmak için her çareye bas vuruyordu. Nitekim, Sofu Hüseyin

Bey'e Frenk kiyafeti giydirmek (kâfir kisvetine koyup) suretiyle onu Anne de

Beaujeu'nun aleyhtari olmasindan dolayi satosu muhaliflerin toplanma yerine

dönen Duc de Bourbon'un nezdine gönderdigi gibi, Bourg - Neuf satosunda kalan

Celal Bey'in dönüsünde de onunla birlikte firar hazirligina baslar. Ancak

sövalyeler bunu sezerek, Cem'i adi geçen satoda yeniden insa etmis olduklari

Tour de Zizim (Cem Kulesi) denilen, yedi katli bir kuleye nakl ederler.Bu arada,

bizzat Cem'in adamlarindan Ayas, Celal, Sinan ve Sofu Sadi Bey'lerin, sabah

gezintisi esnasinda muhafizlarini öldürüp, onu kaçirmak tesebbüsleri de

basarisizlikla sonuçlanir. Bunun üzerine Cem, siki bir sekilde göz hapsine

alinir.

Bütün bu gelismelerden sonra Papa'nin, Cem'i Macarlara

birakmasindan endise eden VIII. Charles, verilen talimat üzerine, Cem'in

Italya'ya gitmesine razi olur. Sövalyeler de bunu kabul ettiklerinden bu hususta

5 Ekim l488'de bir anlasma yapilir. Bu anlasma geregince ll Ekim l488'de Bourg -

Neuf'ten hareket edip Toulon'a varan Cem, Bâyezid'in, Fransa Krali nezdine

gönderdigi elçinin vaadleri üzerine durdurulmak istenir. Zira tam selahiyetle

Fransa'ya gelen Osmanli elçisi, Cem Fransa'da kaldigi takdirde, Kamame

Kilisesinin Hiristiyanlara birakilacagini, ayrica mukaddes esyalarin krala

gönderilecegini bildirmisti. Kralin durdurma emrine ragmen, acele ile Toulon'dan

gemiye bindirilen Cem, adeta Fransa'dan kaçirilir. Bu suretle l3 Mart'ta sahili

takib ederek önce Ostinya'ya, Tiber nehri yolu ile de Roma'ya ulasan Cem,

Vatikan'da kendisine tahsis edilen yere gelir. l4 Mart'ta VIII. Innocent

tarafindan resmen kabul edilir. Papa ile görüsmelerinde Avrupa'ya hangi maksatla

geldigini anlatarak artik Misir'a gidip ailesine kavusmaktan baska bir düsünce

ve arzusunun kalmadigini açiklar. Bu konuda onun yardim ve araciligini ister.

Ancak, Cem'in teessürüne istirak edip onunla birlikte göz yasi döken Papa,

gerçekte onu alet ederek, Osmanli üzerine bir Haçli seferi açmak emelinde

oldugundan, kendisine Macaristan'a gitme tavsiyesinde bulunur. Onun bu teklifine

karsi Cem, böyle bir hareketin bütün Islâm âleminde büyük bir nefretle

karsilasacagini belirterek cevap vermis olur.

Görüldügü gibi, sehzâdenin bir bakima esâret hayati

diyebilecegimiz Bati'daki serüveni, gerçek bir felâketzedenin hayatidir.

Vatandan uzak kalmis ve onun hasretiyle yanip tutusan Cem, çektigi elemleri

siirlerinde dile getirir. Bulundugu çevrede, sahsiyeti ile ilgili olarak büyük

menfaat temini ve siyasî spekülasyonlar icra ediliyordu. Böyle kiymetli bir

esire sahip olmakla politik kozlar elde edilecegine inaniliyordu. Sehzâdeye

sahip olmak için hükümdarlar birbirleri ile yarisiyor ve bunun için çesitli

tesebbüslerde bulunuyorlardi. Bahtsiz sehzâde, Rodos Sövalyelerinin

dolandiricilik aleti haline gelmis bulunuyordu. Nihayet, yedi sene kadar devam

edecek bir esâret döneminden sonra Papalik makaminin sikistirmasi sonucunda,

sövalyeler tarafindan Katolik dünyasinin reisine satilir. Daha önce de görüldügü

gibi bu müddet zarfinda kuleden kuleye ve kaleden kaleye nakl edilerek, sehir

sehir dolastirildi. Buralarda devlet bana yar olmadi ah misralari ile elem ve

izdirabini dile getirdigi gibi, hac farizasini ifa edip dinî vecibelerini yerine

getirdigi için de

Olsan sehinsah-i Rum, olmazdi hac

nasibin

Bin sükür oldu rûzi bu devlet-i

muazzam

misralariyla da kendini teselli ediyordu. Cenab u

Allah'a ve Resûlüne olan iman ve muhabbeti o kadar büyük idi

ki:

Ka'betullah'a varup bir kez tavaf

eyledigin

Bin Karaman,bin Acem, bin memleket-i Osman'dur misralari ile de bunu dile getiriyordu. Böylece o,

Islâm'a olan bagliligi ile kendisini teselli ediyordu.

Islâm'a olan bagliligi ile taninan Sultan Cem, Papaya

satilip Italya'ya getirildikten sonra Vatikan'a yerlestirilir. Tesrifat

memurunun bütün israrlarina ragmen Papanin huzurunda diz çöküp ondan bagislama

dilememisti. Hatta o: Onlar, Papa'dan magfiret umarlarmis, ben magfireti Allah

u Taâla'dan umarim. Bu hususta Papa'ya ihtiyacim yok. Ölümüme razi olurum,

dinime zarar olacak is islemezem diyerek basindaki Osmanli sarigini da

çikarmadan Papa ile konusur. Içinde bulundugu durumu, vakarli bir sekilde

Papa'ya anlatarak Misir'da bulunan ailesinin yanina gitmek istedigini ve bu

konuda kendisine yardimci olmasini istemisti. Papa ise, tahti ele geçirebilmesi

için, Rumeli sinirinda bulunmasi gerektigini, Macar Krali'nin kendisini orada

bekledigini ve Hiristiyan fakirlere sadaka vermesinden dolayi da Hiristiyanliga

olan sevgisini anladigini, sayet Hiristiyan olursa, büyük bir Haçli ordusu

toplayarak emrine verebilecegini söylemisti. Cem Sultan böyle bir teklif

karsisinda hüngür hüngür aglayarak öyle günlere kaldik ki bizi dine davet

ediyorsunuz. Ben sizden Misir yolunu istedim, siz bana bâtil yol mu gösterirsiz.

Itikadimca Muhammed dini hak iken siz hiç dininizden dönüp Muhammed dinine

girebilirmisiz? Herkese kendi dininden baskasi bâtildidir. diye bu teklifi

siddetle reddederek Ben dinimi, kardinallik ve papalik degil, Osmanli

Sultanligi degil, bütün bir dünya padisahligina degismem. Böyle sözler bize

ezadir cevabini vermisti. Bundan sonra o, sözlerine söyle devam eder: Eger bu

sû-i zan, bizim Nasara (Hiristiyan) fukarasina merhametimizden vaki olduysa,

bizim dinimizde sadakat-i fukara vardir. Gerek Müslüman, gerek kâfir olsun der.

Bütün bu sözler, talihsiz Cem Sultan'in Islâm'a ne kadar bagli oldugunu

göstermektedir.

Cem, üç sene kadar Papa'nin yaninda kaldi.Bu arada

Fransa Krali VIII. Charles, l494 senesi Eylül ayinda büyük bir ordu ile

Italya'ya yürüyüp Napoli Kralligi'ni elde etme ve yanina Cem Sultan'i aldiktan

sonra Kudüs'e dogru bir Haçli seferi yapma arzusunda idi. Cem'in, kralin eline

geçegini anlayan Papa, tesiri zamanla görülecek sekilde onu zehirledikten sonra

Napoli'ye gönderir. Sehzâde, kendisinin bütün varligi ile inandigi Islâmiyet

aleyhinde kullanildigi ihtimali ile titreyerek böyle bir durumda Islâm ve

Müslümanlara zarar vermemek için Allah'in, onu Dergah-i izzetine almasi için

dua ediyordu. Etrafindaki adamlarina da son vasiyetini yaparak Benim mevtim

haberini intisar ediniz (yayiniz) ki, kâfirlerin Müslümanlar üzerindeki oyunlari

dursun. Bundan sonra karindasim Hüdâvendigâr Sultan Bâyezid Hazretlerine

varasiz. Diyesiz ki beni reddetmesin. Ne vechle olursa olsun benim tabutumu

kâfir memleketinde komasin. Islâm memleketine çikarsin ve cemi-i borçlarimi eda

eylesin. Ve benim anami ve kizimi vesair taallukatimi ve üstümde hizmette

sabikasi olan (bana hizmeti geçen) hüddamimi unutmayip hallü haline göre riayet

eylesin dedi. Nihayet l3 senelik aci ve elemlerle dolu bir esâret hayatindan

sonra 36 yasinda iken 25 Subat l495 (25 Cemaziyelevvel 900) Çarsamba günü sabaha

karsi vefat eder.

Sultan Bâyezid, Cem'in vefatini duyunca bütün

memlekette üç gün yas ilan ettirdigi gibi onun irâdesiyle de bütün câmilerde

giyabî cenaze namazi kildirilmisti. Cem Sultan'in cenazesi, daha sonra Sultan

Bâyezid tarafindan memlekete getirtilerek, Bursa'da, Fâtih Sultan Mehmed'in oglu

ve Cem'in agabeyi olan Sultan Mustafa'nin türbesine defnedilir. Sultan Bâyezid,

kardesi için yüzbin akça sadaka dagitmis, onun anne ve kizlarina her türlü

riayeti göstermisti. Bâyezid, onun hizmetinde bulunanlari da takdir ve

iltifatlarla karsilayarak onlari çesitli memuriyetlere tayin eder. Böylece o,

an'ane geregince hareket ediyor ve kardesi ile aralarindaki çekismenin, memleket

adina siyasî sebeplerle oldugunu anlatmaya çalisiyordu.

Türkçe ve Farsça siirleri bulunan Sultan Cem, iyi

yetismisti. Saltanat hirsi yüzünden hem kendisini felakete sürüklemis, hem de

sövalyeler ile Papa'nin elinde Osmanli Devleti aleyhine bir alet olarak

kullanilmisti. O, uzun süre, gerek devletine, gerekse hânedanina karsi,

Hiristiyanlarin elinde bir alet oldugunun farkina

varamamisti.BÂYEZID DÖNEMININ BAZI ÖZELLIKLERI

Cem Sultan olayi ve bu olay yüzünden Avrupa'da

Istanbul'u geri alma yolunda dogan umutlar, Bâyezid'i çok dikkatli ve barisçi

bir siyaset takip etmeye zorladi. Her ne kadar bazi müelliflerce Bâyezid'in bu

tutumu, Cem Sultan korkusuna haml edilirse de, gerçekte is sadece bir taht

kavgasi degil, bir devlet meselesiydi. Nitekim, devletin durgun ve hareketsiz

bir çagi olarak nitelendirilen Bâyezid devrinin siyasî ve askerî olaylarina

baktigimiz zaman, (özelikle Cem Sultan'in vefatindan sonra ) insani sasirtacak

bir faaliyetin ortaya çiktigi görülür. Zira Bâyezid, gerektigi zaman faal bir

rol alarak savastan da çekinmiyordu. Böylece Osmanli topraklarina yeni yerler

katmak suretiyle fetihlerde bile bulunmustu.

Dönemin olaylarina baktigimiz zaman bu olaylarin sebep

olduklari degisik karekterdeki çizgilerle karsilasiriz. Nitekim Batida Fransa

Krali VIII. Charles'in, Cem Sultan'i bir koz gibi kullanarak Osmanli Devleti'ni

parçalayip dagitmak, bu suretle de Bizans'i yeniden kurdurup ihya etme hülyasi

ile Kudüs'ü Müslümanlarin elinden alma emeline dayanan gayreti; Doguda ise, Iran

Sahi'nin Sîîligi bir ileri karakol olarak vazifelendirip Osmanli ülkesini istila

tasavvuru; Güneyde Memlûk Devleti ile Dülkadirogullarinin Osmanlilar aleyhindeki

müsterek faaliyetleri; Içte ise Sah -Kulu isyani gibi genis ölçüde yari siyasî,

yari ictimaî hurûc olarak göze çarpar.

Bütün bu hareketlerin seyir ve neticesi üstünde

duruldugu zaman, Bâyezid devrine menfi bir not verilemez. Zira bu dönemde

Osmanli cografyasi Draç, Hersek, Karadag, Kili, Akkirman, Inebahti, Mora, Modon

gibi sehir ve kaleleri kazanmis, Macarlara karsi Belgrad seferi açilmis, Osmanli

Türk akincilari, Transilvanya, Karinyola, Karintiya ve Polonya'ya akinlarda

bulunmuslardir. Bu arada Midilli'ye hücum eden kuvvetli bir Fransiz donanmasinin

hücumu püskürtülerek, Venedik ve Fransiz sövalyeleri bozguna ugratilmislardir.

Burak Reis'in sehâdetiyle sonuçlanan Osmanli Venedik deniz muharebesi,

Endülüs'te son Müslüman Devleti olan Girnata Sultanligi'nin Bâyezid'e müracaati

ve Kemal Reis'in komutasinda giden Osmanli donanmasinin Ispanya sahillerinden

Müslümanlari alip Afrika kitasina geçirmesi de Türk denizcilik tarihinde parlak

bir sayfa açmisti.

Kaynaklarin verdigi bilgiye göre, Osmanli Rus

münasebetlerinin baslangiç tarihi de Ikinci Bâyezid dönemine rastlamaktadir.

Devletin nüfuz ve itibari öyle bir mertebeye ulasmistir ki, Kirim Hani Mengli

Giray'in tavassutu ile Moskova Prensligi'nin gönderdigi elçi, protokoldan

anlmayan, yol yordam bilmez bir adam oldugu için geri gönderilmis, bir müddet

sonra gelen ikinci elçi ise, Rus tacirlerine ticaret müsaadesi almisti. Hammer (

IV, 34 ) 'de bu konuya temas edilir. Ona göre Kirim Hani Mengli Giray araciligi

ile yapilan görüsmelerden sonra Çar III. Ivan, 3l Agustos l492'de Bâyezid'e bir

mektup yazarak Azak ve Kefe pasalarinin, Rus tüccarlarina zorluk çikarmalarindan

yakinmistir. Ticaret serbestilgi saglamak amaciyla l495'te bir Rus elçisi daha

Istanbul'a gelmis, bunu da l499'da yeni bir elçilik heyeti takip

etmisti.SAH - KULU ISYANI

Sultan Ikinci Bâyezid döneminin önemli ve devleti

sarsan olaylarindan biri de Teke Sancagi'nda patlak verip Kütahya'ya kadar

yayilan Sah- Kulu vak'asidir. Bu olay, siyasî oldugu kadar, iç inzibat ve

asayisi ilgilendiren tipik bir eskiyalik hareketidir. Sâmiha Ayverdi, bu ve

benzer sakavet (eskiyalik) örneklerini degerlendirdigi ifadesinde güzel ve

yerinde noktalara parmak basarak söyle der:

Selçuklular devrinin Babaî isyani, Çelebi Mehmed

devrinin Seyh Bedreddin isyani, nihayet Sah Kulu vak'asi, hatta daha ilerde

patlayacak olan Celalî hareketleri, Sia menseli muayyen bir mikrobun, huruc için

ictimaî aksakliklardan faydalanma zemini bulmasi kadar, diger bir yüzüyle de âdi

sekavet hareketi olarak görülebilir.

Babaî isyanlari, Selçuklularin ictimaî buhran ve siyasî

tazyikler ortasinda kalan halkin, bir ölüm kalim kaygisina düstügü devirlere

rastlamis, Seyh Bedreddin'in hurucu da yine mes'um Timur macerasinin, devlet ve

cemiyet mekanizmasini alt üst ettigi devrin mahsûlü olmustu.

Dikkat edilecek olursa, bu bas kaldirma vak'alari,

Sünnîler arasinda degil, daima Siî - Bâtinî topluluklar içinde inkisaf zemini

bulmustur. Bu Sia menseli ve görünüste bir mezhep ve akide mücadelesi damgasini

tasiyan hurûclarin asil gayesi, komsu Iran'dan gelen siyasî tertiplerle,

topluluklarin arasina ayirici ve yikici bozgunlar sokmakti. Dikkat edilecek

olursa bir Mehdîlik motifi etrafinda hareketlenen bu isyanlar, derhal renk

degistirerek, bir iktidar davasina çevrilmis, tenkil kuvvetlerine galebe çalan

bu sakilerden bir kisminin, namlarina hutbe okuttuklari, dirlik ve mesned

dagittiklari dahi görülmüstür.

Anadolu'da meydana gelen düzensizlik, Sah Ismail

taraftarlarinin serbestçe teskilât kurmalarina ve propaganda yapmalarina imkân

vermisti. Sah - Kulu ( Osmanli tabiri ile Seytan-Kulu), adi ile anilan Kizilbas

Seyhi, Hasan Halife'nin ogludur. Babasi desturunu , Sah Ismail'in babasi Seyh

Haydar'dan almisti. Uzun yillar hizmetinde bulunmus, daha sonra Antalya

civarinda Yalinlu köy yakininda bir magaraya yerleserek gizli ve sirlarla dolu

bir hayat yasamaya baslamisti.

Hasan Halife ölünce, onun postuna oglu Sah - Kulu

geçti. Toroslar bölgesi, öteden beri Iran ve Horasan'dan gelen göçmenlerin

yasadigi belli basli yerlerdendi. Bu göçmenler, yasayislarina uygun tarikatlara

mensubtular. Aralarinda Alevî, Tahtaci ve Kizilbaslar çoktu. Hasan Halife ve

oglu Sah - Kulu, bunlari kisa zamanda saflari arasina aldilar. Hükümetten memnun

olmayan köylüler, asiretler ve çiftlikleri ellerinden alinan timar erleri ile

sipailer, Sah - Kulu ve babasindan destur alarak Kizilbas'ligin en sadik bendesi

oldular. Bilhassa Sehzâde Korkud'un Misir'a gidisinden faydalanan Sah - Kulu,

faaliyetlerini artirdi.

Taraftarlari, Sah - Kulu'nun, Allah, Peygamber ve Mehdi

oldugunu iddia ediyorlar, memleketin, düstügü felaketten ancak onun sayesinde

kurtulacagini ileri sürüyorlardi. Sah - Kulu, zaman zaman Kapulu Kaya'da Döseme

Derbendi'nde toplanti ve âyinler yapiyor, Anadolu'yu Iran'la birlestirmek için

bütün gayretini sarfediyordu. Garip hayati ve labirente benzeyen meskeni, onu,

halk arasinda tanrilastirmis idi. Sah - Kulu isyani, sanildigi kadar basit ve

gelisigüzel tertiplenmis bir hareket degildir. Sah - Kulu, isyanindan önce ve

sonra, devlet dahilindeki bütün taraftarlarina mektuplar yazmis ve casuslar

göndermisti. Bu mektuplarda, hazirlanmalarini emretmisti. Bu suretle Sah - Kulu

hareketi planli tertiplenmis, Anadolu'yu Kizilbas yapmak için esasli surette

hazirlanmistir.

