Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Öğretici Bilgiler

Uyarılar

YAVUZ SULTAN SELIM

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler YAVUZ SULTAN SELIM Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir söyleyebiliyordu. Farsça olan Divân'i l306 yilinda Istanbul'da basilmis olup, l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II.'nin emri ile Paul Horn tarafindan Berlin'de yeniden nesredilmistir. Trabzon'daki valiliginden itibaren meclisinde sairleri bulundurmayi aliskanlik ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi

YAVUZ SULTAN SELIM

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 01:03 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart YAVUZ SULTAN SELIM

Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir

söyleyebiliyordu. Farsça olan Divân'i l306 yilinda Istanbul'da basilmis olup,

l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II.'nin emri ile Paul Horn tarafindan

Berlin'de yeniden nesredilmistir. Trabzon'daki valiliginden itibaren meclisinde

sairleri bulundurmayi aliskanlik haline getirmisti. Câfer Çelebi, Ahi ve Revânî,

onun meclisinin müdavimleri idiler. Siyer ve Tarih ilminde epey mütalaasi

oldugundan bu konuda mahir bir sahsiyet olarak kendisinden söz edilmektedir. Bos

zamanlarini âlim ve ediplerin meclislerinde geçirmekten hoslanirdi. Ilmi sever

ve ülemaya hürmet ederdi. Tarih, felsefe ve tasavvuf sahalarinda genis bir

bilgisi vardi. Özellike edebî bir lisanla ve pek muglak olan Tarih-i Vassafi

çokça mütalaa ederdi ki bu, onun ilimdeki yüksek vukufunu göstermektedir.

Hazarda olsun seferde olsun, vakit buldukça ilmî mütalaalar ile mesgul olurdu.

Nitekim, Misir'dan Istanbul'a gelinceye kadar Ibn Tagriberdî'nin

en-Nücûmu'z-Zâhire adli eserini Ibn Kemâl'e tercüme ettirerek menzillerde

parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri okurdu. Yine o, Misir'daki

ikameti esnasinda, Hind ve Çin haritalarini yaptirmisti. O, sair, mutasavvif ve

filozof bir hükümdardi.Uzunçarsili'nin degerlendirmesiyle o, Osmanli

hükümdarlari arasinda ilim itibariyle en yüksegi idi. Sam'in Sâlihiyye semtinde

câmi ve imâret insa ettiren Yavuz Sultan Selim, oradaki Muhyiddin Arabî'nin

türbesini de bulup yaptirdi. Böylece o, ( ) Sam'daki bu tesisler ile Konya'da

Mevlevî Tekkesi'ne getirdigi sudan baska bir hayir yapamamisti. Zira benzer

hayir isleri için fazla zaman bulamamisti. Hatta Istanbul'daki kendi câmiinin

bile temellerini attirmis fakat ikmâline imkân bulamamisti. Osmanli Devleti'nin

9. hükümdari olan Yavuz Sultan Selim, Müslüman - Türk âleminin ilk halifesi

olarak dünyada ilk defa Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn ünvanini almisti. Babasi

II. Bâyezid, annesi Dulkadiroglu Alaüddevle'nin kizi Ayse Hatun'dur. Babasinin

sancak beyi olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelen sehzâdenin dogum tarihi

hakkinda verilen kayitlar, hicrî 87l, 872 ve 875 (m. l466, l467 ve l470) yillari

seklinde epey farkliliklar göstermektedir.

Kaynaklar, Ikinci Bâyezid'in, hayatta kalan ogullarinin

en küçügü olan Yavuz Sultan Selim'in, sahsiyeti ve yönetimdeki enerjisi hakkinda

yeterli bilgi verirler. Kendi ifadesine göre, Trabzon Sancak beyligine 887

(l482) veya 892 (1487) yilinda tayin edilmisti. Öyle anlasiiyor ki o, diger

sehzâdelere göre daha cevval ve enerjikti. Ileri görüslü bir sehzâde olan Selim,

sert bir yaratilisa sahipti. Yapacagi islerde karar vermeden önce çok düsünür,

etrafindakilerle konusur ve bundan sonra kat'i bir karara varirdi. Istisare ve

arastirmadan sonra varilan karardan dönmezdi. Bu konuda önüne çikacak bütün

engelleri ortadan kaldirmak gayesiyle elinden geleni yapardi. Kararlarini

uygulayabilmek için planli bir sekilde çalisirdi. Adam seçmesini iyi bilirdi.

Bütün bunlar, onun, pâdisah olmasinda ve basarili isler yapmasinda birinci

derecede rol oynadi. Babasinin yerine geçip Osmanli tahtina oturmayi kafasina

koydugu zaman, en çok güvendigi adamlarini Istanbul veya sehzâdeler yanina

gönderdi. Onlardan aldigi raporlar sayesinde gerekli tedbirleri alarak, varmak

istegi hedefe emin adimlarla ulasmaya çalisti.Zira adamlari nasil hareket etmesi

gerektigi hakkinda da kendisine yol gösteriyorlardi. Onun, tahta geçmeden önce

kullandigi casuslar, Istanbul, Edirne ve Amasya'da esen havayi koklamakla

kalmadilar, ayni zamanda Selim hakkinda genis propaganda yapma imkânini da

buldular. Istihbarati saglam olan bu adamlari sayesinde dünya siyasetine de

vâkif bulunuyordu. Bundan dolayi cülûsundan önce taninmayacak bir sekilde Iran

ve Arabistan'i gezdigine dair söylentiler çikmisti. Devlet hazinesini devamli

surette dolu tutmak ister, debdebe ve ihtisamdan hoslanmazdi. Sadeligi severdi.

Milletleri idare etme hususunda büyük bir kabiliyet göstermisti. Ülkesinin her

tarafinda yalniz adaletin hakim olmasini isterdi.

Gerek Selimnâmelerde, gerekse diger kaynaklarda onun

nasil bir hükümdar olduguna, tebeasi (halki) için nasil çalistigina, devletinin

daha iyi bir sekilde idare edilip bütün Müslümanlari nasil bir birlik altinda

toplayacagina ve bizzat kendi özelliklerine dair epey bilgi bulunmaktadir.

Kesfî'nin Selimnâmesi'nde ifade edildigi üzere tahta geçtigi gün, babasi II.

Bâyezid, kendisine bazi tavsiyelerde bulunarak söyle demisti:

Ey nur-i didem (ey gözümün nuru) ve ey surûr-i sinem,

bugün ki emr-i Rabbânî ve takdir-i Yezdânî birle mâlik-i mülk-i diyar ve serîr-i

saltanata sehr yar oldin, gerekdir ki âd u sanimiz ve nâm u nisanimiz gözleyip

ve âbâ-i kiramimiz ve ecdad-i izamimiz izini izleyüb sâhân-i kadim muktezasinca

ve padisahân-i azim müddeasinca def'-i mezâlim-i esrâr (kötülerin zulmünü

ortadan kaldirip yok etmek) ve ref'-i mekâdir-i ahyar kilub nâm-i nikle (iyi bir

isimle) âleme tolasin... Kesfî'nin, devam eden ifadesinde, Yauz Sultan

Selim'in, babasinin bütün isteklerini yerine getirdigini, iyi ve bilgili

insanlarla nasil istisarede bulundugunu, dogruluktan ve devlet ile halkin

menfaatlerini kollamaktan ayrilmadigini ögreniyoruz. Hammer, Cenabî'nin, kismen

sadelestirdigimiz asagidaki ifadeleri ile ondan su sekilde bahseder: Selim, uzun boylu idi. Giyimine dikkat etmeyi severdi.

Ince zevki ve zerafetiyle temayüz etmisti. Kaftani kiymetli islemelerle süslü

idi. Kendisinden önceki hükümdarlar silindirik biçimde ve asagi kisminda tülbent

sarili bir kavuk giymislerdi. Sultan Selim ise bunun yerine yuvarlak ve yukarisi

tamamiyle sal ile örtülmüs bir kavuk kabul etti ki, buna Selimî denilmektedir.

Kendisinden öncekiler sakal biraktiklari halde o, sakalini tiras ettirerek

biyiklarini birakti. Yuvarlak yüzlü olan Yavuz Sultan Selim'in gözleri büyük ve

parlak idi. Siyah ve sik kaslari ile büyük biyiklari da onun bütün güçlü ve

heybetli niteliklerini belirten sahsiyetini karekterize ediyordu. Fikrinde

cür'et ve ziyadesiyle selamet vardi. Siiri sever ve muvaffakiyetle söylerdi.

Öfkeli, sert, baskiya egilimli olarak kendisini bütünü ile halkin islerine

hasretmisti. Yeryüzünde düzeni koruma azminde idi. Bu yüzden savasi ihtirasli

denecek sekilde severdi. Onun bu karekteri, yeniçerilerin kendisini sevmesine

sebep olmustu. Benzeri görülmeyecek kadar olaganüstü bir dinamizme sahipti. Ne

yeme - içmeye, ne de harem zevklerine düskündü. Günlerini avlanmak veya silah

kullanmakla geçirmeyi arzu ederdi. Zamaninin çok azini uykuya ayirdigindan

gecelerinin büyük bir kismini tarih veya Farsça siirler okumakla geçirirdi.

Olaganüstü bir zekâya sahip büyük bir padisahti. Çogu zaman halk arasinda gezer

ve taninmamak için her defasinda elbisesini degistirirdi. Birçok mahremleri

vardi ki, her tarafa girip çikar ve olup biten seylerden kendisine haber

getirirlerdi. Selim, Iran, Türk ve Arap siirinde temayüz etmisti. Misir seferi

esnasinda Ravza Adasi'nda bulundugu sirada, emri üzerine insa edilmis bir Arap

köskünün duvarina kendisine ait olan iki beyit yazdirmistir. Hammer'in, Yavuz

Selim'le ilgili olarak gerek Cenabî, gerek baska kaynaklardan yaptigi pek çok

alinti bulunmaktadir. Bununla berber biz bunlarin üzerinde fazla durmaksizin,

hemen hemen bütün kaynaklarin verdigi bilgilerle onu söyle tanitmak istiyoruz: O, Pâdisahlik hasletlerini tamamiyle sahsinda

toplayan, sert ve sasmaz bir disipline, tuttugunu koparir bir azim ve iradeye,

son derece cevval bir dinamizme sahip oldugu için Osmanlilarca Yavuz adi ile

anilan bir sultandi. Babasinin feragati üzerine cihanin en büyük askerî ve

siyasî kudretine sahip olan Osmanli hakanlik tahtina çikti.

Yavuz Sultan Selim de l5l0 senesinde Korkud gibi

pâdisah olmayi kafasina koymustu. Bununla beraber belirtilen senede Sehzâde

Ahmed'in padisah olacagi sayiasi yayilmisti. Bu durum karsisinda sehzâdeler

sancak degistirmek ve Istanbul'a daha yakin olmak için babalarina

basvuruyorlardi. Nitekim bu sebeple Yavuz da babasina bir mektup göndererek

Trabzon'dan sikâyet ediyordu.O, mektubunda söyle diyordu:

Bu vilayette galle cinsinden nesne bitmeyüb killeti

ve zarureti aleddevam oldugu sebepten sancak beyi olanlar, acz ve furûmande

kalurlar imis. Tereke tasradan gelür imis. Bende-i fakir geleliden beru hemçünan

galle gemi ile ve bazi Türkman canibinden gelür. Bu yerin bid'ati ziyade olmagin

evvelki zamandan simdi az gelür olmustur. Bizim hod bir gemi yapmaga takatimiz

yoktur. Kendu maslahatimiza göre amma tereke bulundugu takdirde dahi bu miktar

dirlikle ne verecek ve ne alacak bulunur. Elhasil bu mertebede zaruret çekilir

ki, vasf olmak hadd-i imkândan hariçtir. Hâsâ, Hüdâvendigâr'in eyyam-i

devletinde ki, bende-i hakir a'da agzinda bir vechle killet ve zaruret içinde

kalub a'da halimize muttali ola. Iç illerde refahiyette olan sehzâde

bendelerünüz bunca âli himmetle yaylaklarinda ve âb-i revanda ve mürg ü zarlu

sahralarda her nev'iyle huzurda ve refahiyette iken mezid-i merhamet rica

ederler. Ümmizdir, yevmen fe yevmen ziyade rif'atte ve refahiyette olalar.

Halbuki bende-i zaif dokuz tümen Gürcistan agzinda ve Sark vilayetinin

serhaddinde bir girdab içinde kalub sey'-i kalil dirlikle zindegâni oluna ki,

dosta ve düsmana cevab verub, Hüdâvendigâr sag olsun. Eger bende-i fakirden

kat'i nazar olunmadiysa sefkat-i sultanî ve inayet-i hakanî dirig olunmayub

himmet oluna ki, bu yerde zindegâniye takat kalmadi... Yavuz'un, bu ve benzeri

mektuplarla babasina bildirdigi istekleri, Sehzâde Ahmed'in baskisi yüzünden

yerine getirilemiyordu. YAVUZ'UN SÖHRETININ ARTMASI

Daha önce de temas edildigi gibi, Sehzâde Ahmed, babasi

II. Bâyezid'in yerine tahta aday gibi görünüyordu. Bununla beraber o, Amasya'da

hükümdarlara yakismayacak bir takim eglencelere katilip eglenirken Yavuz Sultan

Selim, Iran'in da etkisiyle gerek doguda gerekse Anadolu'nun baska bölgelerinde

bir felâket halini almis olan Kizilbas tehlikesini önlemeye çalisiyordu. Yavuz,

gittikçe artan Kizilbas propagandasinin korkunç ve tehlikeli bir hal aldigini

gören ilk sehzâde oldu. Tehlikeli bu durumu defalarca babasi ile sadrazama

yazdi. Bununla beraber onlardan ciddi ve sonuç verici bir tepkinin gelmedigini

gördü. Bu sebeple doguda ortaya çikan ve devletin siyasî varligina kast eden bu

yanginin söndürülmesi için, Anadolu'nun degisik bölgelerinden gelen yigitler ile

Erzincan ve Iran üzerine akinlarda bulundu. Bu hareketiyle o, Siîlige karsi

Sünnîligin tabiî lideri durumuna geldi. Onun bu seferlerini haber alan yigitler

Trabzon'a kostular. Bunlar, içten gelen bir arzu ve sevk ile dögüsmeye

basladilar. Zira bunlarin anlayisina göre bu bir cihâd idi. Bu akinlardan sonra

memleketlerine dönüp vardiklarinda, etraflrinda toplananlara Yavuz'un

kahramanlik ve yigitliklerini anlatmaya basladilar. Insanlarin toplu olarak

bulunduklari yerlerde ozanlar türkü çikarup Yürü Sultan Selim devrân

senindür kelimatini zikreder oldular...

Sehzâde Korkud ile Ahmed, iç bölgelerde yasarken Yavuz

sinirda çarpisiyor, ilerisi için lâzim olacak bilgi ve tecrübeleri elde etmeye

çalisiyordu. Bu durum, hem halk hem de Kapikulu askerlerinde Yavuz'un,

dedelerinin yolunda yüreyebilecek yegâne padisah namzedi oldugu kanaatini

uyandirmisti.

Bilindigi gibi, Müslüman bir topluma istinad eden

bünyesi ile Osmanli Devleti, Islâm Hukukunu, devletin bütün organlarinda

uygulamaya gayret ediyordu. Bu arada ilây-i kelimetullah anlayisinin bir

sonucu olan cihâd ve gazâ fikri de devlet ile halk için yerine getirilip

yapilmasi geren bir farz olarak telakki ediliyordu. Gerçekten devletin siyasî,

idarî ve askerî organlari da buna göre düzenlendikleri gibi elemanlari da buna

göre yetistirilmislerdi.

Muhtemelen, sartlarin zorlamasi sonucu olarak II.

Bâyezid döneminin sonlarinda Kapikulu, Akinci ve Timarli askerler, bir nevi

istirahata çekilmislerdi. Onlar, eski sefer ve zaferlerin hikâyelerini

anlatmakla ömürlerini geçirir olmuslardi. Nigbolu'lar, Varna'lar ve Kosova'lar

âdeta dillerde dolasan birer masal olmuslardi. Damarlarinin her atisinda

kahramanlik ve yigitlik darbeleri bulunan er ve beyler, eski günlerin hasretini

çekiyor, tarihe yeni destanlar yazdiracak büyük bir liderin gelmesini

sabirsizlikla bekliyorlardi. Iste bu lider, Trabzon'dan seferleri ve

haykirislariyla zaferlere susamis olan bütün bir tebeaya nurlu ve parlak

günlerin isaretini vermeye baslamisti.

24 veya 25 Nisan l5l2 (7 veya 8 Safer 9l8)'de padisah

oldugu zaman 46 yasinda olan Yavuz Sultan Selim, devlete karsi zararli bir

faaliyette bulunmadiklari takdirde kardeslerine dokunmayacagina dair babasina

söz vermisti.

Padisahligi resmen devr aldiktan sonra, babasi ile ayni

sehirde kalmalari mahzurlu görüldügü için II. Bâyezid, Dimetoka'ya gitmek üzere

yola çikmisti. Yavuz da onu belli bir yere kadar ugurlayip dönerken,

yeniçerilerin tüfek ve kiliçlarini çattiklarini, yeni padisahi da bunlarin

altindan geçirmek istedikleri haberi verilir. Bu sekildeki bir hareketten

yeniçeriler, padisahin kendilerine râm olacagini ve belki de bol bahsis

verecegini umuyorlardi. Fakat umduklarini bulamadilar. Çünkü, onlarin kiliçlari

altindan geçmeyi bir yenilgi alâmeti sayan Pâdisah, Yedikule'de babasina ait

oldugunu söyledigi hazineleri almak bahanesiyle yol degistirdi. Böylece

yeniçerilere görünmeden saraya geldi. Ancak onun bu sekilde hareket etmis

olmasi, yeniçerilerin saraya gelerek Caize istemelerine engel olamadi. Bunun

üzerine hükümdar, sayilari takriben 35.000 civarinda olan kapikullarinin

mensuplarindan her birine ikiser bin akça cülûs bahsisi ve ayrica süvarilere

5'er, yayalara (piyade) da 3'er akça cihet-i aslîlerine (maaslarina) terakki

vermek (zam yapmak) suretiyle ise baslamis oldu.

Yavuz Sultan Selim tahta çiktiktan sonra ilim adamlari,

devlet erkâni ve memleketin ileri gelenleri, gelip kendisini tebrik ederek

bey'at ederler. O da babasinin dönemindeki görevlileri yerinde birakarak

gerekenleri yaptiktan sonra ellerini kaldirip söyle dua eder: Ya Rabbi, senin

kudretin, beni saltanata getirdi. Bana devlet ve saltanat islerini kolaylastir.

Ona riayet etmeyi bana nasib eyle.SEHZÂDELER MESELESI

Yavuz Sultan Selim, idareyi ele geçirdigi zaman,

düsmanlari sindirilmis ve hududlari saglama baglanmis bir Rumeli'ye karsilik,

devletin gelecegine göz dikmis Sark (Dogu) düsmanlariyla yüz yüze gelmisti.

Fakat iç emniyet saglanmadan disari ile ugrasmak mümkün degildi. Her saltanat

degisikliginde oldugu gibi, yine taht rakibi birkaç sehzâde çikabilirdi. Bunlar,

tahti ele geçirmek için komsu bazi devletlerle anlasmalar da yapabilirlerdi.

Böyle durumlarda üzerinde ittifak edilen konu, genellikle kendileri ile

anlasilan devletlere bazi bölgelerin terk edilmesi seklinde oluyordu. Bu yüzden,

bazi sehzâdelerin basinin gitmesi gerekiyordu. Ne çare ki, onlar gitmeyecek

olsa, memleket gidecek veya memlekette kan gövdeyi götürecekti. Memleketi ve

bütün bir tebeayi (vatandasi) böyle bir duruma sokmamak için Osmanli

hükümdarlari gözlerinden yaslar aka aka kardeslerini ortadan kaldirmayi adeta

bir vazife biliyorlardi. Zira bu, memleketin selâmeti için gerekliydi. Bununla

beraber, daha önce de belirtildigi gibi Yavuz Sultan Selim, zararli bir

faaliyete girismedikleri takdirde kardeslerine bir fenalik yapmayacagina dair

babasina söz vermisti. Bu söze ragmen o, agabeyleri olan Sehzâde Ahmed ile

Sehzâde Korkut'un durumlari ile yakindan ilgileniyordu. Zira elde ettigi devlet

idaresinin ve tahtinin temellerinin saglamlasmasi bir bakima bu ilgiye bagliydi.

Aksi takdirde tahti ile birlikte devlet de elden çikabilirdi. Devletin elden

gitmesi bir tarafa, zarar görmesi dahi bütün bir Müslüman toplumun yok olmasi

veya baska din mensuplarinin idaresine girmesi demekti. Nitekim kisa bir süre

içinde cereyan eden hadiseler, Yavuz Sultan Selim'in bu ilgi konusunda ne kadar

hakli oldugunu ortaya koyacaktir.

Gerçekten, Sehzâde Ahmed, kardesi Selim'in, babasinin

yerine tahta geçmesini bir türlü kabul edememisti. O, gerek babasinin, gerekse

devlet adamlarinin vaadleriyle kendisini Osmanli tahtinin tek varisi olarak

biliyordu. Tahti ele geçirmek için de her seyi yapmaya hazirdi. Onun, devletin

yönetimini ele geçirme faaliyetleri yüzünden Sultan Selim, Ahmed gailesini

bertaraf etmek üzere hazirlanmak zorunda kalir. Zira Ahmed, babasi II.

Bâyezid'in sagliginda hükümdar olmak üzere harekete geçmis, Üsküdar'a kadar

gelmis, fakat yeniçerilerin müdahelesi sonunda geri dönerek Konya'ya çekilmis ve

orada hükümdarligini ilan ederek her tarafa hükümler göndermeye baslamisti.

Ahmet. Konya'da padisahligini ilan etmekle kalmamis, ayni zamanda oglu

Alaeddin'i göndererek l9 Haziran l5l2'de Bursa'yi da ele geçirmisti. Alaeddin,

Bursa Subasisi'ni öldürterek Hutbe ve Sikkeyi babasi Sultan Ahmed adina

çevirtmek ister. Fakat Bursa halki buna karsi direnerek Selim'e bagli

olduklarini göstermeye ve ona itaat etmeye devam eder. Lütfi Pasa, Alaeddin'in

Bursa'da yaptiklarini çok özet bir sekilde su ifadelerle nakleder: Sultan

Alaeddin, Bursa'ya gelüp ve Bursa'yi zapt edüb subasisini ve Sultan Selim'e tabi

olanlarin ekserin (çogunu) kiliçtan geçürüp ve mîrîye müteallik emvâli (mallari)

zapt edüp ve sehirlisinden dahi nice mal ve menal alub ve babasi Sultan Ahmed

adina Hutbe okudub Lütfi Pasa'nin verdigi bu bilgi, Sehzâde Alaeddin'in,

Bursa'da yaptiklarini ortaya koyup sergiledigi gibi, babasinin, hükümdar olarak

vazifeyi deruhte etmesi halinde yapabilecegi isler hakkinda da bir ip ucu

vermektedir. Sehzâde Ahmed, böyle bir hareket karsisinda Selim'in sessiz

kalmayacagini kestirmis olmali ki, yaninda bulunan ve kendisini destekleyen

devlet adamlarinin tesviki ile yardim talebinde bulunmak üzere oglu Murad'i da

Sah Ismail'e göndermisti. Sah Ismail'in izniyle etrafinda 20 bin civarinda asker

toplanir. O da gelip Tokat taraflarinda halka eziyet etmeye baslar. Ordusunda

bulunan Kara Iskender, onun hem komutani hem de akil hocasi idi. Öbür taraftan

Sah Ismail'in adami Nur Ali de etrafi yakip yikiyor ve Il ü gün Sah

Ismail'indir diye ilan ediyordu.

Sehzâde Ahmed ve ogullarinin hareketleri, halk üzerinde

çok kötü tesirler meydana getirmeye baslar. Zira halk, daha önce alismis oldugu

sukûnet, devlete güvenme ve haksiz bir sekilde vergi vermeme prensipleri artik

ortadan kaldirilmis, idareyi ele geçirmek isteyen bu insanlarin keyfine göre

vergi vermek ve onlara hizmet etmekle yükümlü tutulmustu.

Öbür taraftan Yavuz Sultan Selim, Kefe'de bulunan oglu

Süleyman'i Istanbul'a çagirip onu, yerine Kaim-i makam (Kaymakam) biraktiktan

sonra askerini toplayip durumun enine boyuna tartisilmasi için müzakere açar ve

der ki: Babama söz vermistim, kardeslerim rahat durduklari müddetçe onlara

dokunmayacaktim. Fakat görüyorsunuz, memleket ne hale geldi? Benim arzum sonuna

kadar bunlarla savasmak ve memleketi bunlardan kurtarmaktir. Bu arada kardesi

Ahmed'e de bu durumdan vaz geçmesi için bir mektup yazip ileri gelen devlet

adamlarindan biri ile gönderir. Fakat Ahmed, basina toplamis oldugu Turgutlu ve

Varsak askeri ile Selim'in bu baris teklifini kabul etmeyip isyana devam eder.

Bundan sonra, devlet erkâninin tamami, Selim'i destekler. Selim'in arzusu

üzerine Istanbul'dan Anadolu'ya geçilir. l5 Cemaziyelevvel 9l8 (29 Temmuz l5l2

)'de Bursa üzerine gidilir. Halk tarafindan sehri terk etmeye mecbur birakilan

Alaeddin, çekilmek zorunda kalmisti. Bu esnada Ankara'da bulunan Ahmed,

Amasya'ya geri dönmüs ise de Amasya Sancakbeyi Mustafa Pasa'nin, sehrin

kapilarini açmamasi ve bu arada Ankara'ya kadar ilerleyen Yavuz Sultan Selim'in

kuvvetleri tarafindan takip edildiginden doguya dogru kaçmaya devam eder.

Darende ve Malatya'yi geçip oradan Misir Sultani veya Sah Ismail'e siginmak

ister. Yavuz Selim'in, takibi için gönderdigi Malkoçoglu Tur Ali Bey, pesinden

Darende ve Malatya'ya kadar gelir.Tur Ali Bey, buradan Yavuz Selim'e bir mektup

yazarak Memlûk topraklarina girip girmeme hususunda fikrini sorar. Bunun üzerine

Yavuz Selim, Memlûk topraklarina girmeden geri dönmesini ister. Tur Ali Bey,

oradan Sivas'a gelir. Bursa'dan Ankara'ya gelmis olan Yavuz Selim de kisin

yaklasmasi üzerine Bursa'ya döner. Ahmed, Darende'den Yavuz'a bir mektup

gönderir. Mektubunda kendisinin yabanci bir devlete iltica etmesinin Osmanli

Devleti için büyük bir utanç vesilesi olacagini bildirerek anlasma teklifinde

bulunur. Bu mektuba karsilik veren Yavuz Sultan Selim, onun bu teklifini red

ederek sadece Müslüman bir devlette kalabilecegini bildirerek bu sartla her

türlü ihtiyacinin karsilanacagini söylemisti. Bu siralarda, Amasya'yi zapteden

Ahmed'i ani bir baskin ile ele geçirme tesebbüsü de sonuçsuz kalmisti. Bununla

beraber Yavuz Sultan Selim, Ahmed'e olan meyli yüzünden Vezir-i Azam Koca

Mustafa Pasa'yi Ahmed'le haberlesiyor diye Bursa'da idam ettirerek onun yerine

Hersekzâde Ahmed Pasa'yi dördüncü defa olarak sadarete getirir.

Yavuz Sultan Selim, devletin bekasi ve halkinin

selâmeti için sehzâdeler gailesini bütünüyle bertaraf etmek zorunda idi. Tarihî

bilgi ve tecrübeler, hayatta kalan sehzâdelerin devamli olarak devlet için bir

proplem olduklarini, dis güçlerin, bunlarin saltanat hirsindan devamli surette

yararlandiklarini gösteriyordu. Bunun içindir ki, Yavuz Sultan Selim, Sehzâde

Mahmud'un ogullari Kastamonu Beyi Musa ile Orhan ve Emirhan, Âlemsah'in oglu

Çankiri Beyi Osman ve Sehinsah'in oglu Nigde Beyi Mehmed'i de ortadan

kaldirdirmak zorunda kalir. Selim, ilmi, irfani ve cömertligi ile her sinif

halkin, bu arada yeniçerilerin sevgisini kazanmis bulunan agabeyi Korkut'un

saltanat hakkindaki görüslerini ögrenmek için, kendisine devlet ricali agzindan

mektuplar yazdirir. Bu mektuplara kanan Korkud'un, hâla saltanata gelme

arzusunda oldugunu derûnunun saltanat havasi ile gören Yavuz Sultan Selim,

Bursa'dan hareketle Saruhan (Manisa) üzerine yürür. Maksadi onu kendi sarayinda

ansizin bastirmakti. Bu haberi alan Korkut, yanina Pervâne (Piyale) adli

lalasini alarak Rodos sövalyelerine veya Avrupa devletlerinden birine iltica

etmek gayesiyle gizlice Antalya'ya dogru kaçmaya muvaffak olmustu. Bu kaçis

esnasinda onun Teke ili'nde veya Hamid ili'nde bir magaraya gizlendigi

bildirilmekle birlikte onun Bergama civarinda bulunan bir magaraya gizlendigi

anlasilmaktadir.* Sultan Selim, gelip agabeyi

Korkud'u bulamayinca, onun Frenk veya Misir'a gitme ihtimalini düsünerek

denizler dahil olmak üzere her tarafi kontrol altina alir. Agabeyini

yakalayamayan Yavuz Sultan Selim, geri dönerken Anadolu'dan kus uçurtmaz olur.

