Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| YAVUZ SULTAN SELIM Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir
söyleyebiliyordu. Farsça olan Divân'i l306 yilinda Istanbul'da basilmis olup,
l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II.'nin emri ile Paul Horn tarafindan
Berlin'de yeniden nesredilmistir. Trabzon'daki valiliginden itibaren meclisinde
sairleri bulundurmayi aliskanlik haline getirmisti. Câfer Çelebi, Ahi ve Revânî,
onun meclisinin müdavimleri idiler. Siyer ve Tarih ilminde epey mütalaasi
oldugundan bu konuda mahir bir sahsiyet olarak kendisinden söz edilmektedir. Bos
zamanlarini âlim ve ediplerin meclislerinde geçirmekten hoslanirdi. Ilmi sever
ve ülemaya hürmet ederdi. Tarih, felsefe ve tasavvuf sahalarinda genis bir
bilgisi vardi. Özellike edebî bir lisanla ve pek muglak olan Tarih-i Vassafi
çokça mütalaa ederdi ki bu, onun ilimdeki yüksek vukufunu göstermektedir.
Hazarda olsun seferde olsun, vakit buldukça ilmî mütalaalar ile mesgul olurdu.
Nitekim, Misir'dan Istanbul'a gelinceye kadar Ibn Tagriberdî'nin
en-Nücûmu'z-Zâhire adli eserini Ibn Kemâl'e tercüme ettirerek menzillerde
parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri okurdu. Yine o, Misir'daki
ikameti esnasinda, Hind ve Çin haritalarini yaptirmisti. O, sair, mutasavvif ve
filozof bir hükümdardi.Uzunçarsili'nin degerlendirmesiyle o, Osmanli
hükümdarlari arasinda ilim itibariyle en yüksegi idi. Sam'in Sâlihiyye semtinde
câmi ve imâret insa ettiren Yavuz Sultan Selim, oradaki Muhyiddin Arabî'nin
türbesini de bulup yaptirdi. Böylece o, ( ) Sam'daki bu tesisler ile Konya'da
Mevlevî Tekkesi'ne getirdigi sudan baska bir hayir yapamamisti. Zira benzer
hayir isleri için fazla zaman bulamamisti. Hatta Istanbul'daki kendi câmiinin
bile temellerini attirmis fakat ikmâline imkân bulamamisti. Osmanli Devleti'nin
9. hükümdari olan Yavuz Sultan Selim, Müslüman - Türk âleminin ilk halifesi
olarak dünyada ilk defa Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn ünvanini almisti. Babasi
II. Bâyezid, annesi Dulkadiroglu Alaüddevle'nin kizi Ayse Hatun'dur. Babasinin
sancak beyi olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelen sehzâdenin dogum tarihi
hakkinda verilen kayitlar, hicrî 87l, 872 ve 875 (m. l466, l467 ve l470) yillari
seklinde epey farkliliklar göstermektedir.
Kaynaklar, Ikinci Bâyezid'in, hayatta kalan ogullarinin
en küçügü olan Yavuz Sultan Selim'in, sahsiyeti ve yönetimdeki enerjisi hakkinda
yeterli bilgi verirler. Kendi ifadesine göre, Trabzon Sancak beyligine 887
(l482) veya 892 (1487) yilinda tayin edilmisti. Öyle anlasiiyor ki o, diger
sehzâdelere göre daha cevval ve enerjikti. Ileri görüslü bir sehzâde olan Selim,
sert bir yaratilisa sahipti. Yapacagi islerde karar vermeden önce çok düsünür,
etrafindakilerle konusur ve bundan sonra kat'i bir karara varirdi. Istisare ve
arastirmadan sonra varilan karardan dönmezdi. Bu konuda önüne çikacak bütün
engelleri ortadan kaldirmak gayesiyle elinden geleni yapardi. Kararlarini
uygulayabilmek için planli bir sekilde çalisirdi. Adam seçmesini iyi bilirdi.
Bütün bunlar, onun, pâdisah olmasinda ve basarili isler yapmasinda birinci
derecede rol oynadi. Babasinin yerine geçip Osmanli tahtina oturmayi kafasina
koydugu zaman, en çok güvendigi adamlarini Istanbul veya sehzâdeler yanina
gönderdi. Onlardan aldigi raporlar sayesinde gerekli tedbirleri alarak, varmak
istegi hedefe emin adimlarla ulasmaya çalisti.Zira adamlari nasil hareket etmesi
gerektigi hakkinda da kendisine yol gösteriyorlardi. Onun, tahta geçmeden önce
kullandigi casuslar, Istanbul, Edirne ve Amasya'da esen havayi koklamakla
kalmadilar, ayni zamanda Selim hakkinda genis propaganda yapma imkânini da
buldular. Istihbarati saglam olan bu adamlari sayesinde dünya siyasetine de
vâkif bulunuyordu. Bundan dolayi cülûsundan önce taninmayacak bir sekilde Iran
ve Arabistan'i gezdigine dair söylentiler çikmisti. Devlet hazinesini devamli
surette dolu tutmak ister, debdebe ve ihtisamdan hoslanmazdi. Sadeligi severdi.
Milletleri idare etme hususunda büyük bir kabiliyet göstermisti. Ülkesinin her
tarafinda yalniz adaletin hakim olmasini isterdi.
Gerek Selimnâmelerde, gerekse diger kaynaklarda onun
nasil bir hükümdar olduguna, tebeasi (halki) için nasil çalistigina, devletinin
daha iyi bir sekilde idare edilip bütün Müslümanlari nasil bir birlik altinda
toplayacagina ve bizzat kendi özelliklerine dair epey bilgi bulunmaktadir.
Kesfî'nin Selimnâmesi'nde ifade edildigi üzere tahta geçtigi gün, babasi II.
Bâyezid, kendisine bazi tavsiyelerde bulunarak söyle demisti:
Ey nur-i didem (ey gözümün nuru) ve ey surûr-i sinem,
bugün ki emr-i Rabbânî ve takdir-i Yezdânî birle mâlik-i mülk-i diyar ve serîr-i
saltanata sehr yar oldin, gerekdir ki âd u sanimiz ve nâm u nisanimiz gözleyip
ve âbâ-i kiramimiz ve ecdad-i izamimiz izini izleyüb sâhân-i kadim muktezasinca
ve padisahân-i azim müddeasinca def'-i mezâlim-i esrâr (kötülerin zulmünü
ortadan kaldirip yok etmek) ve ref'-i mekâdir-i ahyar kilub nâm-i nikle (iyi bir
isimle) âleme tolasin... Kesfî'nin, devam eden ifadesinde, Yauz Sultan
Selim'in, babasinin bütün isteklerini yerine getirdigini, iyi ve bilgili
insanlarla nasil istisarede bulundugunu, dogruluktan ve devlet ile halkin
menfaatlerini kollamaktan ayrilmadigini ögreniyoruz. Hammer, Cenabî'nin, kismen
sadelestirdigimiz asagidaki ifadeleri ile ondan su sekilde bahseder: Selim, uzun boylu idi. Giyimine dikkat etmeyi severdi.
Ince zevki ve zerafetiyle temayüz etmisti. Kaftani kiymetli islemelerle süslü
idi. Kendisinden önceki hükümdarlar silindirik biçimde ve asagi kisminda tülbent
sarili bir kavuk giymislerdi. Sultan Selim ise bunun yerine yuvarlak ve yukarisi
tamamiyle sal ile örtülmüs bir kavuk kabul etti ki, buna Selimî denilmektedir.
Kendisinden öncekiler sakal biraktiklari halde o, sakalini tiras ettirerek
biyiklarini birakti. Yuvarlak yüzlü olan Yavuz Sultan Selim'in gözleri büyük ve
parlak idi. Siyah ve sik kaslari ile büyük biyiklari da onun bütün güçlü ve
heybetli niteliklerini belirten sahsiyetini karekterize ediyordu. Fikrinde
cür'et ve ziyadesiyle selamet vardi. Siiri sever ve muvaffakiyetle söylerdi.
Öfkeli, sert, baskiya egilimli olarak kendisini bütünü ile halkin islerine
hasretmisti. Yeryüzünde düzeni koruma azminde idi. Bu yüzden savasi ihtirasli
denecek sekilde severdi. Onun bu karekteri, yeniçerilerin kendisini sevmesine
sebep olmustu. Benzeri görülmeyecek kadar olaganüstü bir dinamizme sahipti. Ne
yeme - içmeye, ne de harem zevklerine düskündü. Günlerini avlanmak veya silah
kullanmakla geçirmeyi arzu ederdi. Zamaninin çok azini uykuya ayirdigindan
gecelerinin büyük bir kismini tarih veya Farsça siirler okumakla geçirirdi.
Olaganüstü bir zekâya sahip büyük bir padisahti. Çogu zaman halk arasinda gezer
ve taninmamak için her defasinda elbisesini degistirirdi. Birçok mahremleri
vardi ki, her tarafa girip çikar ve olup biten seylerden kendisine haber
getirirlerdi. Selim, Iran, Türk ve Arap siirinde temayüz etmisti. Misir seferi
esnasinda Ravza Adasi'nda bulundugu sirada, emri üzerine insa edilmis bir Arap
köskünün duvarina kendisine ait olan iki beyit yazdirmistir. Hammer'in, Yavuz
Selim'le ilgili olarak gerek Cenabî, gerek baska kaynaklardan yaptigi pek çok
alinti bulunmaktadir. Bununla berber biz bunlarin üzerinde fazla durmaksizin,
hemen hemen bütün kaynaklarin verdigi bilgilerle onu söyle tanitmak istiyoruz: O, Pâdisahlik hasletlerini tamamiyle sahsinda
toplayan, sert ve sasmaz bir disipline, tuttugunu koparir bir azim ve iradeye,
son derece cevval bir dinamizme sahip oldugu için Osmanlilarca Yavuz adi ile
anilan bir sultandi. Babasinin feragati üzerine cihanin en büyük askerî ve
siyasî kudretine sahip olan Osmanli hakanlik tahtina çikti.
Yavuz Sultan Selim de l5l0 senesinde Korkud gibi
pâdisah olmayi kafasina koymustu. Bununla beraber belirtilen senede Sehzâde
Ahmed'in padisah olacagi sayiasi yayilmisti. Bu durum karsisinda sehzâdeler
sancak degistirmek ve Istanbul'a daha yakin olmak için babalarina
basvuruyorlardi. Nitekim bu sebeple Yavuz da babasina bir mektup göndererek
Trabzon'dan sikâyet ediyordu.O, mektubunda söyle diyordu:
Bu vilayette galle cinsinden nesne bitmeyüb killeti
ve zarureti aleddevam oldugu sebepten sancak beyi olanlar, acz ve furûmande
kalurlar imis. Tereke tasradan gelür imis. Bende-i fakir geleliden beru hemçünan
galle gemi ile ve bazi Türkman canibinden gelür. Bu yerin bid'ati ziyade olmagin
evvelki zamandan simdi az gelür olmustur. Bizim hod bir gemi yapmaga takatimiz
yoktur. Kendu maslahatimiza göre amma tereke bulundugu takdirde dahi bu miktar
dirlikle ne verecek ve ne alacak bulunur. Elhasil bu mertebede zaruret çekilir
ki, vasf olmak hadd-i imkândan hariçtir. Hâsâ, Hüdâvendigâr'in eyyam-i
devletinde ki, bende-i hakir a'da agzinda bir vechle killet ve zaruret içinde
kalub a'da halimize muttali ola. Iç illerde refahiyette olan sehzâde
bendelerünüz bunca âli himmetle yaylaklarinda ve âb-i revanda ve mürg ü zarlu
sahralarda her nev'iyle huzurda ve refahiyette iken mezid-i merhamet rica
ederler. Ümmizdir, yevmen fe yevmen ziyade rif'atte ve refahiyette olalar.
Halbuki bende-i zaif dokuz tümen Gürcistan agzinda ve Sark vilayetinin
serhaddinde bir girdab içinde kalub sey'-i kalil dirlikle zindegâni oluna ki,
dosta ve düsmana cevab verub, Hüdâvendigâr sag olsun. Eger bende-i fakirden
kat'i nazar olunmadiysa sefkat-i sultanî ve inayet-i hakanî dirig olunmayub
himmet oluna ki, bu yerde zindegâniye takat kalmadi... Yavuz'un, bu ve benzeri
mektuplarla babasina bildirdigi istekleri, Sehzâde Ahmed'in baskisi yüzünden
yerine getirilemiyordu. YAVUZ'UN SÖHRETININ ARTMASI
Daha önce de temas edildigi gibi, Sehzâde Ahmed, babasi
II. Bâyezid'in yerine tahta aday gibi görünüyordu. Bununla beraber o, Amasya'da
hükümdarlara yakismayacak bir takim eglencelere katilip eglenirken Yavuz Sultan
Selim, Iran'in da etkisiyle gerek doguda gerekse Anadolu'nun baska bölgelerinde
bir felâket halini almis olan Kizilbas tehlikesini önlemeye çalisiyordu. Yavuz,
gittikçe artan Kizilbas propagandasinin korkunç ve tehlikeli bir hal aldigini
gören ilk sehzâde oldu. Tehlikeli bu durumu defalarca babasi ile sadrazama
yazdi. Bununla beraber onlardan ciddi ve sonuç verici bir tepkinin gelmedigini
gördü. Bu sebeple doguda ortaya çikan ve devletin siyasî varligina kast eden bu
yanginin söndürülmesi için, Anadolu'nun degisik bölgelerinden gelen yigitler ile
Erzincan ve Iran üzerine akinlarda bulundu. Bu hareketiyle o, Siîlige karsi
Sünnîligin tabiî lideri durumuna geldi. Onun bu seferlerini haber alan yigitler
Trabzon'a kostular. Bunlar, içten gelen bir arzu ve sevk ile dögüsmeye
basladilar. Zira bunlarin anlayisina göre bu bir cihâd idi. Bu akinlardan sonra
memleketlerine dönüp vardiklarinda, etraflrinda toplananlara Yavuz'un
kahramanlik ve yigitliklerini anlatmaya basladilar. Insanlarin toplu olarak
bulunduklari yerlerde ozanlar türkü çikarup Yürü Sultan Selim devrân
senindür kelimatini zikreder oldular...
Sehzâde Korkud ile Ahmed, iç bölgelerde yasarken Yavuz
sinirda çarpisiyor, ilerisi için lâzim olacak bilgi ve tecrübeleri elde etmeye
çalisiyordu. Bu durum, hem halk hem de Kapikulu askerlerinde Yavuz'un,
dedelerinin yolunda yüreyebilecek yegâne padisah namzedi oldugu kanaatini
uyandirmisti.
Bilindigi gibi, Müslüman bir topluma istinad eden
bünyesi ile Osmanli Devleti, Islâm Hukukunu, devletin bütün organlarinda
uygulamaya gayret ediyordu. Bu arada ilây-i kelimetullah anlayisinin bir
sonucu olan cihâd ve gazâ fikri de devlet ile halk için yerine getirilip
yapilmasi geren bir farz olarak telakki ediliyordu. Gerçekten devletin siyasî,
idarî ve askerî organlari da buna göre düzenlendikleri gibi elemanlari da buna
göre yetistirilmislerdi.
Muhtemelen, sartlarin zorlamasi sonucu olarak II.
Bâyezid döneminin sonlarinda Kapikulu, Akinci ve Timarli askerler, bir nevi
istirahata çekilmislerdi. Onlar, eski sefer ve zaferlerin hikâyelerini
anlatmakla ömürlerini geçirir olmuslardi. Nigbolu'lar, Varna'lar ve Kosova'lar
âdeta dillerde dolasan birer masal olmuslardi. Damarlarinin her atisinda
kahramanlik ve yigitlik darbeleri bulunan er ve beyler, eski günlerin hasretini
çekiyor, tarihe yeni destanlar yazdiracak büyük bir liderin gelmesini
sabirsizlikla bekliyorlardi. Iste bu lider, Trabzon'dan seferleri ve
haykirislariyla zaferlere susamis olan bütün bir tebeaya nurlu ve parlak
günlerin isaretini vermeye baslamisti.
24 veya 25 Nisan l5l2 (7 veya 8 Safer 9l8)'de padisah
oldugu zaman 46 yasinda olan Yavuz Sultan Selim, devlete karsi zararli bir
faaliyette bulunmadiklari takdirde kardeslerine dokunmayacagina dair babasina
söz vermisti.
Padisahligi resmen devr aldiktan sonra, babasi ile ayni
sehirde kalmalari mahzurlu görüldügü için II. Bâyezid, Dimetoka'ya gitmek üzere
yola çikmisti. Yavuz da onu belli bir yere kadar ugurlayip dönerken,
yeniçerilerin tüfek ve kiliçlarini çattiklarini, yeni padisahi da bunlarin
altindan geçirmek istedikleri haberi verilir. Bu sekildeki bir hareketten
yeniçeriler, padisahin kendilerine râm olacagini ve belki de bol bahsis
verecegini umuyorlardi. Fakat umduklarini bulamadilar. Çünkü, onlarin kiliçlari
altindan geçmeyi bir yenilgi alâmeti sayan Pâdisah, Yedikule'de babasina ait
oldugunu söyledigi hazineleri almak bahanesiyle yol degistirdi. Böylece
yeniçerilere görünmeden saraya geldi. Ancak onun bu sekilde hareket etmis
olmasi, yeniçerilerin saraya gelerek Caize istemelerine engel olamadi. Bunun
üzerine hükümdar, sayilari takriben 35.000 civarinda olan kapikullarinin
mensuplarindan her birine ikiser bin akça cülûs bahsisi ve ayrica süvarilere
5'er, yayalara (piyade) da 3'er akça cihet-i aslîlerine (maaslarina) terakki
vermek (zam yapmak) suretiyle ise baslamis oldu.
Yavuz Sultan Selim tahta çiktiktan sonra ilim adamlari,
devlet erkâni ve memleketin ileri gelenleri, gelip kendisini tebrik ederek
bey'at ederler. O da babasinin dönemindeki görevlileri yerinde birakarak
gerekenleri yaptiktan sonra ellerini kaldirip söyle dua eder: Ya Rabbi, senin
kudretin, beni saltanata getirdi. Bana devlet ve saltanat islerini kolaylastir.
Ona riayet etmeyi bana nasib eyle.SEHZÂDELER MESELESI
Yavuz Sultan Selim, idareyi ele geçirdigi zaman,
düsmanlari sindirilmis ve hududlari saglama baglanmis bir Rumeli'ye karsilik,
devletin gelecegine göz dikmis Sark (Dogu) düsmanlariyla yüz yüze gelmisti.
Fakat iç emniyet saglanmadan disari ile ugrasmak mümkün degildi. Her saltanat
degisikliginde oldugu gibi, yine taht rakibi birkaç sehzâde çikabilirdi. Bunlar,
tahti ele geçirmek için komsu bazi devletlerle anlasmalar da yapabilirlerdi.
Böyle durumlarda üzerinde ittifak edilen konu, genellikle kendileri ile
anlasilan devletlere bazi bölgelerin terk edilmesi seklinde oluyordu. Bu yüzden,
bazi sehzâdelerin basinin gitmesi gerekiyordu. Ne çare ki, onlar gitmeyecek
olsa, memleket gidecek veya memlekette kan gövdeyi götürecekti. Memleketi ve
bütün bir tebeayi (vatandasi) böyle bir duruma sokmamak için Osmanli
hükümdarlari gözlerinden yaslar aka aka kardeslerini ortadan kaldirmayi adeta
bir vazife biliyorlardi. Zira bu, memleketin selâmeti için gerekliydi. Bununla
beraber, daha önce de belirtildigi gibi Yavuz Sultan Selim, zararli bir
faaliyete girismedikleri takdirde kardeslerine bir fenalik yapmayacagina dair
babasina söz vermisti. Bu söze ragmen o, agabeyleri olan Sehzâde Ahmed ile
Sehzâde Korkut'un durumlari ile yakindan ilgileniyordu. Zira elde ettigi devlet
idaresinin ve tahtinin temellerinin saglamlasmasi bir bakima bu ilgiye bagliydi.
Aksi takdirde tahti ile birlikte devlet de elden çikabilirdi. Devletin elden
gitmesi bir tarafa, zarar görmesi dahi bütün bir Müslüman toplumun yok olmasi
veya baska din mensuplarinin idaresine girmesi demekti. Nitekim kisa bir süre
içinde cereyan eden hadiseler, Yavuz Sultan Selim'in bu ilgi konusunda ne kadar
hakli oldugunu ortaya koyacaktir.
Gerçekten, Sehzâde Ahmed, kardesi Selim'in, babasinin
yerine tahta geçmesini bir türlü kabul edememisti. O, gerek babasinin, gerekse
devlet adamlarinin vaadleriyle kendisini Osmanli tahtinin tek varisi olarak
biliyordu. Tahti ele geçirmek için de her seyi yapmaya hazirdi. Onun, devletin
yönetimini ele geçirme faaliyetleri yüzünden Sultan Selim, Ahmed gailesini
bertaraf etmek üzere hazirlanmak zorunda kalir. Zira Ahmed, babasi II.
Bâyezid'in sagliginda hükümdar olmak üzere harekete geçmis, Üsküdar'a kadar
gelmis, fakat yeniçerilerin müdahelesi sonunda geri dönerek Konya'ya çekilmis ve
orada hükümdarligini ilan ederek her tarafa hükümler göndermeye baslamisti.
Ahmet. Konya'da padisahligini ilan etmekle kalmamis, ayni zamanda oglu
Alaeddin'i göndererek l9 Haziran l5l2'de Bursa'yi da ele geçirmisti. Alaeddin,
Bursa Subasisi'ni öldürterek Hutbe ve Sikkeyi babasi Sultan Ahmed adina
çevirtmek ister. Fakat Bursa halki buna karsi direnerek Selim'e bagli
olduklarini göstermeye ve ona itaat etmeye devam eder. Lütfi Pasa, Alaeddin'in
Bursa'da yaptiklarini çok özet bir sekilde su ifadelerle nakleder: Sultan
Alaeddin, Bursa'ya gelüp ve Bursa'yi zapt edüb subasisini ve Sultan Selim'e tabi
olanlarin ekserin (çogunu) kiliçtan geçürüp ve mîrîye müteallik emvâli (mallari)
zapt edüp ve sehirlisinden dahi nice mal ve menal alub ve babasi Sultan Ahmed
adina Hutbe okudub Lütfi Pasa'nin verdigi bu bilgi, Sehzâde Alaeddin'in,
Bursa'da yaptiklarini ortaya koyup sergiledigi gibi, babasinin, hükümdar olarak
vazifeyi deruhte etmesi halinde yapabilecegi isler hakkinda da bir ip ucu
vermektedir. Sehzâde Ahmed, böyle bir hareket karsisinda Selim'in sessiz
kalmayacagini kestirmis olmali ki, yaninda bulunan ve kendisini destekleyen
devlet adamlarinin tesviki ile yardim talebinde bulunmak üzere oglu Murad'i da
Sah Ismail'e göndermisti. Sah Ismail'in izniyle etrafinda 20 bin civarinda asker
toplanir. O da gelip Tokat taraflarinda halka eziyet etmeye baslar. Ordusunda
bulunan Kara Iskender, onun hem komutani hem de akil hocasi idi. Öbür taraftan
Sah Ismail'in adami Nur Ali de etrafi yakip yikiyor ve Il ü gün Sah
Ismail'indir diye ilan ediyordu.
Sehzâde Ahmed ve ogullarinin hareketleri, halk üzerinde
çok kötü tesirler meydana getirmeye baslar. Zira halk, daha önce alismis oldugu
sukûnet, devlete güvenme ve haksiz bir sekilde vergi vermeme prensipleri artik
ortadan kaldirilmis, idareyi ele geçirmek isteyen bu insanlarin keyfine göre
vergi vermek ve onlara hizmet etmekle yükümlü tutulmustu.
Öbür taraftan Yavuz Sultan Selim, Kefe'de bulunan oglu
Süleyman'i Istanbul'a çagirip onu, yerine Kaim-i makam (Kaymakam) biraktiktan
sonra askerini toplayip durumun enine boyuna tartisilmasi için müzakere açar ve
der ki: Babama söz vermistim, kardeslerim rahat durduklari müddetçe onlara
dokunmayacaktim. Fakat görüyorsunuz, memleket ne hale geldi? Benim arzum sonuna
kadar bunlarla savasmak ve memleketi bunlardan kurtarmaktir. Bu arada kardesi
Ahmed'e de bu durumdan vaz geçmesi için bir mektup yazip ileri gelen devlet
adamlarindan biri ile gönderir. Fakat Ahmed, basina toplamis oldugu Turgutlu ve
Varsak askeri ile Selim'in bu baris teklifini kabul etmeyip isyana devam eder.
Bundan sonra, devlet erkâninin tamami, Selim'i destekler. Selim'in arzusu
üzerine Istanbul'dan Anadolu'ya geçilir. l5 Cemaziyelevvel 9l8 (29 Temmuz l5l2
)'de Bursa üzerine gidilir. Halk tarafindan sehri terk etmeye mecbur birakilan
Alaeddin, çekilmek zorunda kalmisti. Bu esnada Ankara'da bulunan Ahmed,
Amasya'ya geri dönmüs ise de Amasya Sancakbeyi Mustafa Pasa'nin, sehrin
kapilarini açmamasi ve bu arada Ankara'ya kadar ilerleyen Yavuz Sultan Selim'in
kuvvetleri tarafindan takip edildiginden doguya dogru kaçmaya devam eder.
Darende ve Malatya'yi geçip oradan Misir Sultani veya Sah Ismail'e siginmak
ister. Yavuz Selim'in, takibi için gönderdigi Malkoçoglu Tur Ali Bey, pesinden
Darende ve Malatya'ya kadar gelir.Tur Ali Bey, buradan Yavuz Selim'e bir mektup
yazarak Memlûk topraklarina girip girmeme hususunda fikrini sorar. Bunun üzerine
Yavuz Selim, Memlûk topraklarina girmeden geri dönmesini ister. Tur Ali Bey,
oradan Sivas'a gelir. Bursa'dan Ankara'ya gelmis olan Yavuz Selim de kisin
yaklasmasi üzerine Bursa'ya döner. Ahmed, Darende'den Yavuz'a bir mektup
gönderir. Mektubunda kendisinin yabanci bir devlete iltica etmesinin Osmanli
Devleti için büyük bir utanç vesilesi olacagini bildirerek anlasma teklifinde
bulunur. Bu mektuba karsilik veren Yavuz Sultan Selim, onun bu teklifini red
ederek sadece Müslüman bir devlette kalabilecegini bildirerek bu sartla her
türlü ihtiyacinin karsilanacagini söylemisti. Bu siralarda, Amasya'yi zapteden
Ahmed'i ani bir baskin ile ele geçirme tesebbüsü de sonuçsuz kalmisti. Bununla
beraber Yavuz Sultan Selim, Ahmed'e olan meyli yüzünden Vezir-i Azam Koca
Mustafa Pasa'yi Ahmed'le haberlesiyor diye Bursa'da idam ettirerek onun yerine
Hersekzâde Ahmed Pasa'yi dördüncü defa olarak sadarete getirir.
Yavuz Sultan Selim, devletin bekasi ve halkinin
selâmeti için sehzâdeler gailesini bütünüyle bertaraf etmek zorunda idi. Tarihî
bilgi ve tecrübeler, hayatta kalan sehzâdelerin devamli olarak devlet için bir
proplem olduklarini, dis güçlerin, bunlarin saltanat hirsindan devamli surette
yararlandiklarini gösteriyordu. Bunun içindir ki, Yavuz Sultan Selim, Sehzâde
Mahmud'un ogullari Kastamonu Beyi Musa ile Orhan ve Emirhan, Âlemsah'in oglu
Çankiri Beyi Osman ve Sehinsah'in oglu Nigde Beyi Mehmed'i de ortadan
kaldirdirmak zorunda kalir. Selim, ilmi, irfani ve cömertligi ile her sinif
halkin, bu arada yeniçerilerin sevgisini kazanmis bulunan agabeyi Korkut'un
saltanat hakkindaki görüslerini ögrenmek için, kendisine devlet ricali agzindan
mektuplar yazdirir. Bu mektuplara kanan Korkud'un, hâla saltanata gelme
arzusunda oldugunu derûnunun saltanat havasi ile gören Yavuz Sultan Selim,
Bursa'dan hareketle Saruhan (Manisa) üzerine yürür. Maksadi onu kendi sarayinda
ansizin bastirmakti. Bu haberi alan Korkut, yanina Pervâne (Piyale) adli
lalasini alarak Rodos sövalyelerine veya Avrupa devletlerinden birine iltica
etmek gayesiyle gizlice Antalya'ya dogru kaçmaya muvaffak olmustu. Bu kaçis
esnasinda onun Teke ili'nde veya Hamid ili'nde bir magaraya gizlendigi
bildirilmekle birlikte onun Bergama civarinda bulunan bir magaraya gizlendigi
anlasilmaktadir.* Sultan Selim, gelip agabeyi
Korkud'u bulamayinca, onun Frenk veya Misir'a gitme ihtimalini düsünerek
denizler dahil olmak üzere her tarafi kontrol altina alir. Agabeyini
yakalayamayan Yavuz Sultan Selim, geri dönerken Anadolu'dan kus uçurtmaz olur.