Siî - Bâtinî karekterli bir hareket olan Sah Ismail'in

faaliyetleri, Osmanli Devleti için büyük bir tehlikeye isaret ediyordu. Devletin

varligina kast eden Sah Ismail'in faaliyetleri, daha önceki iki faaliyetle

benzer özellikleri tasimasindan dolayi Uzunçarsili tarafindan su ifadelerle

degerlendirilir: Osmanli Devleti'nin Anadolu'da genislemesi, kendisini

muhtelif tarihlerde üç büyük tehlike ile karsilastirmisti: l.Timur, 2. Uzun

Hasan ve 3. Sah Ismail. Belli bir mezhebin inanç sistemi (akidesi) üzerine

kurulan Safevî Devleti'nin kurucusu Sah Ismail tehlikesi, sinsi bir sekilde

ülkeye sokularak gelmekte idi. Gerçekten Sah Ismail, Iran, Azerbaycan ve Irak'i

aldiktan sonra bir hayli cüretlenmis görünmektedir. Bu dönemde Osmanli ülkesinde

ona bagli epey taraftari vardi. Sah Ismail, meydana getirdigi askerlerine

kirmizi çuhadan taclar giydirdiginden dolayi taraftarlarina Surhser yani

Kizilbas denilmis ve bu isim genellik kazanmistir. Sah Ismail, Anadolu'daki

Alevîleri iyiden iyiye kendine baglamak için buraya (Anadolu'ya) kendi

adamlarini gönderip propaganda yaptiriyor ve el altindan Osmanlilar aleyhine

genis bir isyan hazirliyordu. Bu gizli faaliyet, Anadolu'da Osmanli idaresindeki

Kizilbaslari, alttan alta ayaklanmaya hazirliyordu. Bunun için Anadolu'ya,

halife ismi verilen bir takim alevîler gönderiliyordu. Bâyezid'in, Arnavutluk

Seferi'nden dönüsü esnasinda Isik adinda bir Kizilbasin, kendisine suikast

yapmak üzere iken öldürülmesi, Sah Ismail taraftarligi faaliyetinin ne kadar

genisledigini gösterir. Bâyezid, bunlarin Anadolu'daki faaliyetlerine son vermek

için, Iran'a gitmelerine müsaade etmedigi gibi yakaladiklarini da Rumeli'ye

sürmüstü. Sah Ismail'in, ülkedeki tahriklerini ve takip ettigi siyaset ile

maksadini iyi anlayan Trabzon Valisi Sehzâde Selim, ona ilk silleyi vurmustu.

Anadolu'dan, kendisi ile görüsmek için gelen ziyaretçilerin men edilmesi, Sah

Ismail'i hem taraftarlari ile görüsmekten, hem de nezir denilen önemli bir

gelir kaynagindan mahrum etmisti. Sah Ismail, bu yasagin kaldirilmasi için

Osmanli hükümdari nezdinde tesebbüste bulunduysa da bu arzusu kabul

edilmedi.

Hem yerli hem de yabanci kaynaklara dayanarak

Tekeogullari ve Sah-Kulu baba Tekeli Isyani haklarinda makaleler yazan

Sehabeddin Tekindag, bu konuda daha detayli bilgi vermektedir. Onun, bu

makalelerinde Osmanli Devleti'ne karsi olan isyani açiklayan ve ortaya koyan

bölümlerini kisaca vermek istiyoruz. Böylece, Sultan Bâyezid döneminin,

görünüste dinî karekterli olan bu isyani hakkinda bilgi saibi olmaya

çalisacagiz.

Sah Ismail'in, Akkoyunlulari bertaraf edip Safevî

Devleti'nin temellerini atmasindan sonra, daha önce oldugu gibi bu sefer de On

iki Imam'a mütemayil taraftarlar, kisim kisim Iran'a göç etmekle yeni kurulan

Siî Devletin kudretini artirmaya baslamislardi. Bilhassa on iki dilimli kizil

taç veya külah (= Tâc-i Hayderî ) in kabulünden sonra Kirsehir, Tokat, Amasya,

Yozgat ve Çorum çevresinde Safevî (Siî)lere taraftar olanlar, Hataî mahlasiyla

siirler yazan Sah Ismail'e büyük bir baglilik göstererek onu bir kurtarici

olarak kabul etmislerdir. Nitekim Egriboz'lu Yeminî gibi sairler, Safevîleri

müdafaa ettikleri gibi, Sah Ismail, sonra da Sah Tahmasb ile siki münasebetleri

bilinen Hoy'lu Pir Sultan Abdal, Osmanli Türklerine karsi mezhebinin zaferini ve

sahinin galebesini temenni eden nefesler kaleme almistir. Bu nefeslerde

Sünnîlere karsi büyük bir kin göze çarpmaktadir:

Lânet olsun sana Ey Yezid Pelid

Kizilbas mi dersin söyle bakalim

Biz ol asiklariz ezel gününden

Rafizî mi dersin söyle bakalim.

Ey Yezid, geçersen Sahin eline

Zülfikarin çalar senin beline

Edeple girdik biz kirklar yoluna

Kizilbas mi dersin söyle bakalim.

Yuf etti erenler e münkir size

Iftira ettiniz sizler de bize

Muhammed sizleri tas ile eze

Rafizî mi dersin söyle bakalim

Pir Sultan'im eder lânet Yezid'e

Müfteri yalanci Yezidler sizi

Iste Er meydani çik meydan yüze

Rafizî mi dersin söyle bakalim.

Sah Ismail'e gösterilen bu baglilik, Osmanli Devleti

tarafindan daima dikkatle takip edilmis ve Iran'dan gelen Kizilbaslar ile onlara

yardim eden Anadolu'daki taraftarlari cezalandirilmistir.

Bu arada Sah Ismail, bazi diplomatik tesebbüslerle

taraftarlarinin takipten kurtulup rahatça Iran'a gelmelerini saglamak istemis ve

bu maksatla II. Bâyezid'e müracaat etmisti. Iste bu Teke -eli (sonradan: Tekeli)

sipahîleri, l500 de, Bâyezid II. devrinde Sah Ismail'in müridleri olarak

Erdebil'i ziyarete gitmislerdir ki, bunlarin gidip dönmediklerini, bu yüzden

sipahî sinifinin günden güne azalmakta oldugunu gören Bâyezid, bir tedbir olmak

üzere Iran'a gideceklere geri dönmek sartiyle izin verilebilecegini açiklamis ve

bundan sonra Sûfî (Sah Ismail) nâmina kimsenin hududdan geçirilmemesi için

siddetli emirler vermistir.

Yine bu Tekeli sipahîleri, l5l0'da bazi fena niyetli

kimseler yüzünden timarlarinin (dirlik) ellerinden alinip, layik olmayanlara

devredilmesi sebebiyle eski imtiyazlarini kaybetmeleri yüzünden, devlete isyan

ile Sah Ismail'e meyl etmislerdir. Bu yüzden, Sah Ismail'in halifesi Karabiyik

oglu Sah -Kulu Baba Tekeli (Osmanli tarihlerinde Seytan-Kulu) ile birlesmisler

ve çikan isyanin büyük bir sür'atle genisleyip bütün Anadolu'yu tehdid etmesinde

de mühim bir rol oynamislardir. Sah - Kulu Baba Tekeli, II. Bâyezid'in

yasliligi, yumusakligi ve sehzâdeler arasindaki anlasmazliklari firsat bilerek

artik harekete geçme zamaninin geldigine karar verir. Bu sebeple o, devletin her

tarafina dagalmis olan taraftarlarini çogaltmak için babasinin ölümünden sonra

memleketin hâli (bos ) olup firsatin kendisinde oldugunu ileri sürerek bilhassa

maiyetindeki sipahilerden Çakir-oglanlari, Kizil-oglu, Göle-oglu, Dede-Alisi ve

Hizir, Kapulu-Kaya'daki Döseme Derbendi'nde devlet aleyhine gizli toplantilar

tertip etmis ve müridlerinden Safer'i Siroz'a, Imam oglu'nu Selanik'e,

Taceddin'i Zagra yenicesi'ne ve Pir Ahmed'i Filibe'ye göndermek suretiyle genis

bir propaganda faaliyetine girisir. Bu arada, Sah-Kulu'nun Döseme Derbendi'nde

yaptigi ayinleri ve giristigi propaganda faaliyetlerini dikkatle takip eden

Antalya Kadisi, sehrin Subasisi'ni göndererek, bu toplantilari bastirdi ise de

Sah Kulu kaçip kurtulmayi basarir. Onun bu kurtulusu, müridleri tarafindan baska

bir propaganda vasitasi yapilarak bir mânada ilahlastirilmasina sebep olmustur.

Nitekim, Antalya Kadisi'nin Sehzâde Korkut'a gönderdigi 9l6 Zilhicce (l5l0

Nisan) tarihli belgeden, müridlerinin onun hakkinda: Allah budur, Peygamber

budur, sûr-i hesab bunun önünde olsa gerektir, buna itaat etmeyen imansiz

giderdedikleri anlasilmaktadir. Anadolu'nun maruz kaldigi en büyük tehlike,

sehzâdelerin birbirleri ile ugrasmaya basladiklari bir sirada, Antalya'dan

Manisa'ya gitmekte olan Sehzâde Korkud Çelebi'nin adamlarina saldirip,

Antalya'dan üzerine gönderilen kuvvetleri de maglub eden Sah - Kulu Baba Tekeli,

Teke-eli'nin sehir,kasaba, karye (köy), dag, yayla ve obalarinda bulunan Siî ve

Alevîlige mütemayil bütün Türkmenleri etrafina toplamis, timarlari ellerinden

alinmis kizgin sipahîlerin de yardimlari ile Teke-eli'nin kendine tabi olmayan

bütün köy ve kentlerini yagma edip halkini da öldürtmüstür. Kaynak ve

vesikalardan anlasildigina göre, Istanoz (Korkuteli) kasabasini tahrib edip,

Elmali'nin mescid ve zâviyelerini yikan Sah - Kulu Baba Tekeli, eline geçirdigi

Kur'an'lari da atese atip mahvetmistir. Bundan sonra Gölhisar'i alarak her

tarafi yakip yikmaga eline geçen canlilari ise insan ve hayvan ayirmaksizin,

acimadan öldürtmeye baslamistir. Onun bu vahsice hareketleri, Sehzâde Osman'in

Divân'a gönderdigi arîza (rapor)da oldugu gibi, Sehzâde Korkud Çelebi tarafindan

daha sonra Istanbul'a sevk edilen Sûfî'nin ikrarlarindan da bütün çiplakligi ile

ortaya çikmistir. (TSMA.Nr.5053). Bundan sonra Baba Ishak-i Horasanî gibi,

kendisinin Mehdî oldugunu iddia edip Burdur'a kadar gelen Sah - Kulu Baba

Tekeli'nin etrafina 20.000 kisi toplanmistir ki, bunlarin ekserisini,

çoluk-çocuk, mal ve hayvanlari ile gelen Tekeli Türkmenleri teskil ediyordu.

Yine vesikalardan anlasildigina göre, Teke - eli'nde Sah adina bir Türkmen

devleti kurmak isteyen Sah - Kulu Baba Tekeli, bundan sonra Keçiborlu, Sandikli,

Kiçisiçanlu, Ulusiçanlu'yu geçip Altuntas'i yaktiktan sonra dagdan bosanmis

hanazir-i tir horde gibi deprenüb Kütahya önüne geldi.Tekeli sipahîlerin

tesvikleri ile Kütahya kalesini muhasara ve zaptetmis, Anadolu Beylerbeyi olan

Karagöz Pasa'yi kaziga vurdurmakla yetinmemis, demire sarilan etlerini de ocakta

pisirmistir. Bundan sonra Kütahya Hisarini zapt eden Sah-Kulu'nun askerleri,

sehri atese verirler. Adamlari ile müsavereden sonra Alasehir Ovasi'nda Sehzâde

Korkud tarafindan üzerine gönderilen Hasan Aga ile maiyetini maglub eden Sah

-Kulu'nun bu basarisi, bütün Anadolu'ya dehset saçmaya yetmisti. Onun, Bursa'ya

dogru harekete geçmesi üzerine, Sadrazam Hadim Ali Pasa, Rumeli'den Anadolu'ya

geçer. Bunun üzerine Sah - Kulu, Teke-eli'ni Karaman'a baglayan Kizilkaya

Bogazi'na çekilmek zorunda kalir. Bunun üzerine Sadrazam ile Amasya valisi

Sehzâde Ahmed, Kizilkaya Bogazi'ni 38 gün muhasara ettilerse de Sah - Kulu Baba

Tekeli, önce Incirli Derbendi'nden, sonra da Döseme Derbendi'nden kayalar

arasindan kendine bir yol açarak Beysehir önlerine gelmeye muvaffak olur. Daha

sonra Kayseri yolu üzerinden Sivas yakinindaki Gedik Hani mevkiine gelen Sah -

Kulu Baba Tekeli üzerine az bir kuvvetle yürüyen Hadim Ali Pasa, Tekeli

Türkmenlerinin siddetli mukavemeti ile karsilasmis, girisilen savas sonunda Sah

- Kulu ve Hadim Ali Pasa okla vurulmuslardir. Bu savastan sonra sür'atle Iran'a

dogru çekilen Tekeli sipahîleri ve Türkmenler, Erzincan'da hacca giden bir Iran

kervanina saldirdiklari için Sah Ismail'in hakaretlerine maruz kalmislardir.

Anadolu'da 50.000 kisinin ölümüne sebep olan bu isyan... diye verdigi bilgi,

bizim burada nakl ettigimizden daha uzun olmakla birlikte, bu kadari ile

yetinmek istedik. Zira bu kadari bile o dönemde, ülkede estirilen Siîlik havasi

ve propagandanin sebep oldugu olalar hakkinda bir fikir vermektedir. Ikinci Bâyezid, hükümdar oluncaya kadar ömrünü,

silahtan çok ilim ve ilmî eserleri mütalaa etmekle geçirmisti. Amasya valiligi

esnasinda sükûnet içinde yasamisti. Karekter bakimindan yumusak ve rahata

meyilli idi. Siirden hoslanir, dünya olaylarini hayret aynasindan temasayi

severdi. O, mecbur kalmadikça savasmayi istemezdi.

Onun, Amasya valiligi dönemindeki hal ve hareketi ile

hükümdarligi dönemindeki hal ve hareketi birbirinden çok farklidir. Vali olarak

bulundugu Amasya, Selçuklular devrinden beri Anadolu'nun mamur bir sehri, yüksek

âlim ve sairleri ile bir fikir merkezi oldugundan, Bâyezid burada hem ilim

muhitinde, hem de eglence âlemleri içinde yasamisti. Bu bakimdan, babasi Fâtih

Sultan Mehmed tarafindan azarlanmis, kendisini sefahata alistiran Müeyyedzâde

Abdurrahman Efendi'nin öldürülmesi bile emrolunmustu. Fakat Bâyezid, daha önce

bu emirden haberdar olunca yol harçligi vererek Abdurrahman Efendi'yi

kaçirabilmisti. Bundan sonra babasina yazdigi arizada zayiflamak için aldigi

bazi müferrihat tan vaz geçtigini bildirerek af edilip bagislanmasini

dilemistir. Böylece o, sismanligini gidermek için böyle bir yola bas vurdugunu

bildirerek aleyhindeki cereyani durdurmustur.

Bâyezid, Osmanli hükümdarlarinin âlim ve

sairlerindendir. Siirde Adlî mahlasini kullanirdi. Yaratilis itibari ile huzur

ve sükûneti severdi. Bu haslet, onun mücadeleden uzak durmasina sebep olmustu.

Nitekim, o, kendisine karsi tahti ele geçirme davasi ile silaha sarilmis olan

kardesi Cem Sultan'a galip gelince, o dönemde Memlûk Devleti'nin bir vilayeti

olan Kudüs'te yasamasi sartiyla ona baris teklifinde bulunmus ve kendisine büyük

rakamlarla ifade edilebilecek miktarda para yardiminda bulunacagini va'd

etmisti. Fakat sonralari, yedi Hiristiyan devletin, Osmanlilar aleyhine bir

araya gelip kendisine karsi yapacaklari bir savasta, onu bayrak yapmak

istemeleri ve kendisinin basi üzerinde sürekli bir tehdid gibi tutmak amaci ile

hareket etmeleri üzerine Bâyezid, kardesinin uyusmaz bir düsmani olmustu. Zira

o, (Cem Sultan) bahane edilerek Osmanli Devleti yok edilmek

isteniyordu.

Sultan Bâyezid'in karekterini ortaya koyan belgelerden

biri de l496 senesinde Osmanli ülkesine gelen Venedik elçisi Sagadino'nun

senatoya verdigi rapordur. O, raporunda Bâyezid'in 56 yasinda, simasinin esmere

yakin bir sarilikta oldugunu, uyku, sükût ve rahati seven. iyi yeyip içen,

zevkine düskün ve harpten kaçinan bir hükümdar oldugunu belirtir. Keza l503

senesinde Andrea Gritti'nin tasviri daha da dikkat çekicidir. O, Bâyezid'i söyle

tasvir eder: Etli ve dolgun çehresinde hiç te zâlim ve korkunç bir insan

belirtileri yoktur. Boyu, ortadan uzun, zihnen mesgul oldugunu belirten

karayagiz çehreli ve fitratan magmum ve mahzundur. Az yemek yer, hiç sarap

kullanmaz, O, makina san'atlarini çok sever, iyi kesilmis kirmizi akiklerden,

islenmis gümüsten, güzel yapilmis esyadan çok hoslanir. Ata binmekten hoslanir,

fakat buna simdi nikris hastaligi manidir. Kimse ondan daha iyi ok kuramaz.

Daima ibadet ile mesgul olur, câmiye çok gider, sadaka dagitir, felsefede behre

ve malumati olmakla ögünür ise de en çok vâkif oldugu ilim, ilahiyât ve hey'et (

astroloji)dir.

Sonuç olarak Sultan Bâyezid hakkinda sunlari söylemek

mümkündür: O, ortadan biraz uzunboylu, yagiz çehreli, ela gözlü, genis gögüslü

bir kimsedir. Yumusak bir yaratilisa sahipti. Gençliginde serbest bir hayat

sürdürdügü halde padisahliginda ibâdet ve hayir islerine yönelmisti. Bu sebeple

de Bâyezid-i Velî diye anilir olmustu.Mecbur olmadikça savastan uzak kalmaya

dikkat etmis, nizâm-i memleket için Istanbul'dan ayrilmamayi tercih

etmisti.BÂYEZID DÖNEMINDE ILIM, ULEMA VE IMAR FAALIYETLERI



Sultan Bâyezid, sehzâdeliginden beri etrafina ünlü

bilginleri toplayip kendisini yetistirmeye gayret etmisti. Ayni zamanda sair

olan ve siirlerinde Adlî mahlasini kullandigini daha önce gördügümüz Bâyezid'in

bu siirlerinin büyük bir kismini (l25 kadar) gazellerin meydana getirdigi küçük

hacimli divani Istanbul'da l308'de basilmistir. O, hat san'atinda da oldukça

yetenekliydi. Uygur yazisini okumayi ögrendigi ve biraz da Italyanca bildigi

belirtilir.

II. Bâyezid, babasi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra bütün

Osmanogullari'nin en bilgini olarak kabul edilmektedir. O, mükemmel bir tahsil

görmüstü. Türkçe, Farsça ve Arapça'yi edebiyatlari ile ögrenmis, Islâmî ilimler,

felsefe, matematik ve mûsiki tahsil etmisti. Türkçe'nin Çagatay lehçesi ile

Uygur alfabesini ögrenmisti. Bestekâr, hattat ve sairdi. Besteledigi eserlerden

yalniz bazilarinin notasi zamanimiza kadar gelebilmistir.

Bilginler ve sanatkârlar için ayrilmis özel bir bütçesi

vardi. Kendisine takdim edilen eserlerden degerli bulduklarini tesvik ederdi.

Merhametli, vefakâr ve kadirsinasti. Bu meziyetlerinden dolayi ölümü, Islâm

âleminde büyük bir teessürle karsilandi. Dünyanin en büyük devletinin faziletli

hükümdari olarak, hayatinda büyük hürmet görmüstür. Ölüm haberi alindigi zaman

Kahire'de basta Sultan Kansu Gavri oldugu halde bütün halk, onun giyabinda

cenaze namazi kildi.

Dinî emirlere bagli bir hükümdardi. Bunun için o, ilim

ve ilim adamlarini seviyor, ilmî gelismeye vesile olabilecek bütün çarelere

basvuruyordu. Bu sebeple o, dinî ve ilmî kurumlarin meydana gelmesi için

çalisiyordu. Onun bu sekildeki çalismasi, döneminin ileri gelen devlet adamlari

ile zenginler için de itici bir güç oluyordu. Nitekim, padisahin bu uygulamasini

örnek alan birçok vezir, imâret ve bunlara gerekli olan tahsisatlari temin

ediyorlardi. Bu bakimdan Ali ve Mustafa Pasa'larin isimleri zikredilmeye deger.

Daha önce de temas edildigi gibi ibâdetle çokça mesgul oldugundan olsa gerek ki

bu sebepten kendisine Sofu deniyordu. Saltanati müddetince ilim adamlarini,

sair ve sanatkârlari himaye etmisti. O, bu himayenin karsiligini da nâmina

yazilan birçok eserle almisti. Kendisine takdim edilen eserleri okumak onun en

büyük özelligi idi. Amasya'da maiyyetinde bulunan Müeyyedzâde Abdurrahman

Efendi'nin tavsiyesi ile Ibn Kemal diye söhret bulan Ahmed Semseddin'e meshur

tarihini yazdirmistir. Daha önce Akkoyunlularin hizmetinde bulunan ve

Safevîlerin galebesi üzerine, Osmanliara iltica etmis olan Idris-i Bitlisî'yi de

himaye ederek ona meshur Hest Behist isimli tarihini kaleme

aldirmisti.