Bu esnada Korkud Çelebi, yerini kesfeden Türkmenlerin ihbari üzerine Piyâle ile

birlikte yakalanir. Bursa'ya getirildigi bir sirada Egrigöz'de 9 Mart l5l3'te

Kapicibasi Sinan Aga tarafindan uykuda iken yay kirisi ile bogulmak suretiyle

öldürülür. Daha önce Muhafizlar tarafindan Korkud'un yanindan uzaklastirilmis

bulunan Piyâle, döndügünde efendisinin öldürülmüs oldugunu görerek büyük bir

teessüre kapilir. Artik hiç birsey kendisini avutamaz. Onun tek tesellisi,

ölünceye kadar, Bursa'da Sultan Orhan türbesine defn edilen Korkud'un

türbedârligini yapmak olur. Gerçekten Sultan Selim, Sehzâde Korkud'un nedimi

(lala) olan Piyale'yi efendisine sâdikane hizmet ettigi için takdir edip

mükafatlandirir. Bol ve külliyetli miktardaki bir tahsisatla onu türbedarliga

tayin eder. Korkud Çelebi'nin ölümü üzerine üç günlük genel bir matem ilan eden

Yavuz Sultan Selim, biraderinin saklandigi yeri haber veren Türkmenlerden

bazilarini öldürtür.

Korkud, Osmanogullari'nin kiymetli bir mensubu idi.

Âlim, fâzil, sair ve musikisinasti. Bahriye (denizcilik) isleriyle ilgilenmekten

büyük bir haz duydugu gibi denizcileri de himaye ederdi. Devletin, denizcilikle

ilgili gelecekteki hedeflerini derin bir vukufla görüp takdir ettigi rivayet

edilir. Keza Barbaros biraderlerin onun himayesini gören denizcilerimiz oldugu

söylenir.

Yavuz'un hükümdar ilan edildigi sirada Istanbul'da

bulunan Sehzâde Korkud, ona sadik kalacagina ve saltanat dâvasina

kalkismayacagina dair söz vermisti. Selim de muhalefet edilmedigi müddetçe rahat

ve müreffeh bir hayat geçirebilecegini kendisine vaad etmisti. Bununla beraber

Korkud'un büyük bir huzursuzluk ve sikinti içinde bulundugu anlasilmaktadir.

Çünkü her seyden önce Yavuz'un verdigi söze sadik kalip kalamayacagi belli

degildi. Ayrica onun sert ve hasin tabiatini da biliyordu. Belki de bunlari

dikkate aldigi içindir ki, Istanbul'dan ayrilip sancagina hareket ettigi zaman

Yavuz'dan Midilli Adasi'ni istemisti. Bu talebi yaparken elbette bir düsüncesi

vardi. Bunu sadece gelir bakimindan mi istemisti, yoksa basina nasil olsa bir

felaket gelecegini düsünerek, buradan Misir'a veya amcasi Cem gibi baska bir

ülkeye kaçmayi mi düsünmüstü? Bunu simdilik kesin olarak söylemeye imkân yoktur.

Ancak onun bu arzusu, ne padisahça ne de henüz o tarihlerde sag olan II. Bâyezid

tarafindan olumlu karsilanmisti. Bununla beraber Yavuz Sultan Selim,

istediklerinden daha çogunun verilebilecegini ancak biraz sabirli olmasi lazim

gelecegini kendisine bildirir. Bu vaad samimi olmasa bile tam zamaninda

yapilmasi bakimindan dikkate sayandi. Çünkü Sehzâde Ahmed isyaninin devam ettigi

bu siralarda Korkud'un da ayaklanacagina dair söylentiler çogalmisti. Öyle bir

an geldi ki bizzat Sehzâde Korkud bir mektupla Yavuz'a taife-i ehl-i nifakin

bos durmadigini ve aleyhinde birçok seyler uydurdugunu, bunlara inanilmamasi

gerektigini ve kendisinin tam bir sadakat içinde bulundugunu bildirmek zorunda

kalir. Selim'in, bu mektuba verdigi cevapta kisaca sen sözünde durdukça bu

cânipten asla endise etmemelisin denilmisti. Korkud'un süpheli bir hareketi de,

Midilli'yi elde edemeyince Teke ve Alaiye taraflarinin kendisine verilmesini

istemesi idi. Halbuki vaktiyle kendisine ait olan bu yerlerden o, sihhatine

elverisli olmadigini söyleyerek ayrilmis bulunuyordu. Onun, yeniden bu

topraklara sahip olmak istemesini, bir tehlike vukuunda, deniz yolu ile baska

bir tarafa kolayca kaçma maksadina baglamak mümkün oldugu gibi idare ettigi

topraklarin biraz daha genisletilmesi seklinde yorumlamak da mümkündür. Ancak,

sehzâdenin bu gibi istekleri, Yavuz'un süphelerini artirmaktan baska bir ise

yaramadi.

Yavuz Sultan Selim, Ahmed'e karsi kesin sonuç almak

için harekete geçme zamaninin geldigine karar vererek, devlet ricali agzindan

ona da mektuplar göndertmis, geldigi takdirde bu ricalin kendisine iltihak

edecekleri bildirilmisti. Bu mektuplardan cesaret alan Ahmed, topladigi

kuvvetler ile Bursa üzerine yürümüstü. Iki kardes Yenisehir Ovasi'nda

karsilastiklari zaman Ahmed, kendisine gönderilen mektuplarin uydurma oldugunu

anlamis ise de artik savasi kabul etmekten baska çare bulamamisti. Burada maglub

olan Ahmed kaçarken atindan düserek yakalanir. Yakalandiktan sonra kardesi

Selim'e adam gönderip özür diler ve kendisini affedip küçük bir yer vermesini

ister. Fakat Selim, Sahkulu olayinda askerinin basinda olup onlarla savasmadigi

ve birçok Müslümanin ölümüne sebep oldugu için kendisini bagislamaz. Bundan

sonra Selim, fitnenin ortadan kalkmasi için, daha önce Korkud'u öldürdügünü

gördügümüz Sinan Agayi gönderip 8 Safer 9l9 (5 Nisan l5l3)'te onu da

bogdurur.Tahnid edilen cesedi, Bursa'da II. Murad türbesi dahilinde bulunan

Sehinsâh'in türbesi yanina defn edilir. Bununla beraber Selim, bu olaydan dolayi

çok üzülmüstü. Selim, bu üzüntüsünün bir nisânesi olmak üzere Bursa'da bin koyun

kestirecek ve fakirlere de 700.000 akça dagitacaktir.

Sehzâdelerin sebep oldugu iç karisikliklari sona

erdiren Yavuz Sultan Selim, yukarida görüldügü gibi kardeslerini ortadan

kaldirmaya muvaffak olur. O, kardesleri arasinda en çok Korkud'u severdi.

Kaynaklar, Yavuz Selim'in, Korkud'un idami esnasinda adeta çocuklar gibi

agladigini kaydederler. Onun, bu esnada nesl-i Osmanin bu garip kaderine âh-u

vah ettigi de nakledilir. Yavuz'un bu sekildeki davranislari, kardesleri ve

yegenleri hakkindaki mülahazalari, onun iki yönünü açikça ortaya koymaktadir.

Biraderlerinin ölümüne karsi derin ve insanî bir aci duymakta ve bunun için

aglamakta, onlarin kadin, kiz, ana ve hizmetinde bulunanlara en büyük lütfu

gösterip elinden gelen iyiligi yapmaktadir. Iste bu, onun kardeslik tarafidir.

Bununla beraber, Osmanli mülkünün parçalanmamasi ve milletin rahat etmesi

(nizâm-i âlem için ) de kardeslerinin katlini emretmekteydi. Bu, onun devlet

reisligi vazifesidir. Bu vazife kendisine, devletin selâmetinin, akrabalik,

sahsî alaka ve muhabbetinden daha üstün oldugunu devamli olarak hatirlatip

duruyordu. Bunun için, birbirine zit gibi görünen bu iki hareketi, gelecekteki

nesillere ve tarihe, bu isleri isteyerek yapmadigini, kardeslerini isteyerek

ortadan kaldirmadigini, bunu yaparken de büyük bir izdirap ve aci çektigini,

buna ragmen devletin devam ve tekâmülü için buna mecbur oldugunu anlatan belig

ifadelerle doludur. Nesl-i Osman'in müsterek izdirabi olan bu aciyi duyanlarin

hareketlerini takdirle karsilamak gerekir.

Devletin selâmeti için kardeslerini ve onlarin

çocuklarini ortadan kaldirmayi bir vazife bilen Sultan Selim, idam ettirdigi

kardes ve yegenlerinin servetlerini hazineye mal etmeyerek tamamini ölenlerin

zevcelerine, kizlarina, analarina, baska bir ifadeyle kanunî mirasçilarina

vermisti. O, bu kadarla da kalmayarak bunlarin tamamina maas baglatmisti. Ayrica

o, agabeyi Korkud'un iki kizi hakkinda pek lütufkâr davranmisti. Sultan Ahmed'in

pek büyük olan mal ve servetini, son kurusuna kadar hayatta bulunan yasli anasi

Bülbül Hatun'a vermis, oglunun sanina layik hayir eserleri yaptirmasini da

tavsiye etmisti. Bu durum gözönüne alindigi zaman, daha önce sözü edilen

idamlardan, Yavuz'un sorumlu tutulamayacagini, devletin birlik ve beraberligi

ile yüksek menfaatlerinin bunu gerektirdigini söyleyebiliriz.

Babasinin son saltanat yillarini ve memleketin Sah

Ismail'in propagandasi sonucunda düstügü durumu bir süre vali bulundugu Trabzon

sehrinden endise ile takib eden Yavuz, sonunda babasini tahttan indirerek

devletin islerini ele almisti. II. Bâyezid devri sona ererken, gevsemis olan

idareden türlü sekillerde faydalanmak isteyenler, kendi emellerini,

ideolojilerini ve çikarlarini gerçeklestirmek üzere harekete geçip halkin

huzurunu bozmuslardi. Bu hâle sebep olanlar arasinda, vezirden devletin en küçük

görevlisine kadar olanlar vardi. Tansel, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi'nde 3l92

(ll) numarada kayitli bulunan Ali b. Abdülkerim Halife'nin, Yavuz Sultan Selim'e

sundugu rapora dayanarak hemen her zümrenin, memlekette bu neviden kanunsuz

hareketlere giristigini açiklar. Gerçekten, âlim, cesur ve konulara vâkif bir

kimse olan Ali b. Abdülkerim Halife, anabasliklar halinde raporunda su konulara

temas etmektedir:

a. Rüsvet belasi kadilara kadar

inmistir.

b.Yer yer lüzumsuzca konan vergiler, halki çok zor

durumda birakmistir.

c. Ölen sahislarin miraslari evladina kalmayip Beylik

araziye katilarak, yetimlerin aç kalmalari.

d. Ulaklarin zulmü ve yagmalari.

e. Toplumun, gayr-i mesru (içki, zina, riba, afyon vs.

gibi) islere düskünlügü.

f. Kizilbas tehlikesi.

Bu bakimdan biz de, burada anahatlari ile bilgi vermek

suretiyle bir hatirlatma yaparak konuyu islemeye çalisacagiz. Ali b. Abdülkerim,

raporunda bu konuya genis bir yer ayirmaktadir. Gerçekten, birligini kurup

Akkoyunlu Devleti'ni ortadan kaldiran, Iran, Azerbaycan, Horasan ve Irak'i zapt

eden Sah Ismail, bütün gücünü Osmanli topraklarina çevirmisti. Kendisi, Trabzon

Rum Imparatorlugu'nun akrabasi sifatiyle Osmanli topraklarinda hak iddia

ediyordu. Halbuki böyle kritik bir dönemde Osmanli topraklari, birbirinden çok

farkli, hatta birbirlerine düsman zümre ve siniflarin toplandigi bir saha

halinde idi. Asiri Rafizî, Babâî ve Bâtinî akidelerini benimseyenlerin yaninda

Kalenderî, Haydarî, Abdal ve Seyyadlar vardi. Sah Ismail, bütün bunlari

kendisine baglamisti. Bu gruplar, sadece onun propagandasini yapmakla kalmiyor,

ayni zamanda Nezir adindaki vergiyi de muntazaman ona ödüyorlardi. Rumelideki

Seyh Bedreddin taraftarlari da bunlarla birlikte hareket ediyorlardi. Bunlar,

Sünnî Müslüman'i öldürmek kâfir öldürmek kadar gazâdir, sevabtir diyorlardi.

Farkli dinî kimlik tasiyan bu gruplar, her an Sah Ismail'in gelmesini

bekliyorlardi. Bunlar, Sah Sah diye Osmanli'yi yikmak

isterlerdi.

g. O, Osmanli idaresinin, II Bâyezid döneminin

sonlarinda nasil bozulup dejenere oldugunu da anlatir. Devlet adamlarinin vergi

ve gelirden baska bir sey düsünmediklerini, halkin bir kisminin yokluktan

öldügünü belirterek, halki idare edenlerin azgun ve bozgun oldugunu ifade

eder.YAVUZ SULTAN SELIM'IN DOGU SIYASETI

Trabzon'da vali bulundugu siralarda Sah Ismail'in

faalietleri sonucu memlekette meydana gelen ve Siîlige dayanan iç isyanin

tehlikeli boyutlarini gören Yavuz Sultan Selim, ancak babasinin yerine geçip iç

güvenligi sagladiktan sonra yüzünü doguya çevirebilirdi. Bunun için o, önce

agabeyleri ile olan taht kavgalarina son vermek üzere harekete geçer. Bundan

sonra da içeride huzursuzluga sebep olan kaynagi kurutmayi düsünür. Bu sebeple

o, düsüncesini gerçeklestirebilmek için derhal harekete geçer. Her ne kadar

Stanford Shaw, onun hakkinda II. Mehmed (Fâtih)'in enerjik fetih politikasini

izlemek ve dünya imparatorlugu kurmak hedefini gerçeklestirmek arzusu ile

çikmisti diyorsa da gerçekte onun hedefi imkânlari ölçüsünde Islâm birligini

kurmak ve Sünnî Islâm dünyasi için tehlike olmaya devam eden Siîlige bir set

çekme idi. Bu sebeple biz, onun dogu siyasetini ilk olarak Sah Ismail, baska bir

ifadeyle Safevîler'le olan münasebetleri bakimindan ele

alacagiz.OSMANLI - SAFEVî MÜNASEBETLERI

Erdebil Sufileri neslinden gelen Seyh Haydaroglu Sah

Ismail'in, mense itibariyle Anadolu'lu Boy ve Uluslardan Ustaclu, Samlu, Rumlu(

Anadolulu), Musullu, Tekelü, Bayburdlu, Çapanlu, Karamanlu, Dulkadirlu, Varsak,

Afsar, Kaçar ve Karacadag Sufilerini etrafina toplamak suretiyle l500'de

Azerbaycan, l507'de Diyarbekir, niayet l508'de de Bagdad'i alip Akkoynul Türkmen

Devleti'ne son vermesi, Yakindoguda Anadolu'nun ve Osmanli Devleti'nin aleyhine

tecelli etmesi mukadder yeni bir buhranin zuhuruna sebep

olmustu.

Ehl-i Beyt sevgisi iddiasiyle Iran'da Siî bir devlet

kuran Sah Ismail'in, dedesi Seyh Cüneyd ve babasi Seyh Haydar gibi, halifeler

(daî = propagandaci) göndermek suretiyle Anadolu'nun, Bâtinî fikirlere sahip

halki arasinda giristigi propaganda faalieyetleri gayesine ulasmis

görünmektedir. Bu propagandanin sebep oldugu olaylardan, II. Bâyezid dönemi

anlatilirken kismen bahsedilmis ise de Osmanli - Safevî münasebetlerini ve

Yavuz'un Iran'a karsi girismek zorunda kaldigi savasin sebeblerini daha iyi

anlayabilmek için az da olsa Anadolu'daki Siî faaliyetlerine deginmek

gerekiyor.

Osmanli ülkesinde Siî faaliyet ve tesebbüslerin

çogaldigi devir, sehzâdeler arasindaki rekabetin meydana çiktigi bir zamana

tesadüf eder. Nitekim, bu karisiklik anlarinda timarlari ellerinden alinip

baskalarina verilen bir kisim Tekeli sipahileri, propagandanin da tesiriyle Sah

Ismail'in vaadlerine aldanarak Iran'a göç etmislerdi. Bunlar, daha önce temas

edilen Sah Kulu (veya Osmanli deyimi ile Seytan Kulu)'nun isyaninda önemli rol

oynamislardi. Bâyezid'in aldigi tedbirler, Siî tehlikesini bertaraf edememisti.

Bununla beraber II. Bâyezid, oglu Selim'e tahti teslim ederken Kizilbastan

ehl-i Islâmin intikamini aliviresin demisti. Öyle anlasiliyor ki, ülke ve Sünnî

Islâm dünyasi için Siî tehlikesini önleyebilecek sehzâdenin Selim oldugu

hususunda herkes ittifak etmisti. Nitekim halkin fikrine tercüman olan

Celalzâde, bütün meclislerde ozanlarin: Yürü Sultan Selim devrân senündür diye

türkü çikardiklarini belirtir.

Filhakika Bâyezid'in son senelerinde sehzâdeler

arasindaki vaziyetten istifade etmeyi düsünen Sah Ismail, faaliyetlerini

artirmis ve daha sonra yanina kaçacak olan Sehzâde Ahmed'in, Kizilbasligi kabul

eden oglu Murad'i da himayesine almisti.

Yavuz'un agabeyi olan Sehzâde Ahmed'in en büyügü Murad

adini tasiyan dört oglu vardi. Murad, babasinin Amasya'dan ayrilmasindan sonra

bura valiligini yapti. O, Amasya ve Çorum çevresinde bulunan Kizilbaslarin

tesiriyle Siîligi sevmeye ve benimsemeye basladi. Bu yüzden Siîler tekrar

harekete geçtiler. Sahkulu, Antalya'dan Iç Anadolu'ya dogru ilerlerken Amasya ve

çevresinde bulunan Kizilbaslar, küme küme toplanip sehirleri yakip yiktilar.

Sahkulu, Bati ve Güney Anadolu'daki faaliyetleri yürütürken, Orta Anadolu'dakini

de Nur Ali Halife idare ediyordu. Rumiye'li olan Nur Ali Halife, Sah Ismail

tarafindan Amasya ve çevresine gönderilmisti. Nur Ali Halife, devletin çok nazik

bir zamaninda, Çorum, Amasya, Yozgat ve Tokat taraflarinda bulunan Yörük,

Türkmen ve Kürd alevîlerini devletin aleyhine kiskirtmak üzere

görevlendirilmisti. Hele 3000 Kizilbasla Faik Bey kuvvetlerini yenip Tokat'i

zapt edip Sah Ismail adina hutbe okutmasi, daha sonra, Amasya Vaisi Sehzade

Ahmed tarafindan üzerine gönderilen Yular -Kisdi Sinan Pasa'yi magub etmesi,

yeni bir buhranin çikmasina sebep olmustu.

Nur Ali'nin tesvikiyle harekete geçen Kara Iskender ve

Isa Halife, Çorum ile Amasya havalisinde bulunan Kizilbaslari ayaklandirdilar.

Bunlardan, Sah adina asker toplayip, baslarina kirmizi tac giydirdiler. Ondan

dolayi bunlara Kizilbas (Surhser) denildi. Bu iki halifenin telkinlerine kanan

Sehzâde Ahmed'in oglu Murad, merasimle kirmizi taci giyerek Kizilbas olur.

Murad, etrafinda bulunan halifeleri Geldigelen'de toplantiya çagirir.

Gelmeyenleri öldürtüp mallarini yagma ettirir. Sehzâde Ahmed, oglunu yola

getirmek için epey ugrastiysa da muvaffak olamadi. Bundan sonra Sehzade Murad,

Nur Ali Halife ile birlestigi gibi Tokat'i atese verip yakacak, arkasindan da

Nur Ali ile Sah Ismail'e siginacaktir.

Bütün bu olaylar, iki devletin arasinin gittikçe

bozulmasina sebep olmustu. Babasini da dinlemeyen Murad'in, Iran'a siginip

Sah'tan yardim görmesi, durumu daha da vahim bir hâle getirmisti. Pâdisah,

Kizilbasligi kabul eden Murad'i Sah Ismail'den istemisti. Sah Ismail ise bunun

için gönderilmis olan Türk elçisini Iran sarayinda öldürtmüstü. Öbür yandan Sah

Ismail, Sultan Ikinci Bâyezid devrinde baslamis oldugu yikici hareketlerini

Anadolu'da devam ettiriyordu. Bu hususta onun, Karamanogullari ve onlarla

akrabalik kurmus olan Turgutogullari ile gizli mektuplasmalari oluyordu. Nitekim

7 Rebiülevvel 9l8 (23 Mayis l5l2) de Musa Turgutoglu'na yazdigi mektup çok

dikkate sayandi. Çünkü bu mektubunda o, degerli adamlarindan Ahmed Karamanlu'yu

o tarafa gönderdigini, ona tabi olunmasini ve birlikte hareket edilmesini

istiyordu. Yavuz'un tahta çikisindan bir ay kadar sonra yazilan bu mektup, Sah

Ismail'in Osmanli Devleti'ni parçalamak yolundaki çabalarinda hâlâ israr

ettigini gösteriyordu. Bundan baska Sah Ismail, Osmanli tahtina çikisindan

dolayi Yavuz'u tebrik etme ihtiyacini bile duymuyordu. Çünkü Sah Ismail,

Akkoyunlu ve Karakoyunlu ailelerini ortadan kaldirarak kuvvetlerini artirmis,

Sirvan ile Mazenderân topraklarina hâkim olmus, Irak- Arab'a ve Horasan'a kadar

uzanmis; stratejik mevkii büyük olan Diyarbekir'i ele geçirmis; Özbek Hani

Seybek'i yenerek Ceyhun'un beri tarafindaki ülkeleri feth etmisti. Hammer'in de

ifade ettigi gibi Sah Ismail, öldürülen Seybek'in kafatasini altinla kaplatarak

kadeh olarak kullanmisti. O, bu basin derisini baharatla doldurarak zaferinin

bir nisanesi olarak Yavuz Sultan Selim'e göndermisti. Böylece Sah Ismail, askerî

kuvvet ve kabiliyetiyle, hatta bundan daha ziyade propaganda ve nifak ekibi

tarzinda teskilâtlandirdigi tarikat ve mezheb organizasyonu ile Erzurum, Kars,

Diyarbekir, Musul, Bagdad, Horasan, Semerkant ve Buhara'nin güneyini içine alan

büyük bir devlete sahip olmustu. On dört senelik hükümdarliginda giristigi

muharebelerin tamaminda gâlip gelmisti. On dört kadar hükümdar ve meliki

yenmisti. Bu zaferleriyle hakli bir gurur duymakta, dünyanin büyük devletleri

arasinda sayilan kudretine güvenmekte idi. l00 - l20 binlik bir süvari ordusuna

sahip bulunmakta idi. Bütün bunlar gözönüne alindigi zaman Sultan Selim'e de

gâlip gelecegini ümid ediyordu.

Sah Ismail, Iran'da kisa bir zaman içinde fevkalâde

kuvvetlenen Safevî Devleti'ni kurdu. Burada, zaten yaygin bulunan Siî mezhebini,

devletin resmî mezebi haline getirdi. Siyasî ve dinî basbuglugu kendi sahsinda

topladi. Bu arada Siî telkinleri yaymak hususunda Anadolu'da çok müsait bir

zemin buldu. Öyle ki, Safevî hânedaninin muvaffakiyetinde Anadolu

Kizilbaslarinin da rolü oldu. Sahin daî ve halifeleri tarafindan halk arasina

sokulan emirleri, büyük bir kudsiyeti haiz telakki ediliyordu. Bu yüzden,

Osmanli hânedanina gâsip nazari ile bakan bir cereyan günden güne büyüyordu.

Gerçekten kendisine bagli olanlar ile komutan ve askerleri âdeta kendisine

perestis edercesine itaat etmekte idiler. Nitekim Âsik Pasazâde, halkin,

askerlerin ve müridlerinin Sah Ismail'e olan bagliligini su ifadelerle dile

getirir: Müridleri ona tabi oldular. Öyleki memeketteki bütün müridleri

birbirleri ile bulusunca Selâmün aleyküm diyecekleri yerde Sah diyorlardi.

Hastalarini ziyarete gittikleri zaman dua yerine de Sah diyorlardi.

Anadolu'daki Ehl-i Sünnet'e mensûb Müslümanlar, onun buradaki müridleine bunca

zahmet çekip Erdebil'e varacaginiza Mekketu'l-Lah (Ka'be)'a gitseniz, Hz.

Peygamber'i ziyaret etseniz daha iyi olmaz mi? dediklerinde onlar Biz, diriye

variriz, ölüye varmayiz derlerdi.

Iran'da bu gelismeler olurken, Ehl-i Sünnet efkâr-i

umumiyesinde büyük bir endise hüküm sürmekte, Kizilbas faaliet ve hareketleri

derin bir izdirap ve aciyla izlenmekte idi. Gerek Misir'da, gerekse Osmanli

diyarinda Islâm efkâr-i umumiyesi, bu proplemi çözecek bir el ariyordu.

Misir'da, daha önceki Fâtimî tecrübesinin aci ve korkunç hatiralari henüz

hâfizalarda tazeligini koruyor, Bagdad'daki Siî Büveyhîlerin (Büveyhogullari)

zulümleri akillara geliyor; Bâtinî beliyyesinin kanli sahneleri tekerrür edecek

saniliyordu. Bu üzden, Sah ve askerlerinin vahsiyâne zulümleri endise ile takib

ediliordu.

Agabeyleri ile olan proplemleri halleden Sultan Selim,

gerçek gayesini anladigi Sah Ismail'e büyük bir darbe vurmak için hazirlanmaya

baslar. Bu maksatla, Anadolu'da devlet için tehlikeli gördügü Kizilbaslardan bir

kismini ya haps etmis veya öldürtmek suretiyle içeride çikabilecek isyanlari

önlemeye çalismisti.