Bu esnada Korkud Çelebi, yerini kesfeden Türkmenlerin ihbari üzerine Piyâle ile
birlikte yakalanir. Bursa'ya getirildigi bir sirada Egrigöz'de 9 Mart l5l3'te
Kapicibasi Sinan Aga tarafindan uykuda iken yay kirisi ile bogulmak suretiyle
öldürülür. Daha önce Muhafizlar tarafindan Korkud'un yanindan uzaklastirilmis
bulunan Piyâle, döndügünde efendisinin öldürülmüs oldugunu görerek büyük bir
teessüre kapilir. Artik hiç birsey kendisini avutamaz. Onun tek tesellisi,
ölünceye kadar, Bursa'da Sultan Orhan türbesine defn edilen Korkud'un
türbedârligini yapmak olur. Gerçekten Sultan Selim, Sehzâde Korkud'un nedimi
(lala) olan Piyale'yi efendisine sâdikane hizmet ettigi için takdir edip
mükafatlandirir. Bol ve külliyetli miktardaki bir tahsisatla onu türbedarliga
tayin eder. Korkud Çelebi'nin ölümü üzerine üç günlük genel bir matem ilan eden
Yavuz Sultan Selim, biraderinin saklandigi yeri haber veren Türkmenlerden
bazilarini öldürtür.
Korkud, Osmanogullari'nin kiymetli bir mensubu idi.
Âlim, fâzil, sair ve musikisinasti. Bahriye (denizcilik) isleriyle ilgilenmekten
büyük bir haz duydugu gibi denizcileri de himaye ederdi. Devletin, denizcilikle
ilgili gelecekteki hedeflerini derin bir vukufla görüp takdir ettigi rivayet
edilir. Keza Barbaros biraderlerin onun himayesini gören denizcilerimiz oldugu
söylenir.
Yavuz'un hükümdar ilan edildigi sirada Istanbul'da
bulunan Sehzâde Korkud, ona sadik kalacagina ve saltanat dâvasina
kalkismayacagina dair söz vermisti. Selim de muhalefet edilmedigi müddetçe rahat
ve müreffeh bir hayat geçirebilecegini kendisine vaad etmisti. Bununla beraber
Korkud'un büyük bir huzursuzluk ve sikinti içinde bulundugu anlasilmaktadir.
Çünkü her seyden önce Yavuz'un verdigi söze sadik kalip kalamayacagi belli
degildi. Ayrica onun sert ve hasin tabiatini da biliyordu. Belki de bunlari
dikkate aldigi içindir ki, Istanbul'dan ayrilip sancagina hareket ettigi zaman
Yavuz'dan Midilli Adasi'ni istemisti. Bu talebi yaparken elbette bir düsüncesi
vardi. Bunu sadece gelir bakimindan mi istemisti, yoksa basina nasil olsa bir
felaket gelecegini düsünerek, buradan Misir'a veya amcasi Cem gibi baska bir
ülkeye kaçmayi mi düsünmüstü? Bunu simdilik kesin olarak söylemeye imkân yoktur.
Ancak onun bu arzusu, ne padisahça ne de henüz o tarihlerde sag olan II. Bâyezid
tarafindan olumlu karsilanmisti. Bununla beraber Yavuz Sultan Selim,
istediklerinden daha çogunun verilebilecegini ancak biraz sabirli olmasi lazim
gelecegini kendisine bildirir. Bu vaad samimi olmasa bile tam zamaninda
yapilmasi bakimindan dikkate sayandi. Çünkü Sehzâde Ahmed isyaninin devam ettigi
bu siralarda Korkud'un da ayaklanacagina dair söylentiler çogalmisti. Öyle bir
an geldi ki bizzat Sehzâde Korkud bir mektupla Yavuz'a taife-i ehl-i nifakin
bos durmadigini ve aleyhinde birçok seyler uydurdugunu, bunlara inanilmamasi
gerektigini ve kendisinin tam bir sadakat içinde bulundugunu bildirmek zorunda
kalir. Selim'in, bu mektuba verdigi cevapta kisaca sen sözünde durdukça bu
cânipten asla endise etmemelisin denilmisti. Korkud'un süpheli bir hareketi de,
Midilli'yi elde edemeyince Teke ve Alaiye taraflarinin kendisine verilmesini
istemesi idi. Halbuki vaktiyle kendisine ait olan bu yerlerden o, sihhatine
elverisli olmadigini söyleyerek ayrilmis bulunuyordu. Onun, yeniden bu
topraklara sahip olmak istemesini, bir tehlike vukuunda, deniz yolu ile baska
bir tarafa kolayca kaçma maksadina baglamak mümkün oldugu gibi idare ettigi
topraklarin biraz daha genisletilmesi seklinde yorumlamak da mümkündür. Ancak,
sehzâdenin bu gibi istekleri, Yavuz'un süphelerini artirmaktan baska bir ise
yaramadi.
Yavuz Sultan Selim, Ahmed'e karsi kesin sonuç almak
için harekete geçme zamaninin geldigine karar vererek, devlet ricali agzindan
ona da mektuplar göndertmis, geldigi takdirde bu ricalin kendisine iltihak
edecekleri bildirilmisti. Bu mektuplardan cesaret alan Ahmed, topladigi
kuvvetler ile Bursa üzerine yürümüstü. Iki kardes Yenisehir Ovasi'nda
karsilastiklari zaman Ahmed, kendisine gönderilen mektuplarin uydurma oldugunu
anlamis ise de artik savasi kabul etmekten baska çare bulamamisti. Burada maglub
olan Ahmed kaçarken atindan düserek yakalanir. Yakalandiktan sonra kardesi
Selim'e adam gönderip özür diler ve kendisini affedip küçük bir yer vermesini
ister. Fakat Selim, Sahkulu olayinda askerinin basinda olup onlarla savasmadigi
ve birçok Müslümanin ölümüne sebep oldugu için kendisini bagislamaz. Bundan
sonra Selim, fitnenin ortadan kalkmasi için, daha önce Korkud'u öldürdügünü
gördügümüz Sinan Agayi gönderip 8 Safer 9l9 (5 Nisan l5l3)'te onu da
bogdurur.Tahnid edilen cesedi, Bursa'da II. Murad türbesi dahilinde bulunan
Sehinsâh'in türbesi yanina defn edilir. Bununla beraber Selim, bu olaydan dolayi
çok üzülmüstü. Selim, bu üzüntüsünün bir nisânesi olmak üzere Bursa'da bin koyun
kestirecek ve fakirlere de 700.000 akça dagitacaktir.
Sehzâdelerin sebep oldugu iç karisikliklari sona
erdiren Yavuz Sultan Selim, yukarida görüldügü gibi kardeslerini ortadan
kaldirmaya muvaffak olur. O, kardesleri arasinda en çok Korkud'u severdi.
Kaynaklar, Yavuz Selim'in, Korkud'un idami esnasinda adeta çocuklar gibi
agladigini kaydederler. Onun, bu esnada nesl-i Osmanin bu garip kaderine âh-u
vah ettigi de nakledilir. Yavuz'un bu sekildeki davranislari, kardesleri ve
yegenleri hakkindaki mülahazalari, onun iki yönünü açikça ortaya koymaktadir.
Biraderlerinin ölümüne karsi derin ve insanî bir aci duymakta ve bunun için
aglamakta, onlarin kadin, kiz, ana ve hizmetinde bulunanlara en büyük lütfu
gösterip elinden gelen iyiligi yapmaktadir. Iste bu, onun kardeslik tarafidir.
Bununla beraber, Osmanli mülkünün parçalanmamasi ve milletin rahat etmesi
(nizâm-i âlem için ) de kardeslerinin katlini emretmekteydi. Bu, onun devlet
reisligi vazifesidir. Bu vazife kendisine, devletin selâmetinin, akrabalik,
sahsî alaka ve muhabbetinden daha üstün oldugunu devamli olarak hatirlatip
duruyordu. Bunun için, birbirine zit gibi görünen bu iki hareketi, gelecekteki
nesillere ve tarihe, bu isleri isteyerek yapmadigini, kardeslerini isteyerek
ortadan kaldirmadigini, bunu yaparken de büyük bir izdirap ve aci çektigini,
buna ragmen devletin devam ve tekâmülü için buna mecbur oldugunu anlatan belig
ifadelerle doludur. Nesl-i Osman'in müsterek izdirabi olan bu aciyi duyanlarin
hareketlerini takdirle karsilamak gerekir.
Devletin selâmeti için kardeslerini ve onlarin
çocuklarini ortadan kaldirmayi bir vazife bilen Sultan Selim, idam ettirdigi
kardes ve yegenlerinin servetlerini hazineye mal etmeyerek tamamini ölenlerin
zevcelerine, kizlarina, analarina, baska bir ifadeyle kanunî mirasçilarina
vermisti. O, bu kadarla da kalmayarak bunlarin tamamina maas baglatmisti. Ayrica
o, agabeyi Korkud'un iki kizi hakkinda pek lütufkâr davranmisti. Sultan Ahmed'in
pek büyük olan mal ve servetini, son kurusuna kadar hayatta bulunan yasli anasi
Bülbül Hatun'a vermis, oglunun sanina layik hayir eserleri yaptirmasini da
tavsiye etmisti. Bu durum gözönüne alindigi zaman, daha önce sözü edilen
idamlardan, Yavuz'un sorumlu tutulamayacagini, devletin birlik ve beraberligi
ile yüksek menfaatlerinin bunu gerektirdigini söyleyebiliriz.
Babasinin son saltanat yillarini ve memleketin Sah
Ismail'in propagandasi sonucunda düstügü durumu bir süre vali bulundugu Trabzon
sehrinden endise ile takib eden Yavuz, sonunda babasini tahttan indirerek
devletin islerini ele almisti. II. Bâyezid devri sona ererken, gevsemis olan
idareden türlü sekillerde faydalanmak isteyenler, kendi emellerini,
ideolojilerini ve çikarlarini gerçeklestirmek üzere harekete geçip halkin
huzurunu bozmuslardi. Bu hâle sebep olanlar arasinda, vezirden devletin en küçük
görevlisine kadar olanlar vardi. Tansel, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi'nde 3l92
(ll) numarada kayitli bulunan Ali b. Abdülkerim Halife'nin, Yavuz Sultan Selim'e
sundugu rapora dayanarak hemen her zümrenin, memlekette bu neviden kanunsuz
hareketlere giristigini açiklar. Gerçekten, âlim, cesur ve konulara vâkif bir
kimse olan Ali b. Abdülkerim Halife, anabasliklar halinde raporunda su konulara
temas etmektedir:
a. Rüsvet belasi kadilara kadar
inmistir.
b.Yer yer lüzumsuzca konan vergiler, halki çok zor
durumda birakmistir.
c. Ölen sahislarin miraslari evladina kalmayip Beylik
araziye katilarak, yetimlerin aç kalmalari.
d. Ulaklarin zulmü ve yagmalari.
e. Toplumun, gayr-i mesru (içki, zina, riba, afyon vs.
gibi) islere düskünlügü.
f. Kizilbas tehlikesi.
Bu bakimdan biz de, burada anahatlari ile bilgi vermek
suretiyle bir hatirlatma yaparak konuyu islemeye çalisacagiz. Ali b. Abdülkerim,
raporunda bu konuya genis bir yer ayirmaktadir. Gerçekten, birligini kurup
Akkoyunlu Devleti'ni ortadan kaldiran, Iran, Azerbaycan, Horasan ve Irak'i zapt
eden Sah Ismail, bütün gücünü Osmanli topraklarina çevirmisti. Kendisi, Trabzon
Rum Imparatorlugu'nun akrabasi sifatiyle Osmanli topraklarinda hak iddia
ediyordu. Halbuki böyle kritik bir dönemde Osmanli topraklari, birbirinden çok
farkli, hatta birbirlerine düsman zümre ve siniflarin toplandigi bir saha
halinde idi. Asiri Rafizî, Babâî ve Bâtinî akidelerini benimseyenlerin yaninda
Kalenderî, Haydarî, Abdal ve Seyyadlar vardi. Sah Ismail, bütün bunlari
kendisine baglamisti. Bu gruplar, sadece onun propagandasini yapmakla kalmiyor,
ayni zamanda Nezir adindaki vergiyi de muntazaman ona ödüyorlardi. Rumelideki
Seyh Bedreddin taraftarlari da bunlarla birlikte hareket ediyorlardi. Bunlar,
Sünnî Müslüman'i öldürmek kâfir öldürmek kadar gazâdir, sevabtir diyorlardi.
Farkli dinî kimlik tasiyan bu gruplar, her an Sah Ismail'in gelmesini
bekliyorlardi. Bunlar, Sah Sah diye Osmanli'yi yikmak
isterlerdi.
g. O, Osmanli idaresinin, II Bâyezid döneminin
sonlarinda nasil bozulup dejenere oldugunu da anlatir. Devlet adamlarinin vergi
ve gelirden baska bir sey düsünmediklerini, halkin bir kisminin yokluktan
öldügünü belirterek, halki idare edenlerin azgun ve bozgun oldugunu ifade
eder.YAVUZ SULTAN SELIM'IN DOGU SIYASETI
Trabzon'da vali bulundugu siralarda Sah Ismail'in
faalietleri sonucu memlekette meydana gelen ve Siîlige dayanan iç isyanin
tehlikeli boyutlarini gören Yavuz Sultan Selim, ancak babasinin yerine geçip iç
güvenligi sagladiktan sonra yüzünü doguya çevirebilirdi. Bunun için o, önce
agabeyleri ile olan taht kavgalarina son vermek üzere harekete geçer. Bundan
sonra da içeride huzursuzluga sebep olan kaynagi kurutmayi düsünür. Bu sebeple
o, düsüncesini gerçeklestirebilmek için derhal harekete geçer. Her ne kadar
Stanford Shaw, onun hakkinda II. Mehmed (Fâtih)'in enerjik fetih politikasini
izlemek ve dünya imparatorlugu kurmak hedefini gerçeklestirmek arzusu ile
çikmisti diyorsa da gerçekte onun hedefi imkânlari ölçüsünde Islâm birligini
kurmak ve Sünnî Islâm dünyasi için tehlike olmaya devam eden Siîlige bir set
çekme idi. Bu sebeple biz, onun dogu siyasetini ilk olarak Sah Ismail, baska bir
ifadeyle Safevîler'le olan münasebetleri bakimindan ele
alacagiz.OSMANLI - SAFEVî MÜNASEBETLERI
Erdebil Sufileri neslinden gelen Seyh Haydaroglu Sah
Ismail'in, mense itibariyle Anadolu'lu Boy ve Uluslardan Ustaclu, Samlu, Rumlu(
Anadolulu), Musullu, Tekelü, Bayburdlu, Çapanlu, Karamanlu, Dulkadirlu, Varsak,
Afsar, Kaçar ve Karacadag Sufilerini etrafina toplamak suretiyle l500'de
Azerbaycan, l507'de Diyarbekir, niayet l508'de de Bagdad'i alip Akkoynul Türkmen
Devleti'ne son vermesi, Yakindoguda Anadolu'nun ve Osmanli Devleti'nin aleyhine
tecelli etmesi mukadder yeni bir buhranin zuhuruna sebep
olmustu.
Ehl-i Beyt sevgisi iddiasiyle Iran'da Siî bir devlet
kuran Sah Ismail'in, dedesi Seyh Cüneyd ve babasi Seyh Haydar gibi, halifeler
(daî = propagandaci) göndermek suretiyle Anadolu'nun, Bâtinî fikirlere sahip
halki arasinda giristigi propaganda faalieyetleri gayesine ulasmis
görünmektedir. Bu propagandanin sebep oldugu olaylardan, II. Bâyezid dönemi
anlatilirken kismen bahsedilmis ise de Osmanli - Safevî münasebetlerini ve
Yavuz'un Iran'a karsi girismek zorunda kaldigi savasin sebeblerini daha iyi
anlayabilmek için az da olsa Anadolu'daki Siî faaliyetlerine deginmek
gerekiyor.
Osmanli ülkesinde Siî faaliyet ve tesebbüslerin
çogaldigi devir, sehzâdeler arasindaki rekabetin meydana çiktigi bir zamana
tesadüf eder. Nitekim, bu karisiklik anlarinda timarlari ellerinden alinip
baskalarina verilen bir kisim Tekeli sipahileri, propagandanin da tesiriyle Sah
Ismail'in vaadlerine aldanarak Iran'a göç etmislerdi. Bunlar, daha önce temas
edilen Sah Kulu (veya Osmanli deyimi ile Seytan Kulu)'nun isyaninda önemli rol
oynamislardi. Bâyezid'in aldigi tedbirler, Siî tehlikesini bertaraf edememisti.
Bununla beraber II. Bâyezid, oglu Selim'e tahti teslim ederken Kizilbastan
ehl-i Islâmin intikamini aliviresin demisti. Öyle anlasiliyor ki, ülke ve Sünnî
Islâm dünyasi için Siî tehlikesini önleyebilecek sehzâdenin Selim oldugu
hususunda herkes ittifak etmisti. Nitekim halkin fikrine tercüman olan
Celalzâde, bütün meclislerde ozanlarin: Yürü Sultan Selim devrân senündür diye
türkü çikardiklarini belirtir.
Filhakika Bâyezid'in son senelerinde sehzâdeler
arasindaki vaziyetten istifade etmeyi düsünen Sah Ismail, faaliyetlerini
artirmis ve daha sonra yanina kaçacak olan Sehzâde Ahmed'in, Kizilbasligi kabul
eden oglu Murad'i da himayesine almisti.
Yavuz'un agabeyi olan Sehzâde Ahmed'in en büyügü Murad
adini tasiyan dört oglu vardi. Murad, babasinin Amasya'dan ayrilmasindan sonra
bura valiligini yapti. O, Amasya ve Çorum çevresinde bulunan Kizilbaslarin
tesiriyle Siîligi sevmeye ve benimsemeye basladi. Bu yüzden Siîler tekrar
harekete geçtiler. Sahkulu, Antalya'dan Iç Anadolu'ya dogru ilerlerken Amasya ve
çevresinde bulunan Kizilbaslar, küme küme toplanip sehirleri yakip yiktilar.
Sahkulu, Bati ve Güney Anadolu'daki faaliyetleri yürütürken, Orta Anadolu'dakini
de Nur Ali Halife idare ediyordu. Rumiye'li olan Nur Ali Halife, Sah Ismail
tarafindan Amasya ve çevresine gönderilmisti. Nur Ali Halife, devletin çok nazik
bir zamaninda, Çorum, Amasya, Yozgat ve Tokat taraflarinda bulunan Yörük,
Türkmen ve Kürd alevîlerini devletin aleyhine kiskirtmak üzere
görevlendirilmisti. Hele 3000 Kizilbasla Faik Bey kuvvetlerini yenip Tokat'i
zapt edip Sah Ismail adina hutbe okutmasi, daha sonra, Amasya Vaisi Sehzade
Ahmed tarafindan üzerine gönderilen Yular -Kisdi Sinan Pasa'yi magub etmesi,
yeni bir buhranin çikmasina sebep olmustu.
Nur Ali'nin tesvikiyle harekete geçen Kara Iskender ve
Isa Halife, Çorum ile Amasya havalisinde bulunan Kizilbaslari ayaklandirdilar.
Bunlardan, Sah adina asker toplayip, baslarina kirmizi tac giydirdiler. Ondan
dolayi bunlara Kizilbas (Surhser) denildi. Bu iki halifenin telkinlerine kanan
Sehzâde Ahmed'in oglu Murad, merasimle kirmizi taci giyerek Kizilbas olur.
Murad, etrafinda bulunan halifeleri Geldigelen'de toplantiya çagirir.
Gelmeyenleri öldürtüp mallarini yagma ettirir. Sehzâde Ahmed, oglunu yola
getirmek için epey ugrastiysa da muvaffak olamadi. Bundan sonra Sehzade Murad,
Nur Ali Halife ile birlestigi gibi Tokat'i atese verip yakacak, arkasindan da
Nur Ali ile Sah Ismail'e siginacaktir.
Bütün bu olaylar, iki devletin arasinin gittikçe
bozulmasina sebep olmustu. Babasini da dinlemeyen Murad'in, Iran'a siginip
Sah'tan yardim görmesi, durumu daha da vahim bir hâle getirmisti. Pâdisah,
Kizilbasligi kabul eden Murad'i Sah Ismail'den istemisti. Sah Ismail ise bunun
için gönderilmis olan Türk elçisini Iran sarayinda öldürtmüstü. Öbür yandan Sah
Ismail, Sultan Ikinci Bâyezid devrinde baslamis oldugu yikici hareketlerini
Anadolu'da devam ettiriyordu. Bu hususta onun, Karamanogullari ve onlarla
akrabalik kurmus olan Turgutogullari ile gizli mektuplasmalari oluyordu. Nitekim
7 Rebiülevvel 9l8 (23 Mayis l5l2) de Musa Turgutoglu'na yazdigi mektup çok
dikkate sayandi. Çünkü bu mektubunda o, degerli adamlarindan Ahmed Karamanlu'yu
o tarafa gönderdigini, ona tabi olunmasini ve birlikte hareket edilmesini
istiyordu. Yavuz'un tahta çikisindan bir ay kadar sonra yazilan bu mektup, Sah
Ismail'in Osmanli Devleti'ni parçalamak yolundaki çabalarinda hâlâ israr
ettigini gösteriyordu. Bundan baska Sah Ismail, Osmanli tahtina çikisindan
dolayi Yavuz'u tebrik etme ihtiyacini bile duymuyordu. Çünkü Sah Ismail,
Akkoyunlu ve Karakoyunlu ailelerini ortadan kaldirarak kuvvetlerini artirmis,
Sirvan ile Mazenderân topraklarina hâkim olmus, Irak- Arab'a ve Horasan'a kadar
uzanmis; stratejik mevkii büyük olan Diyarbekir'i ele geçirmis; Özbek Hani
Seybek'i yenerek Ceyhun'un beri tarafindaki ülkeleri feth etmisti. Hammer'in de
ifade ettigi gibi Sah Ismail, öldürülen Seybek'in kafatasini altinla kaplatarak
kadeh olarak kullanmisti. O, bu basin derisini baharatla doldurarak zaferinin
bir nisanesi olarak Yavuz Sultan Selim'e göndermisti. Böylece Sah Ismail, askerî
kuvvet ve kabiliyetiyle, hatta bundan daha ziyade propaganda ve nifak ekibi
tarzinda teskilâtlandirdigi tarikat ve mezheb organizasyonu ile Erzurum, Kars,
Diyarbekir, Musul, Bagdad, Horasan, Semerkant ve Buhara'nin güneyini içine alan
büyük bir devlete sahip olmustu. On dört senelik hükümdarliginda giristigi
muharebelerin tamaminda gâlip gelmisti. On dört kadar hükümdar ve meliki
yenmisti. Bu zaferleriyle hakli bir gurur duymakta, dünyanin büyük devletleri
arasinda sayilan kudretine güvenmekte idi. l00 - l20 binlik bir süvari ordusuna
sahip bulunmakta idi. Bütün bunlar gözönüne alindigi zaman Sultan Selim'e de
gâlip gelecegini ümid ediyordu.
Sah Ismail, Iran'da kisa bir zaman içinde fevkalâde
kuvvetlenen Safevî Devleti'ni kurdu. Burada, zaten yaygin bulunan Siî mezhebini,
devletin resmî mezebi haline getirdi. Siyasî ve dinî basbuglugu kendi sahsinda
topladi. Bu arada Siî telkinleri yaymak hususunda Anadolu'da çok müsait bir
zemin buldu. Öyle ki, Safevî hânedaninin muvaffakiyetinde Anadolu
Kizilbaslarinin da rolü oldu. Sahin daî ve halifeleri tarafindan halk arasina
sokulan emirleri, büyük bir kudsiyeti haiz telakki ediliyordu. Bu yüzden,
Osmanli hânedanina gâsip nazari ile bakan bir cereyan günden güne büyüyordu.
Gerçekten kendisine bagli olanlar ile komutan ve askerleri âdeta kendisine
perestis edercesine itaat etmekte idiler. Nitekim Âsik Pasazâde, halkin,
askerlerin ve müridlerinin Sah Ismail'e olan bagliligini su ifadelerle dile
getirir: Müridleri ona tabi oldular. Öyleki memeketteki bütün müridleri
birbirleri ile bulusunca Selâmün aleyküm diyecekleri yerde Sah diyorlardi.
Hastalarini ziyarete gittikleri zaman dua yerine de Sah diyorlardi.
Anadolu'daki Ehl-i Sünnet'e mensûb Müslümanlar, onun buradaki müridleine bunca
zahmet çekip Erdebil'e varacaginiza Mekketu'l-Lah (Ka'be)'a gitseniz, Hz.
Peygamber'i ziyaret etseniz daha iyi olmaz mi? dediklerinde onlar Biz, diriye
variriz, ölüye varmayiz derlerdi.
Iran'da bu gelismeler olurken, Ehl-i Sünnet efkâr-i
umumiyesinde büyük bir endise hüküm sürmekte, Kizilbas faaliet ve hareketleri
derin bir izdirap ve aciyla izlenmekte idi. Gerek Misir'da, gerekse Osmanli
diyarinda Islâm efkâr-i umumiyesi, bu proplemi çözecek bir el ariyordu.
Misir'da, daha önceki Fâtimî tecrübesinin aci ve korkunç hatiralari henüz
hâfizalarda tazeligini koruyor, Bagdad'daki Siî Büveyhîlerin (Büveyhogullari)
zulümleri akillara geliyor; Bâtinî beliyyesinin kanli sahneleri tekerrür edecek
saniliyordu. Bu üzden, Sah ve askerlerinin vahsiyâne zulümleri endise ile takib
ediliordu.
Agabeyleri ile olan proplemleri halleden Sultan Selim,
gerçek gayesini anladigi Sah Ismail'e büyük bir darbe vurmak için hazirlanmaya
baslar. Bu maksatla, Anadolu'da devlet için tehlikeli gördügü Kizilbaslardan bir
kismini ya haps etmis veya öldürtmek suretiyle içeride çikabilecek isyanlari
önlemeye çalismisti.
Ibn Iyas (Bedayiu'z-Zuhur , IV, l9l)'in ifadesine
bakilacak olursa Sah Ismail, Memlûk Devleti için de büyük bir tehlike idi. Zira
o, Kahire'de bulunan Sünnî halifeye karsi Siî mezhebini destekleyip orayi da
kendi mezhebine sokmak için çaba harciyordu. Bu gayenin tahakkuku için de her
hareketi mübah görüyordu. Bu sebeple olacak ki, Frenkleri, Memlûkler aleyhine
kiskirtip onlarin denizden, kendisinin de karadan Suriye üzerine yürümesini
teklif etmisti.IRAN SEFERI
Yavuz Sultan Selim, Sah Ismail'in, ülkesine karsi
giristigi ve sebep oldugu tahriklere son vermek, bu arada Osmanli hududlarina
olan tecavüzünü önlemek maksadiyle Iran üzerine yürümeye karar verir. Bu yüzden,
daha babasinin sagliginda Siîlerle mücadeleyi bir görev sayan Selim,
sipahilerden bir kisminin Iran'a gitmesini önlemisti. O, siklasan Kizilbas -
Safevî münasebetlerini yok etmek ve Anadolu Kizibaslarina siddetli bir darbe
indirmek niyetinde idi. Fakat daha önce, Antalya ve çevresinde meydana gelen
isyan hareketi gibi bir kiyâm ile karsilasmamak ve ordunun arkadan vurulma
ihtimalini önlemek için, son derece dürüst ve itimad edilen adamlari vâsitasiyle
Sah Ismail taraftarlarini defter ettirir. 40 bin kisiyi buldugu söylenen bu
Erdebil Tekkesi dâilerinin, en serir ve mutaassib olan iki bin kadarini ölüm,
geri kalanlarini da sürgün cezasiyle cezalandirdigi rivayet edilir. Bununla
beraber, Iran üzerine yürümenin gerekliligine sadece kendisinin degil, devlet
erkâni ile askerlerin de inanmasi gerekiyordu. Çünkü açilacak seferin birtakim
hususiyetleri ve tehlikeleri vardi. Her seyden önce çok uzun sürecek yol ve
yolculuk messakatine katlanmak gerekiyordu. Ayrica Sah Ismail'e karsi açilacak
seferin mesrulugunun mutlaka ortaya konmasi ve bunun itirazsiz kabul edilmesi
gerekiyordu. Gerçekten de bu mesele önem tasiyordu. Zira mezhebleri ayri da olsa
Müslüman bir orduyu, baska bir Müslüman ordunun üzerine sevk etmek söz konusu
idi. Keza, birbirleri ile harb edecek olanlarin büyük bir kismi, ayni irka
mensub olan kimselerdi. Bunlar arasinda birbirleri ile akraba olanlar bile
vardi. Bundan baska, Safevî halifeleri tarafindan kandirilmis olan Anadolu
Kizilbaslarinin durumu kritik görünüyordu. Bir çarpisma vukuunda beklenmeyen bir
durumun meydana gelmesi, yani Iran lehine bir hareketin dogmasi imkânsiz bir sey
degildi. Ayrica Osmanli Devleti'nin istinad ettigi askerî kuvvetin basinda gelen
Yeniçeriler de bir proplem çikarabilirlerdi. Zira Haci Bektas-i Veli'yi pir
olarak kabul eden Yeniçerilerin, Hz. Ali'ye karsi duyduklari kayitsiz, sartsiz
ve sonsuz baglilik, zayif bir ihtimal de olsa Iran'daki Kizilbaslara karsi
harekete geçmelerini güçlestirebilirdi. Bütün bu güçlükleri bilen ve düsünen
Padisah, sefere çikmadan önce önemli bazi kararlarin alinmasi gerektigine
inaniyordu. Bunun için de Divân'in toplanmasini emreder. Yavuz Sultan Selim,
Edirne'de toplanan ve devlet erkâni ile birlikte ulemanin da katildigi bu
toplantida fikirlerini kisaca söyle açikladi:
Tevfik-i Rabbanî, refik-i hânedân-i Osmanî olub
ecdad-i cihad itiyadimiz ashab-i Salib ve Nakus'un perde-i namuslarin hark
(yirtmak) ve Zünnarlarin hark(yakma) idüb dest-i iktidariyle çanlarina od tikup
... memâlik-i mahrûseye el kaldirmaga mecalleri ve mücahidîn ile mukabele ve
mukatele edecek halleri kalmamistir. Bu ifadelerden anlasildigina göre Yavuz
Sultan Selim, Divan'da, Hiristiyanlarin su anda bas kaldiracak durumda
olmadiklarini açikladiktan sonra esas tehlikenin dogudan gelebilecegine isaret
ederek, Sah Ismail'in, Iran'a hâkim olduktan sonra yaptiklarina dikkat çeker.