Saltanati müddetince ilim ve ilim adamlarini himaye

eden II. Bâyezid'in hattatlikta da mahir oldugu bilinmektedir. Nitekim,

Amasya'daki valiligi sirasinda, Seyh Hamdullah'tan hat dersleri almisti. Seyh

Hamdullah ile aralarinda siki bir münasebet bulunan II. Bâyezid, Seyh'in mânevî

dünyasinda kendini bulurken, ayni zamanda dizinin dibinde hokkasini tutarak yazi

mesketmistir. Böylece Sultan II. Bâyezid'in tesvik ve himayesiyle Amasya'da

Seyh'in etrafinda bir hat mektebi (ekol) dogmustu. Ikinci Bâyezid, saltanata

geçince Seyh, Istanbul'a davet edilerek , saray-i hümayun'a hat hocasi olarak

tayin edilir. Seyh Hamdullah hakkinda ciddi arastirmalarda bulunan ve onun

eserlerini arastiran Muhittin Serin, Seyh Hamdullah ile II. Bâyezid arasindaki

hocalik talebelik münasebetlerini su ifadelerle dile getirir: II. Bâyezid,

Seyh Hamdullah'i kendisine hat hocasi tâyin etmis, mesk almis ve mezun olmustur.

Bir zaman sonra Osmanli tahtinin sahibi olacak Bâyezid-i Veli'nin, iç bünyesinin

tesekkülü, zararli duygulardan arinarak sahsiyetini bulmasi, Seyh ile Sultan

arasindaki bu muhabbet ve teslimiyetin mahsûlüdür. Seyh'e ekseriya Biraderim

diye hitab eden Bâyezid-i Veli, yazi yazarken hokkasini tutar, arkasini

yastiklarla besleyip rahatini temin ederdi. Annesine dahi selam gönderip duasini

ister, hürmet ve muhabbet gösterirdi. Hatta sik sik beraber sürek avina da

çikarlardi. Bu suretle aralarinda bir manevî râbita ve dostluk meydana gelmisti.

Bâyezid'in saltanat tahtina cülûsundan kisa bir müddet sonra Seyh Hamdullah

davet edilmis, o da ailesi ve damadi ile birlikte Istanbul'a gelmisti. Seyh

Hamdullah, saraya kâtip ve saray hüddamina muallim tayin edilir. Kendisine,

günlük 30 akçaya ilaveten Üsküdar'da iki köyün bütün gelirleri arpalik olarak

verilir. Ayrica, bir köyün gelirleri de mührezenlerine tahsis

edilir.

Surasi bir gerçektir ki, onun döneminde ilim ve ilim

adamlarina gösterilen himaye, ilmin ilerlemesinde etkili olmustur. Özellikle

Fikih denilen Islâm Hukuk ilmi, sür'atle gelismis ve muhterem Islâm

hukukçulari onun devrinde müstesna bir sekilde itibar görmüslerdir. Bunlardan

Sari Gürz (öl. 929/l522), Bâyezid ile Selim arasinda bir anlasma zemini bulmakla

görevlendirilmisti. Imam Ali (öl. 927/l520) elçilikle Misir Sultani Kayitbay

katina, daha sonra da Sehzâde Korkut'a gönderilmistir. Niksarî ve Yusuf Cüneyd (

Sadru's-Seria adli esere çesitli hasiyeler yazan Tokatli Ahi Yusuf b. Cüneyd),

câmilerde tesis olunan kütüphanelerin idareleri (hâfiz-i kütüb) ile

görevlendirilmislerdi. Fukahadan bir kismi, isgal ettikleri yüksek mevkilerde

çok zengin olmuslardi. Bunlar da sahip bulunduklari bu servetleri ile özel

kütüphaneler tesis etmislerdi.

II. Bâyezid dönemi alimlerinden bahseden Âsik Pasazâde,

bize su isimleri vermektedir: Hocazâde, Mevlana Alaeddin Arabi, Seyyidzâde

Seyyid Hamiduddin, Mevlana Kestelli, Hatipzâde, Manisazâde. Bunlara benzer

azizler dahi çok vaki oldu.

Siirleri ile söhret kazanmis olan Mihrî Hatun ile

aralarinda temiz ask iliskileri bulunan Müeyyedü'd-Din, taninmis bilim

adamlarindandir. Ölümünde biraktigi kütüphanede yedi bin cild kitap vardi.

Bâyezid devrinde söhreti kadar, hayatinin felaketle sonuçlanmasi bakimindan

Sinan Pasa'nin talebelerinden Molla Lütfi'yi de hatirlamak yerinde olacaktir. Hammer'in ifadesiyle Bâyezid asrina seref veren

altmis fakih arasinda ikisi diger bir sube-i malumatta yüksek söhret

kazanmislardir. Buna göre Ikinci Bâyezid çaginda tipta Hekimsah, ve matematikte

Mirim Çelebi çok büyük söhret kazanmislardir.Yine bu zamanlarda, Taci Bey'in iki

oglu Cafer ve Sa'di'nin eserleri ile Osmanli yazisma (diplomatik, insa,

protokol) modelleri iki iyi örnek olarak taninmistir. Osmanli tarihçiligi

bakimindan önemli bir dönem olan II. Bâyezid devrindeki Nesrî ile Idris-i

Bitlisî'yi burada kayd etmek gerekir. Bunlar, hükümdarin buyrugu üzerine,

kurulusundan kendi zamaninin sonlarina kadar devletin tarihini yazmislardi.

Nesrî, eserini Osmanlica ve sade bir uslupla yazdigi halde Bitlis'li Idris,

Farsça'yi tercih ederek Arap tarihçisi Yemînî ile Iran tarihçisi Vassaf'in

agdali ve tumturakli tarzini seçmistir.

Bâyezid'in, edebiyat sahasinda gösterdigi koruma ve

himaye, yabanci ülkelere, hatta Horasan ile Iran'in diger vilayetlerine kadar

genislemistir. O, büyük sair ve mutasavvif Abdurrahman Câmi ile büyük bilgin

Fakih Devvanî'ye her yil para gönderiyordu ki bu, ilki için bin, ikincisi için

de besyüz altin idi. Bu arada Iran Müftüsü Mevlânâ Seyfeddin Ahmed ile Hadis

âlimi Cemaleddin Ataullah da Pâdisah'in ihsanlarindan pay alip

faydalaniyorlardi. Bu dönemin en büyük seyhi Iskilip'li Yavusî'dir. Bâyezid,

Amasya valisi iken, Hac'tan döndügü zaman, onun sultanlik tahtina kavusacagini

kesfetmis ve bunu Sehzâdeye de açiklamisti. Yavusî'nin söhreti, kendisine

Seyhu's-Selâtin ve Sultanu'l-Mesayih gibi ünvanlarin verilmesine sebep

olmustu. Onun zâviyesi, devletin ileri gelen görevlileri ve taninmis bilginlerle

dolup tasardi. Bâyezid, daha birçok seyh ve tasavvuf ileri gelenleri ile

sohbetlerde bulunacaktir ki, bu da siirlerine mistik bir hava ve renk

katmistir.

Sultan Bâyezid, ilme ve zamanindaki teknik gelismelere

önem veren bir hükümdardi. Âlimler için özel bütçesi bulunan Bâyezid Han,

onlari, eser vermeye tesvik ederdi. Okçuluga çok merakli idi. Hiç kimsenin, onun

kadar güzel ok ve yay yapamadigi rivayet edilir. Bu sanat için kitap yazdirdigi

gibi, kendi elinden çikmis bir yay da Topkapi Sarayi Müzesi'nde teshir

edilmektedir. Bâyezid, ne ilk pâdisahlar gibi üsküf, ne de Ikinci Murad gibi

ulema kisvesi giymistir. O, mahrutî ve etrafina tülbent sarili bir kavuk

seçmistir ki, sonralari Mücevveze ismiyle tesrifat serpusu olarak

kullanilmistir. Sicill-i Osmanî'de onun kiyafeti ile ilgili olarak su bilgi

verilmektedir: Tenhalarda salih insanlarin elbiselerini giyer, disarda da

babasinin elbisesini giyerdi.

Bâyezid Han dönemi, iç ve dis gailelerin bulundugu bir

dönem olmasina ragmen, yine de devlet gelirleri bir hayli artis kayd etmislerdi.

Onun döneminde Anadolu'da 24, Rumeli'de 34 sancak vardi. Kendisi sulha meyyal

olmakla birlikte gazâ ve cihad sevabini kaçirmak istemedigi için, bizzat

seferlere çikardi.

O, denizcilige de ehemmiyet vermis, Fâtih devrinde

olmayan ve Güge denilen, hem kürek, hem de yelkenle hareket eden ve manevra

kabiliyeti yüksek olan gemiler yaptirdigi gibi kalyonlar da insa ettirmisti.

Ayrica Venedik gemileri tarzinda kirk kadar top mavnasi da tezgahlatmistir. Onun

devrinde donanmadaki degisiklikler sadece bunlardan ibaret degildir. Bilhassa

muharebe gemilerini uzun menzilli toplarla techiz ettirip gelistirmistir. Bunda,

Türk bahriyesinin en büyük üstadlarindan biri olan Kemal Reis'in emegi büyüktür.

O, kara ordusunu da yeni bir nizam ve disiplin altina almistir.

Sultan Bâyezid dönemi, imar faaliyetleri ile de dikkat

çeken bir devirdir. O, Istanbul'un yedi tepesinin üçüncüsünde bugün kendi adi

ile anilan bir cami, imâret, kervansaray, mektep ve medrese yaptirmistir.

Medresenin müderrisligini, müftü, yani seyhülislâm olanlara sart kilmistir.

Yaptirdigi bu eserlerle bir külliye (kampüs) meydana getirmistir. Câmi, 906

Zilhicce'sinin sonunda baslayip 9ll' (Miladi l50l - l505) de bittigine göre

(Hadikatu'l-Cevami' ve mevcud kitâbesi), insaat bes sene sürmüstür. Bununla

beraber bütün külliyeyi meydana getiren kompleks (kampüs), dokuz senede

tamamlanmistir. Edirne'de Tunca Nehri kenarinda 889 - 893 (l484 - l488) yillari

arasinda, Istanbul'dakine benzeyen bir câmi, medrese, imâret, hamam ve mükemmel

bir hastahane (dârussifa) yaptirmistir ki bu külliye( II. Bâyezid Külliyesi)

Osmanli külliyelerinin en büyük ve önemlilerinden biridir. Mimarinin kimligi

tartismali olan bu yapi toplulugunun insa sebebi tarihî bir olaya baglanir. Buna

göre II. Bâyezid, Tunca Nehri'nin kenarinda yer alan Kili ve Akkirman

kalelerinin fethi için l484 yili baharinda Istanbul'dan hareket etmis, Ordunun,

Rumeli'deki önemli durak ve ikmal merkezi olan Edirne'de bir süre konaklamisti.

Bu sirada sehir halki Sultan'dan, yoklugundan dolayi büyük sikintisi çekilen bir

Dârussifa (hastahane) yaptirmasini istemis, hayirseverligi ile taninan Pâdisah

da, halkin bu istegini kirmayarak basta dârussifa olmak üzere, çesitli

ihtiyaçlara cevap verecek yapilardan olusan külliyesine ilk harci bizzat kendisi

koymustur. Böylece Tunca Irmagi'nin sag kenarinda Eski ve Orta Imâret adiyla

taninan mevkiler ile Yeni Saray'in yer aldigi Sarayiçi semti arasinda, sehir

merkezinden nisbeten uzakta ve daha önce iskân görmemis olan, önemli

sayilabilecek bir bölgede câmi, tabhâne, medrese, dârussifa, mutfak, firin,

depo, yemek salonu, ahir, köprü, çifte hamam, su degirmeni ve dolaplar,

tuvaletler, dükkânlar ve meskenlerden olusan büyük bir külliyenin temeli atilmis

olur. Külliyenin kurulusu ile birlikte, yogun iskân görmemis olan bölgenin

etrafi hareketlenmisti. Böylece külliyenin kurulus amaçlarindan biri olan

mahalle dokusu kendiliginden tesekkül etmis olur. Yeni kurulan bu mahalle de

Yeni Imâret adiyla taninmaya baslamistir. Insaat için sarf edilen paranin

miktari simdilik tam olarak bilinemezse de bunun kaynaginin fetihlerden

(Basarabya) elde edilen ganimetlerden saglandigi bilinmektedir. O, buradaki

hayir eserlerine vakiflar tahsis etmek suretiyle faaiyetlerinin devamini

saglamistir. Yine onun emri ile Amasya'da bir câmi, bir tekke, bir mektep, bir

imâret ve bir medrese yaptirilmak suretiyle sehir adeta süslenmistir. Bu

medresenin idaresi ile görevlendirilen sahsa da günde (yevmiye) seksen akça

tahsis etmistir. O, bütün bu hayir isleri için genis vakiflar kurmak suretiyle

bu eserlerin kiyamete kadar devam etmesini saglamaya çalismistir. O, bütün

bunlarin yaninda Mekke ve Medine fukarasina dagitilmak üzere külliyetli miktarda

Sürre göndermisti. O, saraya alinacak iç oglanlarina mahrec olmak üzere

Galatasarayi'ni bina ile orada ilk defa bir mektep açtirmistir. Sultan

Bâyezid'in, imar ve yapi isleri sadece bunlardan ibaret degildir. Babasinin,

Seyh Ebu'l-Vefa için yaptirdigi gibi kendisi de Seyh Semseddin Buharî için bir

tekke ve bir medrese insa ettirmistir. Keza o, Ergene Nehri üzerinde bir köprü

yaptirmis olan büyükbabasina uyarak Osmancik'ta Kizil Irmak üzerinde dokuz,

Sakarya üzerinde ondört,Gediz üzerinde de ondokuz kemerli birer köprü kurdurmak

suretiyle ulasim ve yolculugun daha kolay ve rahat yapilmasini saglamaya

çalismistir. Hicrî 9l5 (m. l509) senesinde Istanbul'da meydana gelen ve Küçük

Kiyamet denilen zelzelede (deprem) Istanbul'un birçok evi, kale surlari, câmi,

medrese vs. gibi binalari yikildigi için sehir harabe haline gelmisti.Sultan

Bâyezid, hasarlarin tamamen izalesi için büyük gayretler sarfetmistir. Bu esnada

padisah, bir müddet, tahtadan yapilmis bir evde oturmaya mecbur olmustu.

Istanbul'da ahsab insaatin bu tarihten sonra yayildigi rivayet edilir. Bu büyük

harabeyi yeniden sehir haline sokmak için o, 3000 bina ustasi ve dülgerden baska

77 bin isçi çalistirmak suretiyle kisa bir müddet içinde Istanbul'u âdeta

yeniden insa etmistir. Onun, yapi isleri ile sadakalara verdigi ve kabarik bir

yekun tutan paradan baska, (Hoca Saadeddin'in , II, 2l0) ifadesine göre 909 (m.

l503) senesinde bu miktar 86.000 akçadir. Her yil, fakihlere, müftülere,

müderrislere, kadiasker ve seyhlere külliyetli miktarda paraya balig olan

hediyeler verdigi de bilinmektedir.

Bütün bunlar gösteriyor ki, II. Bâyezid dönemi, ilim,

kültür ve hayir müesseselerinin insa edildigi, ilmî inkisâfin yüksek bir gelisme

gösterdigi ve Islâm hukuku denilen fikhin bir bakima tedvin ve terakki ettigi

bir devirdir. O dönem, askerî bakimdan deniz ve kara kuvvetlerinin emsalsiz bir

kudrete ulastigi, insa ve imar islerinin büyük bir hiz kazandigi, güzel

sanatlarda da büyük bir gelismenin kaydedildigi, bir toparlanma ve ilerleme

devridir. Onun döneminde tipta bir Hekimsah, matematikte bir Mirim Çelebi, insa

san'atinda (yazi, diplomatik ilmi, protokol) Tâci Beyzâde Cafer ve Sâdi

Çelebiler, tarihçilikte bir Idris-i Bitlîsî ve Nesrî, hat san'atinda bir Seyh

Hamdullah yetismistir. Bizzat kendisi, astronomi ve ser'î ilimlere merakli olup

bu konularda genis bir bilgiye sahipti. Ilmî müesseseleri çogaltip ilim

adamlarini etrafina toplamisti. Kendi döneminden itibaren Istanbul, Islâm

âleminin ilim merkezi olmus ve bu serefi uzun müddet muhafaza etmistir. Onun,

bazi tarihçiler tarafindan sönük kabul edilen devri, sadece parlak askerî

zaferler isteyenlerce belki hakli görülebilir. Bununla beraber askerî

basarilarin saglanmasi ve devaminin, ilmî, iktisadî ve idarî gelismelerin bir

sonucu oldugu dikkate alinirsa, Bâyezid'in vücud verdigi tekâmülün, oglu ve

torunu zamanindaki fetihlerin meydana gelmesinde önemli ve büyük bir rol

oynadigi gözden kaçmayacaktir. Bu yüzden onun, Yavuz ve Kanunî dönemlerinin

hazirlayicisi olarak düsünmek mümkündür. FETIH HAREKETLERI

Fâtih'in, son senelerinde baslayan Italya Seferi,

Bâyezid döneminde ayni enerji ve canlilikta devam ettirilemedi. Kardesi Cem

Sultan'in Bati'ya ilticasi, II. Bâyezid'e babasinin arzusunu gerçeklestirme

firsatini vermiyordu. Zira Bati, Cem Sultani Osmanlilarin aleyhine bir koz

olarak kullanmaya devam ediyordu. Bu yüzden Italya ve daha baska yerlere

seferler sonuçsuz kalmisti denebilir. Bu yüzden, Cem'in Bati'da bulundugu bir

sirada yapilan askerî hareketler, Bogdan Seferi ile Memlûk savaslari istisna

edilecek olursa, daha ziyade Osmanli akincilarinin Macaristan, Venedik ve

Lehistan'a karsi giristikleri münferid tesebbüslerden ibaret kalmisti. Ancak

Cem'in ölümünden sonra girisilen Mora Seferi, Bâyezid devrinin baslica

olaylarini teskil eder.BOGDAN SEFERI

Fâtih Sultan Mehmed, l476 yilinda Akdere (Valea Alba)

denilen mevkide çok zorlu dögüsen Bogdanlilari maglub etmek suretiyle Stephan

Cel Mare (l457-l504)'nin faaliyetlerini önlemekle kalmamis ayni zamanda

Bogdan'in merkezi olan Suçeva'yi da yikmisti. Ancak, çekilirken her tarafi

tahrip eden Bogdanlilarin bu hareketi üzerine kitlik basgöstermisti. Is bu

kadarla yani sadece kitlikla da bitmiyordu. Zira orduda veba salgini bas

göstermisti. Bunun üzerine Fâtih, tasavvurlarini gerçeklestiremeden geri dönmek

zorunda kalmisti. Bununla beraber, Tuna sancakbeyleri ile Kirimlilarin, Bogdan'a

akinlari devam etmis, fakat Bulgaristan'a yapilan tazyik kalkmamisti.

Bulgaristan'in, Bogdan tazyikinden kurtulmasini saglamak maksadiyla, önce

Polonyalilar, l483'te de Macarlarla bir anlasma imzalayan Bâyezid, Balkanlar'da

durumu emniyet altina almak ister. Zira, Fâti'in vefatindan sonra II. Bâyezid'in

Osmanli tahtinda henüz mevkiini saglam görmedigi ve kardesi Cem ile

mücadelelerini diplomatik saada da olsa devam ettigi devirlerde, Bati

devletlerine karsi yumusak bir siyaset takip ettigi bilinmektedir. Bu sebepledir

ki, l483 ( h. 888 ) de Morava bölgesindeki kaleleri tahkim etmek üzere

Filibe'ye, oradan Samakov, Çamurlu ve Sofya'ya gittigi sirada Macar Krali Korvin

Mathias ile mütareke akdetmek üzere müzakerelere girismis ve bu arzuya o sirada

Bohemya'da harp ile mesgul olan Macar Krali'nca da uyularak bes senelik bir

mütareke imzalanmisti. Bâyezid, böyle bir ortami meydana getirdikten sonra

Stephan üzerine yürümeye karar verir. Bu maksatla l Mayis l484'te Edirne'ye

gelen Bâyezid, muhasara toplari ile levazimati Karadeniz yolu ile Tuna üzerine

gönderdigi gibi, Edirne'deki ikameti esnasinda, Allah'in rizasini kazanmak için

Tunca kenarinda kendi adina izafe edilen câmiin temelini attirdi (23 Mayis

l484). Bu arada Tunca üzerinde bir medrese, bir imâret ve dârüssifa ile

müstemilatindan meydana gelen bir külliyenin insasina

baslanmistir.