Ibn Iyas (Bedayiu'z-Zuhur , IV, l9l)'in ifadesine

bakilacak olursa Sah Ismail, Memlûk Devleti için de büyük bir tehlike idi. Zira

o, Kahire'de bulunan Sünnî halifeye karsi Siî mezhebini destekleyip orayi da

kendi mezhebine sokmak için çaba harciyordu. Bu gayenin tahakkuku için de her

hareketi mübah görüyordu. Bu sebeple olacak ki, Frenkleri, Memlûkler aleyhine

kiskirtip onlarin denizden, kendisinin de karadan Suriye üzerine yürümesini

teklif etmisti.IRAN SEFERI

Yavuz Sultan Selim, Sah Ismail'in, ülkesine karsi

giristigi ve sebep oldugu tahriklere son vermek, bu arada Osmanli hududlarina

olan tecavüzünü önlemek maksadiyle Iran üzerine yürümeye karar verir. Bu yüzden,

daha babasinin sagliginda Siîlerle mücadeleyi bir görev sayan Selim,

sipahilerden bir kisminin Iran'a gitmesini önlemisti. O, siklasan Kizilbas -

Safevî münasebetlerini yok etmek ve Anadolu Kizibaslarina siddetli bir darbe

indirmek niyetinde idi. Fakat daha önce, Antalya ve çevresinde meydana gelen

isyan hareketi gibi bir kiyâm ile karsilasmamak ve ordunun arkadan vurulma

ihtimalini önlemek için, son derece dürüst ve itimad edilen adamlari vâsitasiyle

Sah Ismail taraftarlarini defter ettirir. 40 bin kisiyi buldugu söylenen bu

Erdebil Tekkesi dâilerinin, en serir ve mutaassib olan iki bin kadarini ölüm,

geri kalanlarini da sürgün cezasiyle cezalandirdigi rivayet edilir. Bununla

beraber, Iran üzerine yürümenin gerekliligine sadece kendisinin degil, devlet

erkâni ile askerlerin de inanmasi gerekiyordu. Çünkü açilacak seferin birtakim

hususiyetleri ve tehlikeleri vardi. Her seyden önce çok uzun sürecek yol ve

yolculuk messakatine katlanmak gerekiyordu. Ayrica Sah Ismail'e karsi açilacak

seferin mesrulugunun mutlaka ortaya konmasi ve bunun itirazsiz kabul edilmesi

gerekiyordu. Gerçekten de bu mesele önem tasiyordu. Zira mezhebleri ayri da olsa

Müslüman bir orduyu, baska bir Müslüman ordunun üzerine sevk etmek söz konusu

idi. Keza, birbirleri ile harb edecek olanlarin büyük bir kismi, ayni irka

mensub olan kimselerdi. Bunlar arasinda birbirleri ile akraba olanlar bile

vardi. Bundan baska, Safevî halifeleri tarafindan kandirilmis olan Anadolu

Kizilbaslarinin durumu kritik görünüyordu. Bir çarpisma vukuunda beklenmeyen bir

durumun meydana gelmesi, yani Iran lehine bir hareketin dogmasi imkânsiz bir sey

degildi. Ayrica Osmanli Devleti'nin istinad ettigi askerî kuvvetin basinda gelen

Yeniçeriler de bir proplem çikarabilirlerdi. Zira Haci Bektas-i Veli'yi pir

olarak kabul eden Yeniçerilerin, Hz. Ali'ye karsi duyduklari kayitsiz, sartsiz

ve sonsuz baglilik, zayif bir ihtimal de olsa Iran'daki Kizilbaslara karsi

harekete geçmelerini güçlestirebilirdi. Bütün bu güçlükleri bilen ve düsünen

Padisah, sefere çikmadan önce önemli bazi kararlarin alinmasi gerektigine

inaniyordu. Bunun için de Divân'in toplanmasini emreder. Yavuz Sultan Selim,

Edirne'de toplanan ve devlet erkâni ile birlikte ulemanin da katildigi bu

toplantida fikirlerini kisaca söyle açikladi:

Tevfik-i Rabbanî, refik-i hânedân-i Osmanî olub

ecdad-i cihad itiyadimiz ashab-i Salib ve Nakus'un perde-i namuslarin hark

(yirtmak) ve Zünnarlarin hark(yakma) idüb dest-i iktidariyle çanlarina od tikup

... memâlik-i mahrûseye el kaldirmaga mecalleri ve mücahidîn ile mukabele ve

mukatele edecek halleri kalmamistir. Bu ifadelerden anlasildigina göre Yavuz

Sultan Selim, Divan'da, Hiristiyanlarin su anda bas kaldiracak durumda

olmadiklarini açikladiktan sonra esas tehlikenin dogudan gelebilecegine isaret

ederek, Sah Ismail'in, Iran'a hâkim olduktan sonra yaptiklarina dikkat çeker.

Ayrica onun, Gence, Sirvan, Geylan, Mazenderan, Taberistan, Cürcan, Kürdistan ve

Gürcistan'i ele geçirerek buralarda öndört nefer sehriyar-i öldürdügünü,

bunlarin kuvvetlerini dagitip hazinelerini yagmaladigini ve Özbek Hani Seybek'i

öldürünce onun, kesilmis bulunan kafatasini bir kupa haline getirerek onunla

sarap içtigini belirttikten sonra, bu zatin cemaat ile namaz kilmayi men edip

Ehl-i Sünnet'e mensub ulemayi öldürdügünü anlatir. Ayrica kendisine bagli

olanlarin ona nasil itaat ettiklerine ve ugrunda her seyi yapabileceklerine

dikkatleri çekerek bu tesekkülün Osmanli topraklari için büyük bir tehlike

teskil ettigini, bu sebeple onlarla savasmanin aklen ve ser'an lazim oldugunu

belirterek ulemâdan fetva ister. Öyle anlasiliyor ki ulemâ bu fetvayi vermistir.

Nitekim, Sünnî ulemânin bu konuda kaleme aldiklari fetvâ ve risâlelerin çoklugu,

meselenin önemi hakkinda bize bir fikir vermektedir. Müneccimbasi, Edirne'deki

duruma temasla söyle der: Edirne'de iken mulûk-i kefereden elçiler ve hedâya

gelüp cümlesi tecdid-i sulh eylediler. Ondan sonra ulemadan fetva alup Acem

seferi kararlastirildi. Bu baglamda Kemal Pasazâde ile Sari Gürz'ün, Kizilbaslar

hakkinda vermis olduklari fetvâ ve risâleler, Osmanlilarin fikir ve

düsüncelerini aksettirmesi bakimindan önemlidir. Nitekim, Kemal Pasazade

...ulemay-i millet ve fudalay-i ümmet küfr u ilhad ve katl u ifnasina hükm idüb

heme-i a'day-i din u devletten bunun itfa-i sirer-i serareti akdem idügüne

bi-isrihim fetavay-i sahiha virdilerdi. demek suretiyle Ehl-i Sünnet'in, Sia'ya

bakis açisini ortaya koymus olmaktadir.

Görüldügü gibi, özellikle Kemal Pasazâde'nin

risâlesinde, Sah Ismail ile Ehl-i Sia hakkindaki Sünnî akideyi görmek mümkündür.

Bu risâlede küfür ve irtidadina hükmedilen Sah Ismail ile askerlerine karsi

açilacak savaslarin, diger din düsmanlari ile yapilacak savaslardan farkli

olmadigi, bu sebeple de cihâd sayilacagi belirtilir. Iste bu fetvâ ve

risâlelerin kaleme alinmalari üzerine, Iran'daki Safevî Devleti'nin Kizilbas

idaresine karsi harekete baslama zamaninin geldigine kanaat getirilerek harekete

geçilir. Bununla beraber Selim, Iran'a karsi harekete geçmeden, daha önce temas

edildigi gibi memleket dahilindeki Siî ve Kizilbaslarin müfritlerinin tesbiti

ile deftere kayd edilmesini emretmisti. Bazi rivayetlerde bu sekilde defter

edilip öldürülen Siilerin sayisinin 40 bin civarinda oldugu söyleniyorsa da

bunun mümkün olmadigi artik anlasilmis bulunmaktadir. Bunlardan sadece 2 bin

kadarinin öldürüldügüne, digerlerinin de sürgün edildigine daha önce temas

edilmisti. Hammer'in dikkat çektigi bir konuya burada temas etmek istiyoruz.

Böylece dönemin gerek dahilî, gerekse haricî efkâr- i umumiyesinin bu

hareketinden dolayi Yavuz'u Âdil sifati ile tavsif etmis olmasidir. O söyle

diyor: Râfizîlik mezhebini cesetler yigini altina defn etmek bu merhametsize

nasib oldu. Osmanli tariçileri ona kirk bin kisiyi öldürtmüs oldugu için Âdil

lakabini vermislerdir. Lakin, daha sayân-i hayret olan cihet surasidir ki,

yanina gönderilmis olan Hiristiyan elçiler de kendi hükümdarlarina gönderdikleri

raporlarin tamaminda onu, bu lakapla andiklari gibi, onun bu adaletini övmekten

de çekinmemislerdir. Böylece Selim, kendi devleti dahilinde kilicini

gezdirdikten ve topragi Rafizîlerden temizledikten sonra onu, harice (disariya,

Iran'a) götürmeye hazirlandi. Kayb edilecek vakti yoktu. Çünkü Sah Ismail,

Sehzâde Ahmed'in oglu ve Pâdisah'in yegeni olan Murad'i Osmanli tahtinin yegane

vârisi olarak kabul ettigi gibi Kizilbaslarin intikamini da almak üzere büyük

bir ordu ile ilerliyordu.

Osmanli diyarinda yukarida temas edilen gelismeler

olurken, Murad Çelebi'yi, Osmanli tahtinin yegâne vârisi olarak ilan eden Sah

Ismail, Osmanlilara karsi açacagi savasa istirak etmesi için Sünnî olan Memlûk

Sultani'na hediyelerle birlikte bir sefaret heyeti gönderiyor, Anadolu'da

Siîlere karsi girisilmis öldürme hareketleri üzerine birbirini müteakip

Anadolu'ya sevk ettigi Halifeler ile de Bâtinî ve Siî halki, yeniden devletin

aleyine isyana tesvik ediyordu.

Bu son hareket üzerine Edirne'de toplanmis bulunan

olaganüstü Divân'da savas kararini açiklayan Selim, Yenisehir ovasini, askerin

toplanma yeri olarak tayin eder. Padisah, savasla ilgili sözünü üç defa

tekrarladigi halde - bakislari altinda titremekte olanlardan - hiç biri ona

cevap vermiyordu. Bunun üzerine Abdullah adinda bir yeniçeri sessizligi bozarak

hünkârin ayaklarina kapanir ve arkadaslarinin, padisahin emri altinda, Iran

Sahi'na karsi yürüme kararindan duyduklari sevinci onlar adina arzeder. Yavuz

Sultan Selim, vezirlerin tereddüdlerini gideren bu yigitçe davranisindan dolayi

mükâfat olarak yeniçeriye Selanik Sancagi'ni tevcih eder. Sultan Selim, üç gün

sonra 22 Muharrem 920 (l9 Mart l5l4) Sali günü Edirne'den hareket edip l0 günlük

bir yürüyüsten sonra 2 Safer (29 Mart)'de Istanbul'a gelir. Burada eski bir

an'aneye uyarak çadirini Eyüb'de Fil Çayiri'na kurdurur. Önce Hz. Peygamber'in

mihmandari Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerinin kabrini ziyâret ederek seferin

basarili geçmesi için onun mânevî yardimini diler. Daha sonra Fâtih ve babasi

Bâyezid'in kabirlerini de ziyâret eden Selim, kurbanlar kestirip fakirlere de

pek çok sadaka dagitir. Sünnî ulemanin verdigi fetvâlar üzerine büsbütün

heyecana kapilan halk, Kizilbaslara karsi sefere çikan Selim'i görmek üzere

Eyyub'u doldurdugu gibi kayiklar da Halic'i istila etmislerdi.

Selim, sefer için yola çikmadan önce, kendisine

vekâleten devlet islerini görmek ve Edirne muafazasinda bulunmak üzere oglu

Süleyman'i Manisa'dan Edirne'ye getirtmisti. Bundan sonra askerini Üsküdar'a

dogru hareket ettirdi. Bu siralarda Rumeli Beylerbeyi Hasan Pasa'nin komutasi

altinda bulunan yeniçeriler, Gelibolu'dan gemilerle Anadolu yakasina geçip Bursa

Yenisehir ovasinda toplandilar. Yavuz Sultan Selim, 24 Safer 920 (20 Nisan l5l4)

Persembe günü yola çikip Maltepe'de ordusuna katilir. Burada, Bosna Valisi Hadim

Sinan Pasa'yi Anadolu Beylerbeyligi'ne tayin eder. 23 Nisan'da Izmit'e geldigi

sirada Siî halifelerinden olup, Iran adina casusluk yaparken yakalanip orduda

esir olarak tutulmus bulunan Kiliç adinda birisi vâsitasiyle Sah Ismail'e hem

tehdid, hem de nasihat dolu Farsça bir mektup (nâme) gönderir. Bu mektupla,

üzerine yürüdügünü de kendisine bildirmisti. Yavuz Sultan Selim, bu mektupla da

yetinmeyerek gönderilen o sahsa var gördügün söyle ve malum olan muradi beyan

eyle diyerek gördüklerini söylemesini istemisti. 27 Safer 920 (23 Nisan l5l4)

tarihini tasiyan Selim'in bu ilk bu nâmesi, Kadiasker ve Nisanci Tâcizâde Cafer

Çelebi tarafindan yazilmisti. Gerek uslûbu, gerekse mahiyeti itibariyle o asrin

ruh ve anlayisi ile Selim'in dehâsini temsil eden bu mektup dönemin bütün

kaynaklarinda bulunmaktadir. Besmele ve âyetlerle baslayan mektupta Sah Ismail'e

söyle deniyordu:

Bilesin ve âgah olasin ki, ilahî hükümlerden yüz

çevirenlerin, dini ve seriati yikmaya çalisanlarin bu hareketlerine, bütün

Müslümanlarin ve bu arada adalet sever hükümdarlarin, kudretleri nisbetinde mani

olmalari farzdir. Bunu söylemekten maksadimiz sudur: Tekke kösesinden hâkimiyete

yükselen sen, bu yolda yürüdün, Müslümanlarin memleketlerine saldirdin, sefkat

ve utanmayi bir tarafa atarak zulüm kapilarini açtin, günahsiz Müslümanlari

incittin, fitne ve fesadi kendin için temel prensip olarak kabul ettin, umur-i

padisahî ve ahkâm-i sehinsâhiyi muktezay-i heva-yi nefs ve ragbet-i tabiiyeye

uydurup kuyud-i seriati hakkettin. Ibâhe-i muharreme ve irakat-i dima-i

mükerreme, ve mescidleri yikma, türbe ve mezarlari yakma, ulemâ ile Peygamber

neslinden gelmis olan seyyidlere ihânet ve ilka-i mesâhif-i kerime der kazurat

ve sebb-i Seyheyn-i Kerimeyn gibi isler, senin kötü hallerinden bir kaçidir.

Dillerde dolasmakta olan bunlar ve bunlara benzer hareketlerinden dolayi ulemâ

kesin delillere dayanarak senin küfür ve irtidadina, senin ve sana tabi

olanlarin öldürülmelerinin vâcib olduguna; mal ve riziklarinizin yagma, kadin ve

çocuklarinizin esir edilmesinin mübah olduguna ittifakla karar vermislerdir. Bu

durum karsisinda ben, Allah'in emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere

yardim etmek ve merasim-i nâmus-i pâdisâhî için ipekli elbiselerimi çikardim,

zirh giydim, kiliç kusandim, ata bindim ve Safer ayinin basinda Anadolu yakasina

geçtim. Maksadim, Allah'in inayetiyle senin padisahligini yok etmek ve böylece

âcizler üzerinden zulmünü ve fesâdini kaldirmaktir. Ancak, kiliçtan önce sana,

Sünnet-i Seniyye icâbi Islâmiyeti teklif ederim. Eger yaptiklarina pisman olup

can ve gönülden istigfar eder ve aldigin kaleleri geri verirsen, tarafimizdan

dostluktan baska bir sey görmezsin. Fakat kötü hallerine devam ettigin takdirde

zulmet-i zulümden simsiyah yaptigin yerleri nura kavusturmak ve senin elinden

almak üzere insallah yakinda gelecegim. Takdir ne ise öyle olacaktir. Selâm,

hidâyete tabi olanlaradir. (Safer 920)

Osmanli insâ (mektup yazma) san'atina nümûne olabilecek

bir mükemmeliyette kaleme alinmis olan bu nâme (mektup), dip notta da görülecegi

gibi birçok müellif tarafindan asil metinle birlikte alinmis olup, önemi herkes

tarafindan kabul edilmistir. Osmanlilarin, Siî ve Kizilbaslar hakkindaki

düsünceleri yaninda, niyet ve maksatlarini ortaya koyan bu mektupta, din

ulemâsinin küfür ve irtidâdina hükmettikleri Sah Ismail'in, Hülefâ-i Râsidîn'e

sebb etmesini kabul etmeyip tenkid eden Yavuz Sultan Selim, bu yüzden katline

cevaz verildigini açikliyor, kendisinin de dinin takviyesi ile birlikte zulme

ugramis ve kalbi kirilmis olanlarin yardimlarina kosacagini söyleyerek,

padisahlarin bu konuda gerekenleri yapmak zorunda olduklarina isaret ettikten

sonra, denizden geçip üzerine yürümek suretiyle zulmünü âciz ve zavallilarin

üzerinden kaldiracagini açiklar. Bununla beraber savastan önce Sünnet-i

Seniyyegeregi kendisine Islâm'i teklif ile son pismanligin fayda vermeyecegini

de açikliyordu.

Selim'in mektubunu Sah Ismail'e götüren Kiliç adindaki

elçi, onu Hemedân'da bularak mektubu verir. Mektubu alan Sah Ismail, elçi

Kilic'i öldürmekle birlikte kendisinin de muharebeye hazir oldugunu Selim'e

bildirmisti. Bu haber, Osmanli ordusu Erzincan ovasinda bulundugu sirada

gelmisti. Lütfi Pasa, Sah Ismail'in bu haberi aldigi zaman çok korktugunu, fakat

bu korkusunu açiga vurmayip gizledigini söyler. Ayrica asker ve ordusuna da su

sekilde hitab ettigini açiklar: Diyar-i Rûm'dan (Anadolu'dan) bir kârban

(kervan) gelürmüs. Size firâvân genc (büyük bir hazine) ve mal getürür. Üsenmem,

korkmam ki, anlari (onlari) imamlar bize verüptür ki simdi on iki imam

leskeriyle (askerleriyle) gelüp bunda alem (bayrak, sancak) dikmistir, el -ân

(simdi) bizimledirler.

Selim, ayni gün Akkoyunlu Hânedani hükümdarlarindan

olan ve o esnada Sah Ismail'e karsi savasa girismis bulunan Ferruhsad Bey'e de

bir mektup göndermek suretiyle onu da kendisiyle birlesmeye davet

etmisti.

Osmanli ordusu Yenisehir'den Konya'ya müteveccihen

hareket ederek Seyitgazi'ye gelir. Selim, burada Kapikulu askerlerinden her

birine biner akça sefer bahsisi dagitir. 20 bin timarli sipahiden meydana gelen

öncü ordusuna da komutan olarak Vezir Dukakinzâde Ahmed Pasa'yi tayin eder.

Sinop Valisi Karaca Ahmed Pasa'yi 500 süvari ile Sah tarafindan esir almak ve

kesiflerde bulunmak üzere akina gönderen Selim, bunlarin arkasindan Mihal oglu

Mehmed Bey'i de akincilari ile akina memur eder. Osmanli ordusu bundan sonra,

Konya'ya gelerek Filâbâd Çayiri'na yerlesir. Müelliferin ve özellikle sefere

istirak edenlerin bildirdiklerine göre Konya'daki ikameti esnasinda, Mevlânâ

Celâleddin-i Rûmî'nin türbesini ziyâret etmis olan Yavuz Sultan Selim, fakirlere

de yüz bin akça sadaka dagitmis idi. Ayni zamanda timarli sipahilere de l00'er

akça terakki ihsan eden Yavuz Sultan Selim, Kayseri'ye geldigi sirada Dulkadir

oglu Alaüddevle Bozkurt Bey'le müzakerelere giriserek yaninda yer almasini

ister. Ancak, ihtiyarligindan bahisle sefere gelemeyecegini bildiren Dulkadir

oglunun, hakikatte daha II. Bâyezid devrinde Osmanlilara iltica ile Selim'in

yaninda savasa istirak ettigi bilinen ve Osmanli taraftari Sehsuvar oglu Ali Bey

sebebiyle bu teklife pek sicak bakmadigi biliniyordu. O, Memlûklulara taraftar

bir siyaset takib ederek Osmanlilara karsi cephe almis ve zahire yollarini da

vurmak suretiyle orduda bas gösteren erzak buhraninin artmasina sebep

olmustu.

Dulkadirlilarin, Osmanlilar aleyhinde çikaracaklari

muhtemel zorluklari gözönünde tutan Selim, Alaüddevle ile ugrasmaktan simdilik

vaz geçerek 26 Haziran'da Sivas'a gelir ve l40 bin asker, 5 bin zahireci 60 bin

deveye yükselen ordusunu bir yoklama ve sayima tabi tutma geregini duyar.

Yoklamadan sonra muhtemel bir Siî ayaklanmasini önlemek maksadiyle Kayseri ile

Sivas arasinda, Iskender Pasa komutasinda 40 bin kisilik bir ihtiyat kuvveti

birakilmistir. Büyük bir kisminin hasta ve yasli oldugu anlasilan bu ihtiyat

kuvveti, ordunun ric'at hattini tutacak, ayni zamanda Sah Ismail'in Diyarbekir

ve Bati siniri komutani Ustaclu oglu Mehmed Han'in yaptigi tahribat yüzünden

ugranilan zahire ve saman buhranini da önleyecekti. Çesitli yollarla zahire

buhranini önlemeye çalisan Selim, Erzincan'dan Sah Ismail'e üçüncü defa Türkçe

bir mektup gönderir. Bu nâmede, daha önceki mektuplari hülasa eden Selim,

yakinda Azerbaycan'a ulasacagini da bildirip Sivas ile Kayseri arasinda bir

ihtiyat kuvvetini biraktigini açiklamaktan çekinmez.

Osmanli ordusu, l8 Temmuz'da Erzincan'a bagli Yassi-

Çemen'deki Hasan Bey çayirina geldigi sirada Sah Ismail'in elçisi Sah Kulu Akay

Bevey Nuker ordugaha gelip Selim'e bir name ile içi afyon dolu altin bir kutu

takdim eder. Sah Ismail, nâmesinde, Selim'i savasa zorlayan sebebi arastiriyor,

Dulkadirlilarla düsmanlikta bulunmamis oldugundan bahsediyordu. Ayni zamanda

Selim'in mektuplardaki ifadesini de bir padisaha yakistirmayan Sah Ismail,

bunlarin, afyon ile sarhos olmus kâtiplerin kaleminden çikmis oldugunu iddia

ettikten sonra mektubunu Isfahan'da bir av esnasinda yazdigini bildiriyordu.

Osmanlilarla dostluktan bahsetmekten geri kalmayan Sah Ismail, Timur zamaninda

oldugu gibi memlekete karisikligin âriz olmasini arzulamadigini bu sebeple savas

istemedigini belirttikten sonra, aksi halde kendisinin de savasa hazir oldugunu

beyan ediyordu.

Öte yandan, Sah Ismail'in, verdigi söze ragmen henüz

ortalarda görünmemesi, çorak arazide büyük bir müzayakaya (sikinti) maruz kalan

asker arasinda hosnutsuzluga sebep olmustu. Nitekim Firat Nehri (Karasu)

kenarina gelindigi bir sirada isyan belirtileri görülür. Bununla beraber, sancak

beyleri gibi vezirler de, baslangiçta ileri gitmenin aleyhinde olmalarina

ragmen, bunu açiklamaktan çekinirler. Ancak askerin hareketini tanzim ile

Erzincan'dan Azerbaycan'in merkezi olan Tebriz'e kadar katedilecek yolu 40

merhaleye taksim eden Selim'in, kararinda sebat etmesi üzerine, daha ileri

gitmenin mahzurlarini arzetmek maksadiyle, Karaman Beylerbeyi Hemdem Pasa'yi,

Selim'e gönderirler. Sehzâde Ahmed vak'asinda Selim'e hizmet etmek suretiyle

onun, kardesine gâlip gelmesini saglamis bulunan ve çocuklugundan beri Selim ile

birlikte Harem-i Humâyun'da büyümüs olan Hemdem Pasa, Padisahin, hakkindaki

teveccühüne itimad ederek bu hususu arzeder. Isaret edilen tehlikeler ve ordunun

içinde bulundugu sikintilar gözönüne alindigi zaman bu fikir makuldu. Fakat hiç

bir engel tanimayan ve tereddüt göstermeyen Selim, bunun askere çok kötü bir

örnek olacagini düsünerek, Hemdem Pasa'yi feda etmek zorunda

kalir.

Zeynel Pasa'nin, Karaman Beylerbeyi olarak tayin

edilmesi üzerine harekete geçen ordu, seri bir yürüyüsle Çermük'e gelir. Bu

mevkide Selim, Bali Bey tarafindan esir edilen iki Kizilbasi, Türkçe olarak

kaleme alinmis bir mektupla Sah Ismail'e gönderir. Osmanli Pâdisahi, bu dördüncü

mektubunda da Sah Ismail'i tahrik ediyor, memleketinde günlerce yürüdügü halde

kendisinden bir haber alinmadigini belirttikten sonra, onun korktuguna hükm

ederek bir tabibe müracaat etmesini tavsiye ediyordu. Mektubunda, Ey Ismail,

ülkemin sinirinda görünmekle bana meydan okudun. Iste ben geldim, haftalarca

yürüdügüm halde ne senden ne de askerinden bir eser görmedim. Ölümüsün yoksa

sagmisin bilemiyorum, hile ve aldatmaktan baska bir sey bilmez misin? Sayet

korkuyorsan bir tabib getir ki seni tedavi etsin. Seni daha fazla korkutmamak

için güzide askerlerimden kirk bin kisiyi Kayseri yakinlarinda biraktim. Düsman

hakkinda ancak bu kadar lutuf gösterilebilir dedikten sonra, Sah Ismail'in

yönetimden vaz geçip inzivaya çekilmesini tavsiye eder. Müellifler, Yavuz'un,

gizlenmekte devam edecegini tahmin ettigi Sah Ismail'e bir de kadin elbisesi

gönderdigini kayd ederler. Buna ragmen kendisini gizlemeye devam ederse erkek

sayilmayacagini bildiren Selim, Sünnî olan Özbek Hani Ubeyd gibi Memlûk Sultani

Kansu GavriÔye de birer mektup yazip, düsman memleketinde bulundugunu bildirir.

Çermük'ten yoluna devam eden Osmanli ordusu, Sökmen'e gelir. Daha Tercan'da iken

sonradan vezir olan Yanya Beyi Mustafa Bey ile Trabzon Sancak Beyi Mehmed Beyi,

Bayburt'un zaptina me'mur etmis olan Selim, Sökmen'de Gürcü Beyi Mirza Çabuk'un

elçilerini kabul eder. Elçiler, yanlarinda iki bin bas koyun ve bir miktar da

zahire getirmislerdi. Gürcü Beyi bu vesile ile dostlugunu göstermis

oluyordu.

Bundan sonra Tebriz'e dogru yeniden hareket emri

verilmisti. Bunun üzerine günümüzde Agri vilayetine bagli Elesgirt kazasi

Sakalli Köyü (Konagi)'ne gelen ordunun, ümerâdan bazi kimselerin de tesviki ile

Düsman yok, harab memlekette nice seyahat ederiz? diye mirildanip isyana

basladigi görülür. Hatta bir rivayete göre bu ordu tarafindan, Selim'in çadirina

içleri tehdid dolu mektuplar birakiliyordu. Bunun üzerine yigit padisah atina

atlayip askerin içine dalmis, heybetle ve gayet vakurâne bir sekilde Ehl ü iyal

kaydinda olarlara destûrdur, gerü karilarinun yanina gitsünler, biz buraya gerü

dönmek içün gelmedük! Rahat isteyen bu yola yarasmaz. Bizi isteyüp fi -

sebilillah can ve bas feda edecek yigitler ölümden havf itmez (korkmaz). Ölümden

korkanlar gerü dönsün! Düsmanla çarpisacak merdler benümle gelsün. Eger içünüzde

er yogise ben yalinüz giderüm diyerek askerin hamiyet duygularini tahrik

etmisti. Asker, bu cesaret ve yigitlik âbidesinin bir at oynatisina, bu tarzdaki

heybetli hitâbetine ve küçük bir kiliç kimildatisina dahi vurgun ve âsikti.

Sevdikleri hükümdar komutana büyülenmis yekpâre bir kitle gibi baglandi. Bu

sözlerinden sonra hareket emri veren Sultan'i, tek bir yeniçeri bile terk

etmedi.

Esasen bu sirada öncü (pisdar) kuvvetlerin komutani

Mihaloglu Memed Bey, Sah'in Diyarbekir emîri olan Ustacluoglu'nun Hoy'a

geldigini, Sah Ismail'in de yaklasmakta bulundugu haberini vermesi, heyecanin

yatismasina sebep olmustu. Bu arada Sah'tan gelen bir mektup ta bunu teyid

etmisti. Pâdisah, Ismail'in isledigi bu hatadan istifade edip konak mesafelerini

kisaltarak Sah'i karsilamak üzere harekete geçer. Iki gün sonra, gece Makû ile

Hoy arasinda Tebriz'e 20 fersah mesafede bulunan Çaldiran tepelerine ulasir.

Selim, bu mevkide yeni tertibatlar almis ve safakla birlikte savasa girismek

veya askere 24 saat istiraat vermek cihetlerinden birini tercih etmek üzere

Divân ( Meclis )'in reyine müracaat eder. Genellikle, yol yorgunlugu

münasebetiyle hemen savasa girisilmesini tehlikeli bulan devlet büyükleri,

askere 24 saat istirahat verilmesinin uygun olacagi teklifinde bulunurlar. Buna

karsilik, askerin içinde Alevî ve Siîlerin bulunmasindan ve istirahat aninda

bunlarin düsmanla anlasabileceklerini gözönünde bulunduran Rumeli Defterdari

Pîrî Mehmed Çelebi, hemen savasa baslanilmasi gerektigini belirterek Yildirim

Han devrindeki Çubuk ovasi (Timur'la yapilan Ankara Savasi ) çözülmesinin bir

benzerinin vuku' bulabilecegini, bu sebeple safakla beraber harbe mübaseret

edilmesi (baslanilmasi) re'yinde oldugunu bildirir. Bu teklif, Yavuz Sultan

Selim tarafindan kabul görür. Böylece devlet büyükleri, safakla birlikte savasa

baslama görüsünü kabul etmek zorunda kalirlar. Onlar, Selim'in emri üzerine

savas nizami alip tepelerden ovaya inen kuvveterinin basina geçerler.