Ayrica onun, Gence, Sirvan, Geylan, Mazenderan, Taberistan, Cürcan, Kürdistan ve
Gürcistan'i ele geçirerek buralarda öndört nefer sehriyar-i öldürdügünü,
bunlarin kuvvetlerini dagitip hazinelerini yagmaladigini ve Özbek Hani Seybek'i
öldürünce onun, kesilmis bulunan kafatasini bir kupa haline getirerek onunla
sarap içtigini belirttikten sonra, bu zatin cemaat ile namaz kilmayi men edip
Ehl-i Sünnet'e mensub ulemayi öldürdügünü anlatir. Ayrica kendisine bagli
olanlarin ona nasil itaat ettiklerine ve ugrunda her seyi yapabileceklerine
dikkatleri çekerek bu tesekkülün Osmanli topraklari için büyük bir tehlike
teskil ettigini, bu sebeple onlarla savasmanin aklen ve ser'an lazim oldugunu
belirterek ulemâdan fetva ister. Öyle anlasiliyor ki ulemâ bu fetvayi vermistir.
Nitekim, Sünnî ulemânin bu konuda kaleme aldiklari fetvâ ve risâlelerin çoklugu,
meselenin önemi hakkinda bize bir fikir vermektedir. Müneccimbasi, Edirne'deki
duruma temasla söyle der: Edirne'de iken mulûk-i kefereden elçiler ve hedâya
gelüp cümlesi tecdid-i sulh eylediler. Ondan sonra ulemadan fetva alup Acem
seferi kararlastirildi. Bu baglamda Kemal Pasazâde ile Sari Gürz'ün, Kizilbaslar
hakkinda vermis olduklari fetvâ ve risâleler, Osmanlilarin fikir ve
düsüncelerini aksettirmesi bakimindan önemlidir. Nitekim, Kemal Pasazade
...ulemay-i millet ve fudalay-i ümmet küfr u ilhad ve katl u ifnasina hükm idüb
heme-i a'day-i din u devletten bunun itfa-i sirer-i serareti akdem idügüne
bi-isrihim fetavay-i sahiha virdilerdi. demek suretiyle Ehl-i Sünnet'in, Sia'ya
bakis açisini ortaya koymus olmaktadir.
Görüldügü gibi, özellikle Kemal Pasazâde'nin
risâlesinde, Sah Ismail ile Ehl-i Sia hakkindaki Sünnî akideyi görmek mümkündür.
Bu risâlede küfür ve irtidadina hükmedilen Sah Ismail ile askerlerine karsi
açilacak savaslarin, diger din düsmanlari ile yapilacak savaslardan farkli
olmadigi, bu sebeple de cihâd sayilacagi belirtilir. Iste bu fetvâ ve
risâlelerin kaleme alinmalari üzerine, Iran'daki Safevî Devleti'nin Kizilbas
idaresine karsi harekete baslama zamaninin geldigine kanaat getirilerek harekete
geçilir. Bununla beraber Selim, Iran'a karsi harekete geçmeden, daha önce temas
edildigi gibi memleket dahilindeki Siî ve Kizilbaslarin müfritlerinin tesbiti
ile deftere kayd edilmesini emretmisti. Bazi rivayetlerde bu sekilde defter
edilip öldürülen Siilerin sayisinin 40 bin civarinda oldugu söyleniyorsa da
bunun mümkün olmadigi artik anlasilmis bulunmaktadir. Bunlardan sadece 2 bin
kadarinin öldürüldügüne, digerlerinin de sürgün edildigine daha önce temas
edilmisti. Hammer'in dikkat çektigi bir konuya burada temas etmek istiyoruz.
Böylece dönemin gerek dahilî, gerekse haricî efkâr- i umumiyesinin bu
hareketinden dolayi Yavuz'u Âdil sifati ile tavsif etmis olmasidir. O söyle
diyor: Râfizîlik mezhebini cesetler yigini altina defn etmek bu merhametsize
nasib oldu. Osmanli tariçileri ona kirk bin kisiyi öldürtmüs oldugu için Âdil
lakabini vermislerdir. Lakin, daha sayân-i hayret olan cihet surasidir ki,
yanina gönderilmis olan Hiristiyan elçiler de kendi hükümdarlarina gönderdikleri
raporlarin tamaminda onu, bu lakapla andiklari gibi, onun bu adaletini övmekten
de çekinmemislerdir. Böylece Selim, kendi devleti dahilinde kilicini
gezdirdikten ve topragi Rafizîlerden temizledikten sonra onu, harice (disariya,
Iran'a) götürmeye hazirlandi. Kayb edilecek vakti yoktu. Çünkü Sah Ismail,
Sehzâde Ahmed'in oglu ve Pâdisah'in yegeni olan Murad'i Osmanli tahtinin yegane
vârisi olarak kabul ettigi gibi Kizilbaslarin intikamini da almak üzere büyük
bir ordu ile ilerliyordu.
Osmanli diyarinda yukarida temas edilen gelismeler
olurken, Murad Çelebi'yi, Osmanli tahtinin yegâne vârisi olarak ilan eden Sah
Ismail, Osmanlilara karsi açacagi savasa istirak etmesi için Sünnî olan Memlûk
Sultani'na hediyelerle birlikte bir sefaret heyeti gönderiyor, Anadolu'da
Siîlere karsi girisilmis öldürme hareketleri üzerine birbirini müteakip
Anadolu'ya sevk ettigi Halifeler ile de Bâtinî ve Siî halki, yeniden devletin
aleyine isyana tesvik ediyordu.
Bu son hareket üzerine Edirne'de toplanmis bulunan
olaganüstü Divân'da savas kararini açiklayan Selim, Yenisehir ovasini, askerin
toplanma yeri olarak tayin eder. Padisah, savasla ilgili sözünü üç defa
tekrarladigi halde - bakislari altinda titremekte olanlardan - hiç biri ona
cevap vermiyordu. Bunun üzerine Abdullah adinda bir yeniçeri sessizligi bozarak
hünkârin ayaklarina kapanir ve arkadaslarinin, padisahin emri altinda, Iran
Sahi'na karsi yürüme kararindan duyduklari sevinci onlar adina arzeder. Yavuz
Sultan Selim, vezirlerin tereddüdlerini gideren bu yigitçe davranisindan dolayi
mükâfat olarak yeniçeriye Selanik Sancagi'ni tevcih eder. Sultan Selim, üç gün
sonra 22 Muharrem 920 (l9 Mart l5l4) Sali günü Edirne'den hareket edip l0 günlük
bir yürüyüsten sonra 2 Safer (29 Mart)'de Istanbul'a gelir. Burada eski bir
an'aneye uyarak çadirini Eyüb'de Fil Çayiri'na kurdurur. Önce Hz. Peygamber'in
mihmandari Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerinin kabrini ziyâret ederek seferin
basarili geçmesi için onun mânevî yardimini diler. Daha sonra Fâtih ve babasi
Bâyezid'in kabirlerini de ziyâret eden Selim, kurbanlar kestirip fakirlere de
pek çok sadaka dagitir. Sünnî ulemanin verdigi fetvâlar üzerine büsbütün
heyecana kapilan halk, Kizilbaslara karsi sefere çikan Selim'i görmek üzere
Eyyub'u doldurdugu gibi kayiklar da Halic'i istila etmislerdi.
Selim, sefer için yola çikmadan önce, kendisine
vekâleten devlet islerini görmek ve Edirne muafazasinda bulunmak üzere oglu
Süleyman'i Manisa'dan Edirne'ye getirtmisti. Bundan sonra askerini Üsküdar'a
dogru hareket ettirdi. Bu siralarda Rumeli Beylerbeyi Hasan Pasa'nin komutasi
altinda bulunan yeniçeriler, Gelibolu'dan gemilerle Anadolu yakasina geçip Bursa
Yenisehir ovasinda toplandilar. Yavuz Sultan Selim, 24 Safer 920 (20 Nisan l5l4)
Persembe günü yola çikip Maltepe'de ordusuna katilir. Burada, Bosna Valisi Hadim
Sinan Pasa'yi Anadolu Beylerbeyligi'ne tayin eder. 23 Nisan'da Izmit'e geldigi
sirada Siî halifelerinden olup, Iran adina casusluk yaparken yakalanip orduda
esir olarak tutulmus bulunan Kiliç adinda birisi vâsitasiyle Sah Ismail'e hem
tehdid, hem de nasihat dolu Farsça bir mektup (nâme) gönderir. Bu mektupla,
üzerine yürüdügünü de kendisine bildirmisti. Yavuz Sultan Selim, bu mektupla da
yetinmeyerek gönderilen o sahsa var gördügün söyle ve malum olan muradi beyan
eyle diyerek gördüklerini söylemesini istemisti. 27 Safer 920 (23 Nisan l5l4)
tarihini tasiyan Selim'in bu ilk bu nâmesi, Kadiasker ve Nisanci Tâcizâde Cafer
Çelebi tarafindan yazilmisti. Gerek uslûbu, gerekse mahiyeti itibariyle o asrin
ruh ve anlayisi ile Selim'in dehâsini temsil eden bu mektup dönemin bütün
kaynaklarinda bulunmaktadir. Besmele ve âyetlerle baslayan mektupta Sah Ismail'e
söyle deniyordu:
Bilesin ve âgah olasin ki, ilahî hükümlerden yüz
çevirenlerin, dini ve seriati yikmaya çalisanlarin bu hareketlerine, bütün
Müslümanlarin ve bu arada adalet sever hükümdarlarin, kudretleri nisbetinde mani
olmalari farzdir. Bunu söylemekten maksadimiz sudur: Tekke kösesinden hâkimiyete
yükselen sen, bu yolda yürüdün, Müslümanlarin memleketlerine saldirdin, sefkat
ve utanmayi bir tarafa atarak zulüm kapilarini açtin, günahsiz Müslümanlari
incittin, fitne ve fesadi kendin için temel prensip olarak kabul ettin, umur-i
padisahî ve ahkâm-i sehinsâhiyi muktezay-i heva-yi nefs ve ragbet-i tabiiyeye
uydurup kuyud-i seriati hakkettin. Ibâhe-i muharreme ve irakat-i dima-i
mükerreme, ve mescidleri yikma, türbe ve mezarlari yakma, ulemâ ile Peygamber
neslinden gelmis olan seyyidlere ihânet ve ilka-i mesâhif-i kerime der kazurat
ve sebb-i Seyheyn-i Kerimeyn gibi isler, senin kötü hallerinden bir kaçidir.
Dillerde dolasmakta olan bunlar ve bunlara benzer hareketlerinden dolayi ulemâ
kesin delillere dayanarak senin küfür ve irtidadina, senin ve sana tabi
olanlarin öldürülmelerinin vâcib olduguna; mal ve riziklarinizin yagma, kadin ve
çocuklarinizin esir edilmesinin mübah olduguna ittifakla karar vermislerdir. Bu
durum karsisinda ben, Allah'in emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere
yardim etmek ve merasim-i nâmus-i pâdisâhî için ipekli elbiselerimi çikardim,
zirh giydim, kiliç kusandim, ata bindim ve Safer ayinin basinda Anadolu yakasina
geçtim. Maksadim, Allah'in inayetiyle senin padisahligini yok etmek ve böylece
âcizler üzerinden zulmünü ve fesâdini kaldirmaktir. Ancak, kiliçtan önce sana,
Sünnet-i Seniyye icâbi Islâmiyeti teklif ederim. Eger yaptiklarina pisman olup
can ve gönülden istigfar eder ve aldigin kaleleri geri verirsen, tarafimizdan
dostluktan baska bir sey görmezsin. Fakat kötü hallerine devam ettigin takdirde
zulmet-i zulümden simsiyah yaptigin yerleri nura kavusturmak ve senin elinden
almak üzere insallah yakinda gelecegim. Takdir ne ise öyle olacaktir. Selâm,
hidâyete tabi olanlaradir. (Safer 920)
Osmanli insâ (mektup yazma) san'atina nümûne olabilecek
bir mükemmeliyette kaleme alinmis olan bu nâme (mektup), dip notta da görülecegi
gibi birçok müellif tarafindan asil metinle birlikte alinmis olup, önemi herkes
tarafindan kabul edilmistir. Osmanlilarin, Siî ve Kizilbaslar hakkindaki
düsünceleri yaninda, niyet ve maksatlarini ortaya koyan bu mektupta, din
ulemâsinin küfür ve irtidâdina hükmettikleri Sah Ismail'in, Hülefâ-i Râsidîn'e
sebb etmesini kabul etmeyip tenkid eden Yavuz Sultan Selim, bu yüzden katline
cevaz verildigini açikliyor, kendisinin de dinin takviyesi ile birlikte zulme
ugramis ve kalbi kirilmis olanlarin yardimlarina kosacagini söyleyerek,
padisahlarin bu konuda gerekenleri yapmak zorunda olduklarina isaret ettikten
sonra, denizden geçip üzerine yürümek suretiyle zulmünü âciz ve zavallilarin
üzerinden kaldiracagini açiklar. Bununla beraber savastan önce Sünnet-i
Seniyyegeregi kendisine Islâm'i teklif ile son pismanligin fayda vermeyecegini
de açikliyordu.
Selim'in mektubunu Sah Ismail'e götüren Kiliç adindaki
elçi, onu Hemedân'da bularak mektubu verir. Mektubu alan Sah Ismail, elçi
Kilic'i öldürmekle birlikte kendisinin de muharebeye hazir oldugunu Selim'e
bildirmisti. Bu haber, Osmanli ordusu Erzincan ovasinda bulundugu sirada
gelmisti. Lütfi Pasa, Sah Ismail'in bu haberi aldigi zaman çok korktugunu, fakat
bu korkusunu açiga vurmayip gizledigini söyler. Ayrica asker ve ordusuna da su
sekilde hitab ettigini açiklar: Diyar-i Rûm'dan (Anadolu'dan) bir kârban
(kervan) gelürmüs. Size firâvân genc (büyük bir hazine) ve mal getürür. Üsenmem,
korkmam ki, anlari (onlari) imamlar bize verüptür ki simdi on iki imam
leskeriyle (askerleriyle) gelüp bunda alem (bayrak, sancak) dikmistir, el -ân
(simdi) bizimledirler.
Selim, ayni gün Akkoyunlu Hânedani hükümdarlarindan
olan ve o esnada Sah Ismail'e karsi savasa girismis bulunan Ferruhsad Bey'e de
bir mektup göndermek suretiyle onu da kendisiyle birlesmeye davet
etmisti.
Osmanli ordusu Yenisehir'den Konya'ya müteveccihen
hareket ederek Seyitgazi'ye gelir. Selim, burada Kapikulu askerlerinden her
birine biner akça sefer bahsisi dagitir. 20 bin timarli sipahiden meydana gelen
öncü ordusuna da komutan olarak Vezir Dukakinzâde Ahmed Pasa'yi tayin eder.
Sinop Valisi Karaca Ahmed Pasa'yi 500 süvari ile Sah tarafindan esir almak ve
kesiflerde bulunmak üzere akina gönderen Selim, bunlarin arkasindan Mihal oglu
Mehmed Bey'i de akincilari ile akina memur eder. Osmanli ordusu bundan sonra,
Konya'ya gelerek Filâbâd Çayiri'na yerlesir. Müelliferin ve özellikle sefere
istirak edenlerin bildirdiklerine göre Konya'daki ikameti esnasinda, Mevlânâ
Celâleddin-i Rûmî'nin türbesini ziyâret etmis olan Yavuz Sultan Selim, fakirlere
de yüz bin akça sadaka dagitmis idi. Ayni zamanda timarli sipahilere de l00'er
akça terakki ihsan eden Yavuz Sultan Selim, Kayseri'ye geldigi sirada Dulkadir
oglu Alaüddevle Bozkurt Bey'le müzakerelere giriserek yaninda yer almasini
ister. Ancak, ihtiyarligindan bahisle sefere gelemeyecegini bildiren Dulkadir
oglunun, hakikatte daha II. Bâyezid devrinde Osmanlilara iltica ile Selim'in
yaninda savasa istirak ettigi bilinen ve Osmanli taraftari Sehsuvar oglu Ali Bey
sebebiyle bu teklife pek sicak bakmadigi biliniyordu. O, Memlûklulara taraftar
bir siyaset takib ederek Osmanlilara karsi cephe almis ve zahire yollarini da
vurmak suretiyle orduda bas gösteren erzak buhraninin artmasina sebep
olmustu.
Dulkadirlilarin, Osmanlilar aleyhinde çikaracaklari
muhtemel zorluklari gözönünde tutan Selim, Alaüddevle ile ugrasmaktan simdilik
vaz geçerek 26 Haziran'da Sivas'a gelir ve l40 bin asker, 5 bin zahireci 60 bin
deveye yükselen ordusunu bir yoklama ve sayima tabi tutma geregini duyar.
Yoklamadan sonra muhtemel bir Siî ayaklanmasini önlemek maksadiyle Kayseri ile
Sivas arasinda, Iskender Pasa komutasinda 40 bin kisilik bir ihtiyat kuvveti
birakilmistir. Büyük bir kisminin hasta ve yasli oldugu anlasilan bu ihtiyat
kuvveti, ordunun ric'at hattini tutacak, ayni zamanda Sah Ismail'in Diyarbekir
ve Bati siniri komutani Ustaclu oglu Mehmed Han'in yaptigi tahribat yüzünden
ugranilan zahire ve saman buhranini da önleyecekti. Çesitli yollarla zahire
buhranini önlemeye çalisan Selim, Erzincan'dan Sah Ismail'e üçüncü defa Türkçe
bir mektup gönderir. Bu nâmede, daha önceki mektuplari hülasa eden Selim,
yakinda Azerbaycan'a ulasacagini da bildirip Sivas ile Kayseri arasinda bir
ihtiyat kuvvetini biraktigini açiklamaktan çekinmez.
Osmanli ordusu, l8 Temmuz'da Erzincan'a bagli Yassi-
Çemen'deki Hasan Bey çayirina geldigi sirada Sah Ismail'in elçisi Sah Kulu Akay
Bevey Nuker ordugaha gelip Selim'e bir name ile içi afyon dolu altin bir kutu
takdim eder. Sah Ismail, nâmesinde, Selim'i savasa zorlayan sebebi arastiriyor,
Dulkadirlilarla düsmanlikta bulunmamis oldugundan bahsediyordu. Ayni zamanda
Selim'in mektuplardaki ifadesini de bir padisaha yakistirmayan Sah Ismail,
bunlarin, afyon ile sarhos olmus kâtiplerin kaleminden çikmis oldugunu iddia
ettikten sonra mektubunu Isfahan'da bir av esnasinda yazdigini bildiriyordu.
Osmanlilarla dostluktan bahsetmekten geri kalmayan Sah Ismail, Timur zamaninda
oldugu gibi memlekete karisikligin âriz olmasini arzulamadigini bu sebeple savas
istemedigini belirttikten sonra, aksi halde kendisinin de savasa hazir oldugunu
beyan ediyordu.
Öte yandan, Sah Ismail'in, verdigi söze ragmen henüz
ortalarda görünmemesi, çorak arazide büyük bir müzayakaya (sikinti) maruz kalan
asker arasinda hosnutsuzluga sebep olmustu. Nitekim Firat Nehri (Karasu)
kenarina gelindigi bir sirada isyan belirtileri görülür. Bununla beraber, sancak
beyleri gibi vezirler de, baslangiçta ileri gitmenin aleyhinde olmalarina
ragmen, bunu açiklamaktan çekinirler. Ancak askerin hareketini tanzim ile
Erzincan'dan Azerbaycan'in merkezi olan Tebriz'e kadar katedilecek yolu 40
merhaleye taksim eden Selim'in, kararinda sebat etmesi üzerine, daha ileri
gitmenin mahzurlarini arzetmek maksadiyle, Karaman Beylerbeyi Hemdem Pasa'yi,
Selim'e gönderirler. Sehzâde Ahmed vak'asinda Selim'e hizmet etmek suretiyle
onun, kardesine gâlip gelmesini saglamis bulunan ve çocuklugundan beri Selim ile
birlikte Harem-i Humâyun'da büyümüs olan Hemdem Pasa, Padisahin, hakkindaki
teveccühüne itimad ederek bu hususu arzeder. Isaret edilen tehlikeler ve ordunun
içinde bulundugu sikintilar gözönüne alindigi zaman bu fikir makuldu. Fakat hiç
bir engel tanimayan ve tereddüt göstermeyen Selim, bunun askere çok kötü bir
örnek olacagini düsünerek, Hemdem Pasa'yi feda etmek zorunda
kalir.
Zeynel Pasa'nin, Karaman Beylerbeyi olarak tayin
edilmesi üzerine harekete geçen ordu, seri bir yürüyüsle Çermük'e gelir. Bu
mevkide Selim, Bali Bey tarafindan esir edilen iki Kizilbasi, Türkçe olarak
kaleme alinmis bir mektupla Sah Ismail'e gönderir. Osmanli Pâdisahi, bu dördüncü
mektubunda da Sah Ismail'i tahrik ediyor, memleketinde günlerce yürüdügü halde
kendisinden bir haber alinmadigini belirttikten sonra, onun korktuguna hükm
ederek bir tabibe müracaat etmesini tavsiye ediyordu. Mektubunda, Ey Ismail,
ülkemin sinirinda görünmekle bana meydan okudun. Iste ben geldim, haftalarca
yürüdügüm halde ne senden ne de askerinden bir eser görmedim. Ölümüsün yoksa
sagmisin bilemiyorum, hile ve aldatmaktan baska bir sey bilmez misin? Sayet
korkuyorsan bir tabib getir ki seni tedavi etsin. Seni daha fazla korkutmamak
için güzide askerlerimden kirk bin kisiyi Kayseri yakinlarinda biraktim. Düsman
hakkinda ancak bu kadar lutuf gösterilebilir dedikten sonra, Sah Ismail'in
yönetimden vaz geçip inzivaya çekilmesini tavsiye eder. Müellifler, Yavuz'un,
gizlenmekte devam edecegini tahmin ettigi Sah Ismail'e bir de kadin elbisesi
gönderdigini kayd ederler. Buna ragmen kendisini gizlemeye devam ederse erkek
sayilmayacagini bildiren Selim, Sünnî olan Özbek Hani Ubeyd gibi Memlûk Sultani
Kansu GavriÔye de birer mektup yazip, düsman memleketinde bulundugunu bildirir.
Çermük'ten yoluna devam eden Osmanli ordusu, Sökmen'e gelir. Daha Tercan'da iken
sonradan vezir olan Yanya Beyi Mustafa Bey ile Trabzon Sancak Beyi Mehmed Beyi,
Bayburt'un zaptina me'mur etmis olan Selim, Sökmen'de Gürcü Beyi Mirza Çabuk'un
elçilerini kabul eder. Elçiler, yanlarinda iki bin bas koyun ve bir miktar da
zahire getirmislerdi. Gürcü Beyi bu vesile ile dostlugunu göstermis
oluyordu.
Bundan sonra Tebriz'e dogru yeniden hareket emri
verilmisti. Bunun üzerine günümüzde Agri vilayetine bagli Elesgirt kazasi
Sakalli Köyü (Konagi)'ne gelen ordunun, ümerâdan bazi kimselerin de tesviki ile
Düsman yok, harab memlekette nice seyahat ederiz? diye mirildanip isyana
basladigi görülür. Hatta bir rivayete göre bu ordu tarafindan, Selim'in çadirina
içleri tehdid dolu mektuplar birakiliyordu. Bunun üzerine yigit padisah atina
atlayip askerin içine dalmis, heybetle ve gayet vakurâne bir sekilde Ehl ü iyal
kaydinda olarlara destûrdur, gerü karilarinun yanina gitsünler, biz buraya gerü
dönmek içün gelmedük! Rahat isteyen bu yola yarasmaz. Bizi isteyüp fi -
sebilillah can ve bas feda edecek yigitler ölümden havf itmez (korkmaz). Ölümden
korkanlar gerü dönsün! Düsmanla çarpisacak merdler benümle gelsün. Eger içünüzde
er yogise ben yalinüz giderüm diyerek askerin hamiyet duygularini tahrik
etmisti. Asker, bu cesaret ve yigitlik âbidesinin bir at oynatisina, bu tarzdaki
heybetli hitâbetine ve küçük bir kiliç kimildatisina dahi vurgun ve âsikti.
Sevdikleri hükümdar komutana büyülenmis yekpâre bir kitle gibi baglandi. Bu
sözlerinden sonra hareket emri veren Sultan'i, tek bir yeniçeri bile terk
etmedi.
Esasen bu sirada öncü (pisdar) kuvvetlerin komutani
Mihaloglu Memed Bey, Sah'in Diyarbekir emîri olan Ustacluoglu'nun Hoy'a
geldigini, Sah Ismail'in de yaklasmakta bulundugu haberini vermesi, heyecanin
yatismasina sebep olmustu. Bu arada Sah'tan gelen bir mektup ta bunu teyid
etmisti. Pâdisah, Ismail'in isledigi bu hatadan istifade edip konak mesafelerini
kisaltarak Sah'i karsilamak üzere harekete geçer. Iki gün sonra, gece Makû ile
Hoy arasinda Tebriz'e 20 fersah mesafede bulunan Çaldiran tepelerine ulasir.