Karadeniz sahilinin dörtte üçüne sahip bulunan

Osmanilarin, hem ticaret, hem de yapacaklari seferler için Polonya yolu üzerinde

bulunan ve önemli birer üs durumunda olan bazi sahil sehirlerini almalari

gerekiyordu. Zira ancak bu sayede Kirim'la irtibat saglanabilirdi. Bu sebeple

Bogdan (Moldavia)'in ticaret iskelelerinin alinmasi, ister istemez bu prensligi,

Osmanli nüfuzu altina sokacakti.

Bâyezid, Edirne'deki imar faaliyetlerini müteakip, 27

Haziran'da Ishakli (Isakçi)'yi geçer. Bu esnada Eflak Voyvodasi Rahip Vlad

Calugarul (l482-l495) komutasinda 20 bin kisilik kuvvetiyle orduya iltihak eder.

Sultan Bâyezid, bu kuvvetlerle Kili (Chilia)'ye gelir.Osmanlilar, 6 Temmuz'da

Bogdan'in kapisi sayilan Kili kalesini karadan ve denizden kusatmak suretiyle l5

Temmuz'da zaptederler. Hadidî, bu kusatmayi su misralarla nakl

eder:

Seh emr itdi vü cem' oldi çeriler

Karadan gendideryâdan gemiler

Kesüp menzilseh irdi ol diyara

Çeriler yakin irisdi hisara

Erisüp seh Kili'ye bir seherden

Kusatdurdi hisari bahr ü berrden

Fethin ertesi günü kalenin büyük kilisesi câmie tahvil

edilir. Sultan, burada Cuma namazini eda eder. Bâyezid, Kili'nin zaptindan sonra

Karadeniz kenarinda bulunan Akkerman üzerine yürür.Burada iken Mengli Giray

komutasindaki 50 bin kisilik Kirim kuvvetleri de Osmanli ordusuna katilir.

Osmanli padisahlarinin maiyetinde harbe istirak eden ilk Kirim Hani'nin bu zat

oldugu rivayet edilir.

Kirim ve Eflaklilar'in iltihaklari ile daha da

kuvvetlenen Osmanli ordusu, l6 günlük bir muhasaradan sonra sulh yoluyla

Akkerman'a girer. Burasi, Kili'ye göre daha müstahkem olup her seyi boldu. Kale,

karadan genis ve derin bir hendekle çevrilmisti. Padisah, Kirim Hani'na sirmali

bir kalpak ve degerli hediyeler vererek kendisini taltif eder. Bilindigi gibi

Osmanlilar, alinan yeni yerlerin hemen tahririni yapmak suretiyle bölgenin

ekonomik, sosyal ve dinî durumlarina uygun olarak hareket ederlerdi. Bu sebeple,

Kili ile Akkerman kalelerinin civarindaki yerler, Bogdan Beyligi'nden ayrilarak

Osmanli Türk hâkimiyeti altina girdikleri gibi Akkerman halki, istedigi yere

gidebilme bakimindan serbest birakildi. Akkerman halkindan bir kismi da Marmara

kiyisindaki Eski Biga'ya naklolundu. Bu arada halkin bir kisminin iskan edilmek

üzere Istanbul'a gönderildigine dair rivayetler de

bulunmaktadir.

Bu savaslarda, Osmanlilara yardimci olan Kirim Hani ile

Eflak Voyvodasi, harp ganimetlerinden büyük paylar aldilar. Sultan Bâyezid, bu

sefer esnasinda almis oldugu ganimet malini Edirne'de baslattirmis oldugu ilmî,

dinî ve sosyal müesseselerin yapilip tamamlanmasina sarf etti.

Bu seferle, Karadeniz, tamamen bir Türk ve Müslüman

gölü haline gelmis bulunuyordu. Bu denizin, Kafkas sahillerindeki çok küçük bir

bölgesinden baska her yeri Osmanli hâkimiyetine girmisti.

Bu arada, Akkerman'i geri almak maksadiyla birkaç defa

harekete geçen Stephan'in bütün gayretleri bosa gitti. l485'te Lehistan Krali

Kazimierz'den yardim istemesi de ona bir fayda saglamadi. Zira onun

hareketlerine mukabele etmek üzere Bogdan'a giren Rumeli Beylerbeyi Hadim Ali

Pasa, pek çok tahribatta bulundugu gibi ertesi sene Silistre komutani Bali Bey

de Trut'u geçerek birçok esir ve ganimetle dönmüstü. Bunun üzerine Osmanli

kudretine boyun egmekten baska çare bulamayan Stephan, 4.000 altina çikarilan

senelik vergiyi ödemeye razi oldu. MORA SAVASLARI

Fâtih döneminin siyasî olaylarindan bahsederken temas

edildigi gibi Mora'da, Osmanliarla Venedikliler arasinda uzun müddet çetin

savaslar olmustu. Cem'in, Avrupa'daki ikameti sirasinda önemsiz hudud olaylari

seklinde cereyan eden münasebetler, adi geçen sehzâdenin ölümü ile büyük bir

gelisme göstermistir. Nitekim, Italya'daki muhalif devletlerin Venedik

Cumhuriyeti ile mücadelelerinden istifade eden Sultan II. Bâyezid, bu

devletlerin de tesvikleri üzerine Venedik ile olan anlasmayi bozmustu.

Gerçekten, Venedik ile Fransa'nin ittifaklari sonucunda elinden Milan sehri

alinmis olan Ludvik Sforça ile Floransa ve Napoli devletleri, Papa ve Alman

Imparatoru'nun muvafkatalariyla Osmanlilari, Venedikliler aleyhine tahrik etmis

ve bunda da muvaffak olmuslardi.Gerçi, Osmanlilarla büyük ticarî münasebetleri

bulunan Italya'daki küçük devletlerin tesviklerinden baska Venedik'e karsi

harbin açilmasinin baslica iki sebebi vardi. Bunlardan biri, Venediklilerin,

Arnavutluk'ta bulunan Iskender'in oglu Jan Kastriyota'ya yardim etmeleri, digeri

de Memlûklularla yapilan harpte, Hersekzâde komutasinda Iskenderun'a giderken

firtinaya yakalanan ve Kibris'a siginmak isteyen Osmanli donanmasinin adaya

kabul edilmemesi idi. Öyle anlasiliyor ki bu dönemde Italya'nin küçük

devletleri, Osmanli dostlugunu kazanmak için büyük çaba gösteriyorlardi.

Hammer'in ifadesiyle o dönemde Italya'nin alti devleti, Papa, Floransa, Piza,

Milan, Napoli ve Venedik, Osmanli padisahinin dostlugunu kazanmak için

birbirleri ile yarisa girmislerdi. Osmanli Divan'i, Venedik'e ilan-i harb

etmeden önce Mora'daki Venedik müstemlekeleri üzerine yapacagi hareketi

kolaylastirmak ve Venediklilerin buraya yardima gelememeleri için Bosna

Beyligi'ne tayin edilen Iskender Pasa vâsitasiyle, Kuzey Venedik arazisine

siddetli bir akin yaptirtmisti. Sultan Bâyezid, Iskender Pasa'nin, Bosna

Eyâleti'ne getirilmesinden sonra, Mora'nin, henüz fethedilmemis kisimlarini elde

etmek gayesiyle 3l Mayis l499'da bizzat sefere çikar.

INEBAHTI ( LEPANTO )'NIN FETHI

Mora Yarimadasi'nin büyük bir kismi daha önce

Osmanlilarin idaresine geçmis olmakla birlikte Venedikliler, buranin güney

kiyilarinda bulunan Navarin, Moton ( Modon, Muton ) ve Koron gibi limanlarinda

hala yönetimi ellerinde bulundurup hüküm sürüyorlardi. Bu arada Kuzey

Yunanistan'da bulunan Inebahti (Lepanto)'yi da tasarruflarinda

bulunduruyorlardi.Osmanlilar, takip ettikleri siyasetleri geregi, stratejik

önemleri de bulunan bu ticaret limanlarini elde etmek zorunda idiler. Sultan II.

Bâyezid, buralarin zapti için donanma hazirlanmasini emreder. Bu gayenin

tahakkuku için Osmanli tezgahlarinda (tersane) yeni ve büyük gemilerin

yaptirilmasina baslandi. Bu durumu ögrenen Venedik, baris için elçi göndermis

ise de donanma, Hammer'in ifadesiyle yirmi büyük gemi ve altmis yedi kadirgayi

havi ve cem'an yüz altmis yelkenden mürekkeb olan Osmanli donanmasi, Mora

sahillerinden Moton ve Inebahti taraflarina 28 bin Rumeli ve l8 bin Anadolu

askeriyle sekiz bin sipahi ve bir o kadar yeniçeriden müretteb 63 bin kisilik

bir ordu götürmek üzere yelken açmisti.

II. Bâyezid, denizden donanmayi gönderdikten sonra

kendisi de 20 Sevval 904 (Haziran l499)'da Istanbul'dan Edirne'ye, oradan da

Mora'ya dogru hareket eder. Rumeli Beylerbeyi olan Koca Mustafa Pasa'yi kara

tarafindan Inebahti'nin kusatilmasi ile görevlendirir. Ama Osmanli donanmasi,

firtina yüzünden üç ay kadar denizde çalkalanip duracak ve bu yüzden önemli bir

gelismesaglayamayacaktir.

Osmanli donanmasinin firtinaya tutulmasi,

Venediklilerin isine yaradi. Çünkü bunlar, deniz tarafindan Inebahti'yi savunmak

için Amiral Antoniyo Grimani komutasinda l50 veya l60 parça gemi ile Inebahti

limanini kapattilar. Bu sirada Osmanli donanmasi, Navarin limani ile Brodano

adasi arasindaki kanala girmis ve düsman tarafindan yolunun kesildigini

görmüstü.

Kara ordusu, Inebahti civarina gelip karadan kaleyi

kusattigi halde, donanmadan henüz bir haber çikmamisti. Sonunda donanma Moton

önüne geldiyse de Venediklilerin kuvvetli müdafaalari yüzünden limana giremedi.

Donanmadaki asker açlik ve susuzluktan dolayi büyük sikintilarla karsilasti.

Nihayet donanma Hersekzâde Ahmed Pasa kuvvetleri ile takviye edildikten sonra

Inebahti limanina dogru yol alabildiler.

Öbür taraftan, Lepanto kalesinin komutani olan Zuano

Mori, Mustafa Pasa'nin teklifini reddetmisti. Hoca Saadeddin, onun teslimi kabul

etmeyisini, Venedik hakiminin, donanmanin gelmedigini, kendilerinin ise

dayanabileceklerini, bu yüzden de kaleyi teslim etmemesi gerektigine dair haber

gönderdigine baglayarak söyle der: Kale komutani olan kâfir haber gönderdi ki,

padisahimiz olan Venedik hakimi böyle haber göndermistir ki, madem ki Müslüman

gemileri gelmeye ve muhasara-i hisara yol bulmaya, hisari teslimden imtina

edesin ki, donanmalarina yol vermemek için azim (büyük) tedarikler görüp felek

peyker u guh lenger gemiler ihzar idüp rehgüzerlerine göndermisim. Derya tarafi

mesdud (Deniz tarafi kapali) ve kale muhafizinin esbabi nâ madud iken hisari

teslim edersen sonra özrün makbul degildir Bu esnada Antonio Grimani

komutasindaki Venedik donanmasi da Kemal ve Burak Reis komutasindaki Osmanli

donanmasinin Korint körfezine dogru ilerleyisini önlemek üzere harekete

geçmisti. Içinde Yenisehir hâkimi Kemal Bey'in kara askerinin bulundugu Burak

Reis'in gemisi, Prodano adasi (Burak adasi) civarinda Venedik donanmasinin

hücumuna ugradi. Burak Reis'in üzerine saldiran gemilerin sayisi yirmi civarinda

idi. Her birinde biner kisi olan iki büyük karaka ile her birisinde beser yüz

kisi bulunan diger iki karaka, Burak Reis'in gemisinin üzerine atilarak Osmanli

gemisini ortaya adilar.Burak Reis'in gemisine iki taraftan kancalar atilarak

rampa yapilmisti. Çok kalabalik olan düsmana her ne pahasina olursa olsun karsi

koymak gerekiyordu. Kiyasiya cereyan eden muharebe devam ederken Burak Reis,

Türk denizcileri arasinda asirlarca derin bir ihtiramla sânini yüceltecek

kahramanca bir harekette bulunacaktir. O, kendi kuvvetlerinden çok daha

kalabalik olan düsman kuvvetlerine karsi sayilarinin azaldigini görünce,

kurtulus çaresinin kalmadigini anlar ve sogukkanli bir sekilde son çareye bas

vurur. Burak Reis, birbirlerine siki sikiya çengellenmis olan gemileri neft ile

tutusturur. Kisa sürede yayilan yangin üç gemiyi birden sararak batmalarina

sebep olur. Bu son deniz savasinda basta Burak reis olmak üzere 500'e yakin Türk

levendi ( denizcisi ) ile Kara Hasan Reis ve Yenisehir Sancakbeyi Kemal Bey

sehâdet serbetini içmislerdi. Göz kamastiran bu kahramanlik örnegi, din ve

devlet için isteyerek kendini feda edis, asirlardan asirlara, nesillerden

nesillere nakledildi. Burak Reis, bu hareketiyle Türkleri, Akdeniz hakimiyetine

eristiren bir Burak oldu. Bu savasta Venedik kaptanlarindan Loredano ile

Armeniyo da ölmüslerdi.

Bes yüz mevcudlu Burak Reis'in gemisinden, sadece

doksan kadar asker kurtulmustu. Türk gemicileri bu muharebenin cereyan ettigi

Prodano adasina Burak Reis adasi ismini vererek bu büyük Türk denizcisinin adini

unutmadilar.

Lepanto civarindaki Çatalca ovasinda bulunan II.

Bâyezid, bu olayi ögrenir ögrenmez, 2000 yeniçeri ile takviye ettigi Anadolu

sipahilerini, Hersekzâde Ahmed Pasa komutasinda Mora'ya gönderip siki tedbirler

alma lüzumunu duydu. Nitekim, Hersekzâde'nin, Hulumiç'te askerini bindirdigi

Osmanli donanmasi, sür'atle ilerleyerek Lepanto Bogazi'na yaklasmisti. 22

gemiden meydana gelmis olan Fransiz donanmasinin yardimiyla bogazin girisini

kapamak üzere giristigi tesebbüste muvaffak olamayan Grimani, rakibi olan

Loredano'nun ölümünden memnun olmustu. Grimani, fazla bir sey yapamayacagini

anlamis olacak ki, Inebahti yolunu Türk donanmasina açik birakarak Korfo'ya

çekilir. Böylece, takviye birliklerle desteklenen Türk donanmasi, sahilden

kuzeye dogru seyrederek Inebahti körfezine dogru ilerler.

Bu deniz savaslainda firtina yüzünden büyük hasara

ugrayan, aylarca yiyecek ve içecek sikintisi çeken Türk donanmasinin, Venedik

donanmasini yenebilecek dereceye gelmis olmasi, artik Osmanli denizcilerinin

Akdeniz hâkimiyetini ele almaya namzed olduklarini

göstermekteydi.

Kara ve deniz kuvvetlerinin ortaklasa hareketi üzerine

sayisiz yarma (hurûc) tesebbüslerinde bulunmasina ragmen, her seferinde maglub

olan kale komutani Zoano Mori, Venedik donanmasinin yardimlarindan da ümidini

kesmis oldugundan, kalenin anahtarlarini Rumeli Beylerbeyi olan Mustafa Pasa'ya

gönderir. Böylece Lepanto ( Inebahti) Agustos (26 veya 28) l499'da Osmanlilarin

eline geçmis olur.MOTON ( = MODON )'UN FETHI

Inebahti gibi önemli bir limanin elden çikmasi,

Venediklileri, önce karsi koyma, sonra da karsilik verme hareketlerine sevketmis

ise de kendi zaaflarini bildiklerinden ve çok büyük bir masrafa mal olacak uzun

harplere tahammül edemeyiceklerini anladiklarindan Osmanlilarla iyi geçinmeyi

siyasetleri bakimindan daha uygun görmüslerdi. Bu sebeple, Osmanlilarla baris

yapmak üzere Lui Maventi adinda bir elçi vâsitasiyle Osmanlilara müracaat

etmislerdi. Venedik elçisi, Venedik tüccarlarinin serbest birakilmasini ve

Inebahti'nin iade edilmesini istemisti. Sayet Osmanlilar bu maddeleri kabul

etmeyecek olurlarsa hiç olmazsa baris yenilenmeliydi. Elçinin bu teklifine

karsilik Sultan Bâyezid:

Eger benimle baris yapmak istiyorsaniz, Mora'da

elinizde bulunan Mudon, Koron ve Napoli (Napoli di Malvazya) sehirlerini teslim

ile senede belli miktarda bir vergi vermelisiniz demisti. Böyle bir seyi

beklemeyen elçi, böyle bir anlasma yapma yetkisinin bulunmadigini söyleyerek

ayrilir. Padisah, kis ortasinda Yakup Pasa'nin donanma ile birlikte hareket

ederek Modon'u muhasara etmesini emreder. Kendisi de ilkbaharda Ramazan 905 ( 7

Nisan l500) da Edirne'den hareket eder. Temmuz ayinin yedisinde donanmasinin

Moton önüne geldigini haber alinca, dört günde Güney Mora'ya iner. Aslinda

burasi bir aydan beri Rumeli ve Anadolu kuvvetleri tarafindan

sarilmisti.

Venedik amirali, Türklerin ilk önce Mora'nin

güneyindeki Napoli'ye hücum edeceklerini zannederek buraya bir miktar donanma

göndermisti. Gerçekten Türkler, Venediklileri sasirtmak için bir miktar kuvvetle

karadan buraya taarruza geçmislerdi. Bu taarruz, sadece Venediklileri sasirtmak

için yapilmisti. Venedik amiralinin buraya donanma göndermis olmasi,

Osmanlilarin bu tesebbüslerinde basarili olduklarini göstermektedir. Davut Pasa'nin komutasinda bulunup Inebahti limaninda

yatan donanma, 27 Temmuz l500'de bu limandan çikip Navarin limani önünde Venedik

donanmasi ile çarpisir. Davut Pasa kendi gemisiyle (Bastarda) düsman amiralinin

bastardasina rampa ettiyse de baska bir düsman mavnasi da Davut Pasa gemisine

rampa ettiginden Kaptan Pasa tehlikeli bir duruma düsmüstü. Tam bu esnada Pirî

Reis kendi gemisiyle yetiserek Kaptan Pasa'yi kurtardigi gibi donanmanin bozulup

bir felaketin meydana gelmesini de önlemisti.

Çok saglam ve müstahkem bir kale olan Modon'un halki,

kalenin saglamligina ve kara yönünü çeviren üç kat derin hendegin yürüyüse engel

olacagina güvenerek teslim olmak istemiyordu. Hatta halk, kendilerini kusatan

ordunun kusatmayi kaldirip geri dönmek zorunda kalacagini gözlemekte idi. Bu

yüzden de savunmayi sürdürüyordu. Topçulari ise sanatlarinda pek mahir

olmuslardi. Nitekim, bir mil mesafede bulunan hedeflere tam isabet

ettiriyorlardi. Bu yüzden kale bir türlü düsmüydrdu. Bu gayretlerinin bir sonucu

olarak kale, üç hafta kadar muhasara altinda kaldi. Son günlerde Venedik Amirali

Melchior Trevisano, donanma ile yardima geldiyse de fazla bir sey yapamadi.