ÇALDIRAN ZAFERI

Savasa, 23 Agustos l5l4 ( 2 Receb 920. ) Çarsamba günü

günes dogarken Iranlilarin taarruzu ile baslandi. Dogubâyezid'in 80 km. güney

dogusuyla Van Gölü'nün kuzey dogusunda bulunan Çaldiran Ovasi'nda mevzilenen

Osmanli ordusunun sag kolunu, Anadolu Beylerbeyi Sinan Pasa ile Zeynel Pasa'nin

emrindeki Anadolu ve Karaman kuvvetleri, sol kolunu ise Rumeli Belerbeyi Hasan

Pasa komutasindaki Rumeli askerleri teskil ediyordu. Selim ise, eskiden beri

alisageldigi ve uygulandigi sekilde sipahi, silahdâr, ulûfeci ve gurebâ

bölükleri ile çevrilmis olup, yaninda Hersekzâde Ahmed Pasa, Vezir Dukakinoglu,

Vezir Mustafa Pasa ve Ferhad Pasa gibi devlet büyükleri, kadiasker vs. gibi din

ve hukuk adamlari bulunuyordu. Bu arada, padisahin önünde yer alan tüfekçi ve

yeniçeriler, araba ve develerden meydana gelen bir siper gerisinde bulunduklari

gibi, sag ve sol cenahin nihâyetinde olup, biri l0.000, digeri 8.000 kisiden

mürekkeb Anadolu ve Rumeli azepleri, birbirlerine zincirlerle baglanmis 500

topun önünde dizilmislerdi. Öte yandan, öncü kuvvetinin çogunlugunu teskil eden

Dulkadirli Türkmenleri ile Sahsuvaroglu Ali Bey'in ardçi kuvvetleri de Sadi

Pasa'nin emrinde idiler.

Osmanli ordusunun bu dizilisine karsilik, ekserisi

Ustaçlu, Varsak, Rumlu, Samlu, Kaçar, Afsar ve Karamanlu Türkmenleri'nden ibâret

olup muhtelif hanlarin emrinde bulunan 80.000 kisilik bir süvari kuvvetinin

basindaki Sah Ismail, ordusunu ikiye ayirmak ve sol kanadin idaresini verdigi

Ustaçluoglu ile birlikte girisecekleri bir çevirme hareketi sonunda azepleri

yarmak ve onlarin saflarini geçmek suretile yeniçerileri arkadan vurmak

niyetinde idi. Bu gayesini gerçeklestirmek için de sag cenahin komutasini

üzerine almisti. Böylece, mükemmel bir sekilde techiz edilmis 40.000 seçkin

süvarisi ile azeplerin ve özellikle Rumeli kuvvetlerinin üzerine hücum eden Sah

Ismail, baslangiçta basarili olur. Böylece, basta Rumeli Beylerbeyi Hasan Pasa

olmak üzere pek çok sancak beyini sehid edip, bu kismi dagitir. Ancak karsi

taraftan hareket eden Ustaçluoglu, Anadolu askerinin mukavemeti ve Sinan

Pasa'nin aldigi tedbirler üzerine Sah Ismail ile birlesmek üzere giristigi

tesebbüste muvaffak olamaz. Zira Sinan Pasa, askerlerin saflarini muhafaza

ederek, intizamli bir sekilde sür'atle toplara dogru çekilmelerini temin etmis,

Ustaçluoglu ile kardesi Kara Han'i, maiyyetlerindeki Türkmenlerle birlikte,

Osmanli topçusu ile karsi karsiya getirmisti. Bu savasta Safevîler Sah,

Osmanlilar ise Allah nidâlari ve tekbir sadâlariyla muharebe

ediyorlardi.

Bu arada sunu da belirtmek gerekir ki, Safevî ordusunda

piyade ve atesli silahlar hemen hemen bilinmiyordu. Her ne kadar Iran'da top

kullaniliyor idiyse de bu, kale müdafaalarina hasr ediliyor, meydan

muharebelerinde kullanilmasina ehemmiyet verilmiyordu. Bununla beraber Sah

Ismail, casuslari vâsitasiyle, Sultan Selim'in askerî tertibatina vâkif oldugu

ve toplarin tanziminden haberdar bulundugu için askerini iki kola

ayirmisti.

Sah Ismail'in süvarileri, sayi olarak Osmanli

kuvvetleri ile hemen hemen denk idiler. Bundan baska Iran ordusu, savasi kendi

topraklarinda kabul ettigi için yorgun degildi. Buna karsilik, Yaklasik 2500

kilometrelik uzun bir yoldan gelen l00.000 kisilik Osmanli askerleri ile atlari

yorgundu. Ayni zamanda yiyecek sikintisi da vardi. Sayica en az Osmanli

kuvvetleri kadar olan Sah'in ordusu ise dinçti. Zira bu ordu, Tebriz gibi çok

kisa bir mesafeden gelmisti. Asker iyi beslenmis ve sahlari için her türlü

fedakârliga hazir, ona taabbüd edercesine bagli idi. Topuz, yay ve mizraklarla

donatilmis savasçilarin atlarina çelik eyerler vurulmustu. O zamana kadar,

zaferden zafere kosmus bir hükümdara mâlik olduklarindan dolayi da mâneviyatlari

bir hayli yüksekti.

Osmanli toplarinin ates açmalari üzerine Siî ordusu

dagilir. Zira basta Ustaçluoglu olmak üzere pek çok komutan bu esnada

öldürülmüstü. Bunun üzerine savas, Osmanlilarin lehine döndü. Öbür taraftan

Yavuz Sultan Selim, Rumeli askerlerine yardim etmek üzere bir kisim yeniçerileri

yardima göndermis, siperlerin arkasinda bulunan yeniçerilerin de tüfek ile ates

etmelerini emr etmisti. Beklemedikleri böyle bir durumla karsilasan Siî

ordusunda genel bir panik havasi esmeye baslar. Bu arada vaziyeti düzeltmek ve

ordusunun moralini takviye etmek maksadiyle her tarafa kosan Sah Ismail, birkaç

defa at degistirmis, bir aralik da atindan düsüp yere yuvarlanmisti. Bu

hengamede, üzerine yürüyen bir Osmanli süvarisinin, Sah üzerine yürüyüp öldürmek

üzere iken, tipki onun gibi giyinmis ve kendisine benzeyen en yakin adami Mirza

Sultan Ali'nin esareti göze alarak öne geçmesi üzerine kurtulur. O, bu

kurtulusunu sonradan at-çeken lakabini alacak olan Hizir ismindeki bir Türkmen

korucunun, hayati pahasina ona atini vermesiine borçludur. Böylece, esir

olmaktan kurtulan Sah Ismail, aksama dogru artik hiç bir ümidin kalmadigini

görünce, sür'atle Tebriz'e dogru kaçmis, ancak kendisini burada da emniyette

görmedigi için Sultaniye (veya Dergüzin)'ye çekilmek zorunda kalmisti. Onun

kaçmasi üzerine bütün Siîler, karsi koymaktan vaz geçerler. Bu arada bir kismi

esir, bir kismi da maktul düser. Lütfi Pasa, Siîlerin büyük hezimeti ile

sonuçlanan Çaldiran Savasi'na Sûfi-kiran adini verir.

Sah'in, yaralanip kaçmasindan sonra Iran ordusu daha

fazla direnemeyerek dagilmis ve safakla baslamis olan bu korkunç savas, o gün

aksam üzeri, Osmanlilarin büyük bir galibiyetiyle sona ermisti. Bununla beraber

Pâdisah, yatsi vaktine kadar atindan inmez. Tarihin en büük meydan savaslarindan

biri olan Çaldiran Savasi'nin kazanilmasinda tertip ve tahkim islerindeki

üstünlügün, atesli silahlara sahip olmanin, Osmanli askerinin essiz

fedakârliginin ve son olarak Yavuz Sultan Selim'in askerî dehasinin büyük payi

vardir.

Bu muzafferiyeti müteakip Siî ordugahi, bütün

hazineleri, Sah'in ve ümerasinin zevceleri ile birlikte Osmanlilarin eline

geçer. Çok çetin geçtigi anlasilan Çaldiran Savasi'nda, her iki taraftan da pek

çok insan ölmüstü. Savasi müteakip Çaldiran sahrasinda iki gün divân kurduran

Selim, Muhyî Çelebi'nin bildirdigine göre, sehid düsenlerin nâmina bir kabir

yaptirip üstüne ölüm tarihlerini bildiren amûd (direk)

diktirmistir.

Çaldiran Zaferi, Anadolu birliginin hâlâ devam eden en

büyük istinadgâhi olmakla kalmamis, ayni zamanda Güney Anadolu ile Ortadogu'nun

anahtarlarini da Yavuz'a takdim etmisti.

Çaldiran Zaferi'nden sonra Hoy Sahrasi'na gelerek

Dukakinzâde ile Defterdâr Pirî Çelebi ve büyük bir Osmanli tarihi (Hest Behist)

yazmis olan Idris-i Bitlisî'yi Tebrize gönderen Sultan Selim, bunlar vâsitasile

sehirliye emân vermis ve uzun bir yürüyüsten sonra, yerlere serilmis kiymetli

halilar üzerinden geçerek 5 Eylül l5l4'te sehre girmistir. Bir hafta kadar

Tebriz'de kalan Sultan Selim, Sah'in hazinelerini ile bazi sanatkârlari

Istanbul'a gönderir. Bu sirada Tebriz'de bulunan Timur'un torunu Hüseyin Baykara

oglu Bediüzzaman ile kendisine biri Farsça, digeri Çagatayca olmak üzere kaleme

alinmis iki kaside takdim eden Mehmed Hâfiz ve oglu Hasan Can ( Hoca Sa'düddin

Efendi'nin babasi ) ile birlikte Sultan Selim'e siginmislardi. Özellikle, Sultan

Selim'in büyük hürmet ve saygisina mazhar olmak suretiyle kendisine günde l.000

akça tayin edilen Bediüzzaman, Osmanli ordusu ile birlikte Istanbul'a gelecek ve

bir müddet sonra Eyüb'de vebadan vefat edecektir.

Yavuz Sultan Selim'in, bir haftalik ikameti esnasinda

Tebriz'deki faaliyetleri, bize onun hakkinda bilgi vermektedir. O, Tebriz'in

Sâhib - Âbad mahallesinde bulunan ve mavi altin sarisi çinilerle süslü Sultan

Hasan Câmii'nde, Hülefa-i Rasidîn ile Ashab-i Kirâm'in isimlerini hutbede

okutmus, Sah Ismail tarafindan gerek Akkoyunlulardan, gerekse Seybek Han'dan

müsadere edilmek suretiyle alinmis bulunan hazinelere el konmustu. Bu arada bir

kisim fillerle, Sah Ismail'in, Akkoyunlu Türkmen Ulusu Beyleri'nden Yakub ve

Timur torunlarindan Ebû Said'den gasb etmis oldugu emanetleri Istanbul'a sevk

eden Selim'in, Tebriz'in mahir usta ve sanatkârlarindan bir kismini Istanbul'a

gönderdigine dair kaynaklarda bilgiler bulunmaktadir. Nitekim Muhyi Çelebi'nin

Selimnâmesi'nde, kiliççilardan, cebecilerden, okçulardan ve yaycilardan l700

hânenin Istanbul'a gönderildigine dair verilen haberler, seferin rûznâmesini

tutan Haydar Çelebi tarafindan da te'yid edilmektedir.

Sah taraftarlari (Kizilbas) ile meskûn bu mintikada

daha fazla kalmayi tehlikeli bulan Sultan Selim, bir hafta sonra Tebriz'i terk

edip Nahçivan yoluyla Karabag'a çekilmek zorunda kalmistir. Bununla beraber,

onun, kisi bu eski Ilhanli merkezinde geçirmek tasavvurunu anlayan devlet

büyüklerinin telasi, bazi karisikliklarin çikmasina sebep olmustur. Nitekim,

ordu, Aras Nehri kiyilarina geldigi zaman, bunlarin tesvikiyle harekete geçen

yeniçeriler, padisahin etrafini sararak, parça parça olmus elbiselerini

mizraklari önünde göstererek dönmek istediklerini hatirlatmak isterler. Böyle

bir hareketle karsilasan Selim, Kars ve Bayburt üzerinden Istanbul'a dogru

hareket eder. Bu arada zaferi bildirmek için, komsu devletlere fetihnâmeler

yazilip gönderilir.

Yavuz Selim, Amasya'da iken, Sah Ismail tarafindan

gönderilen elçilik heyetini kabul etmez. Bu arada, Kemah kalesine siginmis olan

ve kalelerinin metanetine (saglamligina) güvenen Kizilbaslar, kendilerine yakin

olan Osmanli topraklarina durmadan tecavüz ettikleri için, kisi Amasya'da

geçirmekte olan Yavuz Selim'e tecrübeli bazi kimseler: Kemah kalesi Kizilbaslar

elinde bulundukça, Bayburt ile Erzincan gibi kasaba ve sehirlerde bir güvenlik

saglamanin mümkün olmayacagini bildirirler. Bunun üzerine Dogu Anadolu'da

esasen hakimiyet kurmayi gerekli gören Pâdisah, Yildirim Bâyezid zamaninda

Osmanli topraklarina katilmis, fakat Timur istilasindan sonra kaybedilmis

bulunan Kemah kalesinin kusatilmasini Biyikli Mehmed Pasa'ya emreder. l9 Mayis

l5l5'te bizzat Pâdisah'in istirak ettigi hücumla alinan Kemah kalesinin

muhafizligina Karaçin oglu Ahmed Bey tayin edilir. Bu arada Iran üzerine yapilan

hareket esnasinda, Osmanli ordusunun yiyecek kollarini vuran

Dulkadirogullari'nin ülkesi alinarak Maras ve Elbistan Osmanli topraklarina

ilhak edilir. Daha sonra Istanbul'a hareket eden Sultan Selim, ll Temmuz'da

sehre girer.

Çaldiran Zaferi'nden sonra, basta Diyarbekir olmak

üzere, Dogu Anadolu'nun birçok sehri, Osmanlilarin eline geçer. Böylece,

Selçuklulardan sonra bozulan Anadolu birligi tekrar ve kalici olarak saglanmis

olur. Biyikli Mehmed Pasa, Diyarbekir Beylerbeyligi'ne getirilir. Tarihçi

Idris-i Bitlisî de müsavir olarak onun yanina verilir. Idris-i Bitlisî'nin

gayretleriyle Harput, Meyafarikin, Bitlis, Hisnikeyfa, Urfa, Mardin, Cezire ve

Rakka'ya kadar Güney Dogu Anadolu bölgesi ile Musul dolaylari Osmanli idaresine

geçer. Bu sayede Tebriz - Haleb ve Tebriz - Bursa Ipek yolu Osmanlilarin

kontroluna girmis olur. Ayrca, Siî akidesinin yayilmasi büyük ölçüde

durdurularak propaganda malzemesi saglayacak imkânlara set çekilmis olur. Yine

bu zaferle geçici de olsa Safevî tehlikesi ortadan kalkmis oluyordu.. Bu

zaferden sonra Yavuz Sultan Selim Sah ünvanini kullanmaya baslamis, hatta bu

ünvan Sultan Selim Sah diye sikkelere de islenmistir. Yavuz'dan sonra gelen

padisahlar da ayni ünvani kullanip kendi dönemlerinde basilan paralara bu ünvani

yazdirdilar. Bundan dolayi bu ünvanla basilan paralara Sâhî adi verilmektedir.

YAVUZ DÖNEMINDE CELÂLîLER

Yavuz Sultan Selim döneminde, sadece ülkenin sinirlari

disinda bulunan Kizilbaslar degil, ayni zamanda sinir içinde bulunanlari da

devleti ugrastiriyordu. Zira Osmanli sinirlari içinde uzun süreden beri,

Safevîler adina yapilan propagandalar, kisa zamanda tesirini göstermisti. Bu

yüzden, sayilari küçümsenmeyecek bir insan kütlesinin gönlü, Safevî Devleti'ne

baglanmisti. Osmanlilar aleyhine çalisan bu insanlar, ayaklanmak için uygun bir

zaman ve firsat kollamakta idiler. Nitekim bunlar, sehzâdeler arasindaki rekabet

esnasinda Yavuz'un, babasina karsi olan isyanini, devletin en zayif ani olarak

degerlendirip Sah - Kulu'nun idaresi altinda harekete geçerler. Böylece memleket

adina büyük bir tehlikenin meydana gelmesine sebep olurlar. Birçok cana mal olan

ve güçlükle bastirilan bu ayaklanmadan sonra sükûnet saglanamadi. Zira bu sefer

de Nur Ali isyani bas göstermisti. Bu da Sah - Kulu isyanindan daha az korkunç

degildi. Sayet Yavuz Sultan Selim'in aldigi tedbirler olmasaydi, belki de o

tarihlerde bunlarin daha korkuncuna sahid olunacakti. Bunlara karsi onun,

yerinde ve müsamaha göstermeden harekete geçmesi, bir an bu isyan alevinin

etrafi sarmasina mani olmus, fakat atesin büsbütün söndürülmesine yetmemisti. Bu

itibarla Siîlik, daha dogru bir ifadeyle Safevîlik adina, zaman zaman ortaya

çikanlar oldu. Iste l5l9'da Celâl adindaki Kizilbasin çikardigi isyan da

bunlardan biriydi. Bozok'lu ve Kizilbas ileri gelenlerinden biri olan Celâl,

kendüyi mecnûnluga urup ve abdal kisvetine girüp vatani ve eskiya encümeni olan

Bozok'tan Tokat semtine firar edip Turhal civarina gidip orada bir magaraya

yerlesir. Burada, gizlice onu ziyarete baslayan Kizilbaslar, MeczûbGi ilâhidir

diyerek adini etrafa duyurmaya ve söhretini artirmaya basladilar. O tarihlerde,

bu bölge halkinin çogunun Kizilbas ve Kizilbasliga mütemayil oluslari, Celâl'in

isine çok yaramisti. Öte taraftan o, derece derece kendisini halka kabul

ettirmee çalismis ve etrafini aldatmakta büyük bir maharet göstermisti.

Gerçekten önceleri o, Mehdi bu gardan (magara) asikâr olsa gerektir, ve ben

intizarla (beklemekle) me'murum diye ise baslayarak birçok insani buna

inandirdiktan ve bu böylece yeterince güçlendigini hissettikten sonra gerçek

yüzü ile ortaya çikar. Bu esnada da kilicin kendisini kesemeyecegini iddia

ederek Halife-i zaman ve Mehdi-i devrân benim demeye baslamisti. O günkü

toplum içinde böyle sözlere inananlar büyük bir yekun tuttuklari için kisa

zamanda Celâl'in yaninda çok sayida Kizilbas toplandi. Bir müddet sonra da

âlemi men serbeser alsam gerek, cümle münkir gitse ben kalsam gerek diye

kendisine büyük bir pâye veren bu adamin etrafinda toplananlardan bir kisminin,

onun politik bir gaye ugruna çalistigini bilmemeleri mümkündür.

Vezir-i A'zam Piri Pasa'nin, Firat kenarindan ayrilarak

padisahin yanina gidisini firsat bilen Celâl, Sah - Veli ünvani altinda ve belki

de Sah Ismail'den aldigi emir sonunda harekete geçer. Isyan, önce Bozok

vilayetinde baslamisti.Ol etrafta bulunan kura (köy) ve kasabatin (kasabalar)

sükkânina (sakinlerine) teaddi ve tecavüz etmek suretiyle baslayan bu hareketin

çok çabuk gelistigi anlasilmaktadir. Çünkü Bozok'ta, Sehsüvaroglu Ali Bey'in

oglu Üveys'in evini bastigi zaman Celâl'in yaninda 4000 kisilik bir kuvvet

vardi. Bu kuvvetin kisa bir süre içinde çogaldigi ve Rum Beylerbeyi olan Sâdi

Pasa'nin kuvvetlerini yenecek duruma geldikleri görülmektedir. Gerçekten Sâdi

Pasa, isyanin çiktigi ilk anlarda bu isyani bastirmak ve bununla çarpismak

gayesiyle asker toplamak için Zile'ye gidip etrafa ulaklar gönderdigi bir sirada

onlarin hücumuna ugramisti. Asker sayisi az olmakla birlikte isyancilarin

önünden kaçmayi düsünmeyen Sâdi Pasa, onlarla savasa girer. Sabahtan aksama ve

ertesi gün ögleye kadar devam eden savasta yaralanan Sâdi Pasa'nin yaninda bir

çok askeri de sehid düsmüstü. Bununla beraber, yarali olarak Amasya'ya çekilen

Sâdi Pasa, yeniden asker toplayip tekrar faaliyete geçer. Ancak Sah-Veli'nin

kuvvetleri, Keçeci ve çanagi diye bilinen melâhide (mülhid, dinsiz) taifesinden

ve Kizilbaslardan büyük yardimlar gördügü için günden güne sayilari artiyordu.

Bu arada, Sâdi Pasa'ya karsi kazanmis oldugu zafer de Celâl'in söhretine söhret

katiyordu. Hatta bu söhret, Sah Ismail'in adini bile

unutturmustu.

Sâdi Pasa'nin mektubundan veya baska bir kaynaktan

haber aldigi bu isyani çok önemli ve ciddi telakki eden Sultan Selim, Rumeli

Beylerbeyi Ferhad Pasa'ya, vezirlik pâyesi vererek isyani bastirmaya me'mur

eder. Ferhad Pasa, kapihalkindan ve yeniçeriden bir miktar askerle yola çikar.

Bilahere o, Sehsüvaroglu Ali Bey, Karaman Beylerbeyi Hüsrev Pasa ve Sivas (Rum)

Beylerbeyisi olan Sâdi Pasa ile birlikte, isyan eden Celâl ve askerleri üzerine

yürürler. Bunun üzerine, burada tafsilatina girmeyi gerekli görmedigimiz büyük

bir mücadele meydana gelir. Bu mücadelenin sonunda, Lütfi Pasa'nin ifadesiyle

nihayet ol bagilerin (eskiya) ekseri kirilüb ve baslari olan habisin basi

kesilüb Sultan Selim'e gönderdiler diye verdigi bilgi ile yetinmek

istiyoruz.

Devletin en kudretli devrinde, büyük gayret ve

zorluklar sonucunda bastirilan bu isyandan sonra, Anadolu'da her ne sebeple

olursa olsun meydana gelen ayaklanmalara, bu Celâl'in adina izafeten Celâlî

denecektir. Celâlîler, özellikle Anadolu'da, zaman zaman harekete geçip yurdun

tahribinde ve halkin soyulmasinda önemli rol oynayacaklardir. Celâlîlerle ilgili

olarak Tosya kadisi ile vilayet halkindan ileri gelenlerin gönderdikleri mektup,

bunlarin isledikleri cinayetler ve sebep olduklari kötülükler hakkinda bilgiler

vermektedir. Bu mektuptan anlasildigina göre on yildan beri halkin rahatinin

kalmadigi, evlerinin yakildigi, yiyeceklerinin ve hatta kadinlarinin zorla

ellerinden alindigi, bu yüzden, köy halkindan da pek çok kimsenin kaçip yurdunu

terk ettigi, geri kalanlarin ise gerek malî gerek siyasî hiç bir seye güçlerinin

yetmedigi belirtilmektedir.YAVUZ SULTAN SELIM'IN GÜNEY SIYASETI

Tuttugunu koparan bir padisah olarak bilinen Yavuz

Sultan Selim, dönemindeki imkânlarla her bakimdan âdil ve mazbut dinî, idarî,

ekonomik ve sosyal bir nizam kurarak Islâm âlemini tek elde toplamak gayesini

güdüyordu. Bu yüzden olacak ki, kendisini bu hedefinden uzaklastirmak isteyen

her seye karsi mücadele etme kararinda idi. Bu bakimdan, dur durak bilmeyen

atesîn mizaci ile o, geçmisi unutmak istiyordu. Herhalde bunda haksiz da

sayimazdi. Zira babasi II. Bâyezid'in zamani, bir bakima baba mirasi ile

yetinen, nisbeten kisir ve durgun bir devir idi. Binaenaleyh, bu yeni çark,

muhtesem mazi mirasina yeni bir seyler ilave etmeliydi. Gerçekten, tempoyu

yükselten Yavuz Sultan Selim'in gayesi belli idi. O, bir Islâm birligi kurmak ve

Osmanli Devleti'ni de bu birligin merkezi haline getirmek istiyordu. Bütün dostane çabalarina ragmen, savas olmadan

kurulmasini istedigi bu birlik, bir türlü saglanamiyordu. Bunun içindir ki,

birlik davasinin gerçeklesmesi ve bu düsünceyi fiile geçirip tercüme edecek olan

vâsita da kiliçtan baskasi degildi. O, bu kilici kimlere çalacagini da çoktan

planlamis bulunuyordu. Zira o, bu birlige engel olmaya çalisanlari çok iyi

taniyordu. Bu bakimdan onlarla gerektigi sekilde mücadele etmeliydi. Önce, büyük

hayal ve ümitlerle, yalniz ordularini degil, akide (inanç) ve mezheplerini de

seferber etmis olan Iranlilar'i hizaya getirecek, sonra da oynak ve iki yüzlü

bir siyaset takip ederek Suriye ile Misir'in arasina gerilmis olan

Dulkadirogullari'ni ortadan kaldirip güney yolunu açacakti. Böylece sira,

Sâhib-i Haremeyn ünvanini tasiyan Memlûk Devleti ile ugrasmaya gelecekti.

Fakat bu bahadir ve cesur insanlarla savasmak belki de harp tarihinin ender

gördügü cenklerden biri olacakti. Bununla beraber hem gözünü hem de gönlünü

Sark'a ve Sark'i tek elde toplmaya dikmis olan hükümdar, Sâhib-i Haremeyn

ünvanini, Memlûk Sultani'nin elinde birakmama azminde idi.

Yavuz Sultan Selim'in bu düsüncesini degerlendirdigimiz

zaman onun, Güney ve kismen Dogu Siyasetini üç baslik altinda ele almak gerekir.

Bunlar:

1. Dulkadirogullari Beyligi'nin Ortadan

Kaldirilmasi,

2. Diyarbekir'in Zapti,

3. Memlûk Devleti ile Olan Münasebetler ve Bu Devletin

Ortadan Kaldirilmasi.DULKADIROGLU BEYLIGI'NIN ORTADAN

KALDIRILMASI


Iran seferine çikan Yavuz Sultan Selim, Alaüddevle'nin,

Sah Ismail'e karsi olan husumetinden dolayi, kendi saflarinda harbe katilmasini

istemisti. Fakat Alaüddevle bu istegi kabul etmedigi gibi kendisine tabi bazi

asiret kuvvetlerini, Osmanlilarin zahire kollarini vurmak için

görevlendirmisti.

Daha önce, Osmanlilarin yardimi ile Dulkadir Beyi olan

Sehsuvar Bey, ugradigi maglubiyet üzerine Kahire'ye götürülüp orada idam

edilmisti. Osmanlilara siginip iltica etmis olan oglu Ali Bey, devlet hizmetine

girmis, gerek Çaldiran'dan önce, gerekse bizzat Çaldiran'da büyük hizmetler

görmüstü. Bundan dolayi padisah tarafindan, Gedik Ahmed Pasa'ya ait olup

hazineye alinmis olan bir altin kiliç ile taltif edilmisti. Bundan baska,

Alaüddevle'nin elinden alinacak yerlerin Ali Bey'e verilmesi de padisah

tarafindan va'd olunmustu. Nitekim Çaldiran Seferi'nden dönülürken Kayseri ve

Bozok sancaklarinin ikisi de Ali Bey'e verilir. Böylece o, Dulkadir Beyligi'nin

sinirlarindaki bölgeye tayin edilmis olur.

Sehsuvaroglu'nun bu iki sancaga tayininden süphelenen

Alaüddevle, bu durumu Memlûk Sultani'na sikâyet eder. O da Sultan'in, Kemah

üzerine sefere gittigi bir sirada Yavuz'a elçi gönderip bu halden sikâyet etmis

ve Ali Bey'in o sancaklardan alinmasini rica etmisti. Buna karsilik Yavuz Sultan

Selim, Alaüddevle'nin elinde bulunan Dulkadir ülkesinin kendisinden alinip Ali

Bey'e verilecegini bildirir. Bu haber, Memlûk hükümdarini epey tedirgin eder. Yavuz Sultan Selim, Kemah'i alip Sivas'a geldigi sirada

Rumeli Beylerbeyligi'ne tayin ettigi Hadim Sinan Pasa'yi 40.000 kisilik bir

kuvvetle Dulkadir üzerine gönderir. Bu arada Sehsuvar oglu Ali Bey'i de bu

birlige rehber ve öncü olarak tayin eder. Kendisi de onlari takiben Ürgüp'le

Kayseri arasindaki Incesu'ya gelip bekler.