Selim, bu mevkide yeni tertibatlar almis ve safakla birlikte savasa girismek
veya askere 24 saat istiraat vermek cihetlerinden birini tercih etmek üzere
Divân ( Meclis )'in reyine müracaat eder. Genellikle, yol yorgunlugu
münasebetiyle hemen savasa girisilmesini tehlikeli bulan devlet büyükleri,
askere 24 saat istirahat verilmesinin uygun olacagi teklifinde bulunurlar. Buna
karsilik, askerin içinde Alevî ve Siîlerin bulunmasindan ve istirahat aninda
bunlarin düsmanla anlasabileceklerini gözönünde bulunduran Rumeli Defterdari
Pîrî Mehmed Çelebi, hemen savasa baslanilmasi gerektigini belirterek Yildirim
Han devrindeki Çubuk ovasi (Timur'la yapilan Ankara Savasi ) çözülmesinin bir
benzerinin vuku' bulabilecegini, bu sebeple safakla beraber harbe mübaseret
edilmesi (baslanilmasi) re'yinde oldugunu bildirir. Bu teklif, Yavuz Sultan
Selim tarafindan kabul görür. Böylece devlet büyükleri, safakla birlikte savasa
baslama görüsünü kabul etmek zorunda kalirlar. Onlar, Selim'in emri üzerine
savas nizami alip tepelerden ovaya inen kuvveterinin basina geçerler. ÇALDIRAN ZAFERI
Savasa, 23 Agustos l5l4 ( 2 Receb 920. ) Çarsamba günü
günes dogarken Iranlilarin taarruzu ile baslandi. Dogubâyezid'in 80 km. güney
dogusuyla Van Gölü'nün kuzey dogusunda bulunan Çaldiran Ovasi'nda mevzilenen
Osmanli ordusunun sag kolunu, Anadolu Beylerbeyi Sinan Pasa ile Zeynel Pasa'nin
emrindeki Anadolu ve Karaman kuvvetleri, sol kolunu ise Rumeli Belerbeyi Hasan
Pasa komutasindaki Rumeli askerleri teskil ediyordu. Selim ise, eskiden beri
alisageldigi ve uygulandigi sekilde sipahi, silahdâr, ulûfeci ve gurebâ
bölükleri ile çevrilmis olup, yaninda Hersekzâde Ahmed Pasa, Vezir Dukakinoglu,
Vezir Mustafa Pasa ve Ferhad Pasa gibi devlet büyükleri, kadiasker vs. gibi din
ve hukuk adamlari bulunuyordu. Bu arada, padisahin önünde yer alan tüfekçi ve
yeniçeriler, araba ve develerden meydana gelen bir siper gerisinde bulunduklari
gibi, sag ve sol cenahin nihâyetinde olup, biri l0.000, digeri 8.000 kisiden
mürekkeb Anadolu ve Rumeli azepleri, birbirlerine zincirlerle baglanmis 500
topun önünde dizilmislerdi. Öte yandan, öncü kuvvetinin çogunlugunu teskil eden
Dulkadirli Türkmenleri ile Sahsuvaroglu Ali Bey'in ardçi kuvvetleri de Sadi
Pasa'nin emrinde idiler.
Osmanli ordusunun bu dizilisine karsilik, ekserisi
Ustaçlu, Varsak, Rumlu, Samlu, Kaçar, Afsar ve Karamanlu Türkmenleri'nden ibâret
olup muhtelif hanlarin emrinde bulunan 80.000 kisilik bir süvari kuvvetinin
basindaki Sah Ismail, ordusunu ikiye ayirmak ve sol kanadin idaresini verdigi
Ustaçluoglu ile birlikte girisecekleri bir çevirme hareketi sonunda azepleri
yarmak ve onlarin saflarini geçmek suretile yeniçerileri arkadan vurmak
niyetinde idi. Bu gayesini gerçeklestirmek için de sag cenahin komutasini
üzerine almisti. Böylece, mükemmel bir sekilde techiz edilmis 40.000 seçkin
süvarisi ile azeplerin ve özellikle Rumeli kuvvetlerinin üzerine hücum eden Sah
Ismail, baslangiçta basarili olur. Böylece, basta Rumeli Beylerbeyi Hasan Pasa
olmak üzere pek çok sancak beyini sehid edip, bu kismi dagitir. Ancak karsi
taraftan hareket eden Ustaçluoglu, Anadolu askerinin mukavemeti ve Sinan
Pasa'nin aldigi tedbirler üzerine Sah Ismail ile birlesmek üzere giristigi
tesebbüste muvaffak olamaz. Zira Sinan Pasa, askerlerin saflarini muhafaza
ederek, intizamli bir sekilde sür'atle toplara dogru çekilmelerini temin etmis,
Ustaçluoglu ile kardesi Kara Han'i, maiyyetlerindeki Türkmenlerle birlikte,
Osmanli topçusu ile karsi karsiya getirmisti. Bu savasta Safevîler Sah,
Osmanlilar ise Allah nidâlari ve tekbir sadâlariyla muharebe
ediyorlardi.
Bu arada sunu da belirtmek gerekir ki, Safevî ordusunda
piyade ve atesli silahlar hemen hemen bilinmiyordu. Her ne kadar Iran'da top
kullaniliyor idiyse de bu, kale müdafaalarina hasr ediliyor, meydan
muharebelerinde kullanilmasina ehemmiyet verilmiyordu. Bununla beraber Sah
Ismail, casuslari vâsitasiyle, Sultan Selim'in askerî tertibatina vâkif oldugu
ve toplarin tanziminden haberdar bulundugu için askerini iki kola
ayirmisti.
Sah Ismail'in süvarileri, sayi olarak Osmanli
kuvvetleri ile hemen hemen denk idiler. Bundan baska Iran ordusu, savasi kendi
topraklarinda kabul ettigi için yorgun degildi. Buna karsilik, Yaklasik 2500
kilometrelik uzun bir yoldan gelen l00.000 kisilik Osmanli askerleri ile atlari
yorgundu. Ayni zamanda yiyecek sikintisi da vardi. Sayica en az Osmanli
kuvvetleri kadar olan Sah'in ordusu ise dinçti. Zira bu ordu, Tebriz gibi çok
kisa bir mesafeden gelmisti. Asker iyi beslenmis ve sahlari için her türlü
fedakârliga hazir, ona taabbüd edercesine bagli idi. Topuz, yay ve mizraklarla
donatilmis savasçilarin atlarina çelik eyerler vurulmustu. O zamana kadar,
zaferden zafere kosmus bir hükümdara mâlik olduklarindan dolayi da mâneviyatlari
bir hayli yüksekti.
Osmanli toplarinin ates açmalari üzerine Siî ordusu
dagilir. Zira basta Ustaçluoglu olmak üzere pek çok komutan bu esnada
öldürülmüstü. Bunun üzerine savas, Osmanlilarin lehine döndü. Öbür taraftan
Yavuz Sultan Selim, Rumeli askerlerine yardim etmek üzere bir kisim yeniçerileri
yardima göndermis, siperlerin arkasinda bulunan yeniçerilerin de tüfek ile ates
etmelerini emr etmisti. Beklemedikleri böyle bir durumla karsilasan Siî
ordusunda genel bir panik havasi esmeye baslar. Bu arada vaziyeti düzeltmek ve
ordusunun moralini takviye etmek maksadiyle her tarafa kosan Sah Ismail, birkaç
defa at degistirmis, bir aralik da atindan düsüp yere yuvarlanmisti. Bu
hengamede, üzerine yürüyen bir Osmanli süvarisinin, Sah üzerine yürüyüp öldürmek
üzere iken, tipki onun gibi giyinmis ve kendisine benzeyen en yakin adami Mirza
Sultan Ali'nin esareti göze alarak öne geçmesi üzerine kurtulur. O, bu
kurtulusunu sonradan at-çeken lakabini alacak olan Hizir ismindeki bir Türkmen
korucunun, hayati pahasina ona atini vermesiine borçludur. Böylece, esir
olmaktan kurtulan Sah Ismail, aksama dogru artik hiç bir ümidin kalmadigini
görünce, sür'atle Tebriz'e dogru kaçmis, ancak kendisini burada da emniyette
görmedigi için Sultaniye (veya Dergüzin)'ye çekilmek zorunda kalmisti. Onun
kaçmasi üzerine bütün Siîler, karsi koymaktan vaz geçerler. Bu arada bir kismi
esir, bir kismi da maktul düser. Lütfi Pasa, Siîlerin büyük hezimeti ile
sonuçlanan Çaldiran Savasi'na Sûfi-kiran adini verir.
Sah'in, yaralanip kaçmasindan sonra Iran ordusu daha
fazla direnemeyerek dagilmis ve safakla baslamis olan bu korkunç savas, o gün
aksam üzeri, Osmanlilarin büyük bir galibiyetiyle sona ermisti. Bununla beraber
Pâdisah, yatsi vaktine kadar atindan inmez. Tarihin en büük meydan savaslarindan
biri olan Çaldiran Savasi'nin kazanilmasinda tertip ve tahkim islerindeki
üstünlügün, atesli silahlara sahip olmanin, Osmanli askerinin essiz
fedakârliginin ve son olarak Yavuz Sultan Selim'in askerî dehasinin büyük payi
vardir.
Bu muzafferiyeti müteakip Siî ordugahi, bütün
hazineleri, Sah'in ve ümerasinin zevceleri ile birlikte Osmanlilarin eline
geçer. Çok çetin geçtigi anlasilan Çaldiran Savasi'nda, her iki taraftan da pek
çok insan ölmüstü. Savasi müteakip Çaldiran sahrasinda iki gün divân kurduran
Selim, Muhyî Çelebi'nin bildirdigine göre, sehid düsenlerin nâmina bir kabir
yaptirip üstüne ölüm tarihlerini bildiren amûd (direk)
diktirmistir.
Çaldiran Zaferi, Anadolu birliginin hâlâ devam eden en
büyük istinadgâhi olmakla kalmamis, ayni zamanda Güney Anadolu ile Ortadogu'nun
anahtarlarini da Yavuz'a takdim etmisti.
Çaldiran Zaferi'nden sonra Hoy Sahrasi'na gelerek
Dukakinzâde ile Defterdâr Pirî Çelebi ve büyük bir Osmanli tarihi (Hest Behist)
yazmis olan Idris-i Bitlisî'yi Tebrize gönderen Sultan Selim, bunlar vâsitasile
sehirliye emân vermis ve uzun bir yürüyüsten sonra, yerlere serilmis kiymetli
halilar üzerinden geçerek 5 Eylül l5l4'te sehre girmistir. Bir hafta kadar
Tebriz'de kalan Sultan Selim, Sah'in hazinelerini ile bazi sanatkârlari
Istanbul'a gönderir. Bu sirada Tebriz'de bulunan Timur'un torunu Hüseyin Baykara
oglu Bediüzzaman ile kendisine biri Farsça, digeri Çagatayca olmak üzere kaleme
alinmis iki kaside takdim eden Mehmed Hâfiz ve oglu Hasan Can ( Hoca Sa'düddin
Efendi'nin babasi ) ile birlikte Sultan Selim'e siginmislardi. Özellikle, Sultan
Selim'in büyük hürmet ve saygisina mazhar olmak suretiyle kendisine günde l.000
akça tayin edilen Bediüzzaman, Osmanli ordusu ile birlikte Istanbul'a gelecek ve
bir müddet sonra Eyüb'de vebadan vefat edecektir.
Yavuz Sultan Selim'in, bir haftalik ikameti esnasinda
Tebriz'deki faaliyetleri, bize onun hakkinda bilgi vermektedir. O, Tebriz'in
Sâhib - Âbad mahallesinde bulunan ve mavi altin sarisi çinilerle süslü Sultan
Hasan Câmii'nde, Hülefa-i Rasidîn ile Ashab-i Kirâm'in isimlerini hutbede
okutmus, Sah Ismail tarafindan gerek Akkoyunlulardan, gerekse Seybek Han'dan
müsadere edilmek suretiyle alinmis bulunan hazinelere el konmustu. Bu arada bir
kisim fillerle, Sah Ismail'in, Akkoyunlu Türkmen Ulusu Beyleri'nden Yakub ve
Timur torunlarindan Ebû Said'den gasb etmis oldugu emanetleri Istanbul'a sevk
eden Selim'in, Tebriz'in mahir usta ve sanatkârlarindan bir kismini Istanbul'a
gönderdigine dair kaynaklarda bilgiler bulunmaktadir. Nitekim Muhyi Çelebi'nin
Selimnâmesi'nde, kiliççilardan, cebecilerden, okçulardan ve yaycilardan l700
hânenin Istanbul'a gönderildigine dair verilen haberler, seferin rûznâmesini
tutan Haydar Çelebi tarafindan da te'yid edilmektedir.
Sah taraftarlari (Kizilbas) ile meskûn bu mintikada
daha fazla kalmayi tehlikeli bulan Sultan Selim, bir hafta sonra Tebriz'i terk
edip Nahçivan yoluyla Karabag'a çekilmek zorunda kalmistir. Bununla beraber,
onun, kisi bu eski Ilhanli merkezinde geçirmek tasavvurunu anlayan devlet
büyüklerinin telasi, bazi karisikliklarin çikmasina sebep olmustur. Nitekim,
ordu, Aras Nehri kiyilarina geldigi zaman, bunlarin tesvikiyle harekete geçen
yeniçeriler, padisahin etrafini sararak, parça parça olmus elbiselerini
mizraklari önünde göstererek dönmek istediklerini hatirlatmak isterler. Böyle
bir hareketle karsilasan Selim, Kars ve Bayburt üzerinden Istanbul'a dogru
hareket eder. Bu arada zaferi bildirmek için, komsu devletlere fetihnâmeler
yazilip gönderilir.
Yavuz Selim, Amasya'da iken, Sah Ismail tarafindan
gönderilen elçilik heyetini kabul etmez. Bu arada, Kemah kalesine siginmis olan
ve kalelerinin metanetine (saglamligina) güvenen Kizilbaslar, kendilerine yakin
olan Osmanli topraklarina durmadan tecavüz ettikleri için, kisi Amasya'da
geçirmekte olan Yavuz Selim'e tecrübeli bazi kimseler: Kemah kalesi Kizilbaslar
elinde bulundukça, Bayburt ile Erzincan gibi kasaba ve sehirlerde bir güvenlik
saglamanin mümkün olmayacagini bildirirler. Bunun üzerine Dogu Anadolu'da
esasen hakimiyet kurmayi gerekli gören Pâdisah, Yildirim Bâyezid zamaninda
Osmanli topraklarina katilmis, fakat Timur istilasindan sonra kaybedilmis
bulunan Kemah kalesinin kusatilmasini Biyikli Mehmed Pasa'ya emreder. l9 Mayis
l5l5'te bizzat Pâdisah'in istirak ettigi hücumla alinan Kemah kalesinin
muhafizligina Karaçin oglu Ahmed Bey tayin edilir. Bu arada Iran üzerine yapilan
hareket esnasinda, Osmanli ordusunun yiyecek kollarini vuran
Dulkadirogullari'nin ülkesi alinarak Maras ve Elbistan Osmanli topraklarina
ilhak edilir. Daha sonra Istanbul'a hareket eden Sultan Selim, ll Temmuz'da
sehre girer.
Çaldiran Zaferi'nden sonra, basta Diyarbekir olmak
üzere, Dogu Anadolu'nun birçok sehri, Osmanlilarin eline geçer. Böylece,
Selçuklulardan sonra bozulan Anadolu birligi tekrar ve kalici olarak saglanmis
olur. Biyikli Mehmed Pasa, Diyarbekir Beylerbeyligi'ne getirilir. Tarihçi
Idris-i Bitlisî de müsavir olarak onun yanina verilir. Idris-i Bitlisî'nin
gayretleriyle Harput, Meyafarikin, Bitlis, Hisnikeyfa, Urfa, Mardin, Cezire ve
Rakka'ya kadar Güney Dogu Anadolu bölgesi ile Musul dolaylari Osmanli idaresine
geçer. Bu sayede Tebriz - Haleb ve Tebriz - Bursa Ipek yolu Osmanlilarin
kontroluna girmis olur. Ayrca, Siî akidesinin yayilmasi büyük ölçüde
durdurularak propaganda malzemesi saglayacak imkânlara set çekilmis olur. Yine
bu zaferle geçici de olsa Safevî tehlikesi ortadan kalkmis oluyordu.. Bu
zaferden sonra Yavuz Sultan Selim Sah ünvanini kullanmaya baslamis, hatta bu
ünvan Sultan Selim Sah diye sikkelere de islenmistir. Yavuz'dan sonra gelen
padisahlar da ayni ünvani kullanip kendi dönemlerinde basilan paralara bu ünvani
yazdirdilar. Bundan dolayi bu ünvanla basilan paralara Sâhî adi verilmektedir. YAVUZ DÖNEMINDE CELÂLîLER
Yavuz Sultan Selim döneminde, sadece ülkenin sinirlari
disinda bulunan Kizilbaslar degil, ayni zamanda sinir içinde bulunanlari da
devleti ugrastiriyordu. Zira Osmanli sinirlari içinde uzun süreden beri,
Safevîler adina yapilan propagandalar, kisa zamanda tesirini göstermisti. Bu
yüzden, sayilari küçümsenmeyecek bir insan kütlesinin gönlü, Safevî Devleti'ne
baglanmisti. Osmanlilar aleyhine çalisan bu insanlar, ayaklanmak için uygun bir
zaman ve firsat kollamakta idiler. Nitekim bunlar, sehzâdeler arasindaki rekabet
esnasinda Yavuz'un, babasina karsi olan isyanini, devletin en zayif ani olarak
degerlendirip Sah - Kulu'nun idaresi altinda harekete geçerler. Böylece memleket
adina büyük bir tehlikenin meydana gelmesine sebep olurlar. Birçok cana mal olan
ve güçlükle bastirilan bu ayaklanmadan sonra sükûnet saglanamadi. Zira bu sefer
de Nur Ali isyani bas göstermisti. Bu da Sah - Kulu isyanindan daha az korkunç
degildi. Sayet Yavuz Sultan Selim'in aldigi tedbirler olmasaydi, belki de o
tarihlerde bunlarin daha korkuncuna sahid olunacakti. Bunlara karsi onun,
yerinde ve müsamaha göstermeden harekete geçmesi, bir an bu isyan alevinin
etrafi sarmasina mani olmus, fakat atesin büsbütün söndürülmesine yetmemisti. Bu
itibarla Siîlik, daha dogru bir ifadeyle Safevîlik adina, zaman zaman ortaya
çikanlar oldu. Iste l5l9'da Celâl adindaki Kizilbasin çikardigi isyan da
bunlardan biriydi. Bozok'lu ve Kizilbas ileri gelenlerinden biri olan Celâl,
kendüyi mecnûnluga urup ve abdal kisvetine girüp vatani ve eskiya encümeni olan
Bozok'tan Tokat semtine firar edip Turhal civarina gidip orada bir magaraya
yerlesir. Burada, gizlice onu ziyarete baslayan Kizilbaslar, MeczûbGi ilâhidir
diyerek adini etrafa duyurmaya ve söhretini artirmaya basladilar. O tarihlerde,
bu bölge halkinin çogunun Kizilbas ve Kizilbasliga mütemayil oluslari, Celâl'in
isine çok yaramisti. Öte taraftan o, derece derece kendisini halka kabul
ettirmee çalismis ve etrafini aldatmakta büyük bir maharet göstermisti.
Gerçekten önceleri o, Mehdi bu gardan (magara) asikâr olsa gerektir, ve ben
intizarla (beklemekle) me'murum diye ise baslayarak birçok insani buna
inandirdiktan ve bu böylece yeterince güçlendigini hissettikten sonra gerçek
yüzü ile ortaya çikar. Bu esnada da kilicin kendisini kesemeyecegini iddia
ederek Halife-i zaman ve Mehdi-i devrân benim demeye baslamisti. O günkü
toplum içinde böyle sözlere inananlar büyük bir yekun tuttuklari için kisa
zamanda Celâl'in yaninda çok sayida Kizilbas toplandi. Bir müddet sonra da
âlemi men serbeser alsam gerek, cümle münkir gitse ben kalsam gerek diye
kendisine büyük bir pâye veren bu adamin etrafinda toplananlardan bir kisminin,
onun politik bir gaye ugruna çalistigini bilmemeleri mümkündür.
Vezir-i A'zam Piri Pasa'nin, Firat kenarindan ayrilarak
padisahin yanina gidisini firsat bilen Celâl, Sah - Veli ünvani altinda ve belki
de Sah Ismail'den aldigi emir sonunda harekete geçer. Isyan, önce Bozok
vilayetinde baslamisti.Ol etrafta bulunan kura (köy) ve kasabatin (kasabalar)
sükkânina (sakinlerine) teaddi ve tecavüz etmek suretiyle baslayan bu hareketin
çok çabuk gelistigi anlasilmaktadir. Çünkü Bozok'ta, Sehsüvaroglu Ali Bey'in
oglu Üveys'in evini bastigi zaman Celâl'in yaninda 4000 kisilik bir kuvvet
vardi. Bu kuvvetin kisa bir süre içinde çogaldigi ve Rum Beylerbeyi olan Sâdi
Pasa'nin kuvvetlerini yenecek duruma geldikleri görülmektedir. Gerçekten Sâdi
Pasa, isyanin çiktigi ilk anlarda bu isyani bastirmak ve bununla çarpismak
gayesiyle asker toplamak için Zile'ye gidip etrafa ulaklar gönderdigi bir sirada
onlarin hücumuna ugramisti. Asker sayisi az olmakla birlikte isyancilarin
önünden kaçmayi düsünmeyen Sâdi Pasa, onlarla savasa girer. Sabahtan aksama ve
ertesi gün ögleye kadar devam eden savasta yaralanan Sâdi Pasa'nin yaninda bir
çok askeri de sehid düsmüstü. Bununla beraber, yarali olarak Amasya'ya çekilen
Sâdi Pasa, yeniden asker toplayip tekrar faaliyete geçer. Ancak Sah-Veli'nin
kuvvetleri, Keçeci ve çanagi diye bilinen melâhide (mülhid, dinsiz) taifesinden
ve Kizilbaslardan büyük yardimlar gördügü için günden güne sayilari artiyordu.
Bu arada, Sâdi Pasa'ya karsi kazanmis oldugu zafer de Celâl'in söhretine söhret
katiyordu. Hatta bu söhret, Sah Ismail'in adini bile
unutturmustu.
Sâdi Pasa'nin mektubundan veya baska bir kaynaktan
haber aldigi bu isyani çok önemli ve ciddi telakki eden Sultan Selim, Rumeli
Beylerbeyi Ferhad Pasa'ya, vezirlik pâyesi vererek isyani bastirmaya me'mur
eder. Ferhad Pasa, kapihalkindan ve yeniçeriden bir miktar askerle yola çikar.
Bilahere o, Sehsüvaroglu Ali Bey, Karaman Beylerbeyi Hüsrev Pasa ve Sivas (Rum)
Beylerbeyisi olan Sâdi Pasa ile birlikte, isyan eden Celâl ve askerleri üzerine
yürürler. Bunun üzerine, burada tafsilatina girmeyi gerekli görmedigimiz büyük
bir mücadele meydana gelir. Bu mücadelenin sonunda, Lütfi Pasa'nin ifadesiyle
nihayet ol bagilerin (eskiya) ekseri kirilüb ve baslari olan habisin basi
kesilüb Sultan Selim'e gönderdiler diye verdigi bilgi ile yetinmek
istiyoruz.
Devletin en kudretli devrinde, büyük gayret ve
zorluklar sonucunda bastirilan bu isyandan sonra, Anadolu'da her ne sebeple
olursa olsun meydana gelen ayaklanmalara, bu Celâl'in adina izafeten Celâlî
denecektir. Celâlîler, özellikle Anadolu'da, zaman zaman harekete geçip yurdun
tahribinde ve halkin soyulmasinda önemli rol oynayacaklardir. Celâlîlerle ilgili
olarak Tosya kadisi ile vilayet halkindan ileri gelenlerin gönderdikleri mektup,
bunlarin isledikleri cinayetler ve sebep olduklari kötülükler hakkinda bilgiler
vermektedir. Bu mektuptan anlasildigina göre on yildan beri halkin rahatinin
kalmadigi, evlerinin yakildigi, yiyeceklerinin ve hatta kadinlarinin zorla
ellerinden alindigi, bu yüzden, köy halkindan da pek çok kimsenin kaçip yurdunu
terk ettigi, geri kalanlarin ise gerek malî gerek siyasî hiç bir seye güçlerinin
yetmedigi belirtilmektedir.YAVUZ SULTAN SELIM'IN GÜNEY SIYASETI
Tuttugunu koparan bir padisah olarak bilinen Yavuz
Sultan Selim, dönemindeki imkânlarla her bakimdan âdil ve mazbut dinî, idarî,
ekonomik ve sosyal bir nizam kurarak Islâm âlemini tek elde toplamak gayesini
güdüyordu. Bu yüzden olacak ki, kendisini bu hedefinden uzaklastirmak isteyen
her seye karsi mücadele etme kararinda idi. Bu bakimdan, dur durak bilmeyen
atesîn mizaci ile o, geçmisi unutmak istiyordu. Herhalde bunda haksiz da
sayimazdi. Zira babasi II. Bâyezid'in zamani, bir bakima baba mirasi ile
yetinen, nisbeten kisir ve durgun bir devir idi. Binaenaleyh, bu yeni çark,
muhtesem mazi mirasina yeni bir seyler ilave etmeliydi. Gerçekten, tempoyu
yükselten Yavuz Sultan Selim'in gayesi belli idi. O, bir Islâm birligi kurmak ve
Osmanli Devleti'ni de bu birligin merkezi haline getirmek istiyordu. Bütün dostane çabalarina ragmen, savas olmadan
kurulmasini istedigi bu birlik, bir türlü saglanamiyordu. Bunun içindir ki,
birlik davasinin gerçeklesmesi ve bu düsünceyi fiile geçirip tercüme edecek olan
vâsita da kiliçtan baskasi degildi. O, bu kilici kimlere çalacagini da çoktan
planlamis bulunuyordu. Zira o, bu birlige engel olmaya çalisanlari çok iyi
taniyordu. Bu bakimdan onlarla gerektigi sekilde mücadele etmeliydi. Önce, büyük
hayal ve ümitlerle, yalniz ordularini degil, akide (inanç) ve mezheplerini de
seferber etmis olan Iranlilar'i hizaya getirecek, sonra da oynak ve iki yüzlü
bir siyaset takip ederek Suriye ile Misir'in arasina gerilmis olan
Dulkadirogullari'ni ortadan kaldirip güney yolunu açacakti. Böylece sira,
Sâhib-i Haremeyn ünvanini tasiyan Memlûk Devleti ile ugrasmaya gelecekti.
Fakat bu bahadir ve cesur insanlarla savasmak belki de harp tarihinin ender
gördügü cenklerden biri olacakti. Bununla beraber hem gözünü hem de gönlünü
Sark'a ve Sark'i tek elde toplmaya dikmis olan hükümdar, Sâhib-i Haremeyn
ünvanini, Memlûk Sultani'nin elinde birakmama azminde idi.
Yavuz Sultan Selim'in bu düsüncesini degerlendirdigimiz
zaman onun, Güney ve kismen Dogu Siyasetini üç baslik altinda ele almak gerekir.
Bunlar:
1. Dulkadirogullari Beyligi'nin Ortadan
Kaldirilmasi,
2. Diyarbekir'in Zapti,
3. Memlûk Devleti ile Olan Münasebetler ve Bu Devletin
Ortadan Kaldirilmasi.DULKADIROGLU BEYLIGI'NIN ORTADAN
KALDIRILMASI
Iran seferine çikan Yavuz Sultan Selim, Alaüddevle'nin,
Sah Ismail'e karsi olan husumetinden dolayi, kendi saflarinda harbe katilmasini
istemisti. Fakat Alaüddevle bu istegi kabul etmedigi gibi kendisine tabi bazi
asiret kuvvetlerini, Osmanlilarin zahire kollarini vurmak için
görevlendirmisti.
Daha önce, Osmanlilarin yardimi ile Dulkadir Beyi olan
Sehsuvar Bey, ugradigi maglubiyet üzerine Kahire'ye götürülüp orada idam
edilmisti. Osmanlilara siginip iltica etmis olan oglu Ali Bey, devlet hizmetine
girmis, gerek Çaldiran'dan önce, gerekse bizzat Çaldiran'da büyük hizmetler
görmüstü. Bundan dolayi padisah tarafindan, Gedik Ahmed Pasa'ya ait olup
hazineye alinmis olan bir altin kiliç ile taltif edilmisti. Bundan baska,
Alaüddevle'nin elinden alinacak yerlerin Ali Bey'e verilmesi de padisah
tarafindan va'd olunmustu. Nitekim Çaldiran Seferi'nden dönülürken Kayseri ve
Bozok sancaklarinin ikisi de Ali Bey'e verilir. Böylece o, Dulkadir Beyligi'nin
sinirlarindaki bölgeye tayin edilmis olur.
Sehsuvaroglu'nun bu iki sancaga tayininden süphelenen
Alaüddevle, bu durumu Memlûk Sultani'na sikâyet eder. O da Sultan'in, Kemah
üzerine sefere gittigi bir sirada Yavuz'a elçi gönderip bu halden sikâyet etmis
ve Ali Bey'in o sancaklardan alinmasini rica etmisti. Buna karsilik Yavuz Sultan
Selim, Alaüddevle'nin elinde bulunan Dulkadir ülkesinin kendisinden alinip Ali
Bey'e verilecegini bildirir. Bu haber, Memlûk hükümdarini epey tedirgin eder. Yavuz Sultan Selim, Kemah'i alip Sivas'a geldigi sirada
Rumeli Beylerbeyligi'ne tayin ettigi Hadim Sinan Pasa'yi 40.000 kisilik bir
kuvvetle Dulkadir üzerine gönderir. Bu arada Sehsuvar oglu Ali Bey'i de bu
birlige rehber ve öncü olarak tayin eder. Kendisi de onlari takiben Ürgüp'le
Kayseri arasindaki Incesu'ya gelip bekler.