Trevisano, sehre yardim etmek için Türk donanmasini yararak ikindi namazi

vaktinde dört kadirgayi limana sokmus ise de bunlar, daha önce limana gerilen

zincir yüzünden pek ileriye gidemediler. Kale muhafizlarindan bir kismi,

gemilerin zinciri geçmesi için istihkamlarini birakarak yardima geldikleri

sirada Sultan Bâyezid, hücum emri verdiginden Anadolu Beylerbeyi Damad Sinan

Pasa kuvvetleri, açtiklari gediklerden içeri girerek Modon'u aldiklari gibi

limana girmis olan dört Venedik gemisini de yakmislardi. l3-l4 Muharrem 906

(9-l0 Agustos l500)'de gerçeklesen fetihten sonra sehre giren Sutan Bâyezid,

Hoca Saadeddin ( ll,l02 )'in ifadesine göre fethin besinci günü sehrin en büyük

kilisesi olan Saint Jean'i câmie tahvil ederek maiyetiyle birlikte burada Cuma

namazini kilmistir. Sultan Bâyezid, duvarlarin yüksekligini ve hendeklerin

derinligini görünce Beylerbeyim Sinan Pasa'nin ve yeniçerilerimin

kahramanliklari sâyesinde bu kaleyi Tanri verdi der. Hammer'in dedigi gibi bu

yüksek duvarlardan ilk tirmanan yeniçeri, devletin en mamur sancaklarindan

birine bey olmustu. Kalenin bütünüyle onarilmasi ve yanan yapilarin yeniden

yaptirilmasi, Anadolu Beylerbeyi olan Sinan Pasa'ya havale

edildi.

Modon'un, Türkler tarafindan zaptedildigi haberi,

Venedik'te büyük ve derin bir matemin meydana gelmesine sebep oldu. Içine

düsülen ümidsizlik, Doge Augustinos Barbarigo'nun, 7 Eylül tarihi ile Papa ve

diger Hiristiyan hükümdarlara gönderdigi yazidan anlasilmaktadir. Venedikliler,

tek teselliyi Venedik donanmasinin Modon'u geri alacagi hususunda besledikleri

temelsiz ümitte buluyorlardi. Venedik senatosu, Modon'dan kurtulan bir kisim

halki Kefalonya adasina yerlestirmekle mesgul oluyordu. Bu arada Pâdisah,

tahkimatina hayran kaldigi sehrin fethini Allah'in kendisine bir lütfu olarak

telakki ediyordu. Bâyezid, Modon'a girdigi sirada sehrin bir kismi muhafizlar

tarafindan yakilmisti.KORON VE NAVARIN'IN FETIHLERI

Biraz önce görüldügü sekli ile Osmanlilarca Modon

kalesinden sonra Koron ve Navarin de feth edilmislerdi. Sinan Pasa, Modon'un

tamiri ile ugrasirken, Hadim Ali Pasa kara ordusu ile, Kaptan Davud Pasa da

denizden gitmek suretiyle Koron kalesini almakla görevlendirildiler. Hadim Ali

Pasa, Koron'a giderken önce Anavarin (Navarin) veya Zensiyo kalesini de aldi.

Gerek Koron, gerekse Navarin halki, Modon'un durumunu ögrendikleri için harp

yapmadan teslim oldu. Solakzâde, sehrin teslimi ile ilgili olarak sunlari

söyler: Modon kalesi, Osmanli ülkesine ilave edildi. Yakininda vaki olan Koron

kal'asinin fethine Ali Pasa tayin olunmustu. Deniz tarafindan da Davud pasa'yi

gönderdiler. Her iki taraftan üzerine varildiginda, Koron kalesi muhafizlari

Modon halkinin ahvalinden ibret almakla ailelerini ve çocuklarini Frengistan'a

nakil için izin, mal ve menallerinin korunmasi için de emân istediler. Böylece

kaleyi kendi rizalariyla teslim eylediler. Pasa da istediklerine müsaade

gösterdi. Osmanli müsamahasinin güzel bir örnegi olan bu anlayistan dolayi b

uralarda bulunan Latinler sehri terk edip giderken, yerli halk yani Rumlar,

Cizye denilen basvergisine baglandi. Sultan Bâyezid, 20 Agustos l500'de

Koron'a girip büyük kiliseyi camie tahvil ederek orada namaz kildi. O, Modon'da

oldugu gibi bin Azeb ve bin besyüz yeniçeriyi kale muhafazasinda birakarak 23

Agustos'ta sehri terk edip Istanbul'a dönerken bu iki sehrin gelirini Mekke ve

Medine (Haremeyn)'e vakf eyledi.

Inebahti, Mudon ( = Modon ), Koron ve Navarin'in feth

edilip Venedikliler'den alinmalari üzerine Fetihnâmeler yazilip etrafa

gönderilmisti. Bu fetihnâmeler, beylerbeyiler, Müslüman ve Hiristiyan

devletlere, bu meyanda Macaristan, Lehistan, Fransa ve Ispanya krallarina,

Ceneviz Cumhuriyeti ile Rodos Sövalyelerine

gönderilmislerdi.DENIZLERDEKI HAÇLI SEFERI

Venedik, Inebahti, Modon, Koron ve Navarin gibi

yerlerin ellerinden alinmasinin yaninda, iki sene üst üste inen Osmanli

darbesine karsi koyamayacagini anlamisti. Bu sebeple Osmanlilara karsi Alman

Impraratoru, Papa, Ingiltere, Fransa, Ispanya, Napoli, Lehistan ve

Macaristan'dan yardim talebinde bulunur. Bu yardimla Osmanlilar aleyhine bir

Haçli Ittifaki ortaya çikmis oluyordu. Baslangiçta, menfaatleri geregi

Türkleri, Venedikliler aleyhine harekete geçiren Papa, bu sefer de çagrisi

üzerine Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurmaya çalisiyordu. Papa IV. Aleksandr,

Venedik'e verdigi cevapta kendilerine yardim gönderecegine degindikten sonra,

Türklerin yaptiklarini, kiliselerin ugradigi hakaretleri ve Hiristiyanligin

içine düstügü tehlikeleri tasvir ederek Haçli Birligini saglayacagini

açikliyordu. Hammer'in ifadesine göre Papa'nin bu sekildeki davranisi, kutsallik

perdesine bürünmüs olan nefret, gönlünde Padisah II. Bâyezid'e karsi yakip

yikmalardan gelen bir üzüntüden çok, Sehzâde Cem'in tahsisatini kaybindan dolayi

öfkelenen Aleksandr Borciya'nin öfkesine benziyordu. Sonunda ortak menfaatler,

Venedik, Papa ve Macaristan Krali'ni saldirma ve savunma konusunda bir anlasma

ile birlesmeye götürdü.Bunun için Venedik, Papa ve Macaristan arasinda l500

yilinda bir muahede imzalanir. Bu anlasma, Roma'da l50l yilinda Papa

Kilisesi'nde Pantekot Yortusu'nun Pazar gününde ilan olundu. Bu, Hiristiyan

devletlerin, Türkiye aleyhindeki ikinci ittifaklaridir. Bu sekildeki taahhütler,

Osmanlilara karsi Haçli Savaslarinin yerini almisti. Buna göre müttefik

kuvvetler denizde Osmanlilari mesgul ederken, Macarlar da karadan taarruz

edeceklerdi.

l500 senesi sonbaharinda Venedik Âmirali Pisaro,

Osmanlilara ait Egine adasini isgal ederken, Ispanya ve Venedik donanmasi da

Kefalonya adasini zaptetmislerdi. Bu arada Fransa Krali'nin yegenini komutan

olarak tayin ettigi ve l5 bin kisilik askerî gücü bulunan Fransiz donanmasi da

Zanta adasina gelip demirlemisti. Bundan baska, Aragon ve Sicilya Krali'nin

donanmasi da Korfo adasina yanasmisti. Amiral Ravestayn komutasindaki donanma

ile birlesen Venedik gemilerinin de dahil bulundugu donanmanin mevcudu 200

kadirgadan ibaretti. Iste Haçli Ittifakinin meydana getirdigi bu muazzam

donanma, Ege Denizi'ne açilarak Midilli adasini kusatma altina

almisti.

Midilli'nin kusatilma haberi, Istanbul'a ulasir

ulasmaz, bir anda büyük bir kargasanin yasanmasina sebep oldu. Çünkü buranin

düsman eline geçmesi, diger adalar halkinin isyanina ve dolayisiyle onlarin da

elden çikmasina sebep olabilirdi. Bunun için adaya büyük bir kuvvetin

gönderilmesi gerekiyordu. Asker toplanmasi için memleket içine seksen Ulak

gönderildigi gibi Pâdisah bizzat bu isle mesgul olarak, sehirliden ve sanat

erbabindan adam yazip Hersekzâde Ahmed Pasa komutasinda 300 parça gemi ile adaya

gönderildi.

Bu esnada, müttefik donanmasinin bir kismi, Ege

sahillerini tahrib ederken Rodos Sövalyelerinin reisi emri altindaki donanma da

Akdeniz'deki Osmanli adalarini vuruyordu.

Gerçi Istanbul'dan önce, Midilli'nin Haçlilar

tarafindan kusatilma haberi, buraya en yakin olarak Saruhan Sancakbeyi Sehzâde

Korkut tarafindan duyulur duyulmaz o, Kethüdasi komutasinda 800 kisi ile Karesi

Sancakbeyi maiyetindeki timarli sipahi kuvvetlerini derhal adanin yardimina

gönderir. Ayazmend'e gelen Sehzâde'nin kuvvetleri karanlik bir gecede düsman

saflarini yararak hisara girerler. Bununla beraber, askerlerden bir kismi,

kaleye girmeye muvaffak olduysa da bir kismi giremedi. Bu esnada Sehzâde'nin

Kethüdasi sehid olur.

Kaynaklarimiz, burada geçen olaylari tafsilatli bir

sekilde verirler. Biz de onlarin dil özelliklerine fazla müdahele etmeden,

onlarin ifade ettikleri sekilde olanlari nakl etmeye dikkat edecegiz. Ahmed

Pasa, Cemaziyelevvel (Aralik l50l)'de Midilli yakinina geldigi zaman kâfirler,

Midilli Kalesine dogru yürüyüse geçtiler. Fransa birliklerinin komutani ve

Krali'nin yegeni, kaleye girmek için kosup öne çiktigi zaman, Islâm gâzilerinden

bir yigit, bu gâvuru öldürüp kellesini kuleye dikti. Bunu gören Fransiz

askerleri bozulmaya basladilar. Fransiz Amirali, kendisine yardima gelmekte olan

Rodos Sövalyelerinin 29 parçadan mütesekkil donanmasini beklemeden demir alip

kaçar. Yolda Cerigo adasi civarinda firtinaya tutulan Fransiz donanmasi, tamamen

batar. Artik, Venedik askerlerinin yapabilecekleri bir sey kalmamisti.

Müttefiklerinin kaçtiklarini görünce onlar da gemilerine binip memleketlerine

dogru yol almaya basladilar. Bütün çabalarina ragmen, Midilli'yi ele geçiremeyen

Birlesik Haçli ordusunun çekilmesi üzerine Midilli kalesi, yeniden tamir

edilerek muhafaza için buraya asker konur.

Fransiz donanmasi Midilli'den kaçarken, Rodos ile

Ispanya donanmalari Ege'ye girip Çanakkale Bogazi'na kadar sokulmuslardi. Amiral

Gonzalvo de Cordova'nin komutasindaki Ispanyollar, Kemal Reis'in yaptiklarinin

öcünü almak için çalisiyorlardi. Fakat Fransiz donanmasi ile birlesemedikleri ve

tanimadiklari bu yabanci sulardan ürkmüslerdi. Bu yüzden de umduklarini

bulamadan ve hiç bir sey yapamadan dönüp gitmislerdi.

Görüldügü gibi, Venedik, Ispanya, Macaristan, Lehistan,

Fransa, Almanya, Rodos ve daha baska devletlerin, daha dogru bir ifadeyle bütün

bir Avrupa'nin Osmanli'ya karsi güç birligi edip birlesmelerine ragmen, birlikte

hareket etme imkânina kavusturulmadiklari için bu Haçli Seferi'ni

kaybetmislerdi. Böyle büyük bir orduyu tam anlamiyla maglub etmek, II. Bâyezid

döneminin mühim olaylarindan biridir.

Osmanli iktisat tarihiyle ilgili kaynak ve eserlerin

belirttiklerine göre Avâriz, Kürekçi Bedeli ve Azeb gibi Örfî Vergilerin

ilk defa tarh ( konmasi) edilmesi, Midilli hadisesinden sonra olmustur. II.

Bâyezid döneminin devam eden ve tehlikeli bir hal alan savaslari, külliyetli

miktarda askerin beslenmesini ve donanmanin hazirlanmasini gerektiriyordu. Zira

harpler, sikintili günler yasayan hazineyi, daha da zor durumda birakiyorlardi.

Iste bu sebeple devlet, bu dönemde ilk olarak Imdadiye-i Seferiye adi verilen

yukaridaki vergileri koymustu.

Venedikliler, bütün ittifak faaliyetlerine ragmen,

Osmanlilarla basa çikamayacaklarini anlamis olmalilar ki, harpten çekilmek

isterler. Bu konuda, arabuluculuk yapmalari için Fransa Krali XII. Lui veya

Lehistan Krali'na vas vururlar. Venediklilerin bu istekleri, Osmanlilar

tarafindan da müsbet karsilanir. Çünkü bu dönemde dogu hududunda Akkoyunlu

Devleti'nin yerine Siî Safevî Devleti'ni kurmus olan Sah Ismail tehlikesi bas

göstermisti.

Osmanli Devleti ile Venedikliler arasindaki müzekere

esaslarini, harpten önce Istanbul'da Venedik elçisi olarak bulunan ve

casuslugundan dolayi tevkif edilen Andre Gritti isminde biri idare ediyordu.

Müzakereler sonunda l4 Aralik l502 (Receb 908 )'ta Osmanlilarla Venedikliler

arasinda 3l maddeden mütesekkil bir anlasma imzalanir. On gün içinde uygulamaya

konacak olan bu muahedenin en önemli maddeleri sunlardi:

l. Venedik Cumhuriyeti, Inebahti, Modon ve Koron ile

oralardaki diger küçük kaleleri Osmanlilara terk ettigi gibi Arnavutluk'ta

elinden alinan Drac'in zaptini da taniyordu .

2. Venedikliler, Osmanlilardan zaptettikleri adalardan

Kefalonya'yi kendilerine alikoyup Santamavra adasini iade

ediyorlardi.

3. Osmanlilar tarafindan harp esnasinda müsadere edilen

ve halka ait olan esya geri verilecekti. Venediklilerin her sene verecekleri on

bin duka altinin ve Santamavra'nin zapti esnasinda Venedik Amirali Pesaro'nun

eline geçmis olan yirmi dört bin dukanin Osmanlilara iadesi

gerekiyordu.

20 Agustos l503 ( Rebiülahir 909 ) senesinde

Osmanlilarla Macarlar arasinda da bir anlasma imzalandi. Macarlar tarafindan

gönderilen Barhabas Belabi adindaki elçi ile yapilan anlasma yedi yillik

olacakti. Buna göre Osmanli Devleti, Macar Krali'ni, Isklovanya, Moravya,

Silezya ve Lozasi hükümdari olarak da tanimaktaydi. Buna karsilik Macaristan

Krali, Osmanli akincilarinin Kuzey Bosna'da son olarak aldiklari yerlerin

Osmanlilarda kalmasini kabul ediyordu. Bu arada Bogdan, Eflak ve Raguza'lilar da

anlasmadan istifade edeckelerdi. Buna karsilik bu üç devlet, hem Osmanlilara hem

de Macarlara vergi vereceklerdi. Iki taraf ticaret serbestisini ve bu

münasebetle tüccarlarin birbirlerinin ülkelerine gidip gelmelerine müsaade

edeceklerdi. Macar Krali dört Incil (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) üzerine,

Osmanli Vezir-i A'zami da Kur'an-i Kerim üzerine yemin ederek bu muahedenâmeyi

tasdik etmislerdi. Gerek Venedik, gerekse Macarlarla yapilan anlasmalardan sonra

devletin dis güvenligi emniyet altina alinmis oluyordu.OSMANLI - MEMLÜKLÜ MÜNASEBETLERI

Osmanlilar ile Misir, Suriye, Güney Anadolu ve Hicaz'da

hakimiyet süren Memlûk sultanlari arasindaki münasebet, ilk zamanlardan yani

XIV. asrin ikinci yarisindan itibaren dostane bir sekilde baslamisti. O

dönemlerde, küçük bir beylik olan Osmanlilarin Rumeli'deki muvafakiyetleri ve

Islâm dünyasinin sinirlarini genisletmeleri, Memlûk Devleti tarafindan

memnunlukla takip ediliyordu. Fakat daha sonra gerek Sultan II. Murad, gerekse

onun oglu Fâtih Sultan Mehmed zamanindaki bazi olaylar, iki devletin arasinin

açilmasina ve bir müddet sonra da birbirlerine karsi hasmâne (düsmanca)

tavirlarin ortaya çikmasina sebep olmustur.

Sultan II. Bâyezid, kendisine muhalefet edip Osmanli

tahtinda hak iddiasinda bulunan kardesi Cem'i, dostça karsilayip himaye eden ve

ayni zamanda onu mücadeleye tesvik eden Memlûk Sultani Kayitbay'in, Çukurova

bölgesindeki Üç-Oklar ile Maras ve Elbistan'a hakim olan Boz-Oklar'i devamli bir

surette baski altinda tutmasi üzerine, Dulkadir'li Türkmen Bey'i Alâüddevle

Bozkurd Bey'i himayeye karar verir. Sultan Kayitbay, Cem'in Anadolu'ya geçmesine

müsaade etmesi onun, Osmanli Devleti'nin aleyhine çalistigini

gösteriyordu.Bununla beraber ihtiyati da elden birakmiyordu. Nitekim Bâyezid'in

culûsundan sonra Istanbul'a gelen Memlûk elçisi, hem Bâyezid'in saltanatini

tebrik etmis hem de biraz sonra bahsedecegimiz ve gaspedilen esyayi getirip

teslim ettikten sonra Sultan Kayitbay adina özür dilemisti. Bu hal, aradaki

gerginligi bir derece hafifletmisti. Gerçekten, Sultan Kayitbay için baslica

siyasî mesele Osmanlilar ile olan münasebet meselesi idi. Arsiv Begelerinden

anlasildigina göre (Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi, nr. 620l - 6385) Dulkadir

Beyi, Sultan II. Bâyezid'i, Memlûk Devleti aleyhine tesvik ediyordu. Öbür

taraftan, Hindistan'da Dekkan'da hüküm süren Behmenîler'den III. Muhammed Sah (

l463-l482)'in , Vezir-i A'zam'i Hâce-i Cihan ( Hoca Mahmud Gâvân ) ile Osmanli

hükümdarina göndermis oldugu hediyeler, Kayitbay tarafindan müsadere edilmisti.

Bu yüzden, Memlûk Sultani'na karsi kirginligini izhar eden II. Bâyezid'in

tutumundan endiselenen Memlûklular, bazi tedbirler almak zorunda

kalmislardi.Nitekim Karaman Beylerbeyi Hadim Ali Pasa tarafindan Kubbe

Vezirlerine gönderilen 888 ( l483 ) tarihli arizadan anlasildigina göre

Atabekü'l-Asakir Emir Özbek ez-Zahirî emrinde Halep'te toplanan Memlûk

kuvvetleri, Ramazanoglu Eflatun Bey ile maiyetindeki boybeylerinin yardimlarini

sagladiklari gibi, Turgutoglu Mahmud Bey'i Osmanlilara müskilat çikarmak

maksadiyla Ermenek üzerine göndermislerdi. Turgutoglu'nun, Süleyman Bey'le

savastigi bir sirada Alaüddevle harekete geçer.

Baslangiçta Osmanlilar'dan himaye gören Alaüddevle

Bozkurd Bey, Nisan l484'te Memlûklular'in Haleb ve Safed naiblerini arka arkaya

maglub ettikten sonra Kayseri Valisi Yakub Pasa kuvvetleri ile birleserek,

Misirlilarin kurmus oldugu tuzaklardan kurtulmustu. O, Elbistan ovasinda,

Osmanli askerinin gayret ve yardimi ile Haleb Naibi'ni öldürüp Kal'atu'r-Rum

(Rum Kalesi), Bire (Birecik) ve Anteb Naibleri ile Haleb büyük hacibi basta

olmak üzere birçok Çerkez beyini esir etmisti.

Bununla beraber Emir Özbek es-Seyfî, Emir Özdemir ve

Emir Mogolbay gibi emirlerin yönettigi Memlûk ordusu, sür'atle Malatya'ya

giderek burasini takviyeye muvaffak olur. Malatya kalesine karsi giristikleri

tesebbüste muvaffak olamayan Osmanli - Dulkadirli kuvvetleri, Malatya

derbendinde kurulan pusuya da düsmüslerdi. Böylece, Eylül l484 yilinda Kayseri

Valisi Yakub Pasa'nin komutasindaki Osmanli kuvvetleri ile Dulkadiroglunun

kuvvetleri maglub olmuslardi.