Sinan Pasa'nin, Dulkadir hududlarini geçtigi haberini

alan Alaüddevle Bey, karsi koymak için muharebeye hazirlanir. Fakat Göksun

muharebesinde bozularak sür'atle kaçip Elbistan'in güneyindeki Turna Dagi (

Nurhak )'na sigindiysa da takip olunur. Son defa burada yapilan savasta basta

kendisi ile dört oglu ve beylerinden otuz kadari maktul düser.

Böylece Dulkadir Beyligi, tamamen zapt edildikten sonra

basta Maras ve Elbistan olmak üzere, bir sancak itibar edilerek, Osmanlilarin

yüksek hâkimiyeti altinda kalmak üzere Sehsuvaroglu Ali Bey'e verilir. Dulkadir

ailesini bir hamlede ortadan kaldiran Hadim Sinan Pasa, bu hizmetine karsilik

olarak, münhal bulunan vezir-i a'zamliga tayin edilir.

Osmanlilar, Dulkadir topraklarini elde etmek suretiyle

Memlûk Devleti'ne bagli günümüzde Suriye denilen bölge ile el-Cezire

mintikalarini tehdid edebilecek duruma gelmislerdi. Zira artik onlarla ayni

sinirlari paylasmaya baslamis oluyorlardi. Bu da Osmanli - Memlûk savaslarini

hazirlayan sebeplerden biri olarak kabul edilmektedir.

a. Istanbul'da Alinan Bazi TedbirlerDulkadir Beyligi'nin, Osmanli mülküne ilhakindan sonra

Istanbul'a dönen Yavuz Sultan Selim, devlet yönetiminde gördügü birtakim

aksakliklari gidermek için bazi tedbirlere bas vurma ihtiyacini hisseder. Bu

tedbirlerden biri yeniçeriler, digeri de Haliç Tersanesi ile ilgiliydi. Bu

konularda yeni düzenlemelere gitmek zorunda oldugunu hisseden hükümdar, Misir'a

gitmeden önce bu isleri tamamlamaliydi. Bir kere, firsat buldukça ayaklanan,

yagmalara, fitnelere ve isyanlara kalkisan ordunun içinde bir islâthat yapmak ve

bu arada donanmayi da güçlendirmek gerekiyordu. Zira, Arap ordularinin, bir

zamanlar Akdeniz'de bir Müslüman hâkimiyeti kurmak için, kara ordusu kadar deniz

kuvvetlerine de ihtiyaç duymus oldugunu, tarihten ögrendigi gibi tecrübeleri de

onun bu fikrini destekliyordu. Plan ve hesaplarini, iyi bir idarî kavrayis ve

askerî anlayisla düzenleyen Pâdisah için, mâzinin dogru ve yanlis hareketleri,

kulak verilmesi gereken iki önemli sâhid demekti. YENIÇERI AGALIGINDA ISLÂHAT

Dulkadir Beyligi'nin ilhakindan sonra Istanbul'a dönen

Pâdisah, gerek Çaldiran öncesi, gerekse Amasya'da asker tarafindan meydana

gelmis olan yagma, serkeslik ve isyan hareketleri üzerine bazi tedbirler alip

derhal uygulamaya koyma zaruretini duymustu. Bu bakimdan o, askeri tam bir

disiplin altina alip ocagi islâh etmek arzusunda idi. Bu sebeple, ocak üzerinde

an'ane geregince büyük bir nüfuzu bulunan ocak ihtiyarlarini huzuruna çagirarak

Amasya'daki itaatsizligin müsebbiblerinin kimler oldugunu sorar. Bunlar, yine

ocak anlayis ve yardimlasmasi geregi olarak Cümlemüz mücrimüz, devletlû

Hüdâvendigâr'dan afvumuzu reca eylerüz diye cevap verirler. Onlarin bu

cevaplari ocak an'anesine uygundu. Pâdisahin, devlet ricalini bu yolla sorguya

çekmesi, ortaya bir takim isimler çikardi. Bunlardan Iskender Pasa ve Sekbanbasi

Balyemez Osman Aga idam edildiler. Kadiasker Tâcizâde Câfer Çelebi, Ilmiye

Sinifindan oldugu için, huzura çagirilip, kendisine Islâm askerini

itaatsizlige ve isyana tesvik edenin cezasinin ne oldugu sorulur. O da sâbit

ise ser'an siyaset edilmesi gerekir cevabini verince l8 Agustos l5l5'te siyaset

edilir.Adi geçen devlet adamlarini siyaset etmekle beraber Yavuz, büyük hatip,

sair ve Türk insa mektebinin (ekol) büyük temsilcilerinden biri olan

Tâcizâde'nin ortadan kaldirilmasina çok üzülür. Yavuz, derin bir tahkikat

sonucu, isyan tesvikçileri olarak gördügü sahsiyetleri ortadan kaldirdiktan

sonra Yeniçeri Ocagi'nin islahi için, ihtiyarlarla anlasip bazi tedbirler alir.

Buna göre, bundan böyle Yeniçeri Agasi, saray tarafindan, ocak erkân-i

harbiyesi de, saltanat makaminca tayin edilecekti. Bu suretle, yüksek kumanda

heyetini, daha siki baglarla saltanat makamina bagladi. Bütün bu çalismalar,

Selim'in, yorulmak bilmeyen gayretlerinin, idaredeki tezahürlerini bize aks

ettiren görüntülerinden baska bir sey degildir. Benzer gayretleri, devlet

kademelerinin her safhasinda görmek mümkündür.HALIÇ TERSANESININ GENISLETILMESI

Yavuz Sultan Selim, aldigi askerî islâhat

tedbirlerinden sonra, deniz kuvvetlerinin gelistirilmesi ve Venedik ile Ispanya

donanmalarindan daha üstün bir duruma gelmesini istiyordu. Güçlü bir donanmaya

sâhip olmak için de Haliç Tersanesi'nin, günün sartlarina göre genisletilmesini

düsünüyordu. O, bir taraftan asker üzerindeki tesirini artirirken, bir taraftan

da devletin durumuna göre kifayetsiz kalan deniz gücünün yeniden kuvvetlenmesine

çalisiyordu. Iran Sahi üzerine açilan sefer esnasinda ordunun yiyecegini

Trabzon'a kadar götürmek için kullanilan donanma, bu is için yeterli olmadigi

gibi Hiristiyan donanmalarina karsi koyacak güçte de degildi.

Sehzâdelik yillarindan beri çok az bir uyku ile

yetinip, kitap mütalaasi ve tefekkürle mesgul olan Pâdisah, bir gece yarisi

Vezir Pirî Pasa'yi çagirarak, ona Tersanenin genisletilme fikrini açarak Bu

akreplerin (Hiristiyan devletlerin), denizi gemilerle örttüklerini, Rumeli

sahillerinde Venedik, Papalik, Fransa ve Ispanya bayraklarinin dalgalandigini,

bunun da vezirin tenbelligi ile kendisinin müsamahasindan dogdugunu, artik güçlü

ve çok sayida gemiden mütesekkil bir donanma sahibi olmak istedigini söyler.

Pasa, bunu, kendisinin de düsündügünü, yarin Divân'a girdigimizde diger

vezirler ile özellikle beni tekdir etmenizi ve hemen tersane insasi ile 500 harp

gemisinin techizi için emir vermenizi, bu hareketin Frenkleri korkuya dûçar

edip, onlari muâhedelerini yenilemeye ve vergilerini vermeye zorlayacagini, bu

suretle masrafin küffârin altinlariyla karsilanacagini beyan ile en fazla 40

kadirganin denize indirilmesinden sonra Frenklerin, muâhedelerini yenilemek ve

vergilerini vermek için birbirleriyle yarisacaklarini söyler. Böylece Haliç'te

l60 gözlü, büyük bir tersane vücuda getirilerek gemilerin insaasina baslanir.

Böyle bir tesebbüsün yerinde oldugu anlasiliyor. Çünkü henüz gemiler bitmeden

Avrupa devletlerinden bazilari muâhedeleri yenilemeye ve vergi ödemeye

baslarlar. Pirî Pasa'nin görüsü dogrultusunda Macaristan Osmanlilarla bir

senelik mütareke imzalar. Lehistan da anlasmaya dahil olanlardan olur. Eflak

Prensi de vergi verecegine dair Pâdisah'a arzda bulunur. Bütün bu gelismeler,

Misir'a el atma arzusunda olan Pâdisah'a lüzumlu donanma ile Avrupa barisini

sagladi. Bu tesebbüsler, Yavuz'un siyasî yönünün büyüklügünü ve onun azametini

göstermeye kâfidir.

Bu tedbirlerin, görünüste Iran'a karsi yapilacak yeni

bir seferin hazirliklari oldugu etrafa duyurulmus ise de, gerçekte Yavuz Sultan

Selim'in, büyük bir önem verdigi Sark (Dogu) ticaretini, Kizildeniz'in güney

kapisini (Bâbu'l-Mendeb) dahi ele geçirip kapayan Portekiz donanmasina karsi

koruma hususunda acz gösteren ve elinden bir sey gelmeyen Memlûk Devleti

aleyhine harekete geçmis bulunuyordu. Öyle anlasiliyor ki, Kizildeniz'i kapatan

Portekiz donanmasina karsi bir varlik gösteremeyen Memlûk Devleti, Portekiz

donanmasinin, Mekke'nin liman sehri olan Cidde'ye gelmesine de mani

olamayacakti. Bu da Haremeynin, tehlikeye girmesi demekti. Böylece, Islâm

âleminin kalbi durumundaki bölge, bütün bir Islâm dünyasini mateme bogacak ve

onu huzursuz bir hâle getirecekti. Gerçi, l508 yilinda Hindistan'in Saul

limanindaki savasta, Memlûk donanmasi Portekizlilere ait birlikleri hezimete

ugratmisti. Ancak Portekizliler, Misir donanmasina büyük bir zayiat verdirerek

bunun intikamini aldilar. Onlar sadece bu intikamla kalmadilar, l5l3 yilinda

Aden'i de ele geçirdiler. Kansu Gavri, onlarla savas için yeni bir donanma

hazirladi. Bu donanma için gerek gemi malzemesi, gerekse silah olarak

Osmanlilardan büyük ölçüde yardim aldi. Süveys'te tamamlanan ve Selman Reis

komutasina verilen bu donanmaya 2000 Osmanli denizcisi de katilmisti. Memlûk

idaresinin bu konudaki zayifligini bilen Yavuz Sultan Selim, hem bu yüzden, hem

de yukarida temas edilen konulardan dolayi büyük bir donanmanin insaasini emr

etmisti. Nitekim, Misir'in zaptindan hemen sonra kurulan Süveys donanmasi ile

Kizildeniz'e açilmasi bunu teyid etmektedir.DIYARBEKIR VE GÜNEY DOGU ANADOLU'NUN

ZAPTI


Yavuz Sultan Selim'in, Çaldiran'da Sah Ismail'e karsi

kazandigi zafer, bir manada, Güney Dogu Anadolu'yu da Osmanli Türkleri'ne açmis

ve bölgeyi Siî tehlikesi ile Iran kültürünün hâkimiyetinden kurtarmisti. Bu

sirada Dogu Anadolu'da, Çaldiran zaferinin meyvelerini toplamak için çalismalar

yapiliyordu. Zira o bölgede yasayan, Sia baski ve nüfuzundan nefret eden Sünnî

Kürd ve Türkmen ahali, Iran hegemonyasini kirip Osmanlilara baglanmak istiyordu. Ele aldigimiz dönemde, Güney Dogu Anadolu'nun merkezi,

o zamanki ismiyle Âmid denen Diyarbakir sehri idi. Bu sehir, hem tarihî, hem

de stratejik önemi büyük bir sehir idi. Sayet Osmanlilar burayi elde

edebilirlerse o zaman devamli olarak bölgeyi Iran tehdidinden kurtarabilirlerdi.

Bu gayenin tahakkuku için Diyarbakir'in alinmasi kararlastirilinca Osmanli

idaresini Siî Iran idaresine tercih edip Osmanlilara iltica eden meshur âlim ve

tarihçi Idris-i Bitlisî vâsitasiyle bütün bölgenin sulh yoluyla alinmasi için

çesitli tesebbüslerde bulunulur. Biraz sonra görülecegi gibi bu tesebbüslerde

basari saglanir.

Gerçekten, Çaldiran meydan muharebesinden sonra

halkinin büyük bir kismi Sünnî olan Dogu Anadolu beyleri, Yavuz Sultan Selim'in

tarafini tutmuslardi. Basta Diyarbekir olmak üzere birçok sehir kapilarini

Osmanlilara açmisti. Ancak bazi sehirler, bu arada Mardin, Iran kuvvetlerinin

elinde kalmisti. Biyikli Mehmed Pasa, Diyarbekir beylerbiyligine getirilerek bu

bölgenin idaresi onun yönetimine verilmis ve meshur tarihçi Idris-i Bitlisî de

bu konuda yardim etmek üzere bas müsavir olarak onun yanina

verilmisti.

Sah Ismail, Osmanli ordusunun ayrilmasindan sonra kaçip

gizlendigi yerden çikip tekrar Tebriz'e dönünce Diyarbakir'a, Çaldiran seferinde

maktul düsen Ustacluoglu Mehmed Han'in yerine onun kardesi Karahan'i yollamis, o

da Diyarbakir'i muhasara altina almisti. Yavuz, buranin muhasaradan kurtarilmasi

için mirahur iken 92l (m. l5l5)'de Erzincan, Bayburd, Sebinkarahisar ve Trabzon

havalisi kendisine verilen Biyikli Mehmed Pasa'yi memur eder. Bu esnada Sivas

Beylerbeyi olan Sadi Beyi de Mehmed Pasa'ya yardim için göndrir. Bu arada

Idris-i Bitlisî de on bin gönüllü ile bunlara iltihak eder. Diyarbakir üzerine

yürüyen bu kuvvetlere karsi koyamayacagini anlayan Karahan, muhasarayi kaldirip

Mardin taraflarina çekilir. Yine Idris-i Bitlisî'nin yardim ve tesebbüsüyle

Mardin de alinir. Bu arada Diyarbakir'i geri almak için Karahan tarafindan

yapilan hücumlar sonuçsuz kalir. Nihayet, H. 923 (M. l5l7)'de Karahan'in, Urfa

ile Nusaybin arasinda bulunan Koçhisar mevkiindeki bir muharebede maktul düsmesi

üzerine Diyarbakir isi tamamen Osmanlilarin istedigi sekilde halledilip bir

sonuca baglanir. Koçhisar muharebesinden sonra buraya, Osmanli

müteferrikalarindan olup aslen Diyarbakirli olan Ahmed Bey isminde biri, vali

olarak tayin edilir.

Diyarbakir ile dogudaki diger sehirlerin alinmasinda

Idris-i Bitlisî'nin büyük hizmetleri görüldü. Bu zat, Sünnî olan Kürd beylerini

görüp anlasarak onlari Osmanlilarin tarafina çekmisti. Bu suretle Urmiye, Itak,

Imadiye, Cizre, Egil, Bitlis, Hizan, Garzan, Palu, Siirt, Hasankeyf,

Meyyafarikin, Ceziretu'b-nü Ömer gibi takriben 25 mintika beyi devlete itaatini

bildirirler. Pâdisah da, eskiden oldugu gibi yerlerinde kalmak üzere kendilerine

beratlar gönderdi.

Yavuz, hem bunlardan baglilik yemini almak, hem de

Urmiye Gölü sahilinden Malatya'ya kadar olan yerleri tesellüm için, çok sevdigi

ve hürmet edip saygi gösterdigi Idris-i Bitlisî'yi gönderir. Bölgeyi bütün

hususiyetleri ile taniyan, nüfuz sahibi ve siyasî sahada mümtaz bir kabiliyete

sahib olan bu zât, bölgenin manevî fâtihidir. Hest Behist adiyla bir eser yazan

ve Osmanlilarin, ilâ-yi kelimetullah ugruna verdikleri mücadelelerde

oynadiklari önemli rollerini ortaya koymak suretiyle de büyük bir Islâm âlimi

oldugunu göstermistir.

Iran serdari Karahan ile Biyikli Mehmed Pasa ve Karaman

Beylerbeyi Hüsrev Pasa'nin teskil ettikleri Osmanli kuvvetleri arasinda meydana

gelmis olan siddetli muharebede Sah'in maiyyet askerlerini de yanlarinda getiren

Iranlilar, perisan olmuslardi. Bu galibiyet sayesinde Ortadogu'daki denge

Osmanlilarin lehine degismisti. H. 922 (M.l5l6)'daki bu muharebe sonucunda,

Anadolu birligi perçinlenmis oluyordu. Bölgenin, Osmanli idaresine girmesinde

büyük rol oynayan âlim ve tarihçi Idris-i Bitlisî'ye karsi Yavuz Sultan

Selim'in, saygida kusur etmedigi anlasilmaktadir. Yavuz, Idris'i çok seviyor

vekendisine gönderdigi hatt-i hümâyûnda Umdetu'l-Efâdil, kudvetü

erbâbi'l-fezâil ... diye hitab ediyor, hüsnü diyânet ve emanet ve fart-i

sadakat ve istikameti dolayisiyle Diyarbekir vilayetinin feth-i küllisine bâis

oldugu anlatildiktan sonra yüzünün ak olmasi temenni ediliyordu. Padisah, bu

büyük âlimin hizmet ve ihlasindan o kadar memnun olmus, kendisine o kadar yüksek

bir güvenle baglanmistir ki, uygun görecegi kimselere beylik tevcihini temin

için, kendisi tarafindan doldurulacak hatt-i hümâyûnlar dahi göndermisti.

Müverrihin ise bunu, izinsiz kullanmadigi rivâyet edilir ki bu, Pâdisahla âlimin

birbirinden baskin âlicenapliklarinin açik bir ifadesidir. Gerçekten Yavuz

Sultan Selim, gönderdigi beratta Idris-i Bitlisî'ye söyle

diyordu:

Diyarbekir vilayetinin feth-i küllisine bâis oldugun

ilam olunmus, yüzün ag (ak) olsun. Insaallahu'l-eazz sâir vilayetlerin dahi

fethine sebeb-i küllî olasin. Benim, enva-i inâyet-i aliyye-i hüsrevânem senin

hakkinda mebzûl ve munatiftir. Elhaletu hazihi, ahir-i Sevval-i Mübareke (Sevval

ayinin sonuna ) degin vaki olan ulûfeniz ile 2000 sikke-i efrenciye fluri ve bir

samur ve bir vasak ve iki murabba suf ve iki çuka ve bunlardan gayri bir samur

ve bir vasak kürk kapli suflar dahi ve bir frengi kemha kilifli müzehheb kiliç

in'âm ve irsal olundu.

Yavuz Sultan Selim, Biyikli Mehmed Pasa'ya bölge

emirlerinin bagliliklarini te'yid ve kendilerine dagitilmak maksadiyle l7

sancak, sirma islemeli 500 hil'at ve 25 yük (l yük = l000000 akçadir) akça

göndermisti. Hoca Sa'düddin, bu konuda Padisah, Diyarbekir Beylerbeyisi Mehmed

Pasa'ya surh ve sefidden kise-i emele sigmaz mebâlig-i kesire gönderdiler ve

esbab ve emtia-i nefiseden bi had ve bi kiyas nesne ata buyurup hila-i

mütenevvia-i fâhire ihsani ile serefraz eylediler. Ve ümeray-i Diyarbekir'e ve

mulûk ve hukkâm-i ekrâda bahs olunmag içün 25 yük akça, ve 500 câme-i zerrin ve

l7 alem-i pür tezyin irsal buyurdular. diyerek yollanan bu emtianin, Biyikli

Mehmed Pasa'ya gönderildigini açiklar.

Bundan sonra, Yavuz Sultan Selim'in, Misir seferi

esnasinda Haleb'in fethini müteakib, Memlûk idarî teskilâtindaki bölgeye bagli

sehirlerden Malatya, Urfa, Behisni (Besni), Ergani, Harput, Divrigi ve Siverek

ile diger sehirler Osmanli idaresine geçmisti.OSMANLI - MEMLÛK MÜNASEBETLERI

Takib ettigi siyaset yüzünden iki devlet arasinda devam

eden iyi münasebetlerin bozulmasina sebep olan Aalüddevle Bozkrt Bey'in, Selim

tarafindan bertaraf edilip Dulkadir Beyligi'nin Sehsüvaroglu Ali Bey'e

verilmesi, Memlûk Sultanligi'nda bir endiseye sebep olmustu. Bu yüzden, Selim'in

Suriye islerine karismasindan çekinen Memlûklular, Iran savaslarini dikkatle

takib ediyor, ayri mezhebten olmalarina ragmen, Sah Ismail'in sahsinda yeni bir

müttefik buluyorlar idi. Öte yandan, Sah Ismail de Memlûk Devleti'ne müracaat

etmis, Iran'dan sonra Suriye'nin de Selim tarafindan isitila edilecegine dikkati

çekmisti. Iste bunun üzerine, Kansu Gavri, Sünnî ülemanin karsi koymasina

ragmen, ittifak için adamlarindan birini Sah Ismail'e yollamis ve Osmanlilarin

yeniden Iran üzerine yürümelerini önlemistir.

Iran ile Memlûk Devleti'nin, Osmanlilara karsi,

müsterek hareketine mani olmak için tedbirler alinmasi gerekiyordu. Güneydogu'da

fethedilen yerlerin elde tutulabilmesi için, Memlûk Devleti'ne bir darbenin

indirilmesi gerekiyordu. Misirlilar, Osmanlilara böyle bir firsati vermekte

gecikmediler. Öbür taraftan, Ortadogu Ehl-i Sünnet efkâr-i umumiyesi, Siâ

belasina büyük bir darbe indirip, bunun ilerlemesini durduran ve asirlarca

Hiristiyan dünyasinin müsterek ve güçlü kuvvetlerine karsi koyan Osmanlilar'i,

Islâm riyâsetinde görmek istiyordu. Yavuz için bu, gerçeklestirilmesi zarurî bir

vazife idi. Islâm riyâsetinin baslica imtiyazi olan Hilâfet ve Haremeyne

sâhip olmanin, artik Osmanli Hânedani'nin hakki oldugu düsünülüyordu. Islâm

dünyasindaki ehl-i hall ve'l-akdin kanaatinin de böyle oldugu anlasiliyor.

Zira, dogu denizlerinde dolasmaya baslayan Portekizlilerden büyük zararlar

görmüs olan Memlûk Devleti, onlara karsi koyacak gücü kendinde bulamiyordu.

Portekiz, l502 yilinda Hindistan'a yerleserek Hindistan ile Avrupa arasindaki

bütün ticaretin kendi denetiminde olan Güney Afrika'dan dolasan deniz yolundan

yapilmasini istiyordu. l507'de Aden Körfezi'nde Sokotra, l508'de de Hürmüz'ün

ele geçirilmesiyle bu abluka, daha siki bir sekilde uygulanir olmustu. Böylece

Memlûk ekonomisi ile devlet hazinesinde sürekli bir bunalim meydana

getirmislerdi. Bu arada Sah Ismail, henüz yeni eristigi Iran körfezinin,

Avrupalilarin tekeline geçmesini istemiyorsa da, Osmanlilara karsi kendisine

destek olmalari karsiliginda Portekiz gemilerine yardimda bulunmaya hazirdi.

Gerçekten, Dogu Akdeniz'e tam hâkimiyetin temini, Hiristiyan dünyasinin müsterek

hareketine karsi Islâm âlemine yaslanma lüzumu ve Anadolu emniyetinin sürekli

olabilmesi için objektif noktadan bir zaruret olarak görünen Misir seferine

karar verilir.

Esâsen Misir Sultani Kansu Gavri, Dülkadir Devleti'nin

ortadan kalkmasiyle Sâhib-i Haremeyn olarak hutbenin kendi adina okunmakta

devam etmesini Sultan Selim'den istemisti. Bu teklif üzerine Pâdisah Koca

Çerkes er ise hutbesini Misir'da okutmaya devam etsün diyerek Misir'in gelecegi

hakkindaki düsünce ve niyetini açikça belli etmisti.

Hükümdara göre, bir vakitler Avrupa'ya siçrayarak

muhtesem bir Müslüman - Arap medeniyeti kuran, bir taraftan da Irak, Acem, Hind

ve Çin diyarlarina kadar kol atip buyruk yürüten o büyük Islâm devletinden sonra

Sâhib-i Haremeyn ünvanina sahip olmak, fikir ve medeniyet planinda yerinde

sayan su Memlûk Sultanligi'na nasil birakilirdi?

Bu düsünce ve anlayisla, bir zamanlar Islâm dini ve

prensipleri adina giristigi cihadlar ile yeryüzüne baris, adalet, fazilet ve

insanlik dagita dagita ögretici ve kurtarici olarak kitadan kitaya geçerken,

âdil ve her kesimi memnun eden sosyal bir ahenkle beraber, gittigi yerlere tek

Allah fikrinin huzurunu da tasiyarak bir yeni dünya nizaminin müjdelerini

vermisti.

Iste Yavuz da, dedesi Fâtih gibi, Müslüman - Türk

âlemine karsi kendini ayni borcun altina girmis, aktif bir eleman olarak

görüyordu. Bu ruhla, Islâm âlemini içine düstügü karanliktan kurtarmak için onu

tek bayrak altina almanin lüzumuna inaniyordu. Bu planin, mühim bir safhasi

olarak da Misir seferi artik bir zaruret haline gelmis demekti. Fakat bu planin

açikça bilinmeyip tahmin edilen tamamlayici çizgileri Hindistan'a ve daha kim

bilir nerelere kadar variyordu.

Gerek Haliç tersanesinin genisletilmesi, gerekse

seyahat maksadiyle Iran ve Arabistan'a gitmenin yasaklanmasi, Memlûk Sultani

Gavri'nin telaslanmasina ve Yavuz Sultan Selim'e bir mektup göndermesine sebep

olmustu. Yavuz'un Misir üzerine hareketinden dört ay kadar önce yazilmis olan bu

mektupta Gavri, Pâdisah'a karsi oksayici bir uslûpla hitab ederek Oglum

Hazretleri ifadesini kullaniyordu. Bu mektubunda Gavri, tacirler hakkinda

Osmanlilarca uygulanan hükümlerden sikâyet ettikten sonra ayrica denizden ve

karadan Misir üzerine gelinmek istendigini haber aldigini bildiriyor, ikisinin

de Müslüman padisahlar olduklarini, hükümleri altinda bulunan insanlarin da

mü'min ve muvvahidler oldugunu belirtiyordu. Bu mektuptan ve daha sonra

Osmanlilar tarafindan gönderilen mektuplardan anlasilacagi üzere, herhalde her

iki taraf ta, gerçek niyetlerini saklamak suretiyle birbirlerini kollama gayreti

içindedirler.

Evail-i Muharrem 922 (Subat l5l6) tarihini tasiyan ve

Edirne'den gönderilen mektupta Yavuz Sultan Selim, yegane gâyesinin müfsid ve

mülhid-i bî - dinin âsâr-i küfr ve dalaleti bi'l-külliye âlemden mahv eylemek

niyetine diyar-isarka müteveccih olicak âdet-i sâlife muktezasinca babasinin

da yaptigi gibi kendilerinin hayir dualarini beklediklerini, kendilerine durumu

bildirmek ve sadece müfsid-i bî-din üzerine gitmek istediklerini, böylece din

düsmanlarini ortadan kaldirmayi hedeflediklerini, bunu yapmanin da ser'-i serif

geregi oldugunu bildirdikten sonra kendileri ile bir proplemleri bulunmadigini,

insa ettirdigi gemilere gelince, kendilerinin de bildigi gibi denizcilik

bakimindan kâfirlere karsi cihad etmek ve onlara gâlip gelmek için bunun gerekli

oldugunu bildirir. Mektubun dili ile bu konuda söyle diyordu: Malumunuzdur ki,

cânib-i bahrde (denizcilik bakimindan) cenâb-i âlimizin küffâr-i haksâre daima

gazâ ve cihadi eksik olmayup hifz-i derya (denizleri korumak) için merâkibimiz

cemi-i zamanda müheyyadir ki, (gemilerimiz devamli olarak hazirdirlar) bu

halette muhabbete münafi bir va'd olunmamistir. Bütün bunlara ragmen din

düsmani olan Safevî hükümdarini ortadan kaldirmak için kendisi onun tarafini

tutar ve bu konuda onu desteklerse o zaman, Allah'in muradi ne ise o sekilde

olacagini bildirmisti. Gayesinin, Misir'i zapt edip ilhak etmek olmadigini Kansu

Gavri'ye bildiren Yavuz Sultan Selim, uzunca mektubunda bu konuda söyle der:

Selâtin-i Islâmiyeden hiç birinin kendüye veya memleketine tama' veya gezend

(zarar) eristirmek kat'a hatira hutûr etmemistir (hiç birinin hatirina

gelmemistir), dahi etmez de. Madem ki emr-i ser'-i serif icâb etmeye. Hususan,

sizlerle meveddet-i sabika-i mevrusî ki derece-i übüvvet ve bünüvvete yetisüb

(eskiden beri, aramizda baba ve evlad sevgisine benzer bir sevgi varken),

Haremeyn-i Mükerremeyn hürmeti dahi mer'î iken makam-i âlimizden simdiye degin

beyne'l-cânibeyn (iki taraf arasinda) tekdire bais bir kaziyye ve adavet

(düsmanlik) ve tama-i memleketten mebni bir vaz' sâdir

olmamistir.