Sinan Pasa'nin, Dulkadir hududlarini geçtigi haberini
alan Alaüddevle Bey, karsi koymak için muharebeye hazirlanir. Fakat Göksun
muharebesinde bozularak sür'atle kaçip Elbistan'in güneyindeki Turna Dagi (
Nurhak )'na sigindiysa da takip olunur. Son defa burada yapilan savasta basta
kendisi ile dört oglu ve beylerinden otuz kadari maktul düser.
Böylece Dulkadir Beyligi, tamamen zapt edildikten sonra
basta Maras ve Elbistan olmak üzere, bir sancak itibar edilerek, Osmanlilarin
yüksek hâkimiyeti altinda kalmak üzere Sehsuvaroglu Ali Bey'e verilir. Dulkadir
ailesini bir hamlede ortadan kaldiran Hadim Sinan Pasa, bu hizmetine karsilik
olarak, münhal bulunan vezir-i a'zamliga tayin edilir.
Osmanlilar, Dulkadir topraklarini elde etmek suretiyle
Memlûk Devleti'ne bagli günümüzde Suriye denilen bölge ile el-Cezire
mintikalarini tehdid edebilecek duruma gelmislerdi. Zira artik onlarla ayni
sinirlari paylasmaya baslamis oluyorlardi. Bu da Osmanli - Memlûk savaslarini
hazirlayan sebeplerden biri olarak kabul edilmektedir.
a. Istanbul'da Alinan Bazi TedbirlerDulkadir Beyligi'nin, Osmanli mülküne ilhakindan sonra
Istanbul'a dönen Yavuz Sultan Selim, devlet yönetiminde gördügü birtakim
aksakliklari gidermek için bazi tedbirlere bas vurma ihtiyacini hisseder. Bu
tedbirlerden biri yeniçeriler, digeri de Haliç Tersanesi ile ilgiliydi. Bu
konularda yeni düzenlemelere gitmek zorunda oldugunu hisseden hükümdar, Misir'a
gitmeden önce bu isleri tamamlamaliydi. Bir kere, firsat buldukça ayaklanan,
yagmalara, fitnelere ve isyanlara kalkisan ordunun içinde bir islâthat yapmak ve
bu arada donanmayi da güçlendirmek gerekiyordu. Zira, Arap ordularinin, bir
zamanlar Akdeniz'de bir Müslüman hâkimiyeti kurmak için, kara ordusu kadar deniz
kuvvetlerine de ihtiyaç duymus oldugunu, tarihten ögrendigi gibi tecrübeleri de
onun bu fikrini destekliyordu. Plan ve hesaplarini, iyi bir idarî kavrayis ve
askerî anlayisla düzenleyen Pâdisah için, mâzinin dogru ve yanlis hareketleri,
kulak verilmesi gereken iki önemli sâhid demekti. YENIÇERI AGALIGINDA ISLÂHAT
Dulkadir Beyligi'nin ilhakindan sonra Istanbul'a dönen
Pâdisah, gerek Çaldiran öncesi, gerekse Amasya'da asker tarafindan meydana
gelmis olan yagma, serkeslik ve isyan hareketleri üzerine bazi tedbirler alip
derhal uygulamaya koyma zaruretini duymustu. Bu bakimdan o, askeri tam bir
disiplin altina alip ocagi islâh etmek arzusunda idi. Bu sebeple, ocak üzerinde
an'ane geregince büyük bir nüfuzu bulunan ocak ihtiyarlarini huzuruna çagirarak
Amasya'daki itaatsizligin müsebbiblerinin kimler oldugunu sorar. Bunlar, yine
ocak anlayis ve yardimlasmasi geregi olarak Cümlemüz mücrimüz, devletlû
Hüdâvendigâr'dan afvumuzu reca eylerüz diye cevap verirler. Onlarin bu
cevaplari ocak an'anesine uygundu. Pâdisahin, devlet ricalini bu yolla sorguya
çekmesi, ortaya bir takim isimler çikardi. Bunlardan Iskender Pasa ve Sekbanbasi
Balyemez Osman Aga idam edildiler. Kadiasker Tâcizâde Câfer Çelebi, Ilmiye
Sinifindan oldugu için, huzura çagirilip, kendisine Islâm askerini
itaatsizlige ve isyana tesvik edenin cezasinin ne oldugu sorulur. O da sâbit
ise ser'an siyaset edilmesi gerekir cevabini verince l8 Agustos l5l5'te siyaset
edilir.Adi geçen devlet adamlarini siyaset etmekle beraber Yavuz, büyük hatip,
sair ve Türk insa mektebinin (ekol) büyük temsilcilerinden biri olan
Tâcizâde'nin ortadan kaldirilmasina çok üzülür. Yavuz, derin bir tahkikat
sonucu, isyan tesvikçileri olarak gördügü sahsiyetleri ortadan kaldirdiktan
sonra Yeniçeri Ocagi'nin islahi için, ihtiyarlarla anlasip bazi tedbirler alir.
Buna göre, bundan böyle Yeniçeri Agasi, saray tarafindan, ocak erkân-i
harbiyesi de, saltanat makaminca tayin edilecekti. Bu suretle, yüksek kumanda
heyetini, daha siki baglarla saltanat makamina bagladi. Bütün bu çalismalar,
Selim'in, yorulmak bilmeyen gayretlerinin, idaredeki tezahürlerini bize aks
ettiren görüntülerinden baska bir sey degildir. Benzer gayretleri, devlet
kademelerinin her safhasinda görmek mümkündür.HALIÇ TERSANESININ GENISLETILMESI
Yavuz Sultan Selim, aldigi askerî islâhat
tedbirlerinden sonra, deniz kuvvetlerinin gelistirilmesi ve Venedik ile Ispanya
donanmalarindan daha üstün bir duruma gelmesini istiyordu. Güçlü bir donanmaya
sâhip olmak için de Haliç Tersanesi'nin, günün sartlarina göre genisletilmesini
düsünüyordu. O, bir taraftan asker üzerindeki tesirini artirirken, bir taraftan
da devletin durumuna göre kifayetsiz kalan deniz gücünün yeniden kuvvetlenmesine
çalisiyordu. Iran Sahi üzerine açilan sefer esnasinda ordunun yiyecegini
Trabzon'a kadar götürmek için kullanilan donanma, bu is için yeterli olmadigi
gibi Hiristiyan donanmalarina karsi koyacak güçte de degildi.
Sehzâdelik yillarindan beri çok az bir uyku ile
yetinip, kitap mütalaasi ve tefekkürle mesgul olan Pâdisah, bir gece yarisi
Vezir Pirî Pasa'yi çagirarak, ona Tersanenin genisletilme fikrini açarak Bu
akreplerin (Hiristiyan devletlerin), denizi gemilerle örttüklerini, Rumeli
sahillerinde Venedik, Papalik, Fransa ve Ispanya bayraklarinin dalgalandigini,
bunun da vezirin tenbelligi ile kendisinin müsamahasindan dogdugunu, artik güçlü
ve çok sayida gemiden mütesekkil bir donanma sahibi olmak istedigini söyler.
Pasa, bunu, kendisinin de düsündügünü, yarin Divân'a girdigimizde diger
vezirler ile özellikle beni tekdir etmenizi ve hemen tersane insasi ile 500 harp
gemisinin techizi için emir vermenizi, bu hareketin Frenkleri korkuya dûçar
edip, onlari muâhedelerini yenilemeye ve vergilerini vermeye zorlayacagini, bu
suretle masrafin küffârin altinlariyla karsilanacagini beyan ile en fazla 40
kadirganin denize indirilmesinden sonra Frenklerin, muâhedelerini yenilemek ve
vergilerini vermek için birbirleriyle yarisacaklarini söyler. Böylece Haliç'te
l60 gözlü, büyük bir tersane vücuda getirilerek gemilerin insaasina baslanir.
Böyle bir tesebbüsün yerinde oldugu anlasiliyor. Çünkü henüz gemiler bitmeden
Avrupa devletlerinden bazilari muâhedeleri yenilemeye ve vergi ödemeye
baslarlar. Pirî Pasa'nin görüsü dogrultusunda Macaristan Osmanlilarla bir
senelik mütareke imzalar. Lehistan da anlasmaya dahil olanlardan olur. Eflak
Prensi de vergi verecegine dair Pâdisah'a arzda bulunur. Bütün bu gelismeler,
Misir'a el atma arzusunda olan Pâdisah'a lüzumlu donanma ile Avrupa barisini
sagladi. Bu tesebbüsler, Yavuz'un siyasî yönünün büyüklügünü ve onun azametini
göstermeye kâfidir.
Bu tedbirlerin, görünüste Iran'a karsi yapilacak yeni
bir seferin hazirliklari oldugu etrafa duyurulmus ise de, gerçekte Yavuz Sultan
Selim'in, büyük bir önem verdigi Sark (Dogu) ticaretini, Kizildeniz'in güney
kapisini (Bâbu'l-Mendeb) dahi ele geçirip kapayan Portekiz donanmasina karsi
koruma hususunda acz gösteren ve elinden bir sey gelmeyen Memlûk Devleti
aleyhine harekete geçmis bulunuyordu. Öyle anlasiliyor ki, Kizildeniz'i kapatan
Portekiz donanmasina karsi bir varlik gösteremeyen Memlûk Devleti, Portekiz
donanmasinin, Mekke'nin liman sehri olan Cidde'ye gelmesine de mani
olamayacakti. Bu da Haremeynin, tehlikeye girmesi demekti. Böylece, Islâm
âleminin kalbi durumundaki bölge, bütün bir Islâm dünyasini mateme bogacak ve
onu huzursuz bir hâle getirecekti. Gerçi, l508 yilinda Hindistan'in Saul
limanindaki savasta, Memlûk donanmasi Portekizlilere ait birlikleri hezimete
ugratmisti. Ancak Portekizliler, Misir donanmasina büyük bir zayiat verdirerek
bunun intikamini aldilar. Onlar sadece bu intikamla kalmadilar, l5l3 yilinda
Aden'i de ele geçirdiler. Kansu Gavri, onlarla savas için yeni bir donanma
hazirladi. Bu donanma için gerek gemi malzemesi, gerekse silah olarak
Osmanlilardan büyük ölçüde yardim aldi. Süveys'te tamamlanan ve Selman Reis
komutasina verilen bu donanmaya 2000 Osmanli denizcisi de katilmisti. Memlûk
idaresinin bu konudaki zayifligini bilen Yavuz Sultan Selim, hem bu yüzden, hem
de yukarida temas edilen konulardan dolayi büyük bir donanmanin insaasini emr
etmisti. Nitekim, Misir'in zaptindan hemen sonra kurulan Süveys donanmasi ile
Kizildeniz'e açilmasi bunu teyid etmektedir.DIYARBEKIR VE GÜNEY DOGU ANADOLU'NUN
ZAPTI
Yavuz Sultan Selim'in, Çaldiran'da Sah Ismail'e karsi
kazandigi zafer, bir manada, Güney Dogu Anadolu'yu da Osmanli Türkleri'ne açmis
ve bölgeyi Siî tehlikesi ile Iran kültürünün hâkimiyetinden kurtarmisti. Bu
sirada Dogu Anadolu'da, Çaldiran zaferinin meyvelerini toplamak için çalismalar
yapiliyordu. Zira o bölgede yasayan, Sia baski ve nüfuzundan nefret eden Sünnî
Kürd ve Türkmen ahali, Iran hegemonyasini kirip Osmanlilara baglanmak istiyordu. Ele aldigimiz dönemde, Güney Dogu Anadolu'nun merkezi,
o zamanki ismiyle Âmid denen Diyarbakir sehri idi. Bu sehir, hem tarihî, hem
de stratejik önemi büyük bir sehir idi. Sayet Osmanlilar burayi elde
edebilirlerse o zaman devamli olarak bölgeyi Iran tehdidinden kurtarabilirlerdi.
Bu gayenin tahakkuku için Diyarbakir'in alinmasi kararlastirilinca Osmanli
idaresini Siî Iran idaresine tercih edip Osmanlilara iltica eden meshur âlim ve
tarihçi Idris-i Bitlisî vâsitasiyle bütün bölgenin sulh yoluyla alinmasi için
çesitli tesebbüslerde bulunulur. Biraz sonra görülecegi gibi bu tesebbüslerde
basari saglanir.
Gerçekten, Çaldiran meydan muharebesinden sonra
halkinin büyük bir kismi Sünnî olan Dogu Anadolu beyleri, Yavuz Sultan Selim'in
tarafini tutmuslardi. Basta Diyarbekir olmak üzere birçok sehir kapilarini
Osmanlilara açmisti. Ancak bazi sehirler, bu arada Mardin, Iran kuvvetlerinin
elinde kalmisti. Biyikli Mehmed Pasa, Diyarbekir beylerbiyligine getirilerek bu
bölgenin idaresi onun yönetimine verilmis ve meshur tarihçi Idris-i Bitlisî de
bu konuda yardim etmek üzere bas müsavir olarak onun yanina
verilmisti.
Sah Ismail, Osmanli ordusunun ayrilmasindan sonra kaçip
gizlendigi yerden çikip tekrar Tebriz'e dönünce Diyarbakir'a, Çaldiran seferinde
maktul düsen Ustacluoglu Mehmed Han'in yerine onun kardesi Karahan'i yollamis, o
da Diyarbakir'i muhasara altina almisti. Yavuz, buranin muhasaradan kurtarilmasi
için mirahur iken 92l (m. l5l5)'de Erzincan, Bayburd, Sebinkarahisar ve Trabzon
havalisi kendisine verilen Biyikli Mehmed Pasa'yi memur eder. Bu esnada Sivas
Beylerbeyi olan Sadi Beyi de Mehmed Pasa'ya yardim için göndrir. Bu arada
Idris-i Bitlisî de on bin gönüllü ile bunlara iltihak eder. Diyarbakir üzerine
yürüyen bu kuvvetlere karsi koyamayacagini anlayan Karahan, muhasarayi kaldirip
Mardin taraflarina çekilir. Yine Idris-i Bitlisî'nin yardim ve tesebbüsüyle
Mardin de alinir. Bu arada Diyarbakir'i geri almak için Karahan tarafindan
yapilan hücumlar sonuçsuz kalir. Nihayet, H. 923 (M. l5l7)'de Karahan'in, Urfa
ile Nusaybin arasinda bulunan Koçhisar mevkiindeki bir muharebede maktul düsmesi
üzerine Diyarbakir isi tamamen Osmanlilarin istedigi sekilde halledilip bir
sonuca baglanir. Koçhisar muharebesinden sonra buraya, Osmanli
müteferrikalarindan olup aslen Diyarbakirli olan Ahmed Bey isminde biri, vali
olarak tayin edilir.
Diyarbakir ile dogudaki diger sehirlerin alinmasinda
Idris-i Bitlisî'nin büyük hizmetleri görüldü. Bu zat, Sünnî olan Kürd beylerini
görüp anlasarak onlari Osmanlilarin tarafina çekmisti. Bu suretle Urmiye, Itak,
Imadiye, Cizre, Egil, Bitlis, Hizan, Garzan, Palu, Siirt, Hasankeyf,
Meyyafarikin, Ceziretu'b-nü Ömer gibi takriben 25 mintika beyi devlete itaatini
bildirirler. Pâdisah da, eskiden oldugu gibi yerlerinde kalmak üzere kendilerine
beratlar gönderdi.
Yavuz, hem bunlardan baglilik yemini almak, hem de
Urmiye Gölü sahilinden Malatya'ya kadar olan yerleri tesellüm için, çok sevdigi
ve hürmet edip saygi gösterdigi Idris-i Bitlisî'yi gönderir. Bölgeyi bütün
hususiyetleri ile taniyan, nüfuz sahibi ve siyasî sahada mümtaz bir kabiliyete
sahib olan bu zât, bölgenin manevî fâtihidir. Hest Behist adiyla bir eser yazan
ve Osmanlilarin, ilâ-yi kelimetullah ugruna verdikleri mücadelelerde
oynadiklari önemli rollerini ortaya koymak suretiyle de büyük bir Islâm âlimi
oldugunu göstermistir.
Iran serdari Karahan ile Biyikli Mehmed Pasa ve Karaman
Beylerbeyi Hüsrev Pasa'nin teskil ettikleri Osmanli kuvvetleri arasinda meydana
gelmis olan siddetli muharebede Sah'in maiyyet askerlerini de yanlarinda getiren
Iranlilar, perisan olmuslardi. Bu galibiyet sayesinde Ortadogu'daki denge
Osmanlilarin lehine degismisti. H. 922 (M.l5l6)'daki bu muharebe sonucunda,
Anadolu birligi perçinlenmis oluyordu. Bölgenin, Osmanli idaresine girmesinde
büyük rol oynayan âlim ve tarihçi Idris-i Bitlisî'ye karsi Yavuz Sultan
Selim'in, saygida kusur etmedigi anlasilmaktadir. Yavuz, Idris'i çok seviyor
vekendisine gönderdigi hatt-i hümâyûnda Umdetu'l-Efâdil, kudvetü
erbâbi'l-fezâil ... diye hitab ediyor, hüsnü diyânet ve emanet ve fart-i
sadakat ve istikameti dolayisiyle Diyarbekir vilayetinin feth-i küllisine bâis
oldugu anlatildiktan sonra yüzünün ak olmasi temenni ediliyordu. Padisah, bu
büyük âlimin hizmet ve ihlasindan o kadar memnun olmus, kendisine o kadar yüksek
bir güvenle baglanmistir ki, uygun görecegi kimselere beylik tevcihini temin
için, kendisi tarafindan doldurulacak hatt-i hümâyûnlar dahi göndermisti.
Müverrihin ise bunu, izinsiz kullanmadigi rivâyet edilir ki bu, Pâdisahla âlimin
birbirinden baskin âlicenapliklarinin açik bir ifadesidir. Gerçekten Yavuz
Sultan Selim, gönderdigi beratta Idris-i Bitlisî'ye söyle
diyordu:
Diyarbekir vilayetinin feth-i küllisine bâis oldugun
ilam olunmus, yüzün ag (ak) olsun. Insaallahu'l-eazz sâir vilayetlerin dahi
fethine sebeb-i küllî olasin. Benim, enva-i inâyet-i aliyye-i hüsrevânem senin
hakkinda mebzûl ve munatiftir. Elhaletu hazihi, ahir-i Sevval-i Mübareke (Sevval
ayinin sonuna ) degin vaki olan ulûfeniz ile 2000 sikke-i efrenciye fluri ve bir
samur ve bir vasak ve iki murabba suf ve iki çuka ve bunlardan gayri bir samur
ve bir vasak kürk kapli suflar dahi ve bir frengi kemha kilifli müzehheb kiliç
in'âm ve irsal olundu.
Yavuz Sultan Selim, Biyikli Mehmed Pasa'ya bölge
emirlerinin bagliliklarini te'yid ve kendilerine dagitilmak maksadiyle l7
sancak, sirma islemeli 500 hil'at ve 25 yük (l yük = l000000 akçadir) akça
göndermisti. Hoca Sa'düddin, bu konuda Padisah, Diyarbekir Beylerbeyisi Mehmed
Pasa'ya surh ve sefidden kise-i emele sigmaz mebâlig-i kesire gönderdiler ve
esbab ve emtia-i nefiseden bi had ve bi kiyas nesne ata buyurup hila-i
mütenevvia-i fâhire ihsani ile serefraz eylediler. Ve ümeray-i Diyarbekir'e ve
mulûk ve hukkâm-i ekrâda bahs olunmag içün 25 yük akça, ve 500 câme-i zerrin ve
l7 alem-i pür tezyin irsal buyurdular. diyerek yollanan bu emtianin, Biyikli
Mehmed Pasa'ya gönderildigini açiklar.
Bundan sonra, Yavuz Sultan Selim'in, Misir seferi
esnasinda Haleb'in fethini müteakib, Memlûk idarî teskilâtindaki bölgeye bagli
sehirlerden Malatya, Urfa, Behisni (Besni), Ergani, Harput, Divrigi ve Siverek
ile diger sehirler Osmanli idaresine geçmisti.OSMANLI - MEMLÛK MÜNASEBETLERI
Takib ettigi siyaset yüzünden iki devlet arasinda devam
eden iyi münasebetlerin bozulmasina sebep olan Aalüddevle Bozkrt Bey'in, Selim
tarafindan bertaraf edilip Dulkadir Beyligi'nin Sehsüvaroglu Ali Bey'e
verilmesi, Memlûk Sultanligi'nda bir endiseye sebep olmustu. Bu yüzden, Selim'in
Suriye islerine karismasindan çekinen Memlûklular, Iran savaslarini dikkatle
takib ediyor, ayri mezhebten olmalarina ragmen, Sah Ismail'in sahsinda yeni bir
müttefik buluyorlar idi. Öte yandan, Sah Ismail de Memlûk Devleti'ne müracaat
etmis, Iran'dan sonra Suriye'nin de Selim tarafindan isitila edilecegine dikkati
çekmisti. Iste bunun üzerine, Kansu Gavri, Sünnî ülemanin karsi koymasina
ragmen, ittifak için adamlarindan birini Sah Ismail'e yollamis ve Osmanlilarin
yeniden Iran üzerine yürümelerini önlemistir.
Iran ile Memlûk Devleti'nin, Osmanlilara karsi,
müsterek hareketine mani olmak için tedbirler alinmasi gerekiyordu. Güneydogu'da
fethedilen yerlerin elde tutulabilmesi için, Memlûk Devleti'ne bir darbenin
indirilmesi gerekiyordu. Misirlilar, Osmanlilara böyle bir firsati vermekte
gecikmediler. Öbür taraftan, Ortadogu Ehl-i Sünnet efkâr-i umumiyesi, Siâ
belasina büyük bir darbe indirip, bunun ilerlemesini durduran ve asirlarca
Hiristiyan dünyasinin müsterek ve güçlü kuvvetlerine karsi koyan Osmanlilar'i,
Islâm riyâsetinde görmek istiyordu. Yavuz için bu, gerçeklestirilmesi zarurî bir
vazife idi. Islâm riyâsetinin baslica imtiyazi olan Hilâfet ve Haremeyne
sâhip olmanin, artik Osmanli Hânedani'nin hakki oldugu düsünülüyordu. Islâm
dünyasindaki ehl-i hall ve'l-akdin kanaatinin de böyle oldugu anlasiliyor.
Zira, dogu denizlerinde dolasmaya baslayan Portekizlilerden büyük zararlar
görmüs olan Memlûk Devleti, onlara karsi koyacak gücü kendinde bulamiyordu.
Portekiz, l502 yilinda Hindistan'a yerleserek Hindistan ile Avrupa arasindaki
bütün ticaretin kendi denetiminde olan Güney Afrika'dan dolasan deniz yolundan
yapilmasini istiyordu. l507'de Aden Körfezi'nde Sokotra, l508'de de Hürmüz'ün
ele geçirilmesiyle bu abluka, daha siki bir sekilde uygulanir olmustu. Böylece
Memlûk ekonomisi ile devlet hazinesinde sürekli bir bunalim meydana
getirmislerdi. Bu arada Sah Ismail, henüz yeni eristigi Iran körfezinin,
Avrupalilarin tekeline geçmesini istemiyorsa da, Osmanlilara karsi kendisine
destek olmalari karsiliginda Portekiz gemilerine yardimda bulunmaya hazirdi.
Gerçekten, Dogu Akdeniz'e tam hâkimiyetin temini, Hiristiyan dünyasinin müsterek
hareketine karsi Islâm âlemine yaslanma lüzumu ve Anadolu emniyetinin sürekli
olabilmesi için objektif noktadan bir zaruret olarak görünen Misir seferine
karar verilir.
Esâsen Misir Sultani Kansu Gavri, Dülkadir Devleti'nin
ortadan kalkmasiyle Sâhib-i Haremeyn olarak hutbenin kendi adina okunmakta
devam etmesini Sultan Selim'den istemisti. Bu teklif üzerine Pâdisah Koca
Çerkes er ise hutbesini Misir'da okutmaya devam etsün diyerek Misir'in gelecegi
hakkindaki düsünce ve niyetini açikça belli etmisti.
Hükümdara göre, bir vakitler Avrupa'ya siçrayarak
muhtesem bir Müslüman - Arap medeniyeti kuran, bir taraftan da Irak, Acem, Hind
ve Çin diyarlarina kadar kol atip buyruk yürüten o büyük Islâm devletinden sonra
Sâhib-i Haremeyn ünvanina sahip olmak, fikir ve medeniyet planinda yerinde
sayan su Memlûk Sultanligi'na nasil birakilirdi?
Bu düsünce ve anlayisla, bir zamanlar Islâm dini ve
prensipleri adina giristigi cihadlar ile yeryüzüne baris, adalet, fazilet ve
insanlik dagita dagita ögretici ve kurtarici olarak kitadan kitaya geçerken,
âdil ve her kesimi memnun eden sosyal bir ahenkle beraber, gittigi yerlere tek
Allah fikrinin huzurunu da tasiyarak bir yeni dünya nizaminin müjdelerini
vermisti.
Iste Yavuz da, dedesi Fâtih gibi, Müslüman - Türk
âlemine karsi kendini ayni borcun altina girmis, aktif bir eleman olarak
görüyordu. Bu ruhla, Islâm âlemini içine düstügü karanliktan kurtarmak için onu
tek bayrak altina almanin lüzumuna inaniyordu. Bu planin, mühim bir safhasi
olarak da Misir seferi artik bir zaruret haline gelmis demekti. Fakat bu planin
açikça bilinmeyip tahmin edilen tamamlayici çizgileri Hindistan'a ve daha kim
bilir nerelere kadar variyordu.
Gerek Haliç tersanesinin genisletilmesi, gerekse
seyahat maksadiyle Iran ve Arabistan'a gitmenin yasaklanmasi, Memlûk Sultani
Gavri'nin telaslanmasina ve Yavuz Sultan Selim'e bir mektup göndermesine sebep
olmustu. Yavuz'un Misir üzerine hareketinden dört ay kadar önce yazilmis olan bu
mektupta Gavri, Pâdisah'a karsi oksayici bir uslûpla hitab ederek Oglum
Hazretleri ifadesini kullaniyordu. Bu mektubunda Gavri, tacirler hakkinda
Osmanlilarca uygulanan hükümlerden sikâyet ettikten sonra ayrica denizden ve
karadan Misir üzerine gelinmek istendigini haber aldigini bildiriyor, ikisinin
de Müslüman padisahlar olduklarini, hükümleri altinda bulunan insanlarin da
mü'min ve muvvahidler oldugunu belirtiyordu. Bu mektuptan ve daha sonra
Osmanlilar tarafindan gönderilen mektuplardan anlasilacagi üzere, herhalde her
iki taraf ta, gerçek niyetlerini saklamak suretiyle birbirlerini kollama gayreti
içindedirler.
Evail-i Muharrem 922 (Subat l5l6) tarihini tasiyan ve
Edirne'den gönderilen mektupta Yavuz Sultan Selim, yegane gâyesinin müfsid ve
mülhid-i bî - dinin âsâr-i küfr ve dalaleti bi'l-külliye âlemden mahv eylemek
niyetine diyar-isarka müteveccih olicak âdet-i sâlife muktezasinca babasinin
da yaptigi gibi kendilerinin hayir dualarini beklediklerini, kendilerine durumu
bildirmek ve sadece müfsid-i bî-din üzerine gitmek istediklerini, böylece din
düsmanlarini ortadan kaldirmayi hedeflediklerini, bunu yapmanin da ser'-i serif
geregi oldugunu bildirdikten sonra kendileri ile bir proplemleri bulunmadigini,
insa ettirdigi gemilere gelince, kendilerinin de bildigi gibi denizcilik
bakimindan kâfirlere karsi cihad etmek ve onlara gâlip gelmek için bunun gerekli
oldugunu bildirir. Mektubun dili ile bu konuda söyle diyordu: Malumunuzdur ki,
cânib-i bahrde (denizcilik bakimindan) cenâb-i âlimizin küffâr-i haksâre daima
gazâ ve cihadi eksik olmayup hifz-i derya (denizleri korumak) için merâkibimiz
cemi-i zamanda müheyyadir ki, (gemilerimiz devamli olarak hazirdirlar) bu
halette muhabbete münafi bir va'd olunmamistir. Bütün bunlara ragmen din
düsmani olan Safevî hükümdarini ortadan kaldirmak için kendisi onun tarafini
tutar ve bu konuda onu desteklerse o zaman, Allah'in muradi ne ise o sekilde
olacagini bildirmisti. Gayesinin, Misir'i zapt edip ilhak etmek olmadigini Kansu
Gavri'ye bildiren Yavuz Sultan Selim, uzunca mektubunda bu konuda söyle der:
Selâtin-i Islâmiyeden hiç birinin kendüye veya memleketine tama' veya gezend
(zarar) eristirmek kat'a hatira hutûr etmemistir (hiç birinin hatirina
gelmemistir), dahi etmez de. Madem ki emr-i ser'-i serif icâb etmeye. Hususan,
sizlerle meveddet-i sabika-i mevrusî ki derece-i übüvvet ve bünüvvete yetisüb
(eskiden beri, aramizda baba ve evlad sevgisine benzer bir sevgi varken),
Haremeyn-i Mükerremeyn hürmeti dahi mer'î iken makam-i âlimizden simdiye degin
beyne'l-cânibeyn (iki taraf arasinda) tekdire bais bir kaziyye ve adavet
(düsmanlik) ve tama-i memleketten mebni bir vaz' sâdir
olmamistir.