Yakub Pasa, zorlukla kaçabilmis, birdenbire

Osmanlilarin aleyhine dönüp Yakub Pasa'nin odugâhini yagmalayan Alaüddevle ise

Trablus-Sam ve Tarsus Naiblerini serbest birakmak suretiyle Memlûklulara

basvurmustu.

Içinde bulundugu malî ve idarî sikintilar yüzünden

Osmanlilarla karsilasmayi arzu etmeyen Memlûk Sultani, emirleriyle bir görüsme

yapmisti. Bu görüsme esnasinda Atabey Özbek ile diger emirler, Osmanli

hükümdarina elçi ve hediye gönderip aralarinin düzelmesini teklif etmislerdi. Bu

teklif kabul edildiginden Emir Cani Bey Habib elçi olarak gönderilmisti. Memlûk

Sultani Kayitbay, II. Bâyezid'e uygun tekliflerde bulunuyordu. Bu tekliflerden

en mühimi de Osmanli Padisahi'nin, elindeki bütün yerlerde Sultan olarak kabul

edilmesiydi. Memlûk Sultani'nin emriyle Kahire'deki Abbasî Halifesi I.

Mütevekkil Alallah tarafindan, buna isaret olmak üzere, Bâyezid'e bir de

Sultanlik Mensûru gönderilmisti. Sultanlik mensûrunu göndermekle yetinmeyen

halife, iki Müslüman hükümdar arasindaki ihtilafin bertaraf edilmesini de

tavsiye ediyordu.

Bütün bu tavsiyelere ragmen aradaki rekabet ve bazi

kiskirtmalar sonucu iki taraf arasinda savas kaçinilmaz hale gelmisti. Bu yüzden

Osmanlilarla memlûklular arasinda l485'de baslayan ve l490 ( hicrî 890 - 895 )

senesine kadar bes sene devam eden ve alti seferde biten savaslar görülmektedir.

Osmanlilarin, Karamanogullarini tamamen ortadan kaldirmalarindan sonra,

Ramazanogullari ile ayni hududu paylasir olmalari ve Osmanlilardan himaye gören

Alaüddevle Bozkurd Bey'in, Memlûklular tarafindan sikistirilmasi da iki devleti

karsi karsiya getirmistir.

Bu dönemde, Misir'la son veya altinci sefer

diyebilecegimiz seferde, Dulkadiroglu Alaüddevle Bey'in, Osmanlilardan yüz

çevirip Memlûk tarafina geçer. O, bununla da kalmayacak oglunu rehine (kulluk)

olarak Misir'a gönderdigi gibi, kizini da Atabekü'l-Asâkir Emir Özbek'in ogluna

verir. Öyle anlasiliyor ki bu durum, Osmanlilarin, Çukurova'da memlûklulara

maglub olmalari üzerine olmustu. Alaüddevle Bey'in Misirlilarla anlasmasi

üzerine Osmanlilar yeni tedbirler almak zorunda kalmislardi.

Iki Müslüman devletin birbirleri ile olan mücadeleleri,

her ikisinin de yipranmasina sebep olmustu. Zamanla yön degistiren

muvaffakiyetlere ragmen devam eden savaslar, özellikle Memlûk idaresini zor

durumlarda birakiyordu. Bu yüzden devlet, yeni tedbirler alma mecburiyetini

hissediyordu. Memlûk idaresi, iyi teskilâtlanmis bir vergi sistemine sahip

degildi. Osmanlilarin, savasa devam edebileceklerinin anlasilmasi üzerine

Kayitbay, halktan zorla yeni vergiler almaya karar verir. Dönemin müelliflerince

siddetli bir tenkide maruz kalan Kayitbay, Osmanlilara karsi Napoli Krali ile

anlasir. Müslüman Osmanli Devleti'ne karsi kurulan bu ittifak üzerine Kayitbay'a

tehdid mektubu gönderen Sultan II. Bâyezid'in bizzat kendisi sefere çikma

niyetindedir. Bunun için, padisahin otagi, Besiktas'a nakledilmis ve Üsküdar'a

geçme hazirliklari baslamisti.

Kismî muharebeler tarzinda uzayan Osmanli - Memlûk

çekismesi, Dulkadir Beyi Alaüddevle'nin, Memlûklularin geçici zaferlerine

kapilip, onlarin tarafina geçmesi ile daha da gergin bir hal aldi. Bunun üzerine

Sultan Bâyezid, kayinpederi Alaüddevle'yi beylikten azlederek, yerine onun

kardesi olan ve Vize Sancakbeyi bulunan Sah Budak Bey'i tayin eder. Osmanli

sultani, Sah Budak Bey'in yanina Mihaloglu Iskender Bey'in kuvvetlerini de

vererek onu Alaüddevle üzerine gönderir. Fakat Memlûk kuvvetlerinden de yardim

alan Alaüddevle, Sah Budak Bey'i Elbistan yakinlarinda yenip esir alir. Esir

alinan Sah Budak, Kahire'ye gönderilerek orada idam edilir.

Bu basarilar üzerine daha çok cesaretlenen Memlûklular,

Emîr Özbek komutasinda Misir ve Dulkadir kuvvetleriyle Kayseri'yi muhasara ile

Nigde, Eregli ve Larende'ye kadar akinlarda bulunurlar. Üzerlerine gönderilen

Hersekzâde Ahmed Pasa kuvvetlerini yenerek Ahmed Pasa'yi esir alirlar. Iste bu

haberi alan II. Bâyezid, bizzat sefere katilmaya karar verecek ve otaginin

Besiktas'a nakledilmesini isteyecektir.

Osmanli devlet ricali, Memlûklularla olan savaslarda

ugranilan basarisizliklarin, gevseklikten ve isin siki tutulmamasindan meydana

geldigini biliyor, ayrica sefer için acele edilmemesi gerektigini düsünüyordu.

Ancak bunu hükümdara nasil bildireceklerini bilemedikleri gibi buna cesaret te

edemiyorlardi. Nihayet ulemadan Molla Arap demekle söhret bulmus olan Müftü

Alaeddin Ali el-Arabî (öl. l496) bu hali, yani harb için acele etmenin

muhatarali oldugunu arzederek isi önledi. O, daha önce Ebu Bekir adindaki

kadisini Misir'a göndererek basta Atabekü'l-Asâkir Emîr Özbek oldugu halde

Memlûk ümerasini barisa yanastirmis, savasin tehlikelerini arzederek dostluk

kapisini açmisti. Hoca Saadeddin, Alaeddin Ali el - Arabî'nin mektubundan

bahsederken, onun gönül alici sözler söyledigini, Dinin Nasihat olduguna

temasla bunun geregi olarak barisin yapilmasi icab ettigini söyledigini, Misir

Sultani'nin da bundan çok memnun oldugunu yazar. Esasen bu siralarda Istanbul'a

kadirgalarla gelip bir nüsha Kur'an-i Kerim ve bazi Hadis-i Serif kitaplarindan

ibaret hediyeleri Bâyezid'e takdim eden Tunus Emiri el-Mütevekkil Alallah

Osman'in elçisi, bir sefaatnâme ile tavasutta bulunmus ve Tunus'un, Ispanyollar

tarafindan hücuma ugradigi su sirada, iki Müslüman devlet arasinda sulh

yapilmasi için Emir'in ricasini arzetmisti. Böylece barisa dogru bir adim

atilmis oldu.

Nihayet, Cemaziyelahir 896 (Nisan l49l)'de daha önce

elçilik vazifesi ile Osmanlilara gönderilmis olan Mamay Haseki serbest

birakilir. Bundan sonra o, Osmanli Devleti'nin murahhaslari ile Kahire'ye döner.

Osmanli elçisi Bursa Kadisi Seyh Ali Çelebi adinda bir kimse idi. Memlûk Sultani

tarafindan huzura kabul edilen elçi, Adana ve Tarsus'un Mekke ile Medine

evkafina ait yerler olmasindan dolayi, buralarla diger kalelerin anahtarlarini

Memlûk hükümdarina iadeye memur edilmisti. Memlûk Sultani, elçiye büyük

ikramlarda bulundu. Daha önce esir edilip hapsolunan Mihalzâde Iskender Bey'le

diger esirleri serbest birakir. Bu arada Iskender Bey'i sadece serbest

birakmakla kalmaz, ayni zamanda ona hil'at da giydirir. Sultan, Osmanli elçisine

karsilik, Emîr Canbulat b. Yasbek'i elçilikle Osmanli padisahina gönderir.

Nitekim Istanbul'a gelen müstakbel Memlûk Sultani Emîr Canbulat, birçok siyasî

tesebbüslerde bulunmus, daha sonra, yaninda Seyh Bedreddin b. Cum'a oldugu halde

tekrar Istanbul'a gelen Mamay el-Haseki, ayni siyaseti devam ettirmistir. Memlûk

elçileri, Tunus elçisinin de yardimlariyla barisin yapilmasina muvaffak

olmuslardi. Buna göre Gülek Hisari sinir kabul edilerek Çukurova eskiden oldugu

gibi Sam'a ilhak edilmistir.

Cem'in sebep oldugu siyasî buhran yüzünden müskül

durumda bulunan Osmanlilar, Halil Bey'in ( öl. l5ll) Ramazanogullari'nin basina

geçip, Memlûklularin rizasi ile Adana ve Tarsus'a hakim olmalarini kabul

ettikleri gibi, anlasma geregince adlari geçen sehirlerin Haremeyn evkafi olan

vâridatini ( gelirini) da, kendi gemileri ile Iskenderiye'ye tasimislardir.

Nitekim Âsik Pasazade ile Ibn Kemal'den anlasildigina göre meshur Türk denizcisi

Kemal Reis, Mekke ve Medine vakif malini l498 ( 903)'de, Iskenderiye'ye

gemilerle götürüp, buranin beyine teslim etmistir.

Anlasma ile iki taraf arasindaki baris iade edilmis ise

de bu hal, Osmanlilari tatmin etmiyordu. Baris, zaman zaman çikan bazi engeller

bertaraf edilmek suretiyle l5 sene kadar devam etmistir.OSMANLI DEVLETI VE ENDÜLÜS MÜSLÜMANLARI



II. Bâyezid'in hükümdar olarak bulundugu dönemin önemli

olaylarindan biri de süphesiz ki Islâm cografyasinin en bati ucunda, baska bir

ifadeyle Endülüs'teki Müslümanlarin basina gelen felaket idi. Bu felaketin

baslangici esnasinda Osmanli donanmasi, uzak denizlerde savasacak kadar güçlü

degildi. Bölgenin Osmanlilara olan uzakligi ve o siralarda Cem Sultan'in,

Avrupa'da siyasî bir alet olarak kullanilmasi bir anlamda Osmanlilarin elini ve

kolunu bagliyordu. Bunlardan baska, Akdeniz'in öbür ucundaki bu bölgeye ulasmak

için, Osmanli donanmasinin gerektiginde yardim alabilecegi bir liman veya sehir

de mevcud degildi. Bütün bu olumsuz sartlar da nazari dikkate alindigi zaman

Osmanlilarin bu konuda neden daha faal bir rol oynayamadiklari

anlasilir.

Hicrî 92 (M. 7ll ) tarihinde Kuzey Afrika'yi bastan

basa kat eden Müslüman mücahidler, Ispanya'ya girdikten sonra orayi terk

edinceye kadar Iberik yarimadasini medenî eserlerle süslemis, çok sayida

kültürel ve sosyal müesseseler meydana getirmislerdi.

Müsümanlar, Ispanya topraklarina ayak basar basmaz,

irk, din, dil, mezheb ve soy farki gözetmediler. Got, Vandal, Romali, Hiristiyan

ve Yahudi demeyip herkese Müslümanlar gibi haklar tanidilar. Endülüs ( III.

Abdurrahman, II. Hakem gibi) büyük hükümdarlar gördü. Parlak devirler

yasadi.Orada (Kurtuba Camii gibi) âbideler, (Medinetü'z-zehra gibi) saraylar

yapildi. Doguda Bagdad, batida Kurtuba, dünya yüzünde Islâm medeniyetinin gözler

kamastiran merkezleri haline geldi. Kurtuba'da kadinlardan alimler, sairler ve

muallimler yetisti.

Yedi asri askin bir süre bütün Ispanya, Portekiz ve

hatta Güney Fransa'da hükümranligini kabul ettirmis olan Islâm hakimiyeti,

bütünüyle yok edilmek isteniyordu. Halbuki bu medeniyet, bütün medenî sahalarda

Avrupa'nin üstadi, hocasi ve mürebbisi olmustu. Bu hâkimiyet öyle bir medeniyet

vücuda getirdi ki, cihanin en yüksek medenî seviyesine ulasti. Bu medeniyet,

Insanligin yüz aklarindan olan ilim, fen, edebiyat ve felsefe dahileri

yetistirmisti. Medreselerinde okuyan Hiristiyan ögrenciler, sonradan Avrupa'da

kral ve Papa olmuslardi. Endülüs Müslümanlari, Avrupa'daki Hiristiyanlara sadece

maddî degil, manevî hasletlerde de öncülük yapmislardi. Insanlik, baskalarini da

düsünme, müsamaha gibi konulari anlayip kavramada onlara hocalik

yapmislardi.

Bilindigi gibi Endülüs (Vandelozya veya Andalousie),

Ispanya'nin güney eyaletinin adi idi. Müslüman ordulari Iberik yarimadasini

(günümüzde Ispanya ve Portekiz devetlerinin bulunduklari yarimada) feth etmeye

basladiklari zaman bu topraklara Endülüs adini verdiler.

Istanbul'un l453 senesinde fethi, diger Islâm

ülkelerinde oldugu gibi Beni Ahmer Devleti'nde de büyük bir sevinçle

karsilanmisti. Zira, Istanbul'un fethi, Endülüs'teki bu son Islâm devleti

açisindan, Hiristiyan dünyasinin tehdidlerine karsi yardim taleb edebilecekleri

yeni ve büyük bir Müslüman gücünün dogusu anlamina gelmekteydi. Böylece Endülüs

Müslümanlari ile Osmanlilar arasinda hissî bir alaka tesis edilmis oluyordu.

Gerçi l477 senesinde Girnata halkinin, Hiristiyanlarin baskilari yüzünden içinde

bulunduklari zor sartlardan haberdar etmek ve yardim istemek üzere, Fâtih Sultan

Mehmed'e bir elçi gönderdikleri belirtilmektedir. Bununla beraber,

Endülüslülerle Osmanllar arasindaki bilinen bu ilk dogrudan iliski ve haberlesme

hakkinda daha fazla bir bilgiye sahip degiliz. Iç çekismelerden dolayi küçülüp

Hiristiyanlara yem olmaktan kurtulamayan Endülüs'ün (Beni Ahmer Devleti), son

sehri olan Girnata da Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin eline düsmek

üzereyken Girnata'nin son hükümdari Ebû Abdullah es-Sagir, Afrika

hükümdarlarindan oldugu gibi Istanbul'dan da yardim ister. Fakat beklenen yardim

saglanamaz. Ebû Abdullah es-Sagir, 89l ( l486) yilinda Istanbul'a bir elçi

göndererek Bâyezid'den yardim istiyordu. Elçinin elinde parlak bir de kaside

vardi. Ebu'l-Beka Salih b. Serif er-Rundî'ye ait olan bu mersiye, Hiristiyanlar

tarafindan Endülüs'teki Müslümanlara yapilan zulüm ve iskenceyi anlatiyor,

onlarin çektikleri izdirabi dile getiriyordu. Manzum olarak Türkçe'ye de

çevrilen bu mersiyenin bir kismi söyledir:

Hengam-i tamaminda gelir her seye noksan, Ömründeki hosluklara aldanmasin insan,

Her sey mütehavvil, bu fena sence de meshûd, Bir lahza meserret göreni, kahreder

ezman

......

Siz, Endülüs'ün halini hiç duymadiniz mi? Her kafile etmisken onu âleme destan,

Acizleri, sizden ne kadar istedi imdad, Hep öldü, esir oldu, kimildanmadi

insan.

......

Dün, her yere sultan iken onlar, bugün

eyvah...

Küfr ellerinin hükmüne kulluk ile

nalân,

Görseydin eger onlari bikes ve

mütehayyir

Eylerdi sana zilletin envaini ilan

......

Görseydin o aglasmayi onlar

satilirken,

Saskin hale getirirdi seni ahval ile

ahzân

Ya Rabbi! Ayirdilar mâder u tifli (çocuk ile

annesini)

Eylerse teferruk nasil ervah ile ebdân (ruhla bedenin

ayrilmasi gibi).

Yardimin istendigi sirada II. Bâyezid, bir taraftan

Çukurova'da Memlûklular'la, diger taraftan kendisine karsi taht mücadelesi veren

kardesi Cem Sultan olayi ile mesgul idi. Nitekim, Endülüs Tarihi adli eserde, bu

konuya temasla, elçilerin gönderildigine dair eski tarih kitaplarindaki bilginin

dogru olmadigi anlatilarak söyle denir: Hakan-i müsarunileyh (II. Bâyezid)

reis-i mezheb-i ruhanî olan Papa'ya iki elçi göndermekle, sayet kral Girnata

muhasarasinda israr ve Müslümanlari zarara sokarsa, ülkesindeki Hiristiyanlar

hakkinda da ayni muamelenin yapilacagini bildirerek krala vasiyette bulunmasini

istemisti.Cem Sultan meselesi gözönüne alindigi zaman bu rivayetin (yani elçi

göndermenin ) dogru olmadigi anlasilir. Osmanlilar, bu dönemde, Memlûk gailesi

ile mesgul olmalarina ragmen, Girnata heyetini ümitsiz ve üzüntülü bir sekilde

göndermek istemiyorlardi. Bunun için bir donanma tertibi ile Akdenize açilmasini

saglamis ve Cebel-i Tarik ile Sebte sahillerine taarruz etmek suretiyle

Hiristiyanlarin, Müslümanlar üzerindeki agirligini hafifletmek istemislerdi.

Bununla beraber o dönemde Portekiz deniz kuvvetlerinin diger devletlerle

mukayese edilmeyecek kadar büyük olmasi ve o siralarda Osmanlilarin ne Misir, ne

de Tunus gibi bir Kuzey Afrika devleti ile anlasmasinin bulunmamasi, donanmanin

fazla bir sey yapamadan dönmesine sebep olmustur. Böylece bu müracaattan önemli

bir sonuç alinamadi. Bununla beraber, Girnata'nin müracaatindan bir sene sonra

Kemal Reis komutasinda, Ispanya sularina bir Türk donanmasi gönderildi. Ispanya

kiyilarini vuran Kemal Reis, buralardaki bir kisim Müslüman ve Yahudiyi

kurtararak Istanbul'a getirmisti.Hammer ise, Sultan Bâyezid'in Endülüs

Müslümanlari ile ilgili faaliyetleri hakkinda su bilgiyi verir: Davud Pasa, Karaman asi asiretlerini itaat altina

aldigi sirada Sultan II. Bâyezid, Istanbul'da elçileri kabul ediyordu. Bunlar

içinde gerek itimatnâmesinin sekli, gerek maiyetindeki sahislar bakimindan en

çok dikkat çekeni, Ispanya'nin son Islâm hükümdarinin elçisi idi. Beni Ahmer'den

Girnata hükümdari olan bu zat, Aragon ve Kastil Krali Ferdinand tarafindan agir

bir baski altinda bulunuyordu. Müslüman olmayanlarin istilalari karsisinda

Sultanu'l-Berreyn ve Hakanu'l-Bahreyn'den yardim dilemekte idi. Elçinin

itimadnâmesi, Elhamra padisahlarinin romantik ve sövalye ruhuna uygun

yazilmisti. Bu, Müslümanlarin ugradiklari izdirabi belirten ve Islâm'in

Ispanya'da içinde çirpindigi düsüsü dile getiren ve nihayet 700 yildir bu kitada

hüküm sürdükten sonra yakinda buradan çikarilacaklarini ifade eden Arapça bir

kaside idi. En etkili ve dokunakli tarzda Islâm milletlerinin ve hükümdarlarinin

yardim ve merhametlerini diliyordu. Bâyezid, dindar ve ayni zamanda sair oldugu

için, Ispanya sahillerini tahrib etmek üzere bir donanma göndermekle buna cevap

vermis oldu. Donanma komutanligini Kemal Reis adi ile Hiristiyan donanmalarina

korku salan amirale tevdi etti.