Islâm dünyasinin bu iki büyük devleti, birbirlerinden

emin olmadiklari için gerçek maksatlarini gizliyor ve fakat hazirliklarini da

yapmaktan geri kalmiyorlardi. Bu sebepledir ki Selim, yeniden Sah Ismail üzerine

yürümeden evvel, Osmanli ordusunun arkasina düsmeleri ihtimali bulunan

Memlûklulari bertaraf etmek üzere hazirliklara baslar. Esasen, bu siralarda

Kansu Gavri de Selim'i tehdid etmek maksadiyle Haleb'e gelmisti. Yaninda da

Sehzâde Ahmed'in, kendisine iltica eden ve orada iyi muamele gören oglu Kasim

Çelebi'yi getirerek onu, Osmanli tahtinin yegâne vârisi olarak ilan etmisti.

Kansu Gavri'nin bu son hareketi üzerine Memlûk Sultanligi tebeasini teskil eden

Ehl-i Sünnete mensûb Sünnîleri elde etmek üzere tesebbüse geçen Selim, Memlûk

emirlerinden birçogunu kendi tarafina çekmeye muvaffak olur. Genellikle

Osmanlilar gibi Hanefî Mezhebi'ne mensûb bulunan Antep, Haleb ve Sam valileri,

Selim'in dâvetine kosmakta gecikmezler. Böylece Hanefî ve Safiî halkin destegini

saglayan Selim, kisi Edirne'de geçirdikten sonra l5l6 senesi Ilkbahari'nda,

Veziriazam Sinan Pasa'yi 40.000 kisilik bir kuvvetle Maras üzerinden Firat

taraflarina sevkeder. Seferin, Iran üzerine oldugunu ilan eden Sinan Pasa,

Diyarbekir'e gitmeye memur oldugunu hududdaki Memlûk nâiblerine bildirmis ve

Firat'i geçmek üzere onlardan müsaade istemisti. Selim'in hareketlerini dikkatle

takib eden Kansu Gavri, Veziriazam Sinan Pasa'nin Firat'i geçmek için müsaade

istemesi, Dulkadir Beyligi'nin Osmanli idaresine geçmis olmasi, Selim'in büyük

bir harp için hazirliklarinin bulundugunu ögrenmis olmasi gibi sebeplerden

dolayi, yaninda, Sehzâde Ahmed'in oglu da oldugu halde, Maras'i geri almak ve

Sah Ismail'e yardimda bulunmak için l8 Mayis'ta 50.000 kisilik bir ordu ile

Sam'a oradan da Haleb'e gelmisti. Bu gelisini de, memleketi teftis etme

bahanesine baglamisti. Kansu Gavri, Sam'a gelirken yerine kardesinin oglu

Tomanbay'i Nâibu'l- gaybi olarak birakmisti. Lütfi Pasa'nin ifadesine göre,

Kansu Gavri'nin Haleb'e, güya memleket teftisi bahanesiyle gelmesi üzerine

Selim, kendisine haber göndererk Git Misir'da otur, babam yerindesin, beni

hayir duadan unutma. Ben, Sah Ismail üzerine gidiyorum deyince, Kansu Gavri

Memleketimdir, gitmem diyecektir. Bunun üzerine Sultan Selim Senin arzun

böyle olunca, açiktan düsmanlik yapiyorsun, Sah Ismail ortalikta yok, senin

Haleb'de oturman benim askerim ve vilayetim için hayirli degildir. Senin

düsmanligini göz görüp dururken ben, görünmeyen düsmana varip seni arkamda

birakamam diyen Sultan Selim, Malatya'dan Haleb'e dogru yürümeye

baslar.

Selim, Kansu Gavri'nin Haleb'e gelis haberini alir

almaz Rumeli Kadiaskeri Zeyrekzâde Rükneddin ile ümerâdan Karaca Ahmed Pasa'dan

mütesekkil bir elçilik heyeti gönderir. Bu heyet önce iyi bir kabul görmez ise

de, sonra Sah Ismail'e karsi olan gerginlikte, arabulucu bir rol

oynayabilecekleri teklifi ve Yavuz'un harekete geçmesi üzerine geri döner. Böyle

bir davranisa karsilik Selim, askerin Kayseri'de toplanmasini emrederek l5l6

Haziran'inda Üsküdar'a geçmis, oglu Süleyman'i Edirne'de, Pirî Pasa'yi

Istanbul'da ve Zeyrekzâde'yi de Bursa'da muhafiz olarak biraktiktan sonra,

yeniden teskil olunan Osmanli donanmasini da Suriye sahillerine

göndermisti.

Elçilerine yapilan hakarete tahammül edemeyen Selim, bu

hakareti, iki devlet arasinda bir harb sebebi sayar. Misir Sultaninin, 50.000

kisilik büyük bir orduyla ve yaninda Abbasî Halifesi III. Mütevekkil Alallah

oldugu halde Haleb'e gelip mevki almasi, Osmanlilara aradiklari firsati vermis

olur. Dönemin Osmanli Seyhülislâmi Zenbilli Ali Cemalî Efendi, Islâm ve seriat

düsmanlarina yardim eden Memlûk ümerasi üzerine harb için fetva vermisti.

Pâdisah, Aksehir, Konya, Kayseri yoluyla Elbistan ovasina gelip Vezir-i a'zam

Hadim Sinan Pasa kuvvetlerine iltihak eder. Böylece savas kaçinilmaz bir hal

almis oluyordu. Bu sebeple, Evâsit-i Receb (Receb ortalari) 922 (l0 Agustos

l5l6) tarihli bir mektupla Kansu Gavri'yi, gerek Sah Ismail'i desteklemek,

gerekse elçilerine yaptigi hakaretten dolayi savasa davet edip: Benim, azimet-i

âlim, ihyay-i seriat-i garra içün diyar-i sarka münsarif kilinmisken senin, ol

mülhid-i bî-din ve müfsid-i bed âyine takviyet kastina bazi evza-i nâ - sâyesten

zâhir olup sen onlardan esedd oldugun haysiyetten teveccüh-i hümâyûnum senin

üzerine mün'atif kilinup... diyerek, nerede ve nasil isterse kendisi ile

karsilasmaya hazir oldugunu bildirir. Bu sirada Mogolbay nâmiyle Misir

Sultani'ndan gelen ve pürsilah huzura giren elçiye sinirlenen Yavuz, Bana,

gönderecek, ulemâdan bir zât yokmuydu? diyerek Memlûk elçisini tahkir ile

gönderdikten sonra Ayintab (Gaziantep) istikametine dogru yol alir. Bu hareket

esnasinda yol üzerinde bulunan sehir ve kasabalar ile Malatya'yi zapt eder.

Ayintab'a geldikten sonra burada, Haleb'e kadar Osmanli ordusuna rehberlik

edecegini va'd eden sehrin valisi Yunus Bey'in ilticasini kabul eder. Osmanli

kuvvetleri kendilerine iltihak edenlerle birlikte, Haleb'e bagli bazi sehirleri

de alirlar. Bazi arsiv belgelerinden anlasildigina göre bu siralarda muhtelif

sehirlerde oldugu gibi Haleb'in ekâbir ve ümerasi da Osmanlilara müracaat edip

kendilerini Memlûklularin elinde birakmamak sartiyle Osmanli ordusunu

memnuniyetle karsilayacaklarini bildirmislerdir.MERC-I DÂBIK VE RIDÂNIYE SAVASLARI

Memlûk Sultani Kansu Gavri, yaninda Abbasî Halifesi

el-Mütevekkil Alallah oldugu halde takriben 80.000 kisilik ordusuyla Haleb'den

çikarak Merc-i Dâbik'a gelip karargâhini kurar. Bununla beraber Selim'e

gönderdigi son mektupta Haleb'e gelmesinin kendi elinde olmayip ümerâsinin

israriyle oldugunu bildirip özür diler. Acaba Selim, beyan edilen bu özre

güvenebilirmiydi? Zira onun Haleb'e gelisi de kendi ifadesine göre sadece bir

teftis içindi. Fakat savastan sonra karargâhinda l00 kantar altin ve 200 kantar

gümüsten ibâret olan ordu hazinesinin ele geçirilmesi düsünülürse, bu kadar

büyük bir hazine ile sadece memleketi teftis degil, Yavuz'u maglub ettikten

sonra, Istanbul'u zaptetmek gayesiyle lüzumlu olan masraflari karsilamak için

böyle bir hazineyi beraberinde getirdigi rivayet edilmektedir.Bütün bunlari bir

tarafa birakacak olsak dahi, kendisinin Kilis yakilarindaki Merc-i Dâbik

mevkiine gelmesi artik bütün baris ümidlerini bosa çikarmisti.

Merci-i Dâbik'a, Memlûk ordusundan sonra gelen Osmanli

ordusunun sag kolunda, Anadolu Beylerbeyi Zeynel Pasa, Sol kolunda Rumeli

Beylerbeyi Küçük Sinan Pasa, merkezde de Kapikulu askerleriyle Yavuz Sultan

Selim yerlerini almis bulunuyorlardi. Ön tarafa da zincirler ile birbirlerine

baglanmis toplar yerlestirilmisti. Osmanlilar, âdetleri üzerine hilâl seklindeki

harp nizamlarini burada da uyguladilar. Osmanlilarin bu harp düzenine karsilik

Memlûk ordusunun sag kolunda Haleb Nâibu's-saltanasi Hayir Bey, sol kolda Sam

Nâibu's-saltanasi Sibay, merkezde de Sultan Gavri maiyetiyle cephe

almislardi.

Iki taraf, 24 Agustos l5l6 (26 Receb 922 )'da Merc-i

Dâbik'ta karsilasir. Savasin ilk karsilasmasinda Hayirbey kuvvetleriyle birlikte

savasi terk edip kaçar. Osmanlilar'in teknik üstünlüklerine dayanamayan

Memlûklar, kisa bir zamanda maglub olmuslardi. Osmanli topçusu bu savasta büyük

bir rol oynamisti. Ordusu dagilan Kansu Gavri'ye dair verilen haberler,

birbirini tutmayan rivâyetler seklinde karsimiza çiktamaktadirlar. Bununla

beraber en dogru gibi kabul edileni, Ömer Satir'dan rivâyet edilen Ibrahim

Gülsenî'nin menakibinda nakledilen rivâyettir. Ona göre savastan maglub çikan

Kansu Gavri, Satir ve daha birkaç kisi ile kaçarken çöle düsmüs, yorgunluk ve

bitkinlikten gece yattigi yerde ölüp kalmistir.

Savasin kazanilmasindan iki gün sonra Haleb'e dogru

yola çikan Pâdisah, iki günlük bir yolculugu müteakiben Haleb yakinlarina gelir.

Sultan Selim, herhangi bir çatismaya girmeden burayi teslim alir. Haleb, Selim'i

merasimle karsilar. Yavuz Sultan Selim, Haleb'de iken basta Abbasî Halifesi

el-Mütevekkil Alallah Ebû Abdullah Muhammed ile üç mezhebin kadilarini kabul

ederek onlara karsi iyi muamelede bulunur. Muhtemelen burada, Halife'den,

hilâfet alamatlerini de alir. l8 gün kadar Haleb yakininda kurdugu ordugâhinda

kalan müzaffer hükümdar, buraya vali olarak Karaca Pasa'yi, kadi olarak da

Çömlekçizâde Kemal Çelebi'yi tayin eder.

Yavuz Sultan Selim, Haleb Ulu Câmii'nde Cuma namazini

eda ederken hatib, Mekke ve Medine'nin hâkimi mânasina gelen Hâkimu'l-Haremeyn

es-Serifeyn ünvaniyle hitab edince o, yerinden kalkip bu elkabin yerine

Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn (Haremeyn'in hizmetkâri) kelimelerini telaffüzla

kendisine bu ünvanin verilmesini istemisti. Hatib'in ayni sözleri tekrarlamasi

üzerine çok sevinen Yavuz Sultan Selim, l000 dukadan daha fazla degeri olan

kaftanini çikarip hatibe giydirecek ve üzerinde namaz kildigi haliyi kaldirip

topraga secde edecektir. Böylece o, Isâm tarihinde diyânetperverliginin ne kadar

üstün oldugunu gösterdigi gibi, Hz. Peygamber'in, Sair Ka'b b. Züheyr'in

kasidesine (Kaside-i bürde) karsi bürdesini (hirka) vermesini örnek alarak böyle

bir harekette bulunmustur. Bu hareket tarzi, Selim'in Islâm'a ve Resûlullah'a ne

kadar bagli oldugunun en belig ve açik nümûnesidir ki bu, Osmanogullari'nin en

karekteristik vasfini teskil eder. Yavuz için kullanilan bu ünvan, kendisinden

sonra gelen bütün Osmanli hükümdarlari için de kullanilan önemli bir elkab

olmustur.

Yavuz Sultan Selim, Hama ve Humus üzerinden Sam

(Dimask)'a dogru ilerler. Memlûkler tarafindan terk edilip bosaltilan Sam,

mesayih ve diger ileri gelenlerce Osmanlilara teslim edilir. Sam'a giren Yavuz

Sultan Selim, burada iki gün kadar kalir. Bu süre içinde ordusunu yeniden bir

nizam ve düzenlemeye tabi tuttugu gibi memleketin ihtiyaçlari ile de ilgilenir.

Bu arada Muhyiddin el-Arabî'nin kabri yanina bir de câmi

yaptirir.

Sultan Selim, Osmanli idaresine geçen Suriye ve Lübnan

mintikalarini yeniden teskilâtlandirdigi bir sirada, Güney Suriye ve

Filistin'deki Safed, Nablus, Kudüs Aclun ve Gazze gibi belli basli sehirleri ele

geçiren Vezir-i'azam Sinan Pasa, Memlûk Devleti'nin Gazze Valisi Canberdî

Gazalî'yi maglub etmek suretiyle Osmanli kuvvetlerine Misir yolunu açmis

bulunuyordu.

Merc-i Dâbik hezimetinden sonra, Misir'a kaçabilen bazi

Memlûk emirlerinin gayretleriyle Kahire'de Memlûk Devleti'nin basina Tomanbay

getirilmisti. Memlûklar, Merci-i Dâbik muharebesinden sonra, Osmanli

hükümdarinin yaninda bulunan Halife el-Mütevekkil yerine de el-Müstemsik'i

halife olarak tayin ettiler. Bu haber üzerine Yavuz Sultan Selim,Tomanbay'a iki

elçi gönderir. Bunlar, Tomanbay'in, Sultan Selim'in hâkimiyetini tanimak

sartiyle Gazze'den öteye olan Misir topraklarini Memlûklar'a birakmak

istedigini, bu ve daha baska sartlarla sulh (baris) teklifinde bulunacaklardi.

Mektubun tesirinde kalan Tomanbay, Sultan Selim'in sartlarini kabul edip sulh

yapmak istediyse de yaninda bulunan emirler, siddetle karsi koyarak bu

teklifleri reddederler. Onlara göre Suriye muvakkat olarak Osmanli idaresine

geçmisti. Yavuz, daha önce Cengiz ogullarindan Hülagu ile Timur hâdiselerinde

oldugu gibi Misir üzerine gelemeyecek, Suriye ve Filistin'den geri dönecegini

zannediyorlardi. Çünkü onlar, Hülagu ile Timur'un yapamadigini, Selim'in

yapabilecegine inanmiyorlardi. Bu bakimdan, Pâdisah'in, Anadolu'ya dönmesinden

sonra zapt edilen yerler, tekrar geri alinacakti. Olaylari bu açidan

degerlendiren Misir ümerasi, Tomanbay'in muhalefetine ragmen Osmanli elçilerini

öldürmekten de çekinmez. Elçilerinin Misirliar tarafindan öldürülmesi, artik

buraya (Misir'a) yapilacak seferi kaçinilmaz hâle getirir.

Bu arada, Sultan Selim'in, Hayir Bay vâsitasiyle Misir

ümerasindan bazilari ile temasa geçip, lehinde propaganda faaliyetlerine

giristigi anlasilmaktadir. Ancak bütün bu tesebbüs ve faaliyetlerden bir sonuç

alamayan Selim, sür'atle ilerleyecek ve sirasiyle el-Aris, Hân Yunus, Sâlihiyye

ve Belbis'i zaptederek Kahire önünde Matariye ile Cebel Ahmer arasinda bulunan

Ridâniye'ye ulasacaktir. Seferde hazir bulunan müelliflere göre, cündîler

(süvari) yaninda sehir halkindan, Urban, Zenci ve Magriblilerden mürekkeb 20 bin

(kaynaklara göre 50 bin) kisilik Memlûkler, Iskenderiye'de bulunan

Venediklilerden ve diger Batili'lardan top temin etmek, siper ve hendek kazmak

suretiyle tahkim ettikleri Ridâniye'de Osmanlilarla yeniden savasmak üzere

tesebbüse geçmislerdi. Bu maksatla, Kahire'nin kuzeyindeki el-Mukattam dagindan

baslayarak Nil Nehri'ne kadar uzanan bir sahada mukavemete çalismislardir. Misir üzerine yürümek üzere Sam'dan ayrilan Sultan

Selim, Kudüs'ü ziyaret ettikten sonra Gazze'de bulunan Osmanli ordusuna ulasir.

l3 günde çölü katederek Kahire'nin kuzey dogusunda ve bu sehrin çok yakininda

bulunan Ridâniye'ye varir. Burada yapilacak muharebe, Merc-i Dâbik

muharebesinden daha zor ve tehlikeli idi. Zira Ridâniye cephesi, 50 binle 20 bin

arasindaki bir kuvvetle ve biraz önce sözü edilen Frenklerden temin edilen 200

kit'a topla, siper ve hendeklerle tahkim edilmisti. Tomanbay, ecnebilerden top

ve topçu tedarik ederek Iskenderiye sahlindeki toplari da buraya getirtmisti. Savas, 22 Ocak l5l7 (29 Zilhicce 922)'de Yavuz Sultan

Selim'in bizzat yaptigi plan geregi, Memlûk ordusunu sasirtacak bir sekilde

baslamisti. Bununla beraber Misir ordusu da siddetle karsi koymustu. O gün

bitmeyen harb, ertesi günü ikindi vaktine kadar devam eder. Muvaffakiyetten

ümidini kesen Memlûk Sultani Tomanbay, son bir ümid ile Osmanli ordusunun

merkezine hücum ederek Selim'i yakalamak veya öldürmek istemisti. Fakat Yavuz, o

anda merkezde degil, el-Mukattam Dagi'ni dolasan kuvvetlerin basinda

bulunuyordu. O sirada merkzde bulunan Vezir-i a'zam Hadim Sinan Pasa ile Ramazan

oglu Mahmud ve Yunus Bey'ler maktul düsmüslerdi.Yeniçerilerin mukavemeti üzerine

geri çekilmek ve bir müddet sonra da muvaffakiyetten ümidini keserek Said

bölgesine kaçmak zorunda kalan Tomanbay'i takib eden Osmanli kuvvetleri,

Kahire'nin bir kismini ele geçirmeye muvaffak olurlar. Selim, üç gün sonra

yaninda halife ve dört mezebin kadilari oldugu halde Kahire'ye girip Bulak'ta

ordugâh kurar. Öyle anlasiliyor ki, Osmanlilar, Ridaniye savasini müteakip

Kahire'yi bütünüyle ele geçirmek üzere giristikleri tesebbüslerde büyük

zorluklarla karsilasmislar. Nitekim 27 - 28 Ocak gecesi, yatsi namazindan sonra,

on bin kisi ile ansizin Selim'in karargâhina hücum eden Tomanbay, Osmanlilarla

siddetli çarpismalara girismis, iki gece sonra yeniden girdigi Kahire'de

hendekler kazdirip barikatlar kurdurtmak suretiyle sokak savaslarina

baslamistir. Bunun üzerine yeni Vezir-i a'zam Yunus Pasa, maiyetindeki yeniçeri

bölükleri ile, o dönemde dünyanin en büyük sehri oldugu anlasilan Kahire'ye

girerek sokak savaslarina istirak eder. Bu arada Kahire'liler de Osmanlilar'a

karsi savasmis ve dar sokaklarda damlardan Osmanli askerlerine tas ve benzer

seyler atmislardi. Bununla beraber, gerek Tomanbay'in, gerekse halkin bütün

çabalari, Kahire'nin Osmanlilar'in eline geçmesine engel olamadi. Bu çabalardan

bir sonuç alamayacagini anlayan Tomanbay, ele geçmemek için kadin kiyafetine

girip Kahire'yi terk eder. Tomanbay, yedi kisi ile kaçip kurtulmus olmasina

ragmen, Misir'in diger ümerâsi, mukavemetten tamamiyle ümidlerini kestikleri

için gelip teslim oldular ki, bunlarin içinde Canberdî Gazalî de vardi. Bu son

taarruzda Tomanbay, dörtbin telefat verdikten baska, bir hayli de esir

birakmisti. Said taraflarina kaçtigi anlasilan Tomanbay'dan aff edilmesi için

mektuplar gelir. Bunun üzerine kendisine emannâme gönderilip iki defa aff

edilir. Buna ragmen o, emannâme getiren hey'ete itimad edemiyerek, hey'et

azalarini öldürtür.

Delta bölgesinde, basina topladigi üç bin kisiyle son

defa talihini denemeye kalkisan Tomanbay, bu denemesinde de basarili olamaz.

Yakalanmasi ile ilgili görüslerin farklilik arzetmelerine ragmen onun,

müttefiklerinin ihanetine ugrayarak Osmanlilara teslim edildigi belirtilir.

Sultan Selim, önceleri kendisine hürmet ederek onu, hükümdarlara yarasir bir

sekilde agirlar. Bu arada onu, Misir valisi veya Anadolu'da kendisine kayd-i

hayat sartiyla ( ölünceye kadar ) bir sancak vermeyi düsündügü belirtilir.

Bununla beraber, kendisini seven Misir halkinin Allah, Tomanbay'a yardim etsin

gibi sözlerle onun lehinde gösterilerde bulunmalari ve Hayir Bey ile Canberdî

Gazalî'nin israrlari neticesinde l5l7 senesi Nisan ayi baslarinda idamina ferman

çikar. Bunun üzerine Tomanbay, Sehsüvar oglu Ali Bey'e teslim edilir. Ali Bey,

2l Rebiülevvel 923 (l3 Nisan l5l7)'de günümüzde de ayni isimle anilan Bâbu

Züveyle denilen yerde onu asarak idam eder. Idam için adi geçen yerin

seçilmesinin bir sebebi vardi. O da Memlûklarin, daha önce Ali Bey'in babasini

burada asmis olmalariydi.

Sultan Selim, Tomanbay'in cenazesinin, bir hükümdarin

cenazesi gibi defn edilmesini ve ona gereken sayginin gösterilmesini emretmisti.

Seim, Misir Baskadisi'nin imamlik yaptgi cenaze namazina bizzat istirak eder.

Müteveffanin ruhu için üç gün fakirlere altin ve yiyecek dagitip in'amlarda

bulunur.

Tomanbay'in ölümünden sonra Suriye gibi Misir da

Osmanlilarin bir eyâleti haline gelmisti. Sultan Selim, burada itaatlerini

arzetmeye gelen hey'etleri kabul etmisti. Bu hey'etler içinde en önemli olani,

Haremeyn Serifi Ebu'l-Berekât b. Muhammed'in, Sultan Selim'i tebrik için oglu

Ebû Nümey'in basinda buundugu hey'et idi. Ebu'l-Berekât, oglu vâsitasiyle

Ka'be'nin anahtarlari yaninda bazi mukaddes emânetler ve hediyelerle

göndermisti. Ebû Nümey'e, büyük ikramlarda bulunuldu. Ebû Nümey, l5l7 senesi

Mayis ayinin sonlarina dogru Pâdisah tarafindan kabul edildi. Bu kabul esnasinda

o, babasinin Memlûk idaresinden çektigi eziyetleri anlatti. Haremeyn Serifi,

Memlûk Sultanlari'na karsi duydugu memnuniyetsizlik ile Sultan Selim'in,

Suriye'de mukaddes mahallere karsi göstermis oldugu büyük alaka ve ihtimam

sebebiyle, severek Osmanli idaresine girmis, Sultan Selim'in adini hutbede

zikretmeye âmade bulundugunu bildirmisti. Sultan Selim tarafindan iyi

karsilanmis olan Ebû Nümey, zengin hediyelerle geri dönmüstü. Bu arada, Haremeyn

fukarasina dagitilmak üzere gemilerle bölgeye zahire ile 200 bin dinar

gönderilmisti. Hoca Saadeddin, Haremeyn'e gönderilen yardim için su ifadeleri

kullanir: Haremeyn-i Serifeyn mücavirlerine mebâlig-i mevfûre gönderüp idrar-i

müteariflerini müdaaf eylediler. Ve gestilerle (gemilerle) nihayetsiz gallat ve

hububat gönderdiler. Ve kudat-i Misir'dan (Misir kadilarindan) mezid-i istikamet

ve tedyin birle tayin buyrulan iki kadi ile 200 bin mikdari dinar-i

kâmilu'l-ayâr gönderüp ma'rifet-i nüzzâr ve küttâb ile Haremeyn-i Muhteremeyn

fukarasina tevzi' ettirdiler. Ilk defa olarak hac kervâni ( Sürre ), Sultan

Selim'in, Sam'dan Ka'be için gönderdigi bir örtüyü hâmilen Hicaz'a hareket

etmistir. Bu tarihten (h. 923 / m. l5l7) itibaren Osmanli Sultanlari

Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn (Haremeyn'in Hizmetçileri) ünvanini aldilar. Bu

ünvan, Osmanli Pâdisahlarina hem Islâm, hem de Hiristiyan âleminde büyük bir

itibar te'min etmisti. Bu esnada elçilik vazifesi ile gelen hey'etlerden biri de

Venedik hey'eti idi. Hey'etin vazifesi o ana kadar Kibris için memlûklere

vermekte oldugu vergiyi, Memlûklerden saglamis oldugu imtiyazlar baki kalmak

üzere, Osmanlilara vermek hususunda müzakerelerde bulunmak idi. Bu hey'et, ayni

zamanda, Venediklilerin Osmanlilara karsi Kölemenlere yardimda bulundugu

töhmetini de redd ederek, devletini bu hususta müdafaa

edecekti.

Yavuz Sultan Selim, ikamet etmek için Kahire'de bir

kösk insa ettirir. O, burada kaldigi müddet zarfinda bu köskte ikamet eder.

Mayis sonlarinda Pîrî Pasa komutasinda gelen Osmanli donanmasini teftis etmek

üzere, Iskenderiye'ye bir seyahatta bulunmus olan Selim, l2 Haziran'da Kahire'ye

dönerek burada üç ay kaldiktan sonra l0 Eylül'de Hayirbey'i vali olarak tayin

ederek Misir'dan ayrilir. Böylece, Misir'a geldigi ilk gün ile, ayrilis günü

olan 23 Saban 923 (l0 Eylül l5l7)'a kadar 8 ay Misir'da ikamet etmis olur.

Pâdisah'in, Misir'da bu kadar uzun müddet kalmasi, belki de yeni yerlerin ilhaki

içindi. Fakat Misir'da fazla kalmaktan dolayi usanmis olan erkân ve a'yan ve

ashab-i divan Istanbul'a dönmek istiyordu. Bunlar, Yavuz'un ulemaya gösterdigi

saygiyi da dikkate alarak o dönemde Anadolu Kadiaskeri olan Kemal Pasazâde'ye

müracaatla Pâdisah'i ikna etmesini rica ederler. Bunun üzerine bir gün, gezinti

esnasinda Pâdisah, etrafta neler konusuluyor dedigi zaman Kemal Pasazâde firsati

kaçirmamis ve askerin dönme arzusunda oldugunu söyleyerek:

Sultanim, askerlerin Nil'den davarlarini suluyorlardi.

O askerlerden birinin su türküyü söyledigini duydum der ve askerin isteklerini,

türkülerle dile getirdigini açiklayarak, türkünün metnini su sekilde Pâdisah'a

arzeder:

Nemiz kaldi bizim mülk-i Arab'da

Nice bir dururuz Sam u Haleb'de

Cihan halki kamu ays ü tarabda

Gel gel ahi , gidelim Rûm illerine

Efkâr-i umûmiyenin görüsüne tercüman olan bu türkü,

aslinda o anda bizzat Kemal Pasazâde'nin kendi dilinden nakledilmis sözleriydi.

Gerçi hükümdar da bunu anlamakta gecikmemisti. Bu sebeple birkaç gün sonraki bir

sohbet esnasinda Pâdisah: Geçen gün söyledigin türkü senin ihtirâin miydi?

diye sorunca, Kadiasker Kemal Pasazâde çok rahat ve cesûrâne bir sekilde evet

der. Böyle bir cevab karsisinda belki de hiddetlenecegi tahmin edilecek olan

Pâdisah, bu itirafa karsilik 500 duka altin ihsan etmekle cevap vermis olur.