Islâm dünyasinin bu iki büyük devleti, birbirlerinden
emin olmadiklari için gerçek maksatlarini gizliyor ve fakat hazirliklarini da
yapmaktan geri kalmiyorlardi. Bu sebepledir ki Selim, yeniden Sah Ismail üzerine
yürümeden evvel, Osmanli ordusunun arkasina düsmeleri ihtimali bulunan
Memlûklulari bertaraf etmek üzere hazirliklara baslar. Esasen, bu siralarda
Kansu Gavri de Selim'i tehdid etmek maksadiyle Haleb'e gelmisti. Yaninda da
Sehzâde Ahmed'in, kendisine iltica eden ve orada iyi muamele gören oglu Kasim
Çelebi'yi getirerek onu, Osmanli tahtinin yegâne vârisi olarak ilan etmisti.
Kansu Gavri'nin bu son hareketi üzerine Memlûk Sultanligi tebeasini teskil eden
Ehl-i Sünnete mensûb Sünnîleri elde etmek üzere tesebbüse geçen Selim, Memlûk
emirlerinden birçogunu kendi tarafina çekmeye muvaffak olur. Genellikle
Osmanlilar gibi Hanefî Mezhebi'ne mensûb bulunan Antep, Haleb ve Sam valileri,
Selim'in dâvetine kosmakta gecikmezler. Böylece Hanefî ve Safiî halkin destegini
saglayan Selim, kisi Edirne'de geçirdikten sonra l5l6 senesi Ilkbahari'nda,
Veziriazam Sinan Pasa'yi 40.000 kisilik bir kuvvetle Maras üzerinden Firat
taraflarina sevkeder. Seferin, Iran üzerine oldugunu ilan eden Sinan Pasa,
Diyarbekir'e gitmeye memur oldugunu hududdaki Memlûk nâiblerine bildirmis ve
Firat'i geçmek üzere onlardan müsaade istemisti. Selim'in hareketlerini dikkatle
takib eden Kansu Gavri, Veziriazam Sinan Pasa'nin Firat'i geçmek için müsaade
istemesi, Dulkadir Beyligi'nin Osmanli idaresine geçmis olmasi, Selim'in büyük
bir harp için hazirliklarinin bulundugunu ögrenmis olmasi gibi sebeplerden
dolayi, yaninda, Sehzâde Ahmed'in oglu da oldugu halde, Maras'i geri almak ve
Sah Ismail'e yardimda bulunmak için l8 Mayis'ta 50.000 kisilik bir ordu ile
Sam'a oradan da Haleb'e gelmisti. Bu gelisini de, memleketi teftis etme
bahanesine baglamisti. Kansu Gavri, Sam'a gelirken yerine kardesinin oglu
Tomanbay'i Nâibu'l- gaybi olarak birakmisti. Lütfi Pasa'nin ifadesine göre,
Kansu Gavri'nin Haleb'e, güya memleket teftisi bahanesiyle gelmesi üzerine
Selim, kendisine haber göndererk Git Misir'da otur, babam yerindesin, beni
hayir duadan unutma. Ben, Sah Ismail üzerine gidiyorum deyince, Kansu Gavri
Memleketimdir, gitmem diyecektir. Bunun üzerine Sultan Selim Senin arzun
böyle olunca, açiktan düsmanlik yapiyorsun, Sah Ismail ortalikta yok, senin
Haleb'de oturman benim askerim ve vilayetim için hayirli degildir. Senin
düsmanligini göz görüp dururken ben, görünmeyen düsmana varip seni arkamda
birakamam diyen Sultan Selim, Malatya'dan Haleb'e dogru yürümeye
baslar.
Selim, Kansu Gavri'nin Haleb'e gelis haberini alir
almaz Rumeli Kadiaskeri Zeyrekzâde Rükneddin ile ümerâdan Karaca Ahmed Pasa'dan
mütesekkil bir elçilik heyeti gönderir. Bu heyet önce iyi bir kabul görmez ise
de, sonra Sah Ismail'e karsi olan gerginlikte, arabulucu bir rol
oynayabilecekleri teklifi ve Yavuz'un harekete geçmesi üzerine geri döner. Böyle
bir davranisa karsilik Selim, askerin Kayseri'de toplanmasini emrederek l5l6
Haziran'inda Üsküdar'a geçmis, oglu Süleyman'i Edirne'de, Pirî Pasa'yi
Istanbul'da ve Zeyrekzâde'yi de Bursa'da muhafiz olarak biraktiktan sonra,
yeniden teskil olunan Osmanli donanmasini da Suriye sahillerine
göndermisti.
Elçilerine yapilan hakarete tahammül edemeyen Selim, bu
hakareti, iki devlet arasinda bir harb sebebi sayar. Misir Sultaninin, 50.000
kisilik büyük bir orduyla ve yaninda Abbasî Halifesi III. Mütevekkil Alallah
oldugu halde Haleb'e gelip mevki almasi, Osmanlilara aradiklari firsati vermis
olur. Dönemin Osmanli Seyhülislâmi Zenbilli Ali Cemalî Efendi, Islâm ve seriat
düsmanlarina yardim eden Memlûk ümerasi üzerine harb için fetva vermisti.
Pâdisah, Aksehir, Konya, Kayseri yoluyla Elbistan ovasina gelip Vezir-i a'zam
Hadim Sinan Pasa kuvvetlerine iltihak eder. Böylece savas kaçinilmaz bir hal
almis oluyordu. Bu sebeple, Evâsit-i Receb (Receb ortalari) 922 (l0 Agustos
l5l6) tarihli bir mektupla Kansu Gavri'yi, gerek Sah Ismail'i desteklemek,
gerekse elçilerine yaptigi hakaretten dolayi savasa davet edip: Benim, azimet-i
âlim, ihyay-i seriat-i garra içün diyar-i sarka münsarif kilinmisken senin, ol
mülhid-i bî-din ve müfsid-i bed âyine takviyet kastina bazi evza-i nâ - sâyesten
zâhir olup sen onlardan esedd oldugun haysiyetten teveccüh-i hümâyûnum senin
üzerine mün'atif kilinup... diyerek, nerede ve nasil isterse kendisi ile
karsilasmaya hazir oldugunu bildirir. Bu sirada Mogolbay nâmiyle Misir
Sultani'ndan gelen ve pürsilah huzura giren elçiye sinirlenen Yavuz, Bana,
gönderecek, ulemâdan bir zât yokmuydu? diyerek Memlûk elçisini tahkir ile
gönderdikten sonra Ayintab (Gaziantep) istikametine dogru yol alir. Bu hareket
esnasinda yol üzerinde bulunan sehir ve kasabalar ile Malatya'yi zapt eder.
Ayintab'a geldikten sonra burada, Haleb'e kadar Osmanli ordusuna rehberlik
edecegini va'd eden sehrin valisi Yunus Bey'in ilticasini kabul eder. Osmanli
kuvvetleri kendilerine iltihak edenlerle birlikte, Haleb'e bagli bazi sehirleri
de alirlar. Bazi arsiv belgelerinden anlasildigina göre bu siralarda muhtelif
sehirlerde oldugu gibi Haleb'in ekâbir ve ümerasi da Osmanlilara müracaat edip
kendilerini Memlûklularin elinde birakmamak sartiyle Osmanli ordusunu
memnuniyetle karsilayacaklarini bildirmislerdir.MERC-I DÂBIK VE RIDÂNIYE SAVASLARI
Memlûk Sultani Kansu Gavri, yaninda Abbasî Halifesi
el-Mütevekkil Alallah oldugu halde takriben 80.000 kisilik ordusuyla Haleb'den
çikarak Merc-i Dâbik'a gelip karargâhini kurar. Bununla beraber Selim'e
gönderdigi son mektupta Haleb'e gelmesinin kendi elinde olmayip ümerâsinin
israriyle oldugunu bildirip özür diler. Acaba Selim, beyan edilen bu özre
güvenebilirmiydi? Zira onun Haleb'e gelisi de kendi ifadesine göre sadece bir
teftis içindi. Fakat savastan sonra karargâhinda l00 kantar altin ve 200 kantar
gümüsten ibâret olan ordu hazinesinin ele geçirilmesi düsünülürse, bu kadar
büyük bir hazine ile sadece memleketi teftis degil, Yavuz'u maglub ettikten
sonra, Istanbul'u zaptetmek gayesiyle lüzumlu olan masraflari karsilamak için
böyle bir hazineyi beraberinde getirdigi rivayet edilmektedir.Bütün bunlari bir
tarafa birakacak olsak dahi, kendisinin Kilis yakilarindaki Merc-i Dâbik
mevkiine gelmesi artik bütün baris ümidlerini bosa çikarmisti.
Merci-i Dâbik'a, Memlûk ordusundan sonra gelen Osmanli
ordusunun sag kolunda, Anadolu Beylerbeyi Zeynel Pasa, Sol kolunda Rumeli
Beylerbeyi Küçük Sinan Pasa, merkezde de Kapikulu askerleriyle Yavuz Sultan
Selim yerlerini almis bulunuyorlardi. Ön tarafa da zincirler ile birbirlerine
baglanmis toplar yerlestirilmisti. Osmanlilar, âdetleri üzerine hilâl seklindeki
harp nizamlarini burada da uyguladilar. Osmanlilarin bu harp düzenine karsilik
Memlûk ordusunun sag kolunda Haleb Nâibu's-saltanasi Hayir Bey, sol kolda Sam
Nâibu's-saltanasi Sibay, merkezde de Sultan Gavri maiyetiyle cephe
almislardi.
Iki taraf, 24 Agustos l5l6 (26 Receb 922 )'da Merc-i
Dâbik'ta karsilasir. Savasin ilk karsilasmasinda Hayirbey kuvvetleriyle birlikte
savasi terk edip kaçar. Osmanlilar'in teknik üstünlüklerine dayanamayan
Memlûklar, kisa bir zamanda maglub olmuslardi. Osmanli topçusu bu savasta büyük
bir rol oynamisti. Ordusu dagilan Kansu Gavri'ye dair verilen haberler,
birbirini tutmayan rivâyetler seklinde karsimiza çiktamaktadirlar. Bununla
beraber en dogru gibi kabul edileni, Ömer Satir'dan rivâyet edilen Ibrahim
Gülsenî'nin menakibinda nakledilen rivâyettir. Ona göre savastan maglub çikan
Kansu Gavri, Satir ve daha birkaç kisi ile kaçarken çöle düsmüs, yorgunluk ve
bitkinlikten gece yattigi yerde ölüp kalmistir.
Savasin kazanilmasindan iki gün sonra Haleb'e dogru
yola çikan Pâdisah, iki günlük bir yolculugu müteakiben Haleb yakinlarina gelir.
Sultan Selim, herhangi bir çatismaya girmeden burayi teslim alir. Haleb, Selim'i
merasimle karsilar. Yavuz Sultan Selim, Haleb'de iken basta Abbasî Halifesi
el-Mütevekkil Alallah Ebû Abdullah Muhammed ile üç mezhebin kadilarini kabul
ederek onlara karsi iyi muamelede bulunur. Muhtemelen burada, Halife'den,
hilâfet alamatlerini de alir. l8 gün kadar Haleb yakininda kurdugu ordugâhinda
kalan müzaffer hükümdar, buraya vali olarak Karaca Pasa'yi, kadi olarak da
Çömlekçizâde Kemal Çelebi'yi tayin eder.
Yavuz Sultan Selim, Haleb Ulu Câmii'nde Cuma namazini
eda ederken hatib, Mekke ve Medine'nin hâkimi mânasina gelen Hâkimu'l-Haremeyn
es-Serifeyn ünvaniyle hitab edince o, yerinden kalkip bu elkabin yerine
Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn (Haremeyn'in hizmetkâri) kelimelerini telaffüzla
kendisine bu ünvanin verilmesini istemisti. Hatib'in ayni sözleri tekrarlamasi
üzerine çok sevinen Yavuz Sultan Selim, l000 dukadan daha fazla degeri olan
kaftanini çikarip hatibe giydirecek ve üzerinde namaz kildigi haliyi kaldirip
topraga secde edecektir. Böylece o, Isâm tarihinde diyânetperverliginin ne kadar
üstün oldugunu gösterdigi gibi, Hz. Peygamber'in, Sair Ka'b b. Züheyr'in
kasidesine (Kaside-i bürde) karsi bürdesini (hirka) vermesini örnek alarak böyle
bir harekette bulunmustur. Bu hareket tarzi, Selim'in Islâm'a ve Resûlullah'a ne
kadar bagli oldugunun en belig ve açik nümûnesidir ki bu, Osmanogullari'nin en
karekteristik vasfini teskil eder. Yavuz için kullanilan bu ünvan, kendisinden
sonra gelen bütün Osmanli hükümdarlari için de kullanilan önemli bir elkab
olmustur.
Yavuz Sultan Selim, Hama ve Humus üzerinden Sam
(Dimask)'a dogru ilerler. Memlûkler tarafindan terk edilip bosaltilan Sam,
mesayih ve diger ileri gelenlerce Osmanlilara teslim edilir. Sam'a giren Yavuz
Sultan Selim, burada iki gün kadar kalir. Bu süre içinde ordusunu yeniden bir
nizam ve düzenlemeye tabi tuttugu gibi memleketin ihtiyaçlari ile de ilgilenir.
Bu arada Muhyiddin el-Arabî'nin kabri yanina bir de câmi
yaptirir.
Sultan Selim, Osmanli idaresine geçen Suriye ve Lübnan
mintikalarini yeniden teskilâtlandirdigi bir sirada, Güney Suriye ve
Filistin'deki Safed, Nablus, Kudüs Aclun ve Gazze gibi belli basli sehirleri ele
geçiren Vezir-i'azam Sinan Pasa, Memlûk Devleti'nin Gazze Valisi Canberdî
Gazalî'yi maglub etmek suretiyle Osmanli kuvvetlerine Misir yolunu açmis
bulunuyordu.
Merc-i Dâbik hezimetinden sonra, Misir'a kaçabilen bazi
Memlûk emirlerinin gayretleriyle Kahire'de Memlûk Devleti'nin basina Tomanbay
getirilmisti. Memlûklar, Merci-i Dâbik muharebesinden sonra, Osmanli
hükümdarinin yaninda bulunan Halife el-Mütevekkil yerine de el-Müstemsik'i
halife olarak tayin ettiler. Bu haber üzerine Yavuz Sultan Selim,Tomanbay'a iki
elçi gönderir. Bunlar, Tomanbay'in, Sultan Selim'in hâkimiyetini tanimak
sartiyle Gazze'den öteye olan Misir topraklarini Memlûklar'a birakmak
istedigini, bu ve daha baska sartlarla sulh (baris) teklifinde bulunacaklardi.
Mektubun tesirinde kalan Tomanbay, Sultan Selim'in sartlarini kabul edip sulh
yapmak istediyse de yaninda bulunan emirler, siddetle karsi koyarak bu
teklifleri reddederler. Onlara göre Suriye muvakkat olarak Osmanli idaresine
geçmisti. Yavuz, daha önce Cengiz ogullarindan Hülagu ile Timur hâdiselerinde
oldugu gibi Misir üzerine gelemeyecek, Suriye ve Filistin'den geri dönecegini
zannediyorlardi. Çünkü onlar, Hülagu ile Timur'un yapamadigini, Selim'in
yapabilecegine inanmiyorlardi. Bu bakimdan, Pâdisah'in, Anadolu'ya dönmesinden
sonra zapt edilen yerler, tekrar geri alinacakti. Olaylari bu açidan
degerlendiren Misir ümerasi, Tomanbay'in muhalefetine ragmen Osmanli elçilerini
öldürmekten de çekinmez. Elçilerinin Misirliar tarafindan öldürülmesi, artik
buraya (Misir'a) yapilacak seferi kaçinilmaz hâle getirir.
Bu arada, Sultan Selim'in, Hayir Bay vâsitasiyle Misir
ümerasindan bazilari ile temasa geçip, lehinde propaganda faaliyetlerine
giristigi anlasilmaktadir. Ancak bütün bu tesebbüs ve faaliyetlerden bir sonuç
alamayan Selim, sür'atle ilerleyecek ve sirasiyle el-Aris, Hân Yunus, Sâlihiyye
ve Belbis'i zaptederek Kahire önünde Matariye ile Cebel Ahmer arasinda bulunan
Ridâniye'ye ulasacaktir. Seferde hazir bulunan müelliflere göre, cündîler
(süvari) yaninda sehir halkindan, Urban, Zenci ve Magriblilerden mürekkeb 20 bin
(kaynaklara göre 50 bin) kisilik Memlûkler, Iskenderiye'de bulunan
Venediklilerden ve diger Batili'lardan top temin etmek, siper ve hendek kazmak
suretiyle tahkim ettikleri Ridâniye'de Osmanlilarla yeniden savasmak üzere
tesebbüse geçmislerdi. Bu maksatla, Kahire'nin kuzeyindeki el-Mukattam dagindan
baslayarak Nil Nehri'ne kadar uzanan bir sahada mukavemete çalismislardir. Misir üzerine yürümek üzere Sam'dan ayrilan Sultan
Selim, Kudüs'ü ziyaret ettikten sonra Gazze'de bulunan Osmanli ordusuna ulasir.
l3 günde çölü katederek Kahire'nin kuzey dogusunda ve bu sehrin çok yakininda
bulunan Ridâniye'ye varir. Burada yapilacak muharebe, Merc-i Dâbik
muharebesinden daha zor ve tehlikeli idi. Zira Ridâniye cephesi, 50 binle 20 bin
arasindaki bir kuvvetle ve biraz önce sözü edilen Frenklerden temin edilen 200
kit'a topla, siper ve hendeklerle tahkim edilmisti. Tomanbay, ecnebilerden top
ve topçu tedarik ederek Iskenderiye sahlindeki toplari da buraya getirtmisti. Savas, 22 Ocak l5l7 (29 Zilhicce 922)'de Yavuz Sultan
Selim'in bizzat yaptigi plan geregi, Memlûk ordusunu sasirtacak bir sekilde
baslamisti. Bununla beraber Misir ordusu da siddetle karsi koymustu. O gün
bitmeyen harb, ertesi günü ikindi vaktine kadar devam eder. Muvaffakiyetten
ümidini kesen Memlûk Sultani Tomanbay, son bir ümid ile Osmanli ordusunun
merkezine hücum ederek Selim'i yakalamak veya öldürmek istemisti. Fakat Yavuz, o
anda merkezde degil, el-Mukattam Dagi'ni dolasan kuvvetlerin basinda
bulunuyordu. O sirada merkzde bulunan Vezir-i a'zam Hadim Sinan Pasa ile Ramazan
oglu Mahmud ve Yunus Bey'ler maktul düsmüslerdi.Yeniçerilerin mukavemeti üzerine
geri çekilmek ve bir müddet sonra da muvaffakiyetten ümidini keserek Said
bölgesine kaçmak zorunda kalan Tomanbay'i takib eden Osmanli kuvvetleri,
Kahire'nin bir kismini ele geçirmeye muvaffak olurlar. Selim, üç gün sonra
yaninda halife ve dört mezebin kadilari oldugu halde Kahire'ye girip Bulak'ta
ordugâh kurar. Öyle anlasiliyor ki, Osmanlilar, Ridaniye savasini müteakip
Kahire'yi bütünüyle ele geçirmek üzere giristikleri tesebbüslerde büyük
zorluklarla karsilasmislar. Nitekim 27 - 28 Ocak gecesi, yatsi namazindan sonra,
on bin kisi ile ansizin Selim'in karargâhina hücum eden Tomanbay, Osmanlilarla
siddetli çarpismalara girismis, iki gece sonra yeniden girdigi Kahire'de
hendekler kazdirip barikatlar kurdurtmak suretiyle sokak savaslarina
baslamistir. Bunun üzerine yeni Vezir-i a'zam Yunus Pasa, maiyetindeki yeniçeri
bölükleri ile, o dönemde dünyanin en büyük sehri oldugu anlasilan Kahire'ye
girerek sokak savaslarina istirak eder. Bu arada Kahire'liler de Osmanlilar'a
karsi savasmis ve dar sokaklarda damlardan Osmanli askerlerine tas ve benzer
seyler atmislardi. Bununla beraber, gerek Tomanbay'in, gerekse halkin bütün
çabalari, Kahire'nin Osmanlilar'in eline geçmesine engel olamadi. Bu çabalardan
bir sonuç alamayacagini anlayan Tomanbay, ele geçmemek için kadin kiyafetine
girip Kahire'yi terk eder. Tomanbay, yedi kisi ile kaçip kurtulmus olmasina
ragmen, Misir'in diger ümerâsi, mukavemetten tamamiyle ümidlerini kestikleri
için gelip teslim oldular ki, bunlarin içinde Canberdî Gazalî de vardi. Bu son
taarruzda Tomanbay, dörtbin telefat verdikten baska, bir hayli de esir
birakmisti. Said taraflarina kaçtigi anlasilan Tomanbay'dan aff edilmesi için
mektuplar gelir. Bunun üzerine kendisine emannâme gönderilip iki defa aff
edilir. Buna ragmen o, emannâme getiren hey'ete itimad edemiyerek, hey'et
azalarini öldürtür.
Delta bölgesinde, basina topladigi üç bin kisiyle son
defa talihini denemeye kalkisan Tomanbay, bu denemesinde de basarili olamaz.
Yakalanmasi ile ilgili görüslerin farklilik arzetmelerine ragmen onun,
müttefiklerinin ihanetine ugrayarak Osmanlilara teslim edildigi belirtilir.
Sultan Selim, önceleri kendisine hürmet ederek onu, hükümdarlara yarasir bir
sekilde agirlar. Bu arada onu, Misir valisi veya Anadolu'da kendisine kayd-i
hayat sartiyla ( ölünceye kadar ) bir sancak vermeyi düsündügü belirtilir.
Bununla beraber, kendisini seven Misir halkinin Allah, Tomanbay'a yardim etsin
gibi sözlerle onun lehinde gösterilerde bulunmalari ve Hayir Bey ile Canberdî
Gazalî'nin israrlari neticesinde l5l7 senesi Nisan ayi baslarinda idamina ferman
çikar. Bunun üzerine Tomanbay, Sehsüvar oglu Ali Bey'e teslim edilir. Ali Bey,
2l Rebiülevvel 923 (l3 Nisan l5l7)'de günümüzde de ayni isimle anilan Bâbu
Züveyle denilen yerde onu asarak idam eder. Idam için adi geçen yerin
seçilmesinin bir sebebi vardi. O da Memlûklarin, daha önce Ali Bey'in babasini
burada asmis olmalariydi.
Sultan Selim, Tomanbay'in cenazesinin, bir hükümdarin
cenazesi gibi defn edilmesini ve ona gereken sayginin gösterilmesini emretmisti.
Seim, Misir Baskadisi'nin imamlik yaptgi cenaze namazina bizzat istirak eder.
Müteveffanin ruhu için üç gün fakirlere altin ve yiyecek dagitip in'amlarda
bulunur.
Tomanbay'in ölümünden sonra Suriye gibi Misir da
Osmanlilarin bir eyâleti haline gelmisti. Sultan Selim, burada itaatlerini
arzetmeye gelen hey'etleri kabul etmisti. Bu hey'etler içinde en önemli olani,
Haremeyn Serifi Ebu'l-Berekât b. Muhammed'in, Sultan Selim'i tebrik için oglu
Ebû Nümey'in basinda buundugu hey'et idi. Ebu'l-Berekât, oglu vâsitasiyle
Ka'be'nin anahtarlari yaninda bazi mukaddes emânetler ve hediyelerle
göndermisti. Ebû Nümey'e, büyük ikramlarda bulunuldu. Ebû Nümey, l5l7 senesi
Mayis ayinin sonlarina dogru Pâdisah tarafindan kabul edildi. Bu kabul esnasinda
o, babasinin Memlûk idaresinden çektigi eziyetleri anlatti. Haremeyn Serifi,
Memlûk Sultanlari'na karsi duydugu memnuniyetsizlik ile Sultan Selim'in,
Suriye'de mukaddes mahallere karsi göstermis oldugu büyük alaka ve ihtimam
sebebiyle, severek Osmanli idaresine girmis, Sultan Selim'in adini hutbede
zikretmeye âmade bulundugunu bildirmisti. Sultan Selim tarafindan iyi
karsilanmis olan Ebû Nümey, zengin hediyelerle geri dönmüstü. Bu arada, Haremeyn
fukarasina dagitilmak üzere gemilerle bölgeye zahire ile 200 bin dinar
gönderilmisti. Hoca Saadeddin, Haremeyn'e gönderilen yardim için su ifadeleri
kullanir: Haremeyn-i Serifeyn mücavirlerine mebâlig-i mevfûre gönderüp idrar-i
müteariflerini müdaaf eylediler. Ve gestilerle (gemilerle) nihayetsiz gallat ve
hububat gönderdiler. Ve kudat-i Misir'dan (Misir kadilarindan) mezid-i istikamet
ve tedyin birle tayin buyrulan iki kadi ile 200 bin mikdari dinar-i
kâmilu'l-ayâr gönderüp ma'rifet-i nüzzâr ve küttâb ile Haremeyn-i Muhteremeyn
fukarasina tevzi' ettirdiler. Ilk defa olarak hac kervâni ( Sürre ), Sultan
Selim'in, Sam'dan Ka'be için gönderdigi bir örtüyü hâmilen Hicaz'a hareket
etmistir. Bu tarihten (h. 923 / m. l5l7) itibaren Osmanli Sultanlari
Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn (Haremeyn'in Hizmetçileri) ünvanini aldilar. Bu
ünvan, Osmanli Pâdisahlarina hem Islâm, hem de Hiristiyan âleminde büyük bir
itibar te'min etmisti. Bu esnada elçilik vazifesi ile gelen hey'etlerden biri de
Venedik hey'eti idi. Hey'etin vazifesi o ana kadar Kibris için memlûklere
vermekte oldugu vergiyi, Memlûklerden saglamis oldugu imtiyazlar baki kalmak
üzere, Osmanlilara vermek hususunda müzakerelerde bulunmak idi. Bu hey'et, ayni
zamanda, Venediklilerin Osmanlilara karsi Kölemenlere yardimda bulundugu
töhmetini de redd ederek, devletini bu hususta müdafaa
edecekti.
Yavuz Sultan Selim, ikamet etmek için Kahire'de bir
kösk insa ettirir. O, burada kaldigi müddet zarfinda bu köskte ikamet eder.
Mayis sonlarinda Pîrî Pasa komutasinda gelen Osmanli donanmasini teftis etmek
üzere, Iskenderiye'ye bir seyahatta bulunmus olan Selim, l2 Haziran'da Kahire'ye
dönerek burada üç ay kaldiktan sonra l0 Eylül'de Hayirbey'i vali olarak tayin
ederek Misir'dan ayrilir. Böylece, Misir'a geldigi ilk gün ile, ayrilis günü
olan 23 Saban 923 (l0 Eylül l5l7)'a kadar 8 ay Misir'da ikamet etmis olur.
Pâdisah'in, Misir'da bu kadar uzun müddet kalmasi, belki de yeni yerlerin ilhaki
içindi. Fakat Misir'da fazla kalmaktan dolayi usanmis olan erkân ve a'yan ve
ashab-i divan Istanbul'a dönmek istiyordu. Bunlar, Yavuz'un ulemaya gösterdigi
saygiyi da dikkate alarak o dönemde Anadolu Kadiaskeri olan Kemal Pasazâde'ye
müracaatla Pâdisah'i ikna etmesini rica ederler. Bunun üzerine bir gün, gezinti
esnasinda Pâdisah, etrafta neler konusuluyor dedigi zaman Kemal Pasazâde firsati
kaçirmamis ve askerin dönme arzusunda oldugunu söyleyerek:
Sultanim, askerlerin Nil'den davarlarini suluyorlardi.
O askerlerden birinin su türküyü söyledigini duydum der ve askerin isteklerini,
türkülerle dile getirdigini açiklayarak, türkünün metnini su sekilde Pâdisah'a
arzeder:
Nemiz kaldi bizim mülk-i Arab'da
Nice bir dururuz Sam u Haleb'de
Cihan halki kamu ays ü tarabda
Gel gel ahi , gidelim Rûm illerine
Efkâr-i umûmiyenin görüsüne tercüman olan bu türkü,
aslinda o anda bizzat Kemal Pasazâde'nin kendi dilinden nakledilmis sözleriydi.