Beni Ahmer Devleti, Osmanlilara bas vurdugu gibi Memlûk

Devleti'ne de müracaat etmisti. Fakat kuvvetli donanmalarinin bulunmamasi

yüzünden onlar da yardim edemediler. Bununla beraber Memlûk hükümdari, Endülüs

Müslümanlarina yapilan mezâlimi önlemek için Papa'yi ve Ferdinand'i tehdid

ederek, sayet Ispanyollar Girnata Müslümanlarindan el çekmezlerse bütün Filistin

Hiristiyanlarini Kamame (Kimame) Kilisesi'nde kestirecegini ve Hiristiyanlara

Suriye ile Kudüs kapilarini kapatacagini söylemek üzere bir heyet göndermisti.

Fakat bunun da bir tesiri olmadi.

Bütün bu olaylardan sonra Beni Ahmer Devleti, Ocak l492

(29 Safer 897)'de 55 maddeden mütesekkil bir muahede ile teslim oldu. Böylece

hakimiyetleri sona erdi. Akd edilen muahede ve teslim sartlarina göre

Müslümanlara hangi sekilde olursa olsun kötü muamelede bulunulmayacagi gibi

onlarin cemaat haklari da taninacakti. Fakat bu ahde ancak üç hafta riayet

edildi. Bundan sonra gün geçtikçe dozu artirilmak suretiyle orada kalmis olan

Müslümanlara yapilmadik eza ve iskence kalmadi. Bu arada kurtulmak için oradan

çikmak isteyenlere de müsaade edilmiyordu. Çünkü Müslümanlar, san'atkâr ve is

sahibi idiler. Fen, ilim, san'at ve ziraat erbabinin çogu Müslümanlardandi.

Bunlarin gitmesi halinde memleket bu islerden mahrum kalacakti. Bununla beraber

firsat bulanlar kafileler halinde Afrika sahillerine can atiyorlardi. Bunlardan

bir kismi da korsanlik yapmak suretiyle Ispanyollari tehdid

ediyorlardi.

Öyle anlasiliyor ki Osmanli Devleti, muhtelif sefer ve

gaileler sebebiyle Endülüs Müslümanlarina istenildigi sekilde yardimda

bulunamamisti. Ancak XVI. asrin ortalarindan itibaren bu isi Cezayir beylerine

birakmisti. Bunun için, Kaptan-i Derya ve Cezayir Beylerbeyi olan Kiliç Ali

Pasa'ya gönderilen Zilkade 977 (Nisan - Mayis l570) tarihli bir hükümle

Ispanya'daki Müslümanlara yardim etmesi emredilmisti. Bunun sonucu olarak birçok

Müslüman ve Yahudi Afrika sahillerine geçirilmisti. Bunlardan bir kismi da

Adana, Uzeyr, Tarsus, Sis ve Trablussam sancaklarina yerlestirilmistir. Bu

muhacirler, kendilerini toplayip üretici bir hale gelineye kadar bes sene

müddetle bütün vergi ve resimlerden muaf sayilmislardir.

Müslümanlarin, Ispanya ve Portekiz'in bulundugu Iber

yarimadasindaki hâkimiyetleri sekiz asra yakin sürmüstü. Bu hâkimiyet, 2 Ocak

l492'de Girnata'nin Katolik hükümdarlara teslim olmasi ile son bulmustu.

Böylece, tarihin bir devresi kapanmis oluyordu. Zira Ispanyollarin Girnata'yi

isgalleri ve bu esnada isledikleri cinayetler, medeniyet tarihi bakimindan

silinmez bir leke olarak kalacaktir. Onlar, yaptiklari ile tam bir barbarlik

örnegi sergilemislerdir. Kendilerine medeniyet ögreten ve bu konuda üstadlari

olan Müslümanlarin seviyesine ulasamadiklarini isbat etmislerdir. Katolik bir

Kardinal'in emriyle Girnata sehrinin büyük meydaninda 500.000 küsur cild yazma

kitap yakilmisti. Müslümanlar, bütün Avrupa kütüphanelerindeki kitaplarin

yekûnundan fazla olan bu kitaplari, sekiz asirdan beri dünyanin her tarafindan

toplamislardi. Insanlik âlemi, bu kitaplarin yakilmasindan dogan boslugu, bugüne

kadar telafi edememistir. En degerli müelliflerin en degerli eserleri, atese

atilmisti. Bu tarihlerde Avrupa'da l0.000 cild kitabi bir araya getiren hiç bir

kütüphânenin bulunmadigini belirtmek gerekir.

Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin, Müslümanlara

verdikleri sözlerini tutmadiklarini, medeniyet ve kültür ürünü kitaplarin nasil

yakildigini, Müslümanlarin nasil iskencelere tabi tutuldugunu Hiristiyan bir

arastirmaci su sözlerle ifade eder:

Katolik majesteleri Ferdinand ve Isabella,

Müslümanlarin tabi tutulduklari teslim sartlarina bagli kalmada basari

gösteremediler. Kraliçenin özel günah çikarma papazi Kardinal Ximenes de

Cisneros'un komutasi altinda tertiplenen ve geride kalan Müslümanlarin kiliç ve

zor kullanilmak suretiyle irtidad (Islâm'dan dönme) ettirilip Hiristiyan dinine

sokulmalari maksadina matuf bir askerî harekat l499 yilinda baslatildi. Bu

kardinalin ilk isi, Islâmî konularda kaleme alinmis el yazmasi kitaplari

toplatip yaktirmak suretiyle piyasadaki dolasimini durdurmak olmustur. Simdi

artik Girnata sehri, Arapça yazilmis bu kitaplarin yiginlar halinde

yakilmasindan olusan senlik ateslerine sahne oluyordu. Engizisyon adi verilen

iskence ve zulüm hareketleri, müessesevî bir hale getirilmis ve yogun bir

biçimde devamli isler halde tutuluyordu. Bu yazar, Müslümanlara karsi yapilan

iskence ve yakilan binlerce cild kitabin maruz kaldigi insanlik disi davranisi

ne kadar yumusatmaya çalissa da yine de dindaslarinin isledigi bu câniyane

hareketten bahs etmeden geçemiyor.

Girnata, Araplarin her türlü dinî hürriyetlerine, can

ve mallarina dokunulmamak sartiyla teslim olmustu. Fakat Katolikler'e göre

Kâfir Müslümanlara verilmis sözün hiç bir ehemmiyeti olamazdi. Böylece,

Yeniçagin esiginde beser tarihinin en büyük yüzkaralarindan biri irtikâb edildi.

Insanligin müsterek mali olmasi icab eden medeniyetin, o çag için en zarif olan

dallarindan biri sistematik bir sekilde imhaya baslandi. Hele cihanin en büyük

kütüphânesinin merasimle yakilmasi, yakin zamanlarda bütün Ispanyollar

tarafindan bile lanetlenmis bir hadisedir.BÂYEZID'IN SON SENELERI

Gençliginde, eglenceli ve tatli bir hayat sürmüs

denebilen II. Bâyezid, devletin basina geçtikten sonra tamamen farkli bir hayat

sürmeye baslar. Saltanatinin sonlarina dogru, kendini tamamen ibâdete veren II.

Bâyezid, yasinin ilerlemesi üzerine, devlet islerinin büyük bir kismini

vezirlerine birakir. Onun saltanatinin son senelerinde önemli bazi hâdiseler

meydana gelmisti. Bunlardan biri hemen hemen bütün bir Osmanli ülkesini

ilgilendirecek olan ve Küçük Kiyamet denilen büyük depremdi. Ikincisi de

sehzâdeler arasindaki rekabet ve tahti ele geçirmek için birbirlerine karsi

giristikleri çekisme idi. KÜÇÜK KIYAMET

Hicrî 9l5 senesinin Rebiülahir ayinin 25. Sali gecesi

(l4 Agustos l509) Memaliki - Rûm denilen Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve

havalisinde baslayip 45 gün siddetle devam eden depremde halk, iki ay kadar

disarda çadir ve örtüler altinda kalip hayatini devam ettirmek zorunda kalmisti.

Bu deprem, ayni siddette Istanbul ve Edirne'de de oldu. Gerçekten, l4 Eylül

l509'da Istanbul, Osmanli tarihinin kayd ettigi en siddetli ve hizli depremine

maruz kalmisti. Küçük kiyamet denilen bu depremde Istanbul'da yüz dokuz cami ve

mescid ile bin yetmis ev harab olmustu. Halktan da bes bin kadar insan ölmüstü.

Istanbul'un, Egrikapi'dan Yedikule'ye kadar olan üç kat suru yikildigi gibi,

Yedikule'den de baslayip deniz kenarindaki Ishak Pasa Semti kapisina kadar harab

oldu. Bunlardan baska Fâtih Camii'nin kubbesi ve direklerinin baslari çatladigi

gibi imâret, hastahane ve Sahn Medreseleri'nden bazilari ile diger medrselerden

bir kisminin kubbeleri yikildi. Fâtih civarindaki Karaman Mahallesi, bastan basa

harab oldu. Sultan Bâyezid Camii'nin kubbesi dagildi. Hadim Ali Pasa Camii'nin

(Divanyolundaki Atik Ali Pasa Camii) kubbesi düstügü gibi Atmeydani'ndaki

sütunlardan alti tanesi devrildi. Yeni Saray (Topkapi Sarayi )'in deniz tarafi

yer yer harab oldu. Bu büyük depremde binlerce insan yikintilar altinda gömülü

kalmisti. Sadece Vezir Mustafa Pasa'nin konaginda atlari ile birlikte üçyüz

süvari hayatlarini kayb etmisti. Köpürmüs ve azgin bir hal almis olan deniz

dalgalari, Istanbul ve Galata surlarini asarak sokaklarda tufan meydana

getiriyordu. Bu arada eski su bentleri de yikilmisti. Sultan II. Bâyezid,

sarayinin duvarlarina güvenemediginden bahçesinde gayet hafif ve tehlikesiz bir

çadir kurdurarak orada on gün kadar ikamet eder.

Kirkbes gün kadar araliklarla devam eden bu deprem,

Istanbul, Rumeli ve Anadolu eyaletlerinin sâkinlerini sürekli bir heyecan içinde

yasatti. Çorum halkinin üçte ikisi, sehirlerindeki toprak kaymalari yüzünden

yarilip açilan topraklar içinde yok oldular. Yine bu esnada Gelibolu

istihkâmlari da yikildi. Sultan II. Bâyezid'in dogdugu sehir olan Dimetoka bir

toprak yigini halini almisti.

Sultan Bâyezid, bu deprem (zelzele) münasebetiyle

devletin ikinci payitahti olan Edirne'ye gittiyse de ayni sene Receb ayinin

dokuzunda, yani Istanbul zelzelesinden l5 gün sonra Istanbul'dakinin benzeri

olan ve ayni siddette bir deprem meydana geldi. Mimar Hayreddin, onbes gün

içinde Pâdisah için Edirne'de ahsab bir ev yapti. Pâdisah, bu ahsab evde ikamete

basladi. Ayni sene Saban'in üçünde Edirne'de yine benzer siddette bir deprem

daha oldu. Tunca Nehri tasarak ve yatagini da asarak depremin yikintilarini

kapladi. Üç gün geçit vermeyen Tunca'nin tasmasiyla da bir çok insan

öldü.

Rivayete göre Sultan Bâyezid, bu siddetteki bir

depremi, vezir ve komutanlarinin halka yaptigi zulmun bir sonucu olduguna

inanarak onlari: Zulüm ve fesadiniz cevr ve bid'atiniz elinden, mazlumlarin

ahlarinin atesi, Allah'in gazabina sebep olmustur. Bu, sizin zulmünüzün

semeresidir ki, iste ortaya çikti. diyerek ilgilileri azarlamis ve bundan

sonraki hareketlerinde dikkatli olmalarini, halka zulüm etmemelerini, haksizlik

yapmamalarini söylemistir. Bundan sonra Istanbul'un tamiri için neler yapilmasi

gerektigi hususunda ilgililerle istisarede bulunur. Istisare sonunda Istanbul'da

yikilan yerleri yeniden yapmak veya tamir etmek için yirmi evden bir kisi ve ev

basina yirmi ikiser (yirmi beser oldugu görüsü de bulunmaktadir) akça takdiriyle

Cerahor, yani ücretli amele tedarik edildi. Bu sekilde Anadolu'dan 37 bin,

Rumeli'den de 29 bin cerahor çikarilip üç bin kadar mimar ve marangoz getirildi.

Bunlardan baska Yayalardan sekiz bin, Müsellemlerden de üç bin kisi kireç

yakmakla görevlendirildi. Böylece devlet ve millete ait olan yerlerin insaati,

9l5 senesinin l8 Zilhiccesi'nde ( 29 Mart l5l0) baslamis ve altmis bes günde

sona ermisti. Bu insaat ve tamiratta, Istanbul surlarindan baska Galata'daki

mahzenler, Galata kulesi, Kiz kulesi, Rumeli ve Anadolu hisarlari fenerlikleri,

Çekmece köprüleri ile Silivri kalesi gibi önemli yerler de vardi. Sutan II.

Bâyezid'in bu çabalari üzerine Istanbul kisa bir sürede adeta yeniden insa

edilmis oldu. Bu insaat, bütünüyle Mimar Hayreddin'in nezâreti altinda

yapilmisti. Insaatin tamamlanmasindan sonra hükümdarin emri üzerine üç gün ve

gece, fakirlere yemek dagitildi.SEHZÂDELER MESELESI

Sultan II. Bâyezid'in, Abdullah, Sehinsah, Alemsah,

Mahmud, Mehmed, Ahmed, Korkud ve Selim isimlerinde sekiz oglu olmustu. Bunlardan

Abdullah, Sehinsah, Alemsah, Mahmud ve Mehmed, babalarinin sagliginda

ölmüslerdi. Geriye yas sirasina göre Ahmed, Korkud ve Selim kalmislardi. Sehzâde

Korkud Saruhan (Manisa), Sehzâde Ahmed Amasya, Sehzâde Selim de Trabzon

valiliklerinde bulunuyorlardi.

Pâdisahin yaslanmasiyle birlikte memleketteki

düzensizlikler de artmaya basladi. Hayatta kalan sehzâdelerden her biri,

iktidari ele geçirmek için gayret ediyordu. Bu gayrete sebep olan saltanat hirsi

yaninda, Fâtih Sultan Mehmed Kanunnâmesi'ndeki Nizam-i âlem için öldürülme

korkusu da vardi. Bu düsünceler, her üç sehzâdeyi de, hayatinin son günlerini

yasayan babalarinin yerine geçmek için harekete getirdi.

Devlet adamlari, Ahmed'in yasça büyük, çocuklarinin çok

ve babasi gibi uysal olmasi sebebiyle padisah olmasini istiyorlardi. Bütün

bunlar, o dönem anlayisi bakimindan Ahmed için birer avantajdi. Ortanca ogul

olan Korkud, sessiz, ilim ve musikî ile hayatini geçiren sair ruhlu bir sehzâde

idi. Onun bu hali, birçoklari tarafindan sevilmesine sebep olmustu. O da

içtenlikle tahta geçmeyi istiyordu. Fakat erkek çocuklarinin olmayisi onun

padisah olmasini zorlastiriyordu. Sehzâdelerin en küçügü Yavuz Sultan Selim'di.

Onun da Süleyman adinda bir oglu vardi. Sert olusundan ve devlet adamlarini,

yaptiklari yanlislarindan dolayi acimasizca tenkid ettiginden, devlet ileri

gelenleri tarafindan pek sevilmedigi gibi, padisah olmasi da istenmiyordu.

Devlet adamlarinin bu sekildeki görüslerine karsilik ordu, Selim'i destekliyor

ve onun, babasinin yerine geçmesini istiyordu. Böylece ülke, asker ve sivil

güçler arasinda iki farkli ve birbirlerine tamamen zit olan iki anlayisla karsi

karsiya kalmisti.

Sehzâde Korkud

Bâyezid'in, hayatta kalan üç sehzâdesinin ortancasi

idi. 872 (M. l467)'de dogan Korkud, dedesi Fâtih'in yaninda yetistiginden,

tahsiline itina edilmisti. Bu sebeple âlim, fâzil, sair ve musikisinas bir

sahisti. Islâm hukukuna dair genis bilgisi olup Arapça'yi hem anlar hem de

yazardi. Babasina gönderdigi bazi mektupari Arapça idi. Harimî mahlasiyle

siirleri vardi. Dedesi Fâtih'in vefatinda, babasi yetisinceye kadar onun adina

saltanata vekâlet etmisti. Babasi zamaninda 888 ( l483 M. ) senesinde önce

Manisa Sancagi'na tayin edilmisken, bilahere agabeyi Ahmed'in tesiriyle

Istanbul'a uzak olan Teke ili (Antalya) Sancagi'na naklolunmustu. Ilk sancaginin

kendisine tekrar verilmesi hususunda babasina mektup yazip istekte bulunduysa da

bu istek, sarayca reddedildi. Babasinin ,Ahmed'e olan meyli de onu kizdiriyordu.

Keza, Vezir-i A'zam Has'larindan olan ve kendisinde bulunan bir Has'sin, Hadim

Ali Pasa'ya verilmesi kendisini çok üzmüstü. Bu sebepler ve memleketin fena

idaresi onu kizdirir. Bu sebeple Hacca gitmek için hazirlik yapar. Böylece 8

gemi, 80 kadar asker ve 50 kadar maiyyeti ile l8 yük akça kadar para alir.

Durumdan haberdar olan Sultan Bâyezid, Mevlâna Alaeddin (Imam Ali )'yi gönderip

Izmir'in, sancagina ekledigini bildirir. Buna karsilik Korkud:

Bana saltanat gerekmez. Ben, Hz. Peygamber'i rüyamda

gördüm. Beni, Hacca davet etti diyerek babasinin gitmeme teklifini reddeder.

Elçi dönüp durumu babasina anlattiginda Bâyezid: Kazaya, rizadan baska çare

yoktur diyerek adamlarinin yerinde kalmasini emreder. Misir Sultani, Korkud'u

çok güzel bir merasimle karsilar. Ona hediyeler verip ikramlarda bulunur. Hatta

ona günlük 3000 filorilik bir maas baglar. Memlûk Sultani ile ilk görüsmede

Sultan, onu evladi yerinde saydigi için gözlerinden, o da Memlûk Sultani'ni baba

makaminda gördügü için gerdanindan öper. Görüldügü gibi Misir'da çok iyi

karsilanan Korkud, amcasi Cem Sultan gibi bir maceraya atilmak

üzeredir.

Memlûk Sultani, onun tahta çikmak için kendisinden

yardim istemeye veya babasi ile arasini bulmaya geldigini zannetmisti. Fakat

onun gerçek niyeti, Kudüs ve Haremeyn gibi yerleri ziyaret edip hac etmekti.

Ancak, Memlûk Sultani'nin, Osmanlilarla aralarinin açilmasina sebep olur

endisesiyle onun hacca gitmesine izin vermedigi belirtilmektedir. Sehzâde

Korkud'un, ülke ve memleket arzusu ile babasindan izinsiz gelmis olmasi, pisman

olmasina sebep olmustu. Misir Sultani, 9l7 (l5ll M. ) yilinda geri dönen

Sehzâdeyi 20 parça gemi ile ugurlar. Sancagina dönen Korkud, babasina pekçok

hediyeler göndererek yaptiklarindan dolayi özür diler. Bunun üzerine bazi

ilavelerle Saruhan Sancagi kendisine verilir.