Kaynaklarda bu olay su ifadelerle nakledilir. Bir gün yine yolda sohbet

ederlerken Pâdisah, Kemâl Pasazâde'ye sorar :

Tokat'li Molla Lütfi hocaniz imis, ilim ve irfani

yüksek degerli bir ilim adami iken katline sebep ne oldu? Kemâl Pasazâde bu

soruya su cevabi verir: Hased-i akran belâsina ugradi. Tam bir âlim, kâmil,

salih ve dindar bir kisi iken düsmani çogalib hased ettiler ve katline sebep

oldular. Bu duruma üzülen hükümdar, onun sakaci biri oldugunu, zaman zaman öyle

sakalar yaparmis ki, isitenler gerçek zannedermis. Siz de üstâdiniz gibi öyle

sakalar yapmazmisiniz ki, gerçek zannedilsin? diye sorunca Kemal Pasazâde: Biz, geçen gün siramizi savdik, simdi sira Pâdisahimiz

hazretlerinindir. cevabini verince, Yavuz Sutan Selim düsünür ve der ki: Yoksa, geçen gün, yeniçeriler agzindan söylenen o

kita, öyle bir saka miydi? Yani yeniçeriler agzindan siz mi uydurdunuz? Bu söz

üzerine Kemâl Pasazâde:

Evet, dogrusu, Pâdisahimizin buyurduklari gibidir

der. Pâdisah, hosuna giden bu açik ve cesurâne sözü karsisinda Kemal Pasazâde'ye

yukarida belirtilen ihsanlarda bulunur.

Yavuz Sultan Selim, Misir'da kaldigi süre içinde

mahallî bazi islâhatlarda bulundu. Bu meyanda o, Suriye ile Misir'in toprak ve

vergi islerini bir sisteme baglayarak düzene sokar. Gerçi Osmanlilar, bir kisim

Türk ve Islâm devletlerinden zapt ve ilhak ettikleri devletlerin büyük bir

kisminda bazan eski kanunlari hiç degistirmeden ve eski isimleri ile muhafaza

ediyorlardi. Bununla beraber, özellikle vergi konusunda halk için bir çesit

zulüm niteligini tasiyan vergileri Fena bid'atlar addederek ortadan

kaldiriyorlardi.

Memlûk Sultanligi'nin ortadan kalkmasi, Osmanli

Devleti'ne Asya Kit'asin'da Suriye, Filistin ve el-Cezire ile Hicaz'i, Afrika'da

ise Misir gibi stratejik önemi büyük ve mamur bir bölgeyi kazandirdi. Böylece,

Kizil Deniz'in karsilikli iki sahiline de sâhip olan Osmanlilar, Hind ve Ak

Deniz arasindaki Kizil Deniz ticaret yoluna hâkim olmuslardi. Böylece,

Arabistan, Haremeyni's-Serifeyn, Zebid, Aden, Yemen, Habesistan, Said, Nubye,

Magrib'e kadar, Umman sahilinden Firat ve Bagdad'a kadar olan memleketlerin emir

ve sultanlari Yavuz Selim'in emrine girmis oluyorlardi. Böylece Yavuz Sultan

Selim, atalarinin kurduklari devlete büyük bir katkida bulunmus oluyordu. O,

Fâtih Sultan Mehmed tarafindan daha iyi bir sekilde gelistirilen orduyu

kullanarak, gerek onun ve gerekse II. Bâyezid'in stratejik ve idarî

temellerinden yararlanarak Safevîleri yenmekle de kalmamis, ayni zamanda

Müslüman devletlerin önemli bir kismini da kendine baglamisti.

Sultan Selim, Istanbul'a hareket etmeden önce idarî bir

tedbir olmak üzere Kahire'deki bazi hükümdar ogullariyla, halife ve

akrabalarini, nüfuzlu âlim, seyh ve beylerden, ileride tehlike arzedebilecek

olanlari Istanbul'a göndermisti. Istanbul'a gönderilenler arasinda Misir'daki

Abbasî Halifesi III. Mütevekkil Alallah ile amcasi Halil'in ogullari ve Sultan

Kansu Gavrî'nin oglu Mehmed de vardi. Bu arada o, kütüphânelerdeki kiymetli bazi

eserler ile mimar ve san'atkârlardan bir kismini da Istanbul'a göndermisti. Bu

nakillerin tamami, deniz yoluyla yapilmisti. Selim, bilgili bir kimseden Misir

pramitleri ile Nil hakkinda bilgi almisti ki, bu zata karsi büyük bir saygi

besleyip ona ikramlarda bulundu.

Daha önce de, biraz temas edildigi gibi, Yavuz Sultan

Selim, iyi tahsil görmüs, müsait zamanlarda vaktini okuyup arastirmakla geçiren

âlim bir hükümdardi. Kendisi, tasavvufun vahdet-i vücud felsefesini

begendiginden, bu felsefenin Anadolu'da yayilmasini temin eden ve Seyh-i Ekber

nâmiyle söhret kazanmis olan Muhyiddin ibnu'l-Arabi'ye karsi büyük bir hürmeti

vardi. Merc-i Dâbik zaferinden sonra Sam'a girdigi vakit, Seyh-i Ekberin

kabrini sormus ve bazilari tarafindan Seyh-i Ekfer (en büyük kâfir) diye

tahkir edilen bu büyük zâtin kabrini buldurmustu. Misir dönüsünde dört ay kadar

Sam'daki ikameti esnasinda seyhin kabrine türbe ve yanina bir de câmi ile her

gün fakirlere yemek dagitmak üzere bir de imâret yapilmasini emretmisti. Bu

insaat öyle sür'atli yapilmaliydi ki, kendisi henüz buradan hareket etmeden önce

bitmeliydi. Filhakika, mimarlarla usta ve ameleden bir kismi, gece çalismak

suretiyle bunlari tamamlamislardi. Yavuz bu câmide ilk Cuma namazini kilmis ve

vakiflarini tertib ettirerek vaaz ile Kur'an okumaya me'mur görevliler de tayin

etmisti.

Sam'dan sonra yoluna devam eden Yavuz Sultan Selim, 22

Safer 924 (5 Mart l5l8) tarihinde Haleb'e gelir. Iki ay kadar Haleb'de kalan

Selim, iki ayda da Istanbul'a gelir. Merasim ve tantanai karsilamalardan pek

hoslanmadigi anlasilan Yavuz Sutan Selim, törenle karsilanmamak için, gece

gizlice Topkapi Sarayi'na gelir. Istanbul'da on (veya yirmi) gün kadar kalan

Yavuz Selim, 27 Receb (4 Agustos)'de payitahttan ayrilarak Edirne'ye hareket

eder. Pâdisah'in Edirne'ye gelmesinden dokuz gün sonra Sehzâde Süleyman,

gelirine 500 bin akça ilave edilmis oldugu halde babasi ile vedalasarak geldigi

Saruhan Sancagi'na tekrar döner. Selim, Edirne'de bulundugu sirada Venedik,

Macar ve Ispanya gibi Avrupa devletleriyle muâhedeleri yenilemistir. Sultan'in,

Avrupa devletlerine karsi sulh siyâseti takib edisi, herhalde yeni bir Iran

seferine çikmasi ile izah edilebilir.YAVUZ SULTAN SELIM'IN BATI SIYASETI

Yavuz Sultan Selim'in, Bati devletleri ile olan

münasebetleri, onun hükümdarlik makamina geçmesiyle birlikte, cülûsu tebrik için

gelen komsu devletlerin elçileri ile baslamisti. Bu münasebetlerin baslangici

ise onun, babasina karsi giristigi hareket esnasinda, Rumeli'de bir sancak

istemesi ve Hiristiyanlarla mücadele edebilmesi için burada sayilari 25 bine

ulasacak bir askerî birlik toplamasi ile olmustu denebilir. Zira onun tahta

çikisi esnasinda Avrupa'li hükümdarlar, hem cülûsu tebrik etmek hem de mümkün

olursa eski anlasmalari yenilemek üzere elçilerini göndermislerdi. Fakat,

Sehzâde Ahmed'in çikardigi isyandan dolayi hemen Anadolu'ya geçmek zorunda

kaldigi için gelen veya gelecek olan elçilerle fazla ilgilenemiyordu. Bununla

beraber, kendisini selamlamak ve himâyesini taleb etmek üzere gelmis olan Raguza

elçilerini fazla bekletmemis ve eskiden beri Osmanlilara vergi veren bu

cumhuriyetin temsilcilerine Bursa'da eski imtiyazlarini taniyan bir ahidnâme

vermisti. l5l2'de verilen bu ahidnâmede Sultan Selim, Raguza'lilarin verecekleri

vergiler için buyurdum ki, sâbika babam tâbe serâhu zamaninda verdikleri l2500

filori sâl be sâl (her sene) âdet-i kadime üzre elçileriyle dergâh-i muallama

göndereler diyordu.

Pâdisah, diger devlet elçileri ile de gerekli

anlasmalari imzalamayi faydali buluyordu. Çünkü Anadolu'da bir müddetten beri

Kizilbaslarin çikardiklari karisikliklari ve onlari tahrik eden Safevî

Devleti'ni dikkate almadan Bati'ya yönelmek akillica ve dogru bir hareket

olmazdi. Bu sebepten dolayi bütün Bati'li devletlerle dostça münasebetlerde

bulunmayi lüzûmlu sayan Yavuz Sultan Selim, bu anlayisin bir sonucu olarak

onlarin elçilerine karsi mültefit davranmis, bu arada Eflâk ve Bogdan'in

gönderdigi hediyeleri kabul ettigi gibi, babasinin zamaninda, Bogdan Beyi ile

imzalanmis olan anlasmayi da yenilemisti. Bu muahede ile Bogdan kendisini Bâb-i

Humâyun'un tabii ve haraçgüzâri saymisti.OSMANLI - VENEDIK MÜNASEBETLERI

Olaylarin cereyan tarzindan anlasildigina göre, bu

dönemde Osmanlilarin önemli telakki ettikleri devlet, Venedik idi. Zira Yavuz

Selim, daha tahta çikar çikmaz, Venedik hükümet reisine bir mektup göndermis, bu

mektupta özellikle II. Bâyezid'in, kendi istegiyle hükümdarliktan ayrildigini

belirtmisti. Pâdisah'in, mektubunu götüren Semiz Çavus, kalabalik bir maiyet ile

Venedik'e gidip Sark'a (Dogu) yakisir bir debdebe izhar etmisti. Bu zât, on

asilzâde tarafindan senatoya götürülmüstü. Bu durum, Venediklilerin, Osmanli

elçisine karsi çok samimi davrandiklarini göstermektedir. Buna karsilik, cülûsu

tebrike gelmis olan Venidk elçisi Nicolo Giustianiani'ye de Pâdisah büyük

iltifatlarda bulunmus, hatta onu, Sehzâde Ahmed'in isyanini bastirmak üzere

Anadolu'ya giderken, Bursa'ya kadar beraberinde götürmüstü. Iste karsilikli

dostluk ve itimad belirtileri gibi sayabilecegimiz bu hareketlerin iki taraf

için de bir mânasi olmaliydi. Muhtemelen Osmanlilar, bu tarzdaki hareketleriyle,

Dogu'ya yapmayi düsündükleri sefer esnasinda, Venedik'ten gelebilecek olan

tehlikeleri önlemek, Adriyatik, Ege ve Akdeniz kiyilarindaki topraklarinin

güvenligini saglamak istiyorlardi. Venediklilere gelince onlar da, Osmanlilar

ile baris halinde bulunmayi, birçok yönden faydali görmüs olmalilar. Çünkü her

seyden önce Santa - Maura önündeki Türk gemileri ile Mustafa Pasa idaresinde

Apulya'ya göderilecegi söylenen ve Avlonya'da hazirlanmakta bulunan ll0 hafif ve

30 agir gemiden mürekkeb olan filo, onlar için bir endise konusu idi. Ayrica

Sultan II. Bâyezid zamaninda Osmanlilara karsi giristigi mücadele, Venedik'i

ma'nen ve maddeten o kadar sarsmisti ki, bundan sonra Osmanlilarla dost kalmayi

menfaatlarina daha uygun görüyordu. Bu yüzden Venedik, Antonio Giustiniani

adindaki bir elçisini Osmanlilara gönderdi. Edirne'ye gelen ve Venedik

Cumhuriyeti'nin, Osmanli Devleti hakkindaki saadet temennilerini bildiren bu

zat, Pâdisah tarafindan iyi karsilanmakla beraber, yapilmasi düsünülen anlasma,

kolayca imza edilemedi. Ayrica, Istanbul'da anlasma müzakerelerinin devam ettigi

siralarda Osmanli kuvvetleri, Venediklilerin yardimda bulundugu Hirvat Bani J.

Johan'in arazisini bastan basa çigneyip iki bin Hiristiyani alip götürürler.

Bununla beraber iki devlet arasinda l7 Ekim l5l3 'de imzalanan anlasma ile

Venedikliler bütün isteklerini elde edememekle birlikte, II. Bâyezid zamaninda

kendileri için taninmis olan ticarî imtiyazlari yeniden elde ederler. Bu durum,

Venedik için çok iyi olmustu. Çünkü devamli savaslardan dolayi bosalmis olan

hazinesini ancak bu suretle doldurabilirdi. Bundan baska Osmanlilarin her konuda

kendilerine yardim edeceklerini umuyorlardi. Nitekim bundan sonra iki devlet

arasinda Napoli aleyhine olmak üzere çok ilgi çekici müzakereler cereyan

edecektir. Bu arada Venedik de, Sah Ismail'in israrla istedigi yardimi red eder.

Hatta, Papa'nin va'd ettigi büyük ve önemli menfaatleri de dikkate alip

Osmanlilar aleyhine harekete geçmez. Aksine Çaldiran zaferinden dolayi Yavuz'u

tebrik eder. Böylece, Osmanlilar ile Venedik arasinda uzunca bir süre devam

edecek olan dostluk münasebetleri gelistirilmis olur. Bunun üzerine iki devlet

arasinda l5l7 tarihinde yeni bir anlasma imzalanir.OSMANLI - MACAR MÜNASEBETLERI

Osmanli Venedik münasebetlerinden bahsedilirken temas

edildigi gibi, Venedik elçisinin Edirne'ye ulastigi siralarda, bir Macar elçisi

de gelmisti. Bu elçi, II. Bâyezid zamaninda imzalanmis bulunan ve kisa bir zaman

önce, Osmanlilarin Sava Nehri kiyilarina yaklasmalarini bahane ile zedelenen

mütarekeyi yenilemek için müzakerelere girisecekti. Halbuki bu elçinin yolda

bulundugu siralarda Wesprim Piskoposu Peter Berislo, Sava ve Unna arasindaki

Türklere hücum ederek 2000 kadar Müslümani öldürmüstü. Bununla beraber daha

sonralari da Macaristan'la olan siyasî münâsebetleri ihlal edecek küçük bazi

hudud çekismeleri devam ettiyse de bunlar, harple sonuçlanacak bir hâdiseye

sebep olmadi. Su kadar varki Macaristan, Osmanlilar'a karsi büsbütün hazirliksiz

kalmak da istemiyordu. Bu sebeple Papa'dan hem para hem de Osmanlilara karsi

bütün Avrupa devletlerinin müsterek bir harekette bulunmalarini saglamak için

ricada bulundu. ll Mart l5l3'te papalik makamina oturan ve Medici ailesine

mensub olan Papa X. Leo, kendinden önce bu makami isgal edenler gibi bütün Bati

âlemini Türklere karsi ayaklandirmaya çalisan bir insandi. Papa'nin, Türklere

karsi duydugu düsmanligin asil sebebini, Tunus'lu veya Türk denizcilerinin

hareketlerinden dolayi degil, Osmanli Devleti'nin kurulusundan beri, gittikçe

güçlenip kuvvet kazanan ve Bati'yi tehdid eden Müslümanliga karsi duyulan kin,

nefret ve bunun sonucu olarak da Osmanlilari Bati topraklarindan sürüp çikarma

teskil ediyordu. Onun için bu ise gönül verenlerden birisi olarak görülen Papa

X. Leo'nun, papalik makamina geçer geçmez, hemen bütün Hiristiyan prenslere,

Alman Imparatoru Maximilian'a, Polonya ve Ingiltere krallarina, Rodos Üstad-i

A'zamina ve Liefland'da Alman sövalyeleri reisine gönderdigi bir çok mektup, bu

konuda yeterli delilleri teskil etmektedirler. Ayrica, rönesans fikirlerini

tasiyanlarin çogu da, bir takim güzel yazilarla, eski Yunan topraklarinin,

barbar saydiklari Müslüman Türklerden, kurtarilmasini istiyorlardi. Papa, zaten

bütün kuvveti ile bu isin pesinde idi. Kardinallari vasitasiyle yaptigi Haçli

propagandasi, özellikle Macaristan'da tesirini gösterir. Bunun sonucu olarak

binlerce çiftçi büyük gruplar halinde toplanir. Fakat bunlar, ciddi bir sevk ve

idareden mahrum olduklarindan, alt seviyedeki rahiplerin tesvik ve tahrikleri

ile etrafa ölüm ve dehset saçarak kendi vatanlarinda bile birçok sato, köy ve

bölgeyi harabeye çevirirler. Papa'nin, birçok Avrupa ülkesine çagrida bulunarak

bir Haçli seferi düzenlemek istemesi ve l6 Mart l5l7'de Lateran'da toplanan

rûhanî meclis (concilium) te önemli kararlar aldirarak, Osmanli Devleti'nin

istilasi ile ilgili teferruatli noktalari bile tesbit ettirmis olmasina ragmen,

bir netice alinamamisti.

Avrupa'nin içinde bulundugu karisik duruma iyice vâkif

olan Sultan Selim, bundanfaydalanmasini bilmis, komsu devletler ile iyi

geçinerek Sark'in karisik islerini endisesiz bir sekilde halletmeye muvaffak

olmustu. Nitekim bu sebeple Ragusa (Dubrovnik )'ya karsi bile mülayim

davranilmis, bir ara gümrük vergisi % 5'e çikarilmis ise de, bilahere eskiden

oldugu gibi % 2'ye indirilmisti.

Yavuz'dan önce (l499), Kirim Hani Mengli Giray'in

tavassutu ile baslamis bulunan Osmanli - Rus ticarî münasebetleri, bazi

tesebbüslere ragmen bu devirde pek inkisaf edememisti. Bununla beraber, mevcud

eski anlasmalara riayet edilecegi yeniden tasdik edilmisti.

Yavuz Sultan Selim, karsilikli sinir ihlallerine ragmen

Macarlarla savasa girmek istemiyordu. Onun, bazi meseleleri büyütmeyerek barisa

meyilli olmasi, Macar Krali ile akrabasi olan Polonya Krali'ni memnun etmis

olmali ki, l5l9 yilinda Osmanlilarla Poloyalilar arasinda bir baris antlasmasi

imzalanmisti. Bütün dostlarinin bir yil içinde girebilecegi maddesini de ihtiva

eden bu antlasma ile Yavuz, takip etmek istedigi baris politikasini bütün bir

Bati dünyasina ilan etmis oluyordu. Nitekim bu hükme uyarak l5l9 baharinda

Macarlar, Osmanlilarla üç yillik bir mütareke imzaladilar.

YAVUZ SULTAN SELIM'IN ÖLÜMÜ

Memlûk Devleti'ni ortadan kaldirip güney ve bir manada

da güney dogu cephesini emniyet altina alan Yavuz Sultan Selim, artik Avrupa

isleri ile yakindan ilgilenebilirdi. Zira, Papa X. Leo'nun, papalik makamina

gelisinden sonra Hiristiyanlik âleminin fikir, düsünce ve hareketlerinde,

Osmanlilar aleyhinde büyük bir degisiklik meydana gelmisti. Bu düsmanligin

farkinda olan ve aleyhinde meydana geen degisiklik ile ilgili hareketleri çok

yakindan takib eden Yavuz Sultan Selim, Papa'nin, kendileri aleyhinde olmak

üzere birlesik bir Haçli ordusu hazirlamak için Avusturya, Fransa, Ingiltere ve

Ispanya devletlerine birer kardinal gönderdigini biliyordu. O, ülkesinin genis

sahillere sahip olmasindan dolayi yapilacak herhangi bir tecavüzü önlemek için

donanmaya büyük bir ehemmiyet veriyordu. Bununla beraber onun, Haçli ordusuna

karsi alacagi tedbirleri sadece donanma insasiyle sinirli saymamak gerekir. Zira

l5l9'da Kamama Kilisesi ile Hiristiyan ziyaretçlerinin vergi muafiyetleri

hakkinda görüsmek üzere Istanbul'a gelen Ispanya elçisi ile konusan Pâdisah,

elçiye, sayet Ispanya Krali kendisi ile anlasmak istiyorsa murahhaslarini

göndermesini beyan etmek suretiyle Papa'nin gerçeklestirmek istedigi ittifaktan

onu ayirmak istiyordu. O, bununla da yetinmeyerek Macaristan'la olan mütarekeyi

uzatmis, Venediklilerin, Kibris için vermekte olduklari vergiyi getiren elçiyi

huzuruna kabul etmis ve alisilagelmis protokolun hilafina elçi ile konusarak,

Venedik Devleti'nin antlasmalara bagli kalip bunlara riayet ettigi sürece

kendileri ile baris halinde bulunacagini belirtmisti.Johann Johansson'un meshur Osmanli haritasi Siyasî çabalari ile Haçli ordusunu durdurmayi planlayan

Yavuz Sultan Selim, öteden beri Avrupa'ya karsi girisecegi bir sefer için büyük

bir donanmaya ihtiyaç oldugunu biliyordu. Bu sebeple o, askerî faaliyetlerine

hiz vermekten geri kalmiyordu. Bu maksatla Haliç'te daha önce Bizans tersanesi

olarak kullanilan yerde, Fâtih'in insa ettirmis oldugu eski tersaneyi

Kagithâne'ye kadar genisleterek 300 kadar insaat tezgâhini (Göz) ihtiva edecek

bir sekilde büyütmüstü. Böyle siki bir çalisma sonunda Istanbul ve Çanakkale'de

250 gemiden mürekkeb bir donanma, savasa hazir hale gelmisti. Anadolu'da ise

birçok topla takviye edilmis 60 binden fazla asker toplanmisti. Hiç kimsenin

nereye çarpilacagini bilemedigi bu seferin Hiristiyan bir devlet için oldugu

zanni uyanmisti. Bu hazirliklar, belki de Roma'da gerçeklesilmesine çalisilan

Haçli seferini karsilamak için yapiliyordu. Bununla beraber hazirliklarin

bilhassa Rodos için oldugu kanaati yaygin bir hal almisti. Böyle bir kanaatin

yayilmasinin hakli sebepleri de yok degildi. Nitekim Rodos'un, korsanlar ile

hirsizlar duragi ve barinagi olmasi, bu sebeplerin basinda geliyordu. Osmanli

Devleti, Akdeniz'de ticaret yapan Müslüman gemilerine saldiran bu hirsizlarla,

Misir'in alinmasindan sonra daha çok ilgilenmek zorunda idi. Zira Rodos, güven

altinda bulunmasi icab eden Istanbul - Iskenderiye ticaret yolunun üzerinde idi.

Vezirler de Su Akdeniz, sadece Devlet-i Aliyye'ye bir mersâ (liman) olabilir

demek suretiyle Pâdisah'i Rodos'un fethine tesvik ediyorlardi. Bununla beraber

o, Fâtih Sultan Mehmed zamaninda oldugu gibi kötü bir netice ile karsilasmamak

için hazirliklarin daha fazla olmasini vezirlerine ihtar ederek: Benim muradim

bir kisver (memleket, ülke) almaktir. Siz beni, bir hirsiz kalesi almaya tergib

edersiz der. Bununla beraber bu sefer için kaç aylik tedarik gördünüz diye

sordugunda Pirî Pasa: Dört aylik diye cevap verir. O, bunun kifayet

etmeyecegini söyleyerek fikrini açiklamak suretiyle kale muhasaralarindan

hoslanmadigini , meydan muharebelerinin sonuçlarinin daha büyük ve

mesakkatlerinin daha az oldugunu söyleyerek âdeta keramet sahibi gibi Bizüm

simden gerü sefer-i ahiretten gayri seferümüz yoktur demisti. Bu, birbirinden

parlak ve büyük zaferler kazanan bir insanin, bunlari asacak bir sefer

yapamayacagi ve tarihteki azametinin gölgelenecegi ihtimalini düsünmesidir ki,

Sultan'in, sorumluluk hususunda dahi sahikaya ulastigini gösteren bir delildir.

Gerçekten de o, yapilan sefer hazirliklari hakkinda ilgililerden bilgi alip dört

aylik barutun bulundugunu ögrenince bunu yetersiz görmüs ve Hoca Sa'düddin'in

ifadesiyle bu gûna tedâbir-i vâhiye ile ben sefer itmem ve kimse sözü ile yola

gitmem ve bi'l-cümle bize sefer yok, meger sefer-i âhiret demek suretiyle,

artik maddî ve dünyevî seferler için degil, manevî ve âhiret yolculuguna

hazirlanip Allah'ina kavusmak üzere oldugunu, etrafindakilere bildirmek ister

gibiydi.

Sultan Selim, Vezir-i A'zam'i Kapikulu askerleriyle

Edirne'ye gönderdikten sonra kendisi de Agustos l520'de (2 Saban 926) Edirne'ye

dogru yola çikar. Rahatsizdi. Zira iki omuzunun sag tarafina yakin kisminda bir

çiban çikmisti. Halk arasinda yanikara olarak isimlendirien bu çiban, Sirpençe

ismiyle bilinmektedir. Hoca Sa'düddin, Yavuz Sultan Selim'in ölümüne sebep olan

çiban hakkinda tafsilatli bilgiler vermekle beraber biz, olayi günümüzün

ifadesiyle kisaca nakl etmek istiyoruz:

Yavuz Sultan Selim, Edirne'ye harekete karar verdikten

sonra bir gün musahibi Hasan Can'la saray bahçesine inmis, dönüsünde yokusu

çikarken Hasan Can'a sirtina bir seyin battigini söyleyince Hasan Can, elini

hükümdarin sirtina sokmus ve fakat bir sey bulamamis, ancak ikinci sefer yine

ayni seyden sikâyet edilince o zaman Hasan Can, sultanin dügmelerini çözüp

sirtinda henüz bas vermis, etrafi kizarmis ve tam olgunlasmamis sert bir çiban

görür. Bunu Sultan Selim'e söyleyince o, çibani sikmasini istemisse de Hasan

Can: Pâdisahim, büyük bir çibandir, henüz hamdir, zorlamak caiz degildir, bir

münasib merhem koyalim deyince Sultan Selim Biz Çelebi degiliz ki, bir çiban

için cerrahlara müracaat edelim cevabini vermisti. O geceyi izdirab içinde

geçiren Hünkâr, ertesi gün hamama giderek orada çibani siktirip zedeletmis.

Fakat bu da izdirabini artirmaktan baska ise yaramamisti. Bunun üzerine Hasan

Can'a Seni dinlemedik amma kendimizi helâk ettik deyip çibanin macerasini

anlatinca Hasan Can neredeyse aklim basimdan gidiyordu diyecektir. Bütün bu

sikintilara ragmen Pâdisah, Edirne seferi daha önce kararlastirildigi için geri

dönmeyerek hasta oldugu halde 2 Saban 926'da çadira çikar.

Sultan Selim'in hastaligi yüzünden yollarda agir

gidiliyor ve bazi menzillerde fazla kaliniyordu. Yavuz, Çorlu'da kirk gün

Bashekim Ahmed Çelebi tarafindan tedavi edildi. Yara büyüyüp açilmisti. Pâdisah,

hareket edemiyecek kadar takatsiz düsmüstü. Iki aya yakin ( Lütfi Pasa, 284'te

47 gün) devam eden tedaviden ve adeta kendisinden ümidini kesince Edirne'de

bulunan Vezir-i a'zam Pirî Mehmed Pasa ile vezir Mustafa Pasa'yi ve Rumeli

beylerbeyi Ahmed Pasa (Hain Ahmed Pasa)'yi acele yanina çagirtarak vasiyetini

yapar. Daha sonra da Pirî Pasa ile yalniz görüsür. Son demlerini yasadigini

anladigindan acele edip yetismesi için Manisa Valisi olan oglu Sehzade

Süleyman'a haber gönderdi. Oglu gelmeden 2l Eylül l520 (8 Sevval 926) Cuma günü

aksami 5l yasinda iken Çorlu karargahinin bulundugu Sirt köyünde vefat etti.