Gerçi hükümdar da bunu anlamakta gecikmemisti. Bu sebeple birkaç gün sonraki bir
sohbet esnasinda Pâdisah: Geçen gün söyledigin türkü senin ihtirâin miydi?
diye sorunca, Kadiasker Kemal Pasazâde çok rahat ve cesûrâne bir sekilde evet
der. Böyle bir cevab karsisinda belki de hiddetlenecegi tahmin edilecek olan
Pâdisah, bu itirafa karsilik 500 duka altin ihsan etmekle cevap vermis olur.
Kaynaklarda bu olay su ifadelerle nakledilir. Bir gün yine yolda sohbet
ederlerken Pâdisah, Kemâl Pasazâde'ye sorar :
Tokat'li Molla Lütfi hocaniz imis, ilim ve irfani
yüksek degerli bir ilim adami iken katline sebep ne oldu? Kemâl Pasazâde bu
soruya su cevabi verir: Hased-i akran belâsina ugradi. Tam bir âlim, kâmil,
salih ve dindar bir kisi iken düsmani çogalib hased ettiler ve katline sebep
oldular. Bu duruma üzülen hükümdar, onun sakaci biri oldugunu, zaman zaman öyle
sakalar yaparmis ki, isitenler gerçek zannedermis. Siz de üstâdiniz gibi öyle
sakalar yapmazmisiniz ki, gerçek zannedilsin? diye sorunca Kemal Pasazâde: Biz, geçen gün siramizi savdik, simdi sira Pâdisahimiz
hazretlerinindir. cevabini verince, Yavuz Sutan Selim düsünür ve der ki: Yoksa, geçen gün, yeniçeriler agzindan söylenen o
kita, öyle bir saka miydi? Yani yeniçeriler agzindan siz mi uydurdunuz? Bu söz
üzerine Kemâl Pasazâde:
Evet, dogrusu, Pâdisahimizin buyurduklari gibidir
der. Pâdisah, hosuna giden bu açik ve cesurâne sözü karsisinda Kemal Pasazâde'ye
yukarida belirtilen ihsanlarda bulunur.
Yavuz Sultan Selim, Misir'da kaldigi süre içinde
mahallî bazi islâhatlarda bulundu. Bu meyanda o, Suriye ile Misir'in toprak ve
vergi islerini bir sisteme baglayarak düzene sokar. Gerçi Osmanlilar, bir kisim
Türk ve Islâm devletlerinden zapt ve ilhak ettikleri devletlerin büyük bir
kisminda bazan eski kanunlari hiç degistirmeden ve eski isimleri ile muhafaza
ediyorlardi. Bununla beraber, özellikle vergi konusunda halk için bir çesit
zulüm niteligini tasiyan vergileri Fena bid'atlar addederek ortadan
kaldiriyorlardi.
Memlûk Sultanligi'nin ortadan kalkmasi, Osmanli
Devleti'ne Asya Kit'asin'da Suriye, Filistin ve el-Cezire ile Hicaz'i, Afrika'da
ise Misir gibi stratejik önemi büyük ve mamur bir bölgeyi kazandirdi. Böylece,
Kizil Deniz'in karsilikli iki sahiline de sâhip olan Osmanlilar, Hind ve Ak
Deniz arasindaki Kizil Deniz ticaret yoluna hâkim olmuslardi. Böylece,
Arabistan, Haremeyni's-Serifeyn, Zebid, Aden, Yemen, Habesistan, Said, Nubye,
Magrib'e kadar, Umman sahilinden Firat ve Bagdad'a kadar olan memleketlerin emir
ve sultanlari Yavuz Selim'in emrine girmis oluyorlardi. Böylece Yavuz Sultan
Selim, atalarinin kurduklari devlete büyük bir katkida bulunmus oluyordu. O,
Fâtih Sultan Mehmed tarafindan daha iyi bir sekilde gelistirilen orduyu
kullanarak, gerek onun ve gerekse II. Bâyezid'in stratejik ve idarî
temellerinden yararlanarak Safevîleri yenmekle de kalmamis, ayni zamanda
Müslüman devletlerin önemli bir kismini da kendine baglamisti.
Sultan Selim, Istanbul'a hareket etmeden önce idarî bir
tedbir olmak üzere Kahire'deki bazi hükümdar ogullariyla, halife ve
akrabalarini, nüfuzlu âlim, seyh ve beylerden, ileride tehlike arzedebilecek
olanlari Istanbul'a göndermisti. Istanbul'a gönderilenler arasinda Misir'daki
Abbasî Halifesi III. Mütevekkil Alallah ile amcasi Halil'in ogullari ve Sultan
Kansu Gavrî'nin oglu Mehmed de vardi. Bu arada o, kütüphânelerdeki kiymetli bazi
eserler ile mimar ve san'atkârlardan bir kismini da Istanbul'a göndermisti. Bu
nakillerin tamami, deniz yoluyla yapilmisti. Selim, bilgili bir kimseden Misir
pramitleri ile Nil hakkinda bilgi almisti ki, bu zata karsi büyük bir saygi
besleyip ona ikramlarda bulundu.
Daha önce de, biraz temas edildigi gibi, Yavuz Sultan
Selim, iyi tahsil görmüs, müsait zamanlarda vaktini okuyup arastirmakla geçiren
âlim bir hükümdardi. Kendisi, tasavvufun vahdet-i vücud felsefesini
begendiginden, bu felsefenin Anadolu'da yayilmasini temin eden ve Seyh-i Ekber
nâmiyle söhret kazanmis olan Muhyiddin ibnu'l-Arabi'ye karsi büyük bir hürmeti
vardi. Merc-i Dâbik zaferinden sonra Sam'a girdigi vakit, Seyh-i Ekberin
kabrini sormus ve bazilari tarafindan Seyh-i Ekfer (en büyük kâfir) diye
tahkir edilen bu büyük zâtin kabrini buldurmustu. Misir dönüsünde dört ay kadar
Sam'daki ikameti esnasinda seyhin kabrine türbe ve yanina bir de câmi ile her
gün fakirlere yemek dagitmak üzere bir de imâret yapilmasini emretmisti. Bu
insaat öyle sür'atli yapilmaliydi ki, kendisi henüz buradan hareket etmeden önce
bitmeliydi. Filhakika, mimarlarla usta ve ameleden bir kismi, gece çalismak
suretiyle bunlari tamamlamislardi. Yavuz bu câmide ilk Cuma namazini kilmis ve
vakiflarini tertib ettirerek vaaz ile Kur'an okumaya me'mur görevliler de tayin
etmisti.
Sam'dan sonra yoluna devam eden Yavuz Sultan Selim, 22
Safer 924 (5 Mart l5l8) tarihinde Haleb'e gelir. Iki ay kadar Haleb'de kalan
Selim, iki ayda da Istanbul'a gelir. Merasim ve tantanai karsilamalardan pek
hoslanmadigi anlasilan Yavuz Sutan Selim, törenle karsilanmamak için, gece
gizlice Topkapi Sarayi'na gelir. Istanbul'da on (veya yirmi) gün kadar kalan
Yavuz Selim, 27 Receb (4 Agustos)'de payitahttan ayrilarak Edirne'ye hareket
eder. Pâdisah'in Edirne'ye gelmesinden dokuz gün sonra Sehzâde Süleyman,
gelirine 500 bin akça ilave edilmis oldugu halde babasi ile vedalasarak geldigi
Saruhan Sancagi'na tekrar döner. Selim, Edirne'de bulundugu sirada Venedik,
Macar ve Ispanya gibi Avrupa devletleriyle muâhedeleri yenilemistir. Sultan'in,
Avrupa devletlerine karsi sulh siyâseti takib edisi, herhalde yeni bir Iran
seferine çikmasi ile izah edilebilir.YAVUZ SULTAN SELIM'IN BATI SIYASETI
Yavuz Sultan Selim'in, Bati devletleri ile olan
münasebetleri, onun hükümdarlik makamina geçmesiyle birlikte, cülûsu tebrik için
gelen komsu devletlerin elçileri ile baslamisti. Bu münasebetlerin baslangici
ise onun, babasina karsi giristigi hareket esnasinda, Rumeli'de bir sancak
istemesi ve Hiristiyanlarla mücadele edebilmesi için burada sayilari 25 bine
ulasacak bir askerî birlik toplamasi ile olmustu denebilir. Zira onun tahta
çikisi esnasinda Avrupa'li hükümdarlar, hem cülûsu tebrik etmek hem de mümkün
olursa eski anlasmalari yenilemek üzere elçilerini göndermislerdi. Fakat,
Sehzâde Ahmed'in çikardigi isyandan dolayi hemen Anadolu'ya geçmek zorunda
kaldigi için gelen veya gelecek olan elçilerle fazla ilgilenemiyordu. Bununla
beraber, kendisini selamlamak ve himâyesini taleb etmek üzere gelmis olan Raguza
elçilerini fazla bekletmemis ve eskiden beri Osmanlilara vergi veren bu
cumhuriyetin temsilcilerine Bursa'da eski imtiyazlarini taniyan bir ahidnâme
vermisti. l5l2'de verilen bu ahidnâmede Sultan Selim, Raguza'lilarin verecekleri
vergiler için buyurdum ki, sâbika babam tâbe serâhu zamaninda verdikleri l2500
filori sâl be sâl (her sene) âdet-i kadime üzre elçileriyle dergâh-i muallama
göndereler diyordu.
Pâdisah, diger devlet elçileri ile de gerekli
anlasmalari imzalamayi faydali buluyordu. Çünkü Anadolu'da bir müddetten beri
Kizilbaslarin çikardiklari karisikliklari ve onlari tahrik eden Safevî
Devleti'ni dikkate almadan Bati'ya yönelmek akillica ve dogru bir hareket
olmazdi. Bu sebepten dolayi bütün Bati'li devletlerle dostça münasebetlerde
bulunmayi lüzûmlu sayan Yavuz Sultan Selim, bu anlayisin bir sonucu olarak
onlarin elçilerine karsi mültefit davranmis, bu arada Eflâk ve Bogdan'in
gönderdigi hediyeleri kabul ettigi gibi, babasinin zamaninda, Bogdan Beyi ile
imzalanmis olan anlasmayi da yenilemisti. Bu muahede ile Bogdan kendisini Bâb-i
Humâyun'un tabii ve haraçgüzâri saymisti.OSMANLI - VENEDIK MÜNASEBETLERI
Olaylarin cereyan tarzindan anlasildigina göre, bu
dönemde Osmanlilarin önemli telakki ettikleri devlet, Venedik idi. Zira Yavuz
Selim, daha tahta çikar çikmaz, Venedik hükümet reisine bir mektup göndermis, bu
mektupta özellikle II. Bâyezid'in, kendi istegiyle hükümdarliktan ayrildigini
belirtmisti. Pâdisah'in, mektubunu götüren Semiz Çavus, kalabalik bir maiyet ile
Venedik'e gidip Sark'a (Dogu) yakisir bir debdebe izhar etmisti. Bu zât, on
asilzâde tarafindan senatoya götürülmüstü. Bu durum, Venediklilerin, Osmanli
elçisine karsi çok samimi davrandiklarini göstermektedir. Buna karsilik, cülûsu
tebrike gelmis olan Venidk elçisi Nicolo Giustianiani'ye de Pâdisah büyük
iltifatlarda bulunmus, hatta onu, Sehzâde Ahmed'in isyanini bastirmak üzere
Anadolu'ya giderken, Bursa'ya kadar beraberinde götürmüstü. Iste karsilikli
dostluk ve itimad belirtileri gibi sayabilecegimiz bu hareketlerin iki taraf
için de bir mânasi olmaliydi. Muhtemelen Osmanlilar, bu tarzdaki hareketleriyle,
Dogu'ya yapmayi düsündükleri sefer esnasinda, Venedik'ten gelebilecek olan
tehlikeleri önlemek, Adriyatik, Ege ve Akdeniz kiyilarindaki topraklarinin
güvenligini saglamak istiyorlardi. Venediklilere gelince onlar da, Osmanlilar
ile baris halinde bulunmayi, birçok yönden faydali görmüs olmalilar. Çünkü her
seyden önce Santa - Maura önündeki Türk gemileri ile Mustafa Pasa idaresinde
Apulya'ya göderilecegi söylenen ve Avlonya'da hazirlanmakta bulunan ll0 hafif ve
30 agir gemiden mürekkeb olan filo, onlar için bir endise konusu idi. Ayrica
Sultan II. Bâyezid zamaninda Osmanlilara karsi giristigi mücadele, Venedik'i
ma'nen ve maddeten o kadar sarsmisti ki, bundan sonra Osmanlilarla dost kalmayi
menfaatlarina daha uygun görüyordu. Bu yüzden Venedik, Antonio Giustiniani
adindaki bir elçisini Osmanlilara gönderdi. Edirne'ye gelen ve Venedik
Cumhuriyeti'nin, Osmanli Devleti hakkindaki saadet temennilerini bildiren bu
zat, Pâdisah tarafindan iyi karsilanmakla beraber, yapilmasi düsünülen anlasma,
kolayca imza edilemedi. Ayrica, Istanbul'da anlasma müzakerelerinin devam ettigi
siralarda Osmanli kuvvetleri, Venediklilerin yardimda bulundugu Hirvat Bani J.
Johan'in arazisini bastan basa çigneyip iki bin Hiristiyani alip götürürler.
Bununla beraber iki devlet arasinda l7 Ekim l5l3 'de imzalanan anlasma ile
Venedikliler bütün isteklerini elde edememekle birlikte, II. Bâyezid zamaninda
kendileri için taninmis olan ticarî imtiyazlari yeniden elde ederler. Bu durum,
Venedik için çok iyi olmustu. Çünkü devamli savaslardan dolayi bosalmis olan
hazinesini ancak bu suretle doldurabilirdi. Bundan baska Osmanlilarin her konuda
kendilerine yardim edeceklerini umuyorlardi. Nitekim bundan sonra iki devlet
arasinda Napoli aleyhine olmak üzere çok ilgi çekici müzakereler cereyan
edecektir. Bu arada Venedik de, Sah Ismail'in israrla istedigi yardimi red eder.
Hatta, Papa'nin va'd ettigi büyük ve önemli menfaatleri de dikkate alip
Osmanlilar aleyhine harekete geçmez. Aksine Çaldiran zaferinden dolayi Yavuz'u
tebrik eder. Böylece, Osmanlilar ile Venedik arasinda uzunca bir süre devam
edecek olan dostluk münasebetleri gelistirilmis olur. Bunun üzerine iki devlet
arasinda l5l7 tarihinde yeni bir anlasma imzalanir.OSMANLI - MACAR MÜNASEBETLERI
Osmanli Venedik münasebetlerinden bahsedilirken temas
edildigi gibi, Venedik elçisinin Edirne'ye ulastigi siralarda, bir Macar elçisi
de gelmisti. Bu elçi, II. Bâyezid zamaninda imzalanmis bulunan ve kisa bir zaman
önce, Osmanlilarin Sava Nehri kiyilarina yaklasmalarini bahane ile zedelenen
mütarekeyi yenilemek için müzakerelere girisecekti. Halbuki bu elçinin yolda
bulundugu siralarda Wesprim Piskoposu Peter Berislo, Sava ve Unna arasindaki
Türklere hücum ederek 2000 kadar Müslümani öldürmüstü. Bununla beraber daha
sonralari da Macaristan'la olan siyasî münâsebetleri ihlal edecek küçük bazi
hudud çekismeleri devam ettiyse de bunlar, harple sonuçlanacak bir hâdiseye
sebep olmadi. Su kadar varki Macaristan, Osmanlilar'a karsi büsbütün hazirliksiz
kalmak da istemiyordu. Bu sebeple Papa'dan hem para hem de Osmanlilara karsi
bütün Avrupa devletlerinin müsterek bir harekette bulunmalarini saglamak için
ricada bulundu. ll Mart l5l3'te papalik makamina oturan ve Medici ailesine
mensub olan Papa X. Leo, kendinden önce bu makami isgal edenler gibi bütün Bati
âlemini Türklere karsi ayaklandirmaya çalisan bir insandi. Papa'nin, Türklere
karsi duydugu düsmanligin asil sebebini, Tunus'lu veya Türk denizcilerinin
hareketlerinden dolayi degil, Osmanli Devleti'nin kurulusundan beri, gittikçe
güçlenip kuvvet kazanan ve Bati'yi tehdid eden Müslümanliga karsi duyulan kin,
nefret ve bunun sonucu olarak da Osmanlilari Bati topraklarindan sürüp çikarma
teskil ediyordu. Onun için bu ise gönül verenlerden birisi olarak görülen Papa
X. Leo'nun, papalik makamina geçer geçmez, hemen bütün Hiristiyan prenslere,
Alman Imparatoru Maximilian'a, Polonya ve Ingiltere krallarina, Rodos Üstad-i
A'zamina ve Liefland'da Alman sövalyeleri reisine gönderdigi bir çok mektup, bu
konuda yeterli delilleri teskil etmektedirler. Ayrica, rönesans fikirlerini
tasiyanlarin çogu da, bir takim güzel yazilarla, eski Yunan topraklarinin,
barbar saydiklari Müslüman Türklerden, kurtarilmasini istiyorlardi. Papa, zaten
bütün kuvveti ile bu isin pesinde idi. Kardinallari vasitasiyle yaptigi Haçli
propagandasi, özellikle Macaristan'da tesirini gösterir. Bunun sonucu olarak
binlerce çiftçi büyük gruplar halinde toplanir. Fakat bunlar, ciddi bir sevk ve
idareden mahrum olduklarindan, alt seviyedeki rahiplerin tesvik ve tahrikleri
ile etrafa ölüm ve dehset saçarak kendi vatanlarinda bile birçok sato, köy ve
bölgeyi harabeye çevirirler. Papa'nin, birçok Avrupa ülkesine çagrida bulunarak
bir Haçli seferi düzenlemek istemesi ve l6 Mart l5l7'de Lateran'da toplanan
rûhanî meclis (concilium) te önemli kararlar aldirarak, Osmanli Devleti'nin
istilasi ile ilgili teferruatli noktalari bile tesbit ettirmis olmasina ragmen,
bir netice alinamamisti.
Avrupa'nin içinde bulundugu karisik duruma iyice vâkif
olan Sultan Selim, bundanfaydalanmasini bilmis, komsu devletler ile iyi
geçinerek Sark'in karisik islerini endisesiz bir sekilde halletmeye muvaffak
olmustu. Nitekim bu sebeple Ragusa (Dubrovnik )'ya karsi bile mülayim
davranilmis, bir ara gümrük vergisi % 5'e çikarilmis ise de, bilahere eskiden
oldugu gibi % 2'ye indirilmisti.
Yavuz'dan önce (l499), Kirim Hani Mengli Giray'in
tavassutu ile baslamis bulunan Osmanli - Rus ticarî münasebetleri, bazi
tesebbüslere ragmen bu devirde pek inkisaf edememisti. Bununla beraber, mevcud
eski anlasmalara riayet edilecegi yeniden tasdik edilmisti.
Yavuz Sultan Selim, karsilikli sinir ihlallerine ragmen
Macarlarla savasa girmek istemiyordu. Onun, bazi meseleleri büyütmeyerek barisa
meyilli olmasi, Macar Krali ile akrabasi olan Polonya Krali'ni memnun etmis
olmali ki, l5l9 yilinda Osmanlilarla Poloyalilar arasinda bir baris antlasmasi
imzalanmisti. Bütün dostlarinin bir yil içinde girebilecegi maddesini de ihtiva
eden bu antlasma ile Yavuz, takip etmek istedigi baris politikasini bütün bir
Bati dünyasina ilan etmis oluyordu. Nitekim bu hükme uyarak l5l9 baharinda
Macarlar, Osmanlilarla üç yillik bir mütareke imzaladilar. YAVUZ SULTAN SELIM'IN ÖLÜMÜ
Memlûk Devleti'ni ortadan kaldirip güney ve bir manada
da güney dogu cephesini emniyet altina alan Yavuz Sultan Selim, artik Avrupa
isleri ile yakindan ilgilenebilirdi. Zira, Papa X. Leo'nun, papalik makamina
gelisinden sonra Hiristiyanlik âleminin fikir, düsünce ve hareketlerinde,
Osmanlilar aleyhinde büyük bir degisiklik meydana gelmisti. Bu düsmanligin
farkinda olan ve aleyhinde meydana geen degisiklik ile ilgili hareketleri çok
yakindan takib eden Yavuz Sultan Selim, Papa'nin, kendileri aleyhinde olmak
üzere birlesik bir Haçli ordusu hazirlamak için Avusturya, Fransa, Ingiltere ve
Ispanya devletlerine birer kardinal gönderdigini biliyordu. O, ülkesinin genis
sahillere sahip olmasindan dolayi yapilacak herhangi bir tecavüzü önlemek için
donanmaya büyük bir ehemmiyet veriyordu. Bununla beraber onun, Haçli ordusuna
karsi alacagi tedbirleri sadece donanma insasiyle sinirli saymamak gerekir. Zira
l5l9'da Kamama Kilisesi ile Hiristiyan ziyaretçlerinin vergi muafiyetleri
hakkinda görüsmek üzere Istanbul'a gelen Ispanya elçisi ile konusan Pâdisah,
elçiye, sayet Ispanya Krali kendisi ile anlasmak istiyorsa murahhaslarini
göndermesini beyan etmek suretiyle Papa'nin gerçeklestirmek istedigi ittifaktan
onu ayirmak istiyordu. O, bununla da yetinmeyerek Macaristan'la olan mütarekeyi
uzatmis, Venediklilerin, Kibris için vermekte olduklari vergiyi getiren elçiyi
huzuruna kabul etmis ve alisilagelmis protokolun hilafina elçi ile konusarak,
Venedik Devleti'nin antlasmalara bagli kalip bunlara riayet ettigi sürece
kendileri ile baris halinde bulunacagini belirtmisti.Johann Johansson'un meshur Osmanli haritasi Siyasî çabalari ile Haçli ordusunu durdurmayi planlayan
Yavuz Sultan Selim, öteden beri Avrupa'ya karsi girisecegi bir sefer için büyük
bir donanmaya ihtiyaç oldugunu biliyordu. Bu sebeple o, askerî faaliyetlerine
hiz vermekten geri kalmiyordu. Bu maksatla Haliç'te daha önce Bizans tersanesi
olarak kullanilan yerde, Fâtih'in insa ettirmis oldugu eski tersaneyi
Kagithâne'ye kadar genisleterek 300 kadar insaat tezgâhini (Göz) ihtiva edecek
bir sekilde büyütmüstü. Böyle siki bir çalisma sonunda Istanbul ve Çanakkale'de
250 gemiden mürekkeb bir donanma, savasa hazir hale gelmisti. Anadolu'da ise
birçok topla takviye edilmis 60 binden fazla asker toplanmisti. Hiç kimsenin
nereye çarpilacagini bilemedigi bu seferin Hiristiyan bir devlet için oldugu
zanni uyanmisti. Bu hazirliklar, belki de Roma'da gerçeklesilmesine çalisilan
Haçli seferini karsilamak için yapiliyordu. Bununla beraber hazirliklarin
bilhassa Rodos için oldugu kanaati yaygin bir hal almisti. Böyle bir kanaatin
yayilmasinin hakli sebepleri de yok degildi. Nitekim Rodos'un, korsanlar ile
hirsizlar duragi ve barinagi olmasi, bu sebeplerin basinda geliyordu. Osmanli
Devleti, Akdeniz'de ticaret yapan Müslüman gemilerine saldiran bu hirsizlarla,
Misir'in alinmasindan sonra daha çok ilgilenmek zorunda idi. Zira Rodos, güven
altinda bulunmasi icab eden Istanbul - Iskenderiye ticaret yolunun üzerinde idi.
Vezirler de Su Akdeniz, sadece Devlet-i Aliyye'ye bir mersâ (liman) olabilir
demek suretiyle Pâdisah'i Rodos'un fethine tesvik ediyorlardi. Bununla beraber
o, Fâtih Sultan Mehmed zamaninda oldugu gibi kötü bir netice ile karsilasmamak
için hazirliklarin daha fazla olmasini vezirlerine ihtar ederek: Benim muradim
bir kisver (memleket, ülke) almaktir. Siz beni, bir hirsiz kalesi almaya tergib
edersiz der. Bununla beraber bu sefer için kaç aylik tedarik gördünüz diye
sordugunda Pirî Pasa: Dört aylik diye cevap verir. O, bunun kifayet
etmeyecegini söyleyerek fikrini açiklamak suretiyle kale muhasaralarindan
hoslanmadigini , meydan muharebelerinin sonuçlarinin daha büyük ve
mesakkatlerinin daha az oldugunu söyleyerek âdeta keramet sahibi gibi Bizüm
simden gerü sefer-i ahiretten gayri seferümüz yoktur demisti. Bu, birbirinden
parlak ve büyük zaferler kazanan bir insanin, bunlari asacak bir sefer
yapamayacagi ve tarihteki azametinin gölgelenecegi ihtimalini düsünmesidir ki,
Sultan'in, sorumluluk hususunda dahi sahikaya ulastigini gösteren bir delildir.
Gerçekten de o, yapilan sefer hazirliklari hakkinda ilgililerden bilgi alip dört
aylik barutun bulundugunu ögrenince bunu yetersiz görmüs ve Hoca Sa'düddin'in
ifadesiyle bu gûna tedâbir-i vâhiye ile ben sefer itmem ve kimse sözü ile yola
gitmem ve bi'l-cümle bize sefer yok, meger sefer-i âhiret demek suretiyle,
artik maddî ve dünyevî seferler için degil, manevî ve âhiret yolculuguna
hazirlanip Allah'ina kavusmak üzere oldugunu, etrafindakilere bildirmek ister
gibiydi.
Sultan Selim, Vezir-i A'zam'i Kapikulu askerleriyle
Edirne'ye gönderdikten sonra kendisi de Agustos l520'de (2 Saban 926) Edirne'ye
dogru yola çikar. Rahatsizdi. Zira iki omuzunun sag tarafina yakin kisminda bir
çiban çikmisti. Halk arasinda yanikara olarak isimlendirien bu çiban, Sirpençe
ismiyle bilinmektedir. Hoca Sa'düddin, Yavuz Sultan Selim'in ölümüne sebep olan
çiban hakkinda tafsilatli bilgiler vermekle beraber biz, olayi günümüzün
ifadesiyle kisaca nakl etmek istiyoruz:
Yavuz Sultan Selim, Edirne'ye harekete karar verdikten
sonra bir gün musahibi Hasan Can'la saray bahçesine inmis, dönüsünde yokusu
çikarken Hasan Can'a sirtina bir seyin battigini söyleyince Hasan Can, elini
hükümdarin sirtina sokmus ve fakat bir sey bulamamis, ancak ikinci sefer yine
ayni seyden sikâyet edilince o zaman Hasan Can, sultanin dügmelerini çözüp
sirtinda henüz bas vermis, etrafi kizarmis ve tam olgunlasmamis sert bir çiban
görür. Bunu Sultan Selim'e söyleyince o, çibani sikmasini istemisse de Hasan
Can: Pâdisahim, büyük bir çibandir, henüz hamdir, zorlamak caiz degildir, bir
münasib merhem koyalim deyince Sultan Selim Biz Çelebi degiliz ki, bir çiban
için cerrahlara müracaat edelim cevabini vermisti. O geceyi izdirab içinde
geçiren Hünkâr, ertesi gün hamama giderek orada çibani siktirip zedeletmis.
Fakat bu da izdirabini artirmaktan baska ise yaramamisti. Bunun üzerine Hasan
Can'a Seni dinlemedik amma kendimizi helâk ettik deyip çibanin macerasini
anlatinca Hasan Can neredeyse aklim basimdan gidiyordu diyecektir. Bütün bu
sikintilara ragmen Pâdisah, Edirne seferi daha önce kararlastirildigi için geri
dönmeyerek hasta oldugu halde 2 Saban 926'da çadira çikar.
Sultan Selim'in hastaligi yüzünden yollarda agir
gidiliyor ve bazi menzillerde fazla kaliniyordu. Yavuz, Çorlu'da kirk gün
Bashekim Ahmed Çelebi tarafindan tedavi edildi. Yara büyüyüp açilmisti. Pâdisah,
hareket edemiyecek kadar takatsiz düsmüstü. Iki aya yakin ( Lütfi Pasa, 284'te
47 gün) devam eden tedaviden ve adeta kendisinden ümidini kesince Edirne'de
bulunan Vezir-i a'zam Pirî Mehmed Pasa ile vezir Mustafa Pasa'yi ve Rumeli
beylerbeyi Ahmed Pasa (Hain Ahmed Pasa)'yi acele yanina çagirtarak vasiyetini
yapar. Daha sonra da Pirî Pasa ile yalniz görüsür. Son demlerini yasadigini
anladigindan acele edip yetismesi için Manisa Valisi olan oglu Sehzade
Süleyman'a haber gönderdi. Oglu gelmeden 2l Eylül l520 (8 Sevval 926) Cuma günü
aksami 5l yasinda iken Çorlu karargahinin bulundugu Sirt köyünde vefat etti.