Sehzâde Ahmed

Bâyezid'in, hayatta kalan en büyük oglu olup 870 (M.

l465) yilinda dogmustur. Babasi tarafindan çok sevildigi gibi Vezir-i A'zam

Hadim Ali Pasa da onun tarafini tutuyordu. Bu bakimdan, her an hükümdar

olabilirdi. Sehzâde Ahmed, mutedil ve her seyi düsünerek ona göre tedbir alan

bir kimse oldugundan, bir kisim devlet erkâni da, onun, babasinin yerine

geçmesine taraftardi. Hatta Sah - Kulu (Seytankulu)'yu ortadan kaldirmakla

görevlendirilen Hadim Ali Pasa, Sehzâde Ahmed'le görüstügü zaman kendisinin

hükümdar olduguna dair padisah nâmina sehzâdeye teminat vermisti. Bununla

beraber bu isin, Sah -Kulu isyaninin bastirilmasindan sonra gerçeklesebilecegini

söylüyordu. Bundan dolayi Sehzâde Ahmed, kendisini hükümdar bilerek askere ve

komutanlara ihsanlarda bulunuyordu. Bununla berabr kendisine bey'at ettirmek

istedigi yeniçerilerin Padisahimiz hayatta oldukça kimseyi hükümdar tanimayiz

diye onun bu pesin kararina karsi çikip red cevabi vermeleri, sehzâdeyi

müteessir etmisti. Ahmed, en çok kardesi Korkud'un hükümdar olacagindan endise

ediyordu. Sehzâde Ahmed'in en samimi taraftari olan Hadim Ali Pasa'nin, Sah -

Kulu olayinda ölümü, bunun isini biraz bozmus ise de gerek babasi, gerekse diger

devlet erkâni, bu arada Rumeli'de Mihalogullari ve diger beyler kendisini

istiyorlardi. Hatta Rumeli akincilari Biz, sana tabiyiz ne durursun diye

Ahmed'e haber göndermislerdi. Fakat Hadim Ali Pasa'nin ölümü üzerine onun Sah -

Kulu asilerini takip etmeyip Amasya'a gidisi yeniçerilerin hosnutsuzluguna sebep

olmustu.

Sehzâde Ahmed, en büyük taraftari olan Hadim Ali

Pasa'yi kaybedince çok üzüldü. Anadolu ve Kapikulu halkina agir sözler söyledi.

Ordu ile arasindaki sogukluk bir kat daha fazlalasti. Hele Yavuz Sultan Selime'e

Avrupa'da bir sancagin verildigini isitince hiddeti bir kat daha artmisti. Bu

yüzden, Sah - Kulu isini bir tarafa birakarak, Selim meselesini takib etmeye

basladi. Anadolu'yu Kizilbas'tan temizlemeye ugrasacagina Afyon'da oturarak

Anadolu'nun yakilip yikilmasina ve halkin soyulmasina, devlet kuvvetlerinin

yenilmesine âdeta seyirci kaldi. Günlerini, padisahlik hayallerinin tahakkuku

için Edirne'ye ulak ve mektuplar göndermekle geçirdi. Sehzâdenin bu hali,

Anadolu halki ve askerlerinin gözünden kaçmadi. Böyle bir tutum ve davranis,

onun, halk nazarindaki itibarinin düsmesine sebep oldu.

Sehzâde Selim ve Hükümdar Olusu

Sultan II. Bâyezid'in hayatta kalan üçüncü oglu idi.

Annesi Dulkadiroglu Alâuddevle'nin kizi Ayse Hatun'du. Babasinin Sancakbeyi

olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelmis olup dogum tarihi 875 ( l470 ) olarak

kabul edilmekle birlikte hicrî 87l veya 872 seneleri olabilecegi de

belirtilmektedir. Selim de Sehzâde korkud gibi dedesi Fâtih'in yaninda büyüdü.

Devrin hocalarindan ders aldi. Sehzâde Ahmed ve korkud'un yumusak huyluluguna

karsilik Selim, sert, cevval ve hareketli idi. Sairlik yönü de bulunan

Selim,Türkçe, Farsça ve Tatarca siirler söylerdi.

Sehzâde Selim, babasinin, uzun zamandan beri bozulmaya

yüz tutan devlet islerinden müteessiren saltanati terk edecegini haber aldigi

için, tertibat almayi uygun görmüs olmalidir. Bilindigi gibi bu dönemde, hanedan

içinde henüz bir Verâset-i Saltanat Kanunu bulunmadigindan, Fâtih kanunnâmesi

geregince hükümdar olan sehzâde, diger kardeslerini Nizâm-i âlem için

öldürebilirdi. Bu sebeple Selim, kardesleri olan Ahmed ve Korkud'un durumlarini

gözden irak bulundurmuyordu. Bununla beraber, Istanbul'a uzak olmasindan dolayi

saglikli haberler de alamiyordu.

Sehzâde Ahmed, yumusakligi ve sakin hali ile bütün

devlet erkâninin takdirini kazanmisti. Halbuki Selim, atakligi ve sertligi ile

taniniyor, bu yüzden de kendisinden çekiniliyordu. Nitekim, bu siralarda

Erzincan ve çevresinde faaliyette bulunan Sah Ismail'i o mintikadan

uzaklastirdigi gibi, Gürcüler üzerine de sefer yaparak o taraflarda da kendisini

göstermis oldugundan onun bu hal ve tavirlari babasina karsi serkesâne vaziyet

aldi seklinde gösterilmisti. Sehzâde Selim, saltanati elde etmek isteyen

kardeslerine karsi hazirliklar yapmis, kendisine bagli olan kuvvetlerden baska,

Kirim Hani kuvvetlerinden de istifade etmisti. Nitekim, Rumeli'ye geçtigi sirada

Kirim Hani'nin küçük oglu komutasinda yaninda üçyüz elli kadar Tatar askeri

vardi. O, taraftarlari vâsitasiyle Yeniçeri Ocagi'ni da elde etmisti. Sehzâde Selim'in, Rumeli'ye geçtigi haberi Istanbul'a

ulastigi zaman devlet erkâni, padisahi Edirne'ye götürmek üzere yola çikarmisti.

Bu sayede Selim'in üzerine asker de sevk edilecekti. Bu durumu ögrenen Selim,

asi olmadigini ve babasina tazimlerini arz için geldigini bildirmisti. Bu

arada babasi tarafindan kendisine nasihatta bulunmak üzere gönderilen elçiye

iltifatlarda bulunmustu.

Selim'i sevmeyip onun aleyhinde bulunan kimseler, bu

durumu kabul etmeyerek Selim'in üzerine Rumeli beylerbeyi Hasan Pasa'yi

göndermislerdi. Fakat Hasan Pasa, harb etmeden Edirne'ye dönmüstü. Bunun üzerine

padisah bizzat kendisi Selim'e karsi harekete geçmisti.

Bâyezid, ihtiyar oldugundan araba ile hareket edip

Çukurçayir'da Selim'in ordugahinin karsisina gelmisti. Selim, ordusuna, karsi

taraftan bir taarruz vaki olmadikça harekete geçilmemesi emrini vermisti. Bu

esnada, Sultan II. Bâyezid'e, binmis oldugu arabanin penceresinden, elini öpmek

üzere gelen oglunun kuvvetleri gösterildigi zaman padisah, üzüntüsünden

aglamisti. Sehzâde Selim'e taraftar olmalari ihtimal dahilinde buluan Rumeli

akinci ve sancakbeylerinin istirham ve istekleri üzerine muharebeden vaz

geçilerek iki taraf arasinda bir anlasma saglandi. Buna göre Selim'e bir heyet

gönderilip simdilik babasi ile görüsmesine imkân bulunmadigi, bununla beraber

Sehzâde Ahmed'in veliahd olarak tayin edilmeyecegi bildirilmisti. Ayrica,

Rumeli'den istedigi Semendire sancaginini kendisine tevcih edildigi bildirildi. Bâyezid, sehzâdelerinden hiç birini, digerlerine tercih

etmeyecek ve onlardan birini veliahd yapmayacagina dair bir de ahidnâme

yazdirarak bu olayin ilk safhasini kapatmis oluyordu. Böylece veliahd tayini

isini önlmeyi basaran Selim, emri altindaki askerle Semendire'ye gitmeyip,

Rumeli beylerinin karari ile Eski Zagra ve Filibe taraflarinda kalarak

Semendire'ye bir vekil göndermist.

Vezir-i A'zam Hadim Ali Pasa'nin, Sah - Kulu olayinda

sehid olmasi ve o siralarda, Karaman Valisi olan oglu Sehinsah'in vefat haberini

almasi üzerine çok üzülen Sultan Bâyezid, Edirne'den Istanbul'a hareket edip

saltanattan çekilmeyi düsünür. Böyle bir durumda kimin saltanata gelecegi

meselesi tekrar gündeme gelir. Devlet erkâni, Sehzâde Ahmed'in, babasinin yerine

geçmesine taraftardir. Fakat Hadim Ali Pasa'nin yerine Vezir-i A'zamliga gelen

Hersekzâde Ahmed Pasa, bu görüse katilmamaktadir. Bununla beraber yapabilecegi

fazla bir sey de yoktur. Daha önce Selim'e hiç bir sehzâdenin veliahd

olmayacagina dair söz verilmis olmasina ragmen Ahmed, tahta geçmek üzere

Istanbul'a davet edilir. Filibe'de bulunan Sehzâde Selim, adamlari vâsitasiyle

bütün bu görüsme ve gelismelerden haberdar olur.

Selim, alinan kararin, kendisine verilen ahidnâmeye

aykiri oldugunu görünce 40 bin kisilik bir kuvvetle Çorlu'da babasinin

kuvvetlerinin bulundugu Karisdiran Ovasi'na gelir. Sehzâde Ahmed taraftarlari,

II. Bâyezid'i, Selim'in aleyhine tahrik için arabasinin örtüsünü kaldirarak

Elinizi öpmeye gelen oglunuzun kuvvetini görün, müretteb ve müsellah (silahli)

askerlerle ogul babayi böyle mi ziyaret eder? diyerek padisahi ogluyla savasa

tahrik etmislerdi.

9l7 Cemaziyelevvel'inin sekizinci günü (Agustos l5ll

)'de iki taraf arasinda meydana gelen muharebe, Selim'in aleyhine sonuçlanir.

Bundan sonra, Sehzâde Ahmed'in hükümdarligi kesinlesmis gibi olur. Bu sebeple

Ahmed Istanbul'a davet edilir. Bununla beraber Hersekzâde Ahmed Pasa, daha önce

verilmis ahidnâmeye sadik kalinmasini isteyecek ve fakat sözünü

dinletemeyecektir. Sehzâde Ahmed, aldigi emir üzerine sür'atle Istanbul'a dogru

yola çikip Gebze'ye, oradan da Maltepe'ye gelir. Fakat yeniçerilerin kendisini

istememeleri ve Istanbul'da bazi isyan hareketlerine girismeleri üzerine tekrar

Anadolu'ya döner.

Selim'in aleyhtarlari, Ahmed'in muvaffak olamamasi

üzerine bu defa da Sehzâde Korkud'u hükümdar yapmak üzere onu Istanbul'a davet

ederler. Manisa'da bulunan bu sehzâde, sür'atle Mihalic'e, oradan da kayiklarla

Davut Pasa iskelesine gelip karaya çikar. Önce yeniçeri ocagina gitmis sonra

babasini görüp kardesi Ahmed'den kaçtigini söyler. Yeniçeriler, Korkud'a karsi

saygida kusur etmezler, ancak Selim'den baskasini hükümdar olarak

istemediklerini de münasib bir sekilde anlatirlar.

Bütün bu gelismeler karsisinda, idareyi Selim'e terk

etmekten baska çare bulamayan II. Bâyezid, oglu Selim'i Istanbul'a davet eder.

Sehzâde Selim, kara yolu ile Kefe'den Akkirman'a oradan da Rumeli'ye geçip

Istanbul'a gelir.Devlet erkâni tarafindan karsilanip tebrik edilen Selim'in,

Divân-i Hümayûn'a gelip babasinin elini öpmesi istenir. Fakat bir suikast olur

endisesiyle Selim, ancak at üzerinde babasi ile görüsmeyi kabul eder. Ertesi gün

Selim, bütün devlet ricalinin hazir bulundugu bir sirada babasi ile görüsür.

Bâyezid, oglunun hükümdar olmak istedigini ve askerle bir kisim devlet adaminin

da bunu destekledigini görünce, diger sehzâdelerden herhangi birinin kendisine

muhalefet etmedikçe öldürülmemesi sözünü de aldiktan sonra saltanati kendisine

terk eder. Böyece 8 Safer 9l8 Cumartesi (25 Nisan l5l2) günü vezirler saraydan

çikip Selim'in saltanata geçtigini ilan ederler. Yavuz Sultan Selim'in tahta

geçis tarihi olarak 7 Safer gününü veren kaynaklar da (M. Süreyya, Sicill-i

Osmanî, I, 38) bulunmaktadir. Bundan sonra Selim gelip babasinin elini öper ve

onun hayir duasini alir. Bu esnada II, Bâyezid, ogluna su ögüdü

verir:

Kâfirin katline eyle ihtimam

Kim anunla tutar din-ü mülk nizâm

Padisah oldunsa adli pise et (önde

tut)

Zulm-ü bidad (adaletsizlik) eyleme endise

et

Merhamet et âciz u bi-çareye

(çaresize)

Sefkat eyle bi-kes (kimsesiz) u

âvareye

Tangri içün it ehl-i ilme ihtiram

Derdmend ( dertli)in hatirin hos gör

müdam

Müfsidin neslini kes ger sah isen

Adle meyl et bende-i Allah (Allah'in kulu) isen. Öyle anlasiliyor ki Yavuz Sultan Selim, babasina,

kardesleri rahat durduklari müddetçe hayatlarina dokunmayacagina dair söz

vermisti. Verdigi bu söz sebebiyle gelisi ve tahta çikisi esnasinda, Istanbul'da

bulunan kardesi Korkud'a saygi gösterdi. Onu, Saruhan Sancakbeyligi'nde birakti.

Kirim Hani'na bir mektup yazarak padisah oldugunu ve yaninda bulunan Sehzâde

Süleyman'i göndermesini bildirdi. Yavuzun, padisah olusu, gerek Istanbul,

gerekse bütün bir devlette büyük bir sevinç ve cosku ile karsilandi. Hakkinda

medhiyeler yazildi. Fakat kardesi Sehzâde Ahmed ve ogullari bu haberi hiç

begenmediler. Bu sebeple Murad (Ahmed'in oglu ) Amasya'da, Ahmed ve Alâeddin

Konya'da Selim'in hükümdarligini tanimadilar. Onlar da müstakil birer hükümdar

gibi yasamaya basladilar.

Selim'in tahta geçisi, gerek Osmanli, gerekse Sünnî

Islâm dünyasi için hayirli bir hareket olmustu. Zira, bir bakima Iran'in ileri

karakolu olarak vazife gören Siîlik, II. Bâyezid döneminde Osmanli topraklarinda

faaliyet gösterirken, Sünnî akide ve tarikatlar, bu istilaci hücuma ayni cins

silahlarla mukabele edemiyorlardi. Daha önce de temas edildigi gibi bir Mehdi

hikayesinin arkasina siginan bu sekavet ve saltanat ihtirasinin maskesini

düsürmek gerekiyordu. Bu da ancak Selim gibi ileriyi gören, ufuktaki büyük

tehlikeyi sezen, sert, cevval ve dirayetli bir idareci ile mümkün olurdu. Ülkeye

sizmaya çalisan bu Siîlik tehlikesi, onu, babasina karsi gelmeye kadar götürdü.

Kendisinin ve memleketin halini pederimle görüsüp ahval-i devleti sifahen arz

etmek muktezay-i maslahattir diye ayak diredigi halde, kendisini istemeyen

devlet adamlari, onun bu talebini yerine getirmekten siddetle çekindiler. Onlar,

sadece babasinin elini öpmeyi kast eden bir kimse, böyle bir ordu ile nasil

gelir diyerek babasi ile görüsmesine bile müsaade etmediler. Onlara göre yasli

hükümdar, tahtini ogullarindan birine terk edecekse, bu, herhalde ele avuca

sigmaz Selim degil, babasi gibi yavas ve halim Sehzâde Ahmed olmaliydi. Anlasildigi kadari ile Selim, her iki kardesini de

Osmanli tahti için kifayetli görmüyor ve dedesi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra

devletin maruz kaldigi tehlikeleri ortadan kaldiracak ve bükülen belini, sadece

kendi çabalarinin dogrultabilecegine inaniyordu.II. BÂYEZID'IN SAHSIYETI VE VEFATI

O, yaratilisi itibariyle, babasina pek benzemiyordu. Bu

yüzden onun kadar hareketli, cevval ve atak degildi. Bu sebeple o, daha sakin ve

daha rahat bir hayati seviyordu. Bu bakimdan, onun hayatini, iki devreye ayirmak

mümkündür. Bunlardan biri, sehzâdelik hayati ile saltanatinin ortalarina kadar

olan dönem, digeri de belirtilen dönemden itibaren, ölümüne kadar geçen

devredir. Yerli ve yabanci kaynaklar onun yasantisi ve özellikleri hakkinda bize

tafsilatli bilgiler vermektedirler. Nitekim, Venedik elçisi Andre Gritti, onu

söyle tavsif eder:

Bâyezid'in boyu ortadan yüksek olup rengi zeytunîye

çalar. Çehresi, zihnen ciddi ve agir seylerle mesgul bulundugunu gösteriyor.

Fitratan magmum ve mahzundur. En mes'ud hadiselerin zuhûrunda bile asla sevinip

fazla gülmez. Hiç sarap kullanmaz, az yemek yer, ata binmekten pek zevk duyar,

giriftar oldugu nikris illeti men etmezse en sevdigi sey av eglenceleri ve at

talimleridir. Dinî merasimin hiç birini ihmal etmez, pek çok sadaka dagitir.

Felsefede behre ve malumati olmakla övünür, kozmografa (astronomi) ile fazla

mesgul olur.

Bâyezid, gerek faziletli bir hükümdar olusu, gerekse

iyi ahlâkindan dolayi komsu hükümdarlar ve kendileri ile anlasma aptigi devlet

reisleri üzerinde bir hürmet hissi uandirmisti. Kendileri ile birçok defa

muharebe etmis olmasina ragmen Misir'da vefati duyulunca, gerek Memlûk

hükümdari, gerekse Kahire halki tarafindan giyabî cenaze namazi kilinmisti. II. Bâyezid, saltanati oglu Selim'e devr ettikten

sonra, arzusu üzerine yirmi yük (2 milyon akça) yillik maas tayiniyle dogum yeri

olan Dimetoka'ya gitmek ister. Bâyezid Han, yasli ve rahatsiz olmasina ragmen bu

yolculuga çikmak ister. Yavuz Sultan Selim, Edirnekapi'ya kadar yaya olarak

babasina refakat edip onu tesyi eder. Bu arada baba, ogluna devlet idaresi

hakkinda tecrübelerine dayanarak nasihatlarda bulundugu gibi, oglu da onun hayir

duasini taleb ederek ellerini öper. Babasinin arzusu üzerine Edirnekapi'dan geri

döner. Yavuz Sultan Selim, babasinin hizmetinde bulunmak üzere Rumeli beylerbeyi

Hasan Pasa ile Defterdar Kasim Çelebi'yi ve Tabib Ahî Çelebi denilen Mehmed b.

Kemal'i tayin edip gönderir. Bâyezid, daha Dimetoka'ya varamadan yolda vefat

eder. Vefat yeri hakkinda farkli bilgiler bulunmaktadir. Buna göre onun vefat

ettigi yer: Çekmece, Sazlidere, Çorlu'nun yakinlari, Edirne yakinindaki

Sögütlüdere veya Hafsa kasabasinin Abalar köyünden biridir. l0 Rebiülevvel 9l8

(26 Mayis l5l2)'de Nikris illetinden vefat ettigi zaman 67 yasinda bulunuyordu.

Babasinin ölüm haberini alan Yavuz Sultan Selim çok üzüldü. Korkud, Ahmed ve

diger sehzâdeler de haberi duyunca üzüldüler. Halk da üzülmüs olacak ki, karalar

giymeye basladi. Yavuz, Yunus Pasa'nin, na'si Istanbul'a getirmesini emretti.

Yunus Pasa da na'si yikatip kefenleyerek Istanbul'a getirir. Basta Yavuz Sultan

Selim olmak üzere ulema, devlet erkâni ve halk tabutu karsiladilar. Bundan sonra

cenaze namazini kilip onu, yaptirdigi câmiin önündeki hazir olan kabrine

defnettiler. Yavuz, babasinin kabri üzerine altigen bir türbe yaptirdi.Türbe

için, türbedâr, hafiz ve bakicilar tayin etti. Bunlar, gece gündüz onun ruhu

için hatimler indirip dualar ettiler.

Kaynak: Osmanli tarihi

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


SULTAN II. BÂYEZID

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler SULTAN II. BÂYEZID Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Yedi yasinda iken Amasya sancakbeyligine gönderildi. Sultan II. Bâyezid'in zamani, gerek Osmanli cografyasi, gerekse ekonomik hayati bakimindan istikrarli ve emniyetli bir devir idi. Gerek bu gerekse ve daha önceki dönemlerde yenilmeye degil, genellikle yenmeye alismis bir kütle psikolojisi için, hududlardan ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 10:42 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.