Vefatindan önce yaninda bulunan müsahibi Hasan Can'a, yatakta bulunusunu kast

ederek Hasan Can ne haldür? demis, o da Sultanum! Cenâb -i Hakk'a tevecüh

edüp Allah'la olacak zamandur deyince Yavuz: Ya bizi bunca zamandan berü kimün

ile bilürdün? Cenâb-i Hakk'a teveccühümüzde kusur mu fehm ettün? cevabini

vermisti. Bunun üzerine Hasan Can: Hâsâ ki, bir zaman zikr-i Rahman'dan gufûl

müsahede etmis olam. Lâkin bu, gayr-i ezmâna benzemedügü cihetten ihtiyaten

cesâret eyledüm demisti. Bunun üzerine Sultan: Sûre-i Yâsin tilâvet eyle

diyerek kendisi de Hasan Can'la birlikte okumus. Ayni sûreyi Ikinci defa okuyup

Selâmun kavlen... diye devam eden 58. âyeti okuyunca teslim-i ruh eyler.

Böylece, Islâm tarihinin en büyük hükümdarlarindan birinin, göz kamastirici

hayati sona ermis oluyordu. Onun ölümü için tarihler düsürülüp mersiyeler

yazildi. Sekiz buçuk sene gibi çok kisa bir saltanat dönemine basarili bir

sekilde sigdirilan fevkalade büyük ve önemli islerden dolayi, Seyhülislâm Kemal

Pasazâde onun hakkinda:

Az müddetde çok is etmis idi.

Sâyesi olmustu âlemgîr,

Sems-i asr idi asirda semsin,

Zilli memdûd olur, zamani kasîr.

Girse meydan-i rezme siri delir,

Çiksa eyvan-i bezme mihr-i münir

Hayf, Sultan Selim'e hayf ve dirig,

Hem kalem aglasin âna hem tig.

demek suretiyle onun sekiz buçuk senelik saltanat

dönemine sigdirdigi islerinin, çok büyük ve önemli olduguna isaret etmekteydi.

Bilindigi gibi ikindi günesinin ömrü kisadir. Fakat bu zamandaki gölge ise çok

uzundur. Ayni zamanda büyük bir sair ve edip olan Kemal Pasazâde, bu beyitleri

ile Yavuz'un çok kisa bir zamanda büyük isler basardigini söylemek

istemistir.

Bir celâdet atespâresi olan Yavuz, bu özelligiyle savas

meydanlarini ates tufanlarina bogmus, düsmanlarinin kalbine korku ve dehset

salmisti. Ne çare ki, bütün dünyayi dizginine alacak kadar zaman bulamadan sir

pençe-i ecel, onun vücudunu, âlemden almis idi.

Sultan selim'in vefati, tek oglu olan Manisa valisi

Sehzâde Süleyman gelinceye kadar gizli tutuldu. Ancak yeni hükümdarin, Sevval'in

onbirinci günü Istanbul tarafina gelip kadirga ile saraya indigi haber

alindiktan sonra, Selim'in vefati ve yeni Pâdisah'in Istanbul'a geldigi ilan

olundu.

Devlet erkâni, derhal Istanbul'a gelip yeni Pâdisah'i

tebrik ettikten sonra Selim'in naasi, bütün ilgililer tarafindan Edirnekapi

haricinde, baglar ucunda karsilanip, hazirlanmis bulunan tabuta konur. Fâtih

Sultan Mehmed Câmii'nde cenaze namazi kilindiktan sonra, o tarihlerde, Mirza

Sarayi denilen günümüzdeki Sultan Selim Câmii yanindaki mahalle defnolundu.

Sultan Selim, vefatindan evvel ara sira gezintilerde bulunarak geldigi ve çok

sevdigi bu mevkie câmi temellerini attirip ise baslattiysa da ömrü vefa

etmediginden câmi ve türbesi, oglu Sultan Süleyman tarafindan

tamamlattirildi.

Selim, Osmanli Devleti'nin hududlarini genisletmis, o

zamana kadar sadece iki kit'a üzerinde bulunan devleti, Misir'in ilhakiyla

üçüncü bir kit'aya da geçirmisti. Böylece o, üç kit'aya hâkim muazzam bir devlet

kurmus oluyordu. Dogu Akdeniz, boydan boya Osmanli sahili hâline gelmisti.

Dünyanin yol güzergâhlari, deniz ve kara ticaret yollari, Osmanli topraklarindan

geçer hâle gelmisti. Bu durum, devletin ekonomik, sosyal ve askerî gücünün

artmasina sebep olmus; tebea, bu büyük devletin nimetlerinden huzurlu bir

sekilde faydalanir olmustu. Yavuz'un, bütün çaba ve gayretlerini sadece fütûhât

askiyla izah etmeye kalkismak, pek dogru olmasa gerekir. Zira bu seferlerin,

dinî, ictimaî, iktisadî, askerî ve jeopolitik noktadan bir zaruretin neticesi

oldugu gâyet açiktir. Bu seferlerle ipek yolu, kalay yolu, baharat yolu, samur

yolu ve kiymetli madenler yolu Osmanli ülkesinden geçmeye baslamis, devletin

Avrupa seferlerinden dolayi gerekli gördügü vâridati bu sâyede epey artmisti. O,

Süveys tersanesini kurdurmak suretiyle Kizildeniz donanmasini da artirmis,

böylece Hindistan ticaret yolu üzerinde, Portekiz'le mücâdele baslamisti. Bu

mücâdele sadece ticarî sahada degil, ayni zamanda siyasî ve askerî sahayi da

kapsiyordu. Bütün bunlar, Yavuz'un ne kadar ileri görüslü ve her seyi planlayan

biri oldugunu göstermektedir.

Sekiz buçuk sene gibi devlet hayatinda çok kisa sayilan

bir sürede, ülkesinin hududlarini iki buçuk misline çikarmis olan Yavuz Sultan

Selim'in, Hindistan, Orta Asya ve Türkistan'a yönelmeyi arzuladigi, Iran

niyetiyle çikmak istedigi sefer hedefinin buralar oldugu rivâyet edilmektedir.

Onun hilâfeti aldiktan sonra, bütün bir Islâm dünyasini birlestirip tek güç

haline getirmek istedigi de söylenmektedir. Bu sâyede, Hiristiyan dünyasinin

tehlikesini de bertaraf edebilecegi gibi Din-i Muhammedî'nin sesini her tarafa

ulastirabilecekti. Yahya Kemal'in deyimi ile:

Sultan Selim-i Evvel'i râm etmeyip

ecel,

Fethetmeliydi cihani, sân-i Muhammedî. Kisa zamanda dünya haritasini degistiren, bu büyük

Sultan'in vefati, oglu Süleyman'in gelmesinden sonra Ordu-yi Hümâyûna

bildirildi. Arkasinda zaferden zafere, dünyanin bir ucundan öbür ucuna gitmis

olan asker, eski bir Türk an'anesine uyarak, üsküflerini (külahlarini) atip,

çadirlarini yikarak aglamaya baslarlar. Harp meydanlarinin en tehlikeli

anlarinda sarsilmayan bu gazi ve mücahidler ordusu, kendilerine istedikleri ve

tahayyül edebildikleri sekilde sultanlik ve komutanlik yapan bu adamin göçüp

gitmesiyle (ufûlüyle) sarsilmis bulunuyorlardi. Gerçekte bu sarsilma, sadece

askerde degil, bütün bir tebeada da görülmüstü.YAVUZ SULTAN SELIM'IN HIZMETI

Yavuz Sultan Selim, dedesi Fâtih zamanindaki Akkoyunlu

tehlikesi gibi olmayan ve sadece Osmanli Devleti'ni degil, bütün bir Sünnî Islâm

âlemini kökünden sarsabilecek olan ve Siî'lik üzerine kurulmus bulunan Sah

Ismail tehlikesini zamaninda fark etmisti. Bu kadar büyük bir tehlikeyi ortadan

kaldirmak için içeriden ve disaridan vurdugu kuvvetli darbe ile bu nazik ve

nazik oldugu kadar da tehlikeli olan durumu bertaraf etmisti. Bu hareketiyle o,

bir zamanlar Siî Fâtimî Devleti'ini ortadan kaldirip Islâm dünyasindaki ikilige

son vermeyi düsünen Selçuklu Sultani Alparslan'a benzemektedir. Gerçekten o

dönemde de Sünnî Abbasî Hilâfeti'ni ortadan kaldirmayi düsünen ve bu sebeple

oralara çesitli isimlerle daî (propagandaci) gönderen Fâtimî Devleti'ne karsi,

Sultan Alparslan harekete geçmis, bunun için, Haleb'e kadar gelmis ve fakat

basgösteren Romen Diojen tehlikesi yüzünden buradan geri dönüp Malazgirt

Savasi'na katilmak zorunda kalmisti.

Dogu Anadolu'yu idaresi altina alan Yavuz Sultan Selim,

bu taraflarda emniyeti temin etmisti. Onun asil hedefi Siî akide üzerine

kurulmus bulunan Safevî Devleti'ni ortadan kaldirmak ve Orta Asya'ya kadar gidip

oralardaki Sünnîleri nüfuzu altina almakti. Böyle bir düsünceye sahip oldugu

için, Sah Ismail'in, baris için gönderdigi elçilerle hiç bir sekilde anlasmayip

isi askida birakiyordu. Fakat bu arzusunun gerçeklesmesine ömrü vefa etmemisti. Dogu Anadolu'dan baska, Güney Anadolu'da da devletine

ilhak ettigi yerler ve Ramazanogullarina ait Adana, Tarsus ve havalisi , Memlûk

Devleti'nden aldigi el-Cezire, Suriye, Filistin , Misir ve Hicaz ile Osmanli

ülkesine bir misli daha ilavelerde bulunmustur. Bundan baska, o asirlara göre en

büyük Islâm Devleti olmasi hasebiyle halifeligi de almis olmasi, gerek

kendisinin, gerekse kendisinden sonra gelecek olan bütün Osmanli hükümdarlarinin

mevki ve nüfuzlarini yükseltmisti. Bu arada, Islâm'in zuhûr ettigi Hicaz

Bölgesi'nin Osmanli idaresine girmesi ve Yavuz'un, bu bölgeye olan saygisini

göstermesi bakimindan, mütevazi bir tabir olarak kullandigi Hâdimu'l-Haremeyn

es-Serifeyn ünvani, bütün bir Islâm dünyasinda bu devlete karsi bir saygi ve

itibarin dogmasina sebep olmustu.

Yavuz Sultan Selim, Avrupa'daki durumu oldugu gibi

muhafaza ederek asil tehlikenin Asya'dan gelecegini görmüstü. Bu sebeple,

saltanati müddetince, bütün gayret ve enerjisini bu tehlikeyi ortadan kaldirmaya

hasr etmisti. Böylece, kendisinden sonra gelecek olan oglunun, Avrupa ve

Akdeniz'de daha emniyetli bir sekilde faaliyette bulunmasini

saglamisti.

Yavuz Sultan Selim, bir bakima vatan ve iman borcu

bildigi prensiplerinin tehlikeye düsmesine riza göstermezdi. Bunun için, bu

prensipleri tehlikeye sokan kimselerin canlarina kiymayi veya onlari aninda

cezalandirmaktan çekinmezdi. Hükümdar olarak verdigi ölüm kararlari için, insan

olarak da gözyasi döküp kahirlanmaktan geri kalmamistir. Gerçekten o, devlet ve

milletin menfaatlerini tehlikeye sokmayan konularda çok daha rahat ve insanî

kararlar veren bir hükümdardir. Nitekim Misir'in zaptindan sonra, muazzam bir

servet terk ederek ölen bir tâcirin metrûkâtindan bir kismina el konulmasi,

defterdarlikça uygun görülmüstü. Pâdisah'a gönderilen takrire Yavuz, kendi

kalemiyle sunlari yazmisti: Müteveffaya rahmet, malina bereket, evlâdina

afiyet, gammaza lanet. Defterdarlik teklifinin, bu sekilde sert bir cevapla

redd edilmis olmasi, onun muhtesem adaletini anlamayan, anlamadigi için de gerek

prensipte, gerek tatbikatta sürçüp onun hakkinda su veya bu sekilde konusanlara

çok siddetli bir ihtar idi. Ayverdi, onun verdigi kararlara güzel bir yorum

getirerek söyle der:

Dikkat edecek olursak, vazife ve mes'uliyet

sinirlarini tayin etmis olmasina ragmen, verdigi idam kararlari onda bir ölüm

soku yaratarak bâzan hüzün, bâzan gözyasi, bâzan siir ve çok defa da derin bir

izdirap olarak ömrü boyunca arkasini kovalamistir. Fakat kütle selâmeti için

kabullenilmis bu sahsî elemleri de yine ayni toplum adina metânetle sineye

çekmesini bilmistir.YAVUZ SULTAN SELIM VE OSMANLILARDA

HILÂFET


Islâm dünyasinda, Hz. Peygamberin vefatindan hemen

sonra ortaya çikan halifelik, asirlarca Islâm cemaatinin dinî, fikrî, idarî,

sosyal ve siyasî gelismesinde rol oynayan önemli bir müessese olmustur. Islâm

tarihinde, siyasî bazi mezheblerin dogmasina sebep olan bu müessese, ayni

zamanda Müslümanlarin bir bayrak altinda toplanmalarina ve daha isin basinda

siyasî bir birlik kurmalarina da sebep olmustu. Bu bakimdan hilâfet, 3 Mart l924

tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafindan ilga edilinceye kadar

devamli olarak bütün bir Islâm toplumunun gündeminde kalmaya devam etmistir. Anlasildigi kadari ile hilâfet, Islâmiyete has bir

idare seklidir. Bu, hem dünya, hem de ahiret (din) islerinin halk tarafindan

uygulanip bir düzene sokulmasini saglayan bir idaredir. Halife ise bu idarenin

basinda bulunan kimsedir. O, Hiristiyan dünyasinda oldugu gibi dinî bir reis

olmamakla birlikte her türlü hareket ve davranisinin kaynagini dinden alir.

Binaenaleyh onun idaresi, dinî emir ve yasaklarla sinirlandirilmistir. Bu

bakimdan o, dünyanin diger hükümdar, sultan, sah, padisah, kral ve

imparatorlarina benzemez. O, bütün bunlardan daha farkli bir özellik tasir.

Bunun için, hilâfetle diger hükümdarliklar arasinda büyük bir fark vardir.

Gerçekten hilâfet, ne kralliklara, ne sultanliklara, ne imparatorluklara, ne de

tam anlamiyle cumhuriyetlere benzer. O, nev'-i sahsina münhasir bir özellige

sahiptir. Bu bakimdan halifeleri de yukarida belirtilen müesseselerin basinda

bulunan birer idareci olarak kabul etmek mümkün degildir.

Uzun tarihî geçmisi içinde, degisik merhaleler geçiren

hilâfetin bütün bu merhalelerinden bahs etmek mümkün degildir. Bunun için biz,

müessesenin Osmanlilara geçisi ve Osmanlilarin bu müesseseyi nasil

kullandiklarina kisaca temas etmek istiyoruz.

Daha önce temas edildigi gibi degisik siyasî sebepler

yüzünden, zaman zaman pek dostça olmayan iliskileri de bulunan Osmanlilar ile

Memlûk-lerin bu münasebetleri, Osmanli Pâdisahi Yavuz Sultan Selim ile Memlûk

Sultani Kansu Gavri dönemlerinde büyük bir muharebe ile sonuçlanir. 25 Receb 922

(24 Agustos l5l6) günü Mercidabik denen yerde baslayan Meydan Muharebesi,

Osmanlilarin kesin zaferi ile sonuslanmisti. Ölü olarak muharebe meydaninda

bulunan Kansu Gavri'nin ordusu perisan olmustu.

Kansu Gavri'nin ölümünden sonra Kahire'de Memlûk

Devleti'nin basina, Sultan Tomanbay getirilmisti. Memlûk idarecileri, Mercidabik

Muharebesi'nden sonra Osmanli Pâdisahi Yavuz Sultan Selim'in yaninda bulunan

Abbasî Halifesi el-Mütevekkil yerine de el-Müstemsik'i halife olarak tayin

ederler. Bu durumdan haberdar olan Osmanli hükümdari, Tomanbay'a iki elçi

gönderir. Bunlar, Tomanbay'in, Sultan Selim'in hâkimiyetini tanimak sartiyle

baris teklifinde bulunacaklardi. Fakat her iki elçi de Tomanbay'in arzusu

hilâfina diger yöneticilerin baskisi ile öldürülür. Elçilerin öldürülmesi, harbi

kaçinilmaz bir hâle getirmisti. Böylece, Osmanlilarin zaferi ile sonuçlanacak

olan Ridâniye Savasi olmustu. Bu savastan sonra Misir da Suriye gibi bir Osmanli

eyâleti haline getirildi. Yavuz Sultan Selim, burada kaldigi müddet içinde Islâm

dünyasindan pek çok hükümdar ve idareci, hey'etler göndermek suretiyle

bagliligini arzeder. Bunlar içinde en önemli olani Haremeyn Serifi Ebu'l-Berekât

b. Muhammed'in, Sultan Selim'i tebrik için oglu Ebû Nümey'i göndermesidir.O,

oglu vâsitasiyle Ka'be'nin anahtarlari ile mukaddes emânetlerden bazisini

göndermisti. Böylece, Osmanli Memlûk savaslari neticesinde Arabistan, Haremeyn-i

Serifeyn, Zebid, Aden, Yemen, Habesistan, Said, Nübye'den Magrib'e kadar, Umman

Sahili'nden Firat ve Bagdad'a kadar olan memleketlerin emir ve sultanlari Sultan

Selim'in emrine girmis oluyorlardi.

Hilâfetin, Misir'daki son durumu karisik bir hal

almisti. Abbasî Halifesi el-Müstemsik billah 905 (l509) da bu makamdan çekilerek

yerine oglu el - Mütevekkil getirilmisti. Kansu Gavri ile Mercidabik Savasi'na

katilan halife, Sultan Selim'e teslim olmustu. Yavuz'la birlikte Kahire'ye gelen

el-Mütevekkil, tekrar makamina getirildi. Daha sonra Sultan Selim ile birlikte

Istanbul'a gelen el-Mütevekkil, Yavuz'un ölümünden sonra 927 (l52l)'de tekrar

Kahire'ye dönecek ve orada vefat edecektir.

Osmanli sultanlarina hangi tarihte ve ne suretle halife

denildigi kesin olarak bilinememektedir. Bununla beraber, muhakkak olan bir

nokta var ki o da Yavuz'un Misir fethi üzerine hilâfet makamini deruhte etmis

olmasidir Islâm dünyasi, Yavuz Sultan Selim'in, Siî Iran'i dize getirmesi,

Memlûk Devleti'ni ortadan kaldirmasi, Hiristian Avrupa'ya karsi basari kazanmasi

ve o dönemlerde Memlûk idaresinde olmakla birlikte Kizil Deniz'deki Portekiz

donanmasinin tehdidi altinda bulunan Haremeyn'i bu tehlikeden kurtarmasi

sebebiyle Osmanlilarin gücünün farkina varmisti. Burada suna da isaret etmek

gerekir ki, Islâm dünyasi, Haremeyn ile hilâfet arasinda büyük bir bagin

bulundugunu kabul ediyordu. Binaenaleyh, gerçek mânada halife olabilmek için,

Haremeyn bölgesine hakim olmak gerekiyordu. Bu bölgeye hakim olamayana halife

denilemezdi. Bu sebepledir ki, Yezid b. Muaviye ile Abdülmelik b. Mervan

zamanlarinda Abdullah b. Zübeyr'in Mekke'de hilâfetini ilan etmesi, Abbasîler

zamaninda da 3l8, 338 (m. 930, 950) yillarinda Haremeyn'in Karamita'nin eline

düsmesi esnasinda meydana gelen olaylar, bu anlayisin o dönem müslümanlarinca da

kabul edildigini göstermektedir.

Osmanlilarin, halife sifati üzerinde pek fazla

durmadiklari anlasilmaktadir. Zira tarihî kayitlar, hem Misir'in ilhakindan

önce, hem de sonra zaman zaman Osmanli hükümdarlarina halife ünvani ile hitab

edildigini göstermektedirler. Bununla beraber, Misir'in ilhakindan sonra dahi

Yavuz Sultan Selim için Hadimu'l-Haremeyn, Sultan ve Hakan gibi ünvanlar

kullanildigi halde Halife tabiri pek kullanilmamistir. Öyle anlasiliyor ki,

buna pek fazla gerek te bulunmuyordu. Zira Osmanli Padisahi, artik tek basina

Islâm âleminin en güçlü hükümdari olarak idareyi eline almisti. Çagdas bir

arastirici da hilâfetin Osmanlilara geçisi ile ilgili bilgileri verdikten sonra

söyle der: Yavuz Sultan Selim'in, Misir'a yaptigi seferi sirasinda dinî ve

siyasî ehemmiyeti haiz büyük bir hadise, Hilâfetin Osmanli hânedanina intikali

cereyan etti. Yavuz Sultan Selim zamaninda Imparatorlugun kazandigi büyük söhret

ve seref itibariyle, Osmanlilar hilâfetin asil ve hakli iddiacilari oldugunu

isbat etmislerdi. Ayrica el-Mütevekkil'in vefatindan sonra halefleri

halifelikten feragat ettiler. Böylece, bu boslugu doldurmak Osmanlilara

düsmüstü. Fakat ne var ki, hilâfet ünvani o zamana kadar bütün özelliklerini

kaybetmis ve sadece sözde kalmis bir ünvandan ibaretti. Osmanlilarin kudreti,

böyle bos bir ünvana muhtac degildi. Bu sebepten onlarin, o zamanda bu mesele

ile pek ugrasmadigi anlasiliyor. Fakat her seye ragmen hilâfet Islâm âleminde

yine saygi ve hürmete deger bir mevkii idi. Osmanli Pâdisahlari da arada sirada

bu durumdan istifade etmeye çalismislardir. Gerçekten, Hiristiyan Dünyaya karsi

tek basina koyabilen, Islâm âlemini düsmanlarindan koruyup ona karsi bir kalkan

vazifesi gören bu devletin, böyle bir sifat ve ünvani kullanmaya ihtiyaci yoktu.

Zira o, zaten fiilen bu ünvana hak kazanmisti. Binaenaleyh, Osmanlilardan baska

bu sifatla Islâm dünyasinin bayraktarligini yapabilecek güçte kimse mevcud

degildi. Bu sebepledir ki Yavuz'a halife diyenler sadece Osmanlilar degildi.

Çünkü Ehl-i Sünnet akidesine bagli Sünnî Müslümanlar ve özellikle Iran ile Orta

Asya'dakiler, Selim'in sahsinda Iran'da gerçek Müslümanligi ihya etmekle

mükellef bir Islâm Halifeligi görüyorlardi. Bundan dolayidir ki, Çaldiran

zaferinden sonra Tebriz'e girmis olan Yavuz Sultan Selim'e, Mâveraünnehr

ulemasinin ayni fikirleri tasidigi haberi gelir. l5l6'da Muhammed Isfahanî ona

Hilâfet tahtnin Sultani demekle de yetinmiyor ve simdiki halde sen kendine

has asil vasiflarla Allah'in ve Muhammed (s.a.v.)'in halifesisin diyordu.

Arablar ise, Halife Mütevekkil'in, kendi yetkilerini ve bu yetkilerden dogan

hukukunu Yavuz'a terk edip etmedigini arastirmak lüzûmunu bile duymadan Yavuz'a

Halife demeye basladilar. Gerçekten, Ibn Sünbül, Yavuz Sultan Selim için,

dünyada Allah'in Halifesi, Mekke'li Kutbeddin ise Halifeturrahmanlarin en iyi

Halifesi diyordu. Bütün bunlar, Yavuz'un, Misir'i almasiyle hilâfetin

Osmanlilara geçtigini göstermektedirler. Osmanli hükümdarlarinin, halife

ünvanini resmî bir kayit olarak ilk defa Silistre'nin güneyinde bulunan Küçük

Kaynarca'da 8 Cemaziyelevvel ll88 (l7 Temmuz l774) tarihinde Ruslarla yapilan

antlasmada kullandiklari görülmektedir. II. Katerina, Osmanli ülkesindeki

Ortodoks Hiristiyanlarin himâye hakkini istedigi zaman, Osmanli murahhasi da

muahedeye (antlasmaya) Halife ünvanina istinaden Sultanin tabiiyetinden çikan

Türk ve Müslümanlar üzerinde, dinî hüküm ve nüfuzuna dair bir bend koydurdu.

Antlasmanin, üçüncü maddesindeki fikra söyledir:

Ve Cenâb-i Bârîden gayri kimesneye tabi olmamak üzere

tâife-i merkume itiraf ve kabul velakin mezhebleri ehl-i Islâm'dan olup zât-i

ma'delet simât-i sehriyaranem imâmu'l-mü'minîn ve halifetu'l-muvahhidîn olduguna

binaen...

Sultan II. Abdülhamid ( 1876 -1909 ), 31 Agustos

1876'da, V. Murad'in yerine Osmanli tahtina geçtigi zaman, Osmanli Devleti,

Kuzey komsusu Rusya, Balkan ülkeleri ve diger Hiristiyan devletlerle iç açici

bir münasebette degildi. Zira tahta geçisten bir sene sonra Rusya savas açmis,

Sirbistan ve Karabag bagimsizliklarini kazanmis, Bulgaristan, Osmanlilara bagli

görünmekle birlikte bagimsiz bir devlet durumuna gelmisti. Balkanlarda birkaç

eyâlet, kan, ates, isyan ve huzursuzluk içindeydi. Tabir caizse bu dönem,

azginlasmis Avrupa emperyalizminin Osmanli Devleti için kötü ve büyük

emellerinin bulundugu bir dönemdir. Iste bu sebepledir ki Sultan II. Abdülhamid,

Halife sifati ile haiz bulundugu mevkie ehemmiyet vermis ve saltanatinin

baslangicinda ilan edilen Kanun-i Esasîde bu cihet açikça ortaya konularak:

Zât-i Hazret-i Padisahî hasbe'l-hilâfe din-i Islâm'in hâmisi kaydi

konulmustur. Sultan Abdülhamid, halife sifati ile Islâm birligini saglamak için

Islâm dünyasinin muhtelif bölgelerine adamlar göndermisti. Avrupa devletlerinin,

Islâm âlemine olan hücumlari, oralarda bulunan Müslümanlarin durumlari ve yegane

müstakil Islâm devletinin Osmanli Devleti olmasi gibi sebeplerden Sultan

Abdülhamid'in bu siyaseti, basarili olmus görünmektedir. Çünkü akli basinda olan

bütün Müslümanlar, Avrupa emperyalizminin eline geçirdigi bölgelerde, yerli

halka nasil muamele ettiklerini görüyorlardi. Bu da, onlarin, Islâm halifesi

etrafinda toplanip kenetlenmelerine sebep oluyordu.

Sultan II. Abdülhamid'den sonra Osmanli Devleti'ndeki

siyasî kriz, bunun arkasindan gelen Birinci Dünya Harbi ve nihayet Istiklâl

Savasi'ndan sonraki olaylar, son Osmanli Sultani Vahdeddin (VI. Mehemd )'in

vazifeden alinmasina ve saltanata son verilmesine sebep olmustu. Osmanli

saltanatinin 1922 yilindaki ilgasindan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi,

Sultan Abdülaziz'in ogullarindan Veliahd Abdülmecid Efendi'yi halife ilan eder.

Fakat bir müddet sonra, Meclis'teki bazi münakasalar (bk. Türkiye Büyük Millet

Meclisi Zabit Ceridesi, VII, 44 - 70.) ve özellikle Ismet Pasa (Inönü)'nin,

hilâfetin kaldirilmasi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin dahilî ve haricî

siyaseti üzerine fena hiç bir tesiri görülmez demesi ve bu konuda çektigi

nutuktan sonra kabul edilen kanun geregi, 3 Mart 1924 tarihinden itibaren

hilâfet, tarihe mal olan bir müessese haline geldi. Konu ile ilgili kanun

maddesi: Halife hal' edilmistir. Hilâfet, hükümet ve cumuriyet mâna ve

mefhumunda esasen mündemic oldugundan makam-i hilâfet mülgadir demektedir.

Böylece, Islâm dünyasinin l0l., Osmanlilarin 29. halifesi olan Abdülmecid

Efendi'nin hilâfeti, 1 yil, 3 ay 14 gün sürdükten sonra nihayete

erdi.

3 Mart l924 tarihinde hilâfetin ortadan

kaldirilmasindan sonra, Islâm dünyasinda bir bosluk dogmustu. Bu boslugun

doldurulmasi ve imkân dahilinde ise yeni bir halifenin seçilme çalismalari

yapilmisti. Bu sebeple kongreler tertiplenmisti. Fakat bütün bunlar, bir sonuca

ulasamamisti. Zira kongrelerde ileri sürülen görüsler, herkes tarafindan

ittifakla kabul edilemiyordu.

Kaynak: Osmanli tarihi

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


YAVUZ SULTAN SELIM

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler YAVUZ SULTAN SELIM Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir söyleyebiliyordu. Farsça olan Divân'i l306 yilinda Istanbul'da basilmis olup, l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II.'nin emri ile Paul Horn tarafindan Berlin'de yeniden nesredilmistir. Trabzon'daki valiliginden itibaren meclisinde sairleri bulundurmayi aliskanlik ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 03:37 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.