Vefatindan önce yaninda bulunan müsahibi Hasan Can'a, yatakta bulunusunu kast
ederek Hasan Can ne haldür? demis, o da Sultanum! Cenâb -i Hakk'a tevecüh
edüp Allah'la olacak zamandur deyince Yavuz: Ya bizi bunca zamandan berü kimün
ile bilürdün? Cenâb-i Hakk'a teveccühümüzde kusur mu fehm ettün? cevabini
vermisti. Bunun üzerine Hasan Can: Hâsâ ki, bir zaman zikr-i Rahman'dan gufûl
müsahede etmis olam. Lâkin bu, gayr-i ezmâna benzemedügü cihetten ihtiyaten
cesâret eyledüm demisti. Bunun üzerine Sultan: Sûre-i Yâsin tilâvet eyle
diyerek kendisi de Hasan Can'la birlikte okumus. Ayni sûreyi Ikinci defa okuyup
Selâmun kavlen... diye devam eden 58. âyeti okuyunca teslim-i ruh eyler.
Böylece, Islâm tarihinin en büyük hükümdarlarindan birinin, göz kamastirici
hayati sona ermis oluyordu. Onun ölümü için tarihler düsürülüp mersiyeler
yazildi. Sekiz buçuk sene gibi çok kisa bir saltanat dönemine basarili bir
sekilde sigdirilan fevkalade büyük ve önemli islerden dolayi, Seyhülislâm Kemal
Pasazâde onun hakkinda:
Az müddetde çok is etmis idi.
Sâyesi olmustu âlemgîr,
Sems-i asr idi asirda semsin,
Zilli memdûd olur, zamani kasîr.
Girse meydan-i rezme siri delir,
Çiksa eyvan-i bezme mihr-i münir
Hayf, Sultan Selim'e hayf ve dirig,
Hem kalem aglasin âna hem tig.
demek suretiyle onun sekiz buçuk senelik saltanat
dönemine sigdirdigi islerinin, çok büyük ve önemli olduguna isaret etmekteydi.
Bilindigi gibi ikindi günesinin ömrü kisadir. Fakat bu zamandaki gölge ise çok
uzundur. Ayni zamanda büyük bir sair ve edip olan Kemal Pasazâde, bu beyitleri
ile Yavuz'un çok kisa bir zamanda büyük isler basardigini söylemek
istemistir.
Bir celâdet atespâresi olan Yavuz, bu özelligiyle savas
meydanlarini ates tufanlarina bogmus, düsmanlarinin kalbine korku ve dehset
salmisti. Ne çare ki, bütün dünyayi dizginine alacak kadar zaman bulamadan sir
pençe-i ecel, onun vücudunu, âlemden almis idi.
Sultan selim'in vefati, tek oglu olan Manisa valisi
Sehzâde Süleyman gelinceye kadar gizli tutuldu. Ancak yeni hükümdarin, Sevval'in
onbirinci günü Istanbul tarafina gelip kadirga ile saraya indigi haber
alindiktan sonra, Selim'in vefati ve yeni Pâdisah'in Istanbul'a geldigi ilan
olundu.
Devlet erkâni, derhal Istanbul'a gelip yeni Pâdisah'i
tebrik ettikten sonra Selim'in naasi, bütün ilgililer tarafindan Edirnekapi
haricinde, baglar ucunda karsilanip, hazirlanmis bulunan tabuta konur. Fâtih
Sultan Mehmed Câmii'nde cenaze namazi kilindiktan sonra, o tarihlerde, Mirza
Sarayi denilen günümüzdeki Sultan Selim Câmii yanindaki mahalle defnolundu.
Sultan Selim, vefatindan evvel ara sira gezintilerde bulunarak geldigi ve çok
sevdigi bu mevkie câmi temellerini attirip ise baslattiysa da ömrü vefa
etmediginden câmi ve türbesi, oglu Sultan Süleyman tarafindan
tamamlattirildi.
Selim, Osmanli Devleti'nin hududlarini genisletmis, o
zamana kadar sadece iki kit'a üzerinde bulunan devleti, Misir'in ilhakiyla
üçüncü bir kit'aya da geçirmisti. Böylece o, üç kit'aya hâkim muazzam bir devlet
kurmus oluyordu. Dogu Akdeniz, boydan boya Osmanli sahili hâline gelmisti.
Dünyanin yol güzergâhlari, deniz ve kara ticaret yollari, Osmanli topraklarindan
geçer hâle gelmisti. Bu durum, devletin ekonomik, sosyal ve askerî gücünün
artmasina sebep olmus; tebea, bu büyük devletin nimetlerinden huzurlu bir
sekilde faydalanir olmustu. Yavuz'un, bütün çaba ve gayretlerini sadece fütûhât
askiyla izah etmeye kalkismak, pek dogru olmasa gerekir. Zira bu seferlerin,
dinî, ictimaî, iktisadî, askerî ve jeopolitik noktadan bir zaruretin neticesi
oldugu gâyet açiktir. Bu seferlerle ipek yolu, kalay yolu, baharat yolu, samur
yolu ve kiymetli madenler yolu Osmanli ülkesinden geçmeye baslamis, devletin
Avrupa seferlerinden dolayi gerekli gördügü vâridati bu sâyede epey artmisti. O,
Süveys tersanesini kurdurmak suretiyle Kizildeniz donanmasini da artirmis,
böylece Hindistan ticaret yolu üzerinde, Portekiz'le mücâdele baslamisti. Bu
mücâdele sadece ticarî sahada degil, ayni zamanda siyasî ve askerî sahayi da
kapsiyordu. Bütün bunlar, Yavuz'un ne kadar ileri görüslü ve her seyi planlayan
biri oldugunu göstermektedir.
Sekiz buçuk sene gibi devlet hayatinda çok kisa sayilan
bir sürede, ülkesinin hududlarini iki buçuk misline çikarmis olan Yavuz Sultan
Selim'in, Hindistan, Orta Asya ve Türkistan'a yönelmeyi arzuladigi, Iran
niyetiyle çikmak istedigi sefer hedefinin buralar oldugu rivâyet edilmektedir.
Onun hilâfeti aldiktan sonra, bütün bir Islâm dünyasini birlestirip tek güç
haline getirmek istedigi de söylenmektedir. Bu sâyede, Hiristiyan dünyasinin
tehlikesini de bertaraf edebilecegi gibi Din-i Muhammedî'nin sesini her tarafa
ulastirabilecekti. Yahya Kemal'in deyimi ile:
Sultan Selim-i Evvel'i râm etmeyip
ecel,
Fethetmeliydi cihani, sân-i Muhammedî. Kisa zamanda dünya haritasini degistiren, bu büyük
Sultan'in vefati, oglu Süleyman'in gelmesinden sonra Ordu-yi Hümâyûna
bildirildi. Arkasinda zaferden zafere, dünyanin bir ucundan öbür ucuna gitmis
olan asker, eski bir Türk an'anesine uyarak, üsküflerini (külahlarini) atip,
çadirlarini yikarak aglamaya baslarlar. Harp meydanlarinin en tehlikeli
anlarinda sarsilmayan bu gazi ve mücahidler ordusu, kendilerine istedikleri ve
tahayyül edebildikleri sekilde sultanlik ve komutanlik yapan bu adamin göçüp
gitmesiyle (ufûlüyle) sarsilmis bulunuyorlardi. Gerçekte bu sarsilma, sadece
askerde degil, bütün bir tebeada da görülmüstü.YAVUZ SULTAN SELIM'IN HIZMETI
Yavuz Sultan Selim, dedesi Fâtih zamanindaki Akkoyunlu
tehlikesi gibi olmayan ve sadece Osmanli Devleti'ni degil, bütün bir Sünnî Islâm
âlemini kökünden sarsabilecek olan ve Siî'lik üzerine kurulmus bulunan Sah
Ismail tehlikesini zamaninda fark etmisti. Bu kadar büyük bir tehlikeyi ortadan
kaldirmak için içeriden ve disaridan vurdugu kuvvetli darbe ile bu nazik ve
nazik oldugu kadar da tehlikeli olan durumu bertaraf etmisti. Bu hareketiyle o,
bir zamanlar Siî Fâtimî Devleti'ini ortadan kaldirip Islâm dünyasindaki ikilige
son vermeyi düsünen Selçuklu Sultani Alparslan'a benzemektedir. Gerçekten o
dönemde de Sünnî Abbasî Hilâfeti'ni ortadan kaldirmayi düsünen ve bu sebeple
oralara çesitli isimlerle daî (propagandaci) gönderen Fâtimî Devleti'ne karsi,
Sultan Alparslan harekete geçmis, bunun için, Haleb'e kadar gelmis ve fakat
basgösteren Romen Diojen tehlikesi yüzünden buradan geri dönüp Malazgirt
Savasi'na katilmak zorunda kalmisti.
Dogu Anadolu'yu idaresi altina alan Yavuz Sultan Selim,
bu taraflarda emniyeti temin etmisti. Onun asil hedefi Siî akide üzerine
kurulmus bulunan Safevî Devleti'ni ortadan kaldirmak ve Orta Asya'ya kadar gidip
oralardaki Sünnîleri nüfuzu altina almakti. Böyle bir düsünceye sahip oldugu
için, Sah Ismail'in, baris için gönderdigi elçilerle hiç bir sekilde anlasmayip
isi askida birakiyordu. Fakat bu arzusunun gerçeklesmesine ömrü vefa etmemisti. Dogu Anadolu'dan baska, Güney Anadolu'da da devletine
ilhak ettigi yerler ve Ramazanogullarina ait Adana, Tarsus ve havalisi , Memlûk
Devleti'nden aldigi el-Cezire, Suriye, Filistin , Misir ve Hicaz ile Osmanli
ülkesine bir misli daha ilavelerde bulunmustur. Bundan baska, o asirlara göre en
büyük Islâm Devleti olmasi hasebiyle halifeligi de almis olmasi, gerek
kendisinin, gerekse kendisinden sonra gelecek olan bütün Osmanli hükümdarlarinin
mevki ve nüfuzlarini yükseltmisti. Bu arada, Islâm'in zuhûr ettigi Hicaz
Bölgesi'nin Osmanli idaresine girmesi ve Yavuz'un, bu bölgeye olan saygisini
göstermesi bakimindan, mütevazi bir tabir olarak kullandigi Hâdimu'l-Haremeyn
es-Serifeyn ünvani, bütün bir Islâm dünyasinda bu devlete karsi bir saygi ve
itibarin dogmasina sebep olmustu.
Yavuz Sultan Selim, Avrupa'daki durumu oldugu gibi
muhafaza ederek asil tehlikenin Asya'dan gelecegini görmüstü. Bu sebeple,
saltanati müddetince, bütün gayret ve enerjisini bu tehlikeyi ortadan kaldirmaya
hasr etmisti. Böylece, kendisinden sonra gelecek olan oglunun, Avrupa ve
Akdeniz'de daha emniyetli bir sekilde faaliyette bulunmasini
saglamisti.
Yavuz Sultan Selim, bir bakima vatan ve iman borcu
bildigi prensiplerinin tehlikeye düsmesine riza göstermezdi. Bunun için, bu
prensipleri tehlikeye sokan kimselerin canlarina kiymayi veya onlari aninda
cezalandirmaktan çekinmezdi. Hükümdar olarak verdigi ölüm kararlari için, insan
olarak da gözyasi döküp kahirlanmaktan geri kalmamistir. Gerçekten o, devlet ve
milletin menfaatlerini tehlikeye sokmayan konularda çok daha rahat ve insanî
kararlar veren bir hükümdardir. Nitekim Misir'in zaptindan sonra, muazzam bir
servet terk ederek ölen bir tâcirin metrûkâtindan bir kismina el konulmasi,
defterdarlikça uygun görülmüstü. Pâdisah'a gönderilen takrire Yavuz, kendi
kalemiyle sunlari yazmisti: Müteveffaya rahmet, malina bereket, evlâdina
afiyet, gammaza lanet. Defterdarlik teklifinin, bu sekilde sert bir cevapla
redd edilmis olmasi, onun muhtesem adaletini anlamayan, anlamadigi için de gerek
prensipte, gerek tatbikatta sürçüp onun hakkinda su veya bu sekilde konusanlara
çok siddetli bir ihtar idi. Ayverdi, onun verdigi kararlara güzel bir yorum
getirerek söyle der:
Dikkat edecek olursak, vazife ve mes'uliyet
sinirlarini tayin etmis olmasina ragmen, verdigi idam kararlari onda bir ölüm
soku yaratarak bâzan hüzün, bâzan gözyasi, bâzan siir ve çok defa da derin bir
izdirap olarak ömrü boyunca arkasini kovalamistir. Fakat kütle selâmeti için
kabullenilmis bu sahsî elemleri de yine ayni toplum adina metânetle sineye
çekmesini bilmistir.YAVUZ SULTAN SELIM VE OSMANLILARDA
HILÂFET
Islâm dünyasinda, Hz. Peygamberin vefatindan hemen
sonra ortaya çikan halifelik, asirlarca Islâm cemaatinin dinî, fikrî, idarî,
sosyal ve siyasî gelismesinde rol oynayan önemli bir müessese olmustur. Islâm
tarihinde, siyasî bazi mezheblerin dogmasina sebep olan bu müessese, ayni
zamanda Müslümanlarin bir bayrak altinda toplanmalarina ve daha isin basinda
siyasî bir birlik kurmalarina da sebep olmustu. Bu bakimdan hilâfet, 3 Mart l924
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafindan ilga edilinceye kadar
devamli olarak bütün bir Islâm toplumunun gündeminde kalmaya devam etmistir. Anlasildigi kadari ile hilâfet, Islâmiyete has bir
idare seklidir. Bu, hem dünya, hem de ahiret (din) islerinin halk tarafindan
uygulanip bir düzene sokulmasini saglayan bir idaredir. Halife ise bu idarenin
basinda bulunan kimsedir. O, Hiristiyan dünyasinda oldugu gibi dinî bir reis
olmamakla birlikte her türlü hareket ve davranisinin kaynagini dinden alir.
Binaenaleyh onun idaresi, dinî emir ve yasaklarla sinirlandirilmistir. Bu
bakimdan o, dünyanin diger hükümdar, sultan, sah, padisah, kral ve
imparatorlarina benzemez. O, bütün bunlardan daha farkli bir özellik tasir.
Bunun için, hilâfetle diger hükümdarliklar arasinda büyük bir fark vardir.
Gerçekten hilâfet, ne kralliklara, ne sultanliklara, ne imparatorluklara, ne de
tam anlamiyle cumhuriyetlere benzer. O, nev'-i sahsina münhasir bir özellige
sahiptir. Bu bakimdan halifeleri de yukarida belirtilen müesseselerin basinda
bulunan birer idareci olarak kabul etmek mümkün degildir.
Uzun tarihî geçmisi içinde, degisik merhaleler geçiren
hilâfetin bütün bu merhalelerinden bahs etmek mümkün degildir. Bunun için biz,
müessesenin Osmanlilara geçisi ve Osmanlilarin bu müesseseyi nasil
kullandiklarina kisaca temas etmek istiyoruz.
Daha önce temas edildigi gibi degisik siyasî sebepler
yüzünden, zaman zaman pek dostça olmayan iliskileri de bulunan Osmanlilar ile
Memlûk-lerin bu münasebetleri, Osmanli Pâdisahi Yavuz Sultan Selim ile Memlûk
Sultani Kansu Gavri dönemlerinde büyük bir muharebe ile sonuçlanir. 25 Receb 922
(24 Agustos l5l6) günü Mercidabik denen yerde baslayan Meydan Muharebesi,
Osmanlilarin kesin zaferi ile sonuslanmisti. Ölü olarak muharebe meydaninda
bulunan Kansu Gavri'nin ordusu perisan olmustu.
Kansu Gavri'nin ölümünden sonra Kahire'de Memlûk
Devleti'nin basina, Sultan Tomanbay getirilmisti. Memlûk idarecileri, Mercidabik
Muharebesi'nden sonra Osmanli Pâdisahi Yavuz Sultan Selim'in yaninda bulunan
Abbasî Halifesi el-Mütevekkil yerine de el-Müstemsik'i halife olarak tayin
ederler. Bu durumdan haberdar olan Osmanli hükümdari, Tomanbay'a iki elçi
gönderir. Bunlar, Tomanbay'in, Sultan Selim'in hâkimiyetini tanimak sartiyle
baris teklifinde bulunacaklardi. Fakat her iki elçi de Tomanbay'in arzusu
hilâfina diger yöneticilerin baskisi ile öldürülür. Elçilerin öldürülmesi, harbi
kaçinilmaz bir hâle getirmisti. Böylece, Osmanlilarin zaferi ile sonuçlanacak
olan Ridâniye Savasi olmustu. Bu savastan sonra Misir da Suriye gibi bir Osmanli
eyâleti haline getirildi. Yavuz Sultan Selim, burada kaldigi müddet içinde Islâm
dünyasindan pek çok hükümdar ve idareci, hey'etler göndermek suretiyle
bagliligini arzeder. Bunlar içinde en önemli olani Haremeyn Serifi Ebu'l-Berekât
b. Muhammed'in, Sultan Selim'i tebrik için oglu Ebû Nümey'i göndermesidir.O,
oglu vâsitasiyle Ka'be'nin anahtarlari ile mukaddes emânetlerden bazisini
göndermisti. Böylece, Osmanli Memlûk savaslari neticesinde Arabistan, Haremeyn-i
Serifeyn, Zebid, Aden, Yemen, Habesistan, Said, Nübye'den Magrib'e kadar, Umman
Sahili'nden Firat ve Bagdad'a kadar olan memleketlerin emir ve sultanlari Sultan
Selim'in emrine girmis oluyorlardi.
Hilâfetin, Misir'daki son durumu karisik bir hal
almisti. Abbasî Halifesi el-Müstemsik billah 905 (l509) da bu makamdan çekilerek
yerine oglu el - Mütevekkil getirilmisti. Kansu Gavri ile Mercidabik Savasi'na
katilan halife, Sultan Selim'e teslim olmustu. Yavuz'la birlikte Kahire'ye gelen
el-Mütevekkil, tekrar makamina getirildi. Daha sonra Sultan Selim ile birlikte
Istanbul'a gelen el-Mütevekkil, Yavuz'un ölümünden sonra 927 (l52l)'de tekrar
Kahire'ye dönecek ve orada vefat edecektir.
Osmanli sultanlarina hangi tarihte ve ne suretle halife
denildigi kesin olarak bilinememektedir. Bununla beraber, muhakkak olan bir
nokta var ki o da Yavuz'un Misir fethi üzerine hilâfet makamini deruhte etmis
olmasidir Islâm dünyasi, Yavuz Sultan Selim'in, Siî Iran'i dize getirmesi,
Memlûk Devleti'ni ortadan kaldirmasi, Hiristian Avrupa'ya karsi basari kazanmasi
ve o dönemlerde Memlûk idaresinde olmakla birlikte Kizil Deniz'deki Portekiz
donanmasinin tehdidi altinda bulunan Haremeyn'i bu tehlikeden kurtarmasi
sebebiyle Osmanlilarin gücünün farkina varmisti. Burada suna da isaret etmek
gerekir ki, Islâm dünyasi, Haremeyn ile hilâfet arasinda büyük bir bagin
bulundugunu kabul ediyordu. Binaenaleyh, gerçek mânada halife olabilmek için,
Haremeyn bölgesine hakim olmak gerekiyordu. Bu bölgeye hakim olamayana halife
denilemezdi. Bu sebepledir ki, Yezid b. Muaviye ile Abdülmelik b. Mervan
zamanlarinda Abdullah b. Zübeyr'in Mekke'de hilâfetini ilan etmesi, Abbasîler
zamaninda da 3l8, 338 (m. 930, 950) yillarinda Haremeyn'in Karamita'nin eline
düsmesi esnasinda meydana gelen olaylar, bu anlayisin o dönem müslümanlarinca da
kabul edildigini göstermektedir.
Osmanlilarin, halife sifati üzerinde pek fazla
durmadiklari anlasilmaktadir. Zira tarihî kayitlar, hem Misir'in ilhakindan
önce, hem de sonra zaman zaman Osmanli hükümdarlarina halife ünvani ile hitab
edildigini göstermektedirler. Bununla beraber, Misir'in ilhakindan sonra dahi
Yavuz Sultan Selim için Hadimu'l-Haremeyn, Sultan ve Hakan gibi ünvanlar
kullanildigi halde Halife tabiri pek kullanilmamistir. Öyle anlasiliyor ki,
buna pek fazla gerek te bulunmuyordu. Zira Osmanli Padisahi, artik tek basina
Islâm âleminin en güçlü hükümdari olarak idareyi eline almisti. Çagdas bir
arastirici da hilâfetin Osmanlilara geçisi ile ilgili bilgileri verdikten sonra
söyle der: Yavuz Sultan Selim'in, Misir'a yaptigi seferi sirasinda dinî ve
siyasî ehemmiyeti haiz büyük bir hadise, Hilâfetin Osmanli hânedanina intikali
cereyan etti. Yavuz Sultan Selim zamaninda Imparatorlugun kazandigi büyük söhret
ve seref itibariyle, Osmanlilar hilâfetin asil ve hakli iddiacilari oldugunu
isbat etmislerdi. Ayrica el-Mütevekkil'in vefatindan sonra halefleri
halifelikten feragat ettiler. Böylece, bu boslugu doldurmak Osmanlilara
düsmüstü. Fakat ne var ki, hilâfet ünvani o zamana kadar bütün özelliklerini
kaybetmis ve sadece sözde kalmis bir ünvandan ibaretti. Osmanlilarin kudreti,
böyle bos bir ünvana muhtac degildi. Bu sebepten onlarin, o zamanda bu mesele
ile pek ugrasmadigi anlasiliyor. Fakat her seye ragmen hilâfet Islâm âleminde
yine saygi ve hürmete deger bir mevkii idi. Osmanli Pâdisahlari da arada sirada
bu durumdan istifade etmeye çalismislardir. Gerçekten, Hiristiyan Dünyaya karsi
tek basina koyabilen, Islâm âlemini düsmanlarindan koruyup ona karsi bir kalkan
vazifesi gören bu devletin, böyle bir sifat ve ünvani kullanmaya ihtiyaci yoktu.
Zira o, zaten fiilen bu ünvana hak kazanmisti. Binaenaleyh, Osmanlilardan baska
bu sifatla Islâm dünyasinin bayraktarligini yapabilecek güçte kimse mevcud
degildi. Bu sebepledir ki Yavuz'a halife diyenler sadece Osmanlilar degildi.
Çünkü Ehl-i Sünnet akidesine bagli Sünnî Müslümanlar ve özellikle Iran ile Orta
Asya'dakiler, Selim'in sahsinda Iran'da gerçek Müslümanligi ihya etmekle
mükellef bir Islâm Halifeligi görüyorlardi. Bundan dolayidir ki, Çaldiran
zaferinden sonra Tebriz'e girmis olan Yavuz Sultan Selim'e, Mâveraünnehr
ulemasinin ayni fikirleri tasidigi haberi gelir. l5l6'da Muhammed Isfahanî ona
Hilâfet tahtnin Sultani demekle de yetinmiyor ve simdiki halde sen kendine
has asil vasiflarla Allah'in ve Muhammed (s.a.v.)'in halifesisin diyordu.
Arablar ise, Halife Mütevekkil'in, kendi yetkilerini ve bu yetkilerden dogan
hukukunu Yavuz'a terk edip etmedigini arastirmak lüzûmunu bile duymadan Yavuz'a
Halife demeye basladilar. Gerçekten, Ibn Sünbül, Yavuz Sultan Selim için,
dünyada Allah'in Halifesi, Mekke'li Kutbeddin ise Halifeturrahmanlarin en iyi
Halifesi diyordu. Bütün bunlar, Yavuz'un, Misir'i almasiyle hilâfetin
Osmanlilara geçtigini göstermektedirler. Osmanli hükümdarlarinin, halife
ünvanini resmî bir kayit olarak ilk defa Silistre'nin güneyinde bulunan Küçük
Kaynarca'da 8 Cemaziyelevvel ll88 (l7 Temmuz l774) tarihinde Ruslarla yapilan
antlasmada kullandiklari görülmektedir. II. Katerina, Osmanli ülkesindeki
Ortodoks Hiristiyanlarin himâye hakkini istedigi zaman, Osmanli murahhasi da
muahedeye (antlasmaya) Halife ünvanina istinaden Sultanin tabiiyetinden çikan
Türk ve Müslümanlar üzerinde, dinî hüküm ve nüfuzuna dair bir bend koydurdu.
Antlasmanin, üçüncü maddesindeki fikra söyledir:
Ve Cenâb-i Bârîden gayri kimesneye tabi olmamak üzere
tâife-i merkume itiraf ve kabul velakin mezhebleri ehl-i Islâm'dan olup zât-i
ma'delet simât-i sehriyaranem imâmu'l-mü'minîn ve halifetu'l-muvahhidîn olduguna
binaen...
Sultan II. Abdülhamid ( 1876 -1909 ), 31 Agustos
1876'da, V. Murad'in yerine Osmanli tahtina geçtigi zaman, Osmanli Devleti,
Kuzey komsusu Rusya, Balkan ülkeleri ve diger Hiristiyan devletlerle iç açici
bir münasebette degildi. Zira tahta geçisten bir sene sonra Rusya savas açmis,
Sirbistan ve Karabag bagimsizliklarini kazanmis, Bulgaristan, Osmanlilara bagli
görünmekle birlikte bagimsiz bir devlet durumuna gelmisti. Balkanlarda birkaç
eyâlet, kan, ates, isyan ve huzursuzluk içindeydi. Tabir caizse bu dönem,
azginlasmis Avrupa emperyalizminin Osmanli Devleti için kötü ve büyük
emellerinin bulundugu bir dönemdir. Iste bu sebepledir ki Sultan II. Abdülhamid,
Halife sifati ile haiz bulundugu mevkie ehemmiyet vermis ve saltanatinin
baslangicinda ilan edilen Kanun-i Esasîde bu cihet açikça ortaya konularak:
Zât-i Hazret-i Padisahî hasbe'l-hilâfe din-i Islâm'in hâmisi kaydi
konulmustur. Sultan Abdülhamid, halife sifati ile Islâm birligini saglamak için
Islâm dünyasinin muhtelif bölgelerine adamlar göndermisti. Avrupa devletlerinin,
Islâm âlemine olan hücumlari, oralarda bulunan Müslümanlarin durumlari ve yegane
müstakil Islâm devletinin Osmanli Devleti olmasi gibi sebeplerden Sultan
Abdülhamid'in bu siyaseti, basarili olmus görünmektedir. Çünkü akli basinda olan
bütün Müslümanlar, Avrupa emperyalizminin eline geçirdigi bölgelerde, yerli
halka nasil muamele ettiklerini görüyorlardi. Bu da, onlarin, Islâm halifesi
etrafinda toplanip kenetlenmelerine sebep oluyordu.
Sultan II. Abdülhamid'den sonra Osmanli Devleti'ndeki
siyasî kriz, bunun arkasindan gelen Birinci Dünya Harbi ve nihayet Istiklâl
Savasi'ndan sonraki olaylar, son Osmanli Sultani Vahdeddin (VI. Mehemd )'in
vazifeden alinmasina ve saltanata son verilmesine sebep olmustu. Osmanli
saltanatinin 1922 yilindaki ilgasindan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Sultan Abdülaziz'in ogullarindan Veliahd Abdülmecid Efendi'yi halife ilan eder.
Fakat bir müddet sonra, Meclis'teki bazi münakasalar (bk. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Zabit Ceridesi, VII, 44 - 70.) ve özellikle Ismet Pasa (Inönü)'nin,
hilâfetin kaldirilmasi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin dahilî ve haricî
siyaseti üzerine fena hiç bir tesiri görülmez demesi ve bu konuda çektigi
nutuktan sonra kabul edilen kanun geregi, 3 Mart 1924 tarihinden itibaren
hilâfet, tarihe mal olan bir müessese haline geldi. Konu ile ilgili kanun
maddesi: Halife hal' edilmistir. Hilâfet, hükümet ve cumuriyet mâna ve
mefhumunda esasen mündemic oldugundan makam-i hilâfet mülgadir demektedir.
Böylece, Islâm dünyasinin l0l., Osmanlilarin 29. halifesi olan Abdülmecid
Efendi'nin hilâfeti, 1 yil, 3 ay 14 gün sürdükten sonra nihayete
erdi.
3 Mart l924 tarihinde hilâfetin ortadan
kaldirilmasindan sonra, Islâm dünyasinda bir bosluk dogmustu. Bu boslugun
doldurulmasi ve imkân dahilinde ise yeni bir halifenin seçilme çalismalari
yapilmisti. Bu sebeple kongreler tertiplenmisti. Fakat bütün bunlar, bir sonuca
ulasamamisti. Zira kongrelerde ileri sürülen görüsler, herkes tarafindan
ittifakla kabul edilemiyordu.
Kaynak: Osmanli tarihi Